Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Sinema, Müzik & Online Videolar > Müzik Tutkunları > Şarkı Sözleri

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hikayeleri, türküler

Türküler Ve Hikayeleri

Eski 05-22-2009   #1
GöKKuŞaĞı
Varsayılan

Türküler Ve Hikayeleri



Arda Boyları

Arda boylarında kırmızı erik
Halime'nin ardında on yedi belik

Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
Bu genç yaşta denizlere attın ya beni

Alıverin feracemi anneciğim diksin
O gıymatlı İsmail’ e kendisi gitsin

Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
Bu genç yaşta denizlere attın ya beni

Uy uyan Recebim senin olayım
Ardalar aldı ya nerde bulayım

Arda boylarına ben kendim gittim
Dalgalar vurdukça can teslim ettim

Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
Şu genç yaşta denizlere attın ya ben

Tekirdağ'ın Kayı köyünden genç bir kız ve bu kızın bir sevgilisi vardır Fakat kızın ailesi istemeye geldiklerinde kızlarını bu gence vermezler Aynı köyden bir başka genç ile kızlarını evlendirmeye karar verirler Düğün günü gelip çatar ve kına gecesi geline kına yakılır Gelin bu evliliğe karşı olduğu için ertesi gün sabaha karşı herkes uykuda iken kendini denize atar Halk arasında genç kızın arkasından sevgilisinin de kendisini öldürdüğü söylenmektedir

***

Çanakkale İçinde

Çanakkale İçinde Aynalı Çarsı,
Ana Ben Gidiyom Düşmana Karsı
Of Gençliğim Eyvah

Çanakkale İçinde Bir Uzun Selvi,
Kimimiz Nişanlı Kimimiz Evli
Of Gençliğim Eyvah

Çanakkale Üstünü Duman Bürüdü,
On Üçüncü Fırka Yürüdü
Of Gençliğim Eyvah

Çanakkale İçinde Bir Dolu Testi,
Analar Babalar Mektubu Kesti
Of Gençliğim Eyvah

Anadolu halkının kahramanlığını destanlaştırdığı savaşlardan biri de Çanakkale cephelerinde olur Büyük imkansızlık içinde verdiği bu çetin mücadelede, bağımsızlığı için gerektiğinde çok şeyler yaratabileceğini bütün Dünyaya bir kez daha anlatmıştır

Birinci Dünya Savaşı İtilaf Devletleri dediğimiz İngiltere, Fransa ve Rusya ile, İttifak Devletleri dediğimiz Almanya, Avusturya ve İtalya´nın birbirleriyle savaşmasıyla başlar Almanya´ya saldırabilmesi için Rusya´nın silah ve cephane ihtiyacı vardı Bunun için Boğazlar yoluyla Rusya´nın İngiliz ve Fransız kuvvetleriyle birleşmesi gerekiyordu Oysa ki Osmanlı Devletinin harbe girmesi üzerine Çanakkale boğazını geçmek için Osmanlı Devletine Çanakkale´de cephe açmaları gerekti İtilaf Devletlerine ait bir donanma 18 Mart 1915´te Çanakkale Boğazı´nı geçmeye kalkıştı Burada kahramanca çarpışan Türk kuvvetleri karşısında büyük kayıplar vererek geri çekildi Bu sefer Gelibolu yarımadası´nın çeşitli yerlerine kuvvetler çıkararak karadan İstanbul´a yürümeyi denediler Ne yazık ki yapılan sayısız hücumlar Türk süngüsü karşısında eriyip gidiyordu Son olarak büyük bir taarruzla Gelibolu yarımadası üzerinden Marmara´ya ulaşmayı denediler Ansızın yaptıkları bu taarruz da Anafartalar ve Arıburnu, bölgelerinde benzeri görülmemiş bir müdafaa ile durduruldu Türkleri bu cephelerde yenemeyeceklerini anlayan düşman buraları terk ederek çekilmek mecburiyetinde kaldı

Yüzbinlerce şehit verdiğimiz bu savaşın bütün Anadolu´da heyecan uyandırması, bu savaşa doğudan, batıdan, kuzeyden, güneyden hasılı yurdun dört bucağından gönüllü asker gitmesindendir

***
Urfalıyım Ezelden


Urfalıyam ezelden
Gönül geçmez güzelden
Göynümün gözü çıksın
Sevmez idim ezelden
Ağam olasın Ömer
Paşam olasın Ömer
Yetim kalasan Ömer
Benim olasan Ömer
Urfa bir dağ içinde
Gülü bardağ içinde
Urfayı hak saklasın
Bir yarim var içinde
Urfa bir yana düşer
Zülüf gerdana düşer
Bu nasıl baş bağlamak
Her gün bir yana düşer
Dağdan akıyor seller
Sallanır sırma teller
Yüreğin taştanmıdır
Bana acıyor eller

Yöre Ekibi
Urfa

Ömer çok yakışıklı, yiğit, iyi ata binen, kılıcının sahibi, çok iyi çöğür çalan ve hoyrat okuyan, halay çeken bir gençtir Allah her kabiliyeti sanki özellikle ona vermiştir Ömer'siz bir düğün, sıra gecesi düşünülemez Ömer'in baş bağlaması da meşhurdur Sırmalı puşu bağlar Puşunun kenarlarındaki püsküller doğadaki çiçeklerin tüm renklerini sanki başında toplamıştır Halay çekerken başındaki her gül bir yana düşer, yüzünde Ömer hangi düğüne giderse gitsin, Halayın başına geçti mi silah sesleri ve genç kızların zılgıt sesleriyle yer gök inler Ömer toplumu öylesine etkilemiştir ki;

Ömer'i anlatan türküler yakılmıştır

***
Hekimoğlu Türküsü

Hekimoğlu derler benim de aslıma
Aynalı martin yaptırdım narinim kendi nefsime
Konaklar yaptırdım döşetemedim
Ünye de Fatsa bir oldu narinim baş edemedim

Konaklar yaptırdım mermer direkli
Hekimoğlu sorarsan narinim demir yürekli
Bahçe armut dibinde kaymak yedin mi
Hekimoğlu'nu görünce narinim budur dedin mi

Çiftlice Muhtarı puş+tur pezevenk
Hekimoğlu geliyor narinim uçkur çözerek
Hekimoğlu derler bir ufak uşak
Bir omzundan bir omzuna narinim yüz arma fişek

