Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > Bunları Biliyor Musunuz ?

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
biliyor, musunuz, oldugunu, osmanlıda, sadaka, taşı

Osmanlıda Sadaka Taşı Oldugunu Biliyor Musunuz

Eski 08-23-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıda Sadaka Taşı Oldugunu Biliyor Musunuz




Sadaka Taşları Osmanlı'da sokaklarda bulunan içi delik sütunlardı Buraya zengin para bırakmak, fakir de ihtiyacı kadar bir para almak için elini sokardı(Hepsini niye alsın ki yarın orda gene para var) Böylece halk arasındaki fakirler perişanlıktan kurtulmuş oluyor Ve sadaka verenlerin ibadetleri ihlaslı olmuş oluyor Ne veren kime verdiğini, ne alan kimden aldığını bilmiyor çünki

Şu anda sadaka taşlarından sadece biri duruyor O da Üsküdar'da Gülfem Hatun Camii´nin avlusunda

Atalarımızın kabul edip hayatlarına taşıdıklarına baktığımızda verilen sadakalarda ve yapılan iyiliklerde ‘sağ elin verdiğini sol elin bilmemesi’nin bize ait bir düstur olduğunu görüyoruz

Kur’an-ı Kerim, başa kakmanın, sadakanın değerini, minarenin tepesinden kuyunun dibine düşüreceğini gösteriyor Bakara Sûresi’nde, “Tatlı soz ve kusurları bağıslama, peşinden başa kakma yoluyla incitme gelen sadakadan çok daha iyidir” (Bakara, 2/263) buyurularak başa kakmanin sadakanın değerini sıfirlayacağı ifade ediliyor

Toplumda, yapılan iyilikler bu anlayış içinde olunca, başa kakma ve yaptığı iyilikten dolayı başkalarına üstünlük taslama gibi problemler olmayacaktir Dinin ruhunu iyi kavrayan Müslümanlar ‘Yaptikları hayrin içine riya girer, iyilik yaptikları kimseler eziklik hissederler’ diye son derece hassas davranmışlardır

Bu hassasiyetin ürünü olarak bugün bildiğimiz bir uygulama vardır Osmanlı doneminde: Sadaka taşları

Sadaka taşı, yaklaşık iki metre boyunda mermer bir sütun Üstünde bir çukur var

Dış görünüşü genelde bu şekilde olan sadaka taşları sosyal hayatın en önemli icatlarındandır Yapılan iyiliklerin başa kakılmamasi ve muhtaç insanların da ezilmemesi icin enfes bir yoldur sadaka taşları

Umumiyetle geceleyin veya kimsenin olmadığı bir dönemde hali vakti yerinde olanlar buraya ihtiyaç sahipleri için sadakalarinı bırakırlardı

Bir insan sadaka vermekle hayır yapıyordu; ama kime iyilik yaptığını da bilmiyordu Karşısında ezilen iki büklüm olan insanlar olmuyordu böylece Derdini kimseye açamayan hakiki bir fakir, ihtiyacı olunca oraya geliyor ve o da yine kimseye halini açmadan oradaki paranın ihtiyaci kadarını alıyordu Ne kadar ihtiyacı varsa o kadar Çünkü o biliyor ki, kendisi gibi ihtiyacı olan başka insanlar da var Bu sadakayı verenin de meçhul olmasi sebebiyle kimsenin karşısında yüz suyu dökme ve ezilme durumu da olmuyor ve duasını da tanımadığı, bilmediği bir insana gönderiyordu

Tavir ve davranislarını dinin ruhundan alan atalarımız gercekten ince anlayış sahibi insanlardı Sadece sadaka taşları değil, her birisi ayrı bir inceliğin ürünü olan ayni ve nakdi yardimlar da bizim kültürümüzün ürünleri

Yüzsüzlük edip insanlardan isteme hususunda geri duran insanlarin ihtiyaçlarini giderme adına mükemmel bir buluş

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıda Sadaka Taşı Oldugunu Biliyor Musunuz

Eski 08-23-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıda Sadaka Taşı Oldugunu Biliyor Musunuz



Osmanlı'da sadaka taşları varmış, ihtiyacı olan sadaka taşının üzerindeki keseden, yabancı elçilerin de şaşkın ; şehadetleriyle, sadece ihtiyacı kadarını alırmış Aynı şey yolların üzerinde vakıflar tarafından kurulan konaklarda da uygulanır, yolcu eğer ihtiyacı varsa yatağının başucundaki keseden alabilirmiş Binitine ücretsiz bakılır, ücretsiz üç gün yemek verilirmiş
Eskiden "Kapıyı kapat!" denilmezmiş Allah (cc) kim-! senin kapısını kapatmasın diye düşünülürmüş "Kapıyı ( ört, ya da sırla" denilirmiş Kapının kapanmadan yavaşça örtülmesi edebdenmiş
"Lambayı söndür demezlermiş Allah (cc) kimsenin ışığını söndürmesin "Lambayı dinlerdir" derlermiş Lamba yakılmaz, uyandırılırmış Uyuyan birisi uyandırılmak İçin sarsılmaz veya adı ile çağırılrnazmış "Agah ol erenler" derlermiş Nezaket, incelik, edeb her işin başı imiş de ondan Ona eren uyanık olurmuş İnsanların sözü kesilmez, işaret ve işmar edilmez, fısıltılar, gizli konuşmalar hoş karşılanmazmış
Hanımlar "Efendi" derlermiş beylerine, "siz" derlermiş Hanımefendiliklerini gösterirlermiş Gezerken yere yumuşak basılır, ses çıkarmamaya çalışılırmış Yerdeki haşerata basmamaya özen gösterdiği ' için, adı "Karınca basmaz Efendiye çıkan insanlar varmış
Kapıdan çıkarken arkasını dönmemek, geri geri çıkmak edebmiş Kapı eşiğindeki ayakkabılar, dışarıya doğru değil, içeriye doğru çevrilirmiş "Git bir daha gelme!" der gibi değil de "Gitsen de ayağının yönü buraya dönük olsun" eler gibi dizilirmiş
Canlı cansız her şeyin bir hatırı varmış Bediüzzaman, kendisine arkadaşlık eden, vefa gösteren eski elbisesinden bir parçayı koparıp alırmış Yumurtayı ucundan, çok az kırar, fazla kırmayı tahrip olarak düşünür, tahribin hiçbir türünü sevmezmiş
Eskiler hayatı o kadar nurani, o kadar temiz, o kadar manâlı yaşarmış
"Komşuya hatır soran sıra sıra terlikler, Ölçülü uzaklıkta yakın beraberlikler" diye tarif eder Üstad N Fazıl bu hali
Eskiler "Edeb Ya Hu!" derler, Onu görüyor gibi yaşamaya çalışırlarmış O varken başkasına bakmaz, Onu unutmuş gibi hallere girmezlermiş Ezel ve Ebed Sultanı'nın huzurunda nasıl hareket edilmesi gerekiyorsa öyle hareket etmek isterlermiş "Bizi takip eden, her halimizi perdesiz, en¬gelsiz gören, şu anda bizim durumumuza bakan Allah var!" der gibi, o mânâyı hatırlatmak İçin her yere "Edeb Ya Hu!" yazarlarmış "Allah'ın huzurunda edeb" demekmiş bu insan nerede olursa olsun Allah'ın huzurunda değil midir?

