ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Edebiyat / Dil Bilgisi (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=658)
-   -   Mizah Ve Kültür (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=1076776)

Prof. Dr. Sinsi 12-20-2012 11:05 AM

Mizah Ve Kültür
 


Mizah Ve Kültür

mizah nedir - yazılı mizah - sözlü mizah - osmanlı kültüründe mizah - keloğlan yazılarında mizah

Mizah ile kültür arasında bağlantılar kurmak için, önce bir takım tanımlar gerekir. Mizah nedir, kültür nedir diye sorduğumuzda önümüze bir yığın tanımlar çıkacaktır.

Ve de olsa mizah ile kültür, tanımlara sığmaz kaygan konuların başında yer alırlar. Mizahın ele avuca sığmaz yapısı bilinir. Neredeyse her yazar-çizer, mizaha yeni bir tanım getiriyor gibidir. Özellikle kültür alanında getirilmek istenen her tanım, yeni görüş ayrılıkları yaratmakta gecikmemiştir. Çağına, ülkesine ve dünya görüşüne göre, başka başka ögelere, terimlere dayandırılarak kültür tanımlanmak istenilmiştir.

Kültür, çağların gündemine göre, ?Olan-Olmayan? sınıflaması ile sürekli bir tartışma alanı yaratmasını bilmiştir. Kültür, insan türünün içsel niteliklerinden ?Olandır-Olmayandır?. Kültür, sonradan öğrenilen ?Olandır-Olmayandır? gibi. Bu sınıflama giderek içsel Olandır-Olmayandır terimlerine dönüşür. Kültür daha sonra, uygarlık ?Olandır-Olmayandır? alanlarına dönüşür. Kültür, yüzyılımızda ?Laik Olandır-Olmayandır? tartışmasını yaratır. Bu tartışma kültür ?Maddi Olandır-Olmayandır? tartışmasını birlikte getirir. Günümüzde kültür, ?Doğal Olandır-Olmayandır? çatışmasını günmede taşımıştır.

Yüzyıllarca önce küçük insan gruplarının özelliklerini işaret eden kültür, günümüzde bir çok ülkenin ortak paydası durumundadır. Avrupa Kültürü gibi. Dünya küreselleştikçe kültür terimlerinin kayganlığı çoğalmaktadır. Bir fıkra ile özetlemek gerekirse, Nasreddin Hoca?nın ?eski ayları kırpıp kırpıp yıldız yaparlar? örneği, toplumların eskittikleri teknolojileri, uygarlıkları kendi kültürlerinin bir parçası sayarlar.

Kültür alanı öylesine kaygan ve tartışmalıdır ki, Bektaşi?nin ?sen buna yok diyeceksin ama bir türlü söylemeye dilim varmıyor? fıkrası akla geliyor. Mizah ve kültür konularının bu kayganlığı yetmezmiş gibi, bir de aralarında bağlantılar kurmaya çalışmak, iki arabaya birden binmeye benzetilebilir.
Bu iki kaygan alan arasında soyut ilişkiler aramak yerine acaba mizah ile kültürü ilgilendiren daha somut başlangıç noktaları bulabilir miyiz? Mizah ve kültür alanında bize bir tarih boyutu verebilecek bazı kilometre taşlarından söz edebilir miyiz?
Örneğin, mizah alanında yeryüzünde görülen en büyük değişim, sözlü mizahtan yazılı mizaha geçiş sürecidir. Hemen her ülke, yazılı mizaha geçiş sürecinde, sözlü mizahla birlikte kendi öz motiflerini yitirmenin sorunlarını yaşamaktadır. Sözlü mizahın yerini yazılı mizah aldıkça, ülkeye özgü motifler silinmekte; yeryüzü için daha ortak motifler gündeme gelmektedir.

Bir ülkenin kendi motiflerini yitirmesi, karşılığında daha ortak motiflere geçiş, yalnız mizahın değil, kültür alanının da doğal konuları arasında yer alır. Yani, mizah ile kültürün ortaklaşa paylaştığı alanlardan söz edilebilir. Bir mizah ürünü ile kültür arasında belki bağlantılar kurmakta zorlanabiliriz. Ancak mizah ile kültürü bir akış içinde izlersek, bu iki nehir arasında anlamlı paralellikler ortaya çıkıyor.

Konumuzu örneklerle sürdürelim. Sözgelimi, yazılı mizah sürecinde Osmanlı mizahı büyük kayıplara uğrar. Bu, mizahın genel bir sorunudur diyebiliriz. Fakat aynı zamanda kültürün de bir sorunudur.

