![]() |
Türküler Ve Hikayeleri
Arda Boyları
Arda boylarında kırmızı erik Halime'nin ardında on yedi belik Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni Bu genç yaşta denizlere attın ya beni Alıverin feracemi anneciğim diksin O gıymatlı İsmail’ e kendisi gitsin Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni Bu genç yaşta denizlere attın ya beni Uy uyan Recebim senin olayım Ardalar aldı ya nerde bulayım Arda boylarına ben kendim gittim Dalgalar vurdukça can teslim ettim Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni Şu genç yaşta denizlere attın ya ben Tekirdağ'ın Kayı köyünden genç bir kız ve bu kızın bir sevgilisi vardır. Fakat kızın ailesi istemeye geldiklerinde kızlarını bu gence vermezler. Aynı köyden bir başka genç ile kızlarını evlendirmeye karar verirler. Düğün günü gelip çatar ve kına gecesi geline kına yakılır. Gelin bu evliliğe karşı olduğu için ertesi gün sabaha karşı herkes uykuda iken kendini denize atar. Halk arasında genç kızın arkasından sevgilisinin de kendisini öldürdüğü söylenmektedir. *** Çanakkale İçinde Çanakkale İçinde Aynalı Çarsı, Ana Ben Gidiyom Düşmana Karsı. Of Gençliğim Eyvah. Çanakkale İçinde Bir Uzun Selvi, Kimimiz Nişanlı Kimimiz Evli. Of Gençliğim Eyvah. Çanakkale Üstünü Duman Bürüdü, On Üçüncü Fırka Yürüdü. Of Gençliğim Eyvah. Çanakkale İçinde Bir Dolu Testi, Analar Babalar Mektubu Kesti. Of Gençliğim Eyvah. Anadolu halkının kahramanlığını destanlaştırdığı savaşlardan biri de Çanakkale cephelerinde olur. Büyük imkansızlık içinde verdiği bu çetin mücadelede, bağımsızlığı için gerektiğinde çok şeyler yaratabileceğini bütün Dünyaya bir kez daha anlatmıştır. Birinci Dünya Savaşı İtilaf Devletleri dediğimiz İngiltere, Fransa ve Rusya ile, İttifak Devletleri dediğimiz Almanya, Avusturya ve İtalya´nın birbirleriyle savaşmasıyla başlar. Almanya´ya saldırabilmesi için Rusya´nın silah ve cephane ihtiyacı vardı. Bunun için Boğazlar yoluyla Rusya´nın İngiliz ve Fransız kuvvetleriyle birleşmesi gerekiyordu. Oysa ki Osmanlı Devletinin harbe girmesi üzerine Çanakkale boğazını geçmek için Osmanlı Devletine Çanakkale´de cephe açmaları gerekti. İtilaf Devletlerine ait bir donanma 18 Mart 1915´te Çanakkale Boğazı´nı geçmeye kalkıştı. Burada kahramanca çarpışan Türk kuvvetleri karşısında büyük kayıplar vererek geri çekildi. Bu sefer Gelibolu yarımadası´nın çeşitli yerlerine kuvvetler çıkararak karadan İstanbul´a yürümeyi denediler. Ne yazık ki yapılan sayısız hücumlar Türk süngüsü karşısında eriyip gidiyordu. Son olarak büyük bir taarruzla Gelibolu yarımadası üzerinden Marmara´ya ulaşmayı denediler. Ansızın yaptıkları bu taarruz da Anafartalar ve Arıburnu, bölgelerinde benzeri görülmemiş bir müdafaa ile durduruldu. Türkleri bu cephelerde yenemeyeceklerini anlayan düşman buraları terk ederek çekilmek mecburiyetinde kaldı. Yüzbinlerce şehit verdiğimiz bu savaşın bütün Anadolu´da heyecan uyandırması, bu savaşa doğudan, batıdan, kuzeyden, güneyden hasılı yurdun dört bucağından gönüllü asker gitmesindendir. *** Urfalıyım Ezelden Urfalıyam ezelden Gönül geçmez güzelden Göynümün gözü çıksın Sevmez idim ezelden Ağam olasın Ömer Paşam olasın Ömer Yetim kalasan Ömer Benim olasan Ömer Urfa bir dağ içinde Gülü bardağ içinde Urfayı hak saklasın Bir yarim var içinde Urfa bir yana düşer Zülüf gerdana düşer Bu nasıl baş bağlamak Her gün bir yana düşer Dağdan akıyor seller Sallanır sırma teller Yüreğin taştanmıdır Bana acıyor eller Yöre Ekibi Urfa Ömer çok yakışıklı, yiğit, iyi ata binen, kılıcının sahibi, çok iyi çöğür çalan ve hoyrat okuyan, halay çeken bir gençtir. Allah her kabiliyeti sanki özellikle ona vermiştir. Ömer'siz bir düğün, sıra gecesi düşünülemez. Ömer'in baş bağlaması da meşhurdur. Sırmalı puşu bağlar. Puşunun kenarlarındaki püsküller doğadaki çiçeklerin tüm renklerini sanki başında toplamıştır. Halay çekerken başındaki her gül bir yana düşer, yüzünde. Ömer hangi düğüne giderse gitsin, Halayın başına geçti mi silah sesleri ve genç kızların zılgıt sesleriyle yer gök inler. Ömer toplumu öylesine etkilemiştir ki; Ömer'i anlatan türküler yakılmıştır *** Hekimoğlu Türküsü Hekimoğlu derler benim de aslıma Aynalı martin yaptırdım narinim kendi nefsime Konaklar yaptırdım döşetemedim. Ünye de Fatsa bir oldu narinim baş edemedim Konaklar yaptırdım mermer direkli Hekimoğlu sorarsan narinim demir yürekli Bahçe armut dibinde kaymak yedin mi Hekimoğlu'nu görünce narinim budur dedin mi Çiftlice Muhtarı puş+tur pezevenk Hekimoğlu geliyor narinim uçkur çözerek Hekimoğlu derler bir ufak uşak Bir omzundan bir omzuna narinim yüz arma fişek Ordu dolaylarında yaşayan Hekimoğlu, yoksul bir ailenin çocuğudur. Üstelik yoksul bir anneden başka