Ordu dolaylarında yaşayan Hekimoğlu, yoksul bir ailenin çocuğudur Üstelik yoksul bir anneden başka hiç kimsesi yok Çevresinde dürüstlüğü, akıllılığı ve yiğitliğiyle tanınan bir gençtir

Yörede egemenlik kurmuş bir Gürcü Beyi vardır Bu Gürcü Beyi, Ayşa adında güzel ve narin bir kızla sözlüdür Ne ki, bu kız Gürcü Beyini sevmemekte, Hekimoğlu'na bağlanmıştır Bu, dostlukla, arkadaşlıkla karışık bir sevgidir Üstelik Hekimoğlu'yla görüşmeye başlamıştır

İşte Bey, iki gencin ilişkisinin bu noktaya vardığını duyar duymaz Hekimoğlu'na düşman olur ve ona savaş açar Hekimoğlu'yla teke tek görüşüp, hesaplaşmayı önerir; bir de yer belirtir Hekimoğlu, gözüpek, mert bir gençtir Aynalı mavzerini kuşanıp, tek başına buluşma; yerine gider Gitmeye gider ama, Bey sözünde durmamış adamlarıyla gelmiştir Üstelik adamlarından biri, buluşma yerine varır varmaz, sabırsızlanıp Hekimoğlu'nu yaylım ateşine tutar Ötekiler de çevresini sararlar Hekimoğlu'yla Beyin adamları arasında yaman bir çatışma olur Hekimoğlu, çatışma sonunda çemberi yararak kurtulur Olaydan hemen sonra, Bolu da tek başına yaşayan anasının yanına gider Anasına durumu anlatır ve artık şehir yerinde duramayacağını bildirir Anasıyla helallaşıp, yanına Mehmet adlı iki amca oğlunu alarak dağa çıkar Çıkış bu çıkış ve ölünceye kadar Hekimoğlu artık dağdadır

Hekimoğlu'nun dağa çıkış nedenini ve biçimini bilen, duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar Onun mertliği, yiğitliği ve doğru sözlülüğü köylüleri daha da etkiler ve her açıdan kendisine yardım ederler Özellikle yoksul köylülerle dostluk kurar, zenginlerden aldıklarıyla onlara yardım eder

Hekimoğlu, artık Gürcü Beyinin korkulu düşü olmuştur Bu yüzden Bey,kendisini sürekli jandarmaya şikayet eder ve kesintisiz izletir Hekimoğlu'nu ihbar etmeleri için çeşitli yörelerde adamlar tutar Fakat halk koruduğu için, Hekimoğlu'nu bir türlü ele geçiremezler

Hekimoğlu, kaçmaya kaçıyor ama, Beyin, iki amca oğlunu öldürttüğünü haber alıyor ve doğru Çiftlice köyüne iniyor Gittiği ev muhtarın evidir Bu Muhtar, Hekimoğlu'ndan yana görünüyor, oysa gerçekte Beyin adamıdır ve onunla işbirliği içindedir Nitekim adamlarından biri aracılığıyla ihbarda bulunur ve Hekimoğlu jandarmalarca sarılır Hekimoğlu, Muhtarın yüzünden kıstırılmıştır Büyük bir çatışma çıkar taraflar arasında Adeta namlular kurşun kusmaktadır Özetle <<yaman cenk>> olur orada

Olayın sonucuna ilişkin iki söylenti var halk arasında :
1-Hekimoğlu, çatışma sırasında çemberi yarıyorsa da, aldığı yaralar yüzünden fazla uzaklaşamadan ölüyor

2 -Atına atlıyor, elini karın bölgesinden aldığı yaralara basarak Ordu'ya kadar geliyor ve burada ölüyor

Hekimoğlu denince, hemen akla gelen bir özelliği de <<aynalı martini>> dir Hekimoğlu Türküsü'nde geçen ve kendisinin adıyla özdeşleşen <<aynalı martin>> in özelliği şudur Hekimoğlu, özel olarak yaptırdığı mavzerinin üstüne bir ayna taktırıyor Çatışmaya girdiğinde, bu aynayı: düşmanının gözüne tutarak, gözünün kamaşmasına, dolayısıyla hedefini şaşırmasına yol açıyor

***
Çarşambayı Sel Aldı

Çarşamba'yı sel aldı
Bir yar sevdim el aldı
Keşke sevmez olaydım
Elim koynunda kaldı

Oy ne imiş ne imiş
Kaderim böyle imiş
Gizli sevda çekmesi
Ateşten gömlek imiş

Çarşamba yollarında
Kelepçe kollarımda
Allah canımı alsın
O yarin kollarında

Oy ne imiş ne imiş
Kaderim böyle imiş
Gizli sevda çekmesi
Ateşten gömlek imiş

Çarşamba yazıları
Körpedir kuzuları
Allah alnıma yazmış
Bu kara yazıları

Oy ne imiş ne imiş
Kaderim böyle imiş
Gizli sevda çekmesi
Ateşten gömlek imiş


Nejat Buhara
Çarşamba

Ahmet, Abdal Deresi'nin kıyısındaki yoksul köylülerden birinin oğluydu Kara sevdası karşılık bulmuş, Melek ona kalbini açmıştı Nişanlandılar ve Ahmet askere gitti Ağa oğlu Mehmet Ali, Melek'e göz koydu Melek, Mehmet Ali'yi reddedince, ağa oğlu ve adamları tarafından dağa kaldırıldı Kötü haberi alınca firar eden Ahmet, silahını alıp, yollara düştü Gece gündüz Melek'i aradı Bir gün yağmur yağdı, Yeşilırmak taştı Çarşamba bir anda göle döndü Sel, Canik Dağları'ndan aşağı bir çığ gibi, önüne kattığı herşeyi sürükledi Selin ardından hayat yeniden normale döndü Abdal Deresi'nin Yeşilırmak'a döküldüğü yerde ahali toplandı Derenin nehre bağlandığı yerdeki kayanın üstünde, selin getirdiği iki kişinin cesedi görüldü Cesetler, Melek ve Ahmet'e aitti Elele tutuşmuş öylece yatıyorlardı Rivayete göre büyük kaya parçası, yedi yerinden ayrıldı ve her birinden bir servi boyu su fışkırdı Ahali dua etti Dualar, yıllardır can alan, insanların acısını dile getiren dizelere dönüştü' Çarşamba'yı sel aldı' türküsü de, o acı mırıltılardan doğdu Kayanın bulunduğu yere daha sonra bir su değirmeni kuruldu ve o yöre 'Değirmenbaşı' olarak anıldı Ahşap değirmenin yedi taşı vardı Yedi oluğuna su veren set üzerinden yedi kez yürümek, sağ ve sol omuz üzerinden yedişer kez su atmak uğur sayıldı Her Hıdırellez'de tekrarlanan gelenek, 1970'lerde değirmenin yıkılmasına kadar sürdü