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıda Sadaka Taşı Oldugunu Biliyor Musunuz

Eski 08-23-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıda Sadaka Taşı Oldugunu Biliyor Musunuz



Sadaka TaşlarI"

Sadaka vermenin zarif yöntemi


Dedelerimiz onur ve vakarından dolayı ihtiyaçlarını kimseye açamayanlar için ince ve farklı bir yardım metodu geliştirmiş: Sadaka Taşları
Türk Milleti, milli hasletlerindeki yüksek değer ölçüleriyle İslam Dini'ni özümleyişi ve ulaştığı sentezle insan, son derece önemli sevgi ve saygı odağı haline getirmiştir Bunun olumlu tezahür ve tecellileri olarak da, kültür, tefekkür ve medeniyet tarihine yeni usul, vasıta, kurum ve kuruluşlar armağan etmiştir
Osmanlı iffet ve hayâsından dolayı fakirliğini gizleyenler; onur ve vakarından dolayı ihtiyaçlarını kimseye açamayanlar için, ince ve farklı yardım, destek ve himaye yol ve metotları bulunmuştur Onlara "alan el" olmanın utanç ve ezikliğini yaşatmamak için, gayet zarif yardım şekilleri geliştirmiştir Böylece "alan el" hicaptan, "veren el" de gurur ve riyadan korunmuştur İşte, her türlü tebrik ve takdire layık yardımlaşma vasıtalarından birisi, hatta bir bakıma birincisi, "Sadaka Taşları"dır
Sadaka Taşları", Türk mahallelerinin birer centilmenlik anıtıdır Olanca güzelliklerine ve zarafetine rağmen değişen şartlar sebebiyle giderek ihmal edilen, zamanla unutulup mukadderatına terk edilen bu fazilet abideleri konusunda bu güne kadar geniş çaplı bir araştırma yapılmamıştır


Mermer sütunların ardında bekleyen bağışlar

"Sadaka Taşları", farklı çap, ebat, şekil ve türde olmakla beraber genellikle beyaz renkli, silindirik, çoğu antik mermer sütunlardır Yere, dikine gömülmüşlerdir
Yerden yükseklikleri genellikle 120-130 cm kadardır Ama çevrelerinde uzun yılların getirdiği zemin dolma veya aşınmaları ile bu yükseklik değişebilmektedir Çoğunluğu da dolguları sebebiyle daha kısa görünmektedir
Günümüze çok azı ulaşabildiği için sayıları hakkında kesin rakam vermek mümkün olmayan "Sadaka Taşları"nın üç beş semtte bir adet bulunduğu düşünülüyor Genellikle gözden, kalabalıktan uzak; el-ayak çekildiği saatlerde vereni, alanı bulunan bu görevli taşların daha çok şu mekânlarda bulundukları tespit edilmiş durumda:
1 Üç beş semtin birleştiği bir köşede Üsküdar İmrahor'daki örnekte olduğu gibi
2 Fakir, muhtaç, hasta insanların barındığı yapıların önünde Üsküdar Miskinler Tekkesi'ndeki gibi

3 Yardım, adak niyetiyle gidilen bazı tekke, dergah, zaviye, mezarlık, türbe gibi sınanmış yerlerin yakın çevresinde Konya'daki Gevraki Hoca Türbesi'nin de bulunduğu Yağlıtaş Mezarlığı köşesindeki; Bulgur Tekkesi'ndeki İşkal aman (Şeyh Elman) Türbesi önündeki; Kadınhanı'ndaki "Yeşil pabuç" örnekleri gibi
Konya Mevlana Müzesi'nin batı avlusundaki (hamüşanındaki) madeni paraların atıldığı Şeb-i Arus Havuzu da bu gruba girer
4 Bulaşıcı hastalığa duçar olanların bulundukları yerlerde Bulaşıcı hastalığa yakalanmış hastalara yardımda bulunurken bulaşma tehlikesi göz önünde bulundurularak, yardımların ulaşmasında Sadaka Taşları kullanılmıştır Miskinler Tekkesi'ndeki gibi
5 Mescit, cami gibi mabetlerin yakın çevresinde Daha çok avlunun bir kenarında veya camiin köşesinde Yahyalı (Kayseri)'deki Şeyh Yahya Türbesi ile yanındaki Ulu Cami'nin müşterek avlularındaki ile, Konya Sarıyakup Cami'nin harem kapısı önündeki örnekleri gibi


Muhtaç olduğunu alan kanaatkâr fakirler

Sadaka Taşları'na yardımlar iki türlü yapılıyordu:
1 Nakdî: Para yardımı özellikle uçup kaybolmaması için de kağıt para (kayme) yerine madent paralar bırakılarak gerçekleşirdi
2 Aynî: Giyim, kuşam eşyaları ve çeşitli besinler bırakılırdı
Yaşlıların anlattıklarına göre buradaki enteresanlık, fakir ve muhtaçların taşta birikenlerden sadece ihtiyacı olan şeyleri ve muhtaç olduğu miktar kadarını alarak, diğerlerini başkalarına bırakmaya özen göstermeleridir Bu kanaat ve diğer-gamlık her türlü takdire layıktır Burada dikkati çeken bir nokta da, bir semtin fakirlerinin başka bir semtin Sadaka Taşı'na; başka semtin fakirlerinin ise bu semtinkine gelip, ihtiyaçlarını karşılayabilmeleridir

