Arapça Sözlük |
11-04-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Arapça SözlükA âb: su âbâ: babalar, atalar aba: yünden yapılmış kaba kumaş âbâd: ebedler, sonsuz gelecek zamanlar Abâdile: Abdullah isimli sahabeler abd: kul, köle abdal: dünya ile ilgisini kesen mânevî makam sahibi kişi abdest: su ile temizlik ibadeti abdiyet: kulluk abes: saçma, gayesiz, hikmetsiz, gereksiz abesiyet: abeslik, saçmalık âbıhayat: hayat suyu âbıkevser: Kevser adlı cennet havuzunun suyu âbid: ibadet eden âbidane: ibadet eden gibi abide: anıt abluka: kuşatma, etrafını çevirme abus: somurtan, surat asan acaib: şaşırtıcı, acayip Acam: Acemler, iranlılar, Arap olmayanlar acb: kuyruk sokumundaki küçük kemik acbüzzeneb: ölümden sonra dirilişin tohumu sayılan madde aceb: acaba, hayret Acem: Arap olmayan, iranlı acemi: işin yabancısı, tecrübesiz aceze: âcizler, güçsüzler acîb: benzeri görülmeyen, şaşırtıcı âcil: acele eden âcilen: acele olarak aciniyyet: mâcun halinde olma, yoğurulmuşluk âciz: güçsüz âcizane: güçsüzce âcize: güçsüz âcizem: güçsüzüm acûbe: şaşılacak şey acul: aceleci aculiyet: acelecilik acûze: güçsüz kocakarı acz: güçsüzlük aczâlûd: güçsüzlükle karışık Ad: Hud aleyhisselâmın kavmi âda: düşmanlar âdâb: edepler, ahlâk kuralları adale: kas adalet: hak sahibine hakkını vermek, doğruluk adaletname: mahkemeye davet yazısı adaletperver: adaletsever adaletullah: ALLAH ın adaleti adall: iyice sapıtmış âdât: âdetler, alışkanlıklar adavet: düşmanlık adavetkârane: düşmancasına add: sayma addetmek: saymak aded: sayı, tane Adem: ilk insan ve ilk peygamber adem: yokluk, olmama, bulunmama ademabâd: ebediyyen yok olma ademâlûd: yoklukla karışık ademî: yoklukla ilgili, olmama ademistân: yokluk ülkesi ademiye: yoklukla ilgili ademiyet: yokluk âdemiyet: insanlık ademnüma: yokluk gösteren adese: mercek âdet: görenek, alışkanlık âdeta: sanki âdetullah: ALLAH ın yaratıklardaki kanunları âdi: bayağı, aşağı, sıradan Adil: adalet eden, hakkı haklı olana veren âdilane: âdilce âdiliyet: âdillik âdiyât: her zaman olagelen alışılmış şeyler adl: hak gözetme, tarafsız hüküm, doğruluk adlî: adaletle ilgili adliye: adalet yeri, mahkeme binası Adn: cennette bir bölüm adüvv: düşman âfâk: ufuklar, taraflar, yönler âfâkî: dışımızda olanlar âfât: afetler, belâlar âferin: beğenme sözü âfet: başa gelen üzücü hâl afif: iffetli, namuslu, temiz âfil: gurub eden, batan âfitâb: güneş âfiyet: esenlik, sıhhat ve selâmet afüvkâr: affedici afüvv: affeden afv: bağışlama afvcûyem: af diliyorum afyon: ilaç âgâh: haberli, uyanık agel: sarık ağaz: başlama ağdiye: tekelcilik ağleb: daha galib, ekseriyet, çok defa ağleben: ekseriyetle, genellikle ağlebî: ekseriyetle ilgili ağmaz: kolay anlaşılmayan, pek derin ağniya: ganiler, zenginler ağrâz: garazlar, kötü niyetler ağrube: en garip ağsan: dallar ağuş: kucak ağyâr: başkalar, yabancılar ahad: birler ahadî: bir iki koldan nakledilen hadîs türü ahâlî: halk âhar: başkaları, diğerleri ahbâb: sevilenler, dostlar ahbâr: haberler ahcâr: taşlar ahd: söz verme, sözleşme, ahit âhenk: uyum, düzen âher: başka, diğer âheste: yavaş ahfâ: çok gizli ahfâd: torunlar ahî: kardeşim ahid: verilen söz, andlaşma Ahir: herşeyden sonra da var olan, varlıkların sonrasına da hâkim âhir: sonraki âhiren: sonradan âhiret: öbür dünya âhirîn: sonrakiler âhirzaman: dünyanın son zamanları âhize: alan, alıcı ahkâm: hükümler, kanunlar ahkem: en çok hükmeden ahlâf: halefler, öncekilerin yerine geçenler ahlâk: insanın iyi veya kötü hâlleri, bunlarla ilgili ilim ahlâkî: ahlâkla ilgili, ahlâka uygun ahlâkiyat: ahlâk ilmi ahlâkiyyun: ahlâk âlimleri ahmak: akılsız, budala ahmakane: ahmakça, budalaca Ahmed: çok hamdeden, övülmeye en lâyık olan ahmer: kırmızı ahrâr: hürriyetçiler ahsen: en güzel ahseniyet: en güzel olma âhû: ceylân âhufizâr: yanıp yakınma ahvâl: haller, durumlar ahvâlât: ahvaller, durumlar ahvel: şaşı ahyâ: diriler, canlılar ahyâr: hayırlılar, iyiler Ahyed: Peygamberimizin Tevrattaki ismi ahz: alma, tutma ahzâb: hizipler, bölümler, partiler ahzân: hüzünler, üzüntüler âid: geri gelen, dönen, dair, ilgili ailevî: aileyle ilgili âkab: hemen sonrası âkabinde: hemen sonrasında akaid: akideler, inanılan hakikatlar akaidî: îmanla ilgili akâmet: kısırlık, verimsizlik akar: gelir getiren mal akarib: akrabalar, yakınlar akçe: eskiden para akd: anlaşma, sözleşme akdam: kademler, ayaklar akdem: en önceki akdes: en mukaddes âkıbet: son, netice âkıbetbîn: işin sonunu görebilen âkıbetendişane: sonu için kaygılanırcasına âkıl: akıllı akıl: zihnin anlama ve düşünme sıfatı âkılane: akıllıca akılfüruş: akıllılık taslayan akılsûz: akla aykırı gelen âkib: hemen sonra gelen, izleyen akid: söz, sözleşme âkid: aralarında sözleşme yapanların herbirisi akide: îman, inanma âkif: devamlı ibadet eden akîk: değerli bir taş cinsi akîka: yeni doğan çocuk için şükür niyetiyle kesilen kurban âkil: yiyen, yiyici âkilüllâhm: et yiyen âkilünnebat: ot yiyen âkilüssemek: balık yiyen akîm: kısır, verimsiz, neticesiz akis: yansıma, yankı akl: akıl, anlama melekesi aklen: akılca aklî: akılla ilgili, akıl alanına giren akliyât: akıl alanına giren şeyler akliyyûn: aklı tek ölçü kabul eden felsefeciler akrabâ: yakınlar, hısımlar akrân: eş ve benzer olanlar, yaşıtlar akreb: daha yakın, pek yakın akrebiyet: yakınlık aks: yankı, yansıma, tersi aksâ: en son aksâm: kısımlar, bölümler aksisadâ: ses yankısı aksülamel: işin tersi, tepki aktâb: kutublar, büyük evliyalar aktâr: her yer aktrist: kadın oyuncu akvâ: en kuvvetli akvâl: sözler, konuşmalar akvâm: kavimler, ırklar âl: aile, sülale, soy âlâ: en yüce, daha iyi, pek iyi alâ: üst, üzere alafranga: Batı tarzında alâik: alâkalar alâim: alâmetler, belirtiler alâka: ilgi alaka: kan pıhtısı alâkadar: ilgili alâkadarane: ilgi gösterircesine alâküllihâl: her durumda, eninde sonunda âlâm: elemler, acılar alâmet: bellik, belirti âlât: âletler, gereçler alaturka: Türk usûlü alay: beş bölük erden oluşan askerî topluluk âlâyıîlliyyîn: yücelerin yücesi âlâyiş: gösteri, gösteriş aleddevam: devamla, devamlı olarak alelâde: sıradan alelamya: körükörüne alelekser: çoğunlukla, ekseriyetle alelinfirad: teklikle, bir olarak alelumum: genellikle, bütünüyle alelusûl: usûlen, öylesine, özen göstermeden alem: bayrak, sancak, nişan âlem: dünya, cihan, evren a'lem: en iyi bilen alemdar: bayrak tutan âlempesend: dünyaca ünlü âlemşümûl: âlemi kaplayan, dünya çapında alenen: açıkça, saklanmadan alenî: açık, gizli olmayan alerresivelayn: baş ve göz üstüne âlet: bir iş veya sanatta kullanılan vasıta âletiyet: aletlik alettahkik: araştırmayla Alevî: Hazreti Ali sevgisini meslek kabul eden aleyh: onun üzerine aleyhdar: onun tersi yönünde, karşı aleyhimüsselâm: ALLAH ın selâmı onlara olsun aleyhissalâtüvesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun âlî: yüksek, yüce Aliaba: Peygamberimizin abası altına aldığı beş kişi Alibeyt: Peygamberimizin neslinden olan âlicenab: yüksek ahlâklı âlîcenabâne: yüksek ahlâklı birine yakışır biçimde âlihe: ilâhlar, tanrılar âlîhimmet: himmeti yüce ve gayreti çok kimse âlîkadr: kıymeti yüksek alîl: hasta, sakat alîlem: hastayım Alîm: sonsuz bilgi sahibi ALLAH âlim: bilen, bilgili âlimâne: âlimce âlîşân: şânı yüce âlîyat: yüce şeyler âliye: âletle ilgili âlîye: yüce, yüksek alîz: cılız ALLAH : bütün varlıkları yaratan Halıkımızın has ismi ALLAH üalem: ALLAH bilir ALLAH ümme: ALLAH ım! Allâm: herşeyi en iyi bilen, ALLAH allâme: pek büyük âlim Allâmülguyûb: dış duyular yoluyla bilinemeyenleri en iyi bilen ALLAH âlûd: bulaşık, karışık âlûde: bulaşmış, karışmış âlüfte: alışık, iffetsiz kadın âmâ: kör âmâde: hazır âmâk: derinlikler âmal: ameller, işler âmâl: emeller, beklentiler, istekler amame: sarık aman: yardım dileme sözü amazon: eski zamanlarda yaşamış savaşçı kadın amd: niyet, arzu, istek amden: niyet ederek ve isteyerek amed: gerekir, gelir amedî: gelme, geliş amel: iş, çalışma, uygulama amele: işçi, ırgat amelen: amelce, işçe amelî: iş olarak, uygulamalı amelisâlih: dine uygun iyi amel, güzel iş ameliyât: ameller, işler, bir tedavi biçimi amelmânde: iş yapamaz durumda âmennâ: inandık âmentü: îman esasları âmî: âlim olmayan sıradan kimse amîk: derin âmil: işleyen, etkileyen âmin: ALLAH ım kabul eyle! âmir: emreden, iş buyuran âmirâne: emreden âmir gibi âmiriyet: âmirlik, emredicilik âmiyâne: bilgisizce, körü körüne âmm: umumi, genel âmme: herkes, kamu ammilgarâib: garipliklerin amcası ammizâde: amca çocuğu amûd: direk, sütun amûdî: dikine, direk gibi amyâ: tam kör ân: en kısa zaman ananât: gelenekler anâne: gelenek anânevî: gelenekle ilgili anarşi: karışıklık, kargaşalık, düzensizlik anarşilik: karışıklık, kanunsuzluk anarşist: düzen tanımaz, yıkıcı, isyancı, bozguncu anâsır: unsurlar, elemanlar, kavimler anbean: gitgide, gittikçe anber: güzel kokulu bir madde andelîb: bülbül anfeanen: gitgide, zamanla angarya: ücret vermeden gördürülen iş Anglikan: ingiliz kilisesi ânî: bir anda, hemen ankâ: hayâlî bir kuş ankebût: örümcek antika: eskiden kalma kıymetli eser Antranik: Ermeni örgütünün liderlerinden biri anûd: çok inatçı anûdane: inat ederek âr: utanma ârâ: fikirler, reyler Arabî: Arap, Arapça Arabîye: Arapça Arabîyyülibare: Arapça söz, ibare, metin ârâf: cennet ile cehennem arasındaki yer Arafat: hacda arefe günü vakfeye durulan dağın ismi arasât: ölümden sonraki dirilme yeri ârâz: arazlar araz: belirti, sonradan meydana gelen özellik arâzî: yerler, topraklar, tarlalar arbede: gürültülü patırtılı kavga Arefe: Mekkede hacıların arefe günü toplandıkları tepe arefe: bayramdan bir önceki gün ârız: gelip çatan, bulaşan, yapışan ârıza: aksama, aksaklık, engebe ârızî: sonradan olan, dıştan gelen ârî: arı, temiz, saf ârif: anlayışlı, sezgili, kavrayışlı ârifane: ârifçe ârifibillah: ALLAH ı tanıyan ârifîn: ârifler, irfan sahipleri Aristo: eski bir filozof âriyeten: emaneten ark: su yolu, kanal arrâf: falcı, kâhin arş: ilâhî kudret ve saltanatın tecelli yeri arşın: 68 santimetrelik uzunluk ölçüsü arşî: arşa dair, mantıkta bir delil arşiv: kıymetli belgelerin saklandığı yer arûz: şiirde bir vezin türü arz: sunma, verme, gösterme arz: yer, yeryüzü arzî: dünyaya ait arzu: istek arzuhal: dilekçe arzukeş: arzulu asâ: baston, sopa, değnek âsâ: "benzer, gibi" mânâsında son ek asab: sinir, damar m;margin-bottom:0cm; margin-left:10cm;margin-bottom:0001pt;mso-pagination:none'>âsâb: sinirler, damarlar asabî: sinirli asabiyet: sinirlilik gayret asabiyeten: asabilik bakımından asâkir: askerler asâlet: asillik, soyluluk asâleten: kendi adına âsâm: günahlar asamm: sağır, işitmez, katı asammane: sağırcasına âsân: kolay âsar: asırlar, çağlar âsâr: eserler, yapılanlar âsâyiş: barış, huzur ve güvenlik asdika: samimi dostlar, sadıklar asfiyâ: günahlardan arınmış büyük zatlar asgar: en küçük ashâb: sahipler, sahabeler asıl: kendisi, temel, kök asır: yüzyıl, çağ asırdîde: asır görmüş, çağ yaşamış âsî: isyan eden, başkaldıran asîl: soylu, terbiyeli asîlzâde: asîl kimsenin evladı âsîyâne: isyancı gibi asla: olması imkânsız aslâh: daha iyi, en üstün aslî: asılla ilgili, öze dair asliyet: asıllık, köklülük, soyluluk, gerçeklik aslüfasl: işin aslı ve ayrıntıları asm: "aleyhissalâtüvesselâm" duasının kısa yazılışı asr: asır, yüzyıl asr: ikindi vakti Asrısaadet: Peygamberimizin yaşadığı saadetli zaman asrî: çağa uygun astronomi: gökteki cisimleri inceleyen ilim âsûde: sessiz, dingin, huzurlu âsuman: gökyüzü, sema asvât: savtlar, sesler aşâir: aşiretler, oymaklar âşâr: öşürler, toprak ürünlerinin vergileri aşere: on'lar, on sayıları Aşereimübeşşere: cennetle müjdelenmiş on sahabe âşık: aşırı seven, vurgun, tutkun âşikâr: açık, belli, meydanda âşikâre: belli ederek, açıkça âşikâren: açıkça âşina: bildik, tanıdık, bilen, tanıyan aşîrât: aşireler, onda birler âşire: onda bir âşiren: onuncusu aşîret: kabile, oymak âşiyân: kuş yuvası, sevimli ev aşk: şiddetli sevgi, candan sevme aşknâme: aşkı anlatan yazı aşr: on sayısı atâ: verme, lütuf, ihsan atâlet: işsizlik, tembellik, durgunluk atâyâ: armağanlar, ihsanlar ateh: bunama, bunaklık âteşgede: ateşe tapanların mabedi âteşî: ateşle ilgili âteşîn: ateşli, canlı âteşpâre: ateş parçası âteşperest: ateşe tapan atf: atıf, bağlama, verme, yükleme atfen: birinin adına, birine yükleyerek atıf: verme, yükleme, bağlama âtıfet: karşılıksız sevgi, acıyıp esirgeme âtıl: tembel, durgun, işlemez âtî: gelecek zaman, ilerisi atiyye: hediye, ihsan atlas: üstü ipek altı pamuk kumaş attar: ıtriyat dükkanı, güzel koku satan adam Atûf: karşılıksız seven ve acıyıp esirgeyen ALLAH avâik: maniler, engeller avâlim: âlemler, dünyalar avam: ilimsiz, sıradan kimse âvân: zamanlar, anlar avâre: işsiz, şaşkın, başıboş avârız: arızalar, aksaklıklar, noksanlıklar âvaz: ses, seda avcıhattı: savaş cephesi avdet: geri gelme, dönme avene: yardımcılar âvize: içinde ampul bulunan ve tavana asılan süs avn: yardım avret: gizlenmesi gereken şey Avrupaperest: Avrupayı taparcasına seven avzen: havuz, göl âyâ: acaba, hayret! ayân: belli, açık seçik âyan: seçkinler, ileri gelenler ayânen: açıkça, besbelli ayânısâbite: varlıkların ilâhî ilimde ezelden beri bulunan hakikatları Ayasofya: şimdi müze olan önemli bir cami âyât: âyetler ayb: ayıp, utanılacak kusur âyet: Kurândaki her bir cümle, delil, bellik âyetülkübra: en büyük âyet âyin: dinî tören âyine: ayna âyinedar: ayna olan ayn: göz, aslı, kendisi aynelhayât: hayatın kendisi aynelyakîn: göz ile görmüşçesine kesin biliş aynen: tıpkı, tıpkısı ayniyet: aynı olma ayyâş: haram içkileri çok içen ayyuk: gökyüzünün pek yüksek yeri âzâ: uzuvlar, organlar, üyeler azâb: eziyet, işkence âzâd: salıverme, hür etme âzâde: hür, serbest, kendi başına âzam: en büyük azamet: büyüklük âzamî: en büyük, maksimum âzamîyet: en büyük oluş âzamüşşer: büyük kötülük âzâr: kötü sözle incitme azâzil: şeytan azhar: pek zahir, en açık âzim: azimli, kesin kararlı azîm: büyük azîme: büyük azîmet: dinî emirlere tam uyma azimkâr: azimli, kesin kararlı azimkârâne: azmederek, kararlı bir şekilde azîmüşşân: şanı pek büyük Azîz: pek izzetli, hep galip olan ve asla galebe edilemeyen aziz: Hıristiyanların mübarek bildikleri büyükleri azl: azil, atma, dökme, çıkarma azm: azim, kesin karar, kuvvetli niyet azm: kemik Azrâil: can almakla görevli melek azze: aziz oldu, şanı yüce oldu! |
Arapça Sözlük |
11-04-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Arapça SözlükB bââsâm: günahlarla bâb: kapı, bölüm bâd: rüzgâr, nefes bâde: şarap, içki bâdehû: bundan sonra bâdelmemât: ölümünden sonra bâdelmevt: ölümden sonra bâdemâ: bundan sonra bâdıhevâ: boşu boşuna, bedava bâdî: sebep, geçici bâdire: anî felâket, zor geçit bâdiye: çöl, kır bâğî: azgın, yoldan çıkmış bağistân: bağlık bahçelik yerler bâğiyâne: azgınca bağy: azgınlık bahâ: paha bahâdar: pahalı bahâdır: kahraman, yiğit bahâne: vesile, sebep, özür bâhem: birlikte, beraber bahîl: cimri, eli sıkı bâhir: belli, açık bahir: deniz, derya Bahîra: Peygamberimizi çocukken tanıyan mübarek bir rahip bâhire: belli ve açık olan bahis: konu bahr: deniz bahrî: denizle ilgili bahrimuhît: okyanus bahriumman: okyanus bahriye: denizci bahs: bahis, konu bahş: bağış, verme baht: talih, kısmet bahtiyâr: talihli, kutlu, mutlu bahusus: özellikle baîd: uzak, ırak Bâis: ölüleri diriltecek olan ve peygamber gönderen bais: sebep bakar: sığır, inek bakarperest: ineğe tapan bakayâ: kalıntılar bâkî: sonsuz, kalıcı bâkir: kullanılmamış, bozulmamış bâkire: el değmemiş, kız bâkiyâne: bakice, sonsuzca bâkiyât: baki olanlar, kalıcılar bâkiye: kalıcı olan, kalan bakteri: tek hücreli bir canlı bâlâ: yüksek, yüce bâlâpervazâne: yüksekten uçarcasına bâliğ: ulaşan, olgunlaşmış, yetişmiş, erişmiş bânî: bina eden, kuran, yapan banknot: lira mânâsında para birimi bâr: yük, pas bârân: yağmur bârekALLAH : ALLAH hayırlı ve mübarek etsin bârekte: sen mübarek eyledin bârgâh: izinle girilebilecek yüce makam bârık: yıldırım, parıltı Bârî: düzgün ve güzel yaratan ALLAH bâri: hiç olmazsa, hele bârid: soğuk bâridâne: soğukça bârigâh: izinle girilebilecek yüce makam bârika: şimşek bârikaâsâ: şimşek gibi bâriz: meydanda, açık Barla: Nur Risalelerinin yazıldığı belde bâs: gönderme yeniden dirilme basar: göz, görme hissi bâsır: gören bâsıra: görme duyusu bâsıt: açan, yayan, genişleten Basîr: her şeyi gören ALLAH basîrâne: görerek bâsire: görme duyusu basîret: ileri görüş, kuvvetli seziş basit: sade, düz, bölünmez basitâne: basitçe bast: yayma, açma bastızaman: zamanın genişlemesi, az zamanda normalden fazla yaşama basübadelmevt: ölemden sonra diriliş Bâşid: Van ilinde bir dağ başkitâbet: başyazıcılık başmurahhas: baştemsilci başvekâlet: başbakanlık başvekil: başbakan batâlet: işsizlik, durgunluk batarya: enerji kaynağı Bathâ: Mekkenin eski bir adı bâtıl: boş, yalan, çürük Bâtın: bütün varlıkların içini yaratan ve dahiline hükmeden ALLAH batın: iç, iç yüz, gizli, sır bâtınen: içten, iç bakımından bâtınî: içe ait, içle ilgili Bâtıniyye: Kurânın apaçık mânâlarına itibar etmeyip gizli mânalar bulduklarına inanan sapık bir anlayış Bâtıniyyûn: Kurânın açık mânâlarını bir yana bırakıp gizli mânalar bulduklarına inanarak sapıtan kimseler batman: iki ile sekiz kilo arasında değişen ağırlık ölçüsü batn: karın, nesil battal: işsiz, çürük, kullanılmaz baûda: sivrisinek bâvehim: vehimle, kuruntuyla bay: zengin bâyi: satıcı bâyin: aralayıcı, ayırıcı bayrakdâr: bayrak taşıyan, lider baytar: veteriner bâz: oynayan, yapan