Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > ForumSinsi Sözlük Ağı

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
arapça, sözlük

Arapça Sözlük

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Arapça Sözlük



A

âb: su
âbâ: babalar, atalar
aba: yünden yapılmış kaba kumaş
âbâd: ebedler, sonsuz gelecek zamanlar
Abâdile: Abdullah isimli sahabeler
abd: kul, köle
abdal: dünya ile ilgisini kesen mânevî makam sahibi kişi
abdest: su ile temizlik ibadeti
abdiyet: kulluk
abes: saçma, gayesiz, hikmetsiz, gereksiz
abesiyet: abeslik, saçmalık
âbıhayat: hayat suyu
âbıkevser: Kevser adlı cennet havuzunun suyu
âbid: ibadet eden
âbidane: ibadet eden gibi
abide: anıt
abluka: kuşatma, etrafını çevirme
abus: somurtan, surat asan
acaib: şaşırtıcı, acayip
Acam: Acemler, iranlılar, Arap olmayanlar
acb: kuyruk sokumundaki küçük kemik
acbüzzeneb: ölümden sonra dirilişin tohumu sayılan madde
aceb: acaba, hayret
Acem: Arap olmayan, iranlı
acemi: işin yabancısı, tecrübesiz
aceze: âcizler, güçsüzler
acîb: benzeri görülmeyen, şaşırtıcı
âcil: acele eden
âcilen: acele olarak
aciniyyet: mâcun halinde olma, yoğurulmuşluk
âciz: güçsüz
âcizane: güçsüzce
âcize: güçsüz
âcizem: güçsüzüm
acûbe: şaşılacak şey
acul: aceleci
aculiyet: acelecilik
acûze: güçsüz kocakarı
acz: güçsüzlük
aczâlûd: güçsüzlükle karışık
Ad: Hud aleyhisselâmın kavmi
âda: düşmanlar
âdâb: edepler, ahlâk kuralları
adale: kas
adalet: hak sahibine hakkını vermek, doğruluk
adaletname: mahkemeye davet yazısı
adaletperver: adaletsever
adaletullah: ALLAH ın adaleti
adall: iyice sapıtmış
âdât: âdetler, alışkanlıklar
adavet: düşmanlık
adavetkârane: düşmancasına
add: sayma
addetmek: saymak
aded: sayı, tane
Adem: ilk insan ve ilk peygamber
adem: yokluk, olmama, bulunmama
ademabâd: ebediyyen yok olma
ademâlûd: yoklukla karışık
ademî: yoklukla ilgili, olmama
ademistân: yokluk ülkesi
ademiye: yoklukla ilgili
ademiyet: yokluk
âdemiyet: insanlık
ademnüma: yokluk gösteren
adese: mercek
âdet: görenek, alışkanlık
âdeta: sanki
âdetullah: ALLAH ın yaratıklardaki kanunları
âdi: bayağı, aşağı, sıradan
Adil: adalet eden, hakkı haklı olana veren
âdilane: âdilce
âdiliyet: âdillik
âdiyât: her zaman olagelen alışılmış şeyler
adl: hak gözetme, tarafsız hüküm, doğruluk
adlî: adaletle ilgili
adliye: adalet yeri, mahkeme binası
Adn: cennette bir bölüm
adüvv: düşman
âfâk: ufuklar, taraflar, yönler
âfâkî: dışımızda olanlar
âfât: afetler, belâlar
âferin: beğenme sözü
âfet: başa gelen üzücü hâl
afif: iffetli, namuslu, temiz
âfil: gurub eden, batan
âfitâb: güneş
âfiyet: esenlik, sıhhat ve selâmet
afüvkâr: affedici
afüvv: affeden
afv: bağışlama
afvcûyem: af diliyorum
afyon: ilaç
âgâh: haberli, uyanık
agel: sarık
ağaz: başlama
ağdiye: tekelcilik
ağleb: daha galib, ekseriyet, çok defa
ağleben: ekseriyetle, genellikle
ağlebî: ekseriyetle ilgili
ağmaz: kolay anlaşılmayan, pek derin
ağniya: ganiler, zenginler
ağrâz: garazlar, kötü niyetler
ağrube: en garip
ağsan: dallar
ağuş: kucak
ağyâr: başkalar, yabancılar
ahad: birler
ahadî: bir iki koldan nakledilen hadîs türü
ahâlî: halk
âhar: başkaları, diğerleri
ahbâb: sevilenler, dostlar
ahbâr: haberler
ahcâr: taşlar
ahd: söz verme, sözleşme, ahit
âhenk: uyum, düzen
âher: başka, diğer
âheste: yavaş
ahfâ: çok gizli
ahfâd: torunlar
ahî: kardeşim
ahid: verilen söz, andlaşma
Ahir: herşeyden sonra da var olan, varlıkların sonrasına da hâkim
âhir: sonraki
âhiren: sonradan
âhiret: öbür dünya
âhirîn: sonrakiler
âhirzaman: dünyanın son zamanları
âhize: alan, alıcı
ahkâm: hükümler, kanunlar
ahkem: en çok hükmeden
ahlâf: halefler, öncekilerin yerine geçenler
ahlâk: insanın iyi veya kötü hâlleri, bunlarla ilgili ilim
ahlâkî: ahlâkla ilgili, ahlâka uygun
ahlâkiyat: ahlâk ilmi
ahlâkiyyun: ahlâk âlimleri
ahmak: akılsız, budala
ahmakane: ahmakça, budalaca
Ahmed: çok hamdeden, övülmeye en lâyık olan
ahmer: kırmızı
ahrâr: hürriyetçiler
ahsen: en güzel
ahseniyet: en güzel olma
âhû: ceylân
âhufizâr: yanıp yakınma
ahvâl: haller, durumlar
ahvâlât: ahvaller, durumlar
ahvel: şaşı
ahyâ: diriler, canlılar
ahyâr: hayırlılar, iyiler
Ahyed: Peygamberimizin Tevrattaki ismi
ahz: alma, tutma
ahzâb: hizipler, bölümler, partiler
ahzân: hüzünler, üzüntüler
âid: geri gelen, dönen, dair, ilgili
ailevî: aileyle ilgili
âkab: hemen sonrası
âkabinde: hemen sonrasında
akaid: akideler, inanılan hakikatlar
akaidî: îmanla ilgili
akâmet: kısırlık, verimsizlik
akar: gelir getiren mal
akarib: akrabalar, yakınlar
akçe: eskiden para
akd: anlaşma, sözleşme
akdam: kademler, ayaklar
akdem: en önceki
akdes: en mukaddes
âkıbet: son, netice
âkıbetbîn: işin sonunu görebilen
âkıbetendişane: sonu için kaygılanırcasına
âkıl: akıllı
akıl: zihnin anlama ve düşünme sıfatı
âkılane: akıllıca
akılfüruş: akıllılık taslayan
akılsûz: akla aykırı gelen
âkib: hemen sonra gelen, izleyen
akid: söz, sözleşme
âkid: aralarında sözleşme yapanların herbirisi
akide: îman, inanma
âkif: devamlı ibadet eden
akîk: değerli bir taş cinsi
akîka: yeni doğan çocuk için şükür niyetiyle kesilen kurban
âkil: yiyen, yiyici
âkilüllâhm: et yiyen
âkilünnebat: ot yiyen
âkilüssemek: balık yiyen
akîm: kısır, verimsiz, neticesiz
akis: yansıma, yankı
akl: akıl, anlama melekesi
aklen: akılca
aklî: akılla ilgili, akıl alanına giren
akliyât: akıl alanına giren şeyler
akliyyûn: aklı tek ölçü kabul eden felsefeciler
akrabâ: yakınlar, hısımlar
akrân: eş ve benzer olanlar, yaşıtlar
akreb: daha yakın, pek yakın
akrebiyet: yakınlık
aks: yankı, yansıma, tersi
aksâ: en son
aksâm: kısımlar, bölümler
aksisadâ: ses yankısı
aksülamel: işin tersi, tepki
aktâb: kutublar, büyük evliyalar
aktâr: her yer
aktrist: kadın oyuncu
akvâ: en kuvvetli
akvâl: sözler, konuşmalar
akvâm: kavimler, ırklar
âl: aile, sülale, soy
âlâ: en yüce, daha iyi, pek iyi
alâ: üst, üzere
alafranga: Batı tarzında
alâik: alâkalar
alâim: alâmetler, belirtiler
alâka: ilgi
alaka: kan pıhtısı
alâkadar: ilgili
alâkadarane: ilgi gösterircesine
alâküllihâl: her durumda, eninde sonunda
âlâm: elemler, acılar
alâmet: bellik, belirti
âlât: âletler, gereçler
alaturka: Türk usûlü
alay: beş bölük erden oluşan askerî topluluk
âlâyıîlliyyîn: yücelerin yücesi
âlâyiş: gösteri, gösteriş
aleddevam: devamla, devamlı olarak
alelâde: sıradan
alelamya: körükörüne
alelekser: çoğunlukla, ekseriyetle
alelinfirad: teklikle, bir olarak
alelumum: genellikle, bütünüyle
alelusûl: usûlen, öylesine, özen göstermeden
alem: bayrak, sancak, nişan
âlem: dünya, cihan, evren
a'lem: en iyi bilen
alemdar: bayrak tutan
âlempesend: dünyaca ünlü
âlemşümûl: âlemi kaplayan, dünya çapında
alenen: açıkça, saklanmadan
alenî: açık, gizli olmayan
alerresivelayn: baş ve göz üstüne
âlet: bir iş veya sanatta kullanılan vasıta
âletiyet: aletlik
alettahkik: araştırmayla
Alevî: Hazreti Ali sevgisini meslek kabul eden
aleyh: onun üzerine
aleyhdar: onun tersi yönünde, karşı
aleyhimüsselâm: ALLAH ın selâmı onlara olsun
aleyhissalâtüvesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun
âlî: yüksek, yüce
Aliaba: Peygamberimizin abası altına aldığı beş kişi
Alibeyt: Peygamberimizin neslinden olan
âlicenab: yüksek ahlâklı
âlîcenabâne: yüksek ahlâklı birine yakışır biçimde
âlihe: ilâhlar, tanrılar
âlîhimmet: himmeti yüce ve gayreti çok kimse
âlîkadr: kıymeti yüksek
alîl: hasta, sakat
alîlem: hastayım
Alîm: sonsuz bilgi sahibi ALLAH
âlim: bilen, bilgili
âlimâne: âlimce
âlîşân: şânı yüce
âlîyat: yüce şeyler
âliye: âletle ilgili
âlîye: yüce, yüksek
alîz: cılız
ALLAH : bütün varlıkları yaratan Halıkımızın has ismi
ALLAH üalem: ALLAH bilir
ALLAH ümme: ALLAH ım!
Allâm: herşeyi en iyi bilen, ALLAH
allâme: pek büyük âlim
Allâmülguyûb: dış duyular yoluyla bilinemeyenleri en iyi bilen ALLAH
âlûd: bulaşık, karışık
âlûde: bulaşmış, karışmış
âlüfte: alışık, iffetsiz kadın
âmâ: kör
âmâde: hazır
âmâk: derinlikler
âmal: ameller, işler
âmâl: emeller, beklentiler, istekler
amame: sarık
aman: yardım dileme sözü
amazon: eski zamanlarda yaşamış savaşçı kadın
amd: niyet, arzu, istek
amden: niyet ederek ve isteyerek
amed: gerekir, gelir
amedî: gelme, geliş
amel: iş, çalışma, uygulama
amele: işçi, ırgat
amelen: amelce, işçe
amelî: iş olarak, uygulamalı
amelisâlih: dine uygun iyi amel, güzel iş
ameliyât: ameller, işler, bir tedavi biçimi
amelmânde: iş yapamaz durumda
âmennâ: inandık
âmentü: îman esasları
âmî: âlim olmayan sıradan kimse
amîk: derin
âmil: işleyen, etkileyen
âmin: ALLAH ım kabul eyle!
âmir: emreden, iş buyuran
âmirâne: emreden âmir gibi
âmiriyet: âmirlik, emredicilik
âmiyâne: bilgisizce, körü körüne
âmm: umumi, genel
âmme: herkes, kamu
ammilgarâib: garipliklerin amcası
ammizâde: amca çocuğu
amûd: direk, sütun
amûdî: dikine, direk gibi
amyâ: tam kör
ân: en kısa zaman
ananât: gelenekler
anâne: gelenek
anânevî: gelenekle ilgili
anarşi: karışıklık, kargaşalık, düzensizlik
anarşilik: karışıklık, kanunsuzluk
anarşist: düzen tanımaz, yıkıcı, isyancı, bozguncu
anâsır: unsurlar, elemanlar, kavimler
anbean: gitgide, gittikçe
anber: güzel kokulu bir madde
andelîb: bülbül
anfeanen: gitgide, zamanla
angarya: ücret vermeden gördürülen iş
Anglikan: ingiliz kilisesi
ânî: bir anda, hemen
ankâ: hayâlî bir kuş
ankebût: örümcek
antika: eskiden kalma kıymetli eser
Antranik: Ermeni örgütünün liderlerinden biri
anûd: çok inatçı
anûdane: inat ederek
âr: utanma
ârâ: fikirler, reyler
Arabî: Arap, Arapça
Arabîye: Arapça
Arabîyyülibare: Arapça söz, ibare, metin
ârâf: cennet ile cehennem arasındaki yer
Arafat: hacda arefe günü vakfeye durulan dağın ismi
arasât: ölümden sonraki dirilme yeri
ârâz: arazlar
araz: belirti, sonradan meydana gelen özellik
arâzî: yerler, topraklar, tarlalar
arbede: gürültülü patırtılı kavga
Arefe: Mekkede hacıların arefe günü toplandıkları tepe
arefe: bayramdan bir önceki gün
ârız: gelip çatan, bulaşan, yapışan
ârıza: aksama, aksaklık, engebe
ârızî: sonradan olan, dıştan gelen
ârî: arı, temiz, saf
ârif: anlayışlı, sezgili, kavrayışlı
ârifane: ârifçe
ârifibillah: ALLAH ı tanıyan
ârifîn: ârifler, irfan sahipleri
Aristo: eski bir filozof
âriyeten: emaneten
ark: su yolu, kanal
arrâf: falcı, kâhin
arş: ilâhî kudret ve saltanatın tecelli yeri
arşın: 68 santimetrelik uzunluk ölçüsü
arşî: arşa dair, mantıkta bir delil
arşiv: kıymetli belgelerin saklandığı yer
arûz: şiirde bir vezin türü
arz: sunma, verme, gösterme
arz: yer, yeryüzü
arzî: dünyaya ait
arzu: istek
arzuhal: dilekçe
arzukeş: arzulu
asâ: baston, sopa, değnek
âsâ: "benzer, gibi" mânâsında son ek
asab: sinir, damar
m;margin-bottom:0cm; margin-left:10cm;margin-bottom:0001pt;mso-pagination:none'>âsâb: sinirler, damarlar
asabî: sinirli
asabiyet: sinirlilik gayret
asabiyeten: asabilik bakımından
asâkir: askerler
asâlet: asillik, soyluluk
asâleten: kendi adına
âsâm: günahlar
asamm: sağır, işitmez, katı
asammane: sağırcasına
âsân: kolay
âsar: asırlar, çağlar
âsâr: eserler, yapılanlar
âsâyiş: barış, huzur ve güvenlik
asdika: samimi dostlar, sadıklar
asfiyâ: günahlardan arınmış büyük zatlar
asgar: en küçük
ashâb: sahipler, sahabeler
asıl: kendisi, temel, kök
asır: yüzyıl, çağ
asırdîde: asır görmüş, çağ yaşamış
âsî: isyan eden, başkaldıran
asîl: soylu, terbiyeli
asîlzâde: asîl kimsenin evladı
âsîyâne: isyancı gibi
asla: olması imkânsız
aslâh: daha iyi, en üstün
aslî: asılla ilgili, öze dair
asliyet: asıllık, köklülük, soyluluk, gerçeklik
aslüfasl: işin aslı ve ayrıntıları
asm: "aleyhissalâtüvesselâm" duasının kısa yazılışı
asr: asır, yüzyıl
asr: ikindi vakti
Asrısaadet: Peygamberimizin yaşadığı saadetli zaman
asrî: çağa uygun
astronomi: gökteki cisimleri inceleyen ilim
âsûde: sessiz, dingin, huzurlu
âsuman: gökyüzü, sema
asvât: savtlar, sesler
aşâir: aşiretler, oymaklar
âşâr: öşürler, toprak ürünlerinin vergileri
aşere: on'lar, on sayıları
Aşereimübeşşere: cennetle müjdelenmiş on sahabe
âşık: aşırı seven, vurgun, tutkun
âşikâr: açık, belli, meydanda
âşikâre: belli ederek, açıkça
âşikâren: açıkça
âşina: bildik, tanıdık, bilen, tanıyan
aşîrât: aşireler, onda birler
âşire: onda bir
âşiren: onuncusu
aşîret: kabile, oymak
âşiyân: kuş yuvası, sevimli ev
aşk: şiddetli sevgi, candan sevme
aşknâme: aşkı anlatan yazı
aşr: on sayısı
atâ: verme, lütuf, ihsan
atâlet: işsizlik, tembellik, durgunluk
atâyâ: armağanlar, ihsanlar
ateh: bunama, bunaklık
âteşgede: ateşe tapanların mabedi
âteşî: ateşle ilgili
âteşîn: ateşli, canlı
âteşpâre: ateş parçası
âteşperest: ateşe tapan
atf: atıf, bağlama, verme, yükleme
atfen: birinin adına, birine yükleyerek
atıf: verme, yükleme, bağlama
âtıfet: karşılıksız sevgi, acıyıp esirgeme
âtıl: tembel, durgun, işlemez
âtî: gelecek zaman, ilerisi
atiyye: hediye, ihsan
atlas: üstü ipek altı pamuk kumaş
attar: ıtriyat dükkanı, güzel koku satan adam
Atûf: karşılıksız seven ve acıyıp esirgeyen ALLAH
avâik: maniler, engeller
avâlim: âlemler, dünyalar
avam: ilimsiz, sıradan kimse
âvân: zamanlar, anlar
avâre: işsiz, şaşkın, başıboş
avârız: arızalar, aksaklıklar, noksanlıklar
âvaz: ses, seda
avcıhattı: savaş cephesi
avdet: geri gelme, dönme
avene: yardımcılar
âvize: içinde ampul bulunan ve tavana asılan süs
avn: yardım
avret: gizlenmesi gereken şey
Avrupaperest: Avrupayı taparcasına seven
avzen: havuz, göl
âyâ: acaba, hayret!
ayân: belli, açık seçik
âyan: seçkinler, ileri gelenler
ayânen: açıkça, besbelli
ayânısâbite: varlıkların ilâhî ilimde ezelden beri bulunan hakikatları
Ayasofya: şimdi müze olan önemli bir cami
âyât: âyetler
ayb: ayıp, utanılacak kusur
âyet: Kurândaki her bir cümle, delil, bellik
âyetülkübra: en büyük âyet
âyin: dinî tören
âyine: ayna
âyinedar: ayna olan
ayn: göz, aslı, kendisi
aynelhayât: hayatın kendisi
aynelyakîn: göz ile görmüşçesine kesin biliş
aynen: tıpkı, tıpkısı
ayniyet: aynı olma
ayyâş: haram içkileri çok içen
ayyuk: gökyüzünün pek yüksek yeri
âzâ: uzuvlar, organlar, üyeler
azâb: eziyet, işkence
âzâd: salıverme, hür etme
âzâde: hür, serbest, kendi başına
âzam: en büyük
azamet: büyüklük
âzamî: en büyük, maksimum
âzamîyet: en büyük oluş
âzamüşşer: büyük kötülük
âzâr: kötü sözle incitme
azâzil: şeytan
azhar: pek zahir, en açık
âzim: azimli, kesin kararlı
azîm: büyük
azîme: büyük
azîmet: dinî emirlere tam uyma
azimkâr: azimli, kesin kararlı
azimkârâne: azmederek, kararlı bir şekilde
azîmüşşân: şanı pek büyük
Azîz: pek izzetli, hep galip olan ve asla galebe edilemeyen
aziz: Hıristiyanların mübarek bildikleri büyükleri
azl: azil, atma, dökme, çıkarma
azm: azim, kesin karar, kuvvetli niyet
azm: kemik
Azrâil: can almakla görevli melek
azze: aziz oldu, şanı yüce oldu!

Alıntı Yaparak Cevapla

Arapça Sözlük

Eski 11-04-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Arapça Sözlük



B

bââsâm: günahlarla
bâb: kapı, bölüm
bâd: rüzgâr, nefes
bâde: şarap, içki
bâdehû: bundan sonra
bâdelmemât: ölümünden sonra
bâdelmevt: ölümden sonra
bâdemâ: bundan sonra
bâdıhevâ: boşu boşuna, bedava
bâdî: sebep, geçici
bâdire: anî felâket, zor geçit
bâdiye: çöl, kır
bâğî: azgın, yoldan çıkmış
bağistân: bağlık bahçelik yerler
bâğiyâne: azgınca
bağy: azgınlık
bahâ: paha
bahâdar: pahalı
bahâdır: kahraman, yiğit
bahâne: vesile, sebep, özür
bâhem: birlikte, beraber
bahîl: cimri, eli sıkı
bâhir: belli, açık
bahir: deniz, derya
Bahîra: Peygamberimizi çocukken tanıyan mübarek bir rahip
bâhire: belli ve açık olan
bahis: konu
bahr: deniz
bahrî: denizle ilgili
bahrimuhît: okyanus
bahriumman: okyanus
bahriye: denizci
bahs: bahis, konu
bahş: bağış, verme
baht: talih, kısmet
bahtiyâr: talihli, kutlu, mutlu
bahusus: özellikle
baîd: uzak, ırak
Bâis: ölüleri diriltecek olan ve peygamber gönderen
bais: sebep
bakar: sığır, inek
bakarperest: ineğe tapan
bakayâ: kalıntılar
bâkî: sonsuz, kalıcı
bâkir: kullanılmamış, bozulmamış
bâkire: el değmemiş, kız
bâkiyâne: bakice, sonsuzca
bâkiyât: baki olanlar, kalıcılar
bâkiye: kalıcı olan, kalan
bakteri: tek hücreli bir canlı
bâlâ: yüksek, yüce
bâlâpervazâne: yüksekten uçarcasına
bâliğ: ulaşan, olgunlaşmış, yetişmiş, erişmiş
bânî: bina eden, kuran, yapan
banknot: lira mânâsında para birimi
bâr: yük, pas
bârân: yağmur
bârekALLAH : ALLAH hayırlı ve mübarek etsin
bârekte: sen mübarek eyledin
bârgâh: izinle girilebilecek yüce makam
bârık: yıldırım, parıltı
Bârî: düzgün ve güzel yaratan ALLAH
bâri: hiç olmazsa, hele
bârid: soğuk
bâridâne: soğukça
bârigâh: izinle girilebilecek yüce makam
bârika: şimşek
bârikaâsâ: şimşek gibi
bâriz: meydanda, açık
Barla: Nur Risalelerinin yazıldığı belde
bâs: gönderme yeniden dirilme
basar: göz, görme hissi
bâsır: gören
bâsıra: görme duyusu
bâsıt: açan, yayan, genişleten
Basîr: her şeyi gören ALLAH
basîrâne: görerek
bâsire: görme duyusu
basîret: ileri görüş, kuvvetli seziş
basit: sade, düz, bölünmez
basitâne: basitçe
bast: yayma, açma
bastızaman: zamanın genişlemesi, az zamanda normalden fazla yaşama
basübadelmevt: ölemden sonra diriliş
Bâşid: Van ilinde bir dağ
başkitâbet: başyazıcılık
başmurahhas: baştemsilci
başvekâlet: başbakanlık
başvekil: başbakan
batâlet: işsizlik, durgunluk
batarya: enerji kaynağı
Bathâ: Mekkenin eski bir adı
bâtıl: boş, yalan, çürük
Bâtın: bütün varlıkların içini yaratan ve dahiline hükmeden ALLAH
batın: iç, iç yüz, gizli, sır
bâtınen: içten, iç bakımından
bâtınî: içe ait, içle ilgili
Bâtıniyye: Kurânın apaçık mânâlarına itibar etmeyip gizli mânalar bulduklarına inanan sapık bir anlayış
Bâtıniyyûn: Kurânın açık mânâlarını bir yana bırakıp gizli mânalar bulduklarına inanarak sapıtan kimseler
batman: iki ile sekiz kilo arasında değişen ağırlık ölçüsü
batn: karın, nesil
battal: işsiz, çürük, kullanılmaz
baûda: sivrisinek
bâvehim: vehimle, kuruntuyla
bay: zengin
bâyi: satıcı
bâyin: aralayıcı, ayırıcı
bayrakdâr: bayrak taşıyan, lider
baytar: veteriner
bâz: oynayan, yapan
bâzîçe: oyuncak, eğlence
bâziyet: bazenlik, bazılık
be: "de, den" mânâsında ön ek
becâyiş: birini verip ötekini alma, değişme
becû: iste
bed: kötü, çirkin
bedâat: güzellik, yenilik, özgünlük
bedâhet: apaçıklık
bedâheten: apaçık biçimde
bedâva: beleş, parasız
bedâvet: bedevilik, göçerlik
bedâyî: görülmedik güzellikte şeyler
bedbaht: bahtı kara, talihsiz
bedbîn: kötümser, karamsar, ümitsiz
bedduâ: birinin kötü olması için edilen dua
bedel: karşılık
beden: gövde
bedestân: çarşı
bedevî: göçebe, çölde yaşayan
bedeviyâne: göçebe gibi
bedeviyet: bedevilik, medeniyetten uzaklık
bedhah: kötülük isteyen
bedhal: kötü huylu
bedî: benzersiz güzel, üstün, özgün
bedîa: benzersiz güzel olan
bedîhî: delilsiz bilinen şey, apaçık
bedîhiyyât: delil ile ispatı gerekmeyen apaçık şeyler
bedîî: eşsiz güzellikte olan
bedir: dolunay
bedîülbeyân: görülmedik derecedeki güzel söz
Bedîüzzaman: "zamanın harikası ve en mükemmeli" mânâsında Said Nursî Hazretlerinin ünvanı
bedmâye: mayası kötü, soysuz
bedr: bedir, dolunay
bedraka: yol gösterici, kılavuz
begün: et!
behâim: hayvanlar
behcet: güleryüzlülük, şenlik, güzellik
behemehâl: her halde, ister istemez
beher: her bir
behîc: güleryüzlü, şen, güzel
behimât: hayvanlar
behimî: hayvanca
behimiyât: hayvansı varlıklar
behişt: cennet
behiye: güzel
behre: pay, kısmet, nasip
behreyâb: nasibi olan, payı bulunan
beht: şaşkınlık, hayranlık
beis: zarar, fenalık
bekâ: devamlılık, kalıcılık, sonsuzluk
bekââlûd: kalıcılıkla karışık
bekâya: geriye kalanlar
bektâş: arkadaş
Bektâşî: Bektâşîlik tarikatından olan kimse
Bektâşîlik: Hacı Bektaşı velînin kurduğu tarikat
bel': yutma, ortadan kaldırma
belâ: gam, tasa musibet, afet
belâbil: belâlar, tasalar, musibetler
belâgat: sözün güzel ve yerinde söylenmesi, bunu öğreten ilim
belâğbaşı: kaynak, pınar
belâhet: ahmaklık, budalalık, düşüncesizlik
belâyâ: belâlar
belde: memleket, büyük köy
belî: evet
belîğ: düzgün ve adamına göre söylenmiş söz
belîğâne: beliğ biçimde
beliyyât: belâlar
beliyye: belâ
Belkıs: bir kadın hükümdar
belki: şüphesiz, kesinlikle
benâm: namlı, ünlü, seçkin
benât: kızlar
bend: bent, bağlanmış
bende: bağlı, esir, köle, hizmetçi, kul
benî: oğullar
benîâdem: ademoğulları, insanlar
Benîisrâil: israiloğulları, Yakub aleyhisselâmın neslinden gelenler
ber: "alan, dinleyen, yeden, ***üren" mânâsında son ek
ber: "üzeri, üzerine, yukarı" mânâsında ön ek
berâ: için, dolayı
berâat: güzellik, parlaklık, üstünlük
berâatülistihlâl: güzel bir başlangıç
berâet: arınma, kurtulma
Berâhime: berehmenler, bazı batıl dinlerin önderleri
berâhin: bürhanlar, kuvvetli deliller
berât: nişan, ayrıcalık fermanı
berâyımâlûmât: bilgi için
berbâd: harap, pis, fena, kirli
berceste: seçme, iyi mısra
berd: soğuk
berdevam: devam eden, sürüp giden
berekât: bereketler
bereket: bolluk, çokluk, feyiz
berendâz: kaldırıp atan
bergüzâr: hatırlanmak için hediye verme
bergüzîde: seçkin, seçilmiş
Berham: Yahudi ismi
berhava: boşa gitme
berhayat: yaşayan
berhudâr: saadete erişen
berî: temiz, arınmış, kurtulmuş
berk: şimşek
berkarar: kararlı
berkâsâ: şimşek gibi
berr: yer, toprak, kara
berrak: duru, safi, arı
berrî: karacı, karada olan
berrîye: karalara ait olan
bertaraf: çıkarılıp bir yana atılan
bervech: şeklinde, biçiminde
berzah: dünya ile âhiret arasındaki âlem
berzahî: kabirle ilgili
bes: yeter, kâfi
besâit: basit şeyler
besâtet: basitlik, sadelik, yalınlık
besâtin: bostanlar
besmele: Bismillahirrahmanirrahim
besmelekeş: besmele çeken
beste: bağlanmış, şarkı ahengi
beşârât: beşaretler, müjdeler
beşâret: müjde
beşâretkâr: müjdeci
beşâretkârâne: müjdelercesine
beşâşet: güleryüzlülük
beşer: insan
beşerî: insanî, insanla ilgili
beşeriyet: insanlık
beşîr: müjdeci
beşûş: güleryüzlü
betâlet: işsizlik, durgunluk
betül: erkekten sakınan namuslu kadın
bevl: sidik
bevvâb: kapıcı, men edici
bey': satma, satış
beyâbân: çöl, kır
beyân: açıklayıp bildirme
beyânât: açıklayıp bildirmeler
beyânî: açıklanıp bildirilen
beyannâme: açıklama yazısı, bildiri
beyder: harman
beyhûde: boşuna, faydasız
beyn: ara, arasında
beynelenbiya: peygamberler arasında
beynelevliya: evliyalar arasında
beynelislâm: müslümanlar arasında
beynelmilel: milletlerarası
beynelulema: âlimler arasında
beynennâs: insanlar arasında
beyt: beyit, şiirde iki mısra
beyt: ev, bina
Beytülharam: Kâbenin etrafı
Beytülmakdis: Kudüsteki büyük mabet
beytülmal: devletin hazinesi
beyyin: apaçık, kesin delil
beyyinât: apaçık olanlar
beyyine: apaçık, kesin delil
beyzâ: beyaz, parlak
bezirgân: tüccar
bezletme: esirgemeden bol bol verme
bezm: sohbet meclisi
Bezmielest: ALLAH ın, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğu, ruhların da "Evet," diye cevap verdikleri hâdise
bî: "siz, sız" mânâsında ön ek
bi: "ile" mânâsında ön ek
bîaman: amansız
biat: kabul etme, seçme
biaynelyakîn: gözle görürcesine kesin bilerek
bîbahâ: pahasız
bîbehre: nasipsiz
bibliyografya: kitaplar hakkında bilgi
bîçâre: çaresiz
bidâ: bidatlar, sonradan çıkan şeyler
bidâkârâne: dinde olmayanı dine sokarcasına
bidât: dinde olmayıp da dine sonradan giren âdetler
bidâtkâr: bidatçı, dinde olmayanı dine sokan bozguncu
bidâtüzzaman: zamanın görülmemiş ve harika olanı
bidâyet: başlangıç
bidâyeten: başlangıçta
bidîyât: bidatlar, dine sonradan sokulanlar
bîfütûr: fütursuz, gevşemeyen, çekinmeyen
bîgâne: ilgisiz
bîgünah: günahsız
bîhaber: habersiz
bihakkalyakîn: yaşayıp bizzat tecrübe edercesine bir kesinlikle
bihakkın: hakkıyle, tam olarak
bihâr: denizler
bîhemta: benzersiz
bîhicap: perdesiz, gizlemeksizin
bîhûş: şaşkın, sersem
biilmelyakîn: şüphesiz ve kesin bir ilimle
bîiştibah: şüphesiz
biiznillah: ALLAH ın izniyle
bîkarar: kararsız, rahatsız
bîkes: kimsesiz
bikr: bozulmamış, temiz
bil: "ile" mânâsına ön ek
bilâ: "sız, siz" mânâsında ön ek
bilâbedel: bedelsiz
bilâd: beldeler, memleketler
bilâfasıla: aralıksız
bilâhare: sonra, sonradan
bilâihtiyar: elinde olmayarak
bilâistisna: istisnasız
bilâkaydüşart: kayıtsız şartsız
bilakis: aksine, tersine
bilâmübalâğa: mübalağasız, abartmasız
bilâmüreccih: tercih edici biri olmaksızın
bilânço: toplam, özet
bilâperva: korkusuz
bilasâle: aracısız, vasıtasız
bilâsebeb: sebepsiz
bilâşek: şeksiz
bilâşüphe: şüphesiz
bilâtefrik: ayırmaksızın
bilâtereddüt: tereddütsüz
bilâteşbih: benzetmesiz
bilâtevakkuf: duraksamadan
bilbedâhe: açık seçik
bilcümle: bütün, toptan
bilfarz: varsaymakla
bilfiil: fiilen, çalışarak
bilhads: hızlı bir kavrayışla
bilhadsissâdık: doğru bir sezgi ile
bilhassa: özellikle
bilicma: üstünde birleşmekle, topluca
bilihtiyar: istemekle
bililtizam: taraftar olmakla
bilîman: îman ile
bilintikal: intikal etmekle, naklederek
bilirâde: iradeyle, istemekle
bilistidad: yetenekle
bilistihkak: hak etmekle
biliştiyak: iştiyakla, arzu etmekle
bilittifak: ittifakla, hep birlikte
bilkabul: kabul etmekle
bilkasd: kasıt ile, gaye edinerek
bilkuvve: düşünce halinde
bilkülliye: büsbütün
billah: billahi, ALLAH için
billur: pırıl pırıl cam
bilmecburiye: mecburen
bilmukabele: karşılık vermekle
bilmüşâhede: şahit olmakla
bilumum: genel olarak, bütün, hep
bilvasıta: vasıta ile
bilyakîn: kesin bir bilişle
bimüdânî: eşsiz, benzersiz
bin: "e, de, ile" mânâsında ön ek
bîn: "gören" mânâsında son ek
bin: oğul, oğlu
binâ: ev, yapı
binâen: dayanarak, bu sebeple
binâenalâhâzâ: bunun üzerine, bundan dolayı
binaenaleyh: bundan dolayı, bunun üzerine
binâimechûl: öznesi belirsiz fiil
bînamaz: namazsız
bînaz: nazsız
bînazîr: benzersiz
binefsihi: kendisiyle
bînisyan: unutmazlık
binnefs: nefsiyle
binnetice: neticeyle
binnisbe: oranla
binniyet: niyetle
binniyye: niyetle
bint: kız
bîpâyan: tükenmez
bîperva: korkusuz
bîr: kuyu
birâder: kardeş
birâderzâde: kardeş oğlu
birr: temizlik, iyilik
biryân: kebap
bîset: gönderme, peygamberliğin başlangıcı
Bismark: ünlü bir devlet adamı
Bismillah: ALLAH ın adıyla
bissavab: doğru olarak
bittâb: tabiatıyla
bitamâm: büsbütün
bitamâmiha: tamamıyle
bîtaraf: tarafsız
bîtarafâne: tarafsızca
bittabî: tabiatıyle
bittakdir: takdirle
bittecrübe: tecrübeyle
bîvefa: vefasız
biyedî: elimi
biyografi: bir kimsenin hayatını anlatan eser
bîzâr: bıkmış
bizâtihi: kendiliğinden
bîzeval: sona ermez
bizzarure: zaruri olarak
bizzât: kendisi
bolşevik: Rus komünisti, dinsiz
bolşevizm: Rus komünizmi, dinsizlik
bostân: sebze bahçesi
boşboğaz: yerli yersiz konuşan
boykotaj: boykot
bûd: uzaklık
Buda: Budizmin kurucusu
Budeî: Buda dininden olan
bûdiyet: uzaklık
buğz: sevmeme, nefret
buhâr: buğu
Buharî: en önemli hadîs kitabının yazarı
buhl: cimrilik
buhrân: bunalım
buhûr: bahirler, denizler
bukalemun: bulunduğu yerin rengine giren bir hayvan
Burak: Peygamberimizin miraçta bindiği binek
burc: güneşle dünya arasındaki hayâlî dilimlerin her biri
burjuva: hayatını emek vererek kazanmayan zengin kimse
bûse: öpücük
butlân: batıllık, temelsizlik, çürüklük
bûy: koku
bühtân: iftira
bükâ: ağlama
bülegâ: adamına göre güzel söz söyleyenler
bülend: yüksek, yüce
bülûğ: erginlik
bünyân: yapı
bünye: yapı
bürde: hırka
bürhan: kuvvetli delil
bürhanî: delil cinsinden
bürûc: burçlar
bürûdet: soğukluk
büşrâ: müjde
büzr: tohum
büzûr: tohumlar