hiç kimsesi yok. Çevresinde dürüstlüğü, akıllılığı ve yiğitliğiyle tanınan bir gençtir. Yörede egemenlik kurmuş bir Gürcü Beyi vardır. Bu Gürcü Beyi, Ayşa adında güzel ve narin bir kızla sözlüdür. Ne ki, bu kız Gürcü Beyini sevmemekte, Hekimoğlu'na bağlanmıştır. Bu, dostlukla, arkadaşlıkla karışık bir sevgidir. Üstelik Hekimoğlu'yla görüşmeye başlamıştır. İşte Bey, iki gencin ilişkisinin bu noktaya vardığını duyar duymaz Hekimoğlu'na düşman olur ve ona savaş açar. Hekimoğlu'yla teke tek görüşüp, hesaplaşmayı önerir; bir de yer belirtir. Hekimoğlu, gözüpek, mert bir gençtir. Aynalı mavzerini kuşanıp, tek başına buluşma; yerine gider. Gitmeye gider ama, Bey sözünde durmamış adamlarıyla gelmiştir. Üstelik adamlarından biri, buluşma yerine varır varmaz, sabırsızlanıp Hekimoğlu'nu yaylım ateşine tutar. Ötekiler de çevresini sararlar. Hekimoğlu'yla Beyin adamları arasında yaman bir çatışma olur. Hekimoğlu, çatışma sonunda çemberi yararak kurtulur. Olaydan hemen sonra, Bolu da tek başına yaşayan anasının yanına gider. Anasına durumu anlatır ve artık şehir yerinde duramayacağını bildirir. Anasıyla helallaşıp, yanına Mehmet adlı iki amca oğlunu alarak dağa çıkar. Çıkış bu çıkış ve ölünceye kadar Hekimoğlu artık dağdadır. Hekimoğlu'nun dağa çıkış nedenini ve biçimini bilen, duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar. Onun mertliği, yiğitliği ve doğru sözlülüğü köylüleri daha da etkiler ve her açıdan kendisine yardım ederler. Özellikle yoksul köylülerle dostluk kurar, zenginlerden aldıklarıyla onlara yardım eder. Hekimoğlu, artık Gürcü Beyinin korkulu düşü olmuştur. Bu yüzden Bey,kendisini sürekli jandarmaya şikayet eder ve kesintisiz izletir. Hekimoğlu'nu ihbar etmeleri için çeşitli yörelerde adamlar tutar. Fakat halk koruduğu için, Hekimoğlu'nu bir türlü ele geçiremezler. Hekimoğlu, kaçmaya kaçıyor ama, Beyin, iki amca oğlunu öldürttüğünü haber alıyor ve doğru Çiftlice köyüne iniyor. Gittiği ev muhtarın evidir. Bu Muhtar, Hekimoğlu'ndan yana görünüyor, oysa gerçekte Beyin adamıdır ve onunla işbirliği içindedir. Nitekim adamlarından biri aracılığıyla ihbarda bulunur ve Hekimoğlu jandarmalarca sarılır. Hekimoğlu, Muhtarın yüzünden kıstırılmıştır. Büyük bir çatışma çıkar taraflar arasında. Adeta namlular kurşun kusmaktadır. Özetle <<yaman cenk>> olur orada. Olayın sonucuna ilişkin iki söylenti var halk arasında : 1-Hekimoğlu, çatışma sırasında. çemberi yarıyorsa da, aldığı yaralar yüzünden fazla uzaklaşamadan ölüyor. 2 -Atına atlıyor, elini karın bölgesinden aldığı yaralara basarak Ordu'ya kadar geliyor ve burada ölüyor. Hekimoğlu denince, hemen akla gelen bir özelliği de <<aynalı martini>> dir. Hekimoğlu Türküsü'nde geçen ve kendisinin adıyla özdeşleşen <<aynalı martin>> in özelliği şudur. Hekimoğlu, özel olarak yaptırdığı mavzerinin üstüne bir ayna taktırıyor. Çatışmaya girdiğinde, bu aynayı: düşmanının gözüne tutarak, gözünün kamaşmasına, dolayısıyla hedefini şaşırmasına yol açıyor *** Çarşambayı Sel Aldı Çarşamba'yı sel aldı Bir yar sevdim el aldı Keşke sevmez olaydım Elim koynunda kaldı Oy ne imiş ne imiş Kaderim böyle imiş Gizli sevda çekmesi Ateşten gömlek imiş Çarşamba yollarında Kelepçe kollarımda Allah canımı alsın O yarin kollarında Oy ne imiş ne imiş Kaderim böyle imiş Gizli sevda çekmesi Ateşten gömlek imiş Çarşamba yazıları Körpedir kuzuları Allah alnıma yazmış Bu kara yazıları Oy ne imiş ne imiş Kaderim böyle imiş Gizli sevda çekmesi Ateşten gömlek imiş Nejat Buhara Çarşamba Ahmet, Abdal Deresi'nin kıyısındaki yoksul köylülerden birinin oğluydu. Kara sevdası karşılık bulmuş, Melek ona kalbini açmıştı. Nişanlandılar ve Ahmet askere gitti. Ağa oğlu Mehmet Ali, Melek'e göz koydu. Melek, Mehmet Ali'yi reddedince, ağa oğlu ve adamları tarafından dağa kaldırıldı. Kötü haberi alınca firar eden Ahmet, silahını alıp, yollara düştü. Gece gündüz Melek'i aradı. Bir gün yağmur yağdı, Yeşilırmak taştı. Çarşamba bir anda göle döndü. Sel, Canik Dağları'ndan aşağı bir çığ gibi, önüne kattığı herşeyi sürükledi. Selin ardından hayat yeniden normale döndü. Abdal Deresi'nin Yeşilırmak'a döküldüğü yerde ahali toplandı. Derenin nehre bağlandığı yerdeki kayanın üstünde, selin getirdiği iki kişinin cesedi görüldü. Cesetler, Melek ve Ahmet'e aitti. Elele tutuşmuş öylece yatıyorlardı. Rivayete göre büyük kaya parçası, yedi yerinden ayrıldı ve her birinden bir servi boyu su fışkırdı. Ahali dua etti. Dualar, yıllardır can alan, insanların acısını dile getiren dizelere dönüştü.' Çarşamba'yı sel aldı' türküsü de, o acı mırıltılardan doğdu. Kayanın bulunduğu yere daha sonra bir su değirmeni kuruldu ve o yöre 'Değirmenbaşı' olarak anıldı. Ahşap değirmenin yedi taşı