bâzîçe: oyuncak, eğlence bâziyet: bazenlik, bazılık be: "de, den" mânâsında ön ek becâyiş: birini verip ötekini alma, değişme becû: iste bed: kötü, çirkin bedâat: güzellik, yenilik, özgünlük bedâhet: apaçıklık bedâheten: apaçık biçimde bedâva: beleş, parasız bedâvet: bedevilik, göçerlik bedâyî: görülmedik güzellikte şeyler bedbaht: bahtı kara, talihsiz bedbîn: kötümser, karamsar, ümitsiz bedduâ: birinin kötü olması için edilen dua bedel: karşılık beden: gövde bedestân: çarşı bedevî: göçebe, çölde yaşayan bedeviyâne: göçebe gibi bedeviyet: bedevilik, medeniyetten uzaklık bedhah: kötülük isteyen bedhal: kötü huylu bedî: benzersiz güzel, üstün, özgün bedîa: benzersiz güzel olan bedîhî: delilsiz bilinen şey, apaçık bedîhiyyât: delil ile ispatı gerekmeyen apaçık şeyler bedîî: eşsiz güzellikte olan bedir: dolunay bedîülbeyân: görülmedik derecedeki güzel söz Bedîüzzaman: "zamanın harikası ve en mükemmeli" mânâsında Said Nursî Hazretlerinin ünvanı bedmâye: mayası kötü, soysuz bedr: bedir, dolunay bedraka: yol gösterici, kılavuz begün: et! behâim: hayvanlar behcet: güleryüzlülük, şenlik, güzellik behemehâl: her halde, ister istemez beher: her bir behîc: güleryüzlü, şen, güzel behimât: hayvanlar behimî: hayvanca behimiyât: hayvansı varlıklar behişt: cennet behiye: güzel behre: pay, kısmet, nasip behreyâb: nasibi olan, payı bulunan beht: şaşkınlık, hayranlık beis: zarar, fenalık bekâ: devamlılık, kalıcılık, sonsuzluk bekââlûd: kalıcılıkla karışık bekâya: geriye kalanlar bektâş: arkadaş Bektâşî: Bektâşîlik tarikatından olan kimse Bektâşîlik: Hacı Bektaşı velînin kurduğu tarikat bel': yutma, ortadan kaldırma belâ: gam, tasa musibet, afet belâbil: belâlar, tasalar, musibetler belâgat: sözün güzel ve yerinde söylenmesi, bunu öğreten ilim belâğbaşı: kaynak, pınar belâhet: ahmaklık, budalalık, düşüncesizlik belâyâ: belâlar belde: memleket, büyük köy belî: evet belîğ: düzgün ve adamına göre söylenmiş söz belîğâne: beliğ biçimde beliyyât: belâlar beliyye: belâ Belkıs: bir kadın hükümdar belki: şüphesiz, kesinlikle benâm: namlı, ünlü, seçkin benât: kızlar bend: bent, bağlanmış bende: bağlı, esir, köle, hizmetçi, kul benî: oğullar benîâdem: ademoğulları, insanlar Benîisrâil: israiloğulları, Yakub aleyhisselâmın neslinden gelenler ber: "alan, dinleyen, yeden, ***üren" mânâsında son ek ber: "üzeri, üzerine, yukarı" mânâsında ön ek berâ: için, dolayı berâat: güzellik, parlaklık, üstünlük berâatülistihlâl: güzel bir başlangıç berâet: arınma, kurtulma Berâhime: berehmenler, bazı batıl dinlerin önderleri berâhin: bürhanlar, kuvvetli deliller berât: nişan, ayrıcalık fermanı berâyımâlûmât: bilgi için berbâd: harap, pis, fena, kirli berceste: seçme, iyi mısra berd: soğuk berdevam: devam eden, sürüp giden berekât: bereketler bereket: bolluk, çokluk, feyiz berendâz: kaldırıp atan bergüzâr: hatırlanmak için hediye verme bergüzîde: seçkin, seçilmiş Berham: Yahudi ismi berhava: boşa gitme berhayat: yaşayan berhudâr: saadete erişen berî: temiz, arınmış, kurtulmuş berk: şimşek berkarar: kararlı berkâsâ: şimşek gibi berr: yer, toprak, kara berrak: duru, safi, arı berrî: karacı, karada olan berrîye: karalara ait olan bertaraf: çıkarılıp bir yana atılan bervech: şeklinde, biçiminde berzah: dünya ile âhiret arasındaki âlem berzahî: kabirle ilgili bes: yeter, kâfi besâit: basit şeyler besâtet: basitlik, sadelik, yalınlık besâtin: bostanlar besmele: Bismillahirrahmanirrahim besmelekeş: besmele çeken beste: bağlanmış, şarkı ahengi beşârât: beşaretler, müjdeler beşâret: müjde beşâretkâr: müjdeci beşâretkârâne: müjdelercesine beşâşet: güleryüzlülük beşer: insan beşerî: insanî, insanla ilgili beşeriyet: insanlık beşîr: müjdeci beşûş: güleryüzlü betâlet: işsizlik, durgunluk betül: erkekten sakınan namuslu kadın bevl: sidik bevvâb: kapıcı, men edici bey': satma, satış beyâbân: çöl, kır beyân: açıklayıp bildirme beyânât: açıklayıp bildirmeler beyânî: açıklanıp bildirilen beyannâme: açıklama yazısı, bildiri beyder: harman beyhûde: boşuna, faydasız beyn: ara, arasında beynelenbiya: peygamberler arasında beynelevliya: evliyalar arasında beynelislâm: müslümanlar arasında beynelmilel: milletlerarası beynelulema: âlimler arasında beynennâs: insanlar arasında beyt: beyit, şiirde iki mısra beyt: ev, bina Beytülharam: Kâbenin etrafı Beytülmakdis: Kudüsteki büyük mabet beytülmal: devletin hazinesi beyyin: apaçık, kesin delil beyyinât: apaçık olanlar beyyine: apaçık, kesin delil beyzâ: beyaz, parlak bezirgân: tüccar bezletme: esirgemeden bol bol verme bezm: sohbet meclisi Bezmielest: ALLAH ın, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğu, ruhların da "Evet," diye cevap verdikleri hâdise bî: "siz, sız" mânâsında ön ek bi: "ile" mânâsında ön ek bîaman: amansız biat: kabul etme, seçme biaynelyakîn: gözle görürcesine kesin bilerek bîbahâ: pahasız bîbehre: nasipsiz bibliyografya: kitaplar hakkında bilgi bîçâre: çaresiz bidâ: bidatlar, sonradan çıkan şeyler bidâkârâne: dinde olmayanı dine sokarcasına bidât: dinde olmayıp da dine sonradan giren âdetler bidâtkâr: bidatçı, dinde olmayanı dine sokan bozguncu bidâtüzzaman: zamanın görülmemiş ve harika olanı bidâyet: başlangıç bidâyeten: başlangıçta bidîyât: bidatlar, dine sonradan sokulanlar bîfütûr: fütursuz, gevşemeyen, çekinmeyen bîgâne: ilgisiz bîgünah: günahsız bîhaber: habersiz bihakkalyakîn: yaşayıp bizzat tecrübe edercesine bir kesinlikle bihakkın: hakkıyle, tam olarak bihâr: denizler bîhemta: benzersiz bîhicap: perdesiz, gizlemeksizin bîhûş: şaşkın, sersem biilmelyakîn: şüphesiz ve kesin bir ilimle bîiştibah: şüphesiz biiznillah: ALLAH ın izniyle bîkarar: kararsız, rahatsız bîkes: kimsesiz bikr: bozulmamış, temiz bil: "ile" mânâsına ön ek bilâ: "sız, siz" mânâsında ön ek bilâbedel: bedelsiz bilâd: beldeler, memleketler bilâfasıla: aralıksız bilâhare: sonra, sonradan bilâihtiyar: elinde olmayarak bilâistisna: istisnasız bilâkaydüşart: kayıtsız şartsız bilakis: aksine, tersine bilâmübalâğa: mübalağasız, abartmasız bilâmüreccih: tercih edici biri olmaksızın bilânço: toplam, özet bilâperva: korkusuz bilasâle: aracısız, vasıtasız bilâsebeb: sebepsiz bilâşek: şeksiz bilâşüphe: şüphesiz bilâtefrik: ayırmaksızın bilâtereddüt: tereddütsüz bilâteşbih: benzetmesiz bilâtevakkuf: duraksamadan bilbedâhe: açık seçik bilcümle: bütün, toptan bilfarz: varsaymakla bilfiil: fiilen, çalışarak bilhads: hızlı bir kavrayışla bilhadsissâdık: doğru bir sezgi ile bilhassa: özellikle bilicma: üstünde birleşmekle, topluca bilihtiyar: istemekle bililtizam: taraftar olmakla bilîman: îman ile bilintikal: intikal etmekle, naklederek bilirâde: iradeyle, istemekle bilistidad: yetenekle bilistihkak: hak etmekle biliştiyak: iştiyakla, arzu etmekle bilittifak: ittifakla, hep birlikte bilkabul: kabul etmekle bilkasd: kasıt ile, gaye edinerek bilkuvve: düşünce halinde bilkülliye: büsbütün billah: billahi, ALLAH için billur: pırıl pırıl cam bilmecburiye: mecburen bilmukabele: karşılık vermekle bilmüşâhede: şahit olmakla bilumum: genel olarak, bütün, hep bilvasıta: vasıta ile bilyakîn: kesin bir bilişle bimüdânî: eşsiz, benzersiz bin: "e, de, ile" mânâsında ön ek bîn: "gören" mânâsında son ek bin: oğul, oğlu binâ: ev, yapı binâen: dayanarak, bu sebeple binâenalâhâzâ: bunun üzerine, bundan dolayı binaenaleyh: bundan dolayı, bunun üzerine binâimechûl: öznesi belirsiz fiil bînamaz: namazsız bînaz: nazsız bînazîr: benzersiz binefsihi: kendisiyle bînisyan: unutmazlık binnefs: nefsiyle binnetice: neticeyle binnisbe: oranla binniyet: niyetle binniyye: niyetle bint: kız bîpâyan: tükenmez bîperva: korkusuz bîr: kuyu birâder: kardeş birâderzâde: kardeş oğlu birr: temizlik, iyilik biryân: kebap bîset: gönderme, peygamberliğin başlangıcı Bismark: ünlü bir devlet adamı Bismillah: ALLAH ın adıyla bissavab: doğru olarak bittâb: tabiatıyla bitamâm: büsbütün bitamâmiha: tamamıyle bîtaraf: tarafsız bîtarafâne: tarafsızca bittabî: tabiatıyle bittakdir: takdirle bittecrübe: tecrübeyle bîvefa: vefasız biyedî: elimi biyografi: bir kimsenin hayatını anlatan eser bîzâr: bıkmış bizâtihi: kendiliğinden bîzeval: sona ermez bizzarure: zaruri olarak bizzât: kendisi bolşevik: Rus komünisti, dinsiz bolşevizm: Rus komünizmi, dinsizlik bostân: sebze bahçesi boşboğaz: yerli yersiz konuşan boykotaj: boykot bûd: uzaklık Buda: Budizmin kurucusu Budeî: Buda dininden olan bûdiyet: uzaklık buğz: sevmeme, nefret buhâr: buğu Buharî: en önemli hadîs kitabının yazarı buhl: cimrilik buhrân: bunalım buhûr: bahirler, denizler bukalemun: bulunduğu yerin rengine giren bir hayvan Burak: Peygamberimizin miraçta bindiği binek burc: güneşle dünya arasındaki hayâlî dilimlerin her biri burjuva: hayatını emek vererek kazanmayan zengin kimse bûse: öpücük butlân: batıllık, temelsizlik, çürüklük bûy: koku bühtân: iftira bükâ: ağlama bülegâ: adamına göre güzel söz söyleyenler bülend: yüksek, yüce bülûğ: erginlik bünyân: yapı bünye: yapı bürde: hırka bürhan: kuvvetli delil bürhanî: delil cinsinden bürûc: burçlar bürûdet: soğukluk büşrâ: müjde büzr: tohum büzûr: tohumlar |
Arapça Sözlük |
11-04-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Arapça SözlükC cadde: geniş yol câh: makam Câhız: ünlü bir edebiyatçı câhid: din için savaşan câhil: bilgisiz câhilâne: bilgisizce cahîm: cehennem câil: yapan câiz: dine uygun olan câl: yapma, kılma câlî: yapmacıktan câlib: çekici Calinos: eski bir filozof Câmî: büyük bir âlim ve yazarı câmi: toplayan câmia: topluluk câmid: cansız, donuk câmidât: camidler, cansızlar câmidiyet: cansızlık câmiiyet: toplayıcılık câmiülkelîm: zengin mânâlı söz camus: manda cân: hayat, ruh, gönül cânân: sevgili canavar: can alıcı cânhıraş: tüyler ürpertici cânî: cinayet işleyen cânib: yön, taraf, yan câniyâne: canicesine cann: cinler cansiperâne: canını verircesine car: Arapçada bir edat cârî: akan, yürüyen câriye: esir kadın câsus: ajan câvid: devam eden cây: değer, layık caymak: kararından dönmek câzib: çekici câzibe: çekicilik câzibedâr: çekici câzibedarâne: çekici bir biçimde câzibekârane: çekici biri gibi cebâbire: zorbalar cebânet: korkaklık Cebbâr: istediğini mutlaka yaptıran ALLAH cebbar: cebreden, zorba cebbarâne: zorbaca cebel: dağ ceberût: zorla her istediğini yaptırabilme kudreti ceberûtiyet: her dilediğini yaptırabilme kudreti cebhe: cephe, alın, yön, yüz, savaş bölgesi cebîn: korkak cebir: zor, zorlama cebr: cebir, zor, zorlama Cebrâil: Peygamberimize vahiy getiren büyük bir melek cebren: zorla Cebrî: insan iradesini inkâr eden batıl bir mezhebe inanan kimse cebrî: zorla, zorlamalı Cebriye: insandaki iradeyi inkâr eden batıl bir mezhep cedâvil: cedveller, kanallar, listeler cedd: ata, dede cedel: tartışma, münakaşa cedîd: yeni cedvel: liste, kanal, cetvel cefâ: eziyet cefâkâr: eziyet çeken ceffelkalem: düşünmeksizin cefne: büyük su kabı cehâlât: cahillikler, bilgisizlikler cehâlet: cahillik, bilgisizlik cehâletperver: bilgisizliği seven cehd: çaba, çabalama cehele: cahiller, bilgisizler cehennem: azgınların öldükten sonra gidecekleri ceza yeri cehennemî: cehenneme özgü cehennemnümun: cehennemi hatırlatan cehil: bilgisizlik cehl: bilgisizlik cehlistân: bilgisizlik yeri cehr: açıktan söyleme cehren: açıktan cehrî: açık sesle cehûl: pek cahil celâdet: ululara karşı gösterilen cesaret Celâl: sonsuz azamet ve kibriya, büyüklük ve ululuk celâldarâne: celâlli bir biçimde celâlet: büyüklük, ululuk celâlî: büyüklükle ilgili celb: kendine çekme, getirtme celbkârâne: kendine çekercesine celbnâme: çağırma kağıdı Celcelîtiye: Hazreti Ali radıyALLAH u anhın önemli bir eseri celevât: cilveler, görünümler celî: belli, açık celîl: büyük, ulu cellâd: ölüm cezası verilenleri öldüren kişi celle: "yüce ve aziz oldu" mânâsında söylenir celse: oturum cem: toplama cemaat: gayeleri bir olan topluluk cemâd: cansız cisim cemâdât: cansız cisimler cemâdiyet: cansızlık, donukluk cemâhir: cumhuriyetler cemâl: güzellik cemâlî: güzellikle ilgili cemâlperest: güzelliğe düşkün cemâlperverâne: güzelliği severcesine cemel: deve cemî: bütün, hepsi Cemîl: sonsuz güzel olan ve bütün güzelliklerin sahibi bulunan ALLAH cemîl: güzel cemîlâne: güzelce cemîle: güzel olan cemiyât: cemiyetler, toplumlar cemiyet: toplum cemiyyet: cemiyet, toplum, genişlik cemm: çokluk cemmigafir: ekseriyet, çoğunluk cemre: ısı cenâb: saygı sözü cenâbet: cünüp cenâh: kanat cenâheyn: iki kanat cenân: cennetler cenaze: henüz gömülmeyen ölü cendere: baskı aleti cengâver: savaşçı Cengiz: zâlim bir hükümdar cenin: ana karnındaki çocuk cenk: savaş cennât: cennetler cennet: inananların dünyadaki güzel amellerine mükafaten sonsuza kadar kalacakları güzellikler âlemi cennetâsâ: cennet gibi cennetmekân: yeri cennet olası cennetmisâl: cennet gibi cenûb: güney cenûbî: güneydeki cerâhat: irin, akıntı cerâid: gazeteler cerbeze: süslü sözlerle aldatma Cercîs: büyük eziyetlerle şehit edilen bir peygamber cereyân: akma, akım cerh: yaralama, çürütme cerhetmek: yaralamak, çürütmek cerîde: gazete cerîha: yara cerr: para alma cerrah: operatör cerrâr: tedirgin edici davranışlarla para koparan cesâmet: irilik cesâret: yüreklilik, korkusuzluk cesed: ceset, cansız vücut cesîm: iri, kocaman cessâs: casusluk eden cesurâne: cesurca, korkusuzca cevâb: cevap, soruya verilen karşılık cevâben: cevap olarak cevâbî: cevapla ilgili cevâd: çok cömert cevâhir: değerli taşlar cevâmî: toplayıcı olan şeyler cevâmid: cansızlar cevâmiülkelîm: zengin mânâlı sözler cevânib: yanlar, taraflar cevârih: organlar cevâsis: casuslar, ajanlar cevaz: izin cevelân: dolaşma cevelangâh: dolaşma yeri cevf: boşluk cevher: öz, kıymetli taş, atom cevherbahâ: mücevher gibi değerli cevhere: tek cevher cevherî: cevherle ilgili cevir: eziyet Cevşen: "zırh" mânâsında Peygamberimizin emsalsiz duası Cevşenülkebîr: Peygamberimize vahiy ile gelen büyük bir dua cevv: atmosfer Cevvâd: sınırsız cömertlik sahibi ALLAH cevvâl: pek hareketli cevvifezâ: uzay cevvihava: atmosfer ceyb: cep ceyş: asker, ordu cezâ: suça karşılık verilen acı cezâen: ceza olarak cezâlet: sözde kelimelerin düzgün dizilişinden doğan güzellik cezb: kendine çekme cezbe: ALLAH sevgisiyle kendinden geçme hâli cezbedarâne: ALLAH sevgisiyle kendinden geçercesine cezbekârâne: cezbeye tutulmuşçasına cezîre: ada, yarımada Cezîretülarâb: Arap Yarımadası cezm: kesin karar cezmiyet: kesin kararlılık cezrî: köklü cibâl: dağlar cibillî: yaradılıştan, mayadan, soydan cibilliyet: yaradılış, maya, soyluluk Cibrîl: Cebrail aleyhisselâm cidâl: uğraşma, savaş cidar: duvar, çeper cidden: gerçekten cîfe: leş cifir: harflere verilen sayılarla mânâlar çıkarma ilmi cifrî: cifirle ilgili ciğerpâre: ciğer parçası, sevgili yavru ciğersûz: ciğer yakan ciğerşikâf: ciğer parçalayan cihad: din uğrunda savaş cihân: dünya, âlem cihânbahâ: cihan değerinde cihândeğer: dünya kıymetinde cihângîr: cihanın büyük bir kısmını elde eden savaşçı cihânkıymet: dünya kadar değerli cihânpesendâne: dünyanın beğeneceği şekilde cihânşümûl: dünya ölçüsünde cihâr: dört cihât: yanlar, yönler cihâz: aygıt, çeyiz cihâzât: aygıtlar cihet: yön, yan cihetiyet: yönlülük, yanlılık cild: deri, ten cilve: görünme, belirme, naz cilveger: cilve eden cimâ: cinsî münasebet cimri: kimseye bir şey vermeyen eli sıkı kimse cin: göz ile görülemeyen ruhani varlıklar cinân: cennetler cinas: birçok mânâya gelebilen söz cinâyet: adam öldürme, ağır suç cinnet: delilik cinnî: cinlerden olan cins: tür, çeşit cinsî: cinsle ilgili cinsiyet: cinslik, tür olma cirm: oylum, yıldız cisim: uzayda yer dolduran varlık cism: cisim cismanî: cisimle ilgili cismaniyet: cisim olma hâli cismen: cisimce cismiyet: cisimlik civan: yakışıklı genç civanmert: yüce gönüllü, mert civâr: yöre, yakın yer cîz: hurma ağacının kökü cizye: müslüman olmayanlardan alınan vergi cûd: cömertlik Cûdi: bir dağ adı cumâ: önemli bir namaz cumhur: topluluk cumhurî: cumhuriyetle ilgili cumhuriyet: devlet başkanı yönetilenler tarafından seçilen yönetim biçimi cumhuriyetperver: cumhuriyeti seven cûş: coşma, kaynama cûşuhurûş: coşup taşma cûyem: ararım cübbe: namazda giyilen bol elbise cüdâ: ayrı, ayrılmış cühelâ: bilgisizler cühûd: bilerek inkâr etme cülûs: tahta çıkma cümle: bütün, hüküm bildiren söz cümûd: cansız, donuk cümûdet: cansızlık, donukluk cümûdiye: buzul cümûdiyet: donukluk, katılık cüneyd: askercik cünûd: askerler cünûdullah: ALLAH ın askerleri cünûn: delilik cünüb: gusletmesi gereken kimse cüret: ataklık, kendini bilmezlik cüretkâr: atak, kendini bilmez cüretkârâne: atakça cürm: suç cürmümeşhud: suçüstü cürüm: suç cüsse: gövde, kalıp, beden, cüz: bölüm, parça cüzî: pek az, ferdi cüziihtiyar: az bir seçme hürriyeti cüziirâde: insanın azıcık iradesi cüziyyât: cüziler cüziyyet: azlık, küçüklük |
Arapça Sözlük |