Alıntı Yaparak Cevapla

Arapça Sözlük

Eski 11-04-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Arapça Sözlük



C

cadde: geniş yol
câh: makam
Câhız: ünlü bir edebiyatçı
câhid: din için savaşan
câhil: bilgisiz
câhilâne: bilgisizce
cahîm: cehennem
câil: yapan
câiz: dine uygun olan
câl: yapma, kılma
câlî: yapmacıktan
câlib: çekici
Calinos: eski bir filozof
Câmî: büyük bir âlim ve yazarı
câmi: toplayan
câmia: topluluk
câmid: cansız, donuk
câmidât: camidler, cansızlar
câmidiyet: cansızlık
câmiiyet: toplayıcılık
câmiülkelîm: zengin mânâlı söz
camus: manda
cân: hayat, ruh, gönül
cânân: sevgili
canavar: can alıcı
cânhıraş: tüyler ürpertici
cânî: cinayet işleyen
cânib: yön, taraf, yan
câniyâne: canicesine
cann: cinler
cansiperâne: canını verircesine
car: Arapçada bir edat
cârî: akan, yürüyen
câriye: esir kadın
câsus: ajan
câvid: devam eden
cây: değer, layık
caymak: kararından dönmek
câzib: çekici
câzibe: çekicilik
câzibedâr: çekici
câzibedarâne: çekici bir biçimde
câzibekârane: çekici biri gibi
cebâbire: zorbalar
cebânet: korkaklık
Cebbâr: istediğini mutlaka yaptıran ALLAH
cebbar: cebreden, zorba
cebbarâne: zorbaca
cebel: dağ
ceberût: zorla her istediğini yaptırabilme kudreti
ceberûtiyet: her dilediğini yaptırabilme kudreti
cebhe: cephe, alın, yön, yüz, savaş bölgesi
cebîn: korkak
cebir: zor, zorlama
cebr: cebir, zor, zorlama
Cebrâil: Peygamberimize vahiy getiren büyük bir melek
cebren: zorla
Cebrî: insan iradesini inkâr eden batıl bir mezhebe inanan kimse
cebrî: zorla, zorlamalı
Cebriye: insandaki iradeyi inkâr eden batıl bir mezhep
cedâvil: cedveller, kanallar, listeler
cedd: ata, dede
cedel: tartışma, münakaşa
cedîd: yeni
cedvel: liste, kanal, cetvel
cefâ: eziyet
cefâkâr: eziyet çeken
ceffelkalem: düşünmeksizin
cefne: büyük su kabı
cehâlât: cahillikler, bilgisizlikler
cehâlet: cahillik, bilgisizlik
cehâletperver: bilgisizliği seven
cehd: çaba, çabalama
cehele: cahiller, bilgisizler
cehennem: azgınların öldükten sonra gidecekleri ceza yeri
cehennemî: cehenneme özgü
cehennemnümun: cehennemi hatırlatan
cehil: bilgisizlik
cehl: bilgisizlik
cehlistân: bilgisizlik yeri
cehr: açıktan söyleme
cehren: açıktan
cehrî: açık sesle
cehûl: pek cahil
celâdet: ululara karşı gösterilen cesaret
Celâl: sonsuz azamet ve kibriya, büyüklük ve ululuk
celâldarâne: celâlli bir biçimde
celâlet: büyüklük, ululuk
celâlî: büyüklükle ilgili
celb: kendine çekme, getirtme
celbkârâne: kendine çekercesine
celbnâme: çağırma kağıdı
Celcelîtiye: Hazreti Ali radıyALLAH u anhın önemli bir eseri
celevât: cilveler, görünümler
celî: belli, açık
celîl: büyük, ulu
cellâd: ölüm cezası verilenleri öldüren kişi
celle: "yüce ve aziz oldu" mânâsında söylenir
celse: oturum
cem: toplama
cemaat: gayeleri bir olan topluluk
cemâd: cansız cisim
cemâdât: cansız cisimler
cemâdiyet: cansızlık, donukluk
cemâhir: cumhuriyetler
cemâl: güzellik
cemâlî: güzellikle ilgili
cemâlperest: güzelliğe düşkün
cemâlperverâne: güzelliği severcesine
cemel: deve
cemî: bütün, hepsi
Cemîl: sonsuz güzel olan ve bütün güzelliklerin sahibi bulunan ALLAH
cemîl: güzel
cemîlâne: güzelce
cemîle: güzel olan
cemiyât: cemiyetler, toplumlar
cemiyet: toplum
cemiyyet: cemiyet, toplum, genişlik
cemm: çokluk
cemmigafir: ekseriyet, çoğunluk
cemre: ısı
cenâb: saygı sözü
cenâbet: cünüp
cenâh: kanat
cenâheyn: iki kanat
cenân: cennetler
cenaze: henüz gömülmeyen ölü
cendere: baskı aleti
cengâver: savaşçı
Cengiz: zâlim bir hükümdar
cenin: ana karnındaki çocuk
cenk: savaş
cennât: cennetler
cennet: inananların dünyadaki güzel amellerine mükafaten sonsuza kadar kalacakları güzellikler âlemi
cennetâsâ: cennet gibi
cennetmekân: yeri cennet olası
cennetmisâl: cennet gibi
cenûb: güney
cenûbî: güneydeki
cerâhat: irin, akıntı
cerâid: gazeteler
cerbeze: süslü sözlerle aldatma
Cercîs: büyük eziyetlerle şehit edilen bir peygamber
cereyân: akma, akım
cerh: yaralama, çürütme
cerhetmek: yaralamak, çürütmek
cerîde: gazete
cerîha: yara
cerr: para alma
cerrah: operatör
cerrâr: tedirgin edici davranışlarla para koparan
cesâmet: irilik
cesâret: yüreklilik, korkusuzluk
cesed: ceset, cansız vücut
cesîm: iri, kocaman
cessâs: casusluk eden
cesurâne: cesurca, korkusuzca
cevâb: cevap, soruya verilen karşılık
cevâben: cevap olarak
cevâbî: cevapla ilgili
cevâd: çok cömert
cevâhir: değerli taşlar
cevâmî: toplayıcı olan şeyler
cevâmid: cansızlar
cevâmiülkelîm: zengin mânâlı sözler
cevânib: yanlar, taraflar
cevârih: organlar
cevâsis: casuslar, ajanlar
cevaz: izin
cevelân: dolaşma
cevelangâh: dolaşma yeri
cevf: boşluk
cevher: öz, kıymetli taş, atom
cevherbahâ: mücevher gibi değerli
cevhere: tek cevher
cevherî: cevherle ilgili
cevir: eziyet
Cevşen: "zırh" mânâsında Peygamberimizin emsalsiz duası
Cevşenülkebîr: Peygamberimize vahiy ile gelen büyük bir dua
cevv: atmosfer
Cevvâd: sınırsız cömertlik sahibi ALLAH
cevvâl: pek hareketli
cevvifezâ: uzay
cevvihava: atmosfer
ceyb: cep
ceyş: asker, ordu
cezâ: suça karşılık verilen acı
cezâen: ceza olarak
cezâlet: sözde kelimelerin düzgün dizilişinden doğan güzellik
cezb: kendine çekme
cezbe: ALLAH sevgisiyle kendinden geçme hâli
cezbedarâne: ALLAH sevgisiyle kendinden geçercesine
cezbekârâne: cezbeye tutulmuşçasına
cezîre: ada, yarımada
Cezîretülarâb: Arap Yarımadası
cezm: kesin karar
cezmiyet: kesin kararlılık
cezrî: köklü
cibâl: dağlar
cibillî: yaradılıştan, mayadan, soydan
cibilliyet: yaradılış, maya, soyluluk
Cibrîl: Cebrail aleyhisselâm
cidâl: uğraşma, savaş
cidar: duvar, çeper
cidden: gerçekten
cîfe: leş
cifir: harflere verilen sayılarla mânâlar çıkarma ilmi
cifrî: cifirle ilgili
ciğerpâre: ciğer parçası, sevgili yavru
ciğersûz: ciğer yakan
ciğerşikâf: ciğer parçalayan
cihad: din uğrunda savaş
cihân: dünya, âlem
cihânbahâ: cihan değerinde
cihândeğer: dünya kıymetinde
cihângîr: cihanın büyük bir kısmını elde eden savaşçı
cihânkıymet: dünya kadar değerli
cihânpesendâne: dünyanın beğeneceği şekilde
cihânşümûl: dünya ölçüsünde
cihâr: dört
cihât: yanlar, yönler
cihâz: aygıt, çeyiz
cihâzât: aygıtlar
cihet: yön, yan
cihetiyet: yönlülük, yanlılık
cild: deri, ten
cilve: görünme, belirme, naz
cilveger: cilve eden
cimâ: cinsî münasebet
cimri: kimseye bir şey vermeyen eli sıkı kimse
cin: göz ile görülemeyen ruhani varlıklar
cinân: cennetler
cinas: birçok mânâya gelebilen söz
cinâyet: adam öldürme, ağır suç
cinnet: delilik
cinnî: cinlerden olan
cins: tür, çeşit
cinsî: cinsle ilgili
cinsiyet: cinslik, tür olma
cirm: oylum, yıldız
cisim: uzayda yer dolduran varlık
cism: cisim
cismanî: cisimle ilgili
cismaniyet: cisim olma hâli
cismen: cisimce
cismiyet: cisimlik
civan: yakışıklı genç
civanmert: yüce gönüllü, mert
civâr: yöre, yakın yer
cîz: hurma ağacının kökü
cizye: müslüman olmayanlardan alınan vergi
cûd: cömertlik
Cûdi: bir dağ adı
cumâ: önemli bir namaz
cumhur: topluluk
cumhurî: cumhuriyetle ilgili
cumhuriyet: devlet başkanı yönetilenler tarafından seçilen yönetim biçimi
cumhuriyetperver: cumhuriyeti seven
cûş: coşma, kaynama
cûşuhurûş: coşup taşma
cûyem: ararım
cübbe: namazda giyilen bol elbise
cüdâ: ayrı, ayrılmış
cühelâ: bilgisizler
cühûd: bilerek inkâr etme
cülûs: tahta çıkma
cümle: bütün, hüküm bildiren söz
cümûd: cansız, donuk
cümûdet: cansızlık, donukluk
cümûdiye: buzul
cümûdiyet: donukluk, katılık
cüneyd: askercik
cünûd: askerler
cünûdullah: ALLAH ın askerleri
cünûn: delilik
cünüb: gusletmesi gereken kimse
cüret: ataklık, kendini bilmezlik
cüretkâr: atak, kendini bilmez
cüretkârâne: atakça
cürm: suç
cürmümeşhud: suçüstü
cürüm: suç
cüsse: gövde, kalıp, beden,
cüz: bölüm, parça
cüzî: pek az, ferdi
cüziihtiyar: az bir seçme hürriyeti
cüziirâde: insanın azıcık iradesi
cüziyyât: cüziler
cüziyyet: azlık, küçüklük

Alıntı Yaparak Cevapla

Arapça Sözlük

Eski 11-04-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Arapça Sözlük



D

dâ: hastalık
daavât: dualar
dâbb: kertenkele
dâbbe: yürüyen yaratık
dâbbetülarz: âhirzaman alâmeti olan bir yaratık
dâcin: bir nevi kuş
dâd: vergi, ihsan
dâdıezel: ALLAH vergisi
dâdıhak: Hak vergisi
dâfi: defeden, savan
dâfia: defetme, savma
dâğdağa: gürültü patırtı
dâğdâr: yanık, yaralı
dağvârî: dağ gibi
dâhî: üstün yetenekli
dâhil: iç, içeri, içinde
dahîl: yabancı, sığıntı
dahîlek: sana sığınırım
dâhilî: içe ait, içle ilgili
dâhiliye: içle ilgili olan, iç işleri
dâhiyâne: dahice, gayet zekice
dahiye: felâket, büyük belâ
dahiye: üstün yetenekli kimse
dahl: girme, etki
dâî: duacı, çağıran
dâil: sapıtmış, azgın
dâim: devam eden, süren
dâima: devamlı olarak
daimî: devamlı, sürekli
dâir: ilgili, devreden
dâire: saha, alan, geometrik şekil, resmi kurum
dâirevârî: daire gibi
dâirevî: daire şeklinde
dakik: pek ince
dakika: pek ince olan, zaman birimi
dalâl: sapıklık, haktan ayrılık
dalalet: sapkınlık, islâmdan ayrılma, şaşkınlık
dalaletâlûd: sapkınlık karışık
dalaletpîşe: sapkınlık yolunu tutmuş
dalkavuk: menfaati için hoş görünmeye çalışan, yağcılık ve soytarılık eden
dâll: delil olan, yol gösteren
dall: sapan, sapıtan
dalle: sapanlar, sapıtanlar
dallîn: sapkınlar
dâlliyet: delil olma, yol gösterme
dâm: tuzak, hile, tavan
damar: kan borusu, yaradılış, huy
dâmen: etek
damga: işaret, bellik
dânâ: bilgili, âlim
dâne: tane, tohum
dantela: tentene, dantel
dâr: yer, ev, yurt
darağacı: idam sehpası
darb: vurma, çarpma
darbe: tek vuruş
darbhane: para basılan yer
darbımesel: atasözü
dâreyn: her iki dünya
dârıharb: savaş yeri, düşman ülkesi
dâri: acı bir bitki
dârib: vuran, döven
dârülfünûn: fenler yeri, üniversite
dârülharb: savaş yeri, düşman ülkesi
Dârülhikmet: Osmanlılar zamanında fetva ile vazifeli ilmi bir kuruluş
dârülhizmet: hizmet yeri
dârülikab: azap yeri, cehennem
dârülislâm: Müslümanların huzur içinde yaşadığı yer
Dârüsselâm: kurtuluş ve güven yeri, cennet
dâsıtân: destan, meşhur hikâye
dâsıtâne: destan gibi olan
dâussılâ: vatan hasreti
dâva: savunulan düşünce, hak talebi, önemli mesele
dâvet: çağrı
dâvetname: davet mektubu
Dâvûd: büyük bir peygamber
Dâvûdvârî: Davut alehisselâm gibi
dâye: dadı, çocuk bakıcısı
debdebe: gösteriş gürültüsü, görkem
debretmek: kımıldatmak
deccâl: kıyametten önce ortaya çıkarak yandaşlarıyla birlikte dini yıkmaya çalışan azgın kimse
deccâlâne: deccal gibi
deccâliyet: din yıkıcı deccalın ilkeleriyle hareket edenlerin oluşturduğu mânevî şahsiyet
def: savma, savuşturma
defâ: kez, kere
defâât: defalar, kereler
defâin: defineler
defâten: birdenbire
defî: bir anda
defîne: yere gömülmüş kıymetli eşya
defn: gömme
defnetmek: gömmek
defterdâr: defterci, defter tutan
dehâ: üstün zekâ
dehâlet: girme, sığınma
dehân: ağız
dehlîz: dar ve uzun geçit
dehr: zaman, devir
dehrî: zamanla ilgili, kıyamete inanmayan îmansız felsefeci
dehriyye: dünyanın sonsuzluğuna inanan felsefecilerin yolu
dehriyyûn: zamanı tanrılaştıran îmansız felsefeciler
dehşet: ruhu birden kaplayan korku
dehşetengiz: korku verici
dejenere: bozulma, soysuzlaşma
dek: hile, oyun
dekaik: incelikler
dekk: ufalanma
delâil: deliller, kanıtlar
delâlat: delâletler, delil olmalar
delâlet: delil olma, yol gösterme
delâleten: delil olarak, yol göstererek
delîl: yol gösterici, kanıt
dellâl: yüksek sesle ilan eden, duyuran
delv: kova burcu
dem: kan, zaman, konu, kıvam
demâ: her zaman
demâdem: zaman zaman
demagoji: güzel sözlerle halkı kandırma siyaseti
dembedem: zaman zaman
demdeme: vızıltı, ses
demode: modası geçmiş
demokrasi: yöneticilerin halk tarafından seçildiği idare şekli
demvurmak: söz etmek
denâet: alçaklık
denî: alçak
deniye: alçak olan
depresyon: ruhî çöküntü
der: "içine, içinde" mânâsında ön ek
derâkab: hemen, derhâl
derârî: parlak yıldızlar, renkli şeyler
derc: içine alma, sokma
dercân: canına sokma, içine alma
derd: dert, hastalık, üzüntü, dilek, mesele
derdmend: derdi olan
derecât: dereceler, yukarı katlar
derece: gitgide yükselen durumların her biri, kerte
derekab: hemen ardından
derekât: derekeler, aşağı katlar
dereke: gitgide alçalan durumların her biri
dergâh: makam, tekke
derhâtır: hatırlama
derk: anlama, kavrama
derketmek: anlamak, kavramak
dermân: ilaç, çare, güç
dermeyân: ortada, ortaya
derpey: ardı sıra
Dersaadet: istanbul
dershane: ders okunan yer
dersiâmm: herkese ders verebilen hoca
deruhte: üzerine alma, yüklenme
derûn: iç, gönül
derûnî: içle ilgili, içten
derviş: yaşayışını tarikatının edeplerine uyduran kalender kimse
derya: deniz
desâis: desiseler, hileler, oyunlar
desâtir: düsturlar, ilkeler
desîse: hile, oyun
dessas: hileci, oyuncu, aldatıcı
dessasâne: hileci, aldatıcı gibi
dest: el
destan: kahramanlık hikâyesi
destbedest: el ele
deste: demet, tutam
destek: dayanak
destgâh: tezgâh, işyeri
destûr: izin
dev: masallarda geçen korkutucu varlık
devâ: ilaç
devâen: ilaç olsun diye
devâhî: büyük belâlar, üstün zekâlılar
devâir: daireler, işyerleri
devam: sürüp gitme
deverân: dönme, dolaşım
devir: dönme, dolaşma, aktarma
devlet: ülkeyi yönetmek için örgütlenmiş siyasî topluluk
devr: devir, dönem, dönme, dolaşma, aktarma
devran: felek, talih
devre: dönem
devriye: dönen, dolaşan
deyn: borç
Deyyan: herkesin hakkını en iyi bilen ve veren ALLAH
Dıhye: bir sahabe
dırahşan: parlayan
dıyk: darlık
dibâce: önsöz, başlangıç
didar: göz, görme, görünme
dîde: göz
dîdebân: gözcü, gözleyen
dîk: ince, dar
dikkat: duygu ve düşünceyi bir noktada toplama, uyanıklık, incelik
dikta: zorbalık
diktatör: devleti keyfine göre idare eden "ulu" önder
dil: gönül, kalb
dilber: gönül alan güzel
dilşâd: gönlü hoş olmuş
dimağ: beyin
dimdik: gaga
din: peygamberin bildirdiği biçimde kulluk görevlerini belirleyen ilâhî nizam
dinamik: hareketli
dinar: eskiden kullanılan bir para
dindarâne: dindarca
dindaş: aynı dinden olan
dinperver: dini seven
dinsizdârâne: dinsizce
diplomat: ülkenin dış işleriyle uğraşan memur
dirâyet: yetenek, beceri, sezgi
direktif: yönlendirici emir
direm: dirhem
dirhem: üç gramlık ağırlık ölçüsü
diritnavt: diritnot
diritnot: büyük savaş gemisi
disiplin: uyulması gereken kuralların tamamı, sıkı düzen
divan: şiir kitabı, yüksek idare meclisi, mahkeme, sedir
divâne: aklı tam olmayan, kaçık
divânece: divane gibi
divanhâne: geniş sofa, salon
divânıharb: askeri mahkeme
diyânet: dindarlık, din işleri
diyâneten: dindarlık bakımından
diyar: ülke, yer
diyet: kan bedeli, can pahası
diyk: darlık, sıkışıklık
dogma: tartışılmayan kesin fikir
dogmatizm: bazı fikirleri her zaman doğru ve değişmez kabul eden felsefe
doktrin: bir sistem meydana getiren fikirlerin hepsi, öğreti
donanma: kendini donatma, deniz kuvveti, ışıklı şenlik
dost: samimi arkadaş
dostâne: arkadaşça
duâ: ALLAH a yalvarma, yakarış, isteme, dileme
dûçar: tutulmuş, yakalanmış
duhâ: kuşluk vakti
duhan: duman
duhûl: girme
dumûr: körelme, kuruma
dûn: aşağı
dûnhimmet: gayreti az
dûr: uzak
dûrendiş: ilerisi için kaygılanan
dûrendişâne: ilerisi için kaygılanırcasına
durûbuemsâl: atasözleri
dûş: omuz
dûşâb: pekmez
dü: iki
düello: şahitler önünde iki kişinin silahlı çarpışması
dühât: dahiler, üstün zekalılar
dükkân: öteberi satış yeri
Düldül: Peygamberimizin Hazreti Aliye hediye ettiği binek hayvanı
dülger: marangoz
dümdâr: ordunun arkasında giden gurup
dünyâ: içinde yaşadığımız âlem
dünyâdâr: dünyalı
dünyâperest: taparcasına dünyaya yönelen
dünyevî: dünya ile ilgili, dünyalı
dürbîn: dürbün
dürer: inciler
dürr: inci
Dürriyetim: Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm
dürûs: dersler
dürüst: doğru, düzgün
düstûr: ilke, kural
düşâb: pekmez
düşeş: iki altılık
düşvâr: zor, güç
düvel: devletler
düyûn: borçlar

Alıntı Yaparak Cevapla

Arapça Sözlük

Eski 11-04-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Arapça Sözlük



E

eâmm: pek umumi, en genel
eâzım: büyükler
eb: baba
ebâbil: bir kuş türü
ebâd: boyutlar, uzaklıklar
ebâtıl: boş inanışlar
ebced: Arap harflerinin diziliş sırası, bu harflerin rakam olarak değerlerinden yola çıkılarak yapılan hesap
ebcedî: ebcedle ilgili
ebdâ: en güzel, en bedi
ebed: sonsuz gelecek zaman
ebeden: sonsuza dek
ebedî: sonsuzla ilgili
ebediyet: sonsuzluk
ebediyyen: sonsuza kadar
ebedperest: sonsuzluğu sevip arzulayan
ebedülâbâd: sonsuzlar sonsuzu
ebeveyn: ana ile baba
ebkem: dilsiz
eblağ: yerinde adamına göre güzel söz söylemenin en üstünü
ebleh: alık, budala
eblehâne: alıkça, budalaca
ebnâ: oğullar
ebnâyıcins: aynı türden olanlar
ebrâr: hayırlılar, iyiler
Ebrehe: Kâbeyi yıkmak isteyen kumandan
ebrû: kaş, dalga dalga kırmızı yanak, bir süsleme sanatı
ebsâr: gözler
ebter: güdük, kesik
ebû: baba, ata
ebulâşey: hiçbir şeyi olmayan
ebvâb: kapılar, bölümler
ebyât: beyitler
ebyâz: en beyaz, parlak
ecânib: yabancılar
ecdâd: atalar, dedeler
ecel: ömrün sonu, vade
ecell: en büyük
echel: en cahil
echeliyet: aşırı bilgisizlik
ecinnî: tek cin
ecir: ücret, karşılık
ecîr: ücretle çalışan
ecirnâ: bizi koru
ecirnî: beni koru
eclâ: en parlak
ecliyet: sebeplik
ecmâ: en toplu
ecmâin: hepsi, cümlesi
ecmel: en güzel
ecnâs: cinsler, türler
ecnebî: yabancı
ecr: ücret, karşılık
ecrâm: cansız varlıklar
ecsâd: cesetler
ecsâm: cisimler
ecvibe: cevaplar
eczâ: cüzler, parçalar, kimyevi madde
eczâhâne: ilaç yapılıp satılan işyeri
edâ: yapma, ödeme, davranış, anlatım yolu
edat: "hem, için" gibi kendi başına mânâsı olmayan yardımcı kelime
eddâî: belli bir duacı, duacınız
edeb: terbiye, güzel ahlak, haya
edebî: edeple ilgili, güzel söz ve yazı
edebiyat: güzel ve etkili biçimde konuşma ve yazma sanatı
edebiyyûn: edebiyatçılar
edevât: âletler
edîb: edebiyatçı, edepli, terbiyeli
edîbâne: edebiyatçı gibi, edeplice, terbiyelice
edille: deliller, kanıtlar
ednâ: pek aşağı
edvâr: devirler, dönemler
edviye: devalar, ilaçlar
edyân: dinler
efâdıl: üstün nitelikli kimseler
efâl: fiiller, işler
efdal: daha üstün
efendi: sahip, saygın, terbiyeli
efgan: figanlar, inlemeler
efhâm: anlamalar, en iyi anlayan
efkâr: fikirler
efkârıâmme: umumun fikirleri, halkın düşünceleri
eflâk: gökler
Eflâtun: eski bir filozof
efrâd: bireyler, insan tekleri
efsah: daha düzgün anlatım
efsâne: uydurulmuş hikâye, mitoloji
efsûn: sihir, büyü
efşan: "saçan" mânâsında son ek
efzâ: "artıran" mânâsında son ek
efzûn: fazla, çok
ego: ben, ene
eğerçi: gerçi
eğlenceperest: eğlenceye pek düşkün
Ehad: "bir, tek, benzersiz" olan ALLAH
ehâdîs: Peygamberimizin sözleri
ehadiyet: ALLAH ın her bir eserindeki birlik tecellisi
ehaff: pek hafif
ehak: en hak, daha gerçek
ehass: en has
ehbâr: âlimler
ehemm: en önemli
ehemmiyet: önem
ehemmiyetkârâne: önem verircesine
ehevât: kardeşler
ehibbâ: ahbaplar, sevilenler
ehil: dost, sahip, usta
ehlen-sehlen: hoş geldiniz
ehlî: alışık olan, evcil
Ehlibeyt: Peygamberimizin neslinden olan
ehlibidâ: dine aykırı olanı dine sokanlar
ehlidalalet: islâmdan sapanlar, sapkınlar
ehlidünyâ: dünya adamı, âhireti düşünmeyen
ehlifelsefe: felsefeciler, felsefeye önem veren kimseler
ehlifen: fen ilimleriyle uğraşanlar
ehligaflet: gaflette olanlar, kul olduğunu hatırlamadan yaşayanlar
ehlihak: hak yolda olan
ehlihakîkat: hakikatı bulan kimseler
ehlihâl: inandıkları mânâları hâlleriyle yaşayanlar
ehlihidâyet: îman yoluna erenler, müminler
ehliîman: îmanlılar
ehliinsaf: insaflılar
ehliislâm: müslümanlar
ehlikalb: kalben ileri gidenler
ehlikeşif: perdeli olanı bilen velî
ehlikitab: ilâhî kitaplardan birine inanan
ehlikubûr: kabirdeki ölüler
ehliküfür: kâfirler
ehlinecat: kurtulanlar
ehlisefâhet: günahlara dalanlar
ehlisuffa: Peygamberimizin mescidinde kalan sahabeler
ehlisünnet: Peygamberimizin hak yolunda yürüyenler
ehlişirk: ALLAH a ortak koşanlar
ehlitakva: ALLAH tan korkup günahtan sakınan kimseler
ehlitarik: tarikat adamı
ehlitarikat: tarikata bağlı olan
ehlitevhid: ALLAH ın birliğine inananlar
ehlivelâyet: velîler, erenler, kalbi nurlanmış müminler
ehlivukuf: iyi bilenler, bilirkişiler
ehliyyet: yeterlik, ustalık, yetki
ehlullah: ALLAH adamı, evliya, ermiş
ehram: firavun mezarı
Ehriman: ateşe tapanların kötülük tanrısı
ehülacâib: acayip şeylerin kardeşi
ehva: nefis arzuları, boş istekler
ehvâl: korkular
ehven: en zararsız, pek ucuz
ehvenüşşerreyn: iki şerden daha az zararlı olanı
ehya: ucuzluk, bolluk
eimme: imamlar, öncüler
ejder: büyük yılan
ejderha: iri yılan
ekâbir: büyükler
ekall: en az
ekalliyet: azlık, azınlık
ekânim: asıllar, rükünler
ekber: en büyük
ekdâr: kederler, üzüntüler
ekl: yeme
ekmel: en mükemmel
ekol: bir fikir üzerine kurulu okul, meslek
Ekrad: Kürtler
ekrem: daha kerim, en iyi
ekser: daha çok
ekserî: çoğunlukla
ekseriya: ekseriyetle, çoğunlukla
ekseriyet: çoğunluk
ekseriyetle: çoğunlukla
ekva: daha kuvvetli
ekvan: yaratılanlar
ekvanî: yaratılanlarla ilgili
ekvator: dünyayı ikiye ayıran hayâlî çizgi
el-amân: aman diliyorum!
elân: şimdi, hâlâ
elâstik: esnek
elbette: kesinlikle
elcevab: cevabı şu
elem: acı
eleman: bir bütünün parçaları
elemkârâne: acılı bir biçimde
elemnâk: acı verici, acılı
elf: bin sayısı
elfâtiha: Fatiha sûresi
elfaz: lafızlar, sözler
elhak: hakikaten, doğrusu
elhamdülillâh: ALLAH a hamdolsun
elhannas: sinsice aldatan şeytan
elhâsıl: kısacası, özetle
elhubbulillâh: sevgi ALLAH içindir
elhükmülilekser: hüküm eksere göre verilir
elîf: alışan, alışkın
elîm: acı veren, acılı
elîmâne: acılı biçimde
elîme: acılı hâl
elîyâzübillâh: ALLAH a sığınırız
elkab: lâkaplar
elmas: değerli bir taş
elsine: lisanlar, diller
eltâf: lütuflar, en latîf, en hoş
elvah: levhalar, tablolar
elvan: renkler
elvanıseba: yedi renk
elvedâ: şu ayrılık!
elyak: daha lâyık
elyevm: bugün
elzem: daha gerekli
elzemiyet: daha gereklilik
emam: ön taraf
eman: güven, güvenlik
emânât: emanetler
emânet: sonra alınmak üzere verilen şey
emâneten: emanet olarak
emâni: güvenlik
emârât: emareler, belirtiler
emâre: iz, belirti, bellik
emâret: beylik
emel: ümit, arzu
Emevîler: bir islâm devleti
emîn: güvenilir
emîr: bey, başkan
emirber: emir dinleyen
emirnâme: emir yazısı
emlâk: taşınmaz mallar
emmâbâdü: bundan sonra
emmâre: emreden, zorlayan
emn: eminlik, güvenlik
emniyet: güven, güvenlik
emperyalizm: bir ülkenin sınırlarını genişletme politikası
emr: emir, buyruk
emrâz: marazlar, hastalıklar
emsâl: misaller, eşler, benzerler
emsile: misaller, örnekler
emşac: nutfe, dağınık
emtar: yağmurlar
emvâc: dalgalar
emvâl: mallar
emvât: ölüler
emzice: mizaçlar, huylar
enam: yaratıklar, varlıklar
enâniyet: benlik, gurur
enbiyâ: nebîler, peygamberler
encam: son
encümen: meclis, komisyon
endad: benzerler, misiller
endâm: beden, boy
endaz: "atan, atıcı" mânâsında son ek
ender: içinde
ender: pek az bulunan
endîşe: kaygı
Endülüs: bir islâm devleti
ene: ben, benlik
enerji: güç
enfâ: daha faydalı
enfâs: nefesler
enfes: pek nefis, çok hoş
enfûs: nefisler, ruhlar
enfüsî: nefisle ilgili, insanlarının kendi iç âlemlerine ait
engiz: "koparan, veren" mânâsında son ek
engizisyon: kiliselerin işkenceci mahkemeleri
enhâr: nehirler, ırmaklar
enîn: inilti
enîndâr: inleyen
enîs: dost, arkadaş
enkaz: yıkıntı
enmûzec: nümune, örnek, model
ensâb: soylar, nesepler
ensac: dokumalar
ensâf: yarımlar
ensâl: nesiller, kuşaklar
ensâr: yardımcılar, Medineli sahabeler
enseb: en uygun
ente: sen
entrika: hile, düzen
envâ: neviler, türler
envâen: türler olarak
envâr: nurlar
enver: pek nurlu
enzâr: nazarlar, bakışlar
erâcif: uydurma sözler
erakk: pek ince
erbaa: dört
erbâb: sahipler, becerikliler, terbiyeciler
erbâin: kırk
erbâiyyet: dört olmak
Ercûze: Hazreti Alinin meşhur bir kasidesi
erhâm: döl yatakları, rahimler
erham: en merhametli
Erhamürrahimîn: merhamet edenlerin en merhametlisi olan ALLAH
erîke: koltuk, taht
erkân: esaslar, rükünler
ervâh: ruhlar, canlar
erzâil: reziller, alçaklar
erzâk: rızıklar, yiyecekler
erzan: pek ucuz
erzâl: reziller
erzel: daha rezil
esâbi: parmaklar
esâd: daha mutlu
esâdekümullah: ALLAH saadet versin
esahh: daha doğru
esâlib: üslûplar, tarzlar
esamî: isimler
esâret: esirlik, tutsaklık
esas: temel, kök
esasât: temeller, esaslar
esâtir: uydurulmuş hikâyeler, mitoloji
esbâb: sebepler, vasıtalar, vesileler, araçlar
esbâbperest: sebepleri yaratıcı sanan
esbak: daha önceki
esbât: torunlar
esdâf: sadefler, inci kabukları
esdikâ: sadıklar
esed: aslan
Esedullah: ALLAH ın aslanı
esef: tasa, üzüntü, gam
esefâ: yazık!
eser: yapı, iz, kitap
esfel: en aşağı
esfelisâfilîn: aşağıların en aşağısı
eshâb: sahipler
esham: hisseler, paylar
eshel: daha kolay
esîle: sorular, sualler
esîr: alemi kaplayan incecik madde
esir: savaşta teslim alınan kimse
Eski Said: Bediüzaman Hazretlerinin hayatında birinci dönem ismi
eslâf: selefler, öncekiler
eslâh: en iyi, en sâlih
eslem: en sağlam, en emin
esliha: silahlar
esmâ: isimler
esmaî: isimlerle ilgili
Esmaülhüsnâ: ALLAH ın güzel isimleri
esmar: meyveler
esmer: rengi karaya çalan
esnâ: ara, vakit, sıra
esnâf: sınıflar, alım satımcı
esnam: sanemler, putlar
esrâ: pek çabuk
esrâr: sırlar, gizli mânâlar
esrârengiz: gizli ve sırlı olan
esrarkeş: esrar çeken
essebebükelfâil: sebep olan yapan gibidir
estağfirullah: ALLAH kusurumu affetsin
ester: katır
esvâb: giyecekler
esvât: sesler
esved: siyah, kara
eşâr: şiirler
Eşârî: itikadî bir hak mezhep kuran âlimin namı
eşbah: benzeyenler
eşcâ: daha yiğit
eşcâr: ağaçlar
eşedd: pek şiddetli
eşeff: en saydam
eşekk: pek şüpheci
eşfa: en çok şefaat eden
eşfâ: pek şifalı
eşfak: çok şefkatli
eşgal: işler, meşguliyetler
eşhas: şahıslar, kişiler
eşhûr: aylar
eşirrâ: şerliler, kötüler
Eşîya: bir peygamber
eşk: gözyaşı
eşkâl: şekiller
eşkıyâ: yol kesenler
eşmel: çok kaplayıcı
eşnê: en kötü
eşrâf: şerefliler, ileri gelenler
eşrâr: şerliler, kötüler
eşrât: şartlar, belirtiler
eşrâtısaat: kıyamet alâmetleri
eşref: en şerefli
eşrefimahlûkât: yaratılanların en şereflisi
eşşehîr: meşhur, ünlü, tanınmış
eşşükrülillah: şükür ALLAH adır
eşvâk: şevkler, aşırı istekler
eşya: nesneler, şeyler
etbâ: tâbî olanlar, bağlılar
etemm: en tam, noksansız
etfâl: tıfıllar, çocuklar
etıbbâ: tabipler, doktorlar
etîme: yemekler
etka: günah işlemekten çok çekinen
etkıyâ: çok takvalılar
etrâf: yanlar, taraflar
Etrâk: Türkler
etvâr: tavırlar, davranışlar
evâhir: âhirler, sonlar
evâil: başlangıçlar
evâmir: emirler
evânî: kaplar
evâsıt: vasatlar, orta hâlli olanlar
evc: doruk, yüce
evfak: en uygun
evhâm: vehimler, kuruntular
evkaf: vakıflar
evkat: vakitler
evkemâkal: söylendiği gibi
evlâ: daha iyi
evlâd: veledler, çocuklar
evleviyet: öncelik
evliyâ: kalbi nurlu müminler, erenler, velîler
evliyâullah: ALLAH ın velîleri, sevgili kulları
evrâd: devamlı okunan dualar, zikirler
evrak: yapraklar, kağıtlar, belgeler
evride: toplardamar
evsâf: vasıflar, özellikler
evsat: orta, orta hâl
evtâd: direkler, kazıklar
evtâr: tek, eşsiz
evvâbin: tevbe edip günahtan dönenler
Evvel: herşeyden önce var olan ve yaratıkların önceki hâllerine de hükmeden ALLAH
evvel: ilk, önce, birinci
evvelâ: birincisi, önce
evvelbaba: ilk baba, her türün bir anda yaratılan ilk ferdi
evvelen: ilk olarak
evvelîn: öncekiler
evzâh: daha açık
ey: hitap sözü
eyâdi: eller
eyne: nereye, nerede?
eynelmefer: nereye kaçmalı?
eynesserâminessüreyya: yer nerede, Süreyya nerede?
eytam: yetimler, babaları ölmüş çocuklar
eyvALLAH : peki, öyle olsun
eyvan: köşk, saray
eyyâm: günler
Eyyûb: hastalığına sabretmesiyle meşhur bir peygamber
eyyü: "ya, ey" mânâsında hitap edatı
eyyühelmünâfık: ey münafık, ey mümin görünen kâfir!
eyzan: önceki gibi
ez: "den, dan" mânâsında ön ek
ezâ: üzme, incitme
ezahir: çiçekler
ezan: namaza davet için edilen nida
ezber: zihinde tutma
ezcümle: meselâ, bunun gibi
ezdâd: zıtlar
ezel: başlangıcı olmama, öncesizlik
ezelî: başlangıcı olmayan
ezeliyet: varlığının başlangıcı olmama
ezhân: zihinler
ezhâr: çiçekler
Ezher: Mısırda bulunan büyük bir üniversite
ezher: pek parlak
eziyet: büyük sıkıntı, incinme
ezkâr: zikirler, ALLAH ı anmalar
ezkaza: kaza olarak
ezkiyâ: temiz ve iyi insanlar
ezkiya: zekiler
ezlem: en zâlim
ezman: zamanlar
ezmine: zamanlar
ezost: ondan
ezvâc: eşler
ezvâcıtâhirât: Peygamberimizin iffetli hanımları
ezvak: zevkler
ezyâl: zeyiller, ekler