vardı. Yedi oluğuna su veren set üzerinden yedi kez yürümek, sağ ve sol omuz üzerinden yedişer kez su atmak uğur sayıldı. Her Hıdırellez'de tekrarlanan gelenek, 1970'lerde değirmenin yıkılmasına kadar sürdü. *** Bebek Ağıtı Elmalı’dan çıktım yayan, Dayan ey dizlerim dayan, Emmim atlı dayım yayan, Nenni, nenni, bebek oy. Bebek beni del eyledi, Bir kötüye kul eyledi, Yaktı yıktı kül eyledi, Nenni, nenni, bebek oy. Havada kuzgunlar dolaşır, Kargalar öleş bölüşür, Kara haberler erişir , Nenni, nenni, bebek oy. Ala kilime sardığım, Yüksek mayaya koyduğum, Yedi yılda bir bulduğum, Nenni, nenni, bebek oy. Tabancamın ipek bağı, Baban bir aşiret beyi, Kanlım oldun Çiçek dağı, Nenni, nenni, bebek oy. Gelin başı bağlamadım, Top zülüfün yağlamadım, Obamdan utandım ağlamadım, Nenni, nenni, bebek oy... Bebek Ağıtının Hikayesi (Avşar Ağıtı Orta Anadolu) Olay yaklaşık 350-400 yıl önce, Orta Anadolu’nun yüksek ve dağlık bölgesinde yaşayan Avşar aşiretlerinden birine aittir. Günlerden birgün bir asiret beyinin oğlu ile başka bir aşiret beyinin kızı evlenir. Yedi sene çocukları olmaz. Aşiret beyinin oğlu bu evliliğin, bu beraberliğin mutluluk getirmediğini, buna gelinin neden olduğunu her fırsatta gelinin başına kakar. Kader bu ya, yedinci senenin sonunda gelin bir ERKEKK çocuğu Dünya’ya getirir. Aşiret çok sevinçlidir. Çocuk üç aylıkken aşiretin başka bir yere göç etmesine karar verilir. Gelin çocuğunu bir kilime sarıp, beşiğine yatırır ve bir mayanın üstüne yerleştirir. Aşiret bir gece yarısı Elmalı’dan yola çıkar. Elmalı dağının sık ve karanlık ormanları içinde yollarına devam ederlerken kötü bir tesadüf, çam dallarından biri zavallı yavrunun beşiğine takılır ve onu mayadan ayırır. Yavru, gecenin sessizliği içinde beşiğiyle çam dalına asılı kalır. Hiç bir şeyden haberi olmayan kafile, ertesi sabah obaya gelip konaklar. Meme vermek için yavrusunun yanına giden zavallı ana, yavrusunu bulamayınca çılgına döner. Döğünmeğe, yolunmağa başlar. Aşiret büyük bir üzüntü içine gömülür. Dayısı, amcasıyla birlikte geldikleri yoldan geriye dönerek yavruyu aramaya koyulurlar. Fakat ne çare ki bulamazlar. *** Bitliste Beş Minare Bitliste beş minare Beri gel oğlan beri gel Yüreğim dolu yare Beri gel oğlan beri gel İsterem yanan gelem Beri gel oğlan beri gel Cebimde yok beş para Beri gel oğlan beri gel Tüfengim dolu saçma Beri gel oğlan beri gel Güzelim benden kaçma Beri gel oğlan beri gel Doksandokuz yaram var Beri gel oğlan beri gel Bir yarada sen açma Beri gel oğlan beri gel Bitlis biirinci dünya savaşından önce nufüsu 30000´dir lakin savaş çıkınca halk göç eder ve nufüs 3000´e düşer. kurtuluş savaşında baba ile oğlucepheye gider savaş biter ve baba ile oğul şehre dönerler bir tepede baba heyacandan mıdır yoksa yorgunluktan mıdır bilinmez o tepeden memleketi bitlise bakamaz ve oğluna sorar oğul bitliste ne kaldı.. Oğul "baba bitliste beş minare kaldı" baba; başlar türküye bitliste beş minare beri gel oğlan beri gel... |
Cevap : Türküler Ve Hikayeleri
PENCEREMİN ALTINDA ZERDALİ DALI MISIN
Penceremin altında da a beyim Zerdali dalı mısın? Düşkün düşkün duruyonda a beyim Benden sevdalımısın? Hep kara leylide bakışır aman Kaşları gözlere yakışır aman. Penceremin altında da a beyim Kitap açmış okuyor. Perçemine yağ sürmüşte a beyim Yel estikce kokuyor. Hep kara leylide bakışır aman Kaşları gözlere yakışır aman. Pencereden bakıyor da a beyim Şeker olmuş akıyor. Bu sevda nasıl sevda a beyim Beni candan yakıyor. Hep kara leylide bakışır aman Kaşları gözlere yakışır aman. toprağa bağlı bir aile vardır. Bu ailenin Gülbahar isimli bir de güzel kızları vardır. Henüz on beş yaşında olan Gülbahar'ın gönlünde köyün zenginlerinden bir ağanın oğlu Murat yatmaktadır. Murat bu sevgiden habersizdi. Gülbahar her gün testisini alır çeşmeye gider.Gider ama düşüncesiyle Murat'ı da beraberinde götürür. Testisini doldurur. Penceresinin önündeki zerdali ağacını sular,ama bu işleri yaparken hep Murat'ı düşünmektedir. Bir gün çeşme başında Murat'ı gördü. Heyecanını gizleyemedi Gülbahar. Elleri titriyor, yüzü durmadan renk değiştiriyordu. Murat dayanamadı sordu. Beni sevdiğini söylüyorlar köyde doğrumu bu? Gülbahar bu sefer daha da heyecanlandı, bir şey diyemeden kaçamak bir bakışla Murat'ın yüzüne baktı, hızla oradan uzaklaştı. Bakış o bakış Murat'ında içine bir ateş düşmüştür. Her gün çeşme başında buluşmaya başlarlar. Murat'ın babası bunu duyar. Oğlunun bir fakir kızıyla ilgilenmesini istemiyordur. Komşu köyden bir kızla Murat'ın nikahını kıydırır. Bütün umudunu yitiren Gülbahar ekmekten aştan kesilir. Günlerce ağzına bir şey koymaz. Artık her şeyin bittiğine kanaat getirir ve kendisini, büyük bir umutla beslediği