|  | Mizah Ve Kültür |  | 
|  12-20-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Mizah Ve KültürMizah Ve Kültür mizah nedir - yazılı mizah - sözlü mizah - osmanlı kültüründe mizah - keloğlan yazılarında mizah Mizah ile kültür arasında bağlantılar kurmak için, önce bir takım tanımlar gerekir  Mizah nedir, kültür nedir diye sorduğumuzda önümüze bir yığın tanımlar çıkacaktır  Ve de olsa mizah ile kültür, tanımlara sığmaz kaygan konuların başında yer alırlar  Mizahın ele avuca sığmaz yapısı bilinir  Neredeyse her yazar-çizer, mizaha yeni bir tanım getiriyor gibidir  Özellikle kültür alanında getirilmek istenen her tanım, yeni görüş ayrılıkları yaratmakta gecikmemiştir  Çağına, ülkesine ve dünya görüşüne göre, başka başka ögelere, terimlere dayandırılarak kültür tanımlanmak istenilmiştir  Kültür, çağların gündemine göre, ?Olan-Olmayan? sınıflaması ile sürekli bir tartışma alanı yaratmasını bilmiştir  Kültür, insan türünün içsel niteliklerinden ?Olandır-Olmayandır?  Kültür, sonradan öğrenilen ?Olandır-Olmayandır? gibi  Bu sınıflama giderek içsel Olandır-Olmayandır terimlerine dönüşür  Kültür daha sonra, uygarlık ?Olandır-Olmayandır? alanlarına dönüşür  Kültür, yüzyılımızda ?Laik Olandır-Olmayandır? tartışmasını yaratır  Bu tartışma kültür ?Maddi Olandır-Olmayandır? tartışmasını birlikte getirir  Günümüzde kültür, ?Doğal Olandır-Olmayandır? çatışmasını günmede taşımıştır  Yüzyıllarca önce küçük insan gruplarının özelliklerini işaret eden kültür, günümüzde bir çok ülkenin ortak paydası durumundadır  Avrupa Kültürü gibi  Dünya küreselleştikçe kültür terimlerinin kayganlığı çoğalmaktadır  Bir fıkra ile özetlemek gerekirse, Nasreddin Hoca?nın ?eski ayları kırpıp kırpıp yıldız yaparlar? örneği, toplumların eskittikleri teknolojileri, uygarlıkları kendi kültürlerinin bir parçası sayarlar  Kültür alanı öylesine kaygan ve tartışmalıdır ki, Bektaşi?nin ?sen buna yok diyeceksin ama bir türlü söylemeye dilim varmıyor? fıkrası akla geliyor  Mizah ve kültür konularının bu kayganlığı yetmezmiş gibi, bir de aralarında bağlantılar kurmaya çalışmak, iki arabaya birden binmeye benzetilebilir  Bu iki kaygan alan arasında soyut ilişkiler aramak yerine acaba mizah ile kültürü ilgilendiren daha somut başlangıç noktaları bulabilir miyiz? Mizah ve kültür alanında bize bir tarih boyutu verebilecek bazı kilometre taşlarından söz edebilir miyiz? Örneğin, mizah alanında yeryüzünde görülen en büyük değişim, sözlü mizahtan yazılı mizaha geçiş sürecidir  Hemen her ülke, yazılı mizaha geçiş sürecinde, sözlü mizahla birlikte kendi öz motiflerini yitirmenin sorunlarını yaşamaktadır  Sözlü mizahın yerini yazılı mizah aldıkça, ülkeye özgü motifler silinmekte; yeryüzü için daha ortak motifler gündeme gelmektedir  Bir ülkenin kendi motiflerini yitirmesi, karşılığında daha ortak motiflere geçiş, yalnız mizahın değil, kültür alanının da doğal konuları arasında yer alır  Yani, mizah ile kültürün ortaklaşa paylaştığı alanlardan söz edilebilir  Bir mizah ürünü ile kültür arasında belki bağlantılar kurmakta zorlanabiliriz  Ancak mizah ile kültürü bir akış içinde izlersek, bu iki nehir arasında anlamlı paralellikler ortaya çıkıyor  Konumuzu örneklerle sürdürelim  Sözgelimi, yazılı mizah sürecinde Osmanlı mizahı büyük kayıplara uğrar  Bu, mizahın genel bir sorunudur diyebiliriz  