Alıntı Yaparak Cevapla

Arapça Sözlük

Eski 11-04-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Arapça Sözlük



H

hâb: uyku
habâis: pislikler, kötülükler
habâset: pislik, pislik, kötülük
habb: tohum, dane
habbe: tohum, dane
habbecik: tohumcuk
haber: yeni duyulan bilgi
haberdâr: haberli
Habeş: Afrikada bir ülke
Habeşî: Habeşli
habîb: sevgili, sevilen
habîbiyet: sevgililik
Habîbullah: ALLAH ın sevgili kulu
Habîr: her şeyden haberi olan ALLAH
habîr: haberli
habîs: pis, kötü
habîsât: pisler, kötüler
hablullah: ALLAH ın ipi
hablülmetîn: sağlam ip
hablülverîd: şahdamarı
habr: âlim, bilgili
habrülümmet: ümmetin âlimi
habt: şiddetli vurma, battal etme, unutma
hacâlet: utanma
hacâletâver: utandırıcı
hacamat: kan aldırma
hâcât: ihtiyaçlar
hacc: Kâbeyi ziyaret ibadeti
hâce: hoca
hâcegân: Nakşîlerin bir ünvanı
hacel: utanma
hacer: taş, kaya
Hacerülesved: Kâbede bulunan ünlü kara taş
hâcet: ihtiyaç, lüzum
hacil: utanmış
hacim: oylum, bir cismin uzayda doldurduğu boşluk
hacz: engelleme, el koyma, ayırma
hâç: Hıristiyanların sembolü olan şekil
Haço: Ermeni isimlerinden biri
had: bir nevi ceza
hadâret: gençlik, tazelik
hadd: sınır, çizgi
haddibülûğ: ergenlik sınırı
haddizât: aslı, kendisi
hadeka: gözbebeği
hademât: hademeler
hademe: hizmetçi
hades: yeni, sonradan, abdest bozan bir hâl
Hâdî: hidayet veren ALLAH
hâdî: hidayete ermiş, mürşit
hadîd: demir
hadika: bahçe
hâdim: hizmet eden
hâdim: yıkan, mahveden
hâdimüllezzât: lezzetleri bozan
hadîs: Peygamberimizin sözü
hâdis: sonradan var olan
hâdisât: olaylar
hâdise: olay
hadîsibilmânâ: anlam bakımından doğru hadîs
hadîsikudsî: mânâsı ilâhî sözü peygamberî olan hadîs
hadîsişerîf: Peygamberimizin şerefli sözü
hadra: yeşillik, yeşil
hadravat: yeşillikler
hads: birdenbire sezilen bilgi
hadsen: birdenbire sezmekle
hadsî: birdenbire sezilen
hadsiz: sınırsız
hafâ: gizlilik
hafakan: yürek oynaması, sıkıntı
hafâyâ: sırlar
hafaza: koruyucu
haffâr: kazıcı
hâfız: Kurânı ezberlemiş kimse
hâfıza: ezberleme yeteneği
hafî: gizli, saklı
hafîd: torun, oğul
hafiye: biri hakkında gizlice bilgi toplayan kimse
Hafîz: her şeyi koruyan ve saklayan ALLAH
hafîz: koruyan
hafîzâne: hafîzce
hafîziyet: hafîzlik, koruyuculuk
hafriyât: kazılar
hambaşı: Musevîlerin dinî lideri
hâhem: isterim
hâhiş: fazla arzu
hâhişger: arzulayan
hâib: nasipsiz, ümitsiz, utanan
hâif: korkan, korkak
hâil: perde
hâin: emanete hıyanet eden
hâinâne: haince
hâiz: sahip, içine alan
hâize: sahip olan
hak: adalet, pay, doğruluk, emek, ücret, doğru
hâk: toprak
hakâik: hakikatlar, gerçekler
hakâikâşinâ: hakikatlere alışık
hakâiknümâ: hakikatları gösteren
hakaret: küçüklük, küçük görme
hakaretâmiz: hakaretle karışık
hakaretkârâne: hakaret edercesine
hakbîn: hakkı gören
Hakem: haklı ile haksızı ayıran ALLAH
hakendiş: hak için kaygılanan
hakeza: bunun gibi
hâkî: toprakla ilgili
hakîkat: öz, asıl, gerçek
hakîkatbîn: hakikatı gören
hakîkatfeşân: hakikat saçan
hakîkatmedâr: hakikatın kaynağı
hakîkatperest: hakikata pek düşkün
hakîkatperestâne: hakikata düşküncesine
hakîkatşiken: hakikatı kıran
hakîkatdâr: hakikatlı
hakîkî: gerçek, asıl, öz
Hakîm: her fiilinde hikmet ve gayeleri gözeten ALLAH
Hâkim: "hüküm veren, hak ve adalet üzere hükmeden, başkasını müdahale ettirmeden idare eden" mânâsında ilâhî isim
hakîmâne: hikmetlice
hâkimâne: hükmedercesine
hakîmiyet: hakîmlik
hâkimiyet: hâkimlik
hakîr: aşağı, küçük, önemsiz
Hakk: ALLAH
hakk: doğru, gerçek, pay, adalet, din
hâkk: kazma, oyma
hakkalyakîn: kendisi yaşamışcasına en yüksek seviyede bilme
hakkan: gerçekten, doğrusu
hakkaniyet: gerçeklik ve doğruluk
haknümâ: hakkı gösteren
hakperest: hakka pek düşkün
hakperestâne: hakka pek düşkün biri gibi
hakşinas: hakkı tanıyan
hâl: durum, görünüş, nitelik, şimdi, tâkat
hal: yapıp bitirme, indirme
hâlâ: şimdi, henüz
halâs: kurtuluş
halâskâr: kurtarıcı
hâlât: hâller
halâvet: tatlılık, şirinlik
halâyık: hizmetçi
hâle: ay çevresinde görülen parlak daire, ayla
halecân: kalbin çarpıntısı
hâledâr: hâleli
halef: birinin yerine geçen
halel: bozukluk, zarar
haleldâr: bozulmuş, zarar görmüş
hâlen: durumca, şimdi de
hâlet: hâl, durum
hâletinezi: can çekişme
half: arka
Hâlık: yaratıcı
Hâlıkıyet: yaratıcılık
hâlî: boş, tenha
hâlî: hâlle ilgili
halîc: liman, koy
haliçe: küçük halı
hâlid: sonsuz
hâlif: yeminli, sözleşen
halîfe: öncekinin yerine geçen, Peygamberimizin vekili
hâlihâzır: şimdiki durum
hâlik: helâk olan, yıkılan, bozulan, silinen
halîl: samimi dost
halîliye: dostane münasebet ve samimi kardeşlik
Halîlullah: "ALLAH ın dostu" mânâsında ibrahim aleyhisselâmın namı
halîm: yumuşak huylu, kızmayan
halîme: yumuşak huylu kadın, Peygamberimizin süt annesi
hâlis: saf, duru, katışıksız
hâlisâne: halisçe
hâlisen: halis olarak
hâlisiyet: halislik, saflık, duruluk
halita: karışık olan, karma
hâliyet: hâl oluş
halk: insan topluluğu
halk: yaratma
halka: daire, çember
halkışer: kötüyü yaratma
hallâc: pamuğu didik didik eden
Hallâk: yaratan
hallâkiyet: yaratıcılık
hallisnâ: bizi kurtar
hallüakd: çözme ve düğümleme
hallüfasl: çözme ve ayırma
hallüsinasyon: olmayanı varmış gibi hissetme
halt: karıştırma, hata
halûk: iyi huylu
halvet: tenha yerde yalnız kalmak
halvethâne: yalnız kalınan yer
Halvetî: gizliliğe önem veren bir tarikatın mensubu
hamâkat: ahmaklık, bönlük
Hâmân: Firavunun veziri
hamâset: kahramanlık
hamd: medih ve şükür
hamdele: Elhamdülillah sözü
hamdüsenâ: medih, şükür ve övgü
hâme: kalem
hamele: taşıyanlar, yüklenenler
hâmızıkarbon: karbondioksit
hâmî: himaye edici, koruyucu
hâmîd: hamdeden
hâmie: çamurlu, dumanlı
hâmil: yüklenen
hâmile: yüklü, gebe
hâmisen: beşinci olarak
hamiyet: din ve millet gibi önemli değerleri koruma ve bunlara hizmet etme duygusu
hamiyetfurûş: hamiyetlilik taslayan
hamiyetkâr: hamiyetli
hamiyetperver: hamiyetsever
haml: yük, yüklenme, yükleme
hamle: yüklenme, saldırma
hamletme: yükleme
hamr: şarap
hamrâ: kırmızı
hamse: beş
hamûle: yük
hamûş: susmuş
han: eski zaman oteli
hân: hükümdar
han: "okuyan" mânâsında son ek
hân: sofra
Hanbelî: bir mezhep, bu mezhepten olan kimse
hançere: gırtlak
handân: gülen
hande: gülüş
hâne: ev
hânedân: asil ve köklü aile
Hanefî: bir mezhep, bu mezhepten olan kimse
hânende: şarkıcı
hangâh: tekke
hanîf: islâmdan önce eski dinlerin kalıntılarıyla kulluk eden kimse
hanîn: arzudan gelen inleme, sızlanma
hanîs: yemini bozan
hankâh: tekke
Hannân: "çok acıyan, pek acıyıcı" mânâsında ilâhî isim
hannâs: şeytan
hanumân: ev, ocak
hanzale: meyvesi acı bir bitki
haps: hapis
har: diken
harâb: harap, yıkık
harâbe: yıkıntı
harâbegâh: yıkıntı yeri
harâbezâr: yıkılmış yer
harâbiyet: haraplık
harac: müslüman olmayanlardan alınan vergi
harâm: dince yasak edilmiş şey
harâmî: haydut, yolkesen
harâmiyet: haramlık, yasaklık
harârât: hararetler, sıcaklıklar
harâret: sıcaklık, ısı
harb: savaş
harbî: düşman
harbiye: harble ilgili, askeri okul
harc: gider, vergi
hardal: tohumları küçük bir bitki
hardale: hardal tanesi
harec: zorluk, sıkıntı
harekât: hareketler
hareke: Kurân harflerinin okunuşunu belirleyen işaretler
hareket: kımıldanma, davranma
harem: herkesin giremeyeceği yer, aile, eş
Haremeyn: Mekke ve Medine
Haremişerîf: kâfirlerin giremeyeceği Kâbe ve civarı
harf: alfabenin kendi başına bir mânâsı olmayan her işareti
harfiye: harf gibi olan şeyler
hârık: yakıcı, yakan
hâric: dış, dışarı, dışarıdan
haricen: dışarıdan
Haricî: Haricîler denilen asiler hareketine mensub kimse
haricî: dışa ait, dış ile ilgili
Haricîler: islâm tarihindeki asi ve sapık topluluklardan biri
hariciye: dışişleri
hârika: normalin üstünde olup hayret uyandıran şey
hârikanümâ: harika gösteren
hârikapîşe: harika eserler yapan
harikıyet: harikalık
hârikulâde: olağanüstü
harîm: herkesin girmesi yasak yer, harem
Harîrî: Makamât adlı eseri yazan ünlü edibin ünvanı
hâris: ekici
hâris: hırslı, açgözlü
harîs: aşırı hırslı
harita: bir yerin coğrafî durumunu bildiren çizgiler
hark: yakma
hârre: çok sıcak
hars: sürme, koruma, ekme, kazanma
Hârûn: Musa aleyhisselâmın kardeşi olan peygamber
Hârût: sihir belleten iki melekten birinin ismi
hâs: özel
hasâd: hasat, ürün kaldırma
hasâil: hasletler, huylar, nitelikler
hasâis: hasseler, nitelikler
Hasan: Peygamber Efendimizin büyük torunu
hasârât: zararlar
hasâret: zarar, ziyan
hasâset: yoksulluk, düşkünlük
hasb: göre, dolayı, için, cihetiyle
hasbelbeşeriyye: insanlık dolayısıyla
hasbelkader: kaderden dolayı
hasbetenlillah: ALLAH için
hasbî: karşılık beklemeyen
hasbihâl: görüşüp konuşma
hasbiye: "hasbünALLAH ü ve nîmel vekil" sözü
hasbünâ: bize yeter
haseb: dolayı, sebebi, gereği
hased: haset, kıskançlık
hasen: güzel, güzellik
hasenât: güzel şeyler
hasene: güzel şey, sevap
hasf: ay tutulması
hâsıl: ortaya çıkan, ürün
hâsılât: ürün, gelir
hâsılıbilmasdar: masdarla oluşan fiilin uygulanmasından çıkan sonuç
hasım: düşman, muhalif
hâsid: haset eden, kıskanan
hasîn: sağlam
hasîr: hasret çeken
hasîr: zarara uğrayan
hasîs: basit, ufak, kötü
hâsiyet: özellik, özel fayda
haslet: huy, nitelik
hasm: düşman, muhalif
hasmâne: düşmanca
hasnâ: güzel kadın
hasr: yalnız biri için ayırma
hasret: özleyiş
hâss: özel
hassa: özellik, duygu
hassâs: duyarlı
hassâse: duyma melekesi
hassâsiyet: duyarlılık
hâssaten: özellikle
hasse: duyu, duygu
hasûd: kıskanan
hasûdâne: kıskanırcasına
hâşâ: asla
haşerât: böcekler
haşere: böcek
haşhaş: bir bitki türü
hâşî: huşûlu
Hâşimî: Peygamberimizin sülâlesinden
haşîn: kırıcı, katı
haşir: ölümden sonra dirilip toplanma
hâşir: toplayan, haşreden
hâşiye: sayfanın altındaki açıklama yazısı
haşmet: büyüklük, ihtişam, görkem
haşmetkârâne: haşmetlice
haşmetnümâ: haşmet gösteren
haşr: ölümden sonra dirilip toplanma
haşruneşr: dirilip toplanma ve yayılma
haşv: fazladan söz, haşiv
haşyet: sevgiyle karışık korku
hat: yazı, çizgi, sınır
hatâ: yanlış, yanlışlık
hatab: odun
hatâender: hata içinde
hatâkâr: hatalı
hatâkârâne: hata edercesine
hatar: tehlike, uçurum
hatâyâ: hatalar
Hâtem: cömertliğiyle tanınan bir zengin
hatem: mühür, son
hatemiyet: hatemlik
Hâtemülenbiyâ: nebilerin sonuncusu olan Peygamberimiz
hatf: göz kamaştırma
hâtıf: göz kamaştıran
hâtır: akıl, zihin, hâl, gönül, değer
hâtırâ: anı, akılda kalan
hâtırât: hatıralar
hatiâ: hata, yanlış
hatiat: hatalar, yanlışlar
hatîb: konuşmacı, hatip
hâtif: sesi işitilen görünmez varlık
hâtime: son, son söz
hatip: konuşan, hitap eden
hatm: bitirme
hatme: baştan sona okuyup bitirme
hatt: sınır, çizgi, yazı, yol
hattâ: bile, hem, üstelik
hattab: oduncu
hattat: güzel yazı yazan kimse
hatve: adım, bölüm
havâdis: hâdiseler, olaylar, haber
havaî: hava ile ilgili
havâic: ihtiyaçlar
havâle: işin görülmesini başka birine bırakma
havâlî: yöre, taraf
havârık: harikalar
havârî: isa aleyhisselâmın yardımcısı
Havâric: sapık bir anlayışın sahibi olan Haricîler
havîriyyûn: havariler
havas: seçkinler
havâss: duyular, duygular
havâtıf: göz kamaştıran şeyler
havâtır: hatıralar
havâtim: mühürler, sonlar
havf: korku
havah: ALLAH korkusu
hâvî: kapsayan
hâviye: cehennem
havl: kuvvet, korku
havsala: kavrama kabiliyeti
havz: havuz
havza: sınırlı bölge
hayâ: utanma hissi
hayâl: insanın kafasında tasarladığı şey
hayâlâlûd: hayâlle karışık
hayâlât: hayâller
hayâlen: hayâl olarak
hayâlet: gerçek olmayan görüntü
hayâlî: hayâl ürünü olan
hayâliyyûn: hayâl edilen şeyleri gerçek kabul edenler
hayâlperest: hayâl peşinde koşan
hayat: dirilik, canlılık
hayatâlûd: hayatla karışık
hayatdâr: hayatlı
hayatfeşân: hayat saçan
hayatî: hayatla ilgili, önemli
hayatiyet: canlılık
hayatkârâne: hayatlı bir şekilde
hayatperest: yaşamaya pek düşkün olan
hayatperverâne: hayatı severcesine
haybet: elde edememe, mahrumluk
haydar: cesur, yiğit, Hazreti Ali
haydût: yol kesici
hayfâ: yazık!
hayhay: baş üstüne
hayırhâh: iyilikçi
hayız: kadınlarda her ayın belirli günlerinde kanama ile kendini gösteren özel bir hâl, âdet hâli, hayz
haylaz: yaramaz, aylak
hayli: oldukça
haylûlet: araya girip perde olma, kapama
hayme: çadır
haymenişîn: çadırda oturan
hayr: iyilik
hayrân: çok beğenmiş, şaşıp kalmış
hayrât: hayırlar, iyilikler
hayret: şaşma
hayretâlûd: hayretle karışık
hayretbahşâ: hayret veren
hayretefzâ: hayret artıran
hayretengiz: hayret veren
hayretfezâ: hayret artıran
hayretkâr: hayretli
hayretkârâne: hayret edercesine
hayretnümâ: hayret içinde bırakan
hayretnümûn: hayret veren, şaşırtan
hayriyet: hayırlılık, iyilik
hayrülhalef: bırakılan yeri dolduran hayırlı kimse
haysebeyse: kararsızlık, karışıklık, darlık
haysiyet: değer, saygınlık
haysiyetiyle: bakımından
haysülâyeşûr: hissedilmeksizin
hayt: ip, bağ
hayvân: hayatlı, canlı, diri
hayvânât: hayvanlar, canlılar
hayvânî: hayvanla ilgili
hayvâniyet: hayvanlık
Hayy: ezelden beri hayat sahibi olan ALLAH
hayy: diri, canlı
hayye: gel, haydi!
hayyealelfelâh: tam bir kurtuluşa gelin!
hayyiz: yer, yön, hacim
hayz: hayız
hâzâ: bu, şu, o
hazâin: hazineler
hazâkat: ustalık, uzmanlık
hâzâminfadlırabbî: bu RABBİMin fazlındandır
hazân: sonbahar, güz
hazar: barış zamanı
hazer: çekinme
hazerat: büyükler
hazf: çıkarma, silme
hâzık: işini iyi bilen, uzman
hâzım: sindirici
hâzır: hazırda, huzurda olan
hâzırâne: orada gibi
hâzırûn: orada olanlar
hazîn: hüzünlü, üzüntü verici
hazînâne: hüzünlü bir hâlde
hazîne: altın, para ve mücevher gibi kıymetli şeylerin saklandığı yer
hazînedâr: hazine görevlisi
hazm: düşünceli hareket, sabır, sindirme
hazmınefs: kendi adına sabretme, içine sindirme
hazravât: yeşillikler
hazret: saygı ifadesi
hazz: haz, hoşlanma
hebâ: boşa gitme
hebâenmensûrâ: boşuboşuna
Hebenneka: ahmaklığı ile tanınmış bir adam
hecâ: ses artıran harfler, harflerin dizilişi
hecâî: heca ile ilgili
heccâv: hicveden, yeren
hedâyâ: hediyeler
hedef: gaye, nişan tahtası
heder: boşa gitme
hediye: armağan
hedm: yıkmak
hegemonya: üstünlük ve baskı
hekîm: doktor, hikmet sahibi
helâk: mahvolma, yıkılma
helâket: helâk olma, yıkılma
helâl: dinin izin verdiği şey
helezon: gittikçe daralan iç içe daireler
helminmezîd: daha yok mu?
helümmecerrâ: çek beri getir, var kıyas eyle!
hem: aynı, birlikte
hemcins: aynı cinsten
hemdest: el ele, birlikte
hemec: at sineği
hemeezost: hepsi ondandır
hemeost: hepsi odur
hemheme: rüzgârın tesiriyle çıkan yaprak sesi
hemşehri: aynı şehirden
hemşîre: kız kardeş, bacı
hemtâ: eş, benzer
hemze: elif harfi
hendek: kazılan uzun ve derin çukur
hendese: geometri, mühendislik
hendesevârî: geometrik
hendesî: geometri ile ilgili
hengâm: an, sıra, zaman
hengâme: gürültü patırtı
henîenleküm: afiyet olsun, helâl olsun, tebrik ederim
hercâî: yanar döner, gelgeç
hercümerc: karmakarışık
herçibâdâbâd: her ne olursa olsun
herdem: her zaman
herîf: âdi adam
Herkül: kuvvetiyle meşhur bir Yunanlı
herze: boş söz
herzegû: saçmasapan konuşan
herzekârâne: saçmasapan konuşarak
hesâbât: hesaplar
hevâ: nefsin istekleri, kötü arzular, hava
hevâî: uçarı, nefsine düşkün, sorumsuz
hevâiye: hava gibi olan lâtif şeyler
hevâmm: böcekler
hevâperest: yasak arzuları peşinde koşan
hevâperestâne: yasak arzuların peşinde koşarcasına
hevâtif: seslenen görünmez cinler
heves: gelip geçici istek, arzu
hevesât: hevesler, geçici arzular, yasak istekler
hevesî: hevesle ilgili
heveskâr: hevesli
heveskârâne: heves edercesine
hevesperverâne: hevesine düşkün bir biçimde
hevheve: yaprakların sesleri
heyâkil: heykeller, putlar
heyât: biçimler, görünüşler, topluluklar
heybet: hürmetle karışık korku uyandıran hâl
heyecân: coşkunluk, şiddetli hislenme
heyecânât: heyecanlar
heyelân: toprak kayması
heyêt: şekil, duruş, görünüş, topluluk, gök ilmi
heyhât: yazık, ne yazık!
heykeltıraş: heykel yapan
heylûlet: araya girme, perdeleme, kapama
heyûla: korkutucu hayâl, felsefede eşyanın aslı kabul edilen şey
hezâr: bin
hezârân: binler
hezecât: ezgiler
hezeliyât: ciddi olmayan sözler
hezeyan: saçmalık, saçmalama
hezeyanvârî: saçmalarcasına
hezîmet: bozgun
hezl: saçma, uydurma
hıfz: saklama, koruma, ezber
hıkd: kin, intikam arzusu
hıllet: candan arkadaşlık
hınsıyemîn: yemin bozma
hınzır: domuz
Hırâ: Peygamberimize ilk vahyin geldiği mağara, Hira
hırka: kalınca kumaştan yapılmış elbise
hırkat: yanma
hırs: aç gözlülük, aşırı düşkünlük
hırz: koruma, saklama
hırzıcân: canı gibi koruma
hısâl: güzel huylar
hısâs: hisseler, paylar
hısn: kale, sığınak
hısset: düşüklük, adilik, küçüklük
hışm: öfke, hiddet
hıyâbân: iki tarafı ağaçlık yol
hıyânet: hainlik
hızân: hazine
Hızır: Kurânda adı geçen mübarek bir zatın ismi
hızlân: zarar, rahmetten mahrumiyet
hibe: bağış
hicâb: perde, utanma
Hicaz: Mekke ve Medinenin bulunduğu yer
hicrân: ayrılık, ayrılık acısı
hicret: göç, Peygamberimizin Medineye göçü
Hicrî: Hicretle başlayan takvime göre
hicv: hiciv, yerme, taşlama
hiç: boş, değersiz
hiçâhiç: bomboş
hidâyet: islâm yolu
hidâyetbahş: hidayet veren
hidâyetedâ: hidayet verici
hiddet: öfke
hidemât: hizmetler
hiffet: hafiflik
hikâyât: hikâyeler
hikâye: öykü
hikâyet: hikâye
hikem: hikmetler
hikemiyât: hikmetler, hikmetli sözler
hikmet: gaye, felsefe, gizli sebep, faydalı söz, bilgi
hikmetdârâne: hikmetlice
hikmetedâ: hikmetli
hikmetfeşân: hikmet saçan
hikmetmedar: hikmet kaynağı
hikmetnümâ: hikmet gösteren
hikmetperverâne: hikmetsevercesine
hilâf: karşı, zıt, aykırı
hilâfet: halifelik, Peygamberimizin mânevî mirası
hilâfî: ihtilaf sebebi olan
hilâfiye: ihtilaf konuları
hilâl: ara, aralık
hilâl: incecik yeni ay
hilât: süslü elbise, kaftan
hîle: düzen, aldatma
hîlebâz: hile yapan
hîlekâr: hileci
hîlekârâne: hile edercesine
hilkat: yaradılış
hilkaten: yaradılışça
hill: helâl
hilm: yumuşaklık, kızmama
hilye: güzel sıfatlar, Peygamberimizi tasvir eden yazılar
himar: eşek
himâye: koruma
himâyegerde: korunmuş
himâyet: koruma
himâyetkâr: koruyucu
himayetkârâne: korurcasına
himem: himmetler
himmet: kayırma, yardım, emek
hîn: zaman, vakit
hînâ ki: vakta ki, ne zaman ki
Hirâ: Peygamberimize ilk vahyin geldiği mağara
hisâr: kale
hiss: duygu
hisse: pay
hissedâr: hisseci, pay alan
hissen: duygu bakımından
hissetmek: sezmek
hissî: hisle ilgili, hissedilen
hissikablelvukû: önsezi
hissiyât: duygular
hitâb: hitap, konuşma
hitâbât: konuşmalar
hitâbe: konuşma
hitâben: konuşmakla
hitâbet: konuşma, nutuk
hitam: son
hitap: konuşma
hizâ: sıra, düzlük
hizb: bazı duaların ve ayetlerin bir araya getirilmesiyle oluşan kitap
hizb: parti, topluluk, gurup
mücahit: ALLAH a îman eden topluluk
hizbüşşeytan: şeytana uyan topluluk
hizlân: ilâhî rahmetten mahrum kalmak
hizmet: emir dinleyip iş görme
hizmetkâr: hizmet eden
hoca: ilim öğreten kimse
hocavârî: hoca gibi
hod: kendi
hodbîn: bencil, kendini gören
hodbînâne: hodbince, bencilce
hodendiş: kendini düşünen
hodfikir: kendi fikrini beğenen
hodfurûş: kendini öven
hodfurûşâne: kendini övüp beğendirmeye çalışarak
hodgâm: kendini beğenmiş, bencil
hodperest: kendine düşkün
hodpesend: kendini beğenen
hodpesendâne: kendini beğenmişcesine
hokka: mürekkep kabı
hor: değersiz, adi
Horhor: Bediüzzaman Hazretlerinin medreselerinden biri
hoş: gönül okşayan
hoşâmedî: hoşgeldin
hoşnud: memnun
hoşsohbet: sohbeti tatlı
hû: o, ALLAH
hubâb: daneler, tohumlar
hubb: sevgi
hubbucâh: makam sevgisi
hubûb: tohumlar
hubûbât: tohumlar, tahıl
Hûd: Ad kavminin peygamberi
Hudâ: Rab, ALLAH
hudâ: hile, düzen
Hudâbîn: hakkı gören, ALLAH ı tanıyan
Hudâperest: ALLAH a tapan
huddam: hizmetçi, hizmet eden cin
hudr: yeşillik
hudûd: sınır
hudûs: sonradan var olma
huffaş: yarasa
huffâz: hafızlar
hufre: çukur
hukuk: haklar, haklarla ilgili ilim
hukukî: hukukla ilgili
hukukiyyûn: hukukçular
hukukullah: ALLAH ın hakları
hulâsa: özet
hulâsaten: özetle
hulâsatülhulâsa: özetin özeti
hulefâ: halifeler
hulel: hulleler, güzel elbiseler
hulf: dönme, aykırılık
hulfülvaad: sözden dönme
hulk: huy, tabiat
hulkî: yaradılışla ilgili, yaradılıştan gelen
hulle: değerli elbise
hulûd: ebedîlik, ölmezlik
hulûk: ahlâklar, ahlakî özellikler
hulûl: girme, geçme
hulûs: halislik, saflık, arılık
hulûsiyet: halislik, samimilik, temizlik
hulyâ: hülya, kuruntu, hayâl
humarî: sarhoşluktan gelen sersemlik hâli
humk: ahmaklık
humma: bir ateşli hastalık
humret: kırmızılık
hums: beşte bir
humûd: şehvet yokluğu, soğukluk, isteksizlik
Huneyn: Peygamber Efendimizin savaşlarından biri
hunhâr: kan dökücü
hunnes-künnes: bir kısım yıldızlar
hurâfât: hurafeler
hurâfe: uydurma
hurâfetkârâne: hurafeli gibi
hurâfevârî: hurafe gibi
hurdebîn: mikroskop
hurdebînî: mikroskobik
hurfe: mahrumluk
hûrî: cennet kızı
hûrilîyn: tarifsiz güzellikte cennet kızı
hurmet: haramlık, yasaklık
hurmetiribâ: faizin haram olması
hûrşîd: güneş
hurûc: çıkma, çıkış
hurûf: harfler
hurûfât: harfler
hurûfumukattaa: sûre başlarındaki şifreli harfler
hurûş: coşma, bağırma
hurûşân: coşmalar, şamatalar
husûf: perdelenme, ay tutulması
husûfât: perdelenmeler, ay tutulmaları
husul: olma, oluş
husulpezîr: meydana gelen
husûmet: düşmanlık
husûmetefzâ: düşmanlık saçan
husûmetkârâne: düşmanca
husûs: iş, konu, özellik
hususan: hususca, özellikle
hususât: hususlar, konular
hususen: özellikle
hususî: özel
hususiyet: özellik
huşû: sevgiyle karışık korku
huşûnet: kabalık, kırıcılık
hût: balık
hutame: cehennem
hutbe: dinî konuşma
hutebâ: konuşmacılar
hutûr: hatırlama
hutut: çizgiler, yazılar
hutuvât: adımlar
huveynât: hayvancıklar, mikroplar
huveyne: hayvancık, mikrop
huy: insandaki yerleşmiş özellik
huz: al, tut
huzmâsafâdâmâkeder: safa vereni al keder vereni bırak
huzme: ışık demeti
huzû: tevazu hâli
huzûr: birinin yanında bulunma, rahatlık
huzûrî: huzurda olarak
huzûrkârâne: huzurda gibi, huzur duyarak
huzûz: hazlar
huzûzât: hazlar, hoşa giden şeyler
hüccet: senet, belge, delil
Hüccetülislam: "islâmın delili" mânâsında Gazalînin namı
hücciyet: hüccetlik
hüceyrât: hücreler
hüceyre: hücre
hücre: odacık, canlıların en küçük yapısı
hücûm: saldırı
hücumât: saldırılar
hüddam: hizmet edenler, hizmet eden cin
Hüdhüd: Süleyman aleyhisselâmın haberci kuşu
hükemâ: hakîmler, düşünürler
hükkâm: hâkimler, söz sahipleri, devlet adamları
hükm: hüküm, yargı
hüküm: yargı, egemenlik
hükümdâr: hüküm sahibi, devlet başkanı
hükümet: hükmetme, ülkeyi idare eden kimseler topluluğu
hükümfermâ: hüküm süren
hükümrân: hükmeden, sözü geçen
Hülagû: kan dökücü bir hükümdar
hülyâ: hayâl, kuruntu
hümâ: devlet kuşu, saadet
hümanizm: insancılık iddiasıyla insanı tanrılaştıran sapık bir felsefe
hümâyun: kutlu, mutlu
hüner: ustalık, beceri
hünerver: hünerli
hünkâr: padişah
hünsâ: cinsiyeti belli olmayan
hürmet: saygı, haramlık
hürmeten: saygı duyarak
hürmetkâr: saygılı
hürmetkârâne: hürmet edercesine
hürr: hür, serbest
hürriyet: hürlük
hürriyetperver: hürriyetsever
hürriyetşiken: hürriyet kırıcı
Hüseyin: Peygamberimizin torunu
hüsn: güzellik
hüsnüniyet: güzel niyet
hüsnüzân: güzel sanma
hüsrân: zarar, umduğunu bulamama acısı
hüsûf: ay tutulması, sönme
hüsün: güzellik
hüsünperest: güzellik düşkünü
hüsünşiken: güzellik bozucu
hüşyâr: uyanık
hüvALLAH : o ALLAH tır
hüve: o, ALLAH
hüvehüvesine: aynen
hüvelbâkî: baki olan ALLAH tır
hüviyet: öz, kimlik
hüzn: üzüntü
hüznengiz: hüzün veren, üzen
hüznengizâne: üzüntü veren bir hâlde
hüzün: üzüntü
hüzüngâh: hüzün yeri