zerdali ağacına asar. Çünkü davul zurna sesleri köyün sessizliğini yıkmıştı, gelin geliyordu. Her şeyden habersiz Murat pek düşünceliydi. Haberi duyunca beyninden vurulmuşa döndü. Kendisine ve insanlara dünyaya lanet ediyordu. Çok geçmeden aklini kaybetti. Bir daha da eski haline gelemedi. *** Hastane önünüde incir ağacı Hastane önünüde incir ağacı Doktor bulamadı bana ilacı Baştabib geliyo zehirden acı Garip kaldım yüreğime dert oldu Ellerin vatanı bana yurt oldu Mezarımı kazın bayıra düze Benden selam söyleyin sevdiğim gıza Başına koysun, karalar bağlasın Gurbet elde kaldım diye ağlasın Komşu kızı ile beşik kertmesi olan bir genç asker'de vereme yakalanır. Hava değişimi olarak Yozgat'a (Akdağmadeni) gelir. Sözlüsünün ailesi gence kızlarını göstermek istemez. Genç tedavi için İstanbul'da hastaneye yatar, pencereden gördüğü incir ağacından aldığı ilhamla aşağıdaki türküyü söyler.Yakalandığı amansız hastalıktan kurtarılamayarak hastanede ölür.Ailesi şiiri askerin şapkasında bulur.Ailesi cenazesini Yozgat'a getiremez., İstanbul'da kalır. *** Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz nefsime uydum Sebep oldu şeytan bir cana kıydım Katil defterine adını koydum Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz Sen üzülme anam benim dertlerim çoktur Çektiğim çilenin hesabı yoktur Yiğitlik yolunda üstüme yoktur Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz Çok zamandır çektim kahrı zindanı Bize de mesken oldu Sinop'un hanı Firar etmeyilen buldum amanı Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz Sinop kalesinden uçtum denize Tam üç gün üç gece göründü Rize Karşı ki dağlardan gel oldu bize Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz Bir yanımı sardı müfreze kolu Bir yanımı sardı Varilcioğlu Beşyüz atlıylan kestiler yolu Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz Rize Yöresi Rize yöresi Rize'nin şimdiki adı Portakallık olan Haldoz mahallesindeki bir düğünde kardeşinin bıçakla karnından yaralanması üzerine, kendisine haber verilen Sandıkçı Şükrü olay yerine giderek kardeşini kanlar içinde buluyor ve kardeşini yaralayan Abdi Ağa'nın uşağını (bir anlatıma göre de Abdi Ağayı) orada vuruyor. Bu olay üzerine hapishaneye düşen Sandıkçı Şükrü bir süre sonra bazı arkadaşlarıyla birlikte hapishaneden kaçıyor ve dağa çıkıyor. Sandıkçı Şükrü, dağa çıktıktan sonra, yönetimle işbirliği yaparak kendisini hileyle zehirlemek isteyen biriyle karısı Fadime'yi elinden almak isteyen başka birini öldürüyor. Sandıkçı Şükrü'nün adı bu olaylardan sonra daha da yaygınlaşıyor. Fakirlere bir şey yapmaması zenginlerle mücadele etmesi yüzünden halk tarafından da seviliyor ve destekleniyor. Bu ve benzeri erdemleri yüzünden kendisine yardım edenler çoğalıyor. Sandıkçı Şükrü'nün türküde adı geçen Perilizade adında zengin birine haberler göndererek, yoksullara mısır dağıtmasını istediği, yoksa kendisini cezalandıracağı tehdidinde bulunduğu söylenir. Nitekim Sandıkçı Şükrü'nün isteğini yerine getirmeyen Perilizade'nin mısırlarını adamlarına toplattırdığı ve yoksullara dağıttırdığı yaşlılarca da anlatılır. Rize'nin Camiönü (Arkotil) mahallesinden Hüseyin Kutlu adında Sandıkçı Şükrü dönemine yetişmiş bir yaşlı "Çevrede başı belaya giren Sandıkçı'nın yanına geliyordu. Sandıkçı hem geleni koruyor, hem yardım ediyordu" diyor. Kardeşiyle birlikte, türküde adı geçen Urusba (şimdiki adı Uzunkaya) köyünde eski bir kahvede otururken, zaptiyeler çevresini sarıyorlar. Zaptiye Çavuşu Abbas Çavuş Sandıkçı'nın teslim olmasını istiyor, ancak Sandıkçı kabul etmeyerek Abbas Çavuş'tan çekip gitmelerini istiyor. Zaptiye Çavuşu da bunu kabul etmeyince çatışma çıkıyor. Sandıkçı ve kardeşi Zaptiye Çavuşu ile birkaç zaptiyeyi öldürerek kaçıyor. Sandıkçı Şükrü'nün bu olaydan sonra bir ara yakalanıp zincire vurularak batıya gönderildiği fakat kapatıldığı yerden atlayıp Rizeli sandalcılar tarafından kurtarıldığı anlatılır. Sandıkçı Şükrü'nün Sinop kalesinde tutukluyken denize atladığı ve kurtulduğu anlaşılıyor. Sandıkçı Şükrü'nün yakalanmaması ve her geçen zaman içinde daha çok halk desteği sağlaması üzerine Trabzon Valisi Kadir Paşa önemli sayıda adam toplayarak Sandıkçı'nın üzerine gönderiyor. Sandıkçı'nın üzerine gönderilen süvariler, Kolcu kayıklarının Reisi Varilcioğlu Sadık'ı da yanlarına alıyorlar. Sandıkçı Şükrü Of ilçesinin İkizdere köyü yakınlarındaki Sanlı adlı bir mezrada bir yaşlı kadının evinde otururken ihbar ediliyor. Çevresi atlılarca sarılıyor. Varilcioğlu da yanlarında. Sandıkçı Şükrü teslim olmak istemiyor. Fakat eskiden tanıştığı Varilcioğlu Sadık teslim olursa öldürülmeyeceğini söyleyerek onu ikna ediyor. Sandıkçı Şükrü de buna inanarak tüfeği elinden teslim oluyor. Fakat Varilcioğlu ile zabtiyeler teslim olarak önlerinde yürüyen Sandıkçı Şükrü'yü arkadan kurşunlayarak öldürüyorlar. Türkülerden, gövdesinin şehre getirilerek halka gösterildiği anlaşılıyor. Sandıkçı Şükrü'yü doğrudan gören ve tanıyan Refii Cevat Ulunay, ondan "Yaptıklarına pişman olmuş, fakat affedilmeyeceğini bildiği için teslim olmayan mert bir insan" olarak sözediyor. 