Günümüzde Sadaka Taşlarının büyük kısmı bir kenarda unutulmuşlardır Bir kısmı da, değişen dünya şartları ve sosyal, kültürel hayat sebebiyle kullanılmaz hale gelmişlerdir Sadece yaşlıların yorgun hatıraları arasında kalan taşlar, yanlış belediye faaliyetleri; istimlâkler, yol, meydan, kaldırım çalışmaları sırasında ya bir kenara yan yatırılıp veya ters yüz edilip itilmişler veyahut da tamamıyla yok olup gitmişlerdir Kullanılmadıkları için neye yaradıkları bilinmediğinden kıymeti ve görevi idrak edilemeyen bu fazilet abidesi taşlarımızdan mevcut olanlarının koruma altına alınması; adının ve görevinin bir etiketle belirtilmesi; yeni nesillere tanıtılması gerçekten takdire şayan bir hizmet olacaktır
Çeşitli vakıflarca yönetilen imâret, aşevi, hânigâh, zâviye, han, kervansaray gibi daha birçok yardımlaşma ve dayanışma müesseselerinin yanı sıra "Sadaka Taşları", yaygın uygulama alanı sayesinde farklı, renkli ve zengin bir el ele, gönül gönüle verişi sembolize ediyordu
Aziz Türk Milleti'nin kültür ve medeniyet tarihinde övüneceği hiçbir şeyi olmasa bile, insanı onore etme konusunda gösterdiği, "sadaka Taşları"yla sembolleşen incelik ve zarafetinin, övünmeye yeterli olduğuna inanıyoruz

Sevgili Yard Doç Dr Hasan ÖZÖNDER den alıntıdır araştırmaları için binlerce teşekkürler


Elimde ve benim araştırmalarımda elde ettiğim ve sevgili woTurkey dostlarınında destekleyeceği Konyadaki Sadaka taşlarını burada toplamak Konya başlığında en güzel yerini alacağına inanıyorum


Fotoğraf arşivimde tesbit ettiğim Meram köprüsü başındaki sadaka taşı şimdilerde yok



(+)

Ferhuniye Beşarebey Camii girişinde ki sadaka taşı


(+)




(+)

Hacı Fettah Camii Karşısındaki Taatlı su çeşmesi yanındaki Sadaka taşı


(+)




Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıda Sadaka Taşı Oldugunu Biliyor Musunuz

Eski 08-23-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıda Sadaka Taşı Oldugunu Biliyor Musunuz



SADAKA TAŞI
Tanyeri ağarmış, duru ve tertemiz havada parlak yıldızlar seçiliyordu, iki ay önce yağan kar yoğunluğunu kaybetmeden, kuru zemheri ayazında tozlaşmış ve uçuşuyordu Camiden çıkar çıkmaz soğuk, iliklerine işleyivermişti En çok da dizindeki kurşun yarası üşürdü, sanki dizinin içinde kalan kurşun bütün soğuğu emiyor sonra bütün bacağını soğutan bir buz parçasına dönüyor, ayağının aksamasını artırıyordu Bu kurşun yüzünden kurtuluş savaşında şehitlik nasip olmamış ve zafer sevincini yaşayamamıştı Adımlarını hızlandırdı Ocağım beni ısıtır, dedi İçindeki kasvet dağılmamıştı, her gün taze bir başlangıçtır Bu gün inşallah dükkâna bir müşteri gelir, umudunda yürüyordu Bu yıl kış çok erken gelmiş kar ve soğuk Konya’yı teslim almıştı dört aydır köy yolları çevre yollar kapalıydı gelen giden, alışveriş yapan yoktu Kışın ortasında kim ne yapsın nalı, beli, çapayı, küreği Bu düşünce içini yine bunalttı, Yinede onu, ümit yaşatıyordu, geçen cuma hutbesinde hoca efendi bu konuyu anlatmıştı Allahın Rahmetinden ümidinizi kesmeyin
Yusuf aksayarak yürürken yazgısını düşünüyordu Bozkır’lı fakir bir ailenin ortanca oğlu idi Dağda ekecek toprakları çok azdı, geniş aileyi geçindirmek zordu onu küçük yaşta, karın tokluğuna bir nalbanttın yanına çırak vermişlerdi Askerliğe kadar çalışmış, seferberlikte sevinçle vatan görevine koşmuştu ordunun atlarına nal yetiştiriyor bazen de cephede savaşıyordu, ama dizine giren kahpe kurşun onu arkadaşlarından ayırdı Şimdi artık o bir harp malûlü idi köyde ne iş nede para vardı Kendisi gibi garip Meryem’le evlenmiş şehirde iş vardır diye, Konya ya göçmüşlerdi Buldukları iki odalı ve izbesi olan kerpiç eve yerleştiler tek servetleri olan ala ineği izbede besliyor, geçimlerine az da olsa katkısı oluyordu
Konya ya göçeli bir yıl bile olmamıştı geçen bahar gelmişler, Gevrâki hanındaki küçük dükkânı vakıf tan çok ucuza kiralamış ve işe koyulmuştu Kimseyi tanımıyordu, Konyalılar çok yardım sever insanlardı tanınsın müşteri tutsun diye yerli esnaf destek olmuş ona müşteri göndermişlerdi, bütün kazancını malzemeye, hurda demire ve kömüre yatırmıştı
İşler yoluna girmek üzereyken erken gelen kış, her şeyi altüst etti Evi için gerekli kış hazırlığını yapamamıştı, köydeki akrabalarından gelen az miktardaki un, mercimek, nohut fasulye ve bulgur bitmek üzereydi Karısı yokluğa alışkındı belli etmiyor ve adına yaraşır bir tevekküldeydi Komşularına bile halini belli etmezdi ikramları bile geri çevirir, niyetlim derdi Karı koca bir aydır oruçluydular Dükkâna gelmişti Hemen ocağını körükledi, dükkânda işlenmemiş demir de azalmıştı kömür biraz daha idare eder diye düşündü Acaba alan olurmu düşüncesi ile her gün yeni bir şey imal ediyordu Kapı kol demirleri, sürgüler, kalas çivileri, ip kazıkları, muhtelif çapalar, açık kapalı nallar, kova sapları Bu soğukta boş durulmaz dedi işe koyuldu Hem düşünüyor hem çalışıyordu
Geldiğini görmemişti kalın sesi ile ürktü
—Esselamü Aleyküm usta kolay gelsin
Kapıdaki adam uzun boylu zayıf, saçı, sakalı simsiyah, sade giyimli, döşü açık, esmer, yüz hatları keskin, kalın kaşları çatık, mavi gözleri ürpertici ve esrarengizdi Uzun saçlarını başına sarık gibi dolamıştı Elinde uzun ve kalın bir âsası vardı
Ürkerek selamını aldı Hayırdır inşallah dedi içinden
Adam içeri girdi gözlerini Yusuf un gözlerine dikti, bakışları ürkütücü idi, sanki Yusuf un beyninin içine bakıyordu Çok ciddi bir ifade ile:
Biliyonmu usta …Taşların hepsi ölmüş Kanları kaçmış Bembeyaz kesilmişlerTaşlar ölmüş…Bu ayazda kaskatı duruyorlar…Ölmüşler… Dedi
Yusuf irkildi hiçbir şey anlamamıştı, birazda korkmuştu
Deli dedi içinden deli ye çattık sabah sabah
Adam sanki içini okumuş gibi hiddetlendi
—Ne delisi be adam Ben sana taşlar ölü diyorum duymadın mı?
Yusuf un korkusu artmış ne diyeceğini şaşırmıştı Bakakaldı
Adam: Bekle dedi Tekrar geleceğim… Ve dönüp gitti…
Yusuf elindeki çekici bütün gücü ile sıkmaktan elinin uyuştuğunu fark etti, parmakları gevşerken dizleri titriyordu
Hayırdır İnşallah dedi Adamın gözlerini unutamıyordu