Alıntı Yaparak Cevapla

Arapça Sözlük

Eski 11-04-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Arapça Sözlük



I

ırak: uzak
ırâka: akıtma
ırk: kök, soy
ırz: namus, iffet
ırza: Razı etme
ıskat: düşürme
ıslâh: iyileştirme
ıslâhât: iyileştirmeler
ıslâhhâne: ıslahevi
ısrar: ayak direme
ıstıfâ: ayıklanma, saflaşma
ıstılâh: bir kelimenin belli bir ilim dalında kazandığı anlam, terim
ıstılâhât: ıstılahlar, terimler
ıtlâk: sınırlandırmama, salıverme
ıtnab: sözü uzatma
ıtr: ıtır, güzel koku
ıtriyyat: güzel kokular
ıttılâ: bilgi, bilme
ıttırad: düzenli gidiş
ıyâdet: hastayı ziyaret edip hatırını sormak
ıyâl: bir kimsenin geçindirmek zorunda olduğu kişiler
ıyaz: sığınma
ızdırabat: ızdıraplar, acılar, darlıklar, sıkıntılar
ızrar: zarar verme
ıztırâb: acı, darlık, sıkıntı
ıztırâr: zorda kalma
ıztırâren: zorda kalarak
ıztırârî: mecburi

Alıntı Yaparak Cevapla

Arapça Sözlük

Eski 11-04-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Arapça Sözlük



İ

iâde: geri verme
iâdeten: geri vererek
iânât: yardımlar
iâne: yardım
iâşe: geçindirme, besleme
ibâ: çekinme
ibâd: kullar
ibâdât: ibadetler
ibâdet: ALLAH ın emirlerini yerine getirmek
ibâdetgâh: ibadet yeri
ibâdethâne: ibadet evi
ibâdetkâr: ibadetli, ibadet eden
ibâdullah: ALLAH ın kulları
ibâhât: haram olmayanlar
ibâhe: helâl kılma
ibâhiyye: haramı helâl sayan sapkınlar
ibârât: ibareler, metinler, yazılar
ibâre: metin, yazı
ibâret: meydana gelmiş, kadar
ibdâ: yoktan örneksiz yaratma
ibhâm: kapalı bırakma, açıklamama
ibkâ: sürekli kılma, bakileştirme
iblâğ: ulaştırma
iblis: şeytan
iblisâne: şeytanca
ibn: oğul, oğlu
ibnullah: "ALLAH ın oğlu" mânâsında sapkınlık ifade eden bir tabir
ibnüzzaman: zamanın oğlu, devrin adamı
ibrâ: temize çıkarma
ibrâhimvârî: ibrahim aleyhisselâm gibi
ibrânî: Yahudi sülalesi, o sülaleden olan kimse
ibrâz: gösterme
ibre: ölçü aletlerindeki iğne
ibret: bir hâdiseden alınan ders
ibretâmiz: ibret öğreten
ibretfeşân: ibret saçan
ibretnümâ: ibret gösteren
ibrik: bir su kabı
ibrişim: ipekten yapılmış iplik
ibtâl: bozma, boşa çıkarma, uyuşturma
ibtâlihis: duyguları uyuşturma, anestezi
ibtidâ: başlangıç
ibtidâî: ilkel
ibtilâ: tiryakilik, düşkünlük
ibtizâl: çokluktan dolayı değer kaybı
îcâb: lüzum, gerek
îcâbât: gerekler, cevap vermeler
icâbet: cevap verme
icâbî: icapla ilgili, gerekli
îcad: yoktan yaratma
îcadî: yaratmayla ilgili
îcâr: kiralama
îcâre: kira, gelir
icâz: az sözle çok mânâ anlatma
îcâz: benzerini yapmakta insanı âciz bırakan
icâzât: izinler, diplomalar
icâzdârâne: az sözle çok mânâ anlatırcasına
icâzet: izin
icâzetnâme: diploma
îcâzî: icazla ilgili, mûcize olan
icâzkâr: icazlı, sözü az mânâsı çok
îcâzkârâne: benzerini yapmakta insanı âciz bırakırcasına
îcâzvârî: mûcize gibi
icbâr: zorlama
icl: dana
iclâ: cilalama
iclâl: saygı göstermek, büyüklük
iclâs: oturtma, tahta çıkarma
icmâ: toplama, büyük âlimlerin bir mesele üzerinde birleşmeleri
icmâen: topluca, birleşerek
icmâkârâne: topluca
icmâl: özetleme
icmâlen: kısaca, özetle
icmâlî: kısa, özlü
icrâ: uygulama, yapma
icrâât: uygulamalar, yapmalar
ictihâd: âyet ve hadîslerden hüküm çıkarma, içtihat
ictihâdât: hüküm çıkarmalar
ictihâdî: içtihatla ilgili
ictihâdîye: içtihatla ilgili olan
ictimâ: toplanma, içtima
ictimâât: toplanmalar
ictimâî: toplumla ilgili
ictimâiyyât: sosyoloji, toplumbilim
ictimâiyyûn: toplumbilimciler
ictinâ: meyve toplama
ictinâb: içtinap, sakınma, kaçınma
îd: bayram
îdâd: hazırlama
îdâdî: hazırlıklık devresi
îdâdiye: hazırlamayla ilgili, eskiden lise seviyesindeki okul
îdam: yok etme, öldürme
idâme: devam ettirme
idâre: yönetme, yönetim
idbâr: düşkünlük
iddet: kocası ölen kadının bekleme süresi
iddia: tez, direnme
iddiaen: iddia ederek
iddianâme: iddiaların toplandığı yazı, metin
iddihâr: biriktirme
iddihârât: biriktirmeler
ideâl: gaye, ülkü
ideoloji: fikir sistemi
idgam: gizleme
idhâl: içeri alma, ithal
idhâlât: dışarıdan alımlar, ithalat
idlal: saptırma, sapma
idman: alıştırma
idrâk: kavrayış
idrâr: sidik
idris: ilk elbiseyi diken peygamber
îfâ: ödeme, yerine getirme
ifâdât: anlatımlar
ifâde: anlatım
ifâkat: iyileşme
ifâza: feyizlendirme
iffet: namusluluk
ifhâm: anlatma
ifhâm: susturma
ifk: iftira
iflâh: kurtulma
iflâs: fakirleşme
ifnâ: yok etme
ifrağ: dönüştürme
ifrat: aşırılık
ifratâlûd: aşırılıkla karışık
ifratkâr: aşırı giden
ifratkârane: aşırı gidercesine
ifratperver: aşırılığı seven
ifratperverâne: aşırılığı severcesine
ifrâz: ayrılma, akma, salgı
ifrâzât: akıntılar, salgılar
ifrit: tehlikeli cin
ifsâd: bozma
ifsâdât: bozmalar
ifşâ: gizli olanı açıklama
ifşâât: ifşalar
iftihar: övünme, kıvanma
iftiharkârane: övünürcesine
iftikar: fakirliğini bilip gösterme
iftikarat: fakirliğini bilip göstermeler
iftira: birine aslı olmayan bir suç yükleme
iftirak: ayrılma
iftiraname: iftira yazısı
iftiras: parçalama
iftitah: namaza başlarken alınan tekbir
iğbirar: kırılma, gücenme
iğdab: öfkelendirme
iğdiş: burulmuş
iğfal: aldatma, ayartma
iğfalât: iğfaller, aldatmalar
iğlak: kapalılık, anlaşılmazlık
iğtinam: yağmalama
iğtişaş: karışıklık
iğva: azdırma, baştan çıkarma
ihafe: korkutma
ihâle: işi uygun olana verme
îhâm: vehme düşürme
ihânet: hainlik
ihânetkâr: ihanetçi, hain
ihânetkârâne: ihanet edercesine
ihâta: çevirme, kuşatma, kavrayış
ihâtât: ihatalar, kuşatmalar, kavrayışlar
ihbar: haber verme
ihbarât: haber vermeler
ihdâ: îman yolunu gösterme, hediye etme
ihdâs: yeni bir şey ortaya çıkarma
ihfa: gizleme
ihkak: hakkı yerine getirme
ihkakıhak: hakkı sahibine vermek
ihkâm: sağlamlaştırma
ihlâf: yemin ettirme
ihlâk: helâk etme, yok etme
ihlâl: bozma, sakatlama
ihlâs: her işi ALLAH için yapmak
ihmâl: boşlama, savsaklama
ihrâc: ihraç, çıkarma, dışarı atma
ihrâcât: dışarıya mal satma
ihrak: yakma
ihram: hacıların elbisesi
ihrâz: kazanma, erişme
ihsâ: sayma
ihsan: güzelce verme, iyilik
ihsanât: ihsanlar
ihsanperver: ihsan etmeyi seven
ihsâs: hissetme, hissettirme
ihtar: hatırlatma
ihtarât: hatırlatmalar
ihticâc: delil gösterme
ihtidâ: îman yoluna girme
ihtifâ: gizlenme
ihtifâl: tören
ihtifâlât: törenler
ihtikâr: malı kıymetlensin diye saklama
ihtilâc: çırpınma, seğirme
ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık, ayrılık
ihtilâfat: anlaşmazlıklar, ayrılıklar
ihtilâfî: anlaşmazlık konusu
ihtilâl: ayaklanma, kargaşalık
ihtilâlât: ihtilâller, ayaklanmalar
ihtilâlkârâne: ihtilâl yaparcasına
ihtilâm: uyurken cenabet olma
ihtilât: karışma, görüşme
ihtilâtat: karışmalar, görüşmeler
ihtimal: olabilirlik
ihtimalat: ihtimaller
ihtimam: özen, özenme
ihtimamât: ihtimamlar, özenmeler
ihtimamkâr: ihtimamcı, özen gösteren
ihtimamkârâne: ihtimam gösterircesine, özenerek
ihtirâ: yepyeni bir şey ortaya çıkarma
ihtiram: hürmet etme
ihtiras: aşırı istek
ihtirasât: ihtiraslar, aşırı istekler
ihtiraz: çekinme
ihtisar: kısaltma
ihtisaren: kısaltarak
ihtisas: hissetme, duyumsama
ihtisas: uzmanlık
ihtisasat: hislenmeler, duygulanmalar
ihtisasat: uzmanlıklar
ihtişam: görkem, etkileyici görünüş
ihtiva: içine alma, kapsama
ihtiyacât: ihtiyaçlar
ihtiyac: gerek duyma, gerek duyulan şey
ihtiyar: seçme, isteme, yaşlı kimse
ihtiyare: ihtiyar hanım
ihtiyarem: ihtiyarım, yaşlıyım
ihtiyaren: seçerek, isteyerek
ihtiyarî: isteğe bağlı, istemekle
ihtiyarsız: istek dışı, istemeden
ihtiyat: ilerisini düşünerek davranma
ihtiyaten: ilerisini düşünerek
ihtiyatî: ihtiyatla ilgili
ihtiyatkâr: ihtiyatlı
ihtiyatkârane: ihtiyatlı bir biçimde
ihtizâr: çekinme, sakınma
ihtizaz: titreme, hoşlanma
ihtizazât: titremeler, hoşlanmalar
ihvân: kardeşler
ihvânî: kardeşlikle ilgili
ihvetî: kardeşim
ihyâ: canlandırma
ihzâr: hazırlama
ihzârât: hazırlamalar
ihzâriye: hazırlama
îka: yapma, etme
îkaât: yapıp etmeler
ikab: azap, eziyet, ceza
ikame: yerine koyma
ikamet: oturma, yerleşme
ikametgâh: oturulan yer, adres
îkan: kesin biliş
îkaz: uyarı
îkazât: uyarılar
îkazkâr: uyarıcı
îkaznâme: uyarma yazısı
ikbâl: yönelme, talihlilik, saadet
iklim: bir yerin hava durumu
ikmâl: tamamlama
iknâ: inandırma
ikra: oku!
ikrâh: zorlama, tiksinme
ikrâm: ağırlama
ikrâmât: ikramlar
ikrâmiye: armağan olarak verilen para
ikrâr: söyleme, dile getirme
ikrâz: borç verme
iksir: çok tesirli ilaç
iktibas: alıntı, söz nakletme
iktibasen: alıntı yaparak
iktidâ: uyma
iktidâen: uyarak
iktidar: güçlülük
iktifa: yetinme
iktifaen: yetinerek
iktiham: dayanma, katlanma
iktiran: iki şeyin bir arada gelmesi, yakınlık
iktisa: giyinme
iktisâb: kazanma, edinme
iktisâd: tutum, harcamada aşırıya kaçmama, ekonomi
iktisar: kısaltma
iktiza: gerekme, gereklik
ilâ: "kadar" mânâsında ön ek
îlâ: yüceltme, yayma
ilââhir: sonuna kadar
ilââhirilâyet: âyetin sonuna kadar
ilâh: tanrı
ilâhe: tanrıça
ilâhî: ALLAH a dair
ilâhiyat: ALLAH tan bahseden ilim
îlâm: bildirme
îlâmnâme: bildirme yazısı
ilân: duyurma, duyuru
ilânât: ilanlar, duyurular
ilânihaye: sona kadar
ilânnâme: duyurma yazısı
ilâve: ek
ilâveten: ek olarak
îlâyıkelimetullah: ALLAH kelâmını yayma
ilbâs: giydirme
ilca: gereklilik, zorlama
ilcaât: gereklilikler, zorlamalar
ilel: sebepler, hastalıklar
ilelebed: sonsuza kadar
îlem: bil!
îlemeyyühelazîz: bil ey azîz!
ileyh: ona
ilga: kaldırma
ilhâd: dinsizlik
ilhâh: zorlama
ilhak: katma, ekleme
ilhâm: ALLAH tarafından kalbe gelen mânâ
ilhâmât: ilhamlar, kalbe gelen mânâlar
ilhâmen: ilham olarak
ilhâmî: ilhamla ilgili
ilka: ekme, bırakma
ilkaât: ilkalar, ekmeler
ilkah: dölleme, aşılama
illâ: ille, ne olursa olsun, özellikle
illALLAH : ALLAH dan başka
ille: sebep, illa
illet: hastalık
illet: asıl sebep
illiyet: sebeplik
illiyyîn: cennetin en yüksek yeri
illüzyon: cisimleri yanlış idrak etmek
ilm: ilim
ilmelyakîn: ilim yoluyla kesin biliş
ilmî: ilimle ilgili, ilme uygun
ilmihâl: "hâl ilmi" mânâsında herkese gerekli olan dinî hükümleri bildirmek maksadıyla yazılan kitaplara verilen isim
ilmiye: âlimler yolu
ilsâk: yapışma, bitişme
iltibas: karıştırma, ayıramama
ilticâ: sığınma
ilticâgâh: sığınak
ilticâkârâne: sığınırcasına
iltifât: lütfetme, gönül alma, güzel sözle okşama
iltifâtât: iltifatlar, gönül almalar, lütfetmeler
iltifâtkârâne: iltifat edercesine
iltihâb: yanma, kızışma
iltihak: katılma
iltihâm: kaynaşma
iltika: kavuşma
iltimas: kayırma
iltisak: kavuşma
iltiyâm: kaynaşma
iltizam: kayırma, taraf tutma, gerekli bulma
iltizamkârâne: taraf tutarcasına
iltizamperverâne: taraf tutmayı severcesine
ilyâs: Kuranda adı geçen bir peygamber
ilzâm: susturma, sözle üstün gelme, yenme
îmâ: dolayısıyle anlatma
imâd: direk
îmâen: ima ederek
îmâî: ima şeklinde
îmâl: yapma, yapım
îmâlât: yapmalar, yapımlar
imâle: meylettirme, uzun okuma
imam: namaz kıldıran kimse, büyük âlim, önder
imame: sarık, tesbih başı
imamet: imamlık, önderlik
imamımübîn: bir nevi kader defteri
imân: çok dikkatli olma
îmân: inanma
îmânî: îmanla ilgili
îmânperver: îmanı seven
îmar: yapma, onarma, şenlendirme
îmarât: imarlar, yapmalar, onarmalar
imâret: bayındırlık, fakirlere yemek verilen yer
îmarkârâne: imar edercesine
imâte: öldürme
imbik: süzme aleti
imdâd: imdat, yardım
imdâdât: yardımlar
imdi: şimdi
imha: bozma, yıkma, yok etme
imhâl: erteleme
imkân: olabilirlik
imkânât: imkânlar, olabilmeler
imkânî: olabilen
imlâ: doldurma, yazma bilgisi
imrân: Hazreti Meryemin babası
imrâr: geçirme
imsâk: el çekme, oruca başlama zamanı
imtidâd: uzama
imtihan: sınama
imtihanât: sınamalar
imtinâ: çekinme, yanaşmama, imkânsız olma
imtinân: minnet etme
imtisâl: misal edinme, benzemeye çalışma
imtisâlen: misal edinerek, uyarak
imtiyaz: ayrıcalık
imtiyazât: ayrıcalıklar
imtizâc: uyuşma, kaynaşma
imtizâcât: kaynaşmalar, uyuşmalar
imtizâckâr: uyuşan, kaynaşan
imtizâckârâne: kaynaşarak, uyuşarak
inâbe: günahı terkedip hakka yönelme
inâd: ayak direme, inat
inâdî: inada dayanan
inâm: nimetlendirme
inâmât: nimetlendirmeler
inâmperver: nimetlendirmeyi seven
inâs: kadınlar
inaş: hareketlendirme
inâyât: yardımlar
inâyet: yardım
inâyethâh: yardım isteyen
inâyetkâr: yardım eden
inâyetkârâne: yardım edercesine
inâyetnâme: yardım yazısı
inâyetperver: yardımsever
inbât: otun bitmesini sağlama
inbik: imbik, süzme âleti
inbisât: genişleme
incil: dört büyük ilâhî kitaptan biri
incilâ: cilâlanma, parlama
incilâb: celbedilme, çekilme
incimad: donma, katılaşma
incirar: çekilme, sona erme
incizâb: cezbedilme, çekilme
incizâbât: cezbedilmeler, çekilmeler
incizâr: çekilme
ind: yan, kat
indALLAH : ALLAH katında
indelbüleğa: adamına göre güzel söz söyleyenler yanında
indelhâce: gerek duyulduğunda
indî: kendince, keyfî
indifâ: def olma, püskürme
indimaç: kenetlenme
indiras: bozulma, silinme
ineb: üzüm
infâk: nafaka verme
infâz: yerine getirme
infiâl: hareketlenme, kızma
infiâlât: infialler
inficâr: tan yerinin ağarması, tohumun çatlaması
infikâk: ayrılma, ayrışma
infilâk: patlama
infirad: teklik, benzersizlik
infisah: bozulma, dağılma
infisal: ayrılma
rgin-top:0cm;margin-right:10cm;margin-bottom:0cm; margin-left:10cm;margin-bottom:0001pt;mso-pagination:none'>infitar: yarılma
inhidam: yıkılma
inhilâl: ayrışma, dağılma
inhimak: kapılma, düşkünlük
inhinâ: bükülme, eğrilme
inhirâf: sapma
inhisaf: tutulma
inhisar: bir şeyin sadece bir kişiye verilmesi, tekel
inhitat: düşme, çökme
inhizam: bozulma, dağılma, yenilme
inîdam: yok olma
inîkad: kurulma, gerçekleşme, bağlanma
inîkas: yansıma
inkâr: inanmama
inkârî: inkârla ilgili
inkıbâz: tutukluk
inkılâb: inkılâp, değişme, dönüşme
inkılâbât: değişmeler
inkılâbvârî: inkılâp gibi
inkıraz: sönme, tükenme
inkısam: bölünme
inkısar: kısalma
inkısarât: inkısarlar
inkıtâ: kesilme, tükenme, tıkanma
inkıyâd: boyun eğme, bağlanma
inkıza: olup bitme
inkisar: kırılma
inkisarat: kırılmalar
inkişâ: açılma
inkişaf: açılma, gelişme
inkişafat: açılmalar, gelişmeler
innî: eserlerden eser sahibine ***üren delil
ins: insan
insâ: unutma
insâf: merhamete dayalı adalet
insâfkârâne: insaflıca
insaniyet: insanlık
insaniyeten: insanlık bakımından
insaniyetkârâne: insanlığa yakışırcasına, insanca
insaniyetperver: insanlıksever
insî: insanla ilgili, insan cinsinden
insibab: dökülme, katılma
insibağ: boyanma
insicâm: düzgünlük
insilâh: soyulma, sıyırılma
insiyak: sevkedilme
inşâ: yapma, kurma
inşâALLAH : ALLAH dilerse
inşâd: şiir okuma
inşât: ferahlandırma
inşiâb: bölümlenme
inşikak: yarılma
inşirâh: ferahlanma, açılma
intâc: netice verme
intâk: konuşturma
intâkıbilhak: ALLAH ın konuşturması
intâniye: mikrobik
intiaş: dinlenip canlanma
intibâ: izlenim
intibâh: uyanma
intibâhkârâne: uyanmışçasına
intibak: uyma
intifâ: faydalanma
intifâ: sönme
intihâ: son, sona erme
intihâb: seçme
intihal: çalma
intikal: geçme, anlama
intikam: öç
intikamkârâne: intikam alırcasına
intisab: bağlanma, kapılanma
intişâr: yayılma
intişârât: yayılmalar
intizam: düzgünlük, düzen, yerli yerindelik
intizamât: intizamlar
intizamkârâne: düzgünce
intizamperver: düzensever
intizamperverâne: düzensevercesine
intizar: bekleme, gözleme
intizaren: bekleyerek
inzâl: indirme, inme
inzâr: korkutma
inzibât: sıkı düzen
inzimâm: eklenme
inzivâ: bir köşeye çekilme
inzivâgâh: inziva yeri
ipnotizma: telkinle uyutma
îrâb: düzgün söz söyleme
irâd: gelir, kazanç
îrâd: söyleme, dile getirme
irâde: seçme ve isteme kabiliyeti
irâdet: irade
irâdî: iradeyle ilgili, istemekle
irâe: gösterme
irâs: verme, miras bırakma
îrâz: yüz çevirme
ircâ: indirme, döndürme
irfân: bilme, anlama, zihni olgunluk
irhâsât: Efendimizin peygamberlikten önceki harika hâlleri
irs: miras, kalıtım
irsâ: sağlamlaştırma
irsâl: gönderilme
irsâlât: göndermeler
irsiyet: kalıtım
irşâd: hak yolu gösterme
irşâdât: irşatlar
irşâdgâh: irşat yeri
irşâdî: irşatla ilgili
irşâdkâr: irşatçı
irşâdkârâne: irşat edercesine
irtibât: bağlılık, ilgi
irticâ: geri dönücülük
irticâc: çalkalanma
irticâkârâne: geri dönercesine
irticâlen: hazırlıksız söyleme
irticâlî: hazırlıksız konuşma
irtidâd: dinden dönme
irtidâdkâr: dininden dönen
irtifâ: yükseklik
irtihâl: göçme, ölme
irtikâb: işleme
irtisam: resmedilme
irtişâ: rüşvetçilik
irzâ: Razı etme
irzâk: rızık verme
isa: dört büyük peygamberden biri
isâbet: yerini bulma, rast gelme
isâbetiayn: göz değmesi
isâd: yükseltme, mesut etme
isâet: kötü iş işleme
îsâf: yardıma koşma
âsal: ulaştırma
isâle: akıtma
îsâr: kendisi muhtaç olduğu hâlde başkasına verme ahlâkı
isbât: delil göstererek hakikatı ortaya koyma
isevî: isa aleyhisselâmın dininden olan kimse
isevîlik: isa aleyhisselâmın dini
iska: sulama
iskân: yerleştirme
iskât: susturma
iskender: sayısız beldeler fethetmiş bir hükümdar
islâm: Hazreti Muhammed aleyhisalâtü vesselâmın getirdiği din
islâmiyet: islâmlık
ism: günah, suç
ismar: meyve verme
ismet: masumluk, temizlik
ismiâzam: en büyük ilâhî isim
ismifâil: kimin iş yaptığını bildiren isim, özne
ismullah: ALLAH adı
isnâaşer: on iki
isnâd: dayandırma
isnâdât: dayandırmalar
ispirtizma: cinlerle konuşup da ruhlarla konuştuklarını sananların fikri
isrâ: geceleyin ***ürme
isrâf: gereksiz yere harcama
isrâfât: gereksiz harcamalar
isrâfil: sur borusunu üflemekle görevli büyük bir melek
isrâfilmisâl: israfil gibi
isrâfilvârî: israfil aleyhisselâm gibi
isrâil: Hazreti Yakubun lâkabı
isrâiliyyat: Yahudilikten kalma bilgiler
istahrabat: ateşe tapanların ünlü ateşlerinin bulunduğu yer
istasyon: demiryollarında durak
istatistik: hüküm çıkarmak için bilgi toplama ve sınıflandırma ilmi
istiâb: içine alma, kaplama
istiânât: yardım istemeler
istiâne: yardım isteme
istiâre: bir kelimeyi başka anlamda kullanma
istiâze: sığınma
istibâd: akıldan uzak görme
istibdad: baskıcı yönetim
istibdadât: baskılar
istibka: kalıcı kılma
istibrâ: küçük abdestten sonra idrarın iyice kesilmesini beklemek
istibşâr: müjdeleme
istibşârkârâne: müjdelercesine
istîcâl: acele etme
isticvâb: sorup cevap isteme
istîdâ: dilekçe
istidad: istidat, yetenek
istidadat: yetenekler
istidadî: yetenekle ilgili
istidlâl: delil getirme, delile dayanarak hüküm çıkarma
istidrâc: derece derece yükselme, hayırsız başarı
istidrâcî: istidracla ilgili
istidrâdî: başka konu anlatılırken arada söylenen söz
istif: yığma
istifâ: işten ayrılma
istifâde: faydalanma
istifâdeten: faydalanma bakımında
istifâza: feyizlenme, manen gıdalanma
istifâzaten: feyizlenme bakımından
istifhâm: soru, sorma
istifra: kusma
istifsâr: anlamak için soru sorma
istifta: bir meselede dinin hükmünü sorma
istigase: yardım isteme
istiğfar: ALLAH tan af dileme
istiğna: gönül tokluğu, nazlanma, uzak durma
istiğrâb: yadırgama, garipseme
istiğrâbkârâne: yadırgarcasına
istiğrâk: ilâhî aşka dalıp coşarak kendinden geçme, esrime
istiğrâkî: istiğrakla ilgili
istiğrâkkârâne: kendinden geçercesine
istihâl: temizleme
istihâle: başkalaşma
istihâre: bir işin iyi olup olmadığını anlamak için rüya görmek niyetiyle uykuya yatma
istihâza: âdet kanı
istihbâb: güzel sayma
istihbâr: haber alma
istihbârât: haber almalar
istihdâf: hedef edinme
istihdâm: hizmet ettirme
istihfâf: hafife alma
istihkak: hak etme
istihkâm: sağlamlık, siper
istihkâr: hor görme
istihlâk: tüketim
istihrâc: çıkarma, çıkarım
istihrâcât: çıkarmalar, çıkarımlar
istihsâl: üretim
istihsân: güzel sayma
istihsan: korunma
istihsânât: güzel saymalar
istihsânkârane: beğenircesine
istihyâ: haya etme, utanma
istihzâ: ince alay
istihzâkârâne: alay edercesine
istihzar: hazırlama
istihzarât: hazırlamalar
istikamet: doğrultu, yön
istikbâl: gelecek zaman, yönelme
istikbâlbîn: geleceği gören
istikbâlî: gelecekle ilgili
istikbâliyât: gelecek zamanda olacaklar
istiklâl: bağımsızlık
istiklâldârâne: bağımsızca
istiklâliyet: bağımsızlık
istikmâl: tamamlama
istikrâ: ayrı ayrı olaylardan genel bir hüküm çıkarma
istikrâen: istikra bakımından
istikrah: tiksinme
istikrâr: karar kılma, yerleşme
istikrâz: borçlanma
istikzâr: pis görme
istilâ: kaplama
istilâkârâne: kaplarcasına
istilhak: kendine alma
istilzâm: gerektirme
istilzâz: lezzet alma
istimâ: dinleme
istimâl: kullanma
istimdâd: yardım isteme
istimdâdgâh: yardım isteme yeri
istimdâdkârâne: yardım istercesine
istimlâk: kamulaştırma
istimrâr: devamlılık
istimsâl: örnek alma
istimzâc: kaynaşma, karışma
istinâbe: başka yerde bulunan şahidin ifadesinin alınması
istinad: dayanma
istinaden: dayanarak
istinadgâh: dayanak
istinaf: başlangıç, mahkeme
istinâs: alışma, ısınma
istinbât: bir sözden gizli bir mânâ çıkarma
istincâ: helada temizlenme
istinkâf: çekinme, katılmama
istinkâr: inkâr etme
istinsâh: sayfaları yazarak çoğaltma
istintak: konuşturma
istirâhât: dinlenme
istirâhâtgâh: dinlenme yeri
istirâhâthâne: dinlenme evi
istirâk: hırsızlık
istirdâd: geri alma
istirhâm: merhamet dilenme
istirhâmnâme: merhamet dilenme yazısı
istîsâb: güç sayma
istîsal: kökünü kazıma
istiskal: yüz vermeyerek kovma
istismâr: menfaatine alet etme
istisnâ: ayrılık, kural dışı
istişâre: danışma, konuşma
istişfâ: şifa isteme
istişhâd: şahit gösterme
istişmâm: koklama
istitafkârane: merhamet isteyen gibi
istitar: örtünme
istitrad: ara söz
istivâ: düzelme, güneşin tepeye gelmesi
istizâh: açıklama istemek
istizâm: büyütme
istizân: izin isteme
istizhâr: birinden yardımcı olmasını isteme
isyân: ayaklanma, başkaldırma
isyânkârâne: başkaldırırcasına
îşâ: yatsı
işâa: haber yayma
işâl: alevlendirme
işâr: sezdirme
işârât: işaretler
işârâtülîcâz: mûcizelik işaretleri
işâret: anlamlı davranış, belirti
işâreten: işaret ederek
işârî: işaretle ilgili
işbâ: doyurma
işgal: oyalama, alma
işgüzar: çalışkan
işhâd: şahit gösterme
işkâl: güçleştirme, çetinleştirme
işkembe: hayvan midesi
işkil: vesvese, kuşku
işmâm: koklatma
işmar: anlamlı işaret
işrak: ALLAH a ortak koşma
işrâk: ışıklandırma, parlatma
işrâkiyye: batıl bir felsefe
işrâkiyyûn: işrâkiyyeciler
işret: içkili toplantı
iştiâl: alevlenme
iştibâh: şüphelenme, benzerlik
iştibâk: şebekelenme, örgülenme
iştigal: uğraşma
iştihâ: iştah
iştihar: ünlenme
iştikak: türeme
iştira: satın alma
iştirak: ortaklık, katılma
iştiyak: şiddetli istek
iştiyakât: şiddetli istekler
iştiyakâver: pek istekli
iştiyakengiz: istek veren
îta: verme
itâat: söz dinleme
itâatkârâne: söz dinleyerek
itâb: azarlama
itâm: yemek yedirme
itfa: söndürme
ithaf: yazılan kitapta birinin adını anma
ithâm: suçlama
ithâmnâme: suçlama yazısı
îtibar: saygınlık
îtibarî: var sayılan
îtidâl: orta hâllilik
îtidâlidem: soğukkanlılık
îtikâd: gönülden inanma
îtikâdât: inanmalar
îtikâden: inanma bakımından
îtikâdî: inanmakla ilgili
îtikaf: bir yere çekilip ibadet etmek
îtilâ: yükselme
îtilâf: anlaşma
îtimâd: güvenme
îtimâden: güvenerek
îtinâ: özen
îtiraf: saklamayıp söyleme
îtiraz: karşı çıkma, karşı söz
îtirazât: itirazlar
îtiraziye: cümlede ara söz
îtirazkârâne: itiraz edercesine
îtiraznâme: itiraz yazısı
îtisaf: haksızlık
îtiyad: alışkanlık
îtizâl: ayrılma, sapma
îtizâr: özür bildirme
itkan: sağlam yapma
itlâf: öldürme
itlak: bağlama, asma
itmâm: tamamlama
itminân: tatmin olma
itminânbahş: tatmin eden
itminânkârâne: tatmin olurcasına
ittibâ: tabi olma, uyma
ittibâen: tabi olarak, uyarak
ittifâk: birleşme
ittifâken: birleşerek
ittifâkî: birleşmeye dair, üstünde birleşilen
ittifâkkârâne: birleşircesine
ittihâd: birlik
ittihâdıislâm: Müslümanların birlik olması
ittihâm: suçlanma
ittihâmkârâne: suçlanarak
ittihâmnâme: suçlanma yazısı
ittihâz: alma, sayma
ittika: sakınma
ittikan: sağlamlık
ittisâf: sıfatlanma
ittisâfkârâne: sıfatlanırcasına
ittisâk: düzenli diziliş
ittisâl: bitişme
ittizâh: açıklık
ittizân: ölçülülük
ityân: belirleme
ivaz: karşılık
îvicâc: eğrilik
îvicâcât: eğrilikler
îyanî: görünen
îyd: bayram
izâ: birdenbire
izâbe: eritmek
izâc: taciz etme, rahatsız etme
izâcât: taciz etmeler
izâe: aydınlatma
izâfe: bağlama, yükleme
izâfî: göreli, göreceli
îzâh: açıklama
îzâhât: açıklamalar
îzâhen: açıklama ile
izâle: giderme
izâm: büyükler
îzâm: büyütme
izân: anlayış
izânî: anlayışla ilgili
izâr: elbise
îzâz: ağırlama
izbe: kuytu
izdihâm: yığışma
izdivâc: evlenme
izdiyad: artma
izhâr: gösterme
izinnâme: izin belgesi
izmihlâl: bozulma
izn: izin
izzet: üstünlük, galibiyet
izzetâlûd: izzetle karışık