Fakat aynı zamanda kültürün de bir sorunudur  Her sözlü mizah, yazılı mizaha geçerken, belli bir oranda, değişime ve kayba uğrayacaktır  Bunu olağan saymak gerekir  Sözlü mizahın gizliliği, uçuculuğu, rahatlığı, yazılı duruma geçişte Avrupa mizah dergiciliği, karikatürleri, fıkraları mizah hikayeleri ile ön sıraya geçiyor  Osmanlı mizahı da benzer bir süreci yaşamıştır  Hatta bunun dışında özel kayıplar sözkonusudur  Nitekim, Abdülhamid?in 32 yıllık uzun saltanatında, çok titiz bir sansür uygulaması, halkın dağarcığındaki mizah yükünü gazetelere, dergilere, kitaplara aktarmasını engellemiştir  Hatta, Abdülhamid?in Karagöz perdesini sürekli desteklediği, koruduğu halde, onun iktidarında Karagöz oyunları yazıya geçirilmemiş, sadece Ermenice ve Rumca bazı baskıları yapılabilmiştir  İkinci Meşrutiyet?in ardından gelen Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı aydınlarını ekin başakları gibi biçmiş, bir toplumu adeta belleksiz bırakmıştır  Öyle ki, Cumhuriyetin mizahcı kuşakları, çocuk dergilerinde başlangıç yapmışlardır  Bu örnekte görülen kayıp, aşağı yukarı hemen her ülkede yaşamıştır  Ayrıca bu kayıplar, kültürün genel akışı yönünde gerçekleşmiştir  Belki Meclis?in kapatılmış olması, Osmanlı?da kayıpların artmasına yol açmıştır  Ancak doğrultu, bütün diğer ülkelerin yönündedir  Ancak bu sırada şaşırtıcı bir gelişme yaşanır  Osmanlı İmparatorluğu?nun sonunda, sözlü mizahtan yazılı mizaha geçerken; Karagöz, Ortaoyunu ve Meddah sönükleşir, yitirilir  İşte bu sırada daha eski, bazı sözlü mizah örnekleri, yazılı mizahla birlikte yeniden parlamaya, bir bakıma yeniden doğmaya başlarlar  Matbaa ile birlikte ?Nasreddin Hoca? ile ?Keloğlan? yeniden keşfedilmiş gibidir  600 yıl unutulmuş bu tiplerin birden ortaya çıkışı şaşırtıcıdır  Bu gelişme, sözlü mizahtan yazılı mizaha geçiş sürecine, kültürün genel akış doğrultusuna kökten aykırı düşer  Başka ülkelerde de bu gelişimin bir benzeri görülmeyecektir  Sonuç olarak; Osmanlı mizah örnekleri imparatorlukla birlikte kaybolurken, çok daha eskilerde kalmış Selçuklu Dönemi?nin, Nasreddin Hoca ve Keloğlan gibi mizah ürünleri sanki dirilmişlerdir  Türkiye ve sonra dünya, Nasreddin Hoca fıkralarını yeni baştan öğrendi ve onlarla güldü  Keloğlan masalları gene çocukları büyütmeye başladı  Karagöz?ün dayanıksızlığı yanında, Keloğlan?ın dayanıklılığı şaşırtıcıdır  Keloğlan?ın 700 yıl kıl çadırlarda anlatıla anlatıla günümüze kadar geldiği anlaşılıyor  Ancak Keloğlan?ın gücü bununla da sınırlı değil  Ortaasya?da zengin bir keloğlan birikimi ile karşılaşıyoruz  Gerçekten de Keloğlan müslümanlık öncesi dönemlerde oluşumunu tamamlamış görünüyor  Budizm?den etkilendiğini gösteren motifler sözkonusudur  Keloğlan?ın bu direnci bir ölçüde Nasreddin Hoca?da da görülüyor  Selçuklu döneminin tipikliği, zengin bir kültür birikimini Ortaasya?dan Anadolu?ya taşımış olmasıdır  Keloğlan bu anlamda yoğunluk gösteren bir kaç motiften bir tanesidir  Keloğlan için, kel insan için bir çok kökten isim ve sıfat türetildiğini görüyoruz  ?Sokar?, ?Keçeli?, ?Keltaylar?, ?Tok?, ?Şaplı?, ?Tazyer?, ?Daz?, ?Tökülgen Saç?, ?Taşşa? bunlardan bazılarıdır  Keloğlan ve kellik her zaman mizah boyutunu korumuştur  Bazı örnekler vermek yetişecektir  ?kel tavuk topal horozla?, ?iyilik et kele övünsün ele?, ?kele köseden yardım olmaz?, ?kel ölür sırma saçlı olur?, ?kelin ilacı olsa başına sürer?, ?kelin geleceği yer kürkçü dükkanı?, ?kelin yanında kabak anılmaz?  