11-04-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Arapça SözlükD dâ: hastalık daavât: dualar dâbb: kertenkele dâbbe: yürüyen yaratık dâbbetülarz: âhirzaman alâmeti olan bir yaratık dâcin: bir nevi kuş dâd: vergi, ihsan dâdıezel: ALLAH vergisi dâdıhak: Hak vergisi dâfi: defeden, savan dâfia: defetme, savma dâğdağa: gürültü patırtı dâğdâr: yanık, yaralı dağvârî: dağ gibi dâhî: üstün yetenekli dâhil: iç, içeri, içinde dahîl: yabancı, sığıntı dahîlek: sana sığınırım dâhilî: içe ait, içle ilgili dâhiliye: içle ilgili olan, iç işleri dâhiyâne: dahice, gayet zekice dahiye: felâket, büyük belâ dahiye: üstün yetenekli kimse dahl: girme, etki dâî: duacı, çağıran dâil: sapıtmış, azgın dâim: devam eden, süren dâima: devamlı olarak daimî: devamlı, sürekli dâir: ilgili, devreden dâire: saha, alan, geometrik şekil, resmi kurum dâirevârî: daire gibi dâirevî: daire şeklinde dakik: pek ince dakika: pek ince olan, zaman birimi dalâl: sapıklık, haktan ayrılık dalalet: sapkınlık, islâmdan ayrılma, şaşkınlık dalaletâlûd: sapkınlık karışık dalaletpîşe: sapkınlık yolunu tutmuş dalkavuk: menfaati için hoş görünmeye çalışan, yağcılık ve soytarılık eden dâll: delil olan, yol gösteren dall: sapan, sapıtan dalle: sapanlar, sapıtanlar dallîn: sapkınlar dâlliyet: delil olma, yol gösterme dâm: tuzak, hile, tavan damar: kan borusu, yaradılış, huy dâmen: etek damga: işaret, bellik dânâ: bilgili, âlim dâne: tane, tohum dantela: tentene, dantel dâr: yer, ev, yurt darağacı: idam sehpası darb: vurma, çarpma darbe: tek vuruş darbhane: para basılan yer darbımesel: atasözü dâreyn: her iki dünya dârıharb: savaş yeri, düşman ülkesi dâri: acı bir bitki dârib: vuran, döven dârülfünûn: fenler yeri, üniversite dârülharb: savaş yeri, düşman ülkesi Dârülhikmet: Osmanlılar zamanında fetva ile vazifeli ilmi bir kuruluş dârülhizmet: hizmet yeri dârülikab: azap yeri, cehennem dârülislâm: Müslümanların huzur içinde yaşadığı yer Dârüsselâm: kurtuluş ve güven yeri, cennet dâsıtân: destan, meşhur hikâye dâsıtâne: destan gibi olan dâussılâ: vatan hasreti dâva: savunulan düşünce, hak talebi, önemli mesele dâvet: çağrı dâvetname: davet mektubu Dâvûd: büyük bir peygamber Dâvûdvârî: Davut alehisselâm gibi dâye: dadı, çocuk bakıcısı debdebe: gösteriş gürültüsü, görkem debretmek: kımıldatmak deccâl: kıyametten önce ortaya çıkarak yandaşlarıyla birlikte dini yıkmaya çalışan azgın kimse deccâlâne: deccal gibi deccâliyet: din yıkıcı deccalın ilkeleriyle hareket edenlerin oluşturduğu mânevî şahsiyet def: savma, savuşturma defâ: kez, kere defâât: defalar, kereler defâin: defineler defâten: birdenbire defî: bir anda defîne: yere gömülmüş kıymetli eşya defn: gömme defnetmek: gömmek defterdâr: defterci, defter tutan dehâ: üstün zekâ dehâlet: girme, sığınma dehân: ağız dehlîz: dar ve uzun geçit dehr: zaman, devir dehrî: zamanla ilgili, kıyamete inanmayan îmansız felsefeci dehriyye: dünyanın sonsuzluğuna inanan felsefecilerin yolu dehriyyûn: zamanı tanrılaştıran îmansız felsefeciler dehşet: ruhu birden kaplayan korku dehşetengiz: korku verici dejenere: bozulma, soysuzlaşma dek: hile, oyun dekaik: incelikler dekk: ufalanma delâil: deliller, kanıtlar delâlat: delâletler, delil olmalar delâlet: delil olma, yol gösterme delâleten: delil olarak, yol göstererek delîl: yol gösterici, kanıt dellâl: yüksek sesle ilan eden, duyuran delv: kova burcu dem: kan, zaman, konu, kıvam demâ: her zaman demâdem: zaman zaman demagoji: güzel sözlerle halkı kandırma siyaseti dembedem: zaman zaman demdeme: vızıltı, ses demode: modası geçmiş demokrasi: yöneticilerin halk tarafından seçildiği idare şekli demvurmak: söz etmek denâet: alçaklık denî: alçak deniye: alçak olan depresyon: ruhî çöküntü der: "içine, içinde" mânâsında ön ek derâkab: hemen, derhâl derârî: parlak yıldızlar, renkli şeyler derc: içine alma, sokma dercân: canına sokma, içine alma derd: dert, hastalık, üzüntü, dilek, mesele derdmend: derdi olan derecât: dereceler, yukarı katlar derece: gitgide yükselen durumların her biri, kerte derekab: hemen ardından derekât: derekeler, aşağı katlar dereke: gitgide alçalan durumların her biri dergâh: makam, tekke derhâtır: hatırlama derk: anlama, kavrama derketmek: anlamak, kavramak dermân: ilaç, çare, güç dermeyân: ortada, ortaya derpey: ardı sıra Dersaadet: istanbul dershane: ders okunan yer dersiâmm: herkese ders verebilen hoca deruhte: üzerine alma, yüklenme derûn: iç, gönül derûnî: içle ilgili, içten derviş: yaşayışını tarikatının edeplerine uyduran kalender kimse derya: deniz desâis: desiseler, hileler, oyunlar desâtir: düsturlar, ilkeler desîse: hile, oyun dessas: hileci, oyuncu, aldatıcı dessasâne: hileci, aldatıcı gibi dest: el destan: kahramanlık hikâyesi destbedest: el ele deste: demet, tutam destek: dayanak destgâh: tezgâh, işyeri destûr: izin dev: masallarda geçen korkutucu varlık devâ: ilaç devâen: ilaç olsun diye devâhî: büyük belâlar, üstün zekâlılar devâir: daireler, işyerleri devam: sürüp gitme deverân: dönme, dolaşım devir: dönme, dolaşma, aktarma devlet: ülkeyi yönetmek için örgütlenmiş siyasî topluluk devr: devir, dönem, dönme, dolaşma, aktarma devran: felek, talih devre: dönem devriye: dönen, dolaşan deyn: borç Deyyan: herkesin hakkını en iyi bilen ve veren ALLAH Dıhye: bir sahabe dırahşan: parlayan dıyk: darlık dibâce: önsöz, başlangıç didar: göz, görme, görünme dîde: göz dîdebân: gözcü, gözleyen dîk: ince, dar dikkat: duygu ve düşünceyi bir noktada toplama, uyanıklık, incelik dikta: zorbalık diktatör: devleti keyfine göre idare eden "ulu" önder dil: gönül, kalb dilber: gönül alan güzel dilşâd: gönlü hoş olmuş dimağ: beyin dimdik: gaga din: peygamberin bildirdiği biçimde kulluk görevlerini belirleyen ilâhî nizam dinamik: hareketli dinar: eskiden kullanılan bir para dindarâne: dindarca dindaş: aynı dinden olan dinperver: dini seven dinsizdârâne: dinsizce diplomat: ülkenin dış işleriyle uğraşan memur dirâyet: yetenek, beceri, sezgi direktif: yönlendirici emir direm: dirhem dirhem: üç gramlık ağırlık ölçüsü diritnavt: diritnot diritnot: büyük savaş gemisi disiplin: uyulması gereken kuralların tamamı, sıkı düzen divan: şiir kitabı, yüksek idare meclisi, mahkeme, sedir divâne: aklı tam olmayan, kaçık divânece: divane gibi divanhâne: geniş sofa, salon divânıharb: askeri mahkeme diyânet: dindarlık, din işleri diyâneten: dindarlık bakımından diyar: ülke, yer diyet: kan bedeli, can pahası diyk: darlık, sıkışıklık dogma: tartışılmayan kesin fikir dogmatizm: bazı fikirleri her zaman doğru ve değişmez kabul eden felsefe doktrin: bir sistem meydana getiren fikirlerin hepsi, öğreti donanma: kendini donatma, deniz kuvveti, ışıklı şenlik dost: samimi arkadaş dostâne: arkadaşça duâ: ALLAH a yalvarma, yakarış, isteme, dileme dûçar: tutulmuş, yakalanmış duhâ: kuşluk vakti duhan: duman duhûl: girme dumûr: körelme, kuruma dûn: aşağı dûnhimmet: gayreti az dûr: uzak dûrendiş: ilerisi için kaygılanan dûrendişâne: ilerisi için kaygılanırcasına durûbuemsâl: atasözleri dûş: omuz dûşâb: pekmez dü: iki düello: şahitler önünde iki kişinin silahlı çarpışması dühât: dahiler, üstün zekalılar dükkân: öteberi satış yeri Düldül: Peygamberimizin Hazreti Aliye hediye ettiği binek hayvanı dülger: marangoz dümdâr: ordunun arkasında giden gurup dünyâ: içinde yaşadığımız âlem dünyâdâr: dünyalı dünyâperest: taparcasına dünyaya yönelen dünyevî: dünya ile ilgili, dünyalı dürbîn: dürbün dürer: inciler dürr: inci Dürriyetim: Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm dürûs: dersler dürüst: doğru, düzgün düstûr: ilke, kural düşâb: pekmez düşeş: iki altılık düşvâr: zor, güç düvel: devletler düyûn: borçlar |
Arapça Sözlük |
11-04-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Arapça SözlükE eâmm: pek umumi, en genel eâzım: büyükler eb: baba ebâbil: bir kuş türü ebâd: boyutlar, uzaklıklar ebâtıl: boş inanışlar ebced: Arap harflerinin diziliş sırası, bu harflerin rakam olarak değerlerinden yola çıkılarak yapılan hesap ebcedî: ebcedle ilgili ebdâ: en güzel, en bedi ebed: sonsuz gelecek zaman ebeden: sonsuza dek ebedî: sonsuzla ilgili ebediyet: sonsuzluk ebediyyen: sonsuza kadar ebedperest: sonsuzluğu sevip arzulayan ebedülâbâd: sonsuzlar sonsuzu ebeveyn: ana ile baba ebkem: dilsiz eblağ: yerinde adamına göre güzel söz söylemenin en üstünü ebleh: alık, budala eblehâne: alıkça, budalaca ebnâ: oğullar ebnâyıcins: aynı türden olanlar ebrâr: hayırlılar, iyiler Ebrehe: Kâbeyi yıkmak isteyen kumandan ebrû: kaş, dalga dalga kırmızı yanak, bir süsleme sanatı ebsâr: gözler ebter: güdük, kesik ebû: baba, ata ebulâşey: hiçbir şeyi olmayan ebvâb: kapılar, bölümler ebyât: beyitler ebyâz: en beyaz, parlak ecânib: yabancılar ecdâd: atalar, dedeler ecel: ömrün sonu, vade ecell: en büyük echel: en cahil echeliyet: aşırı bilgisizlik ecinnî: tek cin ecir: ücret, karşılık ecîr: ücretle çalışan ecirnâ: bizi koru ecirnî: beni koru eclâ: en parlak ecliyet: sebeplik ecmâ: en toplu ecmâin: hepsi, cümlesi ecmel: en güzel ecnâs: cinsler, türler ecnebî: yabancı ecr: ücret, karşılık ecrâm: cansız varlıklar ecsâd: cesetler ecsâm: cisimler ecvibe: cevaplar eczâ: cüzler, parçalar, kimyevi madde eczâhâne: ilaç yapılıp satılan işyeri edâ: yapma, ödeme, davranış, anlatım yolu edat: "hem, için" gibi kendi başına mânâsı olmayan yardımcı kelime eddâî: belli bir duacı, duacınız edeb: terbiye, güzel ahlak, haya edebî: edeple ilgili, güzel söz ve yazı edebiyat: güzel ve etkili biçimde konuşma ve yazma sanatı edebiyyûn: edebiyatçılar edevât: âletler edîb: edebiyatçı, edepli, terbiyeli edîbâne: edebiyatçı gibi, edeplice, terbiyelice edille: deliller, kanıtlar ednâ: pek aşağı edvâr: devirler, dönemler edviye: devalar, ilaçlar edyân: dinler efâdıl: üstün nitelikli kimseler efâl: fiiller, işler efdal: daha üstün efendi: sahip, saygın, terbiyeli efgan: figanlar, inlemeler efhâm: anlamalar, en iyi anlayan efkâr: fikirler efkârıâmme: umumun fikirleri, halkın düşünceleri eflâk: gökler Eflâtun: eski bir filozof efrâd: bireyler, insan tekleri efsah: daha düzgün anlatım efsâne: uydurulmuş hikâye, mitoloji efsûn: sihir, büyü efşan: "saçan" mânâsında son ek efzâ: "artıran" mânâsında son ek efzûn: fazla, çok ego: ben, ene eğerçi: gerçi eğlenceperest: eğlenceye pek düşkün Ehad: "bir, tek, benzersiz" olan ALLAH ehâdîs: Peygamberimizin sözleri ehadiyet: ALLAH ın her bir eserindeki birlik tecellisi ehaff: pek hafif ehak: en hak, daha gerçek ehass: en has ehbâr: âlimler ehemm: en önemli ehemmiyet: önem ehemmiyetkârâne: önem verircesine ehevât: kardeşler ehibbâ: ahbaplar, sevilenler ehil: dost, sahip, usta ehlen-sehlen: hoş geldiniz ehlî: alışık olan, evcil Ehlibeyt: Peygamberimizin neslinden olan ehlibidâ: dine aykırı olanı dine sokanlar ehlidalalet: islâmdan sapanlar, sapkınlar ehlidünyâ: dünya adamı, âhireti düşünmeyen ehlifelsefe: felsefeciler, felsefeye önem veren kimseler ehlifen: fen ilimleriyle uğraşanlar ehligaflet: gaflette olanlar, kul olduğunu hatırlamadan yaşayanlar ehlihak: hak yolda olan ehlihakîkat: hakikatı bulan kimseler ehlihâl: inandıkları mânâları hâlleriyle yaşayanlar ehlihidâyet: îman yoluna erenler, müminler ehliîman: îmanlılar ehliinsaf: insaflılar ehliislâm: müslümanlar ehlikalb: kalben ileri gidenler ehlikeşif: perdeli olanı bilen velî ehlikitab: ilâhî kitaplardan birine inanan ehlikubûr: kabirdeki ölüler ehliküfür: kâfirler ehlinecat: kurtulanlar ehlisefâhet: günahlara dalanlar ehlisuffa: Peygamberimizin mescidinde kalan sahabeler ehlisünnet: Peygamberimizin hak yolunda yürüyenler ehlişirk: ALLAH a ortak koşanlar ehlitakva: ALLAH tan korkup günahtan sakınan kimseler ehlitarik: tarikat adamı ehlitarikat: tarikata bağlı olan ehlitevhid: ALLAH ın birliğine inananlar ehlivelâyet: velîler, erenler, kalbi nurlanmış müminler ehlivukuf: iyi bilenler, bilirkişiler ehliyyet: yeterlik, ustalık, yetki ehlullah: ALLAH adamı, evliya, ermiş ehram: firavun mezarı Ehriman: ateşe tapanların kötülük tanrısı ehülacâib: acayip şeylerin kardeşi ehva: nefis arzuları, boş istekler ehvâl: korkular ehven: en zararsız, pek ucuz ehvenüşşerreyn: iki şerden daha az zararlı olanı ehya: ucuzluk, bolluk eimme: imamlar, öncüler ejder: büyük yılan ejderha: iri yılan ekâbir: büyükler ekall: en az ekalliyet: azlık, azınlık ekânim: asıllar, rükünler ekber: en büyük ekdâr: kederler, üzüntüler ekl: yeme ekmel: en mükemmel ekol: bir fikir üzerine kurulu okul, meslek Ekrad: Kürtler ekrem: daha kerim, en iyi ekser: daha çok ekserî: çoğunlukla ekseriya: ekseriyetle, çoğunlukla ekseriyet: çoğunluk ekseriyetle: çoğunlukla ekva: daha kuvvetli ekvan: yaratılanlar ekvanî: yaratılanlarla ilgili ekvator: dünyayı ikiye ayıran hayâlî çizgi el-amân: aman diliyorum! elân: şimdi, hâlâ elâstik: esnek elbette: kesinlikle elcevab: cevabı şu elem: acı eleman: bir bütünün parçaları elemkârâne: acılı bir biçimde elemnâk: acı verici, acılı elf: bin sayısı elfâtiha: Fatiha sûresi elfaz: lafızlar, sözler elhak: hakikaten, doğrusu elhamdülillâh: ALLAH a hamdolsun elhannas: sinsice aldatan şeytan elhâsıl: kısacası, özetle elhubbulillâh: sevgi ALLAH içindir elhükmülilekser: hüküm eksere göre verilir elîf: alışan, alışkın elîm: acı veren, acılı elîmâne: acılı biçimde elîme: acılı hâl elîyâzübillâh: ALLAH a sığınırız elkab: lâkaplar elmas: değerli bir taş elsine: lisanlar, diller eltâf: lütuflar, en latîf, en hoş elvah: levhalar, tablolar elvan: renkler elvanıseba: yedi renk elvedâ: şu ayrılık! elyak: daha lâyık elyevm: bugün elzem: daha gerekli elzemiyet: daha gereklilik emam: ön taraf eman: güven, güvenlik emânât: emanetler emânet: sonra alınmak üzere verilen şey emâneten: emanet olarak emâni: güvenlik emârât: emareler, belirtiler emâre: iz, belirti, bellik emâret: beylik emel: ümit, arzu Emevîler: bir islâm devleti emîn: güvenilir emîr: bey, başkan emirber: emir dinleyen emirnâme: emir yazısı emlâk: taşınmaz mallar emmâbâdü: bundan sonra emmâre: emreden, zorlayan emn: eminlik, güvenlik emniyet: güven, güvenlik emperyalizm: bir ülkenin sınırlarını genişletme politikası emr: emir, buyruk emrâz: marazlar, hastalıklar emsâl: misaller, eşler, benzerler emsile: misaller, örnekler emşac: nutfe, dağınık emtar: yağmurlar emvâc: dalgalar emvâl: mallar emvât: ölüler emzice: mizaçlar, huylar enam: yaratıklar, varlıklar enâniyet: benlik, gurur enbiyâ: nebîler, peygamberler encam: son encümen: meclis, komisyon endad: benzerler, misiller endâm: beden, boy endaz: "atan, atıcı" mânâsında son ek ender: içinde ender: pek az bulunan endîşe: kaygı Endülüs: bir islâm devleti ene: ben, benlik enerji: güç enfâ: daha faydalı enfâs: nefesler enfes: pek nefis, çok hoş enfûs: nefisler, ruhlar enfüsî: nefisle ilgili, insanlarının kendi iç âlemlerine ait engiz: "koparan, veren" mânâsında son ek engizisyon: kiliselerin işkenceci mahkemeleri enhâr: nehirler, ırmaklar enîn: inilti enîndâr: inleyen enîs: dost, arkadaş enkaz: yıkıntı enmûzec: nümune, örnek, model ensâb: soylar, nesepler ensac: dokumalar ensâf: yarımlar ensâl: nesiller, kuşaklar ensâr: yardımcılar, Medineli sahabeler enseb: en uygun ente: sen entrika: hile, düzen envâ: neviler, türler envâen: türler olarak envâr: nurlar enver: pek nurlu enzâr: nazarlar, bakışlar erâcif: uydurma sözler erakk: pek ince erbaa: dört erbâb: sahipler, becerikliler, terbiyeciler erbâin: kırk erbâiyyet: dört olmak Ercûze: Hazreti Alinin meşhur bir kasidesi erhâm: döl yatakları, rahimler erham: en merhametli Erhamürrahimîn: merhamet edenlerin en merhametlisi olan ALLAH erîke: koltuk, taht erkân: esaslar, rükünler ervâh: ruhlar, canlar erzâil: reziller, alçaklar erzâk: rızıklar, yiyecekler erzan: pek ucuz erzâl: reziller erzel: daha rezil esâbi: parmaklar esâd: daha mutlu esâdekümullah: ALLAH saadet versin esahh: daha doğru esâlib: üslûplar, tarzlar esamî: isimler esâret: esirlik, tutsaklık esas: temel, kök esasât: temeller, esaslar esâtir: uydurulmuş hikâyeler, mitoloji esbâb: sebepler, vasıtalar, vesileler, araçlar esbâbperest: sebepleri yaratıcı sanan esbak: daha önceki esbât: torunlar esdâf: sadefler, inci kabukları esdikâ: sadıklar esed: aslan Esedullah: ALLAH ın aslanı esef: tasa, üzüntü, gam esefâ: yazık! eser: yapı, iz, kitap esfel: en aşağı esfelisâfilîn: aşağıların en aşağısı eshâb: sahipler esham: hisseler, paylar eshel: daha kolay esîle: sorular, sualler esîr: alemi kaplayan incecik madde esir: savaşta teslim alınan kimse Eski Said: Bediüzaman Hazretlerinin hayatında birinci dönem ismi eslâf: selefler, öncekiler eslâh: en iyi, en sâlih eslem: en sağlam, en emin esliha: silahlar esmâ: isimler esmaî: isimlerle ilgili Esmaülhüsnâ: ALLAH ın güzel isimleri esmar: meyveler esmer: rengi karaya çalan esnâ: ara, vakit, sıra esnâf: sınıflar, alım satımcı esnam: sanemler, putlar esrâ: pek çabuk esrâr: sırlar, gizli mânâlar esrârengiz: gizli ve sırlı olan esrarkeş: esrar çeken essebebükelfâil: sebep olan yapan gibidir estağfirullah: ALLAH kusurumu affetsin ester: katır esvâb: giyecekler esvât: sesler esved: siyah, kara eşâr: şiirler Eşârî: itikadî bir hak mezhep kuran âlimin namı eşbah: benzeyenler eşcâ: daha yiğit eşcâr: ağaçlar eşedd: pek şiddetli eşeff: en saydam eşekk: pek şüpheci eşfa: en çok şefaat eden eşfâ: pek şifalı eşfak: çok şefkatli eşgal: işler, meşguliyetler eşhas: şahıslar, kişiler eşhûr: aylar eşirrâ: şerliler, kötüler Eşîya: bir peygamber eşk: gözyaşı eşkâl: şekiller eşkıyâ: yol kesenler eşmel: çok kaplayıcı eşnê: en kötü eşrâf: şerefliler, ileri gelenler eşrâr: şerliler, kötüler eşrât: şartlar, belirtiler eşrâtısaat: kıyamet alâmetleri eşref: en şerefli eşrefimahlûkât: yaratılanların en şereflisi eşşehîr: meşhur, ünlü, tanınmış eşşükrülillah: şükür ALLAH adır eşvâk: şevkler, aşırı istekler eşya: nesneler, şeyler etbâ: tâbî olanlar, bağlılar etemm: en tam, noksansız etfâl: tıfıllar, çocuklar etıbbâ: tabipler, doktorlar etîme: yemekler etka: günah işlemekten çok çekinen etkıyâ: çok takvalılar etrâf: yanlar, taraflar Etrâk: Türkler etvâr: tavırlar, davranışlar evâhir: âhirler, sonlar evâil: başlangıçlar evâmir: emirler evânî: kaplar evâsıt: vasatlar, orta hâlli olanlar evc: doruk, yüce evfak: en uygun evhâm: vehimler, kuruntular evkaf: vakıflar evkat: vakitler evkemâkal: söylendiği gibi evlâ: daha iyi evlâd: veledler, çocuklar evleviyet: öncelik evliyâ: kalbi nurlu müminler, erenler, velîler evliyâullah: ALLAH ın velîleri, sevgili kulları evrâd: devamlı okunan dualar, zikirler evrak: yapraklar, kağıtlar, belgeler evride: toplardamar evsâf: vasıflar, özellikler evsat: orta, orta hâl evtâd: direkler, kazıklar evtâr: tek, eşsiz evvâbin: tevbe edip günahtan dönenler Evvel: herşeyden önce var olan ve yaratıkların önceki hâllerine de hükmeden ALLAH evvel: ilk, önce, birinci evvelâ: birincisi, önce evvelbaba: ilk baba, her türün bir anda yaratılan ilk ferdi evvelen: ilk olarak evvelîn: öncekiler evzâh: daha açık ey: hitap sözü eyâdi: eller eyne: nereye, nerede? eynelmefer: nereye kaçmalı? eynesserâminessüreyya: yer nerede, Süreyya nerede? eytam: yetimler, babaları ölmüş çocuklar eyvALLAH : peki, öyle olsun eyvan: köşk, saray eyyâm: günler Eyyûb: hastalığına sabretmesiyle meşhur bir peygamber eyyü: "ya, ey" mânâsında hitap edatı eyyühelmünâfık: ey münafık, ey mümin görünen kâfir! eyzan: önceki gibi ez: "den, dan" mânâsında ön ek ezâ: üzme, incitme ezahir: çiçekler ezan: namaza davet için edilen nida ezber: zihinde tutma ezcümle: meselâ, bunun gibi ezdâd: zıtlar ezel: başlangıcı olmama, öncesizlik ezelî: başlangıcı olmayan ezeliyet: varlığının başlangıcı olmama ezhân: zihinler ezhâr: çiçekler Ezher: Mısırda bulunan büyük bir üniversite ezher: pek parlak eziyet: büyük sıkıntı, incinme ezkâr: zikirler, ALLAH ı anmalar ezkaza: kaza olarak ezkiyâ: temiz ve iyi insanlar ezkiya: zekiler ezlem: en zâlim ezman: zamanlar ezmine: zamanlar ezost: ondan ezvâc: eşler ezvâcıtâhirât: Peygamberimizin iffetli hanımları ezvak: zevkler ezyâl: zeyiller, ekler |