1843-1909 yılları arasında yaşamış Rizeli Kahya Salih adında dinci ve tutucu bir şairin de Sandıkçı Şükrü'yle ilgili bir destanı bulunuyor. Karadeniz Türkçesiyle yazılan destanda "Şükri dedikleri bir merd eşkıya"nın "Devlet hükümatina" kurşun attığı için öldürüldüğü anlatılıyor. Kaynak : Anonim Yıl 1341 *** Kırmızı Gül Demet Demet Kırmızı Gül Demet Demet Sevda Değil Bir Alamet (Balam Nenni Yavrum Nenni) Gitti Gelmez O Muhannet Şol Revanda Balam Kaldı (Yavrum Galdı Balam Nenni) Kırmızı Gül Her Dem Olmaz Yaralara Merhem Olmaz(Balam Nenni Yavrum Nenni) Ol Tabipten Derman Gelmez Şol Revanda Balam Kaldı (Yavrum Galdı Balam Nenni) Kırmızı Gülün Hezeli Ağaçlar Bekler Gazeli (Balam Nenni Yavrum Nenni) Karayağızın Güzeli Şol Revanda Balam Kaldı (Yavrum Galdı Balam Nenni Ali diye bir oglan varmis zamaninda. Ali anasini cok sever ve her anasinin yanina geldiginde kirmizi bir gul getirirmis..Savas patlak vermeden evvel gönül vermis bir güzele, evlenmis ve evliliginin daha kirki çikmadan askere çagrilivermis.Ali sevdigini anasi ile bir basina birakivermis ve askere gitmis.Ali askere gitmesinden epey bir süre geçmesinden sonra savasin bittigi haberi gelmis köye Ali'nin anasi ile sevdigi mutluluk sarhosu olmuslar.Ali'nin içinde bulundugu grubun sehre dönüs tarihi belli olmus bunun üzerine anasi ve karisi baslamislar hazirliga.Ve o gün geldiginde anasi demis ki: "Kizim ben gidip tren istasyonunda bekleyeyim oglumu sende hazirliklari tamamla evde" deyip tren istasyonun yolunu sabahin köründe tutmus.Anasi baslamis beklemeye.Bir tren gelir biri gider ve oglan gelmezmis.Anasi hava kararincaya kadar beklemis ve oglan gelmemis.Umudunu kesen ana evin yolunu tutmus. Eve geldiginde gelinin odasinda sesler geldigini duyup kapiya yanastiginda içerde bir erkek oldugunu anlar.Bizim Anadolu'nun anasi namusunu kirli birakir mi içerden tüfegi kaptigi gibi odaya daliverir ve yorgana dogru bosaltir mermileri.Ortalik kan gölüne dönmüstür.O arada yorgan siyriliverir yatagin üstünden.Birde ne görsün iki yildir askerde olan ogulcugu ile ona gözü gibi bakan gelini yatagin içersindedir. Ve aynanin yaninda da bir adet kirmizi gul.. Megersem anasi istasyonda beklerken görememistir oglunu, oglanda kostura kostura eve gitmis .Bundan sonra ana az olan aklini da yitirip yollara düser agzinda bir türkü *** Yörük Ali Kahvenin önü şimşir Kahveci kahve pişir Yörük de Ali geliyor Aklını başına devşir Kale yaptım hanoldu Yörük Ali Avrupa'ya şan oldu Aydın dağını oydular İçine çete koydular Yörük de Ali'nin ismini Hazret-i Ali koydular Ördek gitti kız geldi Yörük Ali'ye gavur İzmir az geldi Tencerem dolu ayran Gezerim seyran seyran Yörük Ali'nin arkadaşı Ödemişli Kör Bayram Bayram aman değil mi Ali Efe'm seyran değil mi Ödemiş'i bastılar Çalıya da martin astılar Yörük Ali'nin kurbanına Bin Yunanlı kestiler Ördek gitti kız geldi Yörük Ali'ye gavur İzmir az geldi Dağları da oydular İçine çete koydular Yörük de Ali'nin adını Hazret-i Ali koydular Değil aman değil mi Yörük Ali'm aslan değil mi Yörük Ali'm aslan değil mi Malgaç çayında durdum Otuz düşman ben vurdum İki çete ile ben Aydın'ı Yunan 'dan aldım Bu dağların efesi Yörük Ali'm, Aydın'dan gelir sesi hikayesi: Yörük Ali Bu türkünün daha bir çok kıtaları, Ege havalisinde söylenmekte ise de, muhite göre değişmeler olmaktadır. Biz, buraya meşhur olmuş on kıtasını aldık... (Efelerin efesi) kelimeleri üzerinde dikkatle durulacak olursa, Yörük Ali'nin muhiti dahilinde olan ve tarihi eserleriyle meşhur (Efes) meydana çıkmaktadır... Yörük Ali (1896-1953) İstiklal Savaşımızın başlarında birçok yararlıklarıyla meşhur olmuş efelerdendir. Nazilli köylülerindendir. Ailesi Sarı Tekeli adlı bir Türk aşiretinden olup, Ayvazoğulları lakabıyla anılır. Üç sene çetecilik ettikten sonra, hükümete dehalet etmiş, Yunanlıların İzmir'i ve Aydın'ı işgal etmesi üzerine, Çine'nin Yağcılar köyünde tekrar bir küçük çete kurmuştur. 15 Haziran 1920'de Menderes nehrini 50 arkadaşıyla sallarla geçerek Malkoç tren köprüsünü muhafaza eden Yunan karakolunu imha etmiş ve silahlarını almıştır ki, Aydın ve Köşk cephesinde bir buçuk sene kadar vuruşan ve Aydın'ın içindeki savaşta çok yararlığı görülen bu alay'ın adı, 57 nci Tümende (37 nci Yörük Ali Efe Alayı) ismi ile hala anılır. Efe'ye İstiklal madalyası ve Milis albaylığı rütbesi verilmişti. Milli Mücadele'den sonra, çiftlik ve ticaretle meşgul olan Efe, altısı erkek olmak üzere dokuz evlat yetiştirmiştir. 