Alıntı Yaparak Cevapla

Arapça Sözlük

Eski 11-04-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Arapça Sözlük



J

jâle: çiy, şebnem, kırağı
jandarma: asayişle görevli asker
jelatin: kokusuz bir madde, bir cins kağıt
jeolog: yeryüzü ilmi ile uğraşan kimse
jeoloji: yeryüzünün yapısını inceleyen ilim
jest: anlamlı beden hareketleri
jiyân: kükremiş
Jöntürk: Osmanlıların son döneminde yaşayan yenilik sevdalısı gençler
jurnal: günlük, ispiyon
jülîde: perişan, dağınık
jüri: bir mesele hakkında hüküm vermek için toplanan heyet

Alıntı Yaparak Cevapla

Arapça Sözlük

Eski 11-04-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Arapça Sözlük



K

kabahat: kusur, suç
kabaih: kabahatlar
kabâil: kabileler
Kâbe: namaz için yöneldiğimiz mukaddes mabet
Kabıkavseyn: Peygamberimizin mîraçta ulaştığı son nokta
kâbız: tutan, sıkan, kavrayan
kabîh: çirkin
kabil: olabilir, gibi, türlü
kabîle: aynı soydan olup beraber yaşayan insanlar
kabilîyet: yetenek, etkilenebilirlik
kabine: bakanlar kurulu
kabir: mezar
kabl: önce
kablelbülûğ: ergenlikten önce
kablelvukû: olmadan önce
kablelvücûd: var olmadan önce
kabr: kabir, mezar
kabristân: mezarlık
kabûlüadem: yokluk kabulü
kâbus: korkulu rüya
kabz: tutma, alma, tutukluk
kabza: sap, el, avuç
kabzıervah: ruhların alınması
kabzıruh: ruhun alınması
kaddesALLAH üesrarehüm: ALLAH onların sırlarını mukaddes kılsın
kade: namazda oturuş
kadem: ayak, adım
kademe: derece, sıra
kader: ALLAH ın herşeyi ezelden bilip takdir etmesi
Kaderiye: "kul fiilin yaratıcısıdır" diyen sapık mezhep
kadî: kadı, hâkim
kadîb: kılıç
Kadîm: öncesiz olan ALLAH
kadîm: eski zaman
Kadîr: güçlü
kadîrâne: güçlü olarak
kadirdanlık: değerbilirlik
Kadirî: Abdülkadir Geylanî tarikatından olan
kadîriyet: güçlülük
kadirşinâs: değerbilir
Kadîülhâcât: ihtiyaçları veren, ALLAH
kadr: kadir, kıymet, değer
Kaf: hayâlî bir dağ
kâffe: bütün
kâfi: yeter
kâfil: kefil olan
kafile: yolculuk eden topluluk
kâfir: îmansız
kâfirâne: kâfirce
kafiye: mısra sonralarında ses bezerlikleri
kafiyeperest: aşırı kafiye düşkünü
kâfûr: bir madde ismi, cennette bir kaynak
kağnı: öküz arabası
kâh: bazen
Kahhâr: kahreden
kahhârâne: kahredercesine
kahır: derin üzüntü
kâhil: erişkin
kâhin: falcı
kahir: üstün gelen
kahr: zorlama, mahvetme, ezme
kahraman: büyük işler başarmış kişi
kahramanâne: kahramanca
kaht: kıtlık
kahtıricâl: adam kıtlığı
kahtügalâ: yokluk ve kıtlık
kaid: lider, kumandan
kaide: kural
kaideten: kural olarak
kail: inanmış
kaim: ayakta duran
kaime: para
kâin: olan
kâinat: evren
kal: konuşma
kal': koparma
kalâ: kale
kalade: gerdanlık
kalâk: gönül sıkıntısı
kalb: duyguların sultanı, gönül
kalben: gönülle
kalbetme: dönüştürme
kalbî: gönülden
kalbolma: dönüşme
kale: dedi
kale kîle: dedi denildi
kalen: konuşarak
kalî: konuşmakla
kalîl: az
kalkale: okurken harfi iki kere seslendirme
kalori: gıdaların vücuda ısı vermesi bakımından değeri
kalp: sahte
Kalûbelâ: ALLAH ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorması ve ruhların "evet" demeleri olayı
kâm: dilek, arzu
kamer: ay
kamervârî: ay gibi
kamet: boy
kamet: namazın farzından önce okunan ezan
kâmil: yetkin, erişkin, olgun, tam
kâmilâne: kâmilce
kâmilen: tamamen
kâmilîn: kâmiller
kamtarir: çatık kaşlı
kamu: halkın hepsi
kamûs: büyük sözlük
kanaât: kısmetine Razı olma, kabullenme
kanaâtbahş: kanaat veren
kanaâtkârâne: kanaat edercesine
kanâdil: kandiller
kandil: idare lâmbası
kâne: oldu
kangren: hücrelerin ölmesiyle oluşan bir hastalık
kanî: kanaat eden, inanmış
kantar: tartı aleti
kantara: köprü
kanun: uyulması gereken kesin kural
kanunen: kanunca
kanunî: kanuna göre, uygun
kanuniyet: kanunluk
kanunnâme: kanun yazısı
kanunperest: kanun düşkünü
kâr: "yapan, eden" mânâsında son ek
kâr: para kazancı
karâbet: yakınlık
karakter: temel özellik
karar: hüküm, çare, düzenlilik, ölçülülük, tahmin
karardâde: düzelmiş
karargâh: karar yeri, askeriyede kurmayların yeri
kararnâme: kararların yazısı
karaşina: iş bilir
karavana: büyük yemek kabı
karbon: bir element, kömür
kardeşane: kardeşce
kârgir: taş yapı
kârıakıl: akla uygun
karındaş: kardeş
karî: okuyucu
karîb: yakın
karîben: yakında
karîha: düşünme melekesi
karîn: yan yana, yakın
karîne: belirti
Karlayl: ünlü bir tarihçi
karn: devre, asır
karulâsâ: doktorun bedene vurarak muayene etmesi
Karûn: azaba uğramış ünlü bir zengin
karye: belde
karz: ödünç
karzen: ödünç olarak
karzıhasen: ALLAH için verilen borç
kasâid: kasideler, övgü için yazılan şiirler
kasas: kıssalar, hikâyeler
kasâvet: katılık
kasd: niyet, istek
kasden: niyet ederek
kasdî: kasıtlı olarak, kasıtla ilgili
kâse: tas, çanak
kâselîs: çanak yalayıcı
kasem: yemin
kasemât: yeminler
kasıd: kasteden, niyetli
kasır: kusurlu
kasır: kısa
kasır: saray
kasî: katı
kâsib: kazanmaya çalışan
kasid: kesat olan, sürümü olmayan
kasîde: övgü şiiri
kasîdehân: kaside okuyan
kasir: kısa
kasirünnazar: nazarı kısa
kasîyye: katılık
kasr: kısalık, saray
kasvet: sıkıntı, katılık
kâşâne: gösterişli ev
kâşif: keşfeden
kat: kesme, geçme
katâ: asla
katarât: damlalar
katıa: kesin olan
katıüttarîk: yol kesen
katî: kesin
kâtib: yazıcı
kâtibâne: yazıcı gibi
kâtibe: yazıcı kadın
kâtibîn: insanın amelini yazan melekler
katil: öldüren
katîye: kesin
katîyyen: kesinlikle
katîyet: kesinlik
katl: öldürme
katliâm: herkesi öldürme
katmer: kat kat oluş
Katolik: Hıristiyanlıkta bir mezhep
katran: siyah bir madde
katre: damla
katuf: tembel hayvan
kavâid: kurallar
kavânin: kanunlar
kavî: kuvvetli
kavil: söz, sözleşme
kavim: aynı ırka mensub olanların oluşturduğu topluluk
kavis: yay, eğri
kaviyyen: kuvvetle
kavl: söz
kavlen: sözle
kavlirâcih: üstün bulunan söz
kavm: kavim, aynı ırka mensub olanların oluşturduğu topluluk
kavmiyet: kavimlik
kavmiyetçilik: ırkçılık, olumsuz milliyetçilik
kavmiyeten: kavim olma bakımından
kavs: yay, eğri
kavseyn: iki yay
kavsıkuzeh: gökkuşağı
kavvâd: günaha vasıta olan
kay: kusuntu
kayd: yazma, bağ
kayıt: yazma, bağ
kaylûle: öğle uykusu
kayser: Bizans imparatorunun lâkabı
kayyum: toplayıp ihsan eden
Kayyûm: yarattıklarını varlık âleminde tutan ALLAH
Kayyûmiyet: Kayyumluk
kazâ: kaderde yazılanın gerçekleşmesi
kazâ: vaktinden sonra kılınan namaz
kazâ: zarar veren olay
kazârâ: kaza olarak
kazasker: ilimde bir rütbe
kazâyâ: kaziyeler, hükümler
kazâzede: kazaya uğramış
kazf: namuslu kadına iftira
kâzım: öfkesini yenen
kâzib: yalancı
kaziye: hüküm
kazurât: pislikler
kebâir: büyük günahlar
kebîr: büyük
kebîre: büyük günahlar
keder: üzüntü
keennehu: sanki o
kef-nûn: ALLAH ın "ol" yani "kün" emrindeki harfler
kefâet: denklik
kefâlet: kefillik
kefe: terazinin bir gözü
kefere: kâfirler
keffâret: dini suçun affı ümidiyle dünyada çekilen ceza
keffâreten: kefaret olarak
keffâretüzzünûb: günahların kefareti
kefîl: "borcunu ödemezse ben ödeyeceğim" diyen
kehânet: gelecekten haber verme
kehânetfurûş: geleceği bilirim diyen sahtekâr
kehf: mağara
kehfmisâl: mağara gibi
kehkeş: samanyolu
kehkeşan: samanyolu
kehribar: çekme özelliği olan bir madde
kehrübâ: kehribar
kelâl: bitkinlik
kelâm: konusu îman olan bir ilim
kelâm: söz, ilâhî sıfatlardan biri
kelâmullah: ALLAH sözü
kelb: köpek
kelbiyet: köpeklik
kelbiyyûn: dünyadan el çekmeyi ilke edinen felsefeciler
keler: kertenkele
kelîle: az gören, çakal
kelîm: kendisine söz söylenen
kelimât: kelimeler
kelime: sözcük
kelimetullah: ALLAH sözü
kellâ: hayır, asla!
kem: kötü
kemafissâbık: daha önce geçtiği gibi
kemâl: olgunluk, erginlik, tamlık
kemâlât: kemâller, olgunluklar
kemâlî: kemâlle ilgili
kemer: kavisli yapı, kuşak
kemerbeste: kuşak bağlamış, hazırlanmış
kemiyet: nicelik
kemiyeten: nicelik bakımından
kemter: âciz, fakir, hakir
kemterâne: acizce, aşağıca
kenz: hazine, define
Kenzülarş: önemli bir bir dua
kerâhet: çirkinlik
kerâmât: kerametler
kerâmet: ALLAH ın izniyle velîlerin gösterdikleri harikalar
kerâmetkârâne: kerametli bir şekilde
kerâmetvârî: keramet gibi
Kerbelâ: Hazreti Hüseyinin şehit edildiği yer
kerem: iyilik, lütuf, ikram, değer
keremkâr: keremli
keremkârâne: keremlice
keremnâmdâr: keremiyle tanınan
kerhen: istemeyerek
kerîh: tiksindirici
kerîm: kerem sahibi
kerîmâne: kerimce
kerime: kız evlat
kerîmiyet: kerîmlik
kerrât: defalar
kerre: defa
kerremALLAH uveche: ALLAH yüzünü ak etsin
kerrûbî: büyük melek
kerrûbiyyûn: büyük melekler
kerrüfer: çekilip yeniden saldırma
kervân: topluca yolculuk edenler kafilesi
kes: kimse
kesâd: durgunluk
kesâfet: yoğunluk
kesâlet: tembellik, uyuşukluk
kesân: kimseler
kesb: kazanma, edinme, işleme
kesbî: kesble ilgili
kese: kısa yol, para torbacığı
kesel: tembel
kesîf: katı, yoğun, mat
kesîr: çok, bol
kesir: kırılmış
kesr: kırma
kesret: çokluk, bolluk
keş: "çeken" mânâsında son ek
keşf: açma, bulma
keşfelkubûr: ölünün kabirdeki durumunu bilme
keşfirâz: sırrı ortaya çıkarma
keşfiyât: keşifler
keşide: çekilmiş
keşif: açma, bulma
keşiş: papaz
keşmekeş: karışıklık
keşşaf: keşfeden, açan, bulan
ketebe: yazıcılar
ketf: omuz
ketm: gizleme
ketmetmek: gizlemek
ketûm: sır saklayabilen
kevahin: kâhinler, falcılar
kevakib: yıldızlar
kevkeb: yıldız
kevn: yaratılan, âlem
kevneyn: iki âlem
kevnî: yaratılanlarla ilgili
kevniye: yaratılanlarla ilgili olan
kevser: cennette bir havuz
keyd: hile, düzen
keyfe: nasıl?
keyfemâyeşâ: canı nasıl isterse
keyfen: nitelikçe
keyfî: keyfince
keyfiyât: özellikler, nitelikler, durumlar
keyfiyet: nitelik, özellik, durum
keyfiyeten: nitelik bakımından
keyif: hoş hâl
kezâ: bunun gibi
kezâlik: bu da öyle
kezzâb: yalancı
kıble: Kâbenin bulunduğu taraf
kıblegâh: kıble yeri
kıblename: kıbleyi gösteren yazı
kıblenümâ: kıbleyi gösteren
kıdem: öncelik, öncesizlik
kıllet: azlık
kıraat: okuma
kıraaten: okumakla
kırav: çorak tarla
kırba: deri su kabı
Kırgız: Türkî kavimlerden biri
kısas: kıssalar, hikâyeler
kısâs: öldüreni öldürme cezası
kısâsen: kısas olarak
kısım: bölüm
kısm: bölüm
kısmen: bir bölümü
kısmet: nasip
kıssa: ibretli hikâye
kıssât: kıssalar, hikâyeler
kıssîs: keşiş, papaz
kıstas: ölçü
kışır: kabuk
kışr: kabuk
kıtâ: kara parçası, şiir parçası
kıtal: birbirini öldürme
Kıtmîr: Ashabıkehfin köpeği
kıtr: erimiş bakır
kıvâm: olgunluk, tav, dik, direk
kıyâm: ayakta durma, ayaklanma
kıyâmet: dünyanın yıkılıp son bulması
kıyâs: karşılaştırma
kıyâsât: karşılaştırmalar
kıyâsen: kıyasla
kıyâsımaâlfârık: birbirine benzemeyenlerin karşılaştırılması
kıymet: değer
kıymetdâr: kıymetli, değerli
kıymetşinâs: değerbilir
kıyye: okka,1282 gram ağırlık
kızıl: kırmızı
kızılbaş: Alevilere verilen bir isim
kızılelma: eski Roma
kibar: ince, nazik
kibâr: büyükler
kibir: büyüklük, büyüklenme, büyüklük taslama
kibriyâ: büyüklük
kifâyet: yeterlik
kile: 40 litrelik tahıl ölçüsü
kîle: denildi
kilk: kalem
kîlükal: dedikodu
kimyâ: bir ilim kolu, ilaç
kimyâger: kimyacı
kimyâhâne: deneyevi
kin: gizli düşmanlık
kinâiyyât: kinayeler
kinâye: mânâyı dolayısıyla anlatan söz, üstü örtülü dokunaklı söz
kinâyeten: kinaye bakımından
kindâr: kinci
kinedâr: gizli düşmanlık besleyen
kirâm: ulular, cömertler, kerimler
Kirâmenkâtibîn: günahları ve sevapları yazan melekler
kisb: işleme, edinme, kazanma
kisbî: edinmeyle ilgili
kîse: kese
kisrâ: eski iran hükümdarı
kisve: kılık, elbise
kitâb: kitap
kitâbe: yazılı levha
kitâbet: yazma işi
kitâbeten: yazmakla
Kitâbımübîn: apaçık kitap, kaderin bir türü, Kurân
kitâbî: kitaba uygun, kitapla ilgili, ilâhî kitaplardan birine inanan
kitâbullah: ALLAH ın kitabı, Kurân
kitle: kütle, yığın, öbek
kiyâset: akıllılık
kizb: yalan
klâsik: zamanın değerini yitirmeyen, sanatta kuralcı, alışılmış
klinik: hastaya bakılan yer
kof: içi boş
kolordu: ordunun bir bölümü
kombinezon: tertip, düzenleme
komisyon: özel bir maksad için kurulan heyet
komita: siyasi bir maksat için bir araya gelenlerin gizli cemiyeti
komite: bir iş için toplanan heyet
kompleks: karmaşık, şuur dışı meyillerin tümü
komplo: bir kimse aleyhine alınan gizli karar
komprime: hap
Konstantiniyye: istanbul
kontenjan: ilgililerin her birine düşen pay ölçüsü
kordon: zincir
kozmoğrafya: uzay ilmi
kozmoz: âlem, kâinat
köle: esir, alınıp satılan insan
kritik: tenkit, sıkışık durum
kubbe: yarım küre şeklinde bina damı
kubh: çirkinlik
kubûr: kabirler, mezarlar
kuddîsesırruhu: sırrı mukaddes olsun!
Kuddûs: "temiz olan ve temizlikleri yaratan" mânâsında ilâhî isim
kudemâ: kadimler, eskiler, büyükler
kudret: güç
kudsî: kutsal, temiz, arınmış, yüce
kudsiye: kutsal
kudsiyet: kutsallık, yücelik, temizlik
kudûm: uzaktan gelme, ayak basma
kul: insan
kulûb: kalbler
kulunç: acı veren bir hastalık
kumandan: komutan
kumbiiznillah: ALLAH ın izniyle kalk!
kumistân: kumluk yer, çöl
kundak: bebek sargısı, yangın çıkaran ateş parçası
kurâ: ad çekme
Kurân: "okunan" mânâsında ilâhî kitabımızın adı
Kurânî: Kurânla ilgili, ait
kurb: yakınlık
kurbiyet: yakınlık
Kureyş: Peygamberimizin kabilesi
kurrâ: Kurân okuyucuları
kurûn: çağlar, asırlar, devreler
kusûr: eksiklik, pürüz, özür, kabahat
kusûrât: kusurlar
kusûriyet: kusurluluk
kûşe: köşe
kut: gıda, azık
kutb: büyük evliya
kutbiyet: büyük evliyalık
kutbuâzam: en büyük kutub, zamanın en büyük velîsi
kutr: çap
kutub: büyük evliya
kutulâyemût: ölmeyecek kadar yiyecek
kuvâ: kuvveler
kuvve: kuvvet, düşünce, duygu, yetenek
kuvvet: güç
kuvvetüzzahr: yardım kuvveti
kuyûd: kayıtlar, bağlar
kuzeh: renk renk çizgiler
kübra: en büyük
küdûret: koyuluk, kederlilik
küffâr: kâfirler
küfr: îmansızlık
küfrân: îmansızlık, nankörlük
küfrî: küfürle ilgili
küfriyât: küfürle ilgili şeyler
küfür: îmansızlık
küfürbaz: küfredici
küfüv: denk, eş
kühûlet: erginlik
külâh: tepesi sivri başlık
külfet: yük, zahmet, zorluk
külhân: hamam ocağı
küll: bütün
küllî: bütün fertleri ihtiva eden genel kavram, genel, kapsamlı
külliyat: hepsi, bir yazarın bütün eserleri
külliye: bütünlük, ilgili bütün kısımların bir arada bulunduğu yapı
külliyen: bütünüyle
külliyet: bütünlük, genellik, kapsamlılık
kültür: bir milletin maddî ve mânevî varlıkları, yaşayış ve davranış şekli, kazanılan genel bilgi
kün: "ol" emri
küngân: su borusu
künh: asıl, öz, kök
künnes: gece görünen yıldızlar
künûz: hazineler
künye: kimlik
Kürdî: Kürdistânlı
küre: yuvarlak
küreiarz: yer yuvarlağı, dünya
kürevî: yuvarlak
küreviyet: yuvarlaklık
küreyvât: kürecikler
küreyvâtıbeyzâ: akyuvarlar
küreyvâtıhamrâ: alyuvarlar
Kürsî: arşı azamın altındaki makam
Kürt: Müslüman bir kavim, o kavimden olan kişi
küsûf: kararma, güneş tutulması
küsûfât: kararmalar, güneş tutulmaları
küsûr: artık
küsûrât: küsurlar, artıklar
küşâ: açan
küşâd: açma
küşâde: açılmış
küşâyiş: açıklık
küşûf: keşifler, açmalar, bulmalar
kütle: yığın, öbek
küttâb: kâtipler
kütüb: kitaplar
Kütübüsitte: güvenilir olan altı hadîs kitabı
kütük: bütün adların yazıldığı büyük defter
küvar: petek, kovan

Alıntı Yaparak Cevapla

Arapça Sözlük

Eski 11-04-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Arapça Sözlük



L

lâ: yoktur, hayır
lâakal: en azından
lâalettâyin: gelişigüzel
lâbis: giyinmiş
lâbüd: şüphesiz, kesin
lâdinî: din dışı, dinsiz
lâedrî: kendi varlığından bile şüphe eden felsefeci
lâfıgüzâf: boş söz
lâfız: söz
lâfz: söz
Lâfzaicelâl: "ALLAH " lafzı
lâfzen: sözle
lâfzî: sözle ilgili
lâfziye: sözle ilgili olan
lâfzullah: "ALLAH " lafzı
lağv: geçersiz, boş
lahd: mezar
lâhık: ulaşan, eklenen
lâhika: eklenen, katılan
lahm: et
lahn: güzel ses, kuralsız okuyuş
lâhut: ilâhî âlem
lâhutî: ilâhî âlemle ilgili
lahza: an, en kısa zaman
lâik: dini olmayan, din dışı
laîn: lânetli
lâin: lânet eden
lâkab: lâkap, takma ad
lâkayd: kayıtsız, ilgisiz
lâkaydane: kayıtsızca, ilgisizce
lâkin: ama, fakat
lâkita: buluntu
lâl: dilsiz
lâlezâr: lâle bahçesi
lâmeşrû: yasak
lâmise: dokunma duyusu
lânet: nefret, öfke
lâsiyyema: özellikle
lâşe: leş
lâşek: şüphesiz
lâşey: bir şey değil
lâtaknetû: kesmeyiniz
lâtenâhî: sonsuz
lâteşbih: benzetmek gibi olmasın!
Lâtif: lütfedici
lâtif: yumuşak, güzel, şirin, ince
lâtifane: lâtifçe
lâtife: ince duygu, hoş söz, nazik şaka
Latin: eski bir kavim
lâubâlî: senli benli, saygısız, ilgisiz, umursamaz
lâubâlîyâne: saygısızca, ilgisizce
lâyemût: ölümsüz
lâyemûtâne: ölümsüz gibi
lâyenkatı: kesilmeksizin, aralıksız
lâyetecezzâ: bölünmez
lâyetefellel: kırılmaz, körelmez
lâyetenahî: sonsuz
lâyetezelzel: sarsılmaz
lâyezâl: yok olmaz
lâyezâlî: yok olmayan
lâyıha: tasarı
lâyık: uygun, yaraşır
lâyuad: sayısız
lâyuhsâ: hesapsız
lâyuhtî: hatasız
lâyutak: güç yetmez
lâyüsel: sorumsuz
lâzım: gerekli
lâzımâmed: lâzım gelir
lâzıme: gerekli olan
leb: dudak
lebâleb: dopdolu
lebbeyk: buyurunuz
lebbeykzen: "buyurunuz" diyen
Lebîd: ünlü bir şair
ledün: gizli ilim, marifetullah
ledünniyât: ALLAH vergisi olan gizli ilimler
leffen: ekli, bitişik
lehce: bir beldenin konuşma tarzı
leheb: ateş alevi
lehine: onun faydasına
lehiv: günahlı eğlence
lehülhamd: ALLAH a hamdolsun
lehviyât: günahlı eğlenceler
leim: alçak, kötü
lekedâr: lekeli
lema: parıltı
lemeân: parıldama
lemeât: parıltılar
lemha: göz atma
lemyezel: yok olmaz, devamlı
lenf: beyaz kan
lenfisâm: asla kırılmaz ve kopmaz
lenger: demir çapa
lengerendâz: demir atan gemi
lenterânî: beni asla göremezsin!
lerzân: titrek
lerze: titreme
leşker: asker
letâfet: hoşluk, güzellik, incelik, yumuşaklık
letâif: ince duygular, incelikler, güzellikler
levâzım: gerekli olanlar
levâzımât: gerekli şeyler
levent: denizci asker, yakışıklı
levh: levha, yazı, resim, manzara
levha: manzara, yazı, resim
Levhimahfûz: olmuş ve olacaklarla ilgili bütün bilgilerin yazılı bulunduğu kader levhası
Levhimahv: varlıkların yazılıp silindiği levha
levm: kınama
levn: renk
levs: pislik
levvâme: kınayan
leyâl: geceler
leyl: gece
leylî: gececi
leys: yokluk
leyse: olmadı
leyte: keşke
leyyin: yumuşak
lezâiz: lezzetler
lezîz: lezzetli
lezîzâne: lezzetlice
lezzât: lezzetler
lezzet: tad
liân: lânetleşme
liaynihî: kendisiyle
libas: elbise
liberal: kişi hürriyetine önem veren
lieclillah: yalnız ALLAH için
ligayrihi: başkalarıyla
lihye: sakal
lika: kavuşma
lillah: ALLAH için
lillâhî: ALLAH için
lillâhilhamd: hamd ALLAH a mahsustur
lime: parça
limmî: açıklık
limmî: eser sahibinden eserlerine ***üren delil, ateşin dumana delil olması gibi
limmîyet: açıklık
lisan: dil
lisanen: dil ile
lisanıhâl: hâl dili, meramını durum ve görünümüyle anlatma
livâ: sancak
livechillah: ALLAH namına
liyâkat: layıklık, uygunluk
lizatihî: kendisiyle
lohusa: yeni doum yapan kadın
Lokman: Kurânda adı geçen tıp bilgisiyle ünlü bir zat
lûb: oyun eğlence
lûgat: lügat, sözlük, kelimelerin anlamlarını kısaca bildiren kitap
Lût: Sodom halkına gönderilen bir peygamber
lüb: iç, öz
lüks: şatafat, aşırı süs
lülü: inci
lümeyâ: parıltıcık
lümme: vesvese, nokta
lütf: lütuf
lütfen: lütuf ile
lütuf: iyilik
lütufkâr: lütuf eden
lütufkârane: lütuf edercesine
lütufnâme: lütuf mektubu
lüzum: gereklilik