Arapça Sözlük |
11-04-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Arapça SözlükH hâb: uyku habâis: pislikler, kötülükler habâset: pislik, pislik, kötülük habb: tohum, dane habbe: tohum, dane habbecik: tohumcuk haber: yeni duyulan bilgi haberdâr: haberli Habeş: Afrikada bir ülke Habeşî: Habeşli habîb: sevgili, sevilen habîbiyet: sevgililik Habîbullah: ALLAH ın sevgili kulu Habîr: her şeyden haberi olan ALLAH habîr: haberli habîs: pis, kötü habîsât: pisler, kötüler hablullah: ALLAH ın ipi hablülmetîn: sağlam ip hablülverîd: şahdamarı habr: âlim, bilgili habrülümmet: ümmetin âlimi habt: şiddetli vurma, battal etme, unutma hacâlet: utanma hacâletâver: utandırıcı hacamat: kan aldırma hâcât: ihtiyaçlar hacc: Kâbeyi ziyaret ibadeti hâce: hoca hâcegân: Nakşîlerin bir ünvanı hacel: utanma hacer: taş, kaya Hacerülesved: Kâbede bulunan ünlü kara taş hâcet: ihtiyaç, lüzum hacil: utanmış hacim: oylum, bir cismin uzayda doldurduğu boşluk hacz: engelleme, el koyma, ayırma hâç: Hıristiyanların sembolü olan şekil Haço: Ermeni isimlerinden biri had: bir nevi ceza hadâret: gençlik, tazelik hadd: sınır, çizgi haddibülûğ: ergenlik sınırı haddizât: aslı, kendisi hadeka: gözbebeği hademât: hademeler hademe: hizmetçi hades: yeni, sonradan, abdest bozan bir hâl Hâdî: hidayet veren ALLAH hâdî: hidayete ermiş, mürşit hadîd: demir hadika: bahçe hâdim: hizmet eden hâdim: yıkan, mahveden hâdimüllezzât: lezzetleri bozan hadîs: Peygamberimizin sözü hâdis: sonradan var olan hâdisât: olaylar hâdise: olay hadîsibilmânâ: anlam bakımından doğru hadîs hadîsikudsî: mânâsı ilâhî sözü peygamberî olan hadîs hadîsişerîf: Peygamberimizin şerefli sözü hadra: yeşillik, yeşil hadravat: yeşillikler hads: birdenbire sezilen bilgi hadsen: birdenbire sezmekle hadsî: birdenbire sezilen hadsiz: sınırsız hafâ: gizlilik hafakan: yürek oynaması, sıkıntı hafâyâ: sırlar hafaza: koruyucu haffâr: kazıcı hâfız: Kurânı ezberlemiş kimse hâfıza: ezberleme yeteneği hafî: gizli, saklı hafîd: torun, oğul hafiye: biri hakkında gizlice bilgi toplayan kimse Hafîz: her şeyi koruyan ve saklayan ALLAH hafîz: koruyan hafîzâne: hafîzce hafîziyet: hafîzlik, koruyuculuk hafriyât: kazılar hambaşı: Musevîlerin dinî lideri hâhem: isterim hâhiş: fazla arzu hâhişger: arzulayan hâib: nasipsiz, ümitsiz, utanan hâif: korkan, korkak hâil: perde hâin: emanete hıyanet eden hâinâne: haince hâiz: sahip, içine alan hâize: sahip olan hak: adalet, pay, doğruluk, emek, ücret, doğru hâk: toprak hakâik: hakikatlar, gerçekler hakâikâşinâ: hakikatlere alışık hakâiknümâ: hakikatları gösteren hakaret: küçüklük, küçük görme hakaretâmiz: hakaretle karışık hakaretkârâne: hakaret edercesine hakbîn: hakkı gören Hakem: haklı ile haksızı ayıran ALLAH hakendiş: hak için kaygılanan hakeza: bunun gibi hâkî: toprakla ilgili hakîkat: öz, asıl, gerçek hakîkatbîn: hakikatı gören hakîkatfeşân: hakikat saçan hakîkatmedâr: hakikatın kaynağı hakîkatperest: hakikata pek düşkün hakîkatperestâne: hakikata düşküncesine hakîkatşiken: hakikatı kıran hakîkatdâr: hakikatlı hakîkî: gerçek, asıl, öz Hakîm: her fiilinde hikmet ve gayeleri gözeten ALLAH Hâkim: "hüküm veren, hak ve adalet üzere hükmeden, başkasını müdahale ettirmeden idare eden" mânâsında ilâhî isim hakîmâne: hikmetlice hâkimâne: hükmedercesine hakîmiyet: hakîmlik hâkimiyet: hâkimlik hakîr: aşağı, küçük, önemsiz Hakk: ALLAH hakk: doğru, gerçek, pay, adalet, din hâkk: kazma, oyma hakkalyakîn: kendisi yaşamışcasına en yüksek seviyede bilme hakkan: gerçekten, doğrusu hakkaniyet: gerçeklik ve doğruluk haknümâ: hakkı gösteren hakperest: hakka pek düşkün hakperestâne: hakka pek düşkün biri gibi hakşinas: hakkı tanıyan hâl: durum, görünüş, nitelik, şimdi, tâkat hal: yapıp bitirme, indirme hâlâ: şimdi, henüz halâs: kurtuluş halâskâr: kurtarıcı hâlât: hâller halâvet: tatlılık, şirinlik halâyık: hizmetçi hâle: ay çevresinde görülen parlak daire, ayla halecân: kalbin çarpıntısı hâledâr: hâleli halef: birinin yerine geçen halel: bozukluk, zarar haleldâr: bozulmuş, zarar görmüş hâlen: durumca, şimdi de hâlet: hâl, durum hâletinezi: can çekişme half: arka Hâlık: yaratıcı Hâlıkıyet: yaratıcılık hâlî: boş, tenha hâlî: hâlle ilgili halîc: liman, koy haliçe: küçük halı hâlid: sonsuz hâlif: yeminli, sözleşen halîfe: öncekinin yerine geçen, Peygamberimizin vekili hâlihâzır: şimdiki durum hâlik: helâk olan, yıkılan, bozulan, silinen halîl: samimi dost halîliye: dostane münasebet ve samimi kardeşlik Halîlullah: "ALLAH ın dostu" mânâsında ibrahim aleyhisselâmın namı halîm: yumuşak huylu, kızmayan halîme: yumuşak huylu kadın, Peygamberimizin süt annesi hâlis: saf, duru, katışıksız hâlisâne: halisçe hâlisen: halis olarak hâlisiyet: halislik, saflık, duruluk halita: karışık olan, karma hâliyet: hâl oluş halk: insan topluluğu halk: yaratma halka: daire, çember halkışer: kötüyü yaratma hallâc: pamuğu didik didik eden Hallâk: yaratan hallâkiyet: yaratıcılık hallisnâ: bizi kurtar hallüakd: çözme ve düğümleme hallüfasl: çözme ve ayırma hallüsinasyon: olmayanı varmış gibi hissetme halt: karıştırma, hata halûk: iyi huylu halvet: tenha yerde yalnız kalmak halvethâne: yalnız kalınan yer Halvetî: gizliliğe önem veren bir tarikatın mensubu hamâkat: ahmaklık, bönlük Hâmân: Firavunun veziri hamâset: kahramanlık hamd: medih ve şükür hamdele: Elhamdülillah sözü hamdüsenâ: medih, şükür ve övgü hâme: kalem hamele: taşıyanlar, yüklenenler hâmızıkarbon: karbondioksit hâmî: himaye edici, koruyucu hâmîd: hamdeden hâmie: çamurlu, dumanlı hâmil: yüklenen hâmile: yüklü, gebe hâmisen: beşinci olarak hamiyet: din ve millet gibi önemli değerleri koruma ve bunlara hizmet etme duygusu hamiyetfurûş: hamiyetlilik taslayan hamiyetkâr: hamiyetli hamiyetperver: hamiyetsever haml: yük, yüklenme, yükleme hamle: yüklenme, saldırma hamletme: yükleme hamr: şarap hamrâ: kırmızı hamse: beş hamûle: yük hamûş: susmuş han: eski zaman oteli hân: hükümdar han: "okuyan" mânâsında son ek hân: sofra Hanbelî: bir mezhep, bu mezhepten olan kimse hançere: gırtlak handân: gülen hande: gülüş hâne: ev hânedân: asil ve köklü aile Hanefî: bir mezhep, bu mezhepten olan kimse hânende: şarkıcı hangâh: tekke hanîf: islâmdan önce eski dinlerin kalıntılarıyla kulluk eden kimse hanîn: arzudan gelen inleme, sızlanma hanîs: yemini bozan hankâh: tekke Hannân: "çok acıyan, pek acıyıcı" mânâsında ilâhî isim hannâs: şeytan hanumân: ev, ocak hanzale: meyvesi acı bir bitki haps: hapis har: diken harâb: harap, yıkık harâbe: yıkıntı harâbegâh: yıkıntı yeri harâbezâr: yıkılmış yer harâbiyet: haraplık harac: müslüman olmayanlardan alınan vergi harâm: dince yasak edilmiş şey harâmî: haydut, yolkesen harâmiyet: haramlık, yasaklık harârât: hararetler, sıcaklıklar harâret: sıcaklık, ısı harb: savaş harbî: düşman harbiye: harble ilgili, askeri okul harc: gider, vergi hardal: tohumları küçük bir bitki hardale: hardal tanesi harec: zorluk, sıkıntı harekât: hareketler hareke: Kurân harflerinin okunuşunu belirleyen işaretler hareket: kımıldanma, davranma harem: herkesin giremeyeceği yer, aile, eş Haremeyn: Mekke ve Medine Haremişerîf: kâfirlerin giremeyeceği Kâbe ve civarı harf: alfabenin kendi başına bir mânâsı olmayan her işareti harfiye: harf gibi olan şeyler hârık: yakıcı, yakan hâric: dış, dışarı, dışarıdan haricen: dışarıdan Haricî: Haricîler denilen asiler hareketine mensub kimse haricî: dışa ait, dış ile ilgili Haricîler: islâm tarihindeki asi ve sapık topluluklardan biri hariciye: dışişleri hârika: normalin üstünde olup hayret uyandıran şey hârikanümâ: harika gösteren hârikapîşe: harika eserler yapan harikıyet: harikalık hârikulâde: olağanüstü harîm: herkesin girmesi yasak yer, harem Harîrî: Makamât adlı eseri yazan ünlü edibin ünvanı hâris: ekici hâris: hırslı, açgözlü harîs: aşırı hırslı harita: bir yerin coğrafî durumunu bildiren çizgiler hark: yakma hârre: çok sıcak hars: sürme, koruma, ekme, kazanma Hârûn: Musa aleyhisselâmın kardeşi olan peygamber Hârût: sihir belleten iki melekten birinin ismi hâs: özel hasâd: hasat, ürün kaldırma hasâil: hasletler, huylar, nitelikler hasâis: hasseler, nitelikler Hasan: Peygamber Efendimizin büyük torunu hasârât: zararlar hasâret: zarar, ziyan hasâset: yoksulluk, düşkünlük hasb: göre, dolayı, için, cihetiyle hasbelbeşeriyye: insanlık dolayısıyla hasbelkader: kaderden dolayı hasbetenlillah: ALLAH için hasbî: karşılık beklemeyen hasbihâl: görüşüp konuşma hasbiye: "hasbünALLAH ü ve nîmel vekil" sözü hasbünâ: bize yeter haseb: dolayı, sebebi, gereği hased: haset, kıskançlık hasen: güzel, güzellik hasenât: güzel şeyler hasene: güzel şey, sevap hasf: ay tutulması hâsıl: ortaya çıkan, ürün hâsılât: ürün, gelir hâsılıbilmasdar: masdarla oluşan fiilin uygulanmasından çıkan sonuç hasım: düşman, muhalif hâsid: haset eden, kıskanan hasîn: sağlam hasîr: hasret çeken hasîr: zarara uğrayan hasîs: basit, ufak, kötü hâsiyet: özellik, özel fayda haslet: huy, nitelik hasm: düşman, muhalif hasmâne: düşmanca hasnâ: güzel kadın hasr: yalnız biri için ayırma hasret: özleyiş hâss: özel hassa: özellik, duygu hassâs: duyarlı hassâse: duyma melekesi hassâsiyet: duyarlılık hâssaten: özellikle hasse: duyu, duygu hasûd: kıskanan hasûdâne: kıskanırcasına hâşâ: asla haşerât: böcekler haşere: böcek haşhaş: bir bitki türü hâşî: huşûlu Hâşimî: Peygamberimizin sülâlesinden haşîn: kırıcı, katı haşir: ölümden sonra dirilip toplanma hâşir: toplayan, haşreden hâşiye: sayfanın altındaki açıklama yazısı haşmet: büyüklük, ihtişam, görkem haşmetkârâne: haşmetlice haşmetnümâ: haşmet gösteren haşr: ölümden sonra dirilip toplanma haşruneşr: dirilip toplanma ve yayılma haşv: fazladan söz, haşiv haşyet: sevgiyle karışık korku hat: yazı, çizgi, sınır hatâ: yanlış, yanlışlık hatab: odun hatâender: hata içinde hatâkâr: hatalı hatâkârâne: hata edercesine hatar: tehlike, uçurum hatâyâ: hatalar Hâtem: cömertliğiyle tanınan bir zengin hatem: mühür, son hatemiyet: hatemlik Hâtemülenbiyâ: nebilerin sonuncusu olan Peygamberimiz hatf: göz kamaştırma hâtıf: göz kamaştıran hâtır: akıl, zihin, hâl, gönül, değer hâtırâ: anı, akılda kalan hâtırât: hatıralar hatiâ: hata, yanlış hatiat: hatalar, yanlışlar hatîb: konuşmacı, hatip hâtif: sesi işitilen görünmez varlık hâtime: son, son söz hatip: konuşan, hitap eden hatm: bitirme hatme: baştan sona okuyup bitirme hatt: sınır, çizgi, yazı, yol hattâ: bile, hem, üstelik hattab: oduncu hattat: güzel yazı yazan kimse hatve: adım, bölüm havâdis: hâdiseler, olaylar, haber havaî: hava ile ilgili havâic: ihtiyaçlar havâle: işin görülmesini başka birine bırakma havâlî: yöre, taraf havârık: harikalar havârî: isa aleyhisselâmın yardımcısı Havâric: sapık bir anlayışın sahibi olan Haricîler havîriyyûn: havariler havas: seçkinler havâss: duyular, duygular havâtıf: göz kamaştıran şeyler havâtır: hatıralar havâtim: mühürler, sonlar havf: korku havah: ALLAH korkusu hâvî: kapsayan hâviye: cehennem havl: kuvvet, korku havsala: kavrama kabiliyeti havz: havuz havza: sınırlı bölge hayâ: utanma hissi hayâl: insanın kafasında tasarladığı şey hayâlâlûd: hayâlle karışık hayâlât: hayâller hayâlen: hayâl olarak hayâlet: gerçek olmayan görüntü hayâlî: hayâl ürünü olan hayâliyyûn: hayâl edilen şeyleri gerçek kabul edenler hayâlperest: hayâl peşinde koşan hayat: dirilik, canlılık hayatâlûd: hayatla karışık hayatdâr: hayatlı hayatfeşân: hayat saçan hayatî: hayatla ilgili, önemli hayatiyet: canlılık hayatkârâne: hayatlı bir şekilde hayatperest: yaşamaya pek düşkün olan hayatperverâne: hayatı severcesine haybet: elde edememe, mahrumluk haydar: cesur, yiğit, Hazreti Ali haydût: yol kesici hayfâ: yazık! hayhay: baş üstüne hayırhâh: iyilikçi hayız: kadınlarda her ayın belirli günlerinde kanama ile kendini gösteren özel bir hâl, âdet hâli, hayz haylaz: yaramaz, aylak hayli: oldukça haylûlet: araya girip perde olma, kapama hayme: çadır haymenişîn: çadırda oturan hayr: iyilik hayrân: çok beğenmiş, şaşıp kalmış hayrât: hayırlar, iyilikler hayret: şaşma hayretâlûd: hayretle karışık hayretbahşâ: hayret veren hayretefzâ: hayret artıran hayretengiz: hayret veren hayretfezâ: hayret artıran hayretkâr: hayretli hayretkârâne: hayret edercesine hayretnümâ: hayret içinde bırakan hayretnümûn: hayret veren, şaşırtan hayriyet: hayırlılık, iyilik hayrülhalef: bırakılan yeri dolduran hayırlı kimse haysebeyse: kararsızlık, karışıklık, darlık haysiyet: değer, saygınlık haysiyetiyle: bakımından haysülâyeşûr: hissedilmeksizin hayt: ip, bağ hayvân: hayatlı, canlı, diri hayvânât: hayvanlar, canlılar hayvânî: hayvanla ilgili hayvâniyet: hayvanlık Hayy: ezelden beri hayat sahibi olan ALLAH hayy: diri, canlı hayye: gel, haydi! hayyealelfelâh: tam bir kurtuluşa gelin! hayyiz: yer, yön, hacim hayz: hayız hâzâ: bu, şu, o hazâin: hazineler hazâkat: ustalık, uzmanlık hâzâminfadlırabbî: bu RABBİMin fazlındandır hazân: sonbahar, güz hazar: barış zamanı hazer: çekinme hazerat: büyükler hazf: çıkarma, silme hâzık: işini iyi bilen, uzman hâzım: sindirici hâzır: hazırda, huzurda olan hâzırâne: orada gibi hâzırûn: orada olanlar hazîn: hüzünlü, üzüntü verici hazînâne: hüzünlü bir hâlde hazîne: altın, para ve mücevher gibi kıymetli şeylerin saklandığı yer hazînedâr: hazine görevlisi hazm: düşünceli hareket, sabır, sindirme hazmınefs: kendi adına sabretme, içine sindirme hazravât: yeşillikler hazret: saygı ifadesi hazz: haz, hoşlanma hebâ: boşa gitme hebâenmensûrâ: boşuboşuna Hebenneka: ahmaklığı ile tanınmış bir adam hecâ: ses artıran harfler, harflerin dizilişi hecâî: heca ile ilgili heccâv: hicveden, yeren hedâyâ: hediyeler hedef: gaye, nişan tahtası heder: boşa gitme hediye: armağan hedm: yıkmak hegemonya: üstünlük ve baskı hekîm: doktor, hikmet sahibi helâk: mahvolma, yıkılma helâket: helâk olma, yıkılma helâl: dinin izin verdiği şey helezon: gittikçe daralan iç içe daireler helminmezîd: daha yok mu? helümmecerrâ: çek beri getir, var kıyas eyle! hem: aynı, birlikte hemcins: aynı cinsten hemdest: el ele, birlikte hemec: at sineği hemeezost: hepsi ondandır hemeost: hepsi odur hemheme: rüzgârın tesiriyle çıkan yaprak sesi hemşehri: aynı şehirden hemşîre: kız kardeş, bacı hemtâ: eş, benzer hemze: elif harfi hendek: kazılan uzun ve derin çukur hendese: geometri, mühendislik hendesevârî: geometrik hendesî: geometri ile ilgili hengâm: an, sıra, zaman hengâme: gürültü patırtı henîenleküm: afiyet olsun, helâl olsun, tebrik ederim hercâî: yanar döner, gelgeç hercümerc: karmakarışık herçibâdâbâd: her ne olursa olsun herdem: her zaman herîf: âdi adam Herkül: kuvvetiyle meşhur bir Yunanlı herze: boş söz herzegû: saçmasapan konuşan herzekârâne: saçmasapan konuşarak hesâbât: hesaplar hevâ: nefsin istekleri, kötü arzular, hava hevâî: uçarı, nefsine düşkün, sorumsuz hevâiye: hava gibi olan lâtif şeyler hevâmm: böcekler hevâperest: yasak arzuları peşinde koşan hevâperestâne: yasak arzuların peşinde koşarcasına hevâtif: seslenen görünmez cinler heves: gelip geçici istek, arzu hevesât: hevesler, geçici arzular, yasak istekler hevesî: hevesle ilgili heveskâr: hevesli heveskârâne: heves edercesine hevesperverâne: hevesine düşkün bir biçimde hevheve: yaprakların sesleri heyâkil: heykeller, putlar heyât: biçimler, görünüşler, topluluklar heybet: hürmetle karışık korku uyandıran hâl heyecân: coşkunluk, şiddetli hislenme heyecânât: heyecanlar heyelân: toprak kayması heyêt: şekil, duruş, görünüş, topluluk, gök ilmi heyhât: yazık, ne yazık! heykeltıraş: heykel yapan heylûlet: araya girme, perdeleme, kapama heyûla: korkutucu hayâl, felsefede eşyanın aslı kabul edilen şey hezâr: bin hezârân: binler hezecât: ezgiler hezeliyât: ciddi olmayan sözler hezeyan: saçmalık, saçmalama