1953 yılında vefat etti *** Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler Annesinin bir tanesini hor görmesinler Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim Babamın bir atı olsa binse de gelse Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse Kardeşlerim yolları bilse de gelse Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim Bu öykü Malkara köylerinden alınmış olup belli bir kişinin dilinden yazıya geçirilmiş değildir. Çevrede herkes tarafından bilinen bir öyküdür. Söylentiye göre, çok eskiden köyün birinde Zeynep isimli çok güzel bir kız vardır. Onaltıya yeni bastığında Zeynep'i köylerindeki bir düğünde aşırı (yabancı) köylerden gelen Ali isimli bir genç görür. Ali Zeynep'i çok beğenir ve köyüne döndüğünde kızın babasına hemen görücü gönderir. Zeynep'i Ali'ye verirler. Kısa bir zaman sonra düğünleri olur. Ali, Zeynep'i alıp aşırı köyüne götürür. Zeynep'in gelin gittiği köy ile kendi köyü arası üç gün üç gece çeker. Bu kadar uzak olduğundan dolayı Zeynep, anasını babasını ve kardeşlerini tam yedi yıl göremez. Bu özlem Zeynep'in yüreğinde her gün biraz daha büyüyerek dayanılmaz bir hal alır. Köyün büyük bir tepesinde bulunan evinin bahçesine çıkarak kendi köyüne doğru dönüp için için kendi yaktığı türküyü mırıldanır ve gözleri uzaklarda sıla özlemini gidermeye çalışırmış. Oysa kocası, Zeynep'in bu özlemine pek aldırış etmez. Kaldı ki eski sevgisi de pek kalmadığından kendini fazlaca horlamaya, eziyet etmeye başlar. Sonunda bu özlem ve kocasının horlaması Zeynep'i yataklara düşürür. Gün geçtikçe hastalığı artan Zeynep'in düzelmesi için, köyden gelip gidenler de anasının babasının çağrılmasını salık verirler. Başka çare kalmadığını anlayan Zeynep'in kocası da anasına babasına haber vermeye gider. Altı gün altı gecelik bir yolculuktan sonra bir akşam üstü Zeynep'in anası babası köye gelirler, Zeynep'i yatakta bulurlar. Perişan bir halde Zeynep hala türküsünü mırıldanmaktadır. Aynı türküyü anasına babasına da söylemeye başlar. Çevresindeki bütün köy kadınları duygulanıp göz yaşı dökerler. Annesi fenalıklar geçirir ve bayılır. Zeynep hasretini giderir, giderir ama artık çok geç kalınmıştır. Bir daha onmaz, sonu ölümle biter. Herkes Zeynep için göz yaşı döker. İşte o gün bu gündür bu türkü ayrılığın türküsü olarak söylenip durur. |
Cevap : Türküler Ve Hikayeleri
Ezo Gelin
Ezo gelin, benim olsan seni vermem feleğe Güzel yosmam başın için salma beni dileğe Anası huridir de kendi benzer de meleğe Nenneyle de ah bahtı karam nenneyle Çık Suriye dağlarına bizim ele eleyle Gel bahtı karam gel sıladan ayrı yazılım gel Ezo gelin çık Suriye dağlarının başına Güneş vursun da kemerinin kaşına kaşına Bizi kınayanın bu ayrılık gelsin başına başına Nenneyle de ah bahtı karam nenneyle Çık Suriye dağlarına bizim ele eleyle Gel bahtı karam gel sıladan ayrı yazılım gel \"Gaziantep\" dendi mi, ne düşer aklınıza? Yiğitlik mi, Antep fıstığı mı, baklava mı? Asıl adı \"Zöhre\" olan Ezo Gelin, 1909'da Oğuzeli ilçesinin Uruş köyünde doğdu. Babası, Bozgeyikli oymağından Emir Dede, anası Elif'tir. Nüfus kaydında halen bekar görünen Ezo'nun, üçü erkek, üçü kız, altı kardeşi daha vardır. Ezo, erken gençliğinden itibaren, güzelliğiyle dikkatleri üstünde topluyordu. O kadar ki; düğünlerde gözler, gelinden çok onun üzerinde gezinirdi. Ezo'yu, birçok zenginin yanısıra, (o zamanki) Halep (ilimiz)in Carablus ilçesinin Kozbaş köyünde oturan teyz'oğlu Memey (Mehmet) istiyordu. Takdirde yazılan tedbirde bozulmazmış; Ezo'nun ilk evliliği ne bu ağalardan biriyle oldu, ne de teyz'oğluyla... Anlatanlar, Ezo'nun güzelliğini nereye koyacaklarını bilemiyorlar. Öykümüze geçmeden, Ezo'nun güzelliği üstüne dillerde dolaşanları özetlemeye çalışalım: -Öylesine güzelmiş ki Ezo; görenler, iki yanağına birer elma oturtulmuş sanırlarmış. -Öyle güzelmiş ki Ezo, bakanlar bakmaya doyamazlarmış. -Öyle güzelmiş ki, bir yaz günü kapısını çalıp bir kap ayran isteyen gurbetçi bir çerçi, Ezo'nun güzelliği karşısında şaşalayıp, Ezo'nun uzattığı ayran tasını yere düşürüp kırmış. -Öyle güzelmiş ki Ezo; gülümseyerek bakmasıyla, düşmanları barıştırırmış, -Öylesine güzelmiş ki Ezo; olursa o kadar olurmuş... Ezo'nun güzelliği söyleyen dillere söylence (efsane) olurken, Barak ovasında bir genç adamın adı dillerde dolaşır olmuştu. Bu, komşu Beledin köyünden, \"Şitto\" Hanefi Açıkgöz'dü. Şitto'nun bağlaması, akarsulara \"Siz şırıldamayın, ben şırıldayım\"; sesi de bülbüllere, \"Siz şakımayın, ben şakıyayım\" diyen cinstendi. Tekmil Barak ovasında