***
Bebek Ağıtı

Elmalı’dan çıktım yayan,
Dayan ey dizlerim dayan,
Emmim atlı dayım yayan,
Nenni, nenni, bebek oy

Bebek beni del eyledi,
Bir kötüye kul eyledi,
Yaktı yıktı kül eyledi,
Nenni, nenni, bebek oy

Havada kuzgunlar dolaşır,
Kargalar öleş bölüşür,
Kara haberler erişir ,
Nenni, nenni, bebek oy

Ala kilime sardığım,
Yüksek mayaya koyduğum,
Yedi yılda bir bulduğum,
Nenni, nenni, bebek oy

Tabancamın ipek bağı,
Baban bir aşiret beyi,
Kanlım oldun Çiçek dağı,
Nenni, nenni, bebek oy


Gelin başı bağlamadım,
Top zülüfün yağlamadım,
Obamdan utandım ağlamadım,
Nenni, nenni, bebek oy

Bebek Ağıtının Hikayesi (Avşar Ağıtı Orta Anadolu)

Olay yaklaşık 350-400 yıl önce, Orta Anadolu’nun yüksek ve dağlık bölgesinde yaşayan Avşar aşiretlerinden birine aittir

Günlerden birgün bir asiret beyinin oğlu ile başka bir aşiret beyinin kızı evlenir Yedi sene çocukları olmaz Aşiret beyinin oğlu bu evliliğin, bu beraberliğin mutluluk getirmediğini, buna gelinin neden olduğunu her fırsatta gelinin başına kakar Kader bu ya, yedinci senenin sonunda gelin bir ERKEKK çocuğu Dünya’ya getirir Aşiret çok sevinçlidir Çocuk üç aylıkken aşiretin başka bir yere göç etmesine karar verilir Gelin çocuğunu bir kilime sarıp, beşiğine yatırır ve bir mayanın üstüne yerleştirir Aşiret bir gece yarısı Elmalı’dan yola çıkar Elmalı dağının sık ve karanlık ormanları içinde yollarına devam ederlerken kötü bir tesadüf, çam dallarından biri zavallı yavrunun beşiğine takılır ve onu mayadan ayırır Yavru, gecenin sessizliği içinde beşiğiyle çam dalına asılı kalır Hiç bir şeyden haberi olmayan kafile, ertesi sabah obaya gelip konaklar Meme vermek için yavrusunun yanına giden zavallı ana, yavrusunu bulamayınca çılgına döner Döğünmeğe, yolunmağa başlar Aşiret büyük bir üzüntü içine gömülür Dayısı, amcasıyla birlikte geldikleri yoldan geriye dönerek yavruyu aramaya koyulurlar Fakat ne çare ki bulamazlar

***
Bitliste Beş Minare

Bitliste beş minare
Beri gel oğlan beri gel
Yüreğim dolu yare
Beri gel oğlan beri gel

İsterem yanan gelem
Beri gel oğlan beri gel
Cebimde yok beş para
Beri gel oğlan beri gel


Tüfengim dolu saçma
Beri gel oğlan beri gel
Güzelim benden kaçma
Beri gel oğlan beri gel

Doksandokuz yaram var
Beri gel oğlan beri gel
Bir yarada sen açma
Beri gel oğlan beri gel

Bitlis biirinci dünya savaşından önce nufüsu 30000´dir lakin savaş çıkınca halk göç eder ve nufüs 3000´e düşer

kurtuluş savaşında baba ile oğlucepheye gider savaş biter ve baba ile oğul şehre dönerler bir tepede baba heyacandan mıdır yoksa yorgunluktan mıdır bilinmez o tepeden memleketi bitlise bakamaz ve oğluna sorar oğul bitliste ne kaldı

Oğul "baba bitliste beş minare kaldı"
baba; başlar türküye bitliste beş minare beri gel oğlan beri gel








__________________
Bıçak soksan gölgeme, Sıcacık kanım damlar
Girde bak bir ülkeme: Başsız başsız adamlar
NFK





GaLiBa Bu GeCe YaĞMuRDa GöKKuŞaĞı MiSali
GüLeRKeN aĞLaMaNıN ZaMaNı
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Türküler Ve Hikayeleri

Eski 05-22-2009   #2
GöKKuŞaĞı
Varsayılan

Cevap : Türküler Ve Hikayeleri



PENCEREMİN ALTINDA ZERDALİ DALI MISIN

Penceremin altında da a beyim
Zerdali dalı mısın?
Düşkün düşkün duruyonda a beyim
Benden sevdalımısın?

Hep kara leylide bakışır aman
Kaşları gözlere yakışır aman

Penceremin altında da a beyim
Kitap açmış okuyor
Perçemine yağ sürmüşte a beyim
Yel estikce kokuyor

Hep kara leylide bakışır aman
Kaşları gözlere yakışır aman

Pencereden bakıyor da a beyim
Şeker olmuş akıyor
Bu sevda nasıl sevda a beyim
Beni candan yakıyor

Hep kara leylide bakışır aman
Kaşları gözlere yakışır aman

toprağa bağlı bir aile vardır Bu ailenin Gülbahar isimli bir de güzel kızları vardır Henüz on beş yaşında olan Gülbahar'ın gönlünde köyün zenginlerinden bir ağanın oğlu Murat yatmaktadır Murat bu sevgiden habersizdi

Gülbahar her gün testisini alır çeşmeye giderGider ama düşüncesiyle Murat'ı da beraberinde götürür Testisini doldurur Penceresinin önündeki zerdali ağacını sular,ama bu işleri yaparken hep Murat'ı düşünmektedir Bir gün çeşme başında Murat'ı gördü Heyecanını gizleyemedi Gülbahar Elleri titriyor, yüzü durmadan renk değiştiriyordu Murat dayanamadı sordu

Beni sevdiğini söylüyorlar köyde doğrumu bu?