Adamın kim olduğunu nereden geldiğini kimse bilmiyordu adını sorana söylemezdi,
Konyalı esnaflar saçlarından dolayı ona SAÇLI HOCA derlerdi Meczup olarak bilirler, pek ilişmezler ve hoş tutarlardı, hiç dilenmez, her şeyi kabul etmezdi Esnaflar arasında dolaşır,
Cemaatle namaza devam eder, bazen safta kendinden geçer gözyaşları ile namaz kılardı Canı istediği zaman kısa süreli çalışır verilen her işi kusursuz yapardı
Sabah oruçlu olduğunu söyler ama ikindi vakti orucunu yediği olurdu
Orucunu neden bozdun diye soranlara kızar
—Mide orucuydu ondan bozdum, sana ne… Diye çıkışırdı
Saçları ile ilgili sorulara hiç cevap vermezdi, saçlarının uzunluğu beline kadardı ve devamlı başının üzerine dolar bu görünüm onu daha da esrarengizleştirirdi
Bir seferinde gözlerini siyah bir bezle kapatmış bir hafta gece gündüz, âma gibi, elindeki değneğinin yardımı ile dolaşmıştı
Soranlara… Gözlerime ceza verdim Orucumu bozdulardemişti
onunla en çok konuşan Fahri Efendi Hazretleri idi ,bazen dergahtaki odasında baş başa görüşürler ikisi de ne konuştuklarını söylemezlerdi
Fahri Efendi, saçlı hoca için; Derviştir, meczup bilin, hoş tutun, ilişmeyin derdi
Bu günlerde saçlı hoca hareketlenmiş her yere girip çıkıyor, esnafları dolaşıyor, sabah namazlarını her gün bir başka camide kılıyor, kabirlerin arasında ve mahalle aralarında dolaşıyor, çocuklarla konuşuyor, bazen ortadan kayboluyor, tekrar görülüyordu
Devamlı ölü taşlardan söz ediyor, kimse buna bir anlam veremiyordu
Esnaflara çıkışmaya başlamıştı Sabah namazlarını cemaatle kılın camiye gidin, dışarısı soğuk diye tembellik etmeyin, taşa toprağa fakire nazar edin
Ölü taşların çoğu gömülü Çıkartın diriltin
Taşları öldürdünüz… Sizde öleceksinizDefteriniz dürülecekTemelli öleceksinizBunu uzun zaman söylemiş sonra da
—Bu cuma sabah namazına Hacı Fettah camisine gelmeyenin ruhu ölecek, ruhu ölecek…
Sokak aralarında dolaşıyor aynı şeyleri tekrarlıyordu
Herkesi bu soğukta Hacı Fettah kabristanına bitişik camiye çağırıyor, üstelik korkutuyordu
Çarşı esnafı, mahalleli tedirgin olmuştu
Fahri Efendi bilir sırrını deyip ona koştular O da bir anlam verememişti çünkü bir gün önce hışımla dergâha gelmiş ona da aynı şeyleri söyleyip gitmişti
Meczupların ısrarında hikmet vardır, Cuma günü sabah namazını Hacı Fettah ta kılalım,
Görelim Mevlâ neyler neylerse güzel eyler Demiş Tüm esnaf ve halkta buna uymuştu
O gün Hacı Fettah Camisi sabah namazında tamamen dolmuş, fakat saçlı hoca yoktu Herkes bir anlam verememişti
Cami çıkışında, kapının önünde, elinde asası, her yeri kar ve çamura bulanmış, başına topladığı siyah saçları açılıp darmadağın ve beline kadar sarkmış, soğuktan bembeyaz olmuş yüzü ve o sabit bakışları ile duruyordu Cemâat şaşkındı,
Saçlı hoca, Fahri efendiyi görünce elinden tuttu, sessizce camiye bitişik mezarlık duvarının yanına götürdü Taş duvarın altı oyulmuş kar ve toprağı temizlenmişti duvarın altında uzunca, yuvarlak bir mermer sütün vardı
—işte dedi Ölü taş burada buraya gömmüşler O nu diriltin… Bunu söylerken sesi boğuklaşmıştı, gözleri yaşarmıştı
Fahri Efendi birden saçlı hocaya sarılıverdi, başını saçlı hocanın göğsüne dayadı, ağlamaya başladı, bir yandan,
—Vay benim sırlı dervişim bumuydu kaç gündür derdin, şimdiye kadar anlayamadım, affet beni… Diyor ona daha sıkıca sarılıyordu
Cemaat bir kez daha şaşkınlığın suskunluğundaydı
Kısa boylu bembeyaz sakallı şeyh ve uzun ince boyu ve beline kadar dökülmüş saçları ile iki zıt adamın sarmaş dolaş ağlaşmaları Onları büyülemişti
Fahri Efendi saçlıyı elinden tuttu, cemaate
—Girin camiye size anlatacaklarım var dedi
Ve başladı anlatmaya…
Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’inde birçok yerde ve defalarca, bizlere hakiki Müslüman olmanın yollarını göstermiş, Müslümanları tarif etmiş ve: Onlar ki namaz kılarlar, oruç tutarlar ve kazançlarından zekât verirler, sadaka verirler, komşularına akrabalarına yardım ederler,
Çalışamayacak durumdaki miskinleri, yetimleri ve halini kimseye söyleyemeyen, fukara-i sabirîn yani sabreden fukaraları bulup doyururlar Ve bunu sadece Allahın rızasını kazanmak için yaparlar ve verdikleri için gururlanmaz, kimseye söylemezler
Sağ ellerinin verdiğinden sol ellerinin haberi olmayacak şekilde davranırlar Der
Bunu bilen ve tam olarak idrak etmiş olan Büyük ve Asil Ecdadımız, Müslüman Türk
Asaleti, fazileti, necabeti, ahlâkı, tefekkürü, hassasiyeti ile en güzel çözümü bulmuş Ve sadaka taşlarını düşünmüş ve uygulamıştır
