Hüsn ü Aşk, 1-50. Bölüm |
07-31-2009 | #1 |
Equinox
|
Hüsn ü Aşk, 1-50. BölümHüsn ü Aşk, 1-50 Bölüm Agâz-ı Dâstân-ı Benî Muhabbet / Benî Muhabbet Hikâyesinin başlangıcı 1 «Dil-zinde-i feyz-i Şems-i Tebrîz / Ney-pâre-i hâme-i şeker-rîz» 1 Tebrizli Şems'in feyziyle gönlü diri olan ve şekerler döken kamış parçası kalem, 2 «Bu resme koyup beyân-ı aşkı / Söyler bana dâstân-ı aşkı» 2 Aşkı anlatışı bu tarza dökerek bana, aşk destanını söyler: 3 «Kim vardı Arab'da bir kabîle / Mustecmi'-i haslet-i cemîle» 3 Araplarda bütün temiz huylara sahip bir kabile vardı 4 «Ser-levha-i defter-i fütüvvet / Ser-hayl-i Arab Benî Mahabbet» 4 Fütüvvet defterinin başlığı olan, Arap boylarının başı bulunan bu kabile, «Benî muhabet» yani Sevgioğulları kabilesi idi 5 «Amma ne kabîle kıble-i derd / Bilcümle siyâh-baht u rû-zerd» 5 Ama ne kabîleydi? Dert kıblesi; bütün halkı kara bahtlı, sarı yüzlüydü 6 «Giydikleri âftâb-ı temmûz / İçtikleri şu-le-i cihân-sûz» 6 Giydikleri temmuz güneşi; içtikleri, cihânı yakıp yandıran alevdi 7 «Vadîleri rîk ü şîşe-i gam / Kumlar sağışınca hüzn ü matem» 7 Vadileri kumluk ve gam şişelerinin kırıklarıydı; kumlar sayısınca da hüzün ve matem vardı 8 «Hargehleri dûd-ı âh-ı hırmân / Sohbetleri ney gibi hep efgân» 8 Çadırları, mahrumiyet âhının dumanı; sohbetleri de hep ney gibi feryâd ve figandı 9 «Her birisi bir nigâra urgun / Şemşîr gibi dehânı pür-hûn» 9 Her biri, bir güzele vurgundu, hepsinin de ağzı kılıç gibi kanlıydı 10 «Erzâkları belâ-yı nâgâh / Âteş yağar üstlerine her gâh» 10 Rızıkları ansızın gelen belâ idi; üstlerine her an ateş yağardı 11 «Ekdikleri dâne-i şirâre / Biçdikleri kalb-i pâre pâre» 11 Ektikleri kıvılcım taneleriydi, biçtikleri paramparça kalpti 12 «Anlar ki kelâma cân verirler / Mecnûn o kabîledendi derler» 12 Söze can verenler, Mecnûn da o kabîledendi derler 13 «Her kim ki belâya mürtekibdir / Elbet ol ocağa müntesibdir» 13 Kim belâya düşmeyi dilerse, elbette o ocağa mensuptur 14 «Satdıkları hep metâ'- cândır / Aldıkları sûziş-i nihândır» 14 Sattıktarı hep can malıydı; aldıklarıysa gizlice yanış Vilâdet-i Hüsn ü Aşk / Hüsn ile Aşkın Doğuşu, 15 «Oldu bu serâya pâ-nihâde / Ol gice iki kibâr-zâde» 15 O gece bu dünyâya iki kibar-zâde ayak bastı 16 «Fî-l hâl açıldı subh-ı ümmîd / Hem mâh doğdu hem de horşîd» 16 Hemen ümit sabahı ışıdı açıldı; hem ay doğdu, hem güneş 17 «Ol hâle sebeb bu iki şehmiş / Her biri süvâr-ı mihr ü mehmiş» 17 Meğer o hâle sebep bu iki :padişahmış; her biri aya, güneşe binmişlerdi 18 «Ammâ biri duhter-i semen-ber / Biri püser-i Mesîh-peyger» 18 Ama öyle ki biri yasemin bedenli bir kız-, öbürü Mesih bedenli bir oğlandı 19 «Fehmetti kabîle mâcerâyı / Hep duydu bu iki mübtelâyı» 19 Kabile macerayı anladı; herkes belâlara uğramış bu iki çocuğun doğumunu duydu 20 «Hüsn eylediler o duhtere ad / Ferzend-i güzîne Aşk-ı nâ-şâd» 20 O kıza Hüsün adını verdiler; o seçkin oğlana da şâd olmayan Aşk adını taktılar Nâmzed şoden-i Hüsn bâ Aşk / Hüsn ile Aşk'ın Nişanlanmaları 21 «Bir bezm-i latîf olup müretteb / Sâdât-ı kabîle geldiler hep» 21 Güzel bir meclis kuruldu; kabîle uluları hep geldi 22 «Re'y eylediler ki bu iki mâh / Bir birinin ola hâh nâhâh» 22 Bu iki ay, ister istemez birbirinin olsun; diye karar verdiler 23 «İrzâ edeler babalarını / Böyle edeler duâlarını» 23 Babalarını buna râzı etmeyi, dualarını, dileklerini, bu işe hasretmelerini kararlaştırdılar 24 «Bu re'yi olup kazâ müessis / Bî-gâile hatmolundu meclis» 24 Kazâ ve kader, bu kararı kurdu; hiç bir gâile çıkmadan da meclis sona erdi Sabakdâş şoden-i îşân der mekteb-i edeb / Onların Mektep Arkadaşı Oluşu 25 «Bir kışra girüp dü magz-ı bâdâm / Bir mektebe vardılar Edeb nâm» 25 İki iç bâdem bir kabuğa girdiler de Edeb adlı mektebe vardılar 26 «Bir beyt olup iki tıfl-ı