Gülbahar bu sefer daha da heyecanlandı, bir şey diyemeden kaçamak bir bakışla Murat'ın yüzüne baktı, hızla oradan uzaklaştı Bakış o bakış Murat'ında içine bir ateş düşmüştür Her gün çeşme başında buluşmaya başlarlar Murat'ın babası bunu duyar Oğlunun bir fakir kızıyla ilgilenmesini istemiyordur Komşu köyden bir kızla Murat'ın nikahını kıydırır Bütün umudunu yitiren Gülbahar ekmekten aştan kesilir Günlerce ağzına bir şey koymaz Artık her şeyin bittiğine kanaat getirir ve kendisini, büyük bir umutla beslediği zerdali ağacına asar Çünkü davul zurna sesleri köyün sessizliğini yıkmıştı, gelin geliyordu Her şeyden habersiz Murat pek düşünceliydi Haberi duyunca beyninden vurulmuşa döndü Kendisine ve insanlara dünyaya lanet ediyordu Çok geçmeden aklini kaybetti Bir daha da eski haline gelemedi

***
Hastane önünüde incir ağacı


Hastane önünüde incir ağacı
Doktor bulamadı bana ilacı
Baştabib geliyo zehirden acı
Garip kaldım yüreğime dert oldu
Ellerin vatanı bana yurt oldu

Mezarımı kazın bayıra düze
Benden selam söyleyin sevdiğim gıza
Başına koysun, karalar bağlasın
Gurbet elde kaldım diye ağlasın



Komşu kızı ile beşik kertmesi olan bir genç asker'de vereme yakalanır Hava değişimi olarak Yozgat'a (Akdağmadeni) gelir Sözlüsünün ailesi gence kızlarını göstermek istemez Genç tedavi için İstanbul'da hastaneye yatar, pencereden gördüğü incir ağacından aldığı ilhamla aşağıdaki türküyü söylerYakalandığı amansız hastalıktan kurtarılamayarak hastanede ölürAilesi şiiri askerin şapkasında bulurAilesi cenazesini Yozgat'a getiremez, İstanbul'da kalır

***
Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz
nefsime uydum Sebep oldu şeytan bir cana kıydım
Katil defterine adını koydum
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz
Sen üzülme anam benim dertlerim çoktur
Çektiğim çilenin hesabı yoktur
Yiğitlik yolunda üstüme yoktur
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz
Çok zamandır çektim kahrı zindanı
Bize de mesken oldu Sinop'un hanı
Firar etmeyilen buldum amanı
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz
Sinop kalesinden uçtum denize
Tam üç gün üç gece göründü Rize
Karşı ki dağlardan gel oldu bize
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz
Bir yanımı sardı müfreze kolu
Bir yanımı sardı Varilcioğlu
Beşyüz atlıylan kestiler yolu
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz


Rize Yöresi
Rize yöresi Rize'nin şimdiki adı Portakallık olan Haldoz mahallesindeki bir düğünde kardeşinin bıçakla karnından yaralanması üzerine, kendisine haber verilen Sandıkçı Şükrü olay yerine giderek kardeşini kanlar içinde buluyor ve kardeşini yaralayan Abdi Ağa'nın uşağını (bir anlatıma göre de Abdi Ağayı) orada vuruyor Bu olay üzerine hapishaneye düşen Sandıkçı Şükrü bir süre sonra bazı arkadaşlarıyla birlikte hapishaneden kaçıyor ve dağa çıkıyor Sandıkçı Şükrü, dağa çıktıktan sonra, yönetimle işbirliği yaparak kendisini hileyle zehirlemek isteyen biriyle karısı Fadime'yi elinden almak isteyen başka birini öldürüyor Sandıkçı Şükrü'nün adı bu olaylardan sonra daha da yaygınlaşıyor Fakirlere bir şey yapmaması zenginlerle mücadele etmesi yüzünden halk tarafından da seviliyor ve destekleniyor Bu ve benzeri erdemleri yüzünden kendisine yardım edenler çoğalıyor Sandıkçı Şükrü'nün türküde adı geçen Perilizade adında zengin birine haberler göndererek, yoksullara mısır dağıtmasını istediği, yoksa kendisini cezalandıracağı tehdidinde bulunduğu söylenir Nitekim Sandıkçı Şükrü'nün isteğini yerine getirmeyen Perilizade'nin mısırlarını adamlarına toplattırdığı ve yoksullara dağıttırdığı yaşlılarca da anlatılır Rize'nin Camiönü (Arkotil) mahallesinden Hüseyin Kutlu adında Sandıkçı Şükrü dönemine yetişmiş bir yaşlı "Çevrede başı belaya giren Sandıkçı'nın yanına geliyordu Sandıkçı hem geleni koruyor, hem yardım ediyordu" diyor Kardeşiyle birlikte, türküde adı geçen Urusba (şimdiki adı Uzunkaya) köyünde eski bir kahvede otururken, zaptiyeler çevresini sarıyorlar Zaptiye Çavuşu Abbas Çavuş Sandıkçı'nın teslim olmasını istiyor, ancak Sandıkçı kabul etmeyerek Abbas Çavuş'tan çekip gitmelerini istiyor Zaptiye Çavuşu da bunu kabul etmeyince çatışma çıkıyor Sandıkçı ve kardeşi Zaptiye Çavuşu ile birkaç zaptiyeyi öldürerek kaçıyor Sandıkçı Şükrü'nün bu olaydan sonra bir ara yakalanıp zincire vurularak batıya gönderildiği fakat kapatıldığı yerden atlayıp Rizeli sandalcılar tarafından kurtarıldığı anlatılır Sandıkçı Şükrü'nün Sinop kalesinde tutukluyken denize atladığı ve kurtulduğu anlaşılıyor Sandıkçı Şükrü'nün yakalanmaması ve her geçen zaman içinde daha çok halk desteği sağlaması üzerine Trabzon Valisi Kadir Paşa önemli sayıda adam toplayarak Sandıkçı'nın üzerine gönderiyor Sandıkçı'nın üzerine gönderilen süvariler, Kolcu kayıklarının Reisi Varilcioğlu Sadık'ı da yanlarına alıyorlar Sandıkçı Şükrü Of ilçesinin İkizdere köyü yakınlarındaki Sanlı adlı bir mezrada bir yaşlı kadının evinde otururken ihbar ediliyor Çevresi atlılarca sarılıyor Varilcioğlu da yanlarında Sandıkçı Şükrü teslim olmak istemiyor Fakat eskiden tanıştığı Varilcioğlu Sadık teslim olursa öldürülmeyeceğini söyleyerek onu ikna ediyor Sandıkçı Şükrü de buna inanarak tüfeği elinden teslim oluyor Fakat Varilcioğlu ile zabtiyeler teslim olarak önlerinde yürüyen Sandıkçı Şükrü'yü arkadan kurşunlayarak öldürüyorlar Türkülerden, gövdesinin şehre getirilerek halka gösterildiği anlaşılıyor Sandıkçı Şükrü'yü doğrudan gören ve tanıyan Refii Cevat Ulunay, ondan "Yaptıklarına pişman olmuş, fakat affedilmeyeceğini bildiği için teslim olmayan mert bir insan" olarak sözediyor 1843-1909 yılları arasında yaşamış Rizeli Kahya Salih adında dinci ve tutucu bir şairin de Sandıkçı Şükrü'yle ilgili bir destanı bulunuyor Karadeniz Türkçesiyle yazılan destanda "Şükri dedikleri bir merd eşkıya"nın "Devlet hükümatina" kurşun attığı için öldürüldüğü anlatılıyor
Kaynak : Anonim Yıl 1341