Farklı çap ebat şekil ve türde olmakla beraber, genellikle beyaz renkli; silindir şeklinde ve çoğu eski dönemlerden kalan ve insan gözü hizasında olan sütunlar bulunup, şehir ve kasabalarda; Çeşme civarı, cami yanı, hastane güzergâhı, tekke önü gibi herkesin gelip geçerken rahatlıkla görüp ulaşacağı yerlere dikine yerleştirilmiş Bazılarını
İse daha büyük bir hassasiyetle, vereni de alanı da kimsenin göremeyeceği tenha yerlere koymuşlar ve bu taşlara
SADAKA TAŞI Denmiştir
Bu bakımdan sadaka taşları, necip milletimizin ruh derinliklerinden gelen, ince düşüncesinin
Olgunluğunun, insana olan saygısının taşa sirayeti, taşta tecelli ve tezahürüdür
—Ey cemaat… Bilirsiniz
Konya ya ışık ve renk veren hak ve hakikat güneşi Mevlana’nın yüksek mesajları ile
Konyalı şuna inanır:’’ Bir insanın kalbini kırmak, Kâbe-i Muazzama’yı yıkmaktan çok daha büyük günahtır Çünkü Kâbe, Azer’in oğlu İbrahim peygamber tarafından, taştan, çamurdan yapılmıştır Tarihi boyunca çeşitli sebeplerle yıkılıp yeniden yapılmıştır Amma…
Müminin kalbi nazargâh-ı İlahi’dir Yere göğe sığmayan yüce Allah’ın sığındığı tek beyti yani evidir Bu yönden müminin kalbi Kâbe’den çok daha değerli ve mübarektir
Kişilerin gönlünü, kalbini, izzet-i nefsini, onurunu, vakarını, kişiliğini değil kırmak, incitmek bile yanlıştır Bunu idrak eden ecdadımız, evinden çıkarken vereceği sadakayı, hayrı, avucuna veya kolunun altına alır, sadaka taşının yanından geçerken onu yavaşça kimseye göstermemeye gayret ederek, bırakıp uzaklaşırdı Bırakılanlar daha çok para idi ama çeşitli türde yiyecek ve eşya da olabiliyordu
Herkes işine dalıp, sokaklar tenhalaşınca başka semtin fakirleri gelip bu semtin
Buranın fakiri ise başka bir semtin sadaka taşına giderek taşta birikenlerden, sadece
O günkü ihtiyacı olan miktarda parayı alıp uzaklaşırlardı Fakir, diğer muhtaçları da düşünerek, Kalanını onlara bırakıyordu
Böylece alan el veren el belli olmuyor, gurur, kibir, eziklik ve mahcubiyet ortadan kalkıyordu
Deprem, sel, felaket, kıtlık kötü hava, insanları muhtaç duruma düşürür işte o zaman bu taşlardaki sadakalar yaraya merhem olurdu
—Ey cemaat
İşte bu nakış gönüllü, saçlı dervişimiz bunu bize aynı nezaketle anlatmak istedi, ama bu güne kadar anlayamadık O duvarın altındaki taş eskilerin sadaka taşıdır Doğrudur, ölüdür Şimdi bize yakışan bu taşları bulup diriltmektir aslına döndürmektir
Cemaat ağlıyordu, saçlı hocaya sarılıp af dileyenler vardı O ise sessiz ve mahcup tu
Konya seferber oldu, köşe bucak sadaka taşı arandı, bulunanlar ihyâ edildi, lüzumlu görülen yerlere yenileri kondu
Her gün önünden geçip gittikleri ‘’Bu taşın burada ne işi varda konulmuş’’ Denilen taşların ne olduğu anlaşıldı
Saçlı hoca, canlanıvermiş yüzündeki kasvet dağılmıştı Fahri Efendi fakir ve muhtaçları bulup, haberdar etme işini saçlı hocaya vermişti Hoca bunların sırrını saklamakta eşsizdi
Ayrıca devamlı esnaf arasında dolaştığı için herkesin durumunu da bilirdi
Mahalleleri dolaşıyor zengin fakir herkese adres tarif ediyor, kimin alacağı kimin vereceği belli olmuyordu Kadınlarda coşmuştu Kimileri askerden dönecek oğlu için taşlara börek adıyor, bazıları çorap, atkı örüyor kararınca hizmete katılıyorlardı
Saçlı hoca o günlerde uğradı Yusuf’un dükkânına
Bu sefer Yusuf saçlıyı kapıda görünce korkmadı
Saçlı hoca selam vermiş, yarın yatsı namazında Şeyh Elman (ışgalaman) camisinde ol, tekrar uğrayacağım demiş ve ayrılmıştı
Yusuf olanları biliyordu, saçlının dükkânına uğramasından buruk bir sevinç duymuştu
Yusuf ve Yusuf gibi onurlu fukaraların gönlü genişlemiş, geçim sıkıntıları kalmamıştı
Yusuf ‘un evinde mütevazı ocağı tütüyor ve asla israfa kaçmıyorlardı
Soğuk kar ve kış’ la gelen sıkıntı atlatılmış Bahar eriyen karlarla bereket getirmiş, otlar ekinler diz boyu uzamış ağaçlar meyve yükü olmuş, alışveriş artmıştı Yusuf sadaka taşlarından aldıklarını kuruşuna kadar kaydetmiş ve beş katını mümkünse on katını vermeyi adamıştı
İşleri açıldı, büyük bir azimle çalışıyor ve asla sadaka taşlarını unutmuyordu
Artık alan el, veren el, olmuştu Saçlı hoca ile beraberce gönüllü çalışmışlardı
Köyünü unutmadı caminin köşesine yaptırdığı taşı diktirdi, köylülere sadaka taşının ne olduğunu gözyaşları ile anlattı
Saçlı hocanın ökseği Anadoluda ki küllenen ateşi canlandırmıştı
Saçlı Hoca O günlerin mutlu telaşlarında sır oldu, Bir gün nasılsa döner, derviştir âdetidir dediler, telaşlanmadılar