Alıntı Yaparak Cevapla

Arapça Sözlük

Eski 11-04-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Arapça Sözlük



M

ma: su
maa: "beraber, birlikte" mânâsında ön ek
maabid: mabetler, tapınaklar
maâd: âhiret
maâdâ: başka
maadin: madenler, ****ller
maahazâ: bununla beraber
maalesef: yazık ki
maalgayr: başkasıyla birlikte
maali: yücelikler
maaliftihar: iftiharla, seve seve
maaliyat: yüce bilgiler, yüksek mertebeler
maalkerâhe: kerahetle, çirkinlikle
maalkifaye: yeterli olmakla birlikte
maalmemnuniye: memnuniyetle
maamâfih: mamâfih, bununla beraber
maânî: mânâlar, anlamlar
maârif: marifetler, ilimler, tanımalar, eğitim
maârifperver: eğitimi seven
maâriz: sözün gizli mânâları
maâsi: günahlar, isyanlar
maaş: geçinilecek şey, yaşayış, aylık para
maaşen: yaşayış ve geçim bakımından
maatteessüf: üzülerek, yazık ki
maâyib: ayıplar
maazALLAH : ALLAH korusun
mâbâd: sonrası
mâbâdettabiîye: fizik ötesi, ****fizik
mâbed: mabet, ibadet yeri
mâbeyn: arası
mâbihiliftihar: kendisiyle iftihar olunan
Mâbûd: kendisine ibadet edilen ALLAH
Mâbûdiyet: Mabutluk
mâcerâ: serüven
mâcid: yüce, şerefli
mâcun: maddelerin ezilmiş hâli
madalya: başarılı kimselere takılan madeni nişan
madalyon: boyuna takılan süs eşyası
madde: uzayda yer dolduran varlık
maddeperest: maddeye taparcasına düşkün olan
maddeperver: maddeyi seven
maddeten: maddece, madde bakımından
maddî: madde ile ilgili, maddece
maddîyât: maddî şeyler
maddîye: madde olan
maddiyyun: maddeciler, mâneviyata inanmayanlar îmansız felsefeciler
maddiyyunluk: maddecilik, materyalizm, maddeden başka her şeyi inkâr eden dinsiz felsefeciler
mâdele: adalet yeri
mâdelet: adalet etmek
mâdem: böyle olunca
mâden: ****l, kaynak
mâdeniyat: madenler, ****ller
mâder: ana
madrûb: vurulmuş, dövülmüş
mâdûd: sayılan
mâdûm: yok olan
mâdûmât: yok olanlar
mâdûmiyet: yok olma, yokluk
mâdûn: alt taraf
mâfât: telef olan, yiten
mâfevk: üst
mâfihâ: içindekiler
mafsal: eklem
mâfüvv: bağışlanmış
mağazî: gaza hikâyeleri
mağdûb: gazaba uğramış
mağdur: haksızlığa uğramış
mağfiret: ALLAH ın affı
mağfûr: affedilen
mağlata: kafa karıştıran aldatıcı söz
mağlûb: yenilmiş, mağlup
mağlûbane: yenilmiş bir hâlde
mağlûbiyet: yenilgi
mağmûm: gamlı, tasalı, bulutlu
mağmûre: adı sanı silinmiş, yerinde yeller esen
mağrib: batı, akşam
mağrur: gururlu
mağrurâne: gururluca
mağruren: gururlanarak
mağz: öz, iç
mah: ay
mahal: yer
maharet: ustalık, beceri
maharim: mahremler, yasaklar, gizliler
mahbes: hapishane
mahbub: sevgili
mahbubâne: sevilerek
mahbubât: sevgililer
mahbubiyet: sevilirlik
mahbus: hapsedilmiş
mahbusîn: hapsedilenler
mahbusiyet: hapsedilmişlik
mahcûb: utangaç, sıkılgan
mahcûbiyet: utangaçlık
mahcûr: kısıtlı
mahdûd: sınırlı
mahdûdiyet: sınırlılık
mahdum: oğul, kendisine hizmet edilen
mahdumiyet: mahdumluk
mahfaza: koryucu kap
mahfel: kapalı yer, camilerde yüksek yer
mahfî: gizli
mahfîyât: gizlilikler, gizli olanlar
mahfûz: korunmuş
mahfûzât: hafızadakiler, korunanlar
mahfûziyet: korunurluk
mâhî: balık
mâhir: maharetli, becerikli
mâhirâne: ustaca, beceriklice
mahiyet: öz, nitelik, kendilik
mahiyyat: mahiyetler, özler
mahkeme: davaların görülüp hükme bağlandığı yer
mahkî: hikâye olunan
mahkîanh: kendisinden bahsedilen
mahkûm: hükümlü, cezalı, mecbur
mahkûmiyet: mahkûmluk
mahlâs: yazarın takma adı
mahlûk: yaratık
mahlûkat: yaratıklar
mahlûkiyet: yaratılmışlık
mahmil: deve üstündeki sepet, bir söze yüklenen mânâ
mahmûd: övülmüş
mahmûl: yüklenilen
mahmûle: yük
mahmûr: baygın göz
mahrec: çıkış yeri
mahrek: yörünge
mahrem: gizli, yasak, başkasına haram olan, evlenilmesi haram olan akraba
mahremâne: mahremce, gizlice
mahremiyet: mahremlik, gizlilik, yasaklık
mahrûkat: yakıtlar
mahrûm: yoksun
mahrûmiyet: yoksunluk
mahrût: koni
mahrûtî: konik
mahsub: hesaplanmış
mahsûd: kıskanılan
mahsûl: ürün
mahsûlât: ürünler
mahsûldâr: ürünlü
mahsûr: kuşatılmış
mahsûs: hissedilmiş, birine ayrılmış, bile bile
mahsûsât: mahsuslar
mahsûsiyet: mahsusluk
mahşer: ölülerin dirilip toplanacakları yer
mahşernümâ: mahşeri andıran
mahşûş: içine girilmiş, lekelenmiş
mahtûmâne: bitirircesine, bir kitabı bitirince verilen ziyafet gibi
mâhud: bilinen, sözü edilen
mâhudiyet: bilinirlik
mahuf: korkulu
mahv: benlik bakımından silinme
mahvetme: silme
mahviyet: silinme hâli
mahviyetkâr: benliğini silen
mahviyetkârane: benliğini silercesine
mahz: sadelik
mahzâ: sade
mahzân: sadece
mahzen: hazine odası
mahzeniyet: mahzenlik
mahzûf: çıkarılan, kaldırılan
mahzûn: üzgün
mahzûnâne: üzgünce
mahzûr: sakınca
mahzûrât: sakıncalar
mahzûz: hoşlanan
mahzûzât: hoşlanılan şeyler
maî: su cinsinden, su ile ilgili, mavi
mâide: sofra
mâil: eğilmiş, meyilli, istekli, andırır, yörünge
mâile: eğri, eğik
mâilikamer: ayın yörüngesi
maîşet: yaşayış, geçim
maiyyet: yanındakiler
makabir: mezarlar
mâkabl: öncesi
makad: oturak yeri, arka
makalât: makaleler
makale: söz, gazete yazısı
makalid: kilitli yerler
makam: yer, mertebe, müzikte usul
makamât: makamlar
Makâmımahmûd: Peygamberimize verilen yüksek makam
makamperest: makam düşkünü
makarr: karar yeri, durulan yer
makasıd: maksatlar, gayeler
makber: mezar
makberistân: mezarlık
makbûl: kabul edilen, geçerli
makbûliyet: kabul edilebilirlik, geçerlilik
makdis: kutsal yer
makdûrat: takdir edilenler, kudret eserleri
mâkes: yansıma yeri, ayna
makhûr: kahredilmiş, ezilmiş
mâkis: karşılaştırma
makrû: okunan
makrûn: yakın, ulaşmış
maksad: istenen
maksûd: istenen şey
maksûm: bölünmüş
maksûr: kısaltılmış
makta: kesit
maktel: öldürülen yer
maktûl: öldürülmüş
mâkûd: bağlı
mâkûl: akla uygun
mâkûlâne: akla uygun biçimde
mâkûlât: akla uygun olanlar, akılla ilgili bulunanlar
mâkûle: akla uygun olan
mâkûliyet: akla uygunluk
mâkûs: ters
mâkûse: tersine çevrilmiş
mâkûsen mütenâsib: ters orantılı
makûsen: tersine olarak
makzî: kaza olunan, ödenen
mâl: bir kimsenin eli altında bulunan değerli şey
mâlâmal: dopdolu
mâlâyanî: faydasız, boş, saçma
mâlâyanîyât: faydasız şeyler
mâlâyutak: dayanılmaz, güç yetmez
mâlihülyâ: boş hayâller, kara sevda
mâlik: mülkün sahibi
mâlikâne: büyük ev, sahip gibi
Mâlikî: dört hak mezhepten biri
mâlikiyet: sahiplik
mâliye: mal ile ilgili olan
mâlûl: hasta
mâlûliyet: hasta olma
mâlûm: bilinen
mâlûmât: bilinenler
mâlûmiyet: bilinirlik
mamâfih: bununla beraber
mâmelek: olanca malı
Mamhuran: bir aşiret ismi
mâmûl: yapılmış
mâmûlât: yapılmış şeyler
mâmûr: bayındır, şenlikli
mânâ: anlam, öz
mancınık: eski bir silah, taş atma aleti
Mançur: Asyada yaşayan bir kavim
manda: sömürge, camız
mânde: kalmış, yaramaz
mânen: mânâca, anlamca
mânend: benzer, eş
mânevî: maddî olmayan, ruhanî
mânevîyât: madde üstü hâller
mânevîye: mânâ ile ilgili
manevra: hareket kabiliyeti, harp oyunu
mânî: engel
mânîâ: engel olan
mânidâr: anlamlı
mânidârâne: anlamlıca
mansıb: makam
mansub: atanan
mansûr: yardım görmüş, zafere ulaşmış
mansûs: iyice kesinleşmiş, âyetle sabit
mantık: düşünen akla kurallarıyla yol gösteren ilim
mantıkî: mantıkla ilgili, mantıklı
manyetizma: başka üzerinde uyuşukluk verici tesir
manzar: bakış yeri
manzara: görünüş
manzûm: nazımlı, dizili, düzenli, şiir
manzûme: şiir, sistem
manzûmeişemsiye: güneş sistemi
mâr: yılan
mâraz: sergi
maraz: hastalık
mâreke: çarpışma yeri, çarpışma
mârez: sergi
mârık: dinsiz
mârife: belli, bilinen
mârifet: ilim, hüner, tanıma
mârifetâşinâ: marifetin yabancısı olmayan
mârifetnâme: marifet yazısı
mârifetullah: ALLAH ı bilme, tanıma
marîz: hasta
mâruf: bilinen, güzel
mârufiyet: bilinirlik
Mârût: sihir belleten iki melekten biri
mâruz: arzolunan, verilen, anlatılan, karşı karşıya kalan
mâruzât: anlatılanlar
marzî: arzu edilen, Razı olunan
marzîyât: Razı olunan şeyler
mâsadak: bir sözü onaylayan, doğrulayan
masârif: masraflar, giderler
masârifât: masraflar
masdar: kök, kaynak
masdariyet: masdarlık
masdûk: tasdiklenen
mâsivâ: yaratıklar
mâsivâullah: ALLAH ın yarattıkları
mâsiyet: isyan, günah
maskara: kendisine gülünen
maskaraâlûd: maskaralı
maskat: düşülen yer, doğum yeri
maslahat: fayda, iş
maslahatdâr: faydalı
maslahaten: faydaca
maslahatkâr: faydalı
maslahatkârâne: faydalı biçimde
masnû: sanatla yapılmış eser
masnûât: sanatlı yapılmış eserler
masnûiyet: sanat eseri olma hâli
mason: "masonluk" denilen kökü dışarıda gizli ve tehlikeli bir örgütün üyesi, islâm düşmanı
masraf: gider, harcama
masrûf: harcanmış
mass: emme
mâsum: günahsız, suçsuz
mâsumâne: masumca
mâsume: suçsuz kadın veya kız
mâsumiyet: masumluk
mâsûn: korunan
mâsûniyet: korunurluk
mâşâALLAH : ALLAH korusun!
mâşer: topluluk
mâşerî: topluluğun olan
maşraba: su kabı
maşrık: doğu
mâşûk: sevilen
mâşûka: sevilen kadın
matbaa: basımevi
matbah: mutfak
matbû: basılmış
matbûât: basın, basılanlar
mâtem: yas
mâtemâlûd: yasla karışık
mâtemhâne: yas evi
materyalist: maddeci, sadece maddeye inanan îmansız
materyalizm: maddecilik, maddeden başka varlık tanımayan îmansız felsefe
matiyye: binek
matlâ: güneşin doğduğu yer
matlab: istenen
matlûb: istenilen
matlûbât: istenilenler
matmah: tamah ile bakılan
matrûd: kovulan
mâtûf: yöneltilen
matûmât: yemekler
Mâtüridî: itikadda hak mezhep imamı olan âlim
matvî: dürülen, içine tıkılan
maûn: yardım
maûnet: yardımlar
mâverâ: perde arkası
mâvudieleh: varlık gayesine uygunluk
mavzer: bir çeşit tüfek
mâye: maya, öz
mâyî: sıvı
mazâhir: görünme ve ortaya çıkma yerleri
mazanne: zanlı yer veya kimse
mazarrât: zararlar
mazbata: tutanak
mazbût: tutulan, derli toplu
mâzeret: elde olmayan özür
mazhar: ortaya çıkma ve görünme yeri
mazhariyet: mazharlık
mâzi: geçmiş zaman
mâziyât: geçmiş zamanlar
mazlûm: zulüm görmüş, sessiz
mazlûmâne: zulüm görmüşcesine
mazlûmen: zulmedilerek
mazlûmîn: zulmedilenler
mazlûmiyet: zulme uğramışlık
mazmaza: abdestte ağzı yıkamak
mazmûm: eklenmiş
mazmun: ince anlamlı söz
maznun: zanlı, sanık
mazrûf: zarfa konan
mâzûr: özürlü
mâzûriyet: özürlülük
meâb: sığınak, dönüş yeri
meâd: varılacak yer, âhiret
meâl: sözün kısaca anlamı
meânî: anlamlar
mearic: çıkılacak yerler
meâsi: isyanlar, günahlar
meâyib: ayıplar
mebâdi: başlangıçlar
mebâhis: konular
mebde: başlangıç
mebğuz: sevilmeyen
mebhas: bölüm
mebhût: şaşkın
meblağ: tutar, miktar
mebnî: kurulan, dayanan
mebsût: genişleyen
mebsûten: genişleterek
mebûs: gönderilen, milletvekili
mebûsân: mebuslar, milletvekilleri
mebzûl: bol, çok, ucuz
mebzûliyet: bolluk, çokluk, ucuzluk
mecâl: tâkat
mecâlis: meclisler
mecâz: sözün başka mânâda kullanılması
mecâzî: mecazlı
mecbûr: zorlanmış, zorunlu
mecbûriyet: mecburluk
meccânen: bedava, parasız
mecelle: dergi, kanun dergisi
mechul: bilinmeyen, meçhul
mechure: nefesin tutulup sesin çıkarılmasıyla okunan harfler
mecid: yüce, şerefli
meclis: bir mesele için toplanmış insan topluluğu
meclûb: çekilen, celbolunan
mecmâ: toplanılan yer
mecmû: toplam
mecmua: yazılar topluluğu, dergi
mecnûn: deli, çılgın
mecrâ: su yolu, kanal
mecrûh: yaralı
mecrûr: son harfi esre olan kelime
mêcul: yapılmış
mêcur: ücretlenme
mecûsî: ateşe tapan
meczûb: cezbeli, kendini kaptırmış, başkasının etkisiyle davranan
meczûbane: cezbeye kapılmışcasına
medâr: sebep, vesile, kaynak, yörünge
medâris: medreseler
medayih: övgüler
medd: kabarma, uzatma
meddâh: öven
medde: uzatma işareti
meded: yardım
mededkâr: yardım eden
mededres: yardımcı
medenî: terbiyeli, kibar, şehirli
medeniyet: düzenli ve ileri hayat seviyesi, şehirlilik
medeniyetperest: medeniyete aşırı düşkün olan
medeniyetperver: medeniyeti seven
meder: çakıl taşı
medfen: mezar
medfûn: gömülmüş, defnedilmiş
medh: medih, övme
medhal: giriş, etki
medih: övme
medîha: övgü
medîne: şehir
medlûl: kendisine delil getirilen, mânâ, anlatılan
medlûliyet: kendisine delil getirilme
medrese: dershane, okul
Medresetüzzehrâ: parlak medrese
medyum: cinci
medyun: verecekli
mefâhim: mefhumlar, kavramlar
mefâhir: övünülecek şeyler
mefâsid: bozguncular
mefatih: anahtarlar
mefhar: övünme sebebi
mefhum: kavram
mefkud: bulunmayan
mefkûre: ülkü
meflûc: felçli, inmeli
mefrûş: döşeli
mefsedet: fesatlık, bozukluk
mefsûh: hükmü kaldırılan
meftûn: tutkun, vurgun
meftûniyet: tutkunluk, vurgunluk
meftûr: bezgin
mefûl: fiilden etkilenen
mefûliyet: fiilden etkilenmişlik
meh: ay
mehâbet: heybet, büyüklük
mehâfet: korku
mehâfetullah: ALLAH korkusu
mehâlik: tehlikeler
mehâsin: güzellikler
mêhaz: kaynak
mehbît: inilen yer
mehbût: korkudan şaşıran
mehcûr: ayrılmış
mehd: beşik
Mehdî: hidayete eren ve hidayete vesile olan, âhirzamanda eserleri ve talebeleriyle îmana hizmet ederek yeryüzünü nurlandıran büyük ve nuranî âlim
Mehdîmisâl: Mehdî gibi
mehenk: ölçü taşı
mehîb: korkulan
mehmâemken: olabildiğince
mehmûse: fısıltıyla okunan harfler
mehr: mehir, erkeğin kadına verdiği evlenme bedeli
mehtâb: mehtap, ay ışığı
mehter: Osmanlılarda askerî müzik takımı
mekâdir: miktarlar
mekân: yer, ev
mekânî: mekânla ilgili
mekanik: hareket ilmi
mekanizma: makine kısmı, işleyiş
mekârim: iyilikler
mekatı: duraklar
mekâtib: okullar
mekâyis: ölçütler
mêkel: yemek yenilen yer
mekîk: bir dokuma âleti
mekîn: sakin, vakarlı, saygın
mekkâr: hileci, düzenci
Mekke: Kabenin bulunduğu mukaddes şehir
meknun: örtülü, gizli
meknûz: gizli define
mekreme: ikram yeri
mekruh: kötü, çirkin
meksûb: kazanılmış
meksûbe: kazanılan
mekşûf: keşfedilen, açılan
mekteb: mektep, okul
mektûb: mektup, yazılan
mektûbât: mektuplar
mektûbe: yazılmış
mektûm: gizli, saklı
mêkûlât: yiyecekler
melâb: oyun yeri
melâbe: oyun yeri
melâbegâh: oyun oynanan yer
melâhat: yüz güzelliği
melâhim: savaş yerleri
melâib: oyunlar, oyun yerleri
melâik: melekler
melâike: melekler
melâiketullah: ALLAH ın melekleri
melâl: can sıkıntısı
melâmet: kınanmışlık
melâmî: kınanmış, melamilik tarikatından olan
Melâmîlik: kendini kınamayı esas alan bir tarikat
melâne: lânete lâyık olan
melbûsât: giyecekler
melcê: sığınak
meleiâlâ: büyük meleklerin âlemi
melek: nurdan yaratılmış masum varlık
melekât: melekeler
meleke: zihnin anlama, kavrama, hatırlama gibi özellikleri, tekrar tekrar yapmaktan dolayı kazanılan beceri
melekî: melekle ilgili, melek gibi
melekiyet: meleklik
meleksimâ: melek yüzlü
melekût: melekler âlemi, varlıkların ilâhî isimlere bakan iç yüzü
melekûtî: melekutla ilgili
melekûtîyet: melekutluk
melekülmevt: ölüm meleği
melez: ırkı karışık
melfûf: paketlenip gönderilen
melfûfât: paketlenip gönderilenler
melfûz: söylenmiş
melhûz: düşünülebilen
melîh: güzel, şirin
melîk: hükümdar
melîke: kadın hükümdar
melîl: üzgün
melsûk: yapıştırılmış
mêlûf: alışılmış
melûl: usanmış
melûn: lânetli
melûnâne: melunca
melzum: lüzumlu
memâlik: memleketler
memât: ölüm
memduh: övülmüş
memduha: övülmüş
memer: geçit
memlû: dolu
memlûk: köle
memnû: yasak
memnûn: hoşnut
memnûnâne: memnunca
memnûniyet: memnunluk
mêmûl: umulan
Mêmûn: felsefe kitaplarını tercüme ettirmesiyle meşhur bir halife
mêmûn: emin, korkusuz
mêmûr: emir altında olan
mêmûrîn: memurlar
mêmûriyet: memurluk
memzûc: karışık
men: kim
men: yasaklama
menâbî: kaynaklar
menâfî: menfaatler
menâfiz: delikler
menâhî: yasaklananlar
menâhic: metodlar
menâkıb: hayat hikâyeleri
menâm: uyku
menâmen: uykudayken
menâr: ışık tutucu
menâsık: ibadet yerleri
Menat: bir putun adı
menâtık: mıntıkalar, bölgeler
menâzır: manzaralar
menâzil: inilen yerler
menbâ: kaynak
mencê: kurtuluş yeri
mendûb: emredilmediği hâlde yapılan güzel amel, iş
mendûbiyet: mendupluk
menend: eş, benzer
menfâ: sürgün yeri
menfaat: fayda, çıkar
menfaatperest: menfaatına çok düşkün
menfaattar: menfaatli
menfez: delik, gözenek
menfî: olumsuz, sürgün
menfûr: nefret edilen
menhî: yasaklanan
menhiyat: yasaklananlar
menhûs: uğursuz
meni: döl suyu
menkıbe: hayat hikayesi
menkûha: nikâhlı kadın
menkul: anlatılan, taşınabilen
menkulât: taşınanlar, anlatılanlar
menkûr: inkâr edilen
menkûs: tersine çevrilmiş
menkuş: nakışlı
menkuz: bozulmuş
Mennân: kullarına bol nimet ve ihsanlarda bulunan ALLAH
mensub: bağlı, ait, ilgili
mensubât: bağlılar, ilgililer
mensubiyet: bağlılık, aitlik
mensûc: dokunmuş
mensûcât: dokunanlar
mensûh: hükmü kaldırılmış
mensur: nesirli
mensûs: âyet ve hadîs gibi kesin delillerle tesbit edilmiş olan
menşê: esas, kök, kaynak
menşûr: yayılmış
mênûs: alışılmış
menvî: niyetlenen
menzil: inilen yer
menzilgâh: inme yeri
merâ: otlak
merak: öğrenme isteği
merakâver: merak verici
merâkib: binekler
merâm: maksat, niyet, istek
merâsim: tören
merâtib: mertebeler
merâyâ: aynalar
merbût: bağlı, irtibatlı
merbûtiyet: bağlılık
mercan: denizden elde edilen bir süs maddesi
mercî: makam, dönülecek yer, başvurulacak yer, kaynak, makam
mercîiyet: başvurulacak makam olma özelliği, kaynaklık
mercû: ümit edilen, rica olunan
mercûh: tercih edilmeyen, başkası ona tercih edilmiş
merd: mert, sözünün eri
merdâne: mertçe
merdûd: reddedilmiş
merdümgiriz: insanlardan sıkılan, yalnızlığı seven
merdümgirizane: kalabalıktan sıkılıp yalnızlık isteyerek
merfû: yükseltilmiş
merğûb: rağbet edilen, istenilen
merhaba: rahat olun, hoş geldiniz
merhale: kademe, aşama
merhamet: acıma
merhameten: merhamet ederek
merhametkâr: merhametli
merhametkârâne: merhamet edercesine
merhem: yara ilacı
merhûm: rahmetli, ölmüş
merhûme: ölmüş kadın
merhûn: rehin edilmiş
merî: görünür olan, yürürlükte olan
meridyen: boylam
Merih: bir gezegen
merîyyet: yürürlükte oluş, görünürlük
merkeb: binek
merkez: orta mekân, idare yeri
merkezî: merkezde olan
merkeziyet: merkezlik
merkûb: binek
mermi: kurşun
mermuze: dolaylı anlatılan
mersiye: ölüm şiiri
mert: üstün karakterli
mertebe: derece, aşama
Merve: Mekkede bir mübarek tepe
mervî: rivayet edilen, anlatılan
merzûk: rızıklanmış
merzûkiyet: rızıklanmışlık
mesâbe: yerinde, değerinde
mesâbih: lambalar
mesâcid: namaz kılınan yerler
mesâfe: ara, uzaklık
mesağ: izin
mesâha: yüz ölçümü
mesâhif: mushaflar, Kurânlar
mesâi: çalışmalar, emekler
mesâib: musibetler
mesâil: meseleler
mesaj: haber
mesâk: sevkedilen yer
mesâkin: meskenler, evler
mesâkin: miskinler, fakirler
mesâlih: maslahatlar, işler
mesâlik: meslekler, ekoller, yollar
mesâmât: gözenekler, delikler
mesâme: gözenek
mesâne: sidik torbası
mesânî: bir şeyin tekrarı
mesarr: sürurlu, sevinçli
mesâvî: kötü hâller
mesbûk: geçmiş, geri kalmış
mescid: secde yeri, küçük cami
mesel: atasözü, küçük hikâye
mesêle: düşünülecek husus, konu
meserret: sevinç, şenlik
mesh: el sürme, silme
Mesîh: olumlu mânâda isa aleyhisselâm için söylenen bir tabir
Mesîh: "silen, bozan" mânâsında deccalın bir adı
mesîl: kanal, benzer
mesîre: gezinti yeri
mesîregâh: gezinti yeri
meskat: doğum yeri
mesken: oturulan yer, ev
meskenet: yoksulluk, miskinlik
meskûn: oturulan yer
meslek: yol, usûl, ekol
mesmû: işitilen
mesmûat: işitilenler
mesmûm: zehirlenmiş
mesned: dayanak
mesnevî: bir şiir türü
mesnûn: sünnet olan
mesrûk: çalınmış
mesrûr: sevinçli, sürurlu
mesrûrâne: sevinçli bir şekilde
mesrûriyet: sevinçlilik
mest: ayakkabı, hazla kendinden geçen
mestûr: örtülmüş
mestur: satırlanmış, çizilmiş
mestûre: örtülü kadın
mesûd: saadetli, mutlu
mesûdâne: saadetle
mesûdiyet: mesutluk
mesûk: sevk olunan
mesûl: sorumlu
mesûliyet: sorumluluk
meşâgil: meşguliyetler
meşâhir: meşhurlar, ünlüler
meşakkat: zahmet, zorluk, sıkıntı
meşâle: ucu alevli değnek
meşârib: meşrepler, anlayışlar, gidişatlar
meşayih: şeyhler, pirler
meşbû: doymuş
meşegâh: meşelik
meşême: sol, kötü, uğursuz
meşgale: iş, uğraş
meşgul: işli, iş üstünde olan
meşguliyet: işlilik
meşher: sergi
meşhûd: görülen
meşhûdât: görülenler
meşhûdiyet: görünürlük
meşhûn: sevinçli
meşhûr: ünlü
meşîet: dileme
meşîhat: din işleri merkezi
meşk: alıştırma, örnekleme
meşkûk: şüpheli
meşkûr: şükre lâyık olan
meşmeşiye: normal göze görünmeyen misalî bir âlem
meşreb: meşrep, gidişat
meşreben: gidişatça
meşrık: doğu
meşrû: dine uygun
meşrûbât: içecekler
meşrûh: açıklanmış
meşrûhât: açıklananlar
meşrûiyet: dine uygunluk
meşrût: şarta bağlı
meşrûta: şarta bağlanmış
meşrûtiyet: devletin bir hükümdarın başkanlığı altındaki millet meclisi tarafından idare edildiği yönetim biçimi
meşrûtiyetperver: meşrutiyeti seven
meşşâiyyun: akla güvenip peygambere inanmayan felsefeciler
meşşata: süsleyen, tarayan
meşûm: uğursuz
meşûmâne: uğursuzcasına
meşûme: uğursuz
meşûr: şuurlu
meşveret: danışma, fikir alışverişi yapma
metâ: ticaret malı
metâlî: güneş ve ayın doğduğu yerler ve zamanlar
metâlib: istenenler
****net: dayanıklılık
metbû: kendisine uyulan
metbûiyet: metbuluk
metfuh: açılmış
methetme: övme
methiye: övgü, övme
metîn: ****netli, dayanıklı
metin: yazının tamamı
metînâne: dayanıklı biri gibi
metod: usûl, yöntem
metrûk: terkedilmiş
metrûkât: terkedilenler
Metta: Yunus aleyhisselâmın annesi
meûnet: geçimlik
mêvâ: yer, mekân
mevâcid: kalbe zevk veren hâller
mevâdd: maddeler
mevâhib: karşılıksız verilenler, ihsanlar
mevâkıf: duraklar
mevâki: yerler
mevâlid: mevlidler, doğmalar
mevâlîd: varlıklar
mevâni: maniler, engeller
mevâsim: mevsimler
mevhat: cansızlar
mevc: dalga
mevce: dalga
mevcûd: mevcut, var olan
mevcûdat: varlıklar
mevcûdiyet: varlık
meveddet: dostluk, sevgi
mevhibe: verilmiş
mevhûbe: verilen
mevhum: kuruntu ürünü
mevîza: öğüt, nasihat
mevkıf: durak, bölüm
mevki: yer
mevkib: kafile, topluluk
yle='margin-top:0cm;margin-right:10cm;margin-bottom:0cm; margin-left:10cm;margin-bottom:0001pt;mso-pagination:none'>mevkuf: durdurulan, tutulan
mevkufen: tutularak, durdurularak
mevkute: süreli yayın
Mevlâ: sahip, efendi, ALLAH
Mevlânâ: Mesnevî adlı kitabın da yazarı olan ünlü velî ve şair
mevlânâ: efendimiz
Mevlevî: Mevlânanın tarikatından olan
Mevlevîvârî: dönerek zikreden mevleviler gibi
mevlid: doğum
mevlûd: doğan
mevrid: varılan yer, yol
mevrûs: mirasla gelen
mevsûf: vasıflı, sıfatlanan
mevsûk: vesikalı, belgeli, sağlam
mevsûkan: belgeli bir biçimde
mevsûl: kavuşan, ulaşan, bitişen
mevsûle: bitiştirilmiş
mevt: ölüm
mevta: ölü
mevtâlûd: ölümle karışık
mevûd: söz verilmiş
mevzî: bir şey konulacak yer
mevzû: konu
mevzû: uydurulmuş hadîs
mevzûat: kurallar, kanunlar
mevzûbahis: söz konusu
mevzun: ölçülü, tartılı
mevzunen: ölçülü ve tartılı olarak
mevzuniyet: ölçülülük, tartılılık
mey: şarap,
meyâdin: meydanlar
meyân: orta, ara
meydân: saha, alan
meyelân: eğilim, istek
meyil: istek, yönelme
meyl: istek, yönelme
meymene: sağ, iyilik, uğur
meymenet: bereket, uğur, kutluluk
meymûn: uğurlu, kutlu
mêyûs: ümitsiz
mêyûsane: ümitsizce
mêyûsiyet: ümitsizlik
meyvedâr: meyveli
meyyâl: meyilli, istekli
meyyit: ölü, cansız
mezâd: mezat, artırmalı satış
mezâhib: mezhepler
mezâhim: zahmetler, zorluklar
mezâhir: görünme yerleri, çiçekli yerler
mezâk: tadma
mezâlim: zulümler
mezâmir: Zebur kitabının süreleri
mezâr: kabir, ziyaret yeri
mezâristân: mezarlık, ölüler ülkesi
mezâyâ: meziyetler
mezbaha: hayvan kesim yeri
mezbele: çöplük
mezbûr: sözü edilen
mezc: karıştırma, katıştırma
meze: çerez
mezellet: alçaklık
mezheb: gidilen yol, dinin esaslarında aynı ayrıntılarında farklı görüşler
mezher: çiçeklik
mezhere: çiçeklik
meziyet: güzel özellik
meziyyât: meziyetler
mezkûr: anılan
mezmûm: yerilmiş
mezraa: tarla
mezrûat: ekilenler
mêzûn: izinli
mıh: çivi
mıknatıs: bazı ****lleri çeken madde
mıntıka: bölge
mısrâ: şiirin her bir satırı
mıstar: cetvel
mızrâk: ucu sivri savaş aleti
miâd: vade
midâd: mürekkep
midevî: mide ile ilgili
miftah: anahtar
mihâl: kuvvet
mihânikiyyet: mekaniklik
mihenk: deneme taşı
mihmân: misafir
mihmândâr: misafiri olan
mihnet: sıkıntı, tasa
mihrâb: imamın namaz kıldırdığı yer
mihrâk: odak
mihver: eksen
Mikâil: dünya işlerini düzenlemekle görevli melek
mikdâr: miktar, nicelik
mikyas: ölçü, ölçek
mikyasvari: ölçü gibi
mil: ince ****l, sel birikintisi
milâd: doğum günü
milâdî: milada dayanan
milel: milletler
milis: sivil ordu
millet: aynı dinden olanlar topluluğu
milletdaş: aynı milletten olan
milletperver: milletini seven
millî: milletle ilgili
milliyet: aynı milletten olma hâli
milliyetperver: milliyetçi, milletini seven
mîmar: bina tasarımcısı
mimsiz medeniyet: deniyet, yani alçaklık
minâ: cam, billur, sırça, parlak
minârât: minareler
minber: camide hutbe okunan yer
minhâc: yol, meslek, metod
minindillah: ALLAH katında
minnet: iyiliğe karşı duyulan şükür hissi, başa kakma
minnetdâr: minnet eden
minnetdârâne: minnet duyarak
minnetdârlık: minnet hissetme
mintarafillah: ALLAH tarafından
minvâl: tarz, yol, gidiş
mîr: bey, amir
mîrâc: merdiven
Mîrâc: Peygamberimizin semaya çıkma mucizesi
Mîrâciye: Mevlidin mîraçla ilgili bölümü
mîrâcvârî: mîraç gibi
miralay: albay
miras: ölen kimsenin yakınlarına kalan malı
mirât: ayna
mîrî: devlet malı
mirkat: mertebe, derece
mirlivâ: tuğgeneral
mirsâd: gözetleme yeri
mirzâ: reis, bey
misafirhâne: misafir evi
misafirperver: misafiri seven
mîsak: sözleşme
misâl: örnek, bir alem adı
misâlî: misâl hâlinde, misâlle ilgili
misâlîye: misâlle ilgili olan