***
Kırmızı Gül Demet Demet

Kırmızı Gül Demet Demet
Sevda Değil Bir Alamet (Balam Nenni Yavrum Nenni)
Gitti Gelmez O Muhannet
Şol Revanda Balam Kaldı (Yavrum Galdı Balam Nenni)

Kırmızı Gül Her Dem Olmaz
Yaralara Merhem Olmaz(Balam Nenni Yavrum Nenni)
Ol Tabipten Derman Gelmez
Şol Revanda Balam Kaldı (Yavrum Galdı Balam Nenni)

Kırmızı Gülün Hezeli
Ağaçlar Bekler Gazeli (Balam Nenni Yavrum Nenni)
Karayağızın Güzeli
Şol Revanda Balam Kaldı (Yavrum Galdı Balam Nenni

Ali diye bir oglan varmis zamaninda Ali anasini cok sever ve her anasinin yanina geldiginde kirmizi bir gul getirirmisSavas patlak vermeden evvel gönül vermis bir güzele, evlenmis ve evliliginin daha kirki çikmadan askere çagrilivermisAli sevdigini anasi ile bir basina birakivermis ve askere gitmisAli askere gitmesinden epey bir süre geçmesinden sonra savasin bittigi haberi gelmis köye Ali'nin anasi ile sevdigi mutluluk sarhosu olmuslarAli'nin içinde bulundugu grubun sehre dönüs tarihi belli olmus bunun üzerine anasi ve karisi baslamislar hazirligaVe o gün geldiginde anasi demis ki:

"Kizim ben gidip tren istasyonunda bekleyeyim oglumu sende hazirliklari tamamla evde" deyip tren istasyonun yolunu sabahin köründe tutmusAnasi baslamis beklemeyeBir tren gelir biri gider ve oglan gelmezmisAnasi hava kararincaya kadar beklemis ve oglan gelmemisUmudunu kesen ana evin yolunu tutmus

Eve geldiginde gelinin odasinda sesler geldigini duyup kapiya yanastiginda içerde bir erkek oldugunu anlarBizim Anadolu'nun anasi namusunu kirli birakir mi içerden tüfegi kaptigi gibi odaya daliverir ve yorgana dogru bosaltir mermileriOrtalik kan gölüne dönmüstürO arada yorgan siyriliverir yatagin üstündenBirde ne görsün iki yildir askerde olan ogulcugu ile ona gözü gibi bakan gelini yatagin içersindedir Ve aynanin yaninda da bir adet kirmizi gul Megersem anasi istasyonda beklerken görememistir oglunu, oglanda kostura kostura eve gitmis Bundan sonra ana az olan aklini da yitirip yollara düser agzinda bir türkü

***
Yörük Ali

Kahvenin önü şimşir
Kahveci kahve pişir
Yörük de Ali geliyor
Aklını başına devşir

Kale yaptım hanoldu
Yörük Ali Avrupa'ya şan oldu

Aydın dağını oydular
İçine çete koydular
Yörük de Ali'nin ismini
Hazret-i Ali koydular

Ördek gitti kız geldi
Yörük Ali'ye gavur İzmir az geldi

Tencerem dolu ayran
Gezerim seyran seyran
Yörük Ali'nin arkadaşı
Ödemişli Kör Bayram

Bayram aman değil mi
Ali Efe'm seyran değil mi

Ödemiş'i bastılar
Çalıya da martin astılar
Yörük Ali'nin kurbanına
Bin Yunanlı kestiler

Ördek gitti kız geldi
Yörük Ali'ye gavur İzmir az geldi

Dağları da oydular
İçine çete koydular
Yörük de Ali'nin adını
Hazret-i Ali koydular

Değil aman değil mi
Yörük Ali'm aslan değil mi

Yörük Ali'm aslan değil mi
Malgaç çayında durdum
Otuz düşman ben vurdum
İki çete ile ben
Aydın'ı Yunan 'dan aldım

Bu dağların efesi
Yörük Ali'm, Aydın'dan gelir sesi



hikayesi:
Yörük Ali
Bu türkünün daha bir çok kıtaları, Ege havalisinde söylenmekte ise de, muhite göre değişmeler olmaktadır Biz, buraya meşhur olmuş on kıtasını aldık (Efelerin efesi) kelimeleri üzerinde dikkatle durulacak olursa, Yörük Ali'nin muhiti dahilinde olan ve tarihi eserleriyle meşhur (Efes) meydana çıkmaktadır Yörük Ali (1896-1953) İstiklal Savaşımızın başlarında birçok yararlıklarıyla meşhur olmuş efelerdendir Nazilli köylülerindendir Ailesi Sarı Tekeli adlı bir Türk aşiretinden olup, Ayvazoğulları lakabıyla anılır Üç sene çetecilik ettikten sonra, hükümete dehalet etmiş, Yunanlıların İzmir'i ve Aydın'ı işgal etmesi üzerine, Çine'nin Yağcılar köyünde tekrar bir küçük çete kurmuştur 15 Haziran 1920'de Menderes nehrini 50 arkadaşıyla sallarla geçerek Malkoç tren köprüsünü muhafaza eden Yunan karakolunu imha etmiş ve silahlarını almıştır ki, Aydın ve Köşk cephesinde bir buçuk sene kadar vuruşan ve Aydın'ın içindeki savaşta çok yararlığı görülen bu alay'ın adı, 57 nci Tümende (37 nci Yörük Ali Efe Alayı) ismi ile hala anılır Efe'ye İstiklal madalyası ve Milis albaylığı rütbesi verilmişti Milli Mücadele'den sonra, çiftlik ve ticaretle meşgul olan Efe, altısı erkek olmak üzere dokuz evlat yetiştirmiştir 1953 yılında vefat etti
***
Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar

Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler

Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim

Babamın bir atı olsa binse de gelse
Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse
Kardeşlerim yolları bilse de gelse

Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim

Bu öykü Malkara köylerinden alınmış olup belli bir kişinin dilinden yazıya geçirilmiş değildir Çevrede herkes tarafından bilinen bir öyküdür Söylentiye göre, çok eskiden köyün birinde Zeynep isimli çok güzel bir kız vardır Onaltıya yeni bastığında Zeynep'i köylerindeki bir düğünde aşırı (yabancı) köylerden gelen Ali isimli bir genç görür Ali Zeynep'i çok beğenir ve köyüne döndüğünde kızın babasına hemen görücü gönderir Zeynep'i Ali'ye verirler Kısa bir zaman sonra düğünleri olur Ali, Zeynep'i alıp aşırı köyüne götürür

Zeynep'in gelin gittiği köy ile kendi köyü arası üç gün üç gece çeker Bu kadar uzak olduğundan dolayı Zeynep, anasını babasını ve kardeşlerini tam yedi yıl göremez Bu özlem Zeynep'in yüreğinde her gün biraz daha büyüyerek dayanılmaz bir hal alır Köyün büyük bir tepesinde bulunan evinin bahçesine çıkarak kendi köyüne doğru dönüp için için kendi yaktığı türküyü mırıldanır ve gözleri uzaklarda sıla özlemini gidermeye çalışırmış

Oysa kocası, Zeynep'in bu özlemine pek aldırış etmez Kaldı ki eski sevgisi de pek kalmadığından kendini fazlaca horlamaya, eziyet etmeye başlar Sonunda bu özlem ve kocasının horlaması Zeynep'i yataklara düşürür

Gün geçtikçe hastalığı artan Zeynep'in düzelmesi için, köyden gelip gidenler de anasının babasının çağrılmasını salık verirler Başka çare kalmadığını anlayan Zeynep'in kocası da anasına babasına haber vermeye gider Altı gün altı gecelik bir yolculuktan sonra bir akşam üstü Zeynep'in anası babası köye gelirler, Zeynep'i yatakta bulurlar Perişan bir halde Zeynep hala türküsünü mırıldanmaktadır Aynı türküyü anasına babasına da söylemeye başlar Çevresindeki bütün köy kadınları duygulanıp göz yaşı dökerler Annesi fenalıklar geçirir ve bayılır

Zeynep hasretini giderir, giderir ama artık çok geç kalınmıştır Bir daha onmaz, sonu ölümle biter Herkes Zeynep için göz yaşı döker İşte o gün bu gündür bu türkü ayrılığın türküsü olarak söylenip durur



__________________
Bıçak soksan gölgeme, Sıcacık kanım damlar
Girde bak bir ülkeme: Başsız başsız adamlar
NFK





GaLiBa Bu GeCe YaĞMuRDa GöKKuŞaĞı MiSali
GüLeRKeN aĞLaMaNıN ZaMaNı
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Türküler Ve Hikayeleri

Eski 05-22-2009   #3
GöKKuŞaĞı
Varsayılan

Cevap : Türküler Ve Hikayeleri



Ezo Gelin
Ezo gelin, benim olsan seni vermem feleğe
Güzel yosmam başın için salma beni dileğe
Anası huridir de kendi benzer de meleğe
Nenneyle de ah bahtı karam nenneyle

Çık Suriye dağlarına bizim ele eleyle
Gel bahtı karam gel sıladan ayrı yazılım gel

Ezo gelin çık Suriye dağlarının başına
Güneş vursun da kemerinin kaşına kaşına
Bizi kınayanın bu ayrılık gelsin başına başına
Nenneyle de ah bahtı karam nenneyle

Çık Suriye dağlarına bizim ele eleyle
Gel bahtı karam gel sıladan ayrı yazılım gel



\"Gaziantep\" dendi mi, ne düşer aklınıza? Yiğitlik mi, Antep fıstığı mı, baklava mı?

Asıl adı \"Zöhre\" olan Ezo Gelin, 1909'da Oğuzeli ilçesinin Uruş köyünde doğdu Babası, Bozgeyikli oymağından Emir Dede, anası Elif'tir Nüfus kaydında halen bekar görünen Ezo'nun, üçü erkek, üçü kız, altı kardeşi daha vardır

Ezo, erken gençliğinden itibaren, güzelliğiyle dikkatleri üstünde topluyordu O kadar ki; düğünlerde gözler, gelinden çok onun üzerinde gezinirdi Ezo'yu, birçok zenginin yanısıra, (o zamanki) Halep (ilimiz)in Carablus ilçesinin Kozbaş köyünde oturan teyz'oğlu Memey (Mehmet) istiyordu Takdirde yazılan tedbirde bozulmazmış; Ezo'nun ilk evliliği ne bu ağalardan biriyle oldu, ne de teyz'oğluyla

Anlatanlar, Ezo'nun güzelliğini nereye koyacaklarını bilemiyorlar Öykümüze geçmeden, Ezo'nun güzelliği üstüne dillerde dolaşanları özetlemeye çalışalım:

-Öylesine güzelmiş ki Ezo; görenler, iki yanağına birer elma oturtulmuş sanırlarmış
-Öyle güzelmiş ki Ezo, bakanlar bakmaya doyamazlarmış
-Öyle güzelmiş ki, bir yaz günü kapısını çalıp bir kap ayran isteyen gurbetçi bir çerçi, Ezo'nun güzelliği karşısında şaşalayıp, Ezo'nun uzattığı ayran tasını yere düşürüp kırmış
-Öyle güzelmiş ki Ezo; gülümseyerek bakmasıyla, düşmanları barıştırırmış,
-Öylesine güzelmiş ki Ezo; olursa o kadar olurmuş