Bütün Anadolu’yu esir alan zorlu kış Erzurum’da bu yıl daha zorlu geçmiş, geç gelen bahar yüreklere su serpmişti
Hasankale’ye bağlı Alvar köyü imamı ve Ruslarla giriştiği çete savaşları ile’’ EFE ’’olarak ta bilinen, Koca şeyh Muhammed Lütfi Hazretleri, sabah namazından beri telaştaydı
— Uşaklar hazır olun, yolda misafirimiz var, yorgun ve karnı açtır Çorba, aş hazır edin ballı sıcak süt hazırlayın, canım, yoldaşım geliyor
Hane halkı misafire alışıktı ama telâşa alışık değillerdi Onu hiç böyle heyecanlı, görmemişlerdi Onlarda geleni merak ediyorlardı Efe’nin gözleri anayoldan köye doğru kıvrılan ince toprak yoldaydı
Nihayet beklenen misafir göründü, Efe Hazretleri onu köy girişinde karşıladı, esmer uzun boylu yağız adamın, gözleri yaşarmıştı mavi gözlerinde edep, hayranlık ve özlem vardı Hiç konuşmadan hürmetle şeyhin ellerini tuttu avuçlarını koklayarak öperken, gözyaşları döküyordu Şeyh Efendi de ağlıyordu kısık bir sesle, sadık Yunusum benim, evladım, yarenim
Hoş geldin özlemişiz seni diyor, özenle, sımsıkı taranmış ve ensesinden bağlanıp ceketinin içine uzanan siyah saçlarını koklayarak öpüyordu
Konuşacakları çok şey vardı yemek hazır oluncaya kadar, şeyhin hücresine çekildiler
Derviş Yunus, Konya’nın meşhur Saçlı hocasıydı Meczup görünümünden eser kalmamış, bakışları, yüz ifadeleri değişmiş, durgun ve olgun bir ifade gelmiş, yüzünün güzelliği ortaya çıkmıştı Alvar’ın çevre köylerinden birinde doğmuş, anası onun doğumunda ölmüştü Babası da genç yaşta ince hastalığa yakalanmış öleceğini anlayınca yetim kalacak tek oğlunu sağlığında, Efe Hazretlerine emanet edip, kısa süre sonra vefat etmişti
Asıl adı Memiş’ti, Efe hazretleri bu ana baba yetimini kendi oğlu gibi kabul etti, Taptuk Emre’nin Yunus’u vardı Sen de benim Yunus’um ol Adını Yunus koydum demişti
Hane de herkes onu benimsedi Dergâhta yetişti Arapça, Farsça, edebiyat, şiir, Kur’an bilimleri, hendese öğrendi Yetiştiğine karar verilince, görevi icabı Anadolu’nun yolunu tutmuştu
Efe Hazretleri Yunus un ellerini tuttu, özlemi hala geçmemişti
—Konya’dan Fahri Efendi gardaşımdan mektup aldım, görevini başarı ile tamamladığını öğrendim Aferin evlat Biliyorsun yeni bir devlet kurduk, senelerdir ihmal ve fakirlik çeken halkımızın her derdine devlet henüz yetişemez, kendimizden olan kayıpları bulup, çıkarıp devletin işini kolaylaştırmalı hemde Geçmişimizi yaşatmalı ve bir daha unutmamalıyız
Şimdilik dinlen, saçlarını kestir, sakalını kısalt onlar vazifen icabı idi, görevleri tamam oldu
Yunus’un yüzünde belli belirsiz sevinç dalgalandı belli etmemeye çalıştı
Bundan geri… Dedi Efe Hazretleri, bakışları derinleşti, yüzü gölgelendi, bundan sonra işler zorlaşacak Yunus can Dedi Zorlaşacak
Sadaka taşları işe yaramayacak Ahâlide, ahlak azalacak, bina çoğalacak, zina çoğalacak
Başka şeyler gerek
Odanın duvarındaki gömme dolabı açtı, büyükçe ve ağır bir kese çıkardı, yunus’un önüne koydu
Burada bin altın var Yunus can, memleketin her yerinden, bu derdi hisseden vatan evlatlarından geldi, büyük emanettir Sahip olacağından eminim
Şimdiki görevin Kayseri’de Orada Tüccar olacaksın sadık, dürüst, güvenilir, sevilir, yardımsever, Müslüman
Vakıf kuracaksın sadaka taşlarından daha çok iş görecek İşsize ekmek değil, iş verecek,
Okul verecek, fabrika verecek
—Bu günlük bu kadar şimdi dinlenme zamanı dedi
Hücreden el ele çıktılar…