hezeyanvârî: saçmalarcasına hezîmet: bozgun hezl: saçma, uydurma hıfz: saklama, koruma, ezber hıkd: kin, intikam arzusu hıllet: candan arkadaşlık hınsıyemîn: yemin bozma hınzır: domuz Hırâ: Peygamberimize ilk vahyin geldiği mağara, Hira hırka: kalınca kumaştan yapılmış elbise hırkat: yanma hırs: aç gözlülük, aşırı düşkünlük hırz: koruma, saklama hırzıcân: canı gibi koruma hısâl: güzel huylar hısâs: hisseler, paylar hısn: kale, sığınak hısset: düşüklük, adilik, küçüklük hışm: öfke, hiddet hıyâbân: iki tarafı ağaçlık yol hıyânet: hainlik hızân: hazine Hızır: Kurânda adı geçen mübarek bir zatın ismi hızlân: zarar, rahmetten mahrumiyet hibe: bağış hicâb: perde, utanma Hicaz: Mekke ve Medinenin bulunduğu yer hicrân: ayrılık, ayrılık acısı hicret: göç, Peygamberimizin Medineye göçü Hicrî: Hicretle başlayan takvime göre hicv: hiciv, yerme, taşlama hiç: boş, değersiz hiçâhiç: bomboş hidâyet: islâm yolu hidâyetbahş: hidayet veren hidâyetedâ: hidayet verici hiddet: öfke hidemât: hizmetler hiffet: hafiflik hikâyât: hikâyeler hikâye: öykü hikâyet: hikâye hikem: hikmetler hikemiyât: hikmetler, hikmetli sözler hikmet: gaye, felsefe, gizli sebep, faydalı söz, bilgi hikmetdârâne: hikmetlice hikmetedâ: hikmetli hikmetfeşân: hikmet saçan hikmetmedar: hikmet kaynağı hikmetnümâ: hikmet gösteren hikmetperverâne: hikmetsevercesine hilâf: karşı, zıt, aykırı hilâfet: halifelik, Peygamberimizin mânevî mirası hilâfî: ihtilaf sebebi olan hilâfiye: ihtilaf konuları hilâl: ara, aralık hilâl: incecik yeni ay hilât: süslü elbise, kaftan hîle: düzen, aldatma hîlebâz: hile yapan hîlekâr: hileci hîlekârâne: hile edercesine hilkat: yaradılış hilkaten: yaradılışça hill: helâl hilm: yumuşaklık, kızmama hilye: güzel sıfatlar, Peygamberimizi tasvir eden yazılar himar: eşek himâye: koruma himâyegerde: korunmuş himâyet: koruma himâyetkâr: koruyucu himayetkârâne: korurcasına himem: himmetler himmet: kayırma, yardım, emek hîn: zaman, vakit hînâ ki: vakta ki, ne zaman ki Hirâ: Peygamberimize ilk vahyin geldiği mağara hisâr: kale hiss: duygu hisse: pay hissedâr: hisseci, pay alan hissen: duygu bakımından hissetmek: sezmek hissî: hisle ilgili, hissedilen hissikablelvukû: önsezi hissiyât: duygular hitâb: hitap, konuşma hitâbât: konuşmalar hitâbe: konuşma hitâben: konuşmakla hitâbet: konuşma, nutuk hitam: son hitap: konuşma hizâ: sıra, düzlük hizb: bazı duaların ve ayetlerin bir araya getirilmesiyle oluşan kitap hizb: parti, topluluk, gurup mücahit: ALLAH a îman eden topluluk hizbüşşeytan: şeytana uyan topluluk hizlân: ilâhî rahmetten mahrum kalmak hizmet: emir dinleyip iş görme hizmetkâr: hizmet eden hoca: ilim öğreten kimse hocavârî: hoca gibi hod: kendi hodbîn: bencil, kendini gören hodbînâne: hodbince, bencilce hodendiş: kendini düşünen hodfikir: kendi fikrini beğenen hodfurûş: kendini öven hodfurûşâne: kendini övüp beğendirmeye çalışarak hodgâm: kendini beğenmiş, bencil hodperest: kendine düşkün hodpesend: kendini beğenen hodpesendâne: kendini beğenmişcesine hokka: mürekkep kabı hor: değersiz, adi Horhor: Bediüzzaman Hazretlerinin medreselerinden biri hoş: gönül okşayan hoşâmedî: hoşgeldin hoşnud: memnun hoşsohbet: sohbeti tatlı hû: o, ALLAH hubâb: daneler, tohumlar hubb: sevgi hubbucâh: makam sevgisi hubûb: tohumlar hubûbât: tohumlar, tahıl Hûd: Ad kavminin peygamberi Hudâ: Rab, ALLAH hudâ: hile, düzen Hudâbîn: hakkı gören, ALLAH ı tanıyan Hudâperest: ALLAH a tapan huddam: hizmetçi, hizmet eden cin hudr: yeşillik hudûd: sınır hudûs: sonradan var olma huffaş: yarasa huffâz: hafızlar hufre: çukur hukuk: haklar, haklarla ilgili ilim hukukî: hukukla ilgili hukukiyyûn: hukukçular hukukullah: ALLAH ın hakları hulâsa: özet hulâsaten: özetle hulâsatülhulâsa: özetin özeti hulefâ: halifeler hulel: hulleler, güzel elbiseler hulf: dönme, aykırılık hulfülvaad: sözden dönme hulk: huy, tabiat hulkî: yaradılışla ilgili, yaradılıştan gelen hulle: değerli elbise hulûd: ebedîlik, ölmezlik hulûk: ahlâklar, ahlakî özellikler hulûl: girme, geçme hulûs: halislik, saflık, arılık hulûsiyet: halislik, samimilik, temizlik hulyâ: hülya, kuruntu, hayâl humarî: sarhoşluktan gelen sersemlik hâli humk: ahmaklık humma: bir ateşli hastalık humret: kırmızılık hums: beşte bir humûd: şehvet yokluğu, soğukluk, isteksizlik Huneyn: Peygamber Efendimizin savaşlarından biri hunhâr: kan dökücü hunnes-künnes: bir kısım yıldızlar hurâfât: hurafeler hurâfe: uydurma hurâfetkârâne: hurafeli gibi hurâfevârî: hurafe gibi hurdebîn: mikroskop hurdebînî: mikroskobik hurfe: mahrumluk hûrî: cennet kızı hûrilîyn: tarifsiz güzellikte cennet kızı hurmet: haramlık, yasaklık hurmetiribâ: faizin haram olması hûrşîd: güneş hurûc: çıkma, çıkış hurûf: harfler hurûfât: harfler hurûfumukattaa: sûre başlarındaki şifreli harfler hurûş: coşma, bağırma hurûşân: coşmalar, şamatalar husûf: perdelenme, ay tutulması husûfât: perdelenmeler, ay tutulmaları husul: olma, oluş husulpezîr: meydana gelen husûmet: düşmanlık husûmetefzâ: düşmanlık saçan husûmetkârâne: düşmanca husûs: iş, konu, özellik hususan: hususca, özellikle hususât: hususlar, konular hususen: özellikle hususî: özel hususiyet: özellik huşû: sevgiyle karışık korku huşûnet: kabalık, kırıcılık hût: balık hutame: cehennem hutbe: dinî konuşma hutebâ: konuşmacılar hutûr: hatırlama hutut: çizgiler, yazılar hutuvât: adımlar huveynât: hayvancıklar, mikroplar huveyne: hayvancık, mikrop huy: insandaki yerleşmiş özellik huz: al, tut huzmâsafâdâmâkeder: safa vereni al keder vereni bırak huzme: ışık demeti huzû: tevazu hâli huzûr: birinin yanında bulunma, rahatlık huzûrî: huzurda olarak huzûrkârâne: huzurda gibi, huzur duyarak huzûz: hazlar huzûzât: hazlar, hoşa giden şeyler hüccet: senet, belge, delil Hüccetülislam: "islâmın delili" mânâsında Gazalînin namı hücciyet: hüccetlik hüceyrât: hücreler hüceyre: hücre hücre: odacık, canlıların en küçük yapısı hücûm: saldırı hücumât: saldırılar hüddam: hizmet edenler, hizmet eden cin Hüdhüd: Süleyman aleyhisselâmın haberci kuşu hükemâ: hakîmler, düşünürler hükkâm: hâkimler, söz sahipleri, devlet adamları hükm: hüküm, yargı hüküm: yargı, egemenlik hükümdâr: hüküm sahibi, devlet başkanı hükümet: hükmetme, ülkeyi idare eden kimseler topluluğu hükümfermâ: hüküm süren hükümrân: hükmeden, sözü geçen Hülagû: kan dökücü bir hükümdar hülyâ: hayâl, kuruntu hümâ: devlet kuşu, saadet hümanizm: insancılık iddiasıyla insanı tanrılaştıran sapık bir felsefe hümâyun: kutlu, mutlu hüner: ustalık, beceri hünerver: hünerli hünkâr: padişah hünsâ: cinsiyeti belli olmayan hürmet: saygı, haramlık hürmeten: saygı duyarak hürmetkâr: saygılı hürmetkârâne: hürmet edercesine hürr: hür, serbest hürriyet: hürlük hürriyetperver: hürriyetsever hürriyetşiken: hürriyet kırıcı Hüseyin: Peygamberimizin torunu hüsn: güzellik hüsnüniyet: güzel niyet hüsnüzân: güzel sanma hüsrân: zarar, umduğunu bulamama acısı hüsûf: ay tutulması, sönme hüsün: güzellik hüsünperest: güzellik düşkünü hüsünşiken: güzellik bozucu hüşyâr: uyanık hüvALLAH : o ALLAH tır hüve: o, ALLAH hüvehüvesine: aynen hüvelbâkî: baki olan ALLAH tır hüviyet: öz, kimlik hüzn: üzüntü hüznengiz: hüzün veren, üzen hüznengizâne: üzüntü veren bir hâlde hüzün: üzüntü hüzüngâh: hüzün yeri |
Arapça Sözlük |
11-04-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Arapça SözlükI ırak: uzak ırâka: akıtma ırk: kök, soy ırz: namus, iffet ırza: Razı etme ıskat: düşürme ıslâh: iyileştirme ıslâhât: iyileştirmeler ıslâhhâne: ıslahevi ısrar: ayak direme ıstıfâ: ayıklanma, saflaşma ıstılâh: bir kelimenin belli bir ilim dalında kazandığı anlam, terim ıstılâhât: ıstılahlar, terimler ıtlâk: sınırlandırmama, salıverme ıtnab: sözü uzatma ıtr: ıtır, güzel koku ıtriyyat: güzel kokular ıttılâ: bilgi, bilme ıttırad: düzenli gidiş ıyâdet: hastayı ziyaret edip hatırını sormak ıyâl: bir kimsenin geçindirmek zorunda olduğu kişiler ıyaz: sığınma ızdırabat: ızdıraplar, acılar, darlıklar, sıkıntılar ızrar: zarar verme ıztırâb: acı, darlık, sıkıntı ıztırâr: zorda kalma ıztırâren: zorda kalarak ıztırârî: mecburi |
Arapça Sözlük |
11-04-2012 | #8 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Arapça Sözlükİ iâde: geri verme iâdeten: geri vererek iânât: yardımlar iâne: yardım iâşe: geçindirme, besleme ibâ: çekinme ibâd: kullar ibâdât: ibadetler ibâdet: ALLAH ın emirlerini yerine getirmek ibâdetgâh: ibadet yeri ibâdethâne: ibadet evi ibâdetkâr: ibadetli, ibadet eden ibâdullah: ALLAH ın kulları ibâhât: haram olmayanlar ibâhe: helâl kılma ibâhiyye: haramı helâl sayan sapkınlar ibârât: ibareler, metinler, yazılar ibâre: metin, yazı ibâret: meydana gelmiş, kadar ibdâ: yoktan örneksiz yaratma ibhâm: kapalı bırakma, açıklamama ibkâ: sürekli kılma, bakileştirme iblâğ: ulaştırma iblis: şeytan iblisâne: şeytanca ibn: oğul, oğlu ibnullah: "ALLAH ın oğlu" mânâsında sapkınlık ifade eden bir tabir ibnüzzaman: zamanın oğlu, devrin adamı ibrâ: temize çıkarma ibrâhimvârî: ibrahim aleyhisselâm gibi ibrânî: Yahudi sülalesi, o sülaleden olan kimse ibrâz: gösterme ibre: ölçü aletlerindeki iğne ibret: bir hâdiseden alınan ders ibretâmiz: ibret öğreten ibretfeşân: ibret saçan ibretnümâ: ibret gösteren ibrik: bir su kabı ibrişim: ipekten yapılmış iplik ibtâl: bozma, boşa çıkarma, uyuşturma ibtâlihis: duyguları uyuşturma, anestezi ibtidâ: başlangıç ibtidâî: ilkel ibtilâ: tiryakilik, düşkünlük ibtizâl: çokluktan dolayı değer kaybı îcâb: lüzum, gerek îcâbât: gerekler, cevap vermeler icâbet: cevap verme icâbî: icapla ilgili, gerekli îcad: yoktan yaratma îcadî: yaratmayla ilgili îcâr: kiralama îcâre: kira, gelir icâz: az sözle çok mânâ anlatma îcâz: benzerini yapmakta insanı âciz bırakan icâzât: izinler, diplomalar icâzdârâne: az sözle çok mânâ anlatırcasına icâzet: izin icâzetnâme: diploma îcâzî: icazla ilgili, mûcize olan icâzkâr: icazlı, sözü az mânâsı çok îcâzkârâne: benzerini yapmakta insanı âciz bırakırcasına îcâzvârî: mûcize gibi icbâr: zorlama icl: dana iclâ: cilalama iclâl: saygı göstermek, büyüklük iclâs: oturtma, tahta çıkarma icmâ: toplama, büyük âlimlerin bir mesele üzerinde birleşmeleri icmâen: topluca, birleşerek icmâkârâne: topluca icmâl: özetleme icmâlen: kısaca, özetle icmâlî: kısa, özlü icrâ: uygulama, yapma icrâât: uygulamalar, yapmalar ictihâd: âyet ve hadîslerden hüküm çıkarma, içtihat ictihâdât: hüküm çıkarmalar ictihâdî: içtihatla ilgili ictihâdîye: içtihatla ilgili olan ictimâ: toplanma, içtima ictimâât: toplanmalar ictimâî: toplumla ilgili ictimâiyyât: sosyoloji, toplumbilim ictimâiyyûn: toplumbilimciler ictinâ: meyve toplama ictinâb: içtinap, sakınma, kaçınma îd: bayram îdâd: hazırlama îdâdî: hazırlıklık devresi îdâdiye: hazırlamayla ilgili, eskiden lise seviyesindeki okul îdam: yok etme, öldürme idâme: devam ettirme idâre: yönetme, yönetim idbâr: düşkünlük iddet: kocası ölen kadının bekleme süresi iddia: tez, direnme iddiaen: iddia ederek iddianâme: iddiaların toplandığı yazı, metin iddihâr: biriktirme iddihârât: biriktirmeler ideâl: gaye, ülkü ideoloji: fikir sistemi idgam: gizleme idhâl: içeri alma, ithal idhâlât: dışarıdan alımlar, ithalat idlal: saptırma, sapma idman: alıştırma idrâk: kavrayış idrâr: sidik idris: ilk elbiseyi diken peygamber îfâ: ödeme, yerine getirme ifâdât: anlatımlar ifâde: anlatım ifâkat: iyileşme ifâza: feyizlendirme iffet: namusluluk ifhâm: anlatma ifhâm: susturma ifk: iftira iflâh: kurtulma iflâs: fakirleşme ifnâ: yok etme ifrağ: dönüştürme ifrat: aşırılık ifratâlûd: aşırılıkla karışık ifratkâr: aşırı giden ifratkârane: aşırı gidercesine ifratperver: aşırılığı seven ifratperverâne: aşırılığı severcesine ifrâz: ayrılma, akma, salgı ifrâzât: akıntılar, salgılar ifrit: tehlikeli cin ifsâd: bozma ifsâdât: bozmalar ifşâ: gizli olanı açıklama ifşâât: ifşalar iftihar: övünme, kıvanma iftiharkârane: övünürcesine iftikar: fakirliğini bilip gösterme iftikarat: fakirliğini bilip göstermeler iftira: birine aslı olmayan bir suç yükleme iftirak: ayrılma iftiraname: iftira yazısı iftiras: parçalama iftitah: namaza başlarken alınan tekbir iğbirar: kırılma, gücenme iğdab: öfkelendirme iğdiş: burulmuş iğfal: aldatma, ayartma iğfalât: iğfaller, aldatmalar iğlak: kapalılık, anlaşılmazlık iğtinam: yağmalama iğtişaş: karışıklık iğva: azdırma, baştan çıkarma ihafe: korkutma ihâle: işi uygun olana verme îhâm: vehme düşürme ihânet: hainlik ihânetkâr: ihanetçi, hain ihânetkârâne: ihanet edercesine ihâta: çevirme, kuşatma, kavrayış ihâtât: ihatalar, kuşatmalar, kavrayışlar ihbar: haber verme ihbarât: haber vermeler ihdâ: îman yolunu gösterme, hediye etme ihdâs: yeni bir şey ortaya çıkarma ihfa: gizleme ihkak: hakkı yerine getirme ihkakıhak: hakkı sahibine vermek ihkâm: sağlamlaştırma ihlâf: yemin ettirme ihlâk: helâk etme, yok etme ihlâl: bozma, sakatlama ihlâs: her işi ALLAH için yapmak ihmâl: boşlama, savsaklama ihrâc: ihraç, çıkarma, dışarı atma ihrâcât: dışarıya mal satma ihrak: yakma ihram: hacıların elbisesi ihrâz: kazanma, erişme ihsâ: sayma ihsan: güzelce verme, iyilik ihsanât: ihsanlar ihsanperver: ihsan etmeyi seven ihsâs: hissetme, hissettirme ihtar: hatırlatma ihtarât: hatırlatmalar ihticâc: delil gösterme ihtidâ: îman yoluna girme ihtifâ: gizlenme ihtifâl: tören ihtifâlât: törenler ihtikâr: malı kıymetlensin diye saklama ihtilâc: çırpınma, seğirme ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık, ayrılık ihtilâfat: anlaşmazlıklar, ayrılıklar ihtilâfî: anlaşmazlık konusu ihtilâl: ayaklanma, kargaşalık ihtilâlât: ihtilâller, ayaklanmalar ihtilâlkârâne: ihtilâl yaparcasına ihtilâm: uyurken cenabet olma ihtilât: karışma, görüşme ihtilâtat: karışmalar, görüşmeler ihtimal: olabilirlik ihtimalat: ihtimaller ihtimam: özen, özenme ihtimamât: ihtimamlar, özenmeler ihtimamkâr: ihtimamcı, özen gösteren ihtimamkârâne: ihtimam gösterircesine, özenerek ihtirâ: yepyeni bir şey ortaya çıkarma ihtiram: hürmet etme ihtiras: aşırı istek ihtirasât: ihtiraslar, aşırı istekler ihtiraz: çekinme ihtisar: kısaltma ihtisaren: kısaltarak ihtisas: hissetme, duyumsama ihtisas: uzmanlık ihtisasat: hislenmeler, duygulanmalar ihtisasat: uzmanlıklar ihtişam: görkem, etkileyici görünüş ihtiva: içine alma, kapsama ihtiyacât: ihtiyaçlar ihtiyac: gerek duyma, gerek duyulan şey ihtiyar: seçme, isteme, yaşlı kimse ihtiyare: ihtiyar hanım ihtiyarem: ihtiyarım, yaşlıyım ihtiyaren: seçerek, isteyerek ihtiyarî: isteğe bağlı, istemekle ihtiyarsız: istek dışı, istemeden ihtiyat: ilerisini düşünerek davranma ihtiyaten: ilerisini düşünerek ihtiyatî: ihtiyatla ilgili ihtiyatkâr: ihtiyatlı ihtiyatkârane: ihtiyatlı bir biçimde ihtizâr: çekinme, sakınma ihtizaz: titreme, hoşlanma ihtizazât: titremeler, hoşlanmalar ihvân: kardeşler ihvânî: kardeşlikle ilgili ihvetî: kardeşim ihyâ: canlandırma ihzâr: hazırlama ihzârât: hazırlamalar ihzâriye: hazırlama îka: yapma, etme îkaât: yapıp etmeler ikab: azap, eziyet, ceza ikame: yerine koyma ikamet: oturma, yerleşme ikametgâh: oturulan yer, adres îkan: kesin biliş îkaz: uyarı îkazât: uyarılar îkazkâr: uyarıcı îkaznâme: uyarma yazısı ikbâl: yönelme, talihlilik, saadet iklim: bir yerin hava durumu ikmâl: tamamlama iknâ: inandırma ikra: oku! ikrâh: zorlama, tiksinme ikrâm: ağırlama ikrâmât: ikramlar ikrâmiye: armağan olarak verilen para ikrâr: söyleme, dile getirme ikrâz: borç verme iksir: çok tesirli ilaç iktibas: alıntı, söz nakletme iktibasen: alıntı yaparak iktidâ: uyma iktidâen: uyarak iktidar: güçlülük iktifa: yetinme iktifaen: yetinerek iktiham: dayanma, katlanma iktiran: iki şeyin bir arada gelmesi, yakınlık iktisa: giyinme iktisâb: kazanma, edinme iktisâd: tutum, harcamada aşırıya kaçmama, ekonomi iktisar: kısaltma iktiza: gerekme, gereklik ilâ: "kadar" mânâsında ön ek îlâ: yüceltme, yayma ilââhir: sonuna kadar ilââhirilâyet: âyetin sonuna kadar ilâh: tanrı ilâhe: tanrıça ilâhî: ALLAH a dair ilâhiyat: ALLAH tan bahseden ilim îlâm: bildirme îlâmnâme: bildirme yazısı ilân: duyurma, duyuru ilânât: ilanlar, duyurular ilânihaye: sona kadar ilânnâme: duyurma yazısı ilâve: ek ilâveten: ek olarak îlâyıkelimetullah: ALLAH kelâmını yayma ilbâs: giydirme ilca: gereklilik, zorlama ilcaât: gereklilikler, zorlamalar ilel: sebepler, hastalıklar ilelebed: sonsuza kadar îlem: bil! îlemeyyühelazîz: bil ey azîz! ileyh: ona ilga: kaldırma ilhâd: dinsizlik ilhâh: zorlama ilhak: katma, ekleme ilhâm: ALLAH tarafından kalbe gelen mânâ ilhâmât: ilhamlar, kalbe gelen mânâlar ilhâmen: ilham olarak ilhâmî: ilhamla ilgili ilka: ekme, bırakma ilkaât: ilkalar, ekmeler ilkah: dölleme, aşılama illâ: ille, ne olursa olsun, özellikle illALLAH : ALLAH dan başka ille: sebep, illa illet: hastalık illet: asıl sebep illiyet: sebeplik illiyyîn: cennetin en yüksek yeri illüzyon: cisimleri yanlış idrak etmek ilm: ilim ilmelyakîn: ilim yoluyla kesin biliş ilmî: ilimle ilgili, ilme uygun ilmihâl: "hâl ilmi" mânâsında herkese gerekli olan dinî hükümleri bildirmek maksadıyla yazılan kitaplara verilen isim ilmiye: âlimler yolu ilsâk: yapışma, bitişme iltibas: karıştırma, ayıramama ilticâ: sığınma ilticâgâh: sığınak ilticâkârâne: sığınırcasına iltifât: lütfetme, gönül alma, güzel sözle okşama iltifâtât: iltifatlar, gönül almalar, lütfetmeler iltifâtkârâne: iltifat edercesine iltihâb: yanma, kızışma iltihak: katılma iltihâm: kaynaşma iltika: kavuşma iltimas: kayırma iltisak: kavuşma iltiyâm: kaynaşma iltizam: kayırma, taraf tutma, gerekli bulma iltizamkârâne: taraf tutarcasına iltizamperverâne: taraf tutmayı severcesine