Alıntı Yaparak Cevapla

Arapça Sözlük

Eski 11-04-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Arapça Sözlük



misbah: lamba, kandil
misdâk: onaylayıcı delil
misil: eş, benzer
misillü: benzeri, gibi
misk: güzel koku
miskal: 4,5 gram ağırlık
miskin: yoksul, uyuşuk, tembel, zavallı
mislen: benzer olarak
misliyet: benzerlik, eşlik
mismar: çivi
mistar: cetvel
mistik: içle ilgili
misvâk: sünnet olan diş temizleme aleti, bir ağacın kökü
misyon: vazife
misyoner: Hıristiyanlığı yaymakla görevli kimse
mîşâr: onda bir
mişkât: lamba konan yer, kandil
mişvâr: davranış, gidişat
miting: bir gaye uğruna yapılan büyük toplantı
mitoloji: efsane ilmi
mitralyöz: makinalı tüfek
miyan: orta, ara
mîyâr: ölçü
mizâc: huy, yaradılış
mizâh: komedi, gülmece
mîzan: terazi, tartı, ölçü
mîzancık: küçük terazi, ölçücük
mîzenend: söylüyorlar, vuruyorlar
model: örnek, misal
Moğol: Asyada bir kavim
molla: büyük âlim, medrese talabesi
moral: ruh gücü
muaccel: acele, peşin
muacciz: sıkıntı verici, rahatsız edici
muâddel: düzeltilen
muâddil: düzeltici
muâdil: denk, dengeli
muâf: affolunmuş, ayrı tutulmuş
muâhede: antlaşma
muâheze: sorgulama, azarlama
muahhar: sonraki
muâhid: antlaşma yapan
muâkıb: cezalandıran
muâkıd: sözleşen
muakkib: izleyen
muâlece: işe girişme
muallâ: yüce
muallak: boşlukta, askıda
mualleka: asılan
muallekât: asılanlar
muallekatısebâ: Kâbe duvarına asılan yedi ünlü şiir
muallem: talimli, eğitilmiş
muallim: ilim belleten, öğretmen
muallime: hanım öğretmen
muamelât: muameleler, işlemler
muamele: davranış, işlem
muammâ: bilmece
muammââlûd: bilmeceli
muammer: uzun ömürlü
muânaka: sarılma
muânân: ananeli, belgeli
muânid: aykırı, direnen
muannid: inatçı
muannidane: inat edercesine
muanven: ünvanlı, namlı
muâraza: çekişme, tartışma, muhalefet
muârefe: tanışma
muâreke: kavga
muârız: muarazacı, muhalif, çekişen, tartışan
muarrâ: temiz, arınmış
muarreb: Araplaşmış
muarref: tanıtılmış
muarrif: tanıtıcı
muâsır: çağdaş
muâşaka: sevişme
muâşeret: iyi geçinme, görgü
muâteb: azarlanmış
muattal: işlemez, işsiz
muattar: ıtırlı, güzel kokulu
muattıl: îmansız, tanrıtanımaz
muattıla: îmansız, tanrıtanımaz
muâvenet: yardım
muâvenetdârâne: yardım edercesine
muâveneten: yardım olarak
muâvenetkârâne: yardımcı olurcasına
muâvin: yardımcı
Muâviye: Emevi Devletinin kurucusu olan bir sahabe
muâyene: gözden geçirme
muayyen: belli, ölçülü, tartılı
muazzam: pek büyük
muazzeb: eziyet çeken
muazzez: izzetli, şerefli
muazzib: azap eden
mubâh: işlenmesinde sevap ve günah olmayan
mubassır: gözcü, bakıcı
mûbik: helak edici, büyük günah
mubsır: görünen
mubsırât: görünenler
mûcib: gereken, gerektiren
mûcib: hayrete düşüren
mûcibe: hüküm, gerektiren
mûcibibizzat: her şeyi yapmaya mecbur olan
mûcid: yeni bir şey yapan, "yoktan var eden" mânâsında ilâhî isim
mûciz: insanı aciz bırakan
mûciz: kısa, fakat çok mânâlı, özlü
mûcizane: aciz bırakırcasına
mûcizât: mûcizeler
mûcize: insanların yapamadığı harikalar
mûcizekâr: mûcizeli, mûcize gösteren
mûcizevârî: mûcize gibi
mûcizevî: mûcizeli biçimde, mûcize ile ilgili olarak
mûciznümâ: mûcize gösteren
mudarebe: dövüşme
mudga: et parçası
mudhike: gülünecek şey, komedi
mudıll: saptıran
mûdil: büyük, çetin, zor
mufaddıl: üstün eden, yükselten
mufassal: ayrıntılı
mufassalan: ayrıntılı biçimde
mugaddi: besleyici
mugalata: yanıltıcı için söz söyleme
muganni: nağmeyle okuyan
mugayeret: aykırılık
mugayir: aykırı
mugayyebât: bilinmeyenler
mugayyebâtıhâmse: beş bilinmeyen şey
mugis: yardım isteyene yardım eden
muğlak: kapalı, anlaşılması zor
muğnî: zengin edici
muhabbet: sevgi
muhabbetdâr: seven, sevgili
muhabbetdârâne: severcesine
muhabbethâne: sevgi evi
muhabbetkârâne: severcesine
muhabbetullah: ALLAH sevgisi
muhâberât: haberleşmeler
muhâbere: haberleşme
muhâbir: haberci
muhâcerât: göç etmeler
muhâceret: göç etme
muhacim: saldıran
muhâcir: göç eden, göçmen
muhâcirîn: Medineye göç eden sahabeler
muhaddis: hadîs âlimi
muhaddisin: hadîs âlimleri
muhafaza: koruma
muhafazakâr: koruyucu
muhaffef: hafifletilmiş
muhâfız: koruyan
muhâkât: taklit etme
muhhakemât: akıl yürütmeler, hüküm çıkarmalar
muhâkeme: düşünme, akıl yürütme, hüküm çıkarma, yargılama
muhâkî: benzer
muhakkak: kesin, gerçekleşmiş
muhakkik: araştıran, inceleyen
muhakkikâne: araştırırcasına
muhakkikîn: araştırmacılar, büyük âlimler
muhâl: imkânsız, olması mümkün olmayan
muhâlât: muhaller, imkânsız olmalar
muhâlefet: karşı gelme, ayrı düşünme, uymama
muhâlif: karşı, zıt, aykırı, uymaz
muhâliyet: imkânsız oluş
muhalled: sürekli
Muhammed: Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâmın "medhedilen" mânâsındaki ismi
Muhammediye: Peygamberimizle ilgili
muhammen: tahmin edilen
muhannes: kadınlaşmış erkek
muhârebât: savaşmalar
muhârebe: savaşma
muhârib: savaşan
muharref: değiştirilmiş, bozulmuş
muharrem: Arabî ayların ilki
muharremât: haram edilen şeyler
muharrer: yazılı, yazılmış
muharrık: yakan, susatan
muharrib: tahrip eden, yıkan
muharrif: değiştiren, bozan
muharrik: hareket ettiren
muharrir: yazar
muhâsama: düşmanlık
muhâsamet: düşmanlık besleme
muhâsara: kuşatma
muhâsebe: hesaplaşma, hesap görme
muhâsım: düşman
muhâsib: hesapçı
muhassal: netice, sonuç, ürün
muhassala: elde edilen sonuç
muhassıl: hasıl eden, neticelendiren
muhassıs: hususileştiren, ayıran
muhassısa: hususileştirici
muhât: kuşatılmış
muhâtab: kendisine söz söylenilen
muhâtabâne: kendisine söz söylenilen kimse gibi
muhâtabîn: kendisine söz söylenenler
muhâtara: korkulu durum
muhâverât: konuşmalar
muhâvere: konuşma
muhavvef: korkulu
muhavvel: ısmarlanmış, değiştirilmiş
muhavvif: korkutan
muhavvil: değiştiren
muhayyel: hayâl edilmiş
muhayyer: seçmeli
muhayyile: hayâl kuvveti
muhayyir: hayret ettiren
muhbir: haberci
muhdes: sonradan meydana getirilmiş
Muhdis: her şeyi sonradan var eden ALLAH
muhib: seven
muhill: bozan
mûhin: hor ve hakir eden
mûhiş: korkutan
muhit: kuşatan, çevre
muhita: kuşatıcı
muhkem: sağlam
muhkemât: sağlam ve mânâsı açık olanlar, kuvvetliler
muhles: ihlası devamlı olan
muhlis: ihlaslı, samimi, işini sadece ALLAH için yapan
muhlisâne: muhliscesine
muhlisen: muhlisce
muhrib: tahrip eden, yıkan
muhrik: yakıcı
Muhsî: herşeyin sayısını bilen ALLAH
Muhsin: "ihsan eden, güzel davranan" mânâsında ilâhî isim
muhsin: yaptığı işi en güzel yapan, ALLAH ı görür gibi ibadet eden
muhsinîn: işini güzel yapanlar, ALLAH ı görür gibi ibadet edenler
muhtâc: ihtiyacı olan
muhtar: kendi iradesiyle hareket edebilen
muhtariyet: hareket serbestisi olan
muhtasar: kısa
muhtasaran: kısaca
muhtedî: îmana gelen
muhtefi: gizlenen
muhtekir: kıymetlensin diye mal saklayan vurguncu
muhtelif: çeşit çeşit, birbirine uymayan
muhtelife: başka başka
muhtelit: karışmış
muhtell: bozuk, hasta
muhtemel: olabilir
muhtera: yoktan var edilmiş
muhterem: hürmet edilen, saygın
muhterik: yanan
muhteris: ihtiraslı
muhteşem: ihtişamlı, görkemli
muhtevâ: iç, öz, mânâ
muhtevî: içine alan
muhteviyat: içindekiler
muhtıra: hatırlatma
muhtî: hata yapan
Muhyî: hayat veren, dirilten, ALLAH
muin: yardımcı
mukabele: karşılık verme
mukabeleten: karşılık vererek
mukabil: karşılık
mukaddem: önceki
mukaddemât: öncekiler, başlangıçlar
mukaddeme: önsöz, başlangıç
mukadder: kader ile belirlenmiş
mukadderât: kader ile belirlenenler
mukaddes: kutsal olan
mukaddesât: kutsal olanlar
mukaddime: başlangıç, önsöz
Mukaddir: "takdir eden, kıymet biçen" mânâsında ilâhî isim
mukaffa: kafiyeli
mukallid: taklitçi
mukannen: kanunla belirlenmiş, düzenli
mukannin: kanun koyan, düzenleyen
mukarenet: bitişiklik, yakınlık
mukarin: bitişik, yakın
mukarreb: yakın olan
mukarrebin: yakın olanlar
mukarrer: kararlaşmış
mukarrib: yaklaştıran
mukatele: birbirini öldürme
mukattaa: sûre başlarında bulunan şifreli harf
mukattaat: sûrelerinin başlarında bulunan şifreli harfler
mukavele: sözleşme
mukavemet: dayanma, direnme
mukavemetsûz: dayanma gücünü bitiren
mukavim: dayanıklı
mukavves: kavisli, eğrilmiş
mukavvis: kavisli, eğri
mukayese: karşılaştırma
mukayyed: kayıtlı, bağlı, sınırlı
mukîl: hataları affeden
mukîm: oturan, yerleşik
muknî: ikna eden, inandıran
muknîyâne: ikna edercesine, inandırarak
muksit: haklı hareket eden
muktazi: gerekçe, gerektiren
muktebes: bir yerden alınan
muktedâ: kendisine uyulan
muktedâbih: kendisine uyulan kimse
muktedî: birine uyan
muktedir: iktidarlı, gücü yeten
muktedirâne: gücü yeter biçimde
muktesid: iktisadlı, tutumlu
muktesidane: iktisadlı şekilde, tutumlu biçimde
muktezâ: gereken, gerekirlik
muktezî: gerektiren, gerekçe
muktezîyât: gerektirenler, gerekçeler
mumaileyh: adı geçen
mumatala: sohbet eder gibi karşılıklı konuşma
mumdar: mum tutan, aydınlatan
mumya: çürümesin diye ilaçlanmış ölü
munâtıf: bir tarafa yönelmiş, meyletmiş
munazzam: düzenlenen
munazzım: düzenleyen
munfasıl: ayrılmış
mûnis: alışılmış, evcil, sevimli
munkabız: sıkıntılı, büzülmüş
munkalib: dönüşmüş, değişmiş
munkarız: bitmiş, batmış
munsarıf: geri dönen
munsıf: insaflı
munsıfane: insaflıca
muntabık: uygun
muntasır: öç alan
muntazam: düzenli
muntazaman: düzenli olarak
muntazar: beklenen
muntazır: bekleyen
muntazıran: bekleyerek
muntazırâne: beklercesine
munzam: eklenen
murabba: kare
murabıt: bağlı
murâd: arzu, istek, dilek
murafaa: duruşma
murahhas: delege, devlet adına görevli kimse
murâkabe: denetleme
murâkıb: denetleyici
murassâ: süslü, mücevherli
murassâât: süsler, mücevherler
murdar: pis, kirli
murdia: süt anne
mûris: miras bırakan, veren
murtabıt: irtibatlı, bağlı
murteza: kendisinden Razı olunan
musâb: kendine bir şey isabet eden
musaddak: tasdiklenmiş, onaylanmış
musaddık: tasdik eden, onaylayan
musaddıkane: onaylayarak
musâfaha: tokalaşma
musaffa: safileşmiş, arıtılmış
musaffi: safileştiren, arıtan
musağğar: küçültülmüş
musâhabe: sohbet etme
musâhale: kolaylaştırma
musâhere: akrabalık
musahhah: düzeltilmiş
musahhar: emir altında, esir alınan
musahharane: emir altında gibi
musahhariyet: emir altındaymışcasına
musahhih: düzelten
musahhihane: düzeltircesine
musahhir: ele geçiren
musâhib: sohbet arkadaşı
musâlâha: barışma, anlaşma
musâlâhakârâne: barışarak, barışırcasına
musallâ: namaz yeri
musallat: sataşan
musalli: namaz kılan
musammem: hakkında karar verilmiş, kararlaştırılmış
musanna: sanatlı
musannif: derleyip düzenleyen
musarrah: açıklanmış
musavver: resimlenmiş
musavvibe: tasvip edilen
Musavvir: sûret veren, biçimlendiren, ALLAH
musavvire: sûretlenen, biçimlenen
musaykal: cilali
Musevî: Musa aleyhisselâma tabi olan, Yahudi
mushaf: sahife, kitap, Kurân
musıka: musıki, müzik
musıki: müzik
musır: ısrar eden
musırrane: ısrarla
mûsî: vasiyet eden, tavsiye eden
musîb: isabetli, doğru
musîbât: musibetler
musîbet: başa gelen acı verici olay
musîbetzede: musibet gören
musika: mızıka
muslih: düzelten
Mustafa: Peygamberimizin "arınmış, seçilmiş" mânâsında bir ismi
mustatil: uzayan, diktörtgen
muta: kimseden bir şey istemeyen
mutaassıb: kendi tarafını aşırı tutan
mutaassıbane: kendi tarafını aşırı tutarcasına
mutâbaat: tabi olma, uyma
mutâbakat: uygunluk
mutâbık: uygun
mûtad: alışılmış, adet
mutaffifin: alışverişte muhatabının hakkını tam vermeyenler
mutahhar: temizlenmiş
mutantan: tantanalı, gösterişli
mutasallıf: bilgiçlik taslayan, şarlatan, gösterişçi
mutasarrıf: kendinde kullanım hakkı bulunan
mutasavver: tasarlanmış, düşünülmüş
mutasavvıf: tarikat adamı
mutasavvıfane: tasavvuf ehline benzer şekilde
mutasavvıfin: tarikatta ilerleyenler
mutasavvife: tarikatta ilerleyen
mutasavvire: sûretlendiren
mutavaat: itaat etme
mutavassıt: ortalama vasıtalık eden
mutavattın: yerleşmiş
mutazammın: içine alan
mutazarrır: zarar görmüş
mûteber: inanılır, güvenilir, saygın
mûtedil: ılımlı, ölçülü
mutekadât: inanılan şeyler
mutekid: inanmış
mûtekif: ibadet için bir köşeye çekilen
mûtell: hasta
mûtemed: kendisine güvenilen
mûtemid: güvenen
mûtemidâne: güvenerek
mûtena: özenilmiş
mûteriz: itiraz eden, karşı çıkan
mûterizane: itiraz edercesine
Mûtezile: akla haddinden fazla önem veren sapık bir mezhep
mutî: itaat eden
mutlak: sınırlandırılmamış, salıverilmiş
mutlakıyyet: kayıtsız şartsız bir hükümdarın idaresi altında bulunan hükümet şekli
mutmain: tatmin olmuş
mutmainane: tatmin olarak
mutmainne: tatmin olan
muttala: bilgilenme noktası
muttalî: meseleyi bilen
muttarid: düzenli, sıralı
muttasıf: sıfatlanan, özellik kazanan
muttasıl: bitişik, aralıksız, sürekli
muvâcehe: karşı, ön, yüzleşme
muvâfakat: uygunluk, uygun bulma
muvaffak: başarılı
muvaffakiyat: başarılar
muvaffakiyet: başarı
muvaffakiyetkârâne: başarılı biçimde
muvâfık: uygun
muvahhid: ALLAH ın birliğine inanan
muvahhidin: ALLAH ı bir kabul edenler
muvahhiş: korkutup ürküten
muvakkat: vakitli, geçici
muvakkaten: geçici olarak
muvakkit: vakit bildiren
muvâsal: ulaşan, kavuşan
muvâsala: ulaşma, kavuşma
muvâsalât: kavuşmalar, ulaşmalar
muvâzaa: danışıklılık, bahse girişme
muvâzenât: muvazeneler, dengeler
muvâzene: denge, tartıda eşitlik
muvâzenet: dengelilik, eşitlik
muvâzi: paralel, aynı sırada
muvazzaf: vazifeli, görevli
muvazzah: açıklanmış
muzââf: iki kat, kat kat
muzâf: bağlanmış
muzaffer: zafer kazanmış
muzafferen: zafer kazanarak
muzafferiyet: zafer kazanma
muzahrefat: süprüntüler, atıklar
mûzam: en büyük kısım, büyütülmüş
muzari: Arapçada hem şimdiki zamanı hem de geniş zamanı ihtiva eden fiil kipi
muzdarib: ızdırap çeken
muzhir: gösteren, ortaya koyan
muzır: zararlı
muzî: ışık veren, aydınlatan
muzîe: ışık verici, aydınlatıcı
muzlim: karanlıklı
muzmahil: çökmüş, dağılmış
muzmer: gizli, saklı
muztar: zorda kalmış
mübâdele: değiştirme
mübâh: haram edilmeyen
mübâhât: haram edilmeyenler, güzellikler
mübâhesât: söz etmeler, konuşmalar
mübâhese: söz etme, konuşma
mübâlağa: abartma
mübâlağacûyâne: abartırcasına
mübâlağakârâne: abartırcasına
mübârek: bereketli, hayırlı, uğurlu
mübârekât: mübarekler
mübârekiyet: mübareklik
mübâreze: çarpışma, dövüşme
mübârezekârâne: çarpışarak, dövüşerek
mübâşeret: başlama, girişme, dokunma
mübâşir: müjdeleyen, mahkemede çağırıcı
mübâyaa: satın alma
mübâyenet: ayrılık, uymazlık, tutmazlık
mübâyin: aykırı, uymaz, ayrı
mübdî: yeni şeyler ortaya koyan
mübeccel: yüceltilmiş, yüce
mübeddil: değiştiren
mübelliğ: tebliğ eden, bildiren
müberhen: delilli, ispatlı
müberrâ: arınmış, temize çıkmış
mübeşşer: müjdelenmiş
mübeşşir: müjdeci
mübeyyen: açıklanan
mübeyyin: açıklayan
mübeyyiz: temize çeken
mübezzir: israfçı
mübhem: belirsiz
mübhîc: sevindiren
mübîn: apaçık
müblâ: dağıtılmış, yenilmiş
mübrem: kaçınılmaz, vazgeçilmez
mübtedâ: başlangıç, isim cümlesinde özne
mübtedî: dinde olmayanı dine sokan
mübtedi: yeni, acemi, ilkel
mübtediyane: mübtedice
mübtelâ: düşkün, tutkun
mübtezel: bol, ucuz, değersiz
mübtil: iptal eden
mücâb: kabul cevabı alan
mücâdele: savaşma, çarpışma
mücâhedât: din için savaşmalar
mücâhede: din için savaşma
mücâhid: din için savaşan, çalışan
mücâhidane: mücahide yakışır şekilde
mücâhidîn: din için savaşanlar, çalışanlar
mücânebet: çekinme
mücânis: cinsi aynı olan
mücâveret: komşuluk, yakınlık
mücâvir: komşu, yakın
mücâzât: cezalandırmalar
mücâzefe: söz ile karşısındakinin hakkını örtme, aldatma
mücbir: zorlayan, mecbur eden
mücedded: yeni
müceddid: yenileyici, hadîste her asırda geleceği müjdelenen ve îman hakikatlarını asrın anlayışına uygun olarak anlatmakla görevlendirilen nurlu âlim
müceddidiyet: mücedditlik, yenileyicilik
mücehhez: cihazlı, donanmış
mücellâ: parlak, cilâlı
mücelled: ciltlenmiş
mücellid: ciltçi
Mücemmil: güzelleştiren, güzel yaratan, ALLAH
mücerreb: tecrübe edilmiş, denenmiş
mücerred: maddî varlıklardan ayrı olarak sadece zihinde düşünülen kavram, soyut
mücerredat: mücerretler, soyutlar
mücessem: cisimlenmiş, cisimli
mücessime: ALLAH ı bir cisim gibi tasavvur eden sapkın
mücevher: kıymetli taş
mücevherat: kıymetli taşlar
mücîb: duaya cevap veren, ALLAH
mücîr: himaye eden, ALLAH
mücmâ: toplanma
mücmel: kısa
mücmelen: kısaca
mücrim: suçlu
müctebâ: seçilmiş, kıymetli
müctehid: âyet ve hadîslerden hüküm çıkaran büyük âlim
müctehidîn: müctehidler
müctemî: toplu
müctemiân: topluca
müctenibâne: kaçınırcasına, sakınırcasına
müczil: çoğaltan, bollaştıran
müdâfaa: savunma
müdâfaanâme: savunma yazısı
müdâfaât: savunmalar
müdâfî: savunan
müdâhale: karışma, girme
müdâhene: dalkavukluk
müdahhâr: depolanmış, birikmiş
müdâhil: içeri giren
müdâhin: dalkavuk
müdakkik: inceleyen
müdakkikâne: incelercesine
müdakkikîn: incelemeciler
müdârâ: yüze gülme, yüze gülücülük
müdavele: alıp verme, konuşma
müdavemet: devamlılık
müdâvim: devamlı
müdâyene: ödünç alıp verme
müdd: 875 gram ağırlık
müddea: iddia edilen, dâvâ
müddehar: biriken
müddeharât: birikenler
müddeî: iddiacı, davacı
müddeîiumumî: savcı
müddet: süre, zaman
müdebbir: işinin sonunu gözeterek iş yapan
müdebbirane: müdebbirce
müdellel: delilli, ispatlı
müderris: ders veren âlim
müderrisîn: ders veren alimler
müdevven: derlenip düzenlenmiş
müdevveriyyet: yuvarlaklık
müdhiş: müthiş, korkutan
müdîr: müdür
müdrik: anlayan, kavrayan
müdrike: anlama kabiliyeti
müebbed: ebedî, sonsuz, ömür boyu
müeccel: ertelenmiş
müeddeb: edeplendirilmiş
müeddî: ödeyen, sebep olan
müehhirîn: sonrakiler
müekked: kuvvetli, sağlam
müekkel: vekil edilmiş
müekkid: sağlamlaştıran
müekkil: vekil eden
müellefât: yazılmış eserler
müellefe: alıştırılmış, yazılmış
müellif: kitap yazan
müennes: dişil
müesses: kurulu
müessese: kurum
müessif: üzücü
müessir: tesirli, etkili
müessiriyet: tesirlilik, etkinlik
müessis: kuran, kurucu
müeyyed: desteklenen, doğrulanan
müeyyid: kuvvet veren, destekleyen
müeyyide: destekleyen, yaptırım
müezzin: ezan okuyan
müfad: anlatılan anlam
müfahere: üstünlük yarışı
müfarakat: ayrılmalar
müfehhimane: anlayarak
müfekkire: düşünme kabiliyeti
müferrah: ferahlanmış
müfesser: tefsir edilmiş, açıklanmış
müfessir: âyetleri tefsir eden, açıklayan, yorumlayan, yorumcu
müfessirîn: müfessirler, Kuranı açıklayıp yorumlayanlar
müfettiş: teftiş eden
müfîd: ifadeli, faydalı
müflih: kurtulan
müflis: iflas etmiş
müfred: tek, yalnız
müfredat: ayrıntılar, parçalar
müfreze: askerî birlikten ayrılan kol
müfrit: aşırıya kaçan
müfritane: aşırı gidercesine
müfsid: bozan
müftehir: iftihar eden, övünen
müftehirâne: iftihar ederek, övünerek
müftereyat: iftiralar
müfteri: iftira eden
müfteris: yırtıcı
müfteriyane: iftira edercesine
müfti: fetva veren, müftü
mühakat: benzerini yapma, taklit
mühdî: hidayete getiren
mühec: ruhlar, canlar
mühefhef: narin, ince
mühendis: hendeseci, geometrici
mühevvil: korkunç
mühevvin: kolaylaştıran
müheykel: heykelleşmiş
müheymin: koruyan
müheyyâ: hazır, amade
müheyyic: heyecanlandıran
mühezzeb: düzeltilmiş, temizlenmiş
mühezzib: temizleyen
mühîb: heybetli
mühim: önemli
mühimmât: lüzumlu şeyler
mühimme: mühim, önemli
mühlet: belli zaman, vade
mühlik: helâk eden, öldüren
mühmel: ihmal edilmiş, bırakılmış
mühr: mühür, damga
mühtedî: îman eden
mühür: imza yerine kullanılan damga
müizz: izzet veren, yükselten
müjde: güzel, sevindirici haber
müjdekârane: müjdeli biçimde
müjgân: kirpik
müjik: Rus köylüsü
mükâbere: münakaşada ağız kalabalığı ile karşısındakini yenmeye çalışma, yanlışta direnme, büyüklenme
mükâfât: ödül
mükâfâten: ödül olarak
mükâleme: konuşma
mükâşefe: sırların açılması
mükâtebe: yazışma
mükebbir: tekbir getiren, "ALLAH uekber" diyen
mükedder: kederli, acılı
mükellef: yükümlü, yüklenmiş, aşırı süslü
mükellefîn: mükellefler, yükümlüler
mükellefiyet: mükellef olma, yükümlülük, görevli oluş
mükemmel: ergin, tamam, olgun
mükemmelen: mükemmel bir biçimde
mükemmeliyet: mükemmellik, tamamlık
mükemmil: tamamlayıcı
mükerrem: kerîm olan, kendisine değer verilen, saygıdeğer
mükerrer: tekrarlı
mükerreren: tekrar tekrar
mükesser: çoğaltılmış
mükevvenât: yaratılmışlar
mükezzib: yalanlayan
mükreh: zorlanan
mükrim: ikram eden
mükrimane: ikram edercesine
mükteseb: kazanılmış
mülâbeset: karışma, bulaşma
mülâebe: oynaşma
mülâene: lânetleşme
mülâet: bir örtü adı
mülâhaza: dikkatle bakma, iyice düşünme
mülâhhas: özet, hulâsa
mülâkat: kavuşma, konuşma
mülâki: buluşan, kavuşan
mülâtefe: lâtifeleşme, şakalaşma
mülâyemet: yumuşaklık
mülâyimane: yumuşakça
mülâzemet: bağlanma, devam
mülâzım: gerekli, lüzumlu, teğmen
mülevven: renkli
mülevves: kirli, pis, bulaşık
mülga: kaldırılmış
mülhak: katılmış
mülhem: ilham olunmuş, kalbe doğmuş
mülhemane: ilham alarak, ilham olunurcasına
mülhid: dinsiz
mülhik: ekleyen
mülhim: ilham eden
mülk: bir şeyin dış yüzü
mülk: mal, sahip olunan şey
mülkiye: ülkenin idaresi için çalışanların bulunduğu daire
mülkiyet: mal sahipliği
mülsak: yapıştırılmış, bitiştirilmiş
mültebis: karıştırmış, yanılmış
mülteci: iltica eden, sığınan
mültefit: iltifat eden, iyi davranan
mültefitane: iltifat ederek, iyi davranarak
mültehab: yaralı, iltihaplı
mülteka: kavuşma yeri, kavşak
mültekit: yerden alan
mülûk: melikler, hükümdarlar
mülzem: ilzam edilmiş, susturulmuş
mülzim: susturan
mümaileyh: kendisinden söz edilen
mümâlata: karşılıklı şiir söyleme
mümânaât: engelleme
mümânea: karşılıklı engelleme
mümârese: uzmanlaşma
mümas: temas eden, dokunan
mümaselet: misil olma, benzerlik
mümasil: benzeri, misli, dengi
mümaşaat: maslahat namına hoş geçinme, anlaşma yolunu seçme
mümaşaatkâr: hoş geçinen, anlaşma yolunu seçen
mümatala: savsaklama, borcu uzatma
mümehhed: hazırlanmış, serilmiş
mümessel: temsil getirilen
mümessil: temsilci
mümevveh: vehmî, hayâlî
mümeyyiz: ayıran, ayırd eden
mümeyyize: ayıran, temyiz eden
mümidd: yardım eden, uzatan
mümin: îman eden
müminane: mümine yakışır şekilde, inanarak
müminât: kadın müminler
müminîn: müminler, îman edenler, inananlar
müminûn: erkek müminler
Mümît: ölümü yaratıp öldüren ALLAH
mümkin: mümkün, olabilir
mümkinât: mümkün olanlar
mümkine: mümkün olabilen
mümsike: tutan, yapışan
mümtâz: seçkin, üstün
mümtâzâne: seçkin bir biçimde
mümtâze: seçilmiş, ayrılmış
mümtâziyet: seçkinlik, üstünlük
mümted: uzayan
mümtenî: olması imkânsız
mümtenîa: olması imkânsız olan şey
mümteniât: olması imkânsızlar
mümtezic: birleşen, kaynaşan
mümtezicen: birleşerek
münâcât: dua, kurtuluş için ALLAH a yalvarma
münâdi: seslenen, çağıran
münâdim: yok olan
münâfât: aykırılık, birbirinin aksine olma
münâferet: karşılıklı nefret
münâfık: iki yüzlü, fitneci, görünüşte Müslüman gerçekte kâfir
münâfıkane: münafıkça
münâfi: zıt, aykırı
münâkale: taşıma
münâkaşa: sert tartışma
münâkaşât: sertçe tartışmalar
münâkaza: zıtlık, uymazlık
münâkız: birbirine zıt
münâkis: yansıyan
münakkaş: nakışlı
münâsebât: uygunluklar, ilgiler
münâsebet: uygunluk, ilgi
münâsebetdâr: münasebetli, ilgili
münâsebetdârâne: münasebetli bir biçimde
münâsib: uygun, yakışır
münavebe: nöbetleşme
münavebeten: nöbetleşe, sırayla
münâzaa: niza etme, çekişme, kavga
münâzara: tartışma
münâzarât: tartışmalar
münâzaünfih: niza sebebi, çekişme vesilesi
münazır: tartışmacı
münbais: ileri gelen, çıkan
münbasıt: yayılan, genişleyen
münbit: verimli
münceli: parlayan
müncelib: celbedilen, çekilen
müncemid: donmuş
müncer: sürüklenen, sonuçlanan
müncezib: çekilen, cezbedilen
müncezibane: cezbedilircesine, çekilircesine
müncî: kurtarıcı
mündefî: defetme, giderme
mündemic: içine bırakılmış
münderecât: içindekiler
münderic: içine konulmuş
münderis: izi kalmayan
münebbih: uyandıran, dalgınlıktan kurtaran
müneccemen: parça parça, kısım kısım
müneccim: yıldızlarla uğraşan, falcı
münekker: bilinmeyen, meçhul
münekkid: tenkid eden, eleştiren, değerlendiren
münevver: nurlanmış, aydın
münevvil: nimet veren
münevvim: uyutucu
münevvir: nurlandıran
münezzeh: temiz, arınmış
münezzehiyet: temizlik, kusursuzluk, noksansızlık
münfail: etkilenen
münfasıl: ayrılmış
münfekk: ayrılan
münferid: tek, yalnız
münferiden: tek olarak
münfesih: bozulmuş, hükümsüz
münhal: boş, işsiz
münhani: eğri
münhaniye: eğri, çarpık
münharif: yoldan çıkmış, çarpık
münhasır: yalnız birinin olan, özel olarak ayrılan
münhasıran: yalnız birine özgü olmak üzere, özel olarak
münhasif: sönükleşen, parlaklığını yitirip görünmez hâle gelen
münhezim: bozguna uğramış
münib: pişman olup dönen
münîf: meşhur, yüce, büyük
Münîm: nimet veren, nimetlendiren, ALLAH
Münîmane: nimet vererek
münîr: nurlandıran
münkabız: sıkıntılı, tutuk
münkad: inkıyad eden, uyan, boyun eğen