Sadaka taşları araştırmalarına destek veren
hikaye sahibi Kemal Elitemiz beye teşekkürler

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıda Sadaka Taşı Oldugunu Biliyor Musunuz

Eski 08-23-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıda Sadaka Taşı Oldugunu Biliyor Musunuz



1970’li yıllarda Kütahya’da öğretmenlik yaptığım sırada, bir tarih dergisinden öğrendim ilk defa SADAKA TAŞI’nı… Prof Dr Süheyl Ünver’in bir yazısından Hoca, sadaka taşının ne olduğunu anlatmış
Boyu 1 - 2 m, çapı 30 cm civarında bir taş Çoğunlukla yuvarlak Üstünde küçük bir oyuk Bu oyuğa imkânı olanlar sadakalarını koyuyor, muhtaç olanlar da ihtiyacı kadar alıyor Yardım eden ve yardım alan birbirini görmüyor, bilmiyor, tanımıyor Daha mühimi, kamuoyu kimin sadaka verdiğini, kimin aldığını bilmiyor… Sanki kimse sadaka vermiyor ve kimse sadaka almıyor Zaten tenha bir köşede Kim görecek gideni Görse bile sadaka vermek için mi, almak için mi gittiği anlaşılamaz Cemiyetin sağlamlığına bakın, muhtaç olmayan almıyor, alan da ihtiyacı kadar alıyor
Daha sonra köyüme geldiğimde (Bilecik Kurtköy) Yukarı Cami önünde bu taşın bir benzerini gördüm Kimse ne işe yaradığını bilmiyor Köyün tenha bir köşesinde bulmuşlar ve getirip cami avlusuna dikmişler Kimsede ona ait hatıra ve bilgi yok Ama bu taşta bir şey olduğu hissedilmiş… Getirip cami önüne dikmişler Daha sonra iki tane daha bulundu Bir köyde üç tane
Kilitli kasaların soyulduğu, ince kapkaç becerilerinin arttığı, her gün yeni bir hırsızlık kurnazlığının, hokkabazlığının ve hilesinin ortaya çıktığı, şirketlerin, bankaların, devlet kasasının hortumlandığı bir devirde; reklâmı olmayacaksa zırnık verilmeyen bir devirde kolayca ulaşılacak bir yere para konması ve oradan da sadece muhtaç olanın ihtiyacı kadarını alması, kolay anlaşılacak bir şey değil…
Sadaka taşını Bilecik Anadolu Lisesi'ndeki öğrencilerime anlatmıştım Çok etkilenmişler Okuldan mezun olunca bir grup arkadaş, ona benzer bir yardımlaşma sistemi düşünmüşler aralarında Grup halinde Bilecik’te bir bankaya gitmişler Demişler, biz ortak bir hesap açacağız Bu hesaba imkânı olanlarımız para yatıracak, muhtaç olanımız da buradan istediği kadar çekecek Hesap tek, kimse kimsenin ne kadar yatırdığını ve çektiğini bilmeyecek… Kimin yatırdığı ve kimin çektiği de bilinmeyecek… Bir kişi kendi hesabına para yatırıyor ve alıyor gibi… Banka müdürü gülmüş bunlara… Hattâ alay etmiş Çok üzülmüşler ve kızmışlar Öyle ki, adamı dövmeye bile kalkışmışlar Neyse ki, düşüncelerini uygulamamışlar Dedim ya, bu devirde sadaka taşını anlamak bile kolay değil "Bir elin verdiğini öbürünün bilmeme" asaleti kaybolmuş bir kere
Bu sene köyümde kırlarda, yaya bir saat kadar mesafede bu taşın bir benzeri bulunmuş… Taş kırılmış Kırıklar, alnından vurulmuş şehit gibi, yan yana toprağa serilmiş Demek kırlarda bile sadaka taşı varmış
alıntı

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıda Sadaka Taşı Oldugunu Biliyor Musunuz

Eski 08-23-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıda Sadaka Taşı Oldugunu Biliyor Musunuz



1970’li yıllarda Kütahya’da öğretmenlik yaptığım sırada, bir tarih dergisinden öğrendim ilk defa SADAKA TAŞI’nı… Prof Dr Süheyl Ünver’in bir yazısından Hoca, sadaka taşının ne olduğunu anlatmış; çeşitli yerlerden birkaç tanesinin de resmini neşretmiş…
Prof Dr Süheyl Ünver’in
Sadaka Taşı