ilyâs: Kuranda adı geçen bir peygamber ilzâm: susturma, sözle üstün gelme, yenme îmâ: dolayısıyle anlatma imâd: direk îmâen: ima ederek îmâî: ima şeklinde îmâl: yapma, yapım îmâlât: yapmalar, yapımlar imâle: meylettirme, uzun okuma imam: namaz kıldıran kimse, büyük âlim, önder imame: sarık, tesbih başı imamet: imamlık, önderlik imamımübîn: bir nevi kader defteri imân: çok dikkatli olma îmân: inanma îmânî: îmanla ilgili îmânperver: îmanı seven îmar: yapma, onarma, şenlendirme îmarât: imarlar, yapmalar, onarmalar imâret: bayındırlık, fakirlere yemek verilen yer îmarkârâne: imar edercesine imâte: öldürme imbik: süzme aleti imdâd: imdat, yardım imdâdât: yardımlar imdi: şimdi imha: bozma, yıkma, yok etme imhâl: erteleme imkân: olabilirlik imkânât: imkânlar, olabilmeler imkânî: olabilen imlâ: doldurma, yazma bilgisi imrân: Hazreti Meryemin babası imrâr: geçirme imsâk: el çekme, oruca başlama zamanı imtidâd: uzama imtihan: sınama imtihanât: sınamalar imtinâ: çekinme, yanaşmama, imkânsız olma imtinân: minnet etme imtisâl: misal edinme, benzemeye çalışma imtisâlen: misal edinerek, uyarak imtiyaz: ayrıcalık imtiyazât: ayrıcalıklar imtizâc: uyuşma, kaynaşma imtizâcât: kaynaşmalar, uyuşmalar imtizâckâr: uyuşan, kaynaşan imtizâckârâne: kaynaşarak, uyuşarak inâbe: günahı terkedip hakka yönelme inâd: ayak direme, inat inâdî: inada dayanan inâm: nimetlendirme inâmât: nimetlendirmeler inâmperver: nimetlendirmeyi seven inâs: kadınlar inaş: hareketlendirme inâyât: yardımlar inâyet: yardım inâyethâh: yardım isteyen inâyetkâr: yardım eden inâyetkârâne: yardım edercesine inâyetnâme: yardım yazısı inâyetperver: yardımsever inbât: otun bitmesini sağlama inbik: imbik, süzme âleti inbisât: genişleme incil: dört büyük ilâhî kitaptan biri incilâ: cilâlanma, parlama incilâb: celbedilme, çekilme incimad: donma, katılaşma incirar: çekilme, sona erme incizâb: cezbedilme, çekilme incizâbât: cezbedilmeler, çekilmeler incizâr: çekilme ind: yan, kat indALLAH : ALLAH katında indelbüleğa: adamına göre güzel söz söyleyenler yanında indelhâce: gerek duyulduğunda indî: kendince, keyfî indifâ: def olma, püskürme indimaç: kenetlenme indiras: bozulma, silinme ineb: üzüm infâk: nafaka verme infâz: yerine getirme infiâl: hareketlenme, kızma infiâlât: infialler inficâr: tan yerinin ağarması, tohumun çatlaması infikâk: ayrılma, ayrışma infilâk: patlama infirad: teklik, benzersizlik infisah: bozulma, dağılma infisal: ayrılma rgin-top:0cm;margin-right:10cm;margin-bottom:0cm; margin-left:10cm;margin-bottom:0001pt;mso-pagination:none'>infitar: yarılma inhidam: yıkılma inhilâl: ayrışma, dağılma inhimak: kapılma, düşkünlük inhinâ: bükülme, eğrilme inhirâf: sapma inhisaf: tutulma inhisar: bir şeyin sadece bir kişiye verilmesi, tekel inhitat: düşme, çökme inhizam: bozulma, dağılma, yenilme inîdam: yok olma inîkad: kurulma, gerçekleşme, bağlanma inîkas: yansıma inkâr: inanmama inkârî: inkârla ilgili inkıbâz: tutukluk inkılâb: inkılâp, değişme, dönüşme inkılâbât: değişmeler inkılâbvârî: inkılâp gibi inkıraz: sönme, tükenme inkısam: bölünme inkısar: kısalma inkısarât: inkısarlar inkıtâ: kesilme, tükenme, tıkanma inkıyâd: boyun eğme, bağlanma inkıza: olup bitme inkisar: kırılma inkisarat: kırılmalar inkişâ: açılma inkişaf: açılma, gelişme inkişafat: açılmalar, gelişmeler innî: eserlerden eser sahibine ***üren delil ins: insan insâ: unutma insâf: merhamete dayalı adalet insâfkârâne: insaflıca insaniyet: insanlık insaniyeten: insanlık bakımından insaniyetkârâne: insanlığa yakışırcasına, insanca insaniyetperver: insanlıksever insî: insanla ilgili, insan cinsinden insibab: dökülme, katılma insibağ: boyanma insicâm: düzgünlük insilâh: soyulma, sıyırılma insiyak: sevkedilme inşâ: yapma, kurma inşâALLAH : ALLAH dilerse inşâd: şiir okuma inşât: ferahlandırma inşiâb: bölümlenme inşikak: yarılma inşirâh: ferahlanma, açılma intâc: netice verme intâk: konuşturma intâkıbilhak: ALLAH ın konuşturması intâniye: mikrobik intiaş: dinlenip canlanma intibâ: izlenim intibâh: uyanma intibâhkârâne: uyanmışçasına intibak: uyma intifâ: faydalanma intifâ: sönme intihâ: son, sona erme intihâb: seçme intihal: çalma intikal: geçme, anlama intikam: öç intikamkârâne: intikam alırcasına intisab: bağlanma, kapılanma intişâr: yayılma intişârât: yayılmalar intizam: düzgünlük, düzen, yerli yerindelik intizamât: intizamlar intizamkârâne: düzgünce intizamperver: düzensever intizamperverâne: düzensevercesine intizar: bekleme, gözleme intizaren: bekleyerek inzâl: indirme, inme inzâr: korkutma inzibât: sıkı düzen inzimâm: eklenme inzivâ: bir köşeye çekilme inzivâgâh: inziva yeri ipnotizma: telkinle uyutma îrâb: düzgün söz söyleme irâd: gelir, kazanç îrâd: söyleme, dile getirme irâde: seçme ve isteme kabiliyeti irâdet: irade irâdî: iradeyle ilgili, istemekle irâe: gösterme irâs: verme, miras bırakma îrâz: yüz çevirme ircâ: indirme, döndürme irfân: bilme, anlama, zihni olgunluk irhâsât: Efendimizin peygamberlikten önceki harika hâlleri irs: miras, kalıtım irsâ: sağlamlaştırma irsâl: gönderilme irsâlât: göndermeler irsiyet: kalıtım irşâd: hak yolu gösterme irşâdât: irşatlar irşâdgâh: irşat yeri irşâdî: irşatla ilgili irşâdkâr: irşatçı irşâdkârâne: irşat edercesine irtibât: bağlılık, ilgi irticâ: geri dönücülük irticâc: çalkalanma irticâkârâne: geri dönercesine irticâlen: hazırlıksız söyleme irticâlî: hazırlıksız konuşma irtidâd: dinden dönme irtidâdkâr: dininden dönen irtifâ: yükseklik irtihâl: göçme, ölme irtikâb: işleme irtisam: resmedilme irtişâ: rüşvetçilik irzâ: Razı etme irzâk: rızık verme isa: dört büyük peygamberden biri isâbet: yerini bulma, rast gelme isâbetiayn: göz değmesi isâd: yükseltme, mesut etme isâet: kötü iş işleme îsâf: yardıma koşma âsal: ulaştırma isâle: akıtma îsâr: kendisi muhtaç olduğu hâlde başkasına verme ahlâkı isbât: delil göstererek hakikatı ortaya koyma isevî: isa aleyhisselâmın dininden olan kimse isevîlik: isa aleyhisselâmın dini iska: sulama iskân: yerleştirme iskât: susturma iskender: sayısız beldeler fethetmiş bir hükümdar islâm: Hazreti Muhammed aleyhisalâtü vesselâmın getirdiği din islâmiyet: islâmlık ism: günah, suç ismar: meyve verme ismet: masumluk, temizlik ismiâzam: en büyük ilâhî isim ismifâil: kimin iş yaptığını bildiren isim, özne ismullah: ALLAH adı isnâaşer: on iki isnâd: dayandırma isnâdât: dayandırmalar ispirtizma: cinlerle konuşup da ruhlarla konuştuklarını sananların fikri isrâ: geceleyin ***ürme isrâf: gereksiz yere harcama isrâfât: gereksiz harcamalar isrâfil: sur borusunu üflemekle görevli büyük bir melek isrâfilmisâl: israfil gibi isrâfilvârî: israfil aleyhisselâm gibi isrâil: Hazreti Yakubun lâkabı isrâiliyyat: Yahudilikten kalma bilgiler istahrabat: ateşe tapanların ünlü ateşlerinin bulunduğu yer istasyon: demiryollarında durak istatistik: hüküm çıkarmak için bilgi toplama ve sınıflandırma ilmi istiâb: içine alma, kaplama istiânât: yardım istemeler istiâne: yardım isteme istiâre: bir kelimeyi başka anlamda kullanma istiâze: sığınma istibâd: akıldan uzak görme istibdad: baskıcı yönetim istibdadât: baskılar istibka: kalıcı kılma istibrâ: küçük abdestten sonra idrarın iyice kesilmesini beklemek istibşâr: müjdeleme istibşârkârâne: müjdelercesine istîcâl: acele etme isticvâb: sorup cevap isteme istîdâ: dilekçe istidad: istidat, yetenek istidadat: yetenekler istidadî: yetenekle ilgili istidlâl: delil getirme, delile dayanarak hüküm çıkarma istidrâc: derece derece yükselme, hayırsız başarı istidrâcî: istidracla ilgili istidrâdî: başka konu anlatılırken arada söylenen söz istif: yığma istifâ: işten ayrılma istifâde: faydalanma istifâdeten: faydalanma bakımında istifâza: feyizlenme, manen gıdalanma istifâzaten: feyizlenme bakımından istifhâm: soru, sorma istifra: kusma istifsâr: anlamak için soru sorma istifta: bir meselede dinin hükmünü sorma istigase: yardım isteme istiğfar: ALLAH tan af dileme istiğna: gönül tokluğu, nazlanma, uzak durma istiğrâb: yadırgama, garipseme istiğrâbkârâne: yadırgarcasına istiğrâk: ilâhî aşka dalıp coşarak kendinden geçme, esrime istiğrâkî: istiğrakla ilgili istiğrâkkârâne: kendinden geçercesine istihâl: temizleme istihâle: başkalaşma istihâre: bir işin iyi olup olmadığını anlamak için rüya görmek niyetiyle uykuya yatma istihâza: âdet kanı istihbâb: güzel sayma istihbâr: haber alma istihbârât: haber almalar istihdâf: hedef edinme istihdâm: hizmet ettirme istihfâf: hafife alma istihkak: hak etme istihkâm: sağlamlık, siper istihkâr: hor görme istihlâk: tüketim istihrâc: çıkarma, çıkarım istihrâcât: çıkarmalar, çıkarımlar istihsâl: üretim istihsân: güzel sayma istihsan: korunma istihsânât: güzel saymalar istihsânkârane: beğenircesine istihyâ: haya etme, utanma istihzâ: ince alay istihzâkârâne: alay edercesine istihzar: hazırlama istihzarât: hazırlamalar istikamet: doğrultu, yön istikbâl: gelecek zaman, yönelme istikbâlbîn: geleceği gören istikbâlî: gelecekle ilgili istikbâliyât: gelecek zamanda olacaklar istiklâl: bağımsızlık istiklâldârâne: bağımsızca istiklâliyet: bağımsızlık istikmâl: tamamlama istikrâ: ayrı ayrı olaylardan genel bir hüküm çıkarma istikrâen: istikra bakımından istikrah: tiksinme istikrâr: karar kılma, yerleşme istikrâz: borçlanma istikzâr: pis görme istilâ: kaplama istilâkârâne: kaplarcasına istilhak: kendine alma istilzâm: gerektirme istilzâz: lezzet alma istimâ: dinleme istimâl: kullanma istimdâd: yardım isteme istimdâdgâh: yardım isteme yeri istimdâdkârâne: yardım istercesine istimlâk: kamulaştırma istimrâr: devamlılık istimsâl: örnek alma istimzâc: kaynaşma, karışma istinâbe: başka yerde bulunan şahidin ifadesinin alınması istinad: dayanma istinaden: dayanarak istinadgâh: dayanak istinaf: başlangıç, mahkeme istinâs: alışma, ısınma istinbât: bir sözden gizli bir mânâ çıkarma istincâ: helada temizlenme istinkâf: çekinme, katılmama istinkâr: inkâr etme istinsâh: sayfaları yazarak çoğaltma istintak: konuşturma istirâhât: dinlenme istirâhâtgâh: dinlenme yeri istirâhâthâne: dinlenme evi istirâk: hırsızlık istirdâd: geri alma istirhâm: merhamet dilenme istirhâmnâme: merhamet dilenme yazısı istîsâb: güç sayma istîsal: kökünü kazıma istiskal: yüz vermeyerek kovma istismâr: menfaatine alet etme istisnâ: ayrılık, kural dışı istişâre: danışma, konuşma istişfâ: şifa isteme istişhâd: şahit gösterme istişmâm: koklama istitafkârane: merhamet isteyen gibi istitar: örtünme istitrad: ara söz istivâ: düzelme, güneşin tepeye gelmesi istizâh: açıklama istemek istizâm: büyütme istizân: izin isteme istizhâr: birinden yardımcı olmasını isteme isyân: ayaklanma, başkaldırma isyânkârâne: başkaldırırcasına îşâ: yatsı işâa: haber yayma işâl: alevlendirme işâr: sezdirme işârât: işaretler işârâtülîcâz: mûcizelik işaretleri işâret: anlamlı davranış, belirti işâreten: işaret ederek işârî: işaretle ilgili işbâ: doyurma işgal: oyalama, alma işgüzar: çalışkan işhâd: şahit gösterme işkâl: güçleştirme, çetinleştirme işkembe: hayvan midesi işkil: vesvese, kuşku işmâm: koklatma işmar: anlamlı işaret işrak: ALLAH a ortak koşma işrâk: ışıklandırma, parlatma işrâkiyye: batıl bir felsefe işrâkiyyûn: işrâkiyyeciler işret: içkili toplantı iştiâl: alevlenme iştibâh: şüphelenme, benzerlik iştibâk: şebekelenme, örgülenme iştigal: uğraşma iştihâ: iştah iştihar: ünlenme iştikak: türeme iştira: satın alma iştirak: ortaklık, katılma iştiyak: şiddetli istek iştiyakât: şiddetli istekler iştiyakâver: pek istekli iştiyakengiz: istek veren îta: verme itâat: söz dinleme itâatkârâne: söz dinleyerek itâb: azarlama itâm: yemek yedirme itfa: söndürme ithaf: yazılan kitapta birinin adını anma ithâm: suçlama ithâmnâme: suçlama yazısı îtibar: saygınlık îtibarî: var sayılan îtidâl: orta hâllilik îtidâlidem: soğukkanlılık îtikâd: gönülden inanma îtikâdât: inanmalar îtikâden: inanma bakımından îtikâdî: inanmakla ilgili îtikaf: bir yere çekilip ibadet etmek îtilâ: yükselme îtilâf: anlaşma îtimâd: güvenme îtimâden: güvenerek îtinâ: özen îtiraf: saklamayıp söyleme îtiraz: karşı çıkma, karşı söz îtirazât: itirazlar îtiraziye: cümlede ara söz îtirazkârâne: itiraz edercesine îtiraznâme: itiraz yazısı îtisaf: haksızlık îtiyad: alışkanlık îtizâl: ayrılma, sapma îtizâr: özür bildirme itkan: sağlam yapma itlâf: öldürme itlak: bağlama, asma itmâm: tamamlama itminân: tatmin olma itminânbahş: tatmin eden itminânkârâne: tatmin olurcasına ittibâ: tabi olma, uyma ittibâen: tabi olarak, uyarak ittifâk: birleşme ittifâken: birleşerek ittifâkî: birleşmeye dair, üstünde birleşilen ittifâkkârâne: birleşircesine ittihâd: birlik ittihâdıislâm: Müslümanların birlik olması ittihâm: suçlanma ittihâmkârâne: suçlanarak ittihâmnâme: suçlanma yazısı ittihâz: alma, sayma ittika: sakınma ittikan: sağlamlık ittisâf: sıfatlanma ittisâfkârâne: sıfatlanırcasına ittisâk: düzenli diziliş ittisâl: bitişme ittizâh: açıklık ittizân: ölçülülük ityân: belirleme ivaz: karşılık îvicâc: eğrilik îvicâcât: eğrilikler îyanî: görünen îyd: bayram izâ: birdenbire izâbe: eritmek izâc: taciz etme, rahatsız etme izâcât: taciz etmeler izâe: aydınlatma izâfe: bağlama, yükleme izâfî: göreli, göreceli îzâh: açıklama îzâhât: açıklamalar îzâhen: açıklama ile izâle: giderme izâm: büyükler îzâm: büyütme izân: anlayış izânî: anlayışla ilgili izâr: elbise îzâz: ağırlama izbe: kuytu izdihâm: yığışma izdivâc: evlenme izdiyad: artma izhâr: gösterme izinnâme: izin belgesi izmihlâl: bozulma izn: izin izzet: üstünlük, galibiyet izzetâlûd: izzetle karışık |
Arapça Sözlük |
11-04-2012 | #9 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Arapça SözlükJ jâle: çiy, şebnem, kırağı jandarma: asayişle görevli asker jelatin: kokusuz bir madde, bir cins kağıt jeolog: yeryüzü ilmi ile uğraşan kimse jeoloji: yeryüzünün yapısını inceleyen ilim jest: anlamlı beden hareketleri jiyân: kükremiş Jöntürk: Osmanlıların son döneminde yaşayan yenilik sevdalısı gençler jurnal: günlük, ispiyon jülîde: perişan, dağınık jüri: bir mesele hakkında hüküm vermek için toplanan heyet |
Arapça Sözlük |
11-04-2012 | #10 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Arapça SözlükK kabahat: kusur, suç kabaih: kabahatlar kabâil: kabileler Kâbe: namaz için yöneldiğimiz mukaddes mabet Kabıkavseyn: Peygamberimizin mîraçta ulaştığı son nokta kâbız: tutan, sıkan, kavrayan kabîh: çirkin kabil: olabilir, gibi, türlü kabîle: aynı soydan olup beraber yaşayan insanlar kabilîyet: yetenek, etkilenebilirlik kabine: bakanlar kurulu kabir: mezar kabl: önce kablelbülûğ: ergenlikten önce kablelvukû: olmadan önce kablelvücûd: var olmadan önce kabr: kabir, mezar kabristân: mezarlık kabûlüadem: yokluk kabulü kâbus: korkulu rüya kabz: tutma, alma, tutukluk kabza: sap, el, avuç kabzıervah: ruhların alınması kabzıruh: ruhun alınması kaddesALLAH üesrarehüm: ALLAH onların sırlarını mukaddes kılsın kade: namazda oturuş kadem: ayak, adım kademe: derece, sıra kader: ALLAH ın herşeyi ezelden bilip takdir etmesi Kaderiye: "kul fiilin yaratıcısıdır" diyen sapık mezhep kadî: kadı, hâkim kadîb: kılıç Kadîm: öncesiz olan ALLAH kadîm: eski zaman Kadîr: güçlü kadîrâne: güçlü olarak kadirdanlık: değerbilirlik Kadirî: Abdülkadir Geylanî tarikatından olan kadîriyet: güçlülük kadirşinâs: değerbilir Kadîülhâcât: ihtiyaçları veren, ALLAH kadr: kadir, kıymet, değer Kaf: hayâlî bir dağ kâffe: bütün kâfi: yeter kâfil: kefil olan kafile: yolculuk eden topluluk kâfir: îmansız kâfirâne: kâfirce kafiye: mısra sonralarında ses bezerlikleri kafiyeperest: aşırı kafiye düşkünü kâfûr: bir madde ismi, cennette bir kaynak kağnı: öküz arabası kâh: bazen Kahhâr: kahreden kahhârâne: kahredercesine kahır: derin üzüntü kâhil: erişkin kâhin: falcı kahir: üstün gelen kahr: zorlama, mahvetme, ezme kahraman: büyük işler başarmış kişi kahramanâne: kahramanca kaht: kıtlık kahtıricâl: adam kıtlığı kahtügalâ: yokluk ve kıtlık kaid: lider, kumandan kaide: kural kaideten: kural olarak kail: inanmış kaim: ayakta duran kaime: para kâin: olan kâinat: evren kal: konuşma kal': koparma kalâ: kale kalade: gerdanlık kalâk: gönül sıkıntısı kalb: duyguların sultanı, gönül kalben: gönülle kalbetme: dönüştürme kalbî: gönülden kalbolma: dönüşme kale: dedi kale kîle: dedi denildi kalen: konuşarak kalî: konuşmakla kalîl: az kalkale: okurken harfi iki kere seslendirme kalori: gıdaların vücuda ısı vermesi bakımından değeri kalp: sahte Kalûbelâ: ALLAH ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorması ve ruhların "evet" demeleri olayı kâm: dilek, arzu kamer: ay kamervârî: ay gibi kamet: boy kamet: namazın farzından önce okunan ezan kâmil: yetkin, erişkin, olgun, tam kâmilâne: kâmilce kâmilen: tamamen kâmilîn: kâmiller kamtarir: çatık kaşlı kamu: halkın hepsi kamûs: büyük sözlük kanaât: kısmetine Razı olma, kabullenme kanaâtbahş: kanaat veren kanaâtkârâne: kanaat edercesine kanâdil: kandiller kandil: idare lâmbası kâne: oldu kangren: hücrelerin ölmesiyle oluşan bir hastalık kanî: kanaat eden, inanmış kantar: tartı aleti kantara: köprü kanun: uyulması gereken kesin kural kanunen: kanunca kanunî: kanuna göre, uygun kanuniyet: kanunluk kanunnâme: kanun yazısı kanunperest: kanun düşkünü kâr: "yapan, eden" mânâsında son ek kâr: para kazancı karâbet: yakınlık karakter: temel özellik karar: hüküm, çare, düzenlilik, ölçülülük, tahmin karardâde: düzelmiş karargâh: karar yeri, askeriyede kurmayların yeri kararnâme: kararların yazısı karaşina: iş bilir karavana: büyük yemek kabı karbon: bir element, kömür