Her sözlü mizah, yazılı mizaha geçerken, belli bir oranda, değişime ve kayba uğrayacaktır. Bunu olağan saymak gerekir. Sözlü mizahın gizliliği, uçuculuğu, rahatlığı, yazılı duruma geçişte Avrupa mizah dergiciliği, karikatürleri, fıkraları mizah hikayeleri ile ön sıraya geçiyor.

Osmanlı mizahı da benzer bir süreci yaşamıştır. Hatta bunun dışında özel kayıplar sözkonusudur. Nitekim, Abdülhamid?in 32 yıllık uzun saltanatında, çok titiz bir sansür uygulaması, halkın dağarcığındaki mizah yükünü gazetelere, dergilere, kitaplara aktarmasını engellemiştir. Hatta, Abdülhamid?in Karagöz perdesini sürekli desteklediği, koruduğu halde, onun iktidarında Karagöz oyunları yazıya geçirilmemiş, sadece Ermenice ve Rumca bazı baskıları yapılabilmiştir.

İkinci Meşrutiyet?in ardından gelen Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı aydınlarını ekin başakları gibi biçmiş, bir toplumu adeta belleksiz bırakmıştır. Öyle ki, Cumhuriyetin mizahcı kuşakları, çocuk dergilerinde başlangıç yapmışlardır.
Bu örnekte görülen kayıp, aşağı yukarı hemen her ülkede yaşamıştır. Ayrıca bu kayıplar, kültürün genel akışı yönünde gerçekleşmiştir. Belki Meclis?in kapatılmış olması, Osmanlı?da kayıpların artmasına yol açmıştır. Ancak doğrultu, bütün diğer ülkelerin yönündedir.

Ancak bu sırada şaşırtıcı bir gelişme yaşanır.
Osmanlı İmparatorluğu?nun sonunda, sözlü mizahtan yazılı mizaha geçerken; Karagöz, Ortaoyunu ve Meddah sönükleşir, yitirilir. İşte bu sırada daha eski, bazı sözlü mizah örnekleri, yazılı mizahla birlikte yeniden parlamaya, bir bakıma yeniden doğmaya başlarlar.

Matbaa ile birlikte ?Nasreddin Hoca? ile ?Keloğlan? yeniden keşfedilmiş gibidir. 600 yıl unutulmuş bu tiplerin birden ortaya çıkışı şaşırtıcıdır. Bu gelişme, sözlü mizahtan yazılı mizaha geçiş sürecine, kültürün genel akış doğrultusuna kökten aykırı düşer. Başka ülkelerde de bu gelişimin bir benzeri görülmeyecektir.

Sonuç olarak; Osmanlı mizah örnekleri imparatorlukla birlikte kaybolurken, çok daha eskilerde kalmış Selçuklu Dönemi?nin, Nasreddin Hoca ve Keloğlan gibi mizah ürünleri sanki dirilmişlerdir. Türkiye ve sonra dünya, Nasreddin Hoca fıkralarını yeni baştan öğrendi ve onlarla güldü. Keloğlan masalları gene çocukları büyütmeye başladı.

Karagöz?ün dayanıksızlığı yanında, Keloğlan?ın dayanıklılığı şaşırtıcıdır. Keloğlan?ın 700 yıl kıl çadırlarda anlatıla anlatıla günümüze kadar geldiği anlaşılıyor.

Ancak Keloğlan?ın gücü bununla da sınırlı değil. Ortaasya?da zengin bir keloğlan birikimi ile karşılaşıyoruz. Gerçekten de Keloğlan müslümanlık öncesi dönemlerde oluşumunu tamamlamış görünüyor. Budizm?den etkilendiğini gösteren motifler sözkonusudur. Keloğlan?ın bu direnci bir ölçüde Nasreddin Hoca?da da görülüyor.

Selçuklu döneminin tipikliği, zengin bir kültür birikimini Ortaasya?dan Anadolu?ya taşımış olmasıdır. Keloğlan bu anlamda yoğunluk gösteren bir kaç motiften bir tanesidir. Keloğlan için, kel insan için bir çok kökten isim ve sıfat türetildiğini görüyoruz. ?Sokar?, ?Keçeli?, ?Keltaylar?, ?Tok?, ?Şaplı?, ?Tazyer?, ?Daz?, ?Tökülgen Saç?, ?Taşşa? bunlardan bazılarıdır.