düğünler kambersiz oluyordu da, Şitto Hanefi'siz olmuyordu. O sıralar Hanefi 30; ay'a \"Sen doğma ben doğayım\" diyen güzeller güzeli Ezo da 20 yaşlarındaydı. Gün o idi ki; Uruş köyünde Hacı Mamuş'un düğünü vardı. Düğüne Zöhre (Ezo) de, Şitto da çağrılıydılar elbet. Düğünde tüm gözler gelini de güveyiyi de unutup, Ezo ile Şitto'yu izledi. Şitto, Ezo'ya gönlünü kaptırdı. Şitto Hanefi'nin gönlüyle kafası aynı telden çalıyordu. Bu nedenle, Ezo'ya dünür yolladı. Hanefi, ala ala \"Düşünelim\"cevabı aldı. Araya acımasız zaman girdi. Bu ara Şitto, kendi köyü Beledinden Mehmet Örtürk'le, yörenin töresi olan \"Değişik\" uygulamaya karar verdi. (Bu töreye göre, bir erkek,hısımlarından bir kızı bir arkadaşına verir, arkadaşının hısımı bir kızı alır. Böylece iki tarafta çevrede \"Kalın\" diye anılan başlıktan kurtulmuş olur.) Şitto halası Hazik'i (Hatice'yi) Mehmet'e verecek; buna karşılık, Mehmed'in kızkardeşi Selvi'yi alacaktı. Araya girenler girdi; bu \"Değişik\" gerçekleşemedi. Öyle ki; Şitto Hanefi, eş-dostla acı-yüz (yani onların yüzüne bakamaz) oldu. Şitto'nun doğru dürüst evi bile yoktu ama, yüreğinde Ezo geziniyordu. Eşin dostun araya girmesiyle, Ezo Şitto'ya çatıldı. \"Ele gelin gelir, bize kalın gelir\" demişler. Bu evlenmede Şitto'ya kalın (başlık) da gelmeyecekti. Çünkü, Şitto Ezo'yu almasına karşılık, Ezo'nun ağabeyi Zeynel'e halası Hazik'i verecekti. Alan razı, veren razı.... Güzün ortanca ayında iki düğün birden kuruldu. Şitto'yla Ezo'nun düğünü Beledin köyünde; Zeynel'le Hazik'in düğünü Uruş'ta kuruldu. Zurna öttü davul vuruldu... Şitto ile Ezo, sizlere layık bir mutlu yaşamı sürdürüyordu. Ağızlarının tadı yerindeydi yani. Gel gelelim, mutlulukları göze geldi. Daha doğrusu aralarına arabozucular girdi. Yemediler - içmediler, dedikodu yaptılar. Atalarımız \"Söz taşıma, taş taşı\" demiş ama, bazı kendini bilmezler söz taşıdılar. Hatta kendileri söz uydurup getirdiler, götürdüler... Bir harman sonu evlenmişlerdi; ikinci harman sonuna dek birlikte yaşayamadı Şitto ile Ezo, Şitto öykülerini bir cümlede özetler. \"Kötü talih geç buldum; tez yitirdim...\" Şitto,Ezo'yu boşayınca \"Değişik\" töresince halası,Hazik de geri döndü. Şitto Hanefi,bu acı ayrılışı da yarısının ağzından şöyle anlatır; \"Bizim böyle olmamız dostlarımızı acındırıyor,düşmanlarımızı sevindiriyordu.\" Efsanesel güzel Ezo, Şitto Hanefi (Açıkgöz) den ayrıldıktan sonra altı yıl dul kaldı. Yörenin ağızbirliği etmişcesine anlattıklarına göre Ezo, bu süre içinde daha bir serpildi, daha bir güzelleşti. Öyle ki; görenin gözü kalırdı. Nasıl anlatmalı; O bir ışıktı da, tüm erkekler, onun çevresinde pervane kesilmişlerdi. Genç-yaşlı, zengin-fakir, nice talibi çıktı Ezo'nun. Her talibi, tek tüy isteyen Hz. Süleyman'ın önünde tüm tüylerini döküverdiği söylenen yarasa örneği, neyi var neyi yoksa önüne seriyorlardı Ezo'nun. Ezo, tam altı yıl, evlenme önerilerini geri çevirdi. Sonunda, ailesinin de ısrarı üzerine, kendisine genç kızlığından beri talip olan Teyz'oğlu Memeyle evlenmeye yanaştı. Türkmen oymağından olan Memey Suriye'nin, Carablus ilçesinin Türkiye sınırına yakın Kozbaş köyünde oturuyordu. Ezo 1936 yılının güzünde, Uruş'tan Kozbaş'a gelin gitti. Bu evliliği de değişik töresine göre olmuş; onu alan Memey, bacısı Selvi'yi, Ezo'nun ağabeyi Zeynel Bozgedik'e vermişti. Ezo'yla Meme'yin iki kızları oldu. İlki, fazla yaşamadan öldü. \"Celile\" adlı ikinci kızları halen sağdır ve Suriye'de yaşamaktadır. Ezo'nun, ikinci kocasıyla geçimi yerindeydi. Ne var ki; \"Gurbet\" denilen bir ateş yüreğini yakıyordu da. Türk köylüsü \"Çalının ardı gurbet\" der. Ezo da, Kozbaş'tan Türkiye'yi, Uruş'u görüyordu. Hatta ara sıra doğduğu köye gidip geliyordu ama, bunlar özlemini azaltmıyor, pekiştiriyor, dayanılmaz hale getiriyordu. Yakınları onun \"Vara öleyim, tek yurdumda kalaydım\" dediğini anlatırlar. Ezo bir de \"Göreceksiniz, gurbetlik beni öldürecek\" der ve öldüğünde, hiç olmazsa Türkiye'yi; Uruş köyünü görecek bir yere gömülmesini dilerdi. Dediği de oldu. Suriye'ye gidişinin yirminci yılında, 1956 güzünde Ezo yatağa düştü. Hastalığının ince hastalık (verem) olduğunu, herkes gibi kendisi de biliyordu. Ezo, kızı Celile'yi yatağının başından ayırmak istemiyordu. Ecelle kavil gününün gelip çattığını anlıyor, tek avuntuyu güzel kızı Celile'de buluyordu. Ve Ezo Gelin, güz yağmurlarının düştüğü bir cuma, yatsı vakti son soluğunu soludu. Eşi ve yakınları, vasiyetini dikkate alarak, onu; arasıra tepesine çıkıp yaşlı gözlerle Türkiye'yi seyrettiği Bozhöyük'ün en yüksek noktasına gömdüler. Mezarı oradadır şimdi... O kum ülkesinde. MAMOŞ TÜRKÜSÜ Pencere'den bir taş geldi, Ben sandım ki Mamoş geldi. Uyan Mamoş, uyan uyan, Başımıza