Ezo'nun güzelliği söyleyen dillere söylence (efsane) olurken, Barak ovasında bir genç adamın adı dillerde dolaşır olmuştu Bu, komşu Beledin köyünden, \"Şitto\" Hanefi Açıkgöz'dü Şitto'nun bağlaması, akarsulara \"Siz şırıldamayın, ben şırıldayım\"; sesi de bülbüllere, \"Siz şakımayın, ben şakıyayım\" diyen cinstendi Tekmil Barak ovasında düğünler kambersiz oluyordu da, Şitto Hanefi'siz olmuyordu O sıralar Hanefi 30; ay'a \"Sen doğma ben doğayım\" diyen güzeller güzeli Ezo da 20 yaşlarındaydı

Gün o idi ki; Uruş köyünde Hacı Mamuş'un düğünü vardı Düğüne Zöhre (Ezo) de, Şitto da çağrılıydılar elbet Düğünde tüm gözler gelini de güveyiyi de unutup, Ezo ile Şitto'yu izledi Şitto, Ezo'ya gönlünü kaptırdı Şitto Hanefi'nin gönlüyle kafası aynı telden çalıyordu Bu nedenle, Ezo'ya dünür yolladı
Hanefi, ala ala \"Düşünelim\"cevabı aldı

Araya acımasız zaman girdi Bu ara Şitto, kendi köyü Beledinden Mehmet Örtürk'le, yörenin töresi olan \"Değişik\" uygulamaya karar verdi (Bu töreye göre, bir erkek,hısımlarından bir kızı bir arkadaşına verir, arkadaşının hısımı bir kızı alır Böylece iki tarafta çevrede \"Kalın\" diye anılan başlıktan kurtulmuş olur) Şitto halası Hazik'i (Hatice'yi) Mehmet'e verecek; buna karşılık, Mehmed'in kızkardeşi Selvi'yi alacaktı Araya girenler girdi; bu \"Değişik\" gerçekleşemedi Öyle ki; Şitto Hanefi, eş-dostla acı-yüz (yani onların yüzüne bakamaz) oldu

Şitto'nun doğru dürüst evi bile yoktu ama, yüreğinde Ezo geziniyordu Eşin dostun araya girmesiyle, Ezo Şitto'ya çatıldı \"Ele gelin gelir, bize kalın gelir\" demişler Bu evlenmede Şitto'ya kalın (başlık) da gelmeyecekti Çünkü, Şitto Ezo'yu almasına karşılık, Ezo'nun ağabeyi Zeynel'e halası Hazik'i verecekti Alan razı, veren razı

Güzün ortanca ayında iki düğün birden kuruldu Şitto'yla Ezo'nun düğünü Beledin köyünde; Zeynel'le Hazik'in düğünü Uruş'ta kuruldu Zurna öttü davul vuruldu
Şitto ile Ezo, sizlere layık bir mutlu yaşamı sürdürüyordu Ağızlarının tadı yerindeydi yani Gel gelelim, mutlulukları göze geldi

Daha doğrusu aralarına arabozucular girdi Yemediler - içmediler, dedikodu yaptılar Atalarımız \"Söz taşıma, taş taşı\" demiş ama, bazı kendini bilmezler söz taşıdılar Hatta kendileri söz uydurup getirdiler, götürdüler

Bir harman sonu evlenmişlerdi; ikinci harman sonuna dek birlikte yaşayamadı Şitto ile Ezo, Şitto öykülerini bir cümlede özetler \"Kötü talih geç buldum; tez yitirdim\"

Şitto,Ezo'yu boşayınca \"Değişik\" töresince halası,Hazik de geri döndü Şitto Hanefi,bu acı ayrılışı da yarısının ağzından şöyle anlatır; \"Bizim böyle olmamız dostlarımızı acındırıyor,düşmanlarımızı sevindiriyordu\"

Efsanesel güzel Ezo, Şitto Hanefi (Açıkgöz) den ayrıldıktan sonra altı yıl dul kaldı Yörenin ağızbirliği etmişcesine anlattıklarına göre Ezo, bu süre içinde daha bir serpildi, daha bir güzelleşti Öyle ki; görenin gözü kalırdı Nasıl anlatmalı; O bir ışıktı da, tüm erkekler, onun çevresinde pervane kesilmişlerdi

Genç-yaşlı, zengin-fakir, nice talibi çıktı Ezo'nun Her talibi, tek tüy isteyen Hz Süleyman'ın önünde tüm tüylerini döküverdiği söylenen yarasa örneği, neyi var neyi yoksa önüne seriyorlardı Ezo'nun Ezo, tam altı yıl, evlenme önerilerini geri çevirdi

Sonunda, ailesinin de ısrarı üzerine, kendisine genç kızlığından beri talip olan Teyz'oğlu Memeyle evlenmeye yanaştı Türkmen oymağından olan Memey Suriye'nin, Carablus ilçesinin Türkiye sınırına yakın Kozbaş köyünde oturuyordu

Ezo 1936 yılının güzünde, Uruş'tan Kozbaş'a gelin gitti Bu evliliği de değişik töresine göre olmuş; onu alan Memey, bacısı Selvi'yi, Ezo'nun ağabeyi Zeynel Bozgedik'e vermişti

Ezo'yla Meme'yin iki kızları oldu İlki, fazla yaşamadan öldü \"Celile\" adlı ikinci kızları halen sağdır ve Suriye'de yaşamaktadır

Ezo'nun, ikinci kocasıyla geçimi yerindeydi Ne var ki; \"Gurbet\" denilen bir ateş yüreğini yakıyordu da Türk köylüsü \"Çalının ardı gurbet\" der Ezo da, Kozbaş'tan Türkiye'yi, Uruş'u görüyordu Hatta ara sıra doğduğu köye gidip geliyordu ama, bunlar özlemini azaltmıyor, pekiştiriyor, dayanılmaz hale getiriyordu Yakınları onun \"Vara öleyim, tek yurdumda kalaydım\" dediğini anlatırlar

Ezo bir de \"Göreceksiniz, gurbetlik beni öldürecek\" der ve öldüğünde, hiç olmazsa Türkiye'yi; Uruş köyünü görecek bir yere gömülmesini dilerdi

Dediği de oldu Suriye'ye gidişinin yirminci yılında, 1956 güzünde Ezo yatağa düştü Hastalığının ince hastalık (verem) olduğunu, herkes gibi kendisi de biliyordu Ezo, kızı Celile'yi yatağının başından ayırmak istemiyordu Ecelle kavil gününün gelip çattığını anlıyor, tek avuntuyu güzel kızı Celile'de buluyordu