Alıntı Yaparak Cevapla

Arapça Sözlük

Eski 11-04-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Arapça Sözlük



münkalib: dönüşen, değişen
münkasım: bölünen
münkatı: kesilen
Münker: kabirdeki sual meleklerinden biri
münker: haram, günah
münkerat: haramlar, günahlar
münkesif: tutulmuş
münkesir: kırılmış
münkeşif: açılmış, bulunmuş
münkız: kurtaran
münkir: inkâr eden, dinsiz
münkirane: inkâr edercesine
münsed: set çekilmiş, engellenmiş
münşaib: kollara ayrılan
münşakk: yarılan
münşi: inşa eden, yapan
müntabık: uygun
müntafi: sönen
müntakil: nakledilen, taşınan
müntakim: intikam alan, öc alan
müntebih: uyanık
müntec: sonuçlanmış
müntefi: sönen
münteha: son, en son derece
müntehab: seçilmiş
müntehi: sona eren
müntehib: uyanık
müntehib: yağmacı
müntehir: kendini öldüren
müntesib: bağlı, ilgili
müntesibîn: bağlananlar, ilgililer
münteşir: yayılmış
münteşire: yayılan
müntic: netice veren
münzel: indirilmiş
münzevi: yalnız yaşayan
münzeviyane: yalnız yaşayarak
münzil: indiren
münzir: korkutan, sakındıran
mürâât: uyma
mürââten: uyarak
müracaat: başvurma
mürâdif: eş mânâlı
mürâfaa: duruşma
mürâi: iki yüzlü, riyakâr
mürcie: sapık bir topluluk
mürcif: fitneci, yalancı
mürebbi: terbiye eden, eğiten, terbiyeci
mürebbiyane: terbiye edercesine
mürebbiye: terbiyeci kadın
müreccah: tercih edilen, seçilen
müreccih: tercih eden, tercih ettiren sebep
müreffeh: refah ile yaşayan, rahat
mürefref: gerçek gibi ağaç resmi
mürekkeb: terkib edilmiş, birleşik, boya
mürekkebat: terkipler, bileşikler
müretteb: sıralanmış, dizilmiş
mürettebat: iş ekibi, personel, gemide çalışanlar
mürettib: tertib eden, sıraya koyan
mürevvic: geçerli kılan, değer veren
Mürîd: irade eden, isteyen, ALLAH
mürîd: isteyen, tarikata girip şeyhe bağlanan
mürîdane: irade ederek, isteyerek
mürsel: gönderilmiş peygamber
mürselîn: gönderilenler, peygamberler
mürşid: irşad eden, îman yolunu gösteren
mürşidane: mürşit gibi
mürtecâ: umulan
mürteci: geri dönmek isteyen, geri dönen, gerici
mürtecî: rica eden, ümit eden, ümitli
mürted: dinden çıkan
mürtedane: dinden çıkarcasına
mürtefî: yükselen
mürtehil: ölen
mürtesem: resimlenmiş
mürteşi: rüşvetçi
mürtezık: rızıklanan
mürûr: geçme
mürüvvet: insaniyet, mertlik
mürüvvetkârâne: insanca, mertçe
müsâade: izin
müsâadekâr: izin verici, müsaade eden
müsâbaka: yarışma
müsâbakât: yarışmalar
müsâbık: yarışmacı
müsademat: çarpışmalar
müsademe: çarpışma, vuruşma
müsadere: toplama, elden alma
müsâdif: rastlayan
müsadim: çarpışan
müsait: uygun
müsâlâha: barışma
müsâlemet: barışıklık
müsâmaha: hoş görme, kusuru görmezlikten gelme
müsâmahakâr: hoş gören
müsâmahakârâne: hoş görerek
müsamere: eğlence, piyes
müsâraa: acele, teşebbüs
müsâvât: eşitlik, denge
müsâvi: eşit, dengeli
müsbet hareket: yapıcı ve düzeltici hareket
müsbet: isbat olunan, pozitif, olumlu
müsbit: isbat eden
müsebbeb: sebeplerin sonucu
müsebbebât: sebelerin sonuçları
müsebbib: sebep olan
müsebbih: tesbih eden, ALLAH ı anan
müsebbihane: tesbih ederek, ALLAH ı anarcasına
müsebbit: tesbit eden
müseccel: sicilli, kayıtlı
müsehhil: kolaylaştıran
müsekkin: yatıştırıcı
müsellah: silahlı
müsellem: doğruluğu kabul edilen, teslim edilmiş
müsellemât: doğruluğu kabul edilen şeyler
müselsel: zincirleme, ard arda gelen
müsemmâ: isimlendirilen
müsemmeât: isimlendirilenler
müsemmem: zehirli
müsemmim: zehirleyen
müsennâ: kat kat
müsevvid: müsveddeyi yazan
müsevvik: sevk eden
Müseylime: peygamberlik dâvâ eden yalancının adı
müseyyeb: tembel, uyuşuk, üşengeç
müsî: teselli veren
müsi: yaramaz
müsîn: yaşlı, ihtiyar
müskir: haram içki
müskirât: haram içkiler
müskit: susturan
Müslim: ünlü hadîs kitaplarından biri, bu kitabı yazan âlimin namı
müslim: islâm olan
müsliman: islâma girmiş, Müslüman
müslimât: kadın Müslümanlar
müslimûn: erkek Müslümanlar
müsmî: işittiren
müsmir: meyveli, verimli
müsned: isnat edilmiş, dayandırılmış
müsrif: israfçı
müsrifane: israf edercesine
müstâcel: acele yapılması gereken
müstâcil: acele yapan
müstâfi: istifa eden, ayrılan
müstağfir: günahları için af dileyen
müstağni: tok gözlü, çekingen, başkalarından bir şey beklemeyen
müstağniyane: müstağnice
müstağrak: dalmış, batmış
müstahak: hak eden
müstahdem: hizmet eden
müstahkem: sağlamlaştırılmış
müstahrec: çıkarılmış
müstahsen: beğenilen
müstahsil: üretici
müstahsin: beğenen
müstahsinane: beğenerek, güzel bularak
müstaid: yetenekli, uygun
müstain: yardım isteyen
müstakar: kararlı
müstakbel: gelmesi beklenen zaman
müstakil: kendi başına, bağımsız
müstakillen: bağımsız olarak
müstakim: doğru, düzgün
müstakimane: istikametle, dosdoğru, düzgün biçimde
müstâmel: kullanılmış
müstantık: sual soran, sorgu hakimi
müstârib: Araplaşmış
Müstean: kendisinden yardım istenen, ALLAH
müstear: takma
müstebîd: uzak gören
müstebîdane: diktatör gibi, baskı yaparcasına
müstebşir: müjdeleyen
müstecab: kabul gören
müstêcir: kiracı
müstecir: korunma dileyen
müstedir: daire şeklinde olan
müstedlel: delillendirilmiş, kanıtlı
müstefad: isifade olunan
müstefid: faydalanan
müstehab: sevilmiş, sevaplı
müstehak: hak eden, layık
müstehan: değersiz
müstehcen: açık saçık, ayıp, edepsizcesine
müstehlek: tüketilmiş
müstehlik: tüketici
müstehzi: alay eden, alaycı
müstehziyane: alay edercesine
müstekar: karar kılan, yerleşen, sabit
müstekbir: büyüklenen
müstekreh: tiksinilen
müstelzim: gerektiren
müstemi: dinleyici
müstemidd: yardım isteyen
müstemir: devamlı, sürekli
müstemirane: devamlı, aralıksız
müstemirre: devam eden, sürüp giden
müstemirren: devamlı, yerleşmiş
müstemlekât: sömürgeler
müstemleke: sömürge
müstenid: dayalı, dayanmış
müsteniden: dayanarak
müstenife: müstakil olan ara cümle
müstênis: alışık
müstenkif: çekimser, kaçınan
müstenkifane: çekimser kalarak
müstensih: yazarak çoğaltan
müsterhimane: istirham ederek, merhamet dilercesine
müsterih: istirahat eden, rahat
müsterihane: rahatlıkla, gönül rahatlığıyla
müstesna: kural dışı, ayrı, sıra dışı
müsteşar: kendisiyle istişare edilen
müsteşrik: doğu kültürünü inceleyen Batılı
müstetbeât: sözün yan mânâları, söze tabi olan mânâlar
müstetir: örtülü
müstevî: düzlem
müstevlî: istilâ eden, kaplayan
müstevlîyane: istilâ edercesine, kaplayarak
müsül: misaller, temsiller
müsvedde: ilk yazılış, karalama
müşabbih: benzeten
müşâbehet: benzeyiş
müşâbih: benzer
müşâğabe: aldatıp kötülük etme
müşâhedât: gözlemler
müşâhede: gözlem
müşâhedeten: gözlemle
müşahhas: şahıslanmış, somut
müşahhat: kavga, niza, çekişme
müşâhid: gören, şahid olan
müşâkelet: şekilce benzeyiş
müşâkil: şeklen benzer
müşâreket: ortaklık
müşârünileyh: işaret edilen, kendisinden söz edilen
müşâşâ: parlayan, debdebeli
müşâvere: danışma, konuşma
müşâvir: danışılan, danışman
müşebbeh: benzetilen
müşebbehühbih: kendisine benzetilen
müşebbıt: ayak kaydıran, tehlikeye atan
müşebbihe: ALLAH ı insana benzeten sapık görüş
müşedded: şiddetlendirilmiş
müşerref: şereflenen
müşerrefiyet: şereflenme
müşerrî: şeriatın kurucusu
müşevveş: düzensiz, karışık
müşevveşiyet: karışıklık, dağınıklık
müşevvik: teşvik eden, isteklendiren
müşevvikâne: teşvik edercesine, isteklendirircesine
müşeyyed: kuvvetlendirilmiş, sağlamlaştırılmış
müşfik: şefkatli
müşfikâne: şefkatlice, acıyıp severek
müşfikkârâne: şefkat edercesine
müşir: bildiren
müşîr: mareşal, askeriyede yüksek bir makam
müşîriyet: mareşallik
müşkil: zor, zorluk, müşkül
müşkilât: müşkiller, zorluklar
müşkilküşâ: zorluğu gideren
müşkilpesend: zor beğenen
müşrik: ALLAH a ortak koşan
müştak: iştiyaklı, çok istekli
müştakane: çok isteyerek, iştiyakla
müştakk: türemiş
müştebih: birbirine benzeyen
müştehi: iştahlı
müştehir: ünlü
müştehiyane: iştahlı bir şekilde
müştehiyat: nefsin hoşuna giden şeyler
müştekâ: şikayet olunan
müştekî: şikayet eden
müştekiyane: şikayet edercesine
müştemil: içine alan
müştemilât: kaplanan şeyler, içeriye alınanlar
müşterek: birlikte, beraber, ortak
müştereken: ortaklaşa, beraberce
Müşteri: bir gezegen
müşteri: alıcı
mütâ: haram nikah
mütabaat: uyma
mütahaccir: taşlaşmış
mütâlââ: inceleme, düşünme, okuma
mütâlââgâh: inceleme yeri
mütâlî: inceleyen
mütâreke: anlaşma
müteaccib: şaşıp kalan
müteaccibane: şaşıp kalırcasına
müteaddi: sataşan
müteaddid: birçok, birkaç, adetli, sayılı
müteaffin: kokuşan
müteafir: birbirinden nefret eden
müteahhid: işi üzerine alan
müteahhir: sonraki
müteahhirîn: sonrakiler
müteâkib: takip eden, izleyen
müteâkiben: hemen arkasından, peşi sıra, daha sonra
müteâl: yüce
müteallik: alâkalı, ilgili
müteallikat: alâkalılar, ilgililer, yakınlar, akrabalar
müteanik: birbirinin boynuna sarılmış durumda olan
müteannid: inat eden, direnen
mütearife: açıkça bilinen
müteassıb: aşırı taraftar, mutaassıb
müteassife: hak yoldan sapan
müteassir: zor
müteavin: yardımlaşan
müteazzir: zor, özürlü
mütebâdir: birdenbire akla gelen
mütebahhir: derya gibi ilmi olan büyük âlim
mütebahhirin: deryalar gibi geniş ilim sahibi âlimler
mütebâid: uzaklaşan
mütebâkî: geri kalan kısım
mütebâriz: açığa çıkan
mütebasbıs: yaltaklanan
mütebâyin: uymaz, zıt, aykırı
mütebeddil: değişen, değişken
mütebessim: gülümseyen
mütecâhil: bilmez görünen
mütecâhir: açıktan günah işleyen
mütecânis: cinsi aynı olan
mütecâviz: saldıran, haddini aşan
mütecâvizane: tecavüz edercesine, saldırırcasına
mütecebbir: cebreden, zorba, zorlayan
müteceddid: yenilenen
mütecelli: görünen, beliren
mütecerrid: tecerrüt etmiş, soyutlanmış
mütecessid: cesetlenen
mütecessim: cisimlenen
mütecessis: gizlice araştıran
mütecezzi: parçalanan
mütedâhil: iç içe olan
mütedâir: dolayı, için, üzerine
mütedâvil: ellerde dolaşan, kullanılan
mütedenni: gerileyen
mütederric: derece derece ilerleyen
mütedeyyin: dinli, dindar
müteeddib: edeplenen
müteeddibe: edep kazanmış, terbiyeli
müteehhil: evli, evcilleşen
müteellim: acı duyan
müteellimane: acı hissedercesine
müteemmil: derin derin düşünen
müteessif: üzüntülü
müteessifane: üzülürcesine
müteessir: etkilenen, üzülen
müteessirâne: üzüntü duyarak, etkilenerek
müteevviğ: ağa olmaya çalışan
müteezzi: incinen
mütefârık: ayrı ayrı
mütefâvit: çeşitli, farklı
mütefekkir: düşünen, fikir üreten
mütefekkirâne: düşünerek
mütefelsif: filozoflaşmış, felsefe ile fikri bulanmış
mütefennin: fen adamı
müteferrik: ayrı ayrı, parça parça
müteferrikan: ayrı ayrı bir hâlde
mütefeyyiz: feyizlenen, manen gıdalanan
mütegallib: zor kullanarak galip gelen, zorba
mütegallibe: zorba
müteganni: ırlayan
mütegannim: koyun şeklinde görünen, ganimetçi
mütegayir: birbirine zıt
mütegayyir: başkalaşan, değişken
mütehaccir: taşlaşmış
mütehâcim: saldıran
mütehakkık: doğrulanan
mütehakkim: hükmeden, zorba
mütehakkimane: hükmedercesine, zorlayarak
mütehâlif: birbirine karşı, uymaz
mütehallik: huy edinen
mütehammil: yüklenen, dayanan, tahammül eden
mütehammilâne: tahammül ederek, dayanarak
mütehammir: ekşiyen, mayalanan
müteharri: araştıran
müteharrik: hareket eden
müteharrike: hareketli
mütehassıl: meydana gelen
mütehassıs: uzman, işin ustası
mütehassir: hasret çeken, özleyen
mütehassirane: özleyerek, hasret çekerek
mütehassis: duygulanan
mütehavvif: korkan
mütehavvil: değişen, değişken
mütehayyel: hayâl edilen
mütehayyer: şaşılacak
mütehayyil: hayâl kuran
mütehayyir: şaşmış, şaşırmış
mütehayyiz: yer tutan
mütehevvisane: heveslenerek
müteheyyic: heyecanlı
mütekabil: karşılıklı
mütekabile: karşılıklı olan
mütekaddim: önceki
mütekaddimin: öncekiler
mütekaid: emekli
mütekalkıl: deprenen, sarsılan
mütekallid: bir görevi üzerine alan ve yapan
mütekâmil: olgun
mütekâsil: tembel, üşenen
mütekatı: kesişmiş, kesik kesik
mütekebbir: büyüklenen, büyüklük taslayan
mütekebbirane: kibirlenerek, büyüklenerek
mütekeffil: kefil olan
mütekellif: külfetli, zorlu
mütekellim: söyleyen, konuşan
mütekellimane: konuşarak, söz söylercesine
mütekellimimaalgayr: başkaları adına da konuşan
mütekellimîn: îman konularındaki âlimler
mütekellimivahde: sadece kendi adına konuşan
mütekerrir: tekrarlanan
mütekeyyifane: keyiflenerek
mütekkeffil: kefil olan
mütelebbis: giyinmiş
mütelemmi: parıldayan
mütelevvin: renk değiştiren
mütelezziz: lezzet duyan
mütelezzizane: lezzet alarak
mütemadi: devamlı
mütemadiyen: devamlı, sürekli
mütemasil: benzer, eş
mütemayil: meyili, taraftar
mütemayiz: ayrı, seçkin
mütemeddin: medenileşmiş
mütemehhil: büyüyüp gelişmek için zamana ihtiyacı olan şey
mütemekkin: yerleşen
mütemerkiz: merkezleşmiş
mütemerrid: inat eden, direnen
mütemerridane: direnircesine
mütemessik: sımsıkı yapışan
mütemessil: benzeyen, sûretlenen
mütemmim: tamamlayan
mütenâfir: birbirinden nefret eden
mütenâhi: tükenen, biten
mütenaîm: nimetlenen
mütenâkıs: noksanlaşan
mütenâkız: birbirine zıt
mütenâsık: dizili, birbirine uygun biçimde
mütenâsib: uygun, birbirine yakışan
mütenâvil: yiyen
mütenâzır: simetrik
mütenazilen: inerek, inmekle
mütenebbih: uyanmış
müteneccis: pislenmiş
mütenevvi: türlü, çeşitli
mütenevvir: nurlanan
mütenezzih: tenzih eden
mütenneffir: nefret eden, tiksinen
müterâdif: eş anlamlı
müterâfık: arkadaşlık eden
müterakim: birikmiş
müterakki: yükselmiş
mütercim: tercüme eden
mütereddi: soysuzlaşmış
mütereddit: tereddüt eden, kararsız
müterennim: şarkı söyleyen
müterettib: sıralı, rütbeli
mütesâdif: rastlayan
mütesâfile: alt alta gelen
mütesâide: yükselen
mütesallib: katılaşmış
mütesânid: dayanan
mütesânidane: dayanırcasına
mütesâvi: eşit, denk
müteselli: teselli bulan
müteselsil: zincirleme
müteselsilen: zincirleme olarak
müteşââb: şubelere ayrılan
müteşâbih: birbirine benzer, mânâsı kapalı âyet ve hadîs
müteşâbihât: edebî sanatlarla ifade edilmesi sebebiyle mânâsı kapalı olan sözler, âyet ve hadîsler
müteşâbike: birbirine girmiş, örgülenmiş, karışık
müteşâib: şubelenen, kollara ayrılan
müteşâkil: şakelce benzer
müteşebbih: benzeyen
müteşebbis: teşebbüs eden, işe girişen
müteşekki: sızlanan, şikayetçi
müteşekkil: şekillenmiş, oluşmuş
müteşekkir: şükreden, teşekkür eden
müteşekkirâne: şükrederek, teşekkür edercesine
müteşeyyih: şeyhlik taslayan
mütetâbık: birbirine uygun olan
mütetâbıkan: birbirine uyarak
mütetahhir: temizlenen
mütevafık: birbirine uyan
mütevaggıl: bir işle pek fazla meşgul olan
mütevahhiş: ıssız, kimsesiz, korkutucu, ürkütücü
mütevakkıf: bağlı olan
mütevâkki: sakınan
mütevâli: devamlı
mütevâtir: yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluğun bir olay hakkında verdikleri kesin haber
mütevâtiren: kesin ve şüphesiz bir haber olarak
mütevattın: vatan edinmiş
mütevâzı: alçakgönüllü, tevazu sahibi
mütevâzıane: alçakgönüllü bir biçimde
mütevâzî: vezinli, tartılı
mütevâzin: tartıları aynı olan
müteveccih: yönelik, yönelen
müteveccihen: yönelerek
müteveffa: vefat etmiş, ölmüş
mütevehhim: kuruntulu
mütevekkil: vekil eden, tevekkül eden
mütevekkilane: tevekkül edercesine, ALLAH a güvenerek
mütevelli: vakıf idarecisi
mütevellid: doğan, ortaya çıkan
mütevessî: genişleyen
müteyakkız: uyanık
mütezâhim: kalabalıktan sıkıntı çeken
mütezâyid: artan
mütezellil: alçalan, zillete katlanan
mütezellilâne: zelil olarak, alçalarak, zilletini bilip göstererek
mütezelzil: sarsılan
mütezelzile: sarsılmış
mütezeyyin: süslenen
mütezeyyine: süslenmiş
müttaki: günahtan çekinen, takva sahibi
müttebi: tabi olan, uyan
müttefekunaleyh: üstünde birleşilen mesele
müttefik: birleşmiş, kendisiyle birleşilen kimse
müttefikan: hep birlikte
müttefikane: birleşerek
müttehem: suçlanan
müttehid: birleşmiş, kaynaşmış
müvazi: aynı ağırlıkta, denk, eşit
müvekkil: vekil tayin eden
müvellid: doğuran
müvellide: doğuran, meydana getiren
müvellidülhumûza: oksijen
müvellidülmâ: hidrojen
müverrih: tarihçi
müvessî: genişlettiren
müvesvis: vesvese veren
müvezzi: dağıtıcı
müvvellide: doğurtan
müyesser: nasip olma
müyul: meyiller, yönelmeler
müzafünileyh: belirtili isim tamlamasında belirtilen isme denir
müzâheme: sıkışıklık
müzâhemet: karşılıklı olarak sıkıntı ve zahmet verme
müzâheret: koruma, yardım
müzâhir: koruyan, yardımcı
müzahref: süprüntü, dışı süs içi pis şey
müzahrefât: süprüntüler, dışı süs içi pis şeyler
müzahrefiyet: dışı süs içi pis olma, fıtri olmama, yapmacık
müzâkere: bir konuyu anlamak için karşılıklı konuşma, ders çalışma
müzâyaka: darlık, yokluk
müzâyede: artırma, satış
müzdad: artırılmış, çoğaltılmış
Müzdelife: Kâbede mukaddes bir yer
müzehheb: yaldızlı
müzehher: çiçekli
müzehhib: yaldızcı
müzekkâ: temizlenmiş
müzekker: erkek
müzekki: temizleyen, ıslah eden
müzekkir: hatırlatan
müzevver: uydurma, düzme
müzevvir: yalancı, arabozucu
müzeyyen: süslü
müzeyyenât: süslüler
müzeyyene: süslü, süslenmiş
müzeyyifane: tezyif ederek, aşağılayarak
Müzeyyin: süsleyen, her eserini harika nakışlarla süsleyen ALLAH
müzhir: gösterici
müzîc: taciz eden, rahatsız eden
müzil: izale eden, gideren
Müzill: indiren, alçaltan, zillete düşüren, ALLAH
müzmahil: perişan olmuş, dağılmış
müzmin: yerleşmiş, eski
müznib: günahkâr
müznibîn: günahkârlar

Alıntı Yaparak Cevapla

Arapça Sözlük

Eski 11-04-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Arapça Sözlük



N

nâ: olumsuz yapan ön ek
naarât: naralar, gürlemeler
naat: Peygamberimizi övmek için yazılan şiir
nabız: atardamarın vuruşu
nâbit: yerden biten
nâbüdü: biz ibadet ederiz
nâcî: kurtulan
nâçiz: değersiz
nâdân: cahil, haddini bilmez
nâdide: az bulunur, değerli
nâdim: pişman
nâdir: az bulunan
nâdirât: az bulunanlar
nâdire: nadir olan
nâdiren: nadir olarak
nâehil: işin adamı olmayan
nafaka: geçim için gereken para
nâfık: geçer akçe
nâfî: faydalı
nâfia: faydalı olan
nâfile: isteğe bağlı ibadet, boş
nâfiz: nüfuz eden, içe işleyen
nâgâh: birdenbire
nâğamât: nağmeler, ezgiler
nâğme: ezgi
nâhak: haksız
nahîf: cılız
nahîfe: cılız olan
nahiv: dilbilgisinin konusu cümle olan kısmı
nâhiye: belde
nahl: balarısı
nahnü: biz
nâhoş: hoş olmayan
nahr: boğazlama
nâhu: öyle ise, şöyle ki, işte
nahv: dilbilgisinin konusu cümle olan kısmı
nahvî: nahivle ilgili
nâib: vekil
nâil: erişen, kavuşan
nâiliyet: erişme
nâim: uyuyan
naîm: cennet, bolluk
nâk: "lı, li, lu, lü" mânâsında son ek
nâka: dişi deve
nakarât: tekrar
nakd: para
nâkıs: noksan, eksik
nakış: süs, bezek
nakızeyn: iki zıt
nâki: takva sahibi, günahtan arınmış
nakîb: vekil
nakil: nakletme, taşıma
nâkil: nakleden, taşıyan
nâkile: ileten
nâkise: noksanlık, eksiklik
nâkiz: nakzeden, çelişen
nâkize: zıt olan
nakkad: doğruyu yanlıştan ayıran kimse
nakkaş: nakış yapan
nakl: taşıma, nakil
nakliyât: taşımalar
nakliye: taşımayla ilgili olan
naks: noksanlık, eksiklik
nakş: nakış, bezek
nakşetmek: nakışlamak, bezemek
Nakşî: Nakşibendi tarikatına mensub olan
Nakş–bendî: bir tarikat, bu tarikatı kuran zat
nakz: bozmak, bir hükmü yok saymak
nâlân: inleyen, sızlayan
nâlâyık: lâyık olmayan
nâle: inilti
nâm: lâkap, ün, ad
nâmâdud: sayısız
nâmağlub: yenilmez
nâmahrem: mahrem olmayan, nikâh düşen
namaz: en mühim ibadet
namazgâh: namaz kılınan yer
nâmdâr: namlı, ünlü
nâme: mektup
nâmerd: korkak, alçak
nâmeşrû: dine uymayan, yasak
nâmi: büyüyüp gelişen
nâmiye: büyüyen
nâmus: ırz, ahlâklılık, kanun, melek
nâmuskâr: namuslu
nâmuskârâne: namusluca
nâmusşikenâne: namusu kırarcasına
nâmuvâfık: uygun olmayan
nâmüsâid: elverişsiz
nâmütenâhi: sonsuz
namzed: namzet, aday
nankör: iyilik bilmez
nâpâk: temiz değil, kirli
nâr: ateş, cehennem
nâra: bağırma
narh: resmî fiyat
nârin: ince
nâs: insanlar
Nasâra: Hıristiyanlar
nasâyih: nasihatlar, öğütler
nasb: atama, dikme
nâsezâ: lâyık olmayan
nâsır: yardım eden
nasib: nasip, kısmet
Nâsibe: Haricilerden olan sapkın bir zümre
nâsih: hükmünü kaldıran
nasîh: öğütçü, nasihat eden
nasihat: öğüt
nâsir: nesir yazarı
nasîr: zafere ulaştıran
nâsiye: alın, yüz
nasl: ok demiri
nasr: yardım
Nasrânî: Hıristiyan
Nasrâniyet: Hıristiyanlık
nass: kesin, tartışılmaz olan, âyet ve hadîs
nassen: kesin olarak
nasûh: kesin, halis
nâş: tabuttaki ölü
nâşâd: şâd olmayan, üzgün
nâşî: dolayı
nâşir: neşreden, yayan, yayıncı
nâşize: kocasına üstünlük taslayan kadın
natakte: söyledin
nâtaman: tamamlanmamış
nâtık: konuşan
nâtıka: konuşabilme
nâtuvan: kuvvetsiz, çaresiz
nâvâkıf: bilmeyen, anlamayan
nây: ney, ölüm haberi
nâz: kendini ağıra satma
nazâir: benzerler
nâzan: nazlı
nazar: bakış, görüş, göz değmesi
nazaran: göre, bakarak
nazarendaz: nazar eden, bakan
nazargâh: bakış yeri, bakılan yer
nazarî: henüz düşünce hâlinde olan
nazariyât: kitabî bilgiler, görüşler, ispatlanmamış düşünceler
nazariye: görüş, ileri sürülen fikir
nâzdâr: nazlı
nâzdârâne: naz edercesine
nâzen: nazik, ince
nâzenin: nazlı, ince, edalı
nâzeninâne: nazlı nazlı
nâzım: düzenleyen
nâzır: nazar eden, bakan
nazif: temiz
nâzik: ince, kibar
nâzikâne: nazikçe
nâzil: nüzul eden, inen
nazîr: eş, benzer
nazîre: eşi, benzeri
nazm: düzen, şiir, nazım
nazmşiken: düzeni bozan
nazzam: düzenleyen, dizen
neâm: evet, olur
neba: kaynak olma, fışkırma
nebat: bitki
nebatat: bitkiler
nebatî: bitki ile ilgili, bitki cinsinden
nebatiyet: bitki olma hâli
nebê: haber
nebeân: kaynayıp çıkma
nebevî: peygamberle ilgili
nebî: peygamber
nebiyy: nebi, peygamber
nebze: azıcık miktar
necâbet: soyluluk
necâset: pislik
Necaşî: Habeş hükümdarı
necât: kurtuluş
neccinâ: bizi kurtar
necib: soylu, asil, temiz
Necid: Arabistanda bir bölge adı
necim: yıldız
necis: pis
necisülayn: pisliğin ta kendisi
necm: yıldız
necmisakıb: karanlığı delen parlak yıldız
nedâmet: pişmanlık
nedâmetkârâne: pişman olurcasına
nef: fayda
nefaset: hoşluk, güzellik
nefer: er, asker
neferât: neferler, erler
nefes: soluk
neffâs: üfleyen
nefh: üfleme
nefha: esme, esinti, üfürük
nefis: can, maddî arzuların kaynağı olup sınır tanımayan bir duygu
nefisperest: nefsine aşırı düşkün olan
nefisperver: nefsini seven
nefisperverâne: nefsini severcesine
nefiy: olumsuzluk, yok sayma, sürme, sürgün
nefret: tiksinme
nefretkârâne: nefret ederek, tiksintiyle
nefrin: lânet
nefs: can, kendi, istek duygusu, nefis
nefsanî: nefsin hoşuna giden
nefsaniyet: nefsine düşkünlük
nefsî: nefisle ilgili, nefsim!
nefsiemmâre: insanı kötülüğe sürükleyen nefis
nefsülemir: işin kendisi, hakikatı
nefy: nefiy, yok sayma, sürme, sürgün
nefyetmek: yok saymak, sürgün etmek
nehâr: gündüz
nehârî: gündüzcü
nehiy: yasaklama
nehr: nehir, ırmak
nehrüssema: samanyolu da denilen yıldızlar kümesi
nehy: nehiy, yasaklama
nehyianilmünker: kötülükten sakındırma
nekahet: hastalıktan sonraki zayıflık
nekais: noksanlıklar
nekâl: şiddetli azap
Nekîr: kabirdeki sual meleklerinden biri
nekkad: iyiyi kötüden ayıran
nekre: belirsiz
nema: artma, çoğalma, büyüme, uzama
nemîme: söz taşıma
neml: karınca
nemmam: söz taşıyıcı
Nemrud: dinsiz ve zâlim bir hükümdar, ülkesinin "ulu önder"i
Nemrudane: Nemrut gibi
nergis: bir çiçek
nesc: dokuma, örme
neseb: soy, sülale
neseben: soyca, soy bakımından
nesebî: soy yönünden, neseble ilgili olarak
nesh: kaldırma, hükümsüz bırakma
nesîm: hoşa giden rüzgâr
nesir: düz yazı
nesl: nesil, soy, kuşak
neslen: nesil bakımından, soyca
nesne: şey, tamlayıcı, tümleç
Nesr: arş ve sema ile ilgili meleklerden biri
nesr: nesir, düz yazı
nessac: dokuyucu
neşat: sevinç
neşe: keyif, sevinç
neşê: yeniden meydana gelme, dirilme
neşebem: gece değilim
neşêt: meydana gelme, çıkma
neşîde: şiir
neşir: yayım, dağıtım
neşr: yayma, dağıtma, ölülerin mahşerde dirilip toplanmasından sonra yayılması
neşretme: yayımlama
neşriyât: yayınlar, yayıncılık
neşter: ameliyat bıçağı
neşv: yeşerme
neşve: sevinç
neşvünemâ: büyüme ve gelişme
netâic: neticeler, sonuçlar
netice: sonuç
neûzübillah: ALLAH a sığınırız
nev: çeşit, tür, yeni
nevâ: ses, nağme, çekirdek
nevâbit: bitkiler
nevadir: az bulunanlar
nevafil: isteğe bağlı ibadetler, nafileler
nevahi: nahiyeler, taraflar, yanlar
nevahî: nehiyler, yasaklar
nevakıs: noksanlıklar, eksiklikler
nevale: yiyecek içecek
nevâmis: namuslar, kanunlar
nevân: tür bakımından
nevâz: okşayıcı, hoş ses
nevâziş: okşayış
nevbet: nöbet, sıra
nevcivan: delikanlı
nevha: ölüye sesli ağlamak, güvercin ötmesi
nevi: tür, çeşit
nevî: türle ilgili
nevibeşer: insan cinsi, insanlık
neviyet: aynı türden olma
nevm: uyku
nevmâlûd: uyku ile karışık
nevmîd: ümitsiz, üzgün
nevmiye: uyku ile ilgili
nevnihâl: taze fidan
nevresîde: genç, taze
nevrûz: bahar başlangıcı
nevvar: nurlu, aydınlık
nevvare: aydınlatan
nevzad: yeni doğmuş bebek
ney: üflemeli bir çalgı
neyyir: nurlu, parlak
neyyirat: nurlular
nez: can çekişme
nezâfet: temizlik
nezâhet: temizlik, incelik
nezâir: benzerler
nezâket: naziklik, incelik, zariflik
nezaret: bakma, gözetme
nezih: temiz, pak, hoş
nezîr: korkutan, adak
nezr: adak
nezzâre: gözcü, seyirci
nıkmet: şiddetli ceza, intikam alma
nısf: yarı
nısfıarz: yeryüzünün yarısı
nısfıkutr: yarı çap
nısfiyet: yarı olma, yarılık
niâm: nimetler
niâmât: nimetler
nidâ: seslenme, ünleme, ünlem
nidd: eş, misil, aynı
nifak: içi dışı başka olma, inanır görünüp inanmama
nifâs: lohusalık
nigâh: bakış
nigâr: resim, sevgili
nihâd: huy, yaradılış
nihaî: sona ait, sonuncu
nihâl: fidan, taze
nihân: gizli, saklı
nihâyât: nihayetler, sonlar
nihâyet: son
nihâyetpezir: sona erme
nihâyetsiz: sonsuz
nikab: perde
nikâh: meşru evlenme
nikal: şiddetli işkence
nikât: nükteler, incelikler
nikbîn: iyimser
Nil: Mısırda bulunan büyük bir nehir
nîm: yarı
nîmbedevî: yarı bedevi, yarı medeni
nîmelvekil: ne iyi vekil!
nîmet: iyilik, ihsan, rızık
nîmetdîde: nimet gören
nîmetiyet: nimet oluş, nimetlik
nîmetperverâne: nimet vermeyi severcesine
nîmmanzum: yarı şiir
nîmnurânî: yarı nurlu
nîmresmî: yarı resmî
nîmşeffaf: yarı saydam
nîran: nurlar, ateşler
nisâ: kadın, hanım
nisab: zekat ölçüsü
nisâen: kadın olarak
nisâr: saçmak
nisbet: ilgi, bağlantı, oran
nisbeten: nisbetle, oranla, göre
nisbî: diğerine göre
niseb: nisbetler, oranlar, ölçüler
nisyan: unutma
nişân: iz, bellik
nişâne: iz, alâmet, bellik
nişîn: oturan
niyâz: yalvarma, yakarış
niyâzdâr: yalvaran
niyet: kalbin bir işe yönelmesi
niyeten: niyetçe
nizâ: çekişme, kavga
nizam: düzen, düzenlilik
nizamât: nizamlar, düzenler, sistemler
nizamnâme: düzen yazısı, düzenleme ile ilgili belge
noksan: eksik
noksaniyet: noksanlık, eksiklik
nokta: benek, konu
noktainazar: bakış açısı, görüş
nota: özlü düşünce, not
nöbetdâr: nöbetçi
Nuh: tufan için gemi yapan büyük bir peygamber
nukat: noktalar
nukûd: nakitler, paralar
nukuş: nakışlar, bezekler
nur: ışık, aydınlık
nurânî: nurlu, ışıklı
nurâniyet: nurluluk, aydınlık
Nurcu: Nur Risalelerini okuyan, yaşayan ve yayan kimse
nurefşân: nur saçan
nuristân: nur ülkesi, cennet
Nurulenvar: nurlara nur veren ALLAH
nurunâlânur: nur üstüne nur
nush: nasihat, öğüt
nusret: zafer için yardım
nusûs: nasslar, kesin hükümler, âyet ve hadîsler
nûş: içici, şerbet
nûşe: şerbet içen, sevinçli
nutfe: döl suyu, meni
nutk: konuşma
nutukhân: konuşmacı
nübüvvet: nebilik, peygamberlik
nübüvvetdârâne: peygamberlik şeklinde
nübüvvetkârâne: peygamberce
nücûm: yıldızlar
nücûmperest: yıldızlara tapan
nüfûs: nefesler
nüfûs: nefisler
nüfûz: içe geçme, sözü geçer olma
nühas: bakır
nühûset: uğursuzluk
nüket: nükteler, ince mânâlar
nükhet: koku
nüks: geri dönme
nükte: dikkat edilince anlaşılabilen ince mânâ
nümâ: "gösteren, gözüken" mânâsında son ek
nümâyan: görünen
nümayiş: gösteri
nümûne: örnek, model
nümûnegâh: örneklerin bulunduğu yer
nümüvv: büyüyüp gelişme
nüsah: nüshalar, sayfalar
nüsha: dualı kağıt, sahife, yazılı şey
nüsûc: dokumalar
nüşûr: yaymalar, dağıtmalar
nüşûz: kadının kocasına itaat etmemesi
nüşûze: asi kadın
nüvat: nüveler, çekirdekler
nüvaz: okşayıcı
nüve: çekirdek
nüvid: müjde
nüvis: yazıcı
nüzhet: neşe, eğlence, ferahlık
nüzhetgâh: seyir ve eğlence yeri
nüzûl: inme, iniş
nüzûr: nezirler, adaklar

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.