ne iş geldi. Eyvah Mamoş, eyvah eyvah Tabip getir yarama bak. Penceresi yeşil yaprak, Mamoş giyer kara kapak. Kör olasın Bekir hoca, Yatağımız kara toprak. Eyvah Mamoş, eyvah eyvah Tabip getir yarama bak. Pencere'nin önü çardak, Rakı içtik bardak bardak. Körolasın Bekir hoca Koymadın ki murat alak. Eyvah Mamoş, eyvah eyvah Tabip getir yarama bak. Evlerinin ardı kavak, Yağmur yağar ufak ufak. Kör olasın Bekir hoca, Ağzımdaki kurşuna bak. Di kalk Mamoş di kalk, di kalk Başımıza yığıldı halk. Dışkapıyı araladın, Ah bahtımı karaladın. Kör olasın Bekir hoca, Mamoş'uda yaraladın. Di kalk Mamoş di kalk, di kalk Başımıza yığıldı halk. Mamoş paltonu tutayımmı? Hayrın için satayımmı? Mezarında boş yer varmı? Ben'de gidip yatayımmı? Eyvah Mamoş, eyvah Mamoş Tabib getir imdada koş. Malatyalı Kalender Elazığ'ın koca Mustafa Paşa mahallesinde oturan Bekir hoca'nın genç ve güzel bir karısı vardır. Bekir hoca Harput'ta namusuyla ve iyiliğiyle tanınan yumuşak başlı temiz bir insandır. Karısı ise gençliğin verdiği tecrübesizlikle evli olduğu halde komşularından, soylu bir aileden olan genç, yakışıklı Mamoş (Mehmet) ile ilişki kuracak kadar toydur daha. Mamoş'la Bekir hoca'nın karısı arasındaki sevgi gittikçe alevlenir. Etrafta bunu sezmeye başlamıştır. Fakat sevdalılar buna rağmen her şeyden habersizdirler. Fırsat buldukça buluşur, konuşurlar. Bekir hoca bunun neye varacağını hesaplamaktadır. Bir gün karısına Harput'a gideceğini ve akşam dönmeyeceğini söyler. Bu fırsattan yararlanan genç kadın Mamoş'u eve davet eder, yerler içerler, eğlenirler. Bekir hoca ise Harput'a gitmemiştir. Karanlık basınca eve gelir ve sessizce kapıyı kendi anahtarıyla açar, sevdalıların bulundukları odaya gelir. tabancasını çekerek odaya girer. Girer girmez tabancasını ateşler Mamoş'u kalbinden, karısını da ağzından vurarak öldürür. Bu olaydan sonra Bekir hoca zaptiyeye teslim olur. Adli bir heyetin eve gelip olayı yerinde incelemelerinden sonra duruşma sonunda Bekir hoca beraat eder. *** Sarı Gelin Erzurum çarşı pazar leylim aman aman Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin İçinde bir kız gezer ay nenen ölsün sarı gelin aman Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim Erzurum'da bir kuş var leylim aman aman Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin Kanadında gümüş var ay nenen ölsün sarı gelin aman Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim Elinde divit kalem leylim aman aman Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin Katlime ferman yazar ay nenen ölsün sarı gelin aman Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim Palandöken güzel dağ leylim aman aman Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin Altı mor sümbüllü bağ ay nenen ölsün sarı gelin aman Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim Vermem seni ellere leylim aman aman Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin Niceki bu halimse ay nenen ölsün sarı gelin aman Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim Sarı Gelin, eski çağlardan beri Çoruh ırmağı boyunda yaşayan Hristiyan Kıpçak beyinin kızıdır. Ve saçları sarıdır. Zaten türkü adını da bey kızının sarışın olmasından alır. Erzurum'lu bir delikanlı sarısın kıpcak beyinin kızına aşık olur ve Erzurumlu delıkanlı ile sarışın kıpcak kızının arasında büyük bir aşk başlar. Bu aşk Erzurum ve yöresinde yaşanmaktadır. Sarisin Kipcak kizina asik olan delikanlinin ailesi kiz ile evlenmesine karsi cikar Delkanli ise kiza deli gibi asik olur ve askini siirle mirildanarak soyler. Kiz bey kizidir. Zaten bey de kizini vermez bu delikankiya…. Delikanli sarisin guzel kizi kacirmaga karar verir ve nihayet kacirir. Kipcak beyinin adamlari iki kacak asigin pesine duser ve uzun bir takipten sonra bulurlar ve delikanliyi oldururler. *** Gelevera Deresi Koyverdun gittun beni Allah'undan bulasun Kimse almasun seni yine bana kalasun Sevduğum senun aşkın ciğerlerumi dağlar Hiç mi duşunmedun sen sevduğun boyle ağlar Gelevera deresi iki dağun arasi Yuzunden silinmesun piçağumun yarasi Sevduğum senun aşkın ciğerlerumi dağlar Hiç mi duşunmedun sen sevduğun boyle ağlar Birbirbirini çok seven iki kişi varmış, kız çok güzelmiş (köyün en güzeli,herkes talip kıza) ama evlenmeleri için başlık parası gerekiyor... Çocuk iş bulamayınca almanya'ya çalışmaya gidecek... tam gitmeden önce gelevera deresi denen yerde görüşüyolar işte sonra çocuk gidiyor almanya'ya, kız da bıçağı alıp yüzünün bi kısmını kesiyor (kimse istemesin diye)... Aradan yıllar geçiyor kız yaşlanıyor ama hala kimseyle evlenmiyor birgün çocuk Almaya'dan geliyor ve yıllar sonra evleniyorlar |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.