Ve Ezo Gelin, güz yağmurlarının düştüğü bir cuma, yatsı vakti son soluğunu soludu

Eşi ve yakınları, vasiyetini dikkate alarak, onu; arasıra tepesine çıkıp yaşlı gözlerle Türkiye'yi seyrettiği Bozhöyük'ün en yüksek noktasına gömdüler

Mezarı oradadır şimdi O kum ülkesinde

MAMOŞ TÜRKÜSÜ

Pencere'den bir taş geldi,
Ben sandım ki Mamoş geldi
Uyan Mamoş, uyan uyan,
Başımıza ne iş geldi

Eyvah Mamoş, eyvah eyvah
Tabip getir yarama bak

Penceresi yeşil yaprak,
Mamoş giyer kara kapak
Kör olasın Bekir hoca,
Yatağımız kara toprak

Eyvah Mamoş, eyvah eyvah
Tabip getir yarama bak

Pencere'nin önü çardak,
Rakı içtik bardak bardak
Körolasın Bekir hoca
Koymadın ki murat alak

Eyvah Mamoş, eyvah eyvah
Tabip getir yarama bak

Evlerinin ardı kavak,
Yağmur yağar ufak ufak
Kör olasın Bekir hoca,
Ağzımdaki kurşuna bak

Di kalk Mamoş di kalk, di kalk
Başımıza yığıldı halk

Dışkapıyı araladın,
Ah bahtımı karaladın
Kör olasın Bekir hoca,
Mamoş'uda yaraladın

Di kalk Mamoş di kalk, di kalk
Başımıza yığıldı halk

Mamoş paltonu tutayımmı?
Hayrın için satayımmı?
Mezarında boş yer varmı?
Ben'de gidip yatayımmı?

Eyvah Mamoş, eyvah Mamoş
Tabib getir imdada koş
Malatyalı Kalender


Elazığ'ın koca Mustafa Paşa mahallesinde oturan Bekir hoca'nın genç ve güzel bir karısı vardır Bekir hoca Harput'ta namusuyla ve iyiliğiyle tanınan yumuşak başlı temiz bir insandır Karısı ise gençliğin verdiği tecrübesizlikle evli olduğu halde komşularından, soylu bir aileden olan genç, yakışıklı Mamoş (Mehmet) ile ilişki kuracak kadar toydur daha Mamoş'la Bekir hoca'nın karısı arasındaki sevgi gittikçe alevlenir Etrafta bunu sezmeye başlamıştır Fakat sevdalılar buna rağmen her şeyden habersizdirler Fırsat buldukça buluşur, konuşurlar Bekir hoca bunun neye varacağını hesaplamaktadır

Bir gün karısına Harput'a gideceğini ve akşam dönmeyeceğini söyler Bu fırsattan yararlanan genç kadın Mamoş'u eve davet eder, yerler içerler, eğlenirler Bekir hoca ise Harput'a gitmemiştir Karanlık basınca eve gelir ve sessizce kapıyı kendi anahtarıyla açar, sevdalıların bulundukları odaya gelir tabancasını çekerek odaya girer Girer girmez tabancasını ateşler Mamoş'u kalbinden, karısını da ağzından vurarak öldürür Bu olaydan sonra Bekir hoca zaptiyeye teslim olur Adli bir heyetin eve gelip olayı yerinde incelemelerinden sonra duruşma
sonunda Bekir hoca beraat eder

***
Sarı Gelin

Erzurum çarşı pazar leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin

İçinde bir kız gezer ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Erzurum'da bir kuş var leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin

Kanadında gümüş var ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Elinde divit kalem leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin

Katlime ferman yazar ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Palandöken güzel dağ leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin

Altı mor sümbüllü bağ ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Vermem seni ellere leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin

Niceki bu halimse ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Sarı Gelin, eski çağlardan beri Çoruh ırmağı boyunda yaşayan
Hristiyan Kıpçak beyinin kızıdır
Ve saçları sarıdır
Zaten türkü adını da bey kızının sarışın olmasından alır
Erzurum'lu bir delikanlı sarısın kıpcak beyinin kızına aşık olur
ve Erzurumlu delıkanlı ile sarışın kıpcak kızının arasında büyük bir aşk başlar
Bu aşk Erzurum ve yöresinde yaşanmaktadır

Sarisin Kipcak kizina asik olan delikanlinin ailesi kiz ile evlenmesine karsi cikar Delkanli ise kiza deli gibi asik olur ve askini siirle mirildanarak soyler Kiz bey kizidir
Zaten bey de kizini vermez bu delikankiya…
Delikanli sarisin guzel kizi kacirmaga karar verir ve nihayet kacirir Kipcak beyinin adamlari iki kacak asigin pesine duser ve uzun bir takipten sonra bulurlar ve delikanliyi oldururler

***
Gelevera Deresi

Koyverdun gittun beni Allah'undan bulasun
Kimse almasun seni yine bana kalasun
Sevduğum senun aşkın ciğerlerumi dağlar
Hiç mi duşunmedun sen sevduğun boyle ağlar

Gelevera deresi iki dağun arasi
Yuzunden silinmesun piçağumun yarasi
Sevduğum senun aşkın ciğerlerumi dağlar
Hiç mi duşunmedun sen sevduğun boyle ağlar

Birbirbirini çok seven iki kişi varmış, kız çok güzelmiş (köyün en güzeli,herkes talip kıza) ama evlenmeleri için başlık parası gerekiyor Çocuk iş bulamayınca almanya'ya çalışmaya gidecek tam gitmeden önce gelevera deresi denen yerde görüşüyolar işte sonra çocuk gidiyor almanya'ya, kız da bıçağı alıp yüzünün bi kısmını kesiyor (kimse istemesin diye)

Aradan yıllar geçiyor kız yaşlanıyor ama hala kimseyle evlenmiyor birgün çocuk Almaya'dan geliyor ve yıllar sonra evleniyorlar

__________________
Bıçak soksan gölgeme, Sıcacık kanım damlar
Girde bak bir ülkeme: Başsız başsız adamlar
NFK





GaLiBa Bu GeCe YaĞMuRDa GöKKuŞaĞı MiSali
GüLeRKeN aĞLaMaNıN ZaMaNı
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.