Keloğlan ve kellik her zaman mizah boyutunu korumuştur. Bazı örnekler vermek yetişecektir. ?kel tavuk topal horozla?, ?iyilik et kele övünsün ele?, ?kele köseden yardım olmaz?, ?kel ölür sırma saçlı olur?, ?kelin ilacı olsa başına sürer?, ?kelin geleceği yer kürkçü dükkanı?, ?kelin yanında kabak anılmaz?.
Peki Keloğlan kimdir? Neyin nesidir? Keloğlan?ın özü bu soruda gizli gibidir. En eski Keloğlan metinlerinde bile karşımıza çıkan ?don değiştirme? motifleri, bu masalların hikaye örgüsünü oluşturur. Don değiştirme, kılık değiştirmeden çok farklı bir deyim.

Birkaç örnek verelim:?Kel silkinip deri donlu bir oğlan olur?, ?kel silkinip atmaca olur?, ?kişi bir sinek donuna girer?, ?yiğit ile atı kel oluyor?, ?atı uyur, kel, doru bir at oluyor?. Don değiştirme sihirbazlık olarak da kullanılıyor. Don değiştirme hediyeleri değiştirme olarak da kullanılıyor. Don değiştirme düşlerin satın alınması anlamında da kullanılıyor.

Don değiştirme?nin ne olduğunu Anadolu halk türkülerindeki bir motif bize daha iyi anlatabilir. Küçük bir hatırlatma yapalım. Ben bir canavar olsam / seni yemeye gelsem ne dersin. - Ben bir darı olsam / avluya saçılsam ne dersin. - Ben bir güvercin olsam / seni toplasam yesem ne dersin. - Ben bir kartal olsam / seni kapıp gitsem ne dersin. - Ben bir karayel olsam / kanadın kırsam ne dersin.

Don değiştirerek daha üstün konuma geçerek, bir mücadeleyi kazanmak; Keloğlan masallarının örgüsünü yarattığı gibi, Ortaasya?nın bir kültür motifini de dile getirmiş olur. Keloğlan, sürekli don değiştiren kel, garip bir çocuk mudur? Yoksa Keloğlan denilen, kel donuna girmiş bir yiğit midir? Bu soruya ikisi de birden diyebiliriz. Keloğlan, bu sürekli dönüşümün, hayat denilen dinamizmin, mücadelenin adı oluyor.

Sözlü mizahtan yazılı mizaha geçiş sürecinde Keloğlan?ın gösterdiği yeniden doğuş, bizi çok uzun bir geçmiş zaman boyutuna taşımış bulunuyor. Bu uzun zaman boyutu, ister istemez bakış açımızı değiştiriyor. Artık sorumuzu değiştirerek ortaya koyuyoruz.

Binlerce yıllık Keloğlan geleneği, neden Osmanlı İmparatorluğu döneminde 600 yıl gölgede silik kalmış, yazılı mizahla birlikte Cumhuriyet Dönemi?nde neden yeniden parlamış ve halkın sevgilisi olmuştur? Nasreddin Hoca?da Osmanlı döneminde gölgede kalmış ve Cumhuriyet?le birlikte neden parlamıştır? Kaldı ki Cumhuriyetle birlikte bütün tekkeler, tarikatlarla birlikte Nasreddin Hoca?nın türbesi de kapanmış durumdadır.

Göz rahatsızlığı çekenlerin ziyaret edip çaput bağladığı Akşehir?deki Nasreddin Hoca Tekkesi, kapandıktan sonra, fıkraları ile milleti güldürmeye başlayacaktır. Osmanlı Dönemi?nde 600 yıl dinsel bir nitelik yüklenilen Nasreddin hoca, Cumhuriyetten sonra sivil, laik nitelikleri ile yeniden önce çıkacaktır.
Sonuç olarak, Nasreddin Hoca ve Keloğlan için Cumhuriyet ortamı bir Rönesans etkisi yaratmıştır. Osmanlı?nın mizah gelenekleri imparatorlukla birlikte çökerken, cumhuriyetin ilk yıllarında Nasreddin Hoca ve Keloğlan gelenekleri tepeden tırnağa çiçeğe durmuştur.

Osmanlı Mizahı?da, Selçuklu Mizahı gibi, bu halkın yaratışlarıdır, orijinaldirler. Laik bir çizgide yeniden doğmaları için her türlü çaba gösterilmeye değer.
Mizah ile kültürün içiçeliğini, paralel akışını yerli bir örnekle ortaya koymaya çalıştık. Kaygan bir yapısı olan kültür, ülkemiz için, daha da karmaşık, daha da içinden çıkılmaz bir durum almıştır. Bu karmaşanın giderilmesinde, mizah gelenekleri bize ışık tutabilir. Ne de olsa mizah daha yerel daha somut bir yapıdadır.



Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.