Peki Keloğlan kimdir? Neyin nesidir? Keloğlan?ın özü bu soruda gizli gibidir  En eski Keloğlan metinlerinde bile karşımıza çıkan ?don değiştirme? motifleri, bu masalların hikaye örgüsünü oluşturur  Don değiştirme, kılık değiştirmeden çok farklı bir deyim  Birkaç örnek verelim:?Kel silkinip deri donlu bir oğlan olur?, ?kel silkinip atmaca olur?, ?kişi bir sinek donuna girer?, ?yiğit ile atı kel oluyor?, ?atı uyur, kel, doru bir at oluyor?  Don değiştirme sihirbazlık olarak da kullanılıyor  Don değiştirme hediyeleri değiştirme olarak da kullanılıyor  Don değiştirme düşlerin satın alınması anlamında da kullanılıyor  Don değiştirme?nin ne olduğunu Anadolu halk türkülerindeki bir motif bize daha iyi anlatabilir  Küçük bir hatırlatma yapalım  Ben bir canavar olsam / seni yemeye gelsem ne dersin  - Ben bir darı olsam / avluya saçılsam ne dersin  - Ben bir güvercin olsam / seni toplasam yesem ne dersin  - Ben bir kartal olsam / seni kapıp gitsem ne dersin  - Ben bir karayel olsam / kanadın kırsam ne dersin  Don değiştirerek daha üstün konuma geçerek, bir mücadeleyi kazanmak; Keloğlan masallarının örgüsünü yarattığı gibi, Ortaasya?nın bir kültür motifini de dile getirmiş olur  Keloğlan, sürekli don değiştiren kel, garip bir çocuk mudur? Yoksa Keloğlan denilen, kel donuna girmiş bir yiğit midir? Bu soruya ikisi de birden diyebiliriz  Keloğlan, bu sürekli dönüşümün, hayat denilen dinamizmin, mücadelenin adı oluyor  Sözlü mizahtan yazılı mizaha geçiş sürecinde Keloğlan?ın gösterdiği yeniden doğuş, bizi çok uzun bir geçmiş zaman boyutuna taşımış bulunuyor  Bu uzun zaman boyutu, ister istemez bakış açımızı değiştiriyor  Artık sorumuzu değiştirerek ortaya koyuyoruz  Binlerce yıllık Keloğlan geleneği, neden Osmanlı İmparatorluğu döneminde 600 yıl gölgede silik kalmış, yazılı mizahla birlikte Cumhuriyet Dönemi?nde neden yeniden parlamış ve halkın sevgilisi olmuştur? Nasreddin Hoca?da Osmanlı döneminde gölgede kalmış ve Cumhuriyet?le birlikte neden parlamıştır? Kaldı ki Cumhuriyetle birlikte bütün tekkeler, tarikatlarla birlikte Nasreddin Hoca?nın türbesi de kapanmış durumdadır  Göz rahatsızlığı çekenlerin ziyaret edip çaput bağladığı Akşehir?deki Nasreddin Hoca Tekkesi, kapandıktan sonra, fıkraları ile milleti güldürmeye başlayacaktır  Osmanlı Dönemi?nde 600 yıl dinsel bir nitelik yüklenilen Nasreddin hoca, Cumhuriyetten sonra sivil, laik nitelikleri ile yeniden önce çıkacaktır  Sonuç olarak, Nasreddin Hoca ve Keloğlan için Cumhuriyet ortamı bir Rönesans etkisi yaratmıştır  Osmanlı?nın mizah gelenekleri imparatorlukla birlikte çökerken, cumhuriyetin ilk yıllarında Nasreddin Hoca ve Keloğlan gelenekleri tepeden tırnağa çiçeğe durmuştur  Osmanlı Mizahı?da, Selçuklu Mizahı gibi, bu halkın yaratışlarıdır, orijinaldirler  Laik bir çizgide yeniden doğmaları için her türlü çaba gösterilmeye değer  Mizah ile kültürün içiçeliğini, paralel akışını yerli bir örnekle ortaya koymaya çalıştık  Kaygan bir yapısı olan kültür, ülkemiz için, daha da karmaşık, daha da içinden çıkılmaz bir durum almıştır  Bu karmaşanın giderilmesinde, mizah gelenekleri bize ışık tutabilir  Ne de olsa mizah daha yerel daha somut bir yapıdadır  | 
|   | 
|  | 
|  |