mısra' / Ma'nâ-yı latîfe oldu matla'» 26 İki mısraya benzeyen o iki çocuk, bir beyit oldu ince bir mânâya matla kesildi 27 «Efsûn okur iki çeşm-i câdû / Pîş-i nigehinde rahle ebrû» 27 İki büyücü göz efsun okuyordu; gözlerinin önündeki rahle de kaşlarıydı, 28 «Hâme gibi dü zebân u yek dil / Bir bahsi olurlar idi nâkıl» 28 Kamış kalem gibi iki dilliydiler, fakat gönülleri birdi; bir bahsi naklederlerdi 29 «Yek nûr olup iki şem-i kâfûr / Kıldı orasın sarây-ı billûr» 29 İki kâfûr mumu bir ışık vermekteydi; orasını bir billur saray hâline getirmişlerdi 30 «Mekteb olup arada heyûlâ / Bir sûrete girdi İki ma'nâ» 30 Mektep, arada, sûrete bürünen bir heyûla olmuştu iki mânâ bir surete girmişti (Heyûlâ : Varlığın her şekle giriş kabiliyeti) 31 «Bir şâhda iki gonce-i gül / Bir birlerine olurdu bülbül» 31 Bir dalda iki gül goncası gibiydiler; birbirlerine bülbül kesilmişlerdi 32 «Bir yerde olup ikisi câlis / Âyineye girdi aks ü âkis» 32 İkisi bir yerde oturuyordu; sanki aksedenle içine akis düşen bir aynaya girmişti 33 «Mekteb o harem-serâ-yı vahdet / Cem’ oldular anda hecr ü vuslat» 33 Mektep denen o birlik hareminde ayrılıkla buluşma, bir araya gelmişti Der vasf-ı behâr / Baharın Vasfı Hakkında 34 «Rıdvân-ı behişt-i âfirîniş / İnsan'ül-ayn-ı ehl-i bîniş» 34 Yaratış cennetinin Rıdvân'ı, görüş ehlinin gözbebeği (Rıdvan: Cennet kapıcısının adı), 35 «Ya'ni kalem-i siyâh-câme / Bu tarz ile bed-edip kelâma» 35 Yâni kara elbiseli kalem, söz şöyle başlar : 36 «Bir dem ki behâr-ı âlem-efrûz / Bahş etti cihâna câm-ı nevrûz» 36 Âlemi parlatıp aydınlatan bahar, cihana nevruz kadehini sundu 37 «Ol mülden olup zemâne ser-mest / Neyreng-i tılısmın etti eşkest» 37 Zamâne o şarapla sarhoş olup düzen tılsımını bozdu 38 «Dünyâ dolu neş'e-i tarabdan / Mahşer yeri nakş-i bül-acebden» 38 Dünya, nağmelerin neşesiyle dolmuş, şaşılacak bezentilerle bir mahşer yerine dönmüştü 39 «Cennet gibi sebze cûş-ber-cûş / Eyler gül ü lâle nûş-der-nûş» 39 Yeşillik, cennet gibi coştukça coştu; gül ile lâle de içtikçe içmeye koyuldu 40 «Her kûçede bir behâr-ı firûz / Her goncede bir kabâ-yı nevrûz» 40 Her yanda bir parlak bahar hüküm sürmekte; her goncada bir nevruz elbisesi görülmekteydi 41 «Bilmem ne şerâb içirdi horşîd / Etfâl-i çemen hep oldu Cemşîd» 41 Güneş, bilmem ne çeşit bir şarap içirdi ki yeşillik çocuklarının hepsi de birer Cemşid kesildiler (Cemşid, şarabı icad eden kişi) 42 «Bâran yerine yağıp mey-i nâb / Döndü çemenin başına girdâb» 42 Yağmur yerine berrak ve taze şarap yağdı; yeşilliğin başında bir girdaptır, dönmeye başladı 43 «Ahû gibi ebr-i nev-demîde / Beslendi hevâ-yı sünbülîde» 43 Yeni belirmiş bulut, o sümbüli havada ceylan gibi beslendi 44 «Bir rütbe hevâ rutûbet-efzâ / Kim oldu nesîm seyle hem-pâ» 44 Hava, bir derecede nemliydi ki rüzgâr, selle ayakdaş olmuştu, birlikte esip koşmaya koyulmuştu 45 «Feyz aldı sefâlden karanfül / Bûy-ı gül ile sulandı sünbül» 45 Karanfil, buluttan feyz almış, sümbül, gül kokusuyla sulanmıştı 46 «Cûş eyledi çeşme-i zümürrüd / Akseyledi târem-i zeberced» 46 Zümrüt kaynağı coşmuştu; o akan suya zeberced renkli gökkubbe aksetmişti 47 «Berk etti o gûne bir şeker-hand / Kim mâh eder oldu ana sevgend» 47 Derken şimşek, öylesine tatlı bir gülüşle güldü ki ay bile onun adına and içmeye başladı 48 «Meddeyledi cûy-ı şîri mehtâb / Çalkandı gümüş suyuyla sîmâb» 48 Ay ışığı, süt ırmağını çekti, akıtmaya başladı; cıva suyu, gümüş suyuyla çalkanmaya koyuldu 49 «İnsânı rutûbet etti mahmûr / Oldu müje şehd-i hâba zenbûr» 49 Nemlilik, insanı mahmurlaştırdı; kirpikler uyku balına arı kesildiler 50 «Bir feyz verip hevâ-yı gül-bîz / Bağ etti şerengi gül-şeker-rîz» 50 Güller sızdıran bahar, öylesine bir feyiz verdi ki bahçe, Ebucehil karpuzunu bile gülbeşeker döker bir hâle getirdi |
|