Boyu 1 - 2 m, çapı 30 cm civarında bir taş Çoğunlukla yuvarlak Üstünde küçük bir oyuk Bu oyuğa imkânı olanlar sadakalarını koyuyor, muhtaç olanlar da ihtiyacı kadar alıyor Yardım eden ve yardım alan birbirini görmüyor, bilmiyor, tanımıyor Daha mühimi, kamuoyu kimin sadaka verdiğini, kimin aldığını bilmiyor… Sanki kimse sadaka vermiyor ve kimse sadaka almıyor Zaten tenha bir köşede Kim görecek gideni Görse bile sadaka vermek için mi, almak için mi gittiği anlaşılamaz Cemiyetin sağlamlığına bakın, muhtaç olmayan almıyor, alan da ihtiyacı kadar alıyor
Daha sonra köyüme geldiğimde (Bilecik Kurtköy) Yukarı Cami önünde bu taşın bir benzerini gördüm Kimse ne işe yaradığını bilmiyor Köyün tenha bir köşesinde bulmuşlar ve getirip cami avlusuna dikmişler Kimsede ona ait hatıra ve bilgi yok Ama bu taşta bir şey olduğu hissedilmiş… Getirip cami önüne dikmişler Daha sonra iki tane daha bulundu Bir köyde üç tane
Kilitli kasaların soyulduğu, ince kapkaç becerilerinin arttığı, her gün yeni bir hırsızlık kurnazlığının, hokkabazlığının ve hilesinin ortaya çıktığı, şirketlerin, bankaların, devlet kasasının hortumlandığı bir devirde; reklâmı olmayacaksa zırnık verilmeyen bir devirde kolayca ulaşılacak bir yere para konması ve oradan da sadece muhtaç olanın ihtiyacı kadarını alması, kolay anlaşılacak bir şey değil…
Sadaka taşını Bilecik Anadolu Lisesi'ndeki öğrencilerime anlatmıştım Çok etkilenmişler Okuldan mezun olunca bir grup arkadaş, ona benzer bir yardımlaşma sistemi düşünmüşler aralarında Grup halinde Bilecik’te bir bankaya gitmişler Demişler, biz ortak bir hesap açacağız Bu hesaba imkânı olanlarımız para yatıracak, muhtaç olanımız da buradan istediği kadar çekecek Hesap tek, kimse kimsenin ne kadar yatırdığını ve çektiğini bilmeyecek… Kimin yatırdığı ve kimin çektiği de bilinmeyecek… Bir kişi kendi hesabına para yatırıyor ve alıyor gibi… Banka müdürü gülmüş bunlara… Hattâ alay etmiş Çok üzülmüşler ve kızmışlar Öyle ki, adamı dövmeye bile kalkışmışlar Neyse ki, düşüncelerini uygulamamışlar Dedim ya, bu devirde sadaka taşını anlamak bile kolay değil "Bir elin verdiğini öbürünün bilmeme" asaleti kaybolmuş bir kere
Bu sene köyümde kırlarda, yaya bir saat kadar mesafede bu taşın bir benzeri bulunmuş… Taş kırılmış Kırıklar, alnından vurulmuş şehit gibi, yan yana toprağa serilmiş Demek kırlarda bile sadaka taşı varmış
Prof Ahmet Akgündüz, Bilecik’te dekan olduğu sırada bir konferans vermişti Sadaka taşından da bahsetti Bilecik’te 3 tane olduğunu söyledi 3 tanesi her nasılsa görülmüş… Araştırılıp bulunmuş değil
Nüfus sayımı sebebiyle Bilecik’in Okluca köyünde de iki tane görmüştüm Aynı bizim köydeki gibiydi İnternete girdim bir de ne göreyim, Orta Asya’dan Balkanlar’a kadar insanlığın en kalabalık olduğu coğrafyada sadaka taşı var
Özel bir araştırma yapmadan bu bilgileri elde ettim Hem de kolayca Demek o kadar yaygın Belli ki, belli bir bölgeye ait değil Bir imana ait Osmanlı’nın hakim olduğu her yerde mevcut Sadaka taşını, "Bir elin verdiğini öbürü bilmemeli" emri (ve bu minval üzere olanlar) yonttu ve dikti…
Sadaka taşını icat eden ve yüzyıllarca kullanan bir millet ona bugün, uzaydan gelmiş bir madde kadar yabancı Kimse bilmediği gibi, ben dedemden dinledim, bu taş şu işe yarıyormuş gibi bir duyumu olan bile yok Ama Türkmenistan’da halâ yaşadığını gören var Millî Gazete’de neşredilen bir yazıdan öğrendim: “Aşkabat yakınlarındaki Göktepe şehitliğinde bulunan Kurbanmurat Türbesi’nin yanında bir de Sarıca Sofi’nin kabri vardı Kabrin baş ucunda bir kadın sabahın erken saatlerinde oturmuş Kur’an-ı Kerim okuyordu Kabrin yanında yuvarlak küçük bir taş, taşın altında kağıt ve madenî paralar gördük GAP inşaatın şoförlerinden mihmandarımız Çağrı beye sorduk Bize verdiği cevap çok enterasandı: 'Burada yatan muhterem zat, sizde Yunus Emre ne ise bizde Sarıca Sofi odur Ahmet Yesevî hazretlerinin talebesi olduğuna rivayetler vardır Derviş ve ozandır Birçok kimseye zor zamanında yardım ettiği rivayet edilir Yani o bir gönül sultanımızdır Kabrin yanındaki küçük taşa sadaka taşı deriz Ziyaretçiler, gönlünden geçen miktarda parayı taşın altına koyarlar İhtiyacı olan da gelir o parayı alır' Sarıca Sofî’nin ve bütün erenlerin ruhuna Fatiha okuyarak oradan ayrıldık” (Selâmi Çalışkan / Necmettin Çakmak; Millî Gazete, 23042005)
Cemiyetimiz nereden nereye gelmiş Şu hale bakın Soygun, gasp, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtekârlık haberlerini dinledikçe sadaka taşı aklıma geliyor Şu yüksek medeniyete bakın Asıl hayran olunması gereken, sadaka taşını icat eden cemiyetten çok, onu yoğuran ruhtur Bu sebeple, madem bir kere olabilmiştir, bir kere daha öyle bir cemiyet meydana getirilebilir
Sadaka taşlarının hizmeti bitmiş değil Bugün yeni bir vazife daha yapıyor Dün merhametin, şefkatin, inceliğin, zarafetin timsali idi, bugün de, cemiyetin dünle bugününü anlamada mihenk taşı… Daha mühimi Kendi insanî değerlerinin idrakinde olmadığı için başka “kriterler” peşinde koşanların abesini ve gülünçlüğünü ve tutunulmaya çalışılan "kriterlerin" hiçliğini de gösteren bir mihenk taşı…
Mihenk taşı; çakmak taşı cinsinden siyah bir taş; altın veya gümüş üzerine sürülünce, bıraktığı çizgilerden bu madenlerin saflık dereceleri anlaşılıyor Yani mihenk taşı, herhangi bir şeyin saflığını test ediyor Sadaka taşı da dünkü cemiyet meydanındaki güvenlik seviyesinin somut bir delili olarak, bugünkü “kamusal alanda” maruz kalınan tehlikeleri daha iyi anlama imkânı veriyor Gül gibi huzurlu bir hayat mümkünken, sokaklarda ürkek bir tavşan olmaya mahkûm edildiğimizi öğreten, dünle bugünün itirazı mümkün olmayan netlikte "somut" olarak gösteren bir mihenk taşı
Sadaka taşı hakkında benim gördüğüm en eski yazı 1967 tarihli Bundan önce dikkati çeken olmadığını kabul etsek bile aşağı yukarı 40 yıldır gözler önünde Yeraltından çıkardığı fındık kadar taşları bile müzeye koyan zihniyet, sadaka taşına “Fransız” kalmış Bizdeki her tarihî eseri dışarıya kaçıranlar da öyle Çünkü o, alelade bir taş değil Görenler, diğer tarihî eserlerde olduğu gibi demek eskiden böyle bir taş da varmış deyip geçemeyecek Her an, “lisan-ı hal” ile konuşacak ve onları tedirgin edecek olan bir "kürsüyü" nasıl koysunlar müzeye? Sömürgeci Batı hele, hiç koyamaz Eşkiya ininde sadaka taşı, olacak şey mi? O, miadı dolmuş bir taş değil, vazife başında olan bir mihenk taşı
Batılı, kendisinde olmayan bu değere karşı sessiz kalabilir, onu görmezden gelebilir Ama hiçbir cemiyet, kendi değerlerini inkâr ederek, yok farzederek bir yere gelemez Böyleleri kimseden de saygı göremez; herkes tarafından küçümsenir Kendisi bile kendisine saygı gösteremez
Sadaka taşı, “bir elin verdiğini öbürü görmemeli” buyuran Kâinat Efendisi’nin (bu minval üzere olanlarla beraber), asırları aşan mucizesi Emrin uygulanabilirliğini, bütün cemiyeti sarabilirliğini gösteren bir mucize Onun için mihenk taşı Türk milletine, onu icat etmek ve asırlarca kullanmak şerefi yeter! Bir şeref varsa vebali de vardır Başımızı taşlara vurmadan, sadaka taşından ders alalım

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.