kardeşane: kardeşce kârgir: taş yapı kârıakıl: akla uygun karındaş: kardeş karî: okuyucu karîb: yakın karîben: yakında karîha: düşünme melekesi karîn: yan yana, yakın karîne: belirti Karlayl: ünlü bir tarihçi karn: devre, asır karulâsâ: doktorun bedene vurarak muayene etmesi Karûn: azaba uğramış ünlü bir zengin karye: belde karz: ödünç karzen: ödünç olarak karzıhasen: ALLAH için verilen borç kasâid: kasideler, övgü için yazılan şiirler kasas: kıssalar, hikâyeler kasâvet: katılık kasd: niyet, istek kasden: niyet ederek kasdî: kasıtlı olarak, kasıtla ilgili kâse: tas, çanak kâselîs: çanak yalayıcı kasem: yemin kasemât: yeminler kasıd: kasteden, niyetli kasır: kusurlu kasır: kısa kasır: saray kasî: katı kâsib: kazanmaya çalışan kasid: kesat olan, sürümü olmayan kasîde: övgü şiiri kasîdehân: kaside okuyan kasir: kısa kasirünnazar: nazarı kısa kasîyye: katılık kasr: kısalık, saray kasvet: sıkıntı, katılık kâşâne: gösterişli ev kâşif: keşfeden kat: kesme, geçme katâ: asla katarât: damlalar katıa: kesin olan katıüttarîk: yol kesen katî: kesin kâtib: yazıcı kâtibâne: yazıcı gibi kâtibe: yazıcı kadın kâtibîn: insanın amelini yazan melekler katil: öldüren katîye: kesin katîyyen: kesinlikle katîyet: kesinlik katl: öldürme katliâm: herkesi öldürme katmer: kat kat oluş Katolik: Hıristiyanlıkta bir mezhep katran: siyah bir madde katre: damla katuf: tembel hayvan kavâid: kurallar kavânin: kanunlar kavî: kuvvetli kavil: söz, sözleşme kavim: aynı ırka mensub olanların oluşturduğu topluluk kavis: yay, eğri kaviyyen: kuvvetle kavl: söz kavlen: sözle kavlirâcih: üstün bulunan söz kavm: kavim, aynı ırka mensub olanların oluşturduğu topluluk kavmiyet: kavimlik kavmiyetçilik: ırkçılık, olumsuz milliyetçilik kavmiyeten: kavim olma bakımından kavs: yay, eğri kavseyn: iki yay kavsıkuzeh: gökkuşağı kavvâd: günaha vasıta olan kay: kusuntu kayd: yazma, bağ kayıt: yazma, bağ kaylûle: öğle uykusu kayser: Bizans imparatorunun lâkabı kayyum: toplayıp ihsan eden Kayyûm: yarattıklarını varlık âleminde tutan ALLAH Kayyûmiyet: Kayyumluk kazâ: kaderde yazılanın gerçekleşmesi kazâ: vaktinden sonra kılınan namaz kazâ: zarar veren olay kazârâ: kaza olarak kazasker: ilimde bir rütbe kazâyâ: kaziyeler, hükümler kazâzede: kazaya uğramış kazf: namuslu kadına iftira kâzım: öfkesini yenen kâzib: yalancı kaziye: hüküm kazurât: pislikler kebâir: büyük günahlar kebîr: büyük kebîre: büyük günahlar keder: üzüntü keennehu: sanki o kef-nûn: ALLAH ın "ol" yani "kün" emrindeki harfler kefâet: denklik kefâlet: kefillik kefe: terazinin bir gözü kefere: kâfirler keffâret: dini suçun affı ümidiyle dünyada çekilen ceza keffâreten: kefaret olarak keffâretüzzünûb: günahların kefareti kefîl: "borcunu ödemezse ben ödeyeceğim" diyen kehânet: gelecekten haber verme kehânetfurûş: geleceği bilirim diyen sahtekâr kehf: mağara kehfmisâl: mağara gibi kehkeş: samanyolu kehkeşan: samanyolu kehribar: çekme özelliği olan bir madde kehrübâ: kehribar kelâl: bitkinlik kelâm: konusu îman olan bir ilim kelâm: söz, ilâhî sıfatlardan biri kelâmullah: ALLAH sözü kelb: köpek kelbiyet: köpeklik kelbiyyûn: dünyadan el çekmeyi ilke edinen felsefeciler keler: kertenkele kelîle: az gören, çakal kelîm: kendisine söz söylenen kelimât: kelimeler kelime: sözcük kelimetullah: ALLAH sözü kellâ: hayır, asla! kem: kötü kemafissâbık: daha önce geçtiği gibi kemâl: olgunluk, erginlik, tamlık kemâlât: kemâller, olgunluklar kemâlî: kemâlle ilgili kemer: kavisli yapı, kuşak kemerbeste: kuşak bağlamış, hazırlanmış kemiyet: nicelik kemiyeten: nicelik bakımından kemter: âciz, fakir, hakir kemterâne: acizce, aşağıca kenz: hazine, define Kenzülarş: önemli bir bir dua kerâhet: çirkinlik kerâmât: kerametler kerâmet: ALLAH ın izniyle velîlerin gösterdikleri harikalar kerâmetkârâne: kerametli bir şekilde kerâmetvârî: keramet gibi Kerbelâ: Hazreti Hüseyinin şehit edildiği yer kerem: iyilik, lütuf, ikram, değer keremkâr: keremli keremkârâne: keremlice keremnâmdâr: keremiyle tanınan kerhen: istemeyerek kerîh: tiksindirici kerîm: kerem sahibi kerîmâne: kerimce kerime: kız evlat kerîmiyet: kerîmlik kerrât: defalar kerre: defa kerremALLAH uveche: ALLAH yüzünü ak etsin kerrûbî: büyük melek kerrûbiyyûn: büyük melekler kerrüfer: çekilip yeniden saldırma kervân: topluca yolculuk edenler kafilesi kes: kimse kesâd: durgunluk kesâfet: yoğunluk kesâlet: tembellik, uyuşukluk kesân: kimseler kesb: kazanma, edinme, işleme kesbî: kesble ilgili kese: kısa yol, para torbacığı kesel: tembel kesîf: katı, yoğun, mat kesîr: çok, bol kesir: kırılmış kesr: kırma kesret: çokluk, bolluk keş: "çeken" mânâsında son ek keşf: açma, bulma keşfelkubûr: ölünün kabirdeki durumunu bilme keşfirâz: sırrı ortaya çıkarma keşfiyât: keşifler keşide: çekilmiş keşif: açma, bulma keşiş: papaz keşmekeş: karışıklık keşşaf: keşfeden, açan, bulan ketebe: yazıcılar ketf: omuz ketm: gizleme ketmetmek: gizlemek ketûm: sır saklayabilen kevahin: kâhinler, falcılar kevakib: yıldızlar kevkeb: yıldız kevn: yaratılan, âlem kevneyn: iki âlem kevnî: yaratılanlarla ilgili kevniye: yaratılanlarla ilgili olan kevser: cennette bir havuz keyd: hile, düzen keyfe: nasıl? keyfemâyeşâ: canı nasıl isterse keyfen: nitelikçe keyfî: keyfince keyfiyât: özellikler, nitelikler, durumlar keyfiyet: nitelik, özellik, durum keyfiyeten: nitelik bakımından keyif: hoş hâl kezâ: bunun gibi kezâlik: bu da öyle kezzâb: yalancı kıble: Kâbenin bulunduğu taraf kıblegâh: kıble yeri kıblename: kıbleyi gösteren yazı kıblenümâ: kıbleyi gösteren kıdem: öncelik, öncesizlik kıllet: azlık kıraat: okuma kıraaten: okumakla kırav: çorak tarla kırba: deri su kabı Kırgız: Türkî kavimlerden biri kısas: kıssalar, hikâyeler kısâs: öldüreni öldürme cezası kısâsen: kısas olarak kısım: bölüm kısm: bölüm kısmen: bir bölümü kısmet: nasip kıssa: ibretli hikâye kıssât: kıssalar, hikâyeler kıssîs: keşiş, papaz kıstas: ölçü kışır: kabuk kışr: kabuk kıtâ: kara parçası, şiir parçası kıtal: birbirini öldürme Kıtmîr: Ashabıkehfin köpeği kıtr: erimiş bakır kıvâm: olgunluk, tav, dik, direk kıyâm: ayakta durma, ayaklanma kıyâmet: dünyanın yıkılıp son bulması kıyâs: karşılaştırma kıyâsât: karşılaştırmalar kıyâsen: kıyasla kıyâsımaâlfârık: birbirine benzemeyenlerin karşılaştırılması kıymet: değer kıymetdâr: kıymetli, değerli kıymetşinâs: değerbilir kıyye: okka,1282 gram ağırlık kızıl: kırmızı kızılbaş: Alevilere verilen bir isim kızılelma: eski Roma kibar: ince, nazik kibâr: büyükler kibir: büyüklük, büyüklenme, büyüklük taslama kibriyâ: büyüklük kifâyet: yeterlik kile: 40 litrelik tahıl ölçüsü kîle: denildi kilk: kalem kîlükal: dedikodu kimyâ: bir ilim kolu, ilaç kimyâger: kimyacı kimyâhâne: deneyevi kin: gizli düşmanlık kinâiyyât: kinayeler kinâye: mânâyı dolayısıyla anlatan söz, üstü örtülü dokunaklı söz kinâyeten: kinaye bakımından kindâr: kinci kinedâr: gizli düşmanlık besleyen kirâm: ulular, cömertler, kerimler Kirâmenkâtibîn: günahları ve sevapları yazan melekler kisb: işleme, edinme, kazanma kisbî: edinmeyle ilgili kîse: kese kisrâ: eski iran hükümdarı kisve: kılık, elbise kitâb: kitap kitâbe: yazılı levha kitâbet: yazma işi kitâbeten: yazmakla Kitâbımübîn: apaçık kitap, kaderin bir türü, Kurân kitâbî: kitaba uygun, kitapla ilgili, ilâhî kitaplardan birine inanan kitâbullah: ALLAH ın kitabı, Kurân kitle: kütle, yığın, öbek kiyâset: akıllılık kizb: yalan klâsik: zamanın değerini yitirmeyen, sanatta kuralcı, alışılmış klinik: hastaya bakılan yer kof: içi boş kolordu: ordunun bir bölümü kombinezon: tertip, düzenleme komisyon: özel bir maksad için kurulan heyet komita: siyasi bir maksat için bir araya gelenlerin gizli cemiyeti komite: bir iş için toplanan heyet kompleks: karmaşık, şuur dışı meyillerin tümü komplo: bir kimse aleyhine alınan gizli karar komprime: hap Konstantiniyye: istanbul kontenjan: ilgililerin her birine düşen pay ölçüsü kordon: zincir kozmoğrafya: uzay ilmi kozmoz: âlem, kâinat köle: esir, alınıp satılan insan kritik: tenkit, sıkışık durum kubbe: yarım küre şeklinde bina damı kubh: çirkinlik kubûr: kabirler, mezarlar kuddîsesırruhu: sırrı mukaddes olsun! Kuddûs: "temiz olan ve temizlikleri yaratan" mânâsında ilâhî isim kudemâ: kadimler, eskiler, büyükler kudret: güç kudsî: kutsal, temiz, arınmış, yüce kudsiye: kutsal kudsiyet: kutsallık, yücelik, temizlik kudûm: uzaktan gelme, ayak basma kul: insan kulûb: kalbler kulunç: acı veren bir hastalık kumandan: komutan kumbiiznillah: ALLAH ın izniyle kalk! kumistân: kumluk yer, çöl kundak: bebek sargısı, yangın çıkaran ateş parçası kurâ: ad çekme Kurân: "okunan" mânâsında ilâhî kitabımızın adı Kurânî: Kurânla ilgili, ait kurb: yakınlık kurbiyet: yakınlık Kureyş: Peygamberimizin kabilesi kurrâ: Kurân okuyucuları kurûn: çağlar, asırlar, devreler kusûr: eksiklik, pürüz, özür, kabahat kusûrât: kusurlar kusûriyet: kusurluluk kûşe: köşe kut: gıda, azık kutb: büyük evliya kutbiyet: büyük evliyalık kutbuâzam: en büyük kutub, zamanın en büyük velîsi kutr: çap kutub: büyük evliya kutulâyemût: ölmeyecek kadar yiyecek kuvâ: kuvveler kuvve: kuvvet, düşünce, duygu, yetenek kuvvet: güç kuvvetüzzahr: yardım kuvveti kuyûd: kayıtlar, bağlar kuzeh: renk renk çizgiler kübra: en büyük küdûret: koyuluk, kederlilik küffâr: kâfirler küfr: îmansızlık küfrân: îmansızlık, nankörlük küfrî: küfürle ilgili küfriyât: küfürle ilgili şeyler küfür: îmansızlık küfürbaz: küfredici küfüv: denk, eş kühûlet: erginlik külâh: tepesi sivri başlık külfet: yük, zahmet, zorluk külhân: hamam ocağı küll: bütün küllî: bütün fertleri ihtiva eden genel kavram, genel, kapsamlı külliyat: hepsi, bir yazarın bütün eserleri külliye: bütünlük, ilgili bütün kısımların bir arada bulunduğu yapı külliyen: bütünüyle külliyet: bütünlük, genellik, kapsamlılık kültür: bir milletin maddî ve mânevî varlıkları, yaşayış ve davranış şekli, kazanılan genel bilgi kün: "ol" emri küngân: su borusu künh: asıl, öz, kök künnes: gece görünen yıldızlar künûz: hazineler künye: kimlik Kürdî: Kürdistânlı küre: yuvarlak küreiarz: yer yuvarlağı, dünya kürevî: yuvarlak küreviyet: yuvarlaklık küreyvât: kürecikler küreyvâtıbeyzâ: akyuvarlar küreyvâtıhamrâ: alyuvarlar Kürsî: arşı azamın altındaki makam Kürt: Müslüman bir kavim, o kavimden olan kişi küsûf: kararma, güneş tutulması küsûfât: kararmalar, güneş tutulmaları küsûr: artık küsûrât: küsurlar, artıklar küşâ: açan küşâd: açma küşâde: açılmış küşâyiş: açıklık küşûf: keşifler, açmalar, bulmalar kütle: yığın, öbek küttâb: kâtipler kütüb: kitaplar Kütübüsitte: güvenilir olan altı hadîs kitabı kütük: bütün adların yazıldığı büyük defter küvar: petek, kovan |
Arapça Sözlük |
11-04-2012 | #11 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Arapça SözlükL lâ: yoktur, hayır lâakal: en azından lâalettâyin: gelişigüzel lâbis: giyinmiş lâbüd: şüphesiz, kesin lâdinî: din dışı, dinsiz lâedrî: kendi varlığından bile şüphe eden felsefeci lâfıgüzâf: boş söz lâfız: söz lâfz: söz Lâfzaicelâl: "ALLAH " lafzı lâfzen: sözle lâfzî: sözle ilgili lâfziye: sözle ilgili olan lâfzullah: "ALLAH " lafzı lağv: geçersiz, boş lahd: mezar lâhık: ulaşan, eklenen lâhika: eklenen, katılan lahm: et lahn: güzel ses, kuralsız okuyuş lâhut: ilâhî âlem lâhutî: ilâhî âlemle ilgili lahza: an, en kısa zaman lâik: dini olmayan, din dışı laîn: lânetli lâin: lânet eden lâkab: lâkap, takma ad lâkayd: kayıtsız, ilgisiz lâkaydane: kayıtsızca, ilgisizce lâkin: ama, fakat lâkita: buluntu lâl: dilsiz lâlezâr: lâle bahçesi lâmeşrû: yasak lâmise: dokunma duyusu lânet: nefret, öfke lâsiyyema: özellikle lâşe: leş lâşek: şüphesiz lâşey: bir şey değil lâtaknetû: kesmeyiniz lâtenâhî: sonsuz lâteşbih: benzetmek gibi olmasın! Lâtif: lütfedici lâtif: yumuşak, güzel, şirin, ince lâtifane: lâtifçe lâtife: ince duygu, hoş söz, nazik şaka Latin: eski bir kavim lâubâlî: senli benli, saygısız, ilgisiz, umursamaz lâubâlîyâne: saygısızca, ilgisizce lâyemût: ölümsüz lâyemûtâne: ölümsüz gibi lâyenkatı: kesilmeksizin, aralıksız lâyetecezzâ: bölünmez lâyetefellel: kırılmaz, körelmez lâyetenahî: sonsuz lâyetezelzel: sarsılmaz lâyezâl: yok olmaz lâyezâlî: yok olmayan lâyıha: tasarı lâyık: uygun, yaraşır lâyuad: sayısız lâyuhsâ: hesapsız lâyuhtî: hatasız lâyutak: güç yetmez lâyüsel: sorumsuz lâzım: gerekli lâzımâmed: lâzım gelir lâzıme: gerekli olan leb: dudak lebâleb: dopdolu lebbeyk: buyurunuz lebbeykzen: "buyurunuz" diyen Lebîd: ünlü bir şair ledün: gizli ilim, marifetullah ledünniyât: ALLAH vergisi olan gizli ilimler leffen: ekli, bitişik lehce: bir beldenin konuşma tarzı leheb: ateş alevi lehine: onun faydasına lehiv: günahlı eğlence lehülhamd: ALLAH a hamdolsun lehviyât: günahlı eğlenceler leim: alçak, kötü lekedâr: lekeli lema: parıltı lemeân: parıldama lemeât: parıltılar lemha: göz atma lemyezel: yok olmaz, devamlı lenf: beyaz kan lenfisâm: asla kırılmaz ve kopmaz lenger: demir çapa lengerendâz: demir atan gemi lenterânî: beni asla göremezsin! lerzân: titrek lerze: titreme leşker: asker letâfet: hoşluk, güzellik, incelik, yumuşaklık letâif: ince duygular, incelikler, güzellikler levâzım: gerekli olanlar levâzımât: gerekli şeyler levent: denizci asker, yakışıklı levh: levha, yazı, resim, manzara levha: manzara, yazı, resim Levhimahfûz: olmuş ve olacaklarla ilgili bütün bilgilerin yazılı bulunduğu kader levhası Levhimahv: varlıkların yazılıp silindiği levha levm: kınama levn: renk levs: pislik levvâme: kınayan leyâl: geceler leyl: gece leylî: gececi leys: yokluk leyse: olmadı leyte: keşke leyyin: yumuşak lezâiz: lezzetler lezîz: lezzetli lezîzâne: lezzetlice lezzât: lezzetler lezzet: tad liân: lânetleşme liaynihî: kendisiyle libas: elbise liberal: kişi hürriyetine önem veren lieclillah: yalnız ALLAH için ligayrihi: başkalarıyla lihye: sakal lika: kavuşma lillah: ALLAH için lillâhî: ALLAH için lillâhilhamd: hamd ALLAH a mahsustur lime: parça limmî: açıklık limmî: eser sahibinden eserlerine ***üren delil, ateşin dumana delil olması gibi limmîyet: açıklık lisan: dil lisanen: dil ile lisanıhâl: hâl dili, meramını durum ve görünümüyle anlatma livâ: sancak livechillah: ALLAH namına liyâkat: layıklık, uygunluk lizatihî: kendisiyle lohusa: yeni doum yapan kadın Lokman: Kurânda adı geçen tıp bilgisiyle ünlü bir zat lûb: oyun eğlence lûgat: lügat, sözlük, kelimelerin anlamlarını kısaca bildiren kitap Lût: Sodom halkına gönderilen bir peygamber lüb: iç, öz lüks: şatafat, aşırı süs lülü: inci lümeyâ: parıltıcık lümme: vesvese, nokta lütf: lütuf lütfen: lütuf ile lütuf: iyilik lütufkâr: lütuf eden lütufkârane: lütuf edercesine lütufnâme: lütuf mektubu lüzum: gereklilik |
Arapça Sözlük |
11-04-2012 | #12 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Arapça SözlükM ma: su maa: "beraber, birlikte" mânâsında ön ek maabid: mabetler, tapınaklar maâd: âhiret maâdâ: başka maadin: madenler, ****ller maahazâ: bununla beraber maalesef: yazık ki maalgayr: başkasıyla birlikte maali: yücelikler maaliftihar: iftiharla, seve seve maaliyat: yüce bilgiler, yüksek mertebeler maalkerâhe: kerahetle, çirkinlikle maalkifaye: yeterli olmakla birlikte maalmemnuniye: memnuniyetle maamâfih: mamâfih, bununla beraber maânî: mânâlar, anlamlar maârif: marifetler, ilimler, tanımalar, eğitim maârifperver: eğitimi seven maâriz: sözün gizli mânâları maâsi: günahlar, isyanlar maaş: geçinilecek şey, yaşayış, aylık para maaşen: yaşayış ve geçim bakımından maatteessüf: üzülerek, yazık ki maâyib: ayıplar maazALLAH : ALLAH korusun mâbâd: sonrası mâbâdettabiîye: fizik ötesi, ****fizik mâbed: mabet, ibadet yeri mâbeyn: arası mâbihiliftihar: kendisiyle iftihar olunan Mâbûd: kendisine ibadet edilen ALLAH Mâbûdiyet: Mabutluk mâcerâ: serüven mâcid: yüce, şerefli mâcun: maddelerin ezilmiş hâli madalya: başarılı kimselere takılan madeni nişan madalyon: boyuna takılan süs eşyası madde: uzayda yer dolduran varlık maddeperest: maddeye taparcasına düşkün olan maddeperver: maddeyi seven maddeten: maddece, madde bakımından maddî: madde ile ilgili, maddece maddîyât: maddî şeyler maddîye: madde olan maddiyyun: maddeciler, mâneviyata inanmayanlar îmansız felsefeciler maddiyyunluk: maddecilik, materyalizm, maddeden başka her şeyi inkâr eden dinsiz felsefeciler mâdele: adalet yeri mâdelet: adalet etmek mâdem: böyle olunca mâden: ****l, kaynak mâdeniyat: madenler, ****ller mâder: ana madrûb: vurulmuş, dövülmüş mâdûd: sayılan mâdûm: yok olan mâdûmât: yok olanlar mâdûmiyet: yok olma, yokluk mâdûn: alt taraf mâfât: telef olan, yiten mâfevk: üst mâfihâ: içindekiler mafsal: eklem mâfüvv: bağışlanmış mağazî: gaza hikâyeleri mağdûb: gazaba uğramış mağdur: haksızlığa uğramış mağfiret: ALLAH ın affı mağfûr: affedilen mağlata: kafa karıştıran aldatıcı söz mağlûb: yenilmiş, mağlup mağlûbane: yenilmiş bir hâlde mağlûbiyet: yenilgi mağmûm: gamlı, tasalı, bulutlu mağmûre: adı sanı silinmiş, yerinde yeller esen mağrib: batı, akşam mağrur: gururlu mağrurâne: gururluca mağruren: gururlanarak mağz: öz, iç mah: ay mahal: yer maharet: ustalık, beceri maharim: mahremler, yasaklar, gizliler mahbes: hapishane mahbub: sevgili mahbubâne: sevilerek mahbubât: sevgililer mahbubiyet: sevilirlik mahbus: hapsedilmiş mahbusîn: hapsedilenler mahbusiyet: hapsedilmişlik mahcûb: utangaç, sıkılgan mahcûbiyet: utangaçlık mahcûr: kısıtlı mahdûd: sınırlı mahdûdiyet: sınırlılık mahdum: oğul, kendisine hizmet edilen mahdumiyet: mahdumluk mahfaza: koryucu kap mahfel: kapalı yer, camilerde yüksek yer mahfî: gizli mahfîyât: gizlilikler, gizli olanlar mahfûz: korunmuş mahfûzât: hafızadakiler, korunanlar mahfûziyet: korunurluk mâhî: balık mâhir: maharetli, becerikli mâhirâne: ustaca, beceriklice mahiyet: öz, nitelik, kendilik mahiyyat: mahiyetler, özler mahkeme: davaların görülüp hükme bağlandığı yer mahkî: hikâye olunan mahkîanh: kendisinden bahsedilen mahkûm: hükümlü, cezalı, mecbur mahkûmiyet: mahkûmluk mahlâs: yazarın takma adı mahlûk: yaratık mahlûkat: yaratıklar mahlûkiyet: yaratılmışlık mahmil: deve üstündeki sepet, bir söze yüklenen mânâ mahmûd: övülmüş mahmûl: yüklenilen mahmûle: yük mahmûr: baygın göz mahrec: çıkış yeri mahrek: yörünge mahrem: gizli, yasak, başkasına haram olan, evlenilmesi haram olan akraba mahremâne: mahremce, gizlice mahremiyet: mahremlik, gizlilik, yasaklık mahrûkat: yakıtlar mahrûm: yoksun mahrûmiyet: yoksunluk mahrût: koni mahrûtî: konik mahsub: hesaplanmış mahsûd: kıskanılan mahsûl: ürün mahsûlât: ürünler mahsûldâr: ürünlü mahsûr: kuşatılmış mahsûs: hissedilmiş, birine ayrılmış, bile bile mahsûsât: mahsuslar mahsûsiyet: mahsusluk mahşer: ölülerin dirilip toplanacakları yer mahşernümâ: mahşeri andıran mahşûş: içine girilmiş, lekelenmiş mahtûmâne: bitirircesine, bir kitabı bitirince verilen ziyafet gibi mâhud: bilinen, sözü edilen mâhudiyet: bilinirlik mahuf: korkulu mahv: benlik bakımından silinme mahvetme: silme mahviyet: silinme hâli mahviyetkâr: benliğini silen mahviyetkârane: benliğini silercesine mahz: sadelik mahzâ: sade mahzân: sadece mahzen: hazine odası mahzeniyet: mahzenlik mahzûf: çıkarılan, kaldırılan mahzûn: üzgün mahzûnâne: üzgünce mahzûr: sakınca mahzûrât: sakıncalar mahzûz: hoşlanan mahzûzât: hoşlanılan şeyler maî: su cinsinden, su ile ilgili, mavi mâide: sofra mâil: eğilmiş, meyilli, istekli, andırır, yörünge mâile: eğri, eğik mâilikamer: ayın yörüngesi maîşet: yaşayış, geçim maiyyet: yanındakiler makabir: mezarlar mâkabl: öncesi makad: oturak yeri, arka makalât: makaleler makale: söz, gazete yazısı makalid: kilitli yerler makam: yer, mertebe, müzikte usul makamât: makamlar Makâmımahmûd: Peygamberimize verilen yüksek makam makamperest: makam düşkünü makarr: karar yeri, durulan yer makasıd: maksatlar, gayeler makber: mezar makberistân: mezarlık makbûl: kabul edilen, geçerli makbûliyet: kabul edilebilirlik, geçerlilik makdis: kutsal yer makdûrat: takdir edilenler, kudret eserleri mâkes: yansıma yeri, ayna makhûr: kahredilmiş, ezilmiş mâkis: karşılaştırma makrû: okunan makrûn: yakın, ulaşmış maksad: istenen maksûd: istenen şey maksûm: bölünmüş maksûr: kısaltılmış makta: kesit maktel: öldürülen yer maktûl: öldürülmüş mâkûd: bağlı mâkûl: akla uygun mâkûlâne: akla uygun biçimde mâkûlât: akla uygun olanlar, akılla ilgili bulunanlar mâkûle: akla uygun olan mâkûliyet: akla uygunluk mâkûs: ters mâkûse: tersine çevrilmiş mâkûsen mütenâsib: ters orantılı makûsen: tersine olarak makzî: kaza olunan, ödenen mâl: bir kimsenin eli altında bulunan değerli şey mâlâmal: dopdolu mâlâyanî: faydasız, boş, saçma mâlâyanîyât: faydasız şeyler mâlâyutak: dayanılmaz, güç yetmez mâlihülyâ: boş hayâller, kara sevda mâlik: mülkün sahibi mâlikâne: büyük ev, sahip gibi Mâlikî: dört hak mezhepten biri mâlikiyet: sahiplik mâliye: mal ile ilgili olan mâlûl: hasta mâlûliyet: hasta olma mâlûm: bilinen mâlûmât: bilinenler mâlûmiyet: bilinirlik mamâfih: bununla beraber mâmelek: olanca malı Mamhuran: bir aşiret ismi mâmûl: yapılmış mâmûlât: yapılmış şeyler mâmûr: bayındır, şenlikli mânâ: anlam, öz mancınık: eski bir silah, taş atma aleti Mançur: Asyada yaşayan bir kavim manda: sömürge, camız mânde: kalmış, yaramaz mânen: mânâca, anlamca mânend: benzer, eş mânevî: maddî olmayan, ruhanî mânevîyât: madde üstü hâller mânevîye: mânâ ile ilgili manevra: hareket kabiliyeti, harp oyunu mânî: engel mânîâ: engel olan mânidâr: anlamlı mânidârâne: anlamlıca mansıb: makam mansub: atanan mansûr: yardım görmüş, zafere ulaşmış mansûs: iyice kesinleşmiş, âyetle sabit mantık: düşünen akla kurallarıyla yol gösteren ilim mantıkî: mantıkla ilgili, mantıklı manyetizma: başka üzerinde uyuşukluk verici tesir manzar: bakış yeri manzara: görünüş manzûm: nazımlı, dizili, düzenli, şiir manzûme: şiir, sistem manzûmeişemsiye: güneş sistemi mâr: yılan mâraz: sergi maraz: hastalık mâreke: çarpışma yeri, çarpışma mârez: sergi mârık: dinsiz mârife: belli, bilinen mârifet: ilim, hüner, tanıma mârifetâşinâ: marifetin yabancısı olmayan mârifetnâme: marifet yazısı mârifetullah: ALLAH ı bilme, tanıma marîz: hasta mâruf: bilinen, güzel mârufiyet: bilinirlik Mârût: sihir belleten iki melekten biri mâruz: arzolunan, verilen, anlatılan, karşı karşıya kalan mâruzât: anlatılanlar marzî: arzu edilen, Razı olunan marzîyât: Razı olunan şeyler mâsadak: bir sözü onaylayan, doğrulayan masârif: masraflar, giderler masârifât: masraflar masdar: kök, kaynak masdariyet: masdarlık masdûk: tasdiklenen mâsivâ: yaratıklar mâsivâullah: ALLAH ın yarattıkları mâsiyet: isyan, günah maskara: kendisine gülünen maskaraâlûd: maskaralı maskat: düşülen yer, doğum yeri maslahat: fayda, iş maslahatdâr: faydalı maslahaten: faydaca maslahatkâr: faydalı maslahatkârâne: faydalı biçimde masnû: sanatla yapılmış eser masnûât: sanatlı yapılmış eserler masnûiyet: sanat eseri olma hâli mason: "masonluk" denilen kökü dışarıda gizli ve tehlikeli bir örgütün üyesi, islâm düşmanı masraf: gider, harcama masrûf: harcanmış mass: emme mâsum: günahsız, suçsuz mâsumâne: masumca mâsume: suçsuz kadın veya kız mâsumiyet: masumluk mâsûn: korunan mâsûniyet: korunurluk mâşâALLAH : ALLAH korusun! mâşer: topluluk mâşerî: topluluğun olan maşraba: su kabı maşrık: doğu mâşûk: sevilen mâşûka: sevilen kadın matbaa: basımevi matbah: mutfak matbû: basılmış matbûât: basın, basılanlar mâtem: yas mâtemâlûd: yasla karışık mâtemhâne: yas evi materyalist: maddeci, sadece maddeye inanan îmansız materyalizm: maddecilik, maddeden başka varlık tanımayan îmansız felsefe matiyye: binek matlâ: güneşin doğduğu yer matlab: istenen matlûb: istenilen matlûbât: istenilenler matmah: tamah ile bakılan matrûd: kovulan mâtûf: yöneltilen matûmât: yemekler Mâtüridî: itikadda hak mezhep imamı olan âlim matvî: dürülen, içine tıkılan maûn: yardım maûnet: yardımlar mâverâ: perde arkası mâvudieleh: varlık gayesine uygunluk mavzer: bir çeşit tüfek mâye: maya, öz mâyî: sıvı mazâhir: görünme ve ortaya çıkma yerleri mazanne: zanlı yer veya kimse mazarrât: zararlar mazbata: tutanak mazbût: tutulan, derli toplu mâzeret: elde olmayan özür mazhar: ortaya çıkma ve görünme yeri mazhariyet: mazharlık mâzi: geçmiş zaman mâziyât: geçmiş zamanlar mazlûm: zulüm görmüş, sessiz mazlûmâne: zulüm görmüşcesine mazlûmen: zulmedilerek mazlûmîn: zulmedilenler mazlûmiyet: zulme uğramışlık mazmaza: abdestte ağzı yıkamak mazmûm: eklenmiş mazmun: ince anlamlı söz maznun: zanlı, sanık mazrûf: zarfa konan mâzûr: özürlü mâzûriyet: özürlülük meâb: sığınak, dönüş yeri meâd: varılacak yer, âhiret meâl: sözün kısaca anlamı meânî: anlamlar mearic: çıkılacak yerler meâsi: isyanlar, günahlar meâyib: ayıplar mebâdi: başlangıçlar mebâhis: konular mebde: başlangıç mebğuz: sevilmeyen mebhas: bölüm mebhût: şaşkın meblağ: tutar, miktar mebnî: kurulan, dayanan mebsût: genişleyen mebsûten: genişleterek mebûs: gönderilen, milletvekili mebûsân: mebuslar, milletvekilleri mebzûl: bol, çok, ucuz mebzûliyet: bolluk, çokluk, ucuzluk mecâl: tâkat mecâlis: meclisler mecâz: sözün başka mânâda kullanılması mecâzî: mecazlı mecbûr: zorlanmış, zorunlu mecbûriyet: mecburluk meccânen: bedava, parasız mecelle: dergi, kanun dergisi mechul: bilinmeyen, meçhul mechure: nefesin tutulup sesin çıkarılmasıyla okunan harfler mecid: yüce, şerefli meclis: bir mesele için toplanmış insan topluluğu meclûb: çekilen, celbolunan mecmâ: toplanılan yer mecmû: toplam mecmua: yazılar topluluğu, dergi mecnûn: deli, çılgın mecrâ: su yolu, kanal mecrûh: yaralı mecrûr: son harfi esre olan kelime mêcul: yapılmış mêcur: ücretlenme mecûsî: ateşe tapan meczûb: cezbeli, kendini kaptırmış, başkasının etkisiyle davranan meczûbane: cezbeye kapılmışcasına medâr: sebep, vesile, kaynak, yörünge medâris: medreseler medayih: övgüler medd: kabarma, uzatma meddâh: öven medde: uzatma işareti meded: yardım mededkâr: yardım eden mededres: yardımcı medenî: terbiyeli, kibar, şehirli medeniyet: düzenli ve ileri hayat seviyesi, şehirlilik medeniyetperest: medeniyete aşırı düşkün olan medeniyetperver: medeniyeti seven meder: çakıl taşı medfen: mezar medfûn: gömülmüş, defnedilmiş medh: medih, övme medhal: giriş, etki medih: övme medîha: övgü medîne: şehir medlûl: kendisine delil getirilen, mânâ, anlatılan medlûliyet: kendisine delil getirilme medrese: dershane, okul Medresetüzzehrâ: parlak medrese medyum: cinci medyun: verecekli mefâhim: mefhumlar, kavramlar mefâhir: övünülecek şeyler mefâsid: bozguncular mefatih: anahtarlar mefhar: övünme sebebi mefhum: kavram mefkud: bulunmayan mefkûre: ülkü meflûc: felçli, inmeli mefrûş: döşeli mefsedet: fesatlık, bozukluk mefsûh: hükmü kaldırılan meftûn: tutkun, vurgun meftûniyet: tutkunluk, vurgunluk meftûr: bezgin mefûl: fiilden etkilenen mefûliyet: fiilden etkilenmişlik meh: ay mehâbet: heybet, büyüklük mehâfet: korku mehâfetullah: ALLAH korkusu mehâlik: tehlikeler mehâsin: güzellikler mêhaz: kaynak mehbît: inilen yer mehbût: korkudan şaşıran mehcûr: ayrılmış mehd: beşik Mehdî: hidayete eren ve hidayete vesile olan, âhirzamanda eserleri ve talebeleriyle îmana hizmet ederek yeryüzünü nurlandıran büyük ve nuranî âlim Mehdîmisâl: Mehdî gibi mehenk: ölçü taşı mehîb: korkulan mehmâemken: olabildiğince mehmûse: fısıltıyla okunan harfler mehr: mehir, erkeğin kadına verdiği evlenme bedeli mehtâb: mehtap, ay ışığı mehter: Osmanlılarda askerî müzik takımı mekâdir: miktarlar mekân: yer, ev mekânî: mekânla ilgili mekanik: hareket ilmi mekanizma: makine kısmı, işleyiş mekârim: iyilikler mekatı: duraklar mekâtib: okullar mekâyis: ölçütler mêkel: yemek yenilen yer mekîk: bir dokuma âleti mekîn: sakin, vakarlı, saygın mekkâr: hileci, düzenci Mekke: Kabenin bulunduğu mukaddes şehir meknun: örtülü, gizli meknûz: gizli define mekreme: ikram yeri mekruh: kötü, çirkin meksûb: kazanılmış meksûbe: kazanılan mekşûf: keşfedilen, açılan mekteb: mektep, okul mektûb: mektup, yazılan mektûbât: mektuplar mektûbe: yazılmış mektûm: gizli, saklı mêkûlât: yiyecekler melâb: oyun yeri melâbe: oyun yeri melâbegâh: oyun oynanan yer melâhat: yüz güzelliği melâhim: savaş yerleri melâib: oyunlar, oyun yerleri melâik: melekler melâike: melekler melâiketullah: ALLAH ın melekleri melâl: can sıkıntısı melâmet: kınanmışlık melâmî: kınanmış, melamilik tarikatından olan Melâmîlik: kendini kınamayı esas alan bir tarikat melâne: lânete lâyık olan melbûsât: giyecekler melcê: sığınak meleiâlâ: büyük meleklerin âlemi melek: nurdan yaratılmış masum varlık melekât: melekeler meleke: zihnin anlama, kavrama, hatırlama gibi özellikleri, tekrar tekrar yapmaktan dolayı kazanılan beceri melekî: melekle ilgili, melek gibi melekiyet: meleklik meleksimâ: melek yüzlü melekût: melekler âlemi, varlıkların ilâhî isimlere bakan iç yüzü melekûtî: melekutla ilgili melekûtîyet: melekutluk melekülmevt: ölüm meleği melez: ırkı karışık melfûf: paketlenip gönderilen melfûfât: paketlenip gönderilenler melfûz: söylenmiş melhûz: düşünülebilen melîh: güzel, şirin melîk: hükümdar melîke: kadın hükümdar melîl: üzgün melsûk: yapıştırılmış mêlûf: alışılmış melûl: usanmış melûn: lânetli melûnâne: melunca melzum: lüzumlu memâlik: memleketler memât: ölüm memduh: övülmüş memduha: övülmüş memer: geçit memlû: dolu memlûk: köle memnû: yasak memnûn: hoşnut memnûnâne: memnunca memnûniyet: memnunluk mêmûl: umulan Mêmûn: felsefe kitaplarını tercüme ettirmesiyle meşhur bir halife mêmûn: emin, korkusuz mêmûr: emir altında olan mêmûrîn: memurlar mêmûriyet: memurluk memzûc: karışık men: kim men: yasaklama menâbî: kaynaklar menâfî: menfaatler menâfiz: delikler menâhî: yasaklananlar menâhic: metodlar menâkıb: hayat hikâyeleri menâm: uyku menâmen: uykudayken menâr: ışık tutucu menâsık: ibadet yerleri Menat: bir putun adı menâtık: mıntıkalar, bölgeler menâzır: manzaralar menâzil: inilen yerler menbâ: kaynak mencê: kurtuluş yeri mendûb: emredilmediği hâlde yapılan güzel amel, iş mendûbiyet: mendupluk menend: eş, benzer menfâ: sürgün yeri menfaat: fayda, çıkar menfaatperest: menfaatına çok düşkün menfaattar: menfaatli menfez: delik, gözenek menfî: olumsuz, sürgün menfûr: nefret edilen menhî: yasaklanan menhiyat: yasaklananlar menhûs: uğursuz meni: döl suyu menkıbe: hayat hikayesi menkûha: nikâhlı kadın menkul: anlatılan, taşınabilen menkulât: taşınanlar, anlatılanlar menkûr: inkâr edilen menkûs: tersine çevrilmiş menkuş: nakışlı menkuz: bozulmuş Mennân: kullarına bol nimet ve ihsanlarda bulunan ALLAH mensub: bağlı, ait, ilgili mensubât: bağlılar, ilgililer mensubiyet: bağlılık, aitlik mensûc: dokunmuş mensûcât: dokunanlar mensûh: hükmü kaldırılmış mensur: nesirli mensûs: âyet ve hadîs gibi kesin delillerle tesbit edilmiş olan menşê: esas, kök, kaynak menşûr: yayılmış mênûs: alışılmış menvî: niyetlenen menzil: inilen yer menzilgâh: inme yeri merâ: otlak merak: öğrenme isteği merakâver: merak verici merâkib: binekler merâm: maksat, niyet, istek merâsim: tören merâtib: mertebeler merâyâ: aynalar merbût: bağlı, irtibatlı merbûtiyet: bağlılık mercan: denizden elde edilen bir süs maddesi mercî: makam, dönülecek yer, başvurulacak yer, kaynak, makam mercîiyet: başvurulacak makam olma özelliği, kaynaklık mercû: ümit edilen, rica olunan mercûh: tercih edilmeyen, başkası ona tercih edilmiş merd: mert, sözünün eri merdâne: mertçe merdûd: reddedilmiş merdümgiriz: insanlardan sıkılan, yalnızlığı seven merdümgirizane: kalabalıktan sıkılıp yalnızlık isteyerek merfû: yükseltilmiş merğûb: rağbet edilen, istenilen merhaba: rahat olun, hoş geldiniz merhale: kademe, aşama merhamet: acıma merhameten: merhamet ederek merhametkâr: merhametli merhametkârâne: merhamet edercesine merhem: yara ilacı merhûm: rahmetli, ölmüş merhûme: ölmüş kadın merhûn: rehin edilmiş merî: görünür olan, yürürlükte olan meridyen: boylam Merih: bir gezegen merîyyet: yürürlükte oluş, görünürlük merkeb: binek merkez: orta mekân, idare yeri merkezî: merkezde olan merkeziyet: merkezlik merkûb: binek mermi: kurşun mermuze: dolaylı anlatılan mersiye: ölüm şiiri mert: üstün karakterli mertebe: derece, aşama Merve: Mekkede bir mübarek tepe mervî: rivayet edilen, anlatılan merzûk: rızıklanmış merzûkiyet: rızıklanmışlık mesâbe: yerinde, değerinde mesâbih: lambalar mesâcid: namaz kılınan yerler mesâfe: ara, uzaklık mesağ: izin mesâha: yüz ölçümü mesâhif: mushaflar, Kurânlar mesâi: çalışmalar, emekler mesâib: musibetler mesâil: meseleler mesaj: haber mesâk: sevkedilen yer mesâkin: meskenler, evler mesâkin: miskinler, fakirler mesâlih: maslahatlar, işler mesâlik: meslekler, ekoller, yollar mesâmât: gözenekler, delikler mesâme: gözenek mesâne: sidik torbası mesânî: bir şeyin tekrarı mesarr: sürurlu, sevinçli mesâvî: kötü hâller mesbûk: geçmiş, geri kalmış mescid: secde yeri, küçük cami mesel: atasözü, küçük hikâye mesêle: düşünülecek husus, konu meserret: sevinç, şenlik mesh: el sürme, silme Mesîh: olumlu mânâda isa aleyhisselâm için söylenen bir tabir Mesîh: "silen, bozan" mânâsında deccalın bir adı mesîl: kanal, benzer mesîre: gezinti yeri mesîregâh: gezinti yeri meskat: doğum yeri mesken: oturulan yer, ev meskenet: yoksulluk, miskinlik meskûn: oturulan yer meslek: yol, usûl, ekol mesmû: işitilen mesmûat: işitilenler mesmûm: zehirlenmiş mesned: dayanak mesnevî: bir şiir türü mesnûn: sünnet olan mesrûk: çalınmış mesrûr: sevinçli, sürurlu mesrûrâne: sevinçli bir şekilde mesrûriyet: sevinçlilik mest: ayakkabı, hazla kendinden geçen mestûr: örtülmüş mestur: satırlanmış, çizilmiş mestûre: örtülü kadın mesûd: saadetli, mutlu mesûdâne: saadetle mesûdiyet: mesutluk mesûk: sevk olunan mesûl: sorumlu mesûliyet: sorumluluk meşâgil: meşguliyetler meşâhir: meşhurlar, ünlüler meşakkat: zahmet, zorluk, sıkıntı meşâle: ucu alevli değnek meşârib: meşrepler, anlayışlar, gidişatlar meşayih: şeyhler, pirler meşbû: doymuş meşegâh: meşelik meşême: sol, kötü, uğursuz meşgale: iş, uğraş meşgul: işli, iş üstünde olan meşguliyet: işlilik meşher: sergi meşhûd: görülen meşhûdât: görülenler meşhûdiyet: görünürlük meşhûn: sevinçli meşhûr: ünlü meşîet: dileme meşîhat: din işleri merkezi meşk: alıştırma, örnekleme meşkûk: şüpheli meşkûr: şükre lâyık olan meşmeşiye: normal göze görünmeyen misalî bir âlem meşreb: meşrep, gidişat meşreben: gidişatça meşrık: doğu meşrû: dine uygun meşrûbât: içecekler meşrûh: açıklanmış meşrûhât: açıklananlar meşrûiyet: dine uygunluk meşrût: şarta bağlı meşrûta: şarta bağlanmış meşrûtiyet: devletin bir hükümdarın başkanlığı altındaki millet meclisi tarafından idare edildiği yönetim biçimi meşrûtiyetperver: meşrutiyeti seven meşşâiyyun: akla güvenip peygambere inanmayan felsefeciler meşşata: süsleyen, tarayan meşûm: uğursuz meşûmâne: uğursuzcasına meşûme: uğursuz meşûr: şuurlu meşveret: danışma, fikir alışverişi yapma metâ: ticaret malı metâlî: güneş ve ayın doğduğu yerler ve zamanlar metâlib: istenenler ****net: dayanıklılık metbû: kendisine uyulan metbûiyet: metbuluk metfuh: açılmış methetme: övme methiye: övgü, övme metîn: ****netli, dayanıklı metin: yazının tamamı metînâne: dayanıklı biri gibi metod: usûl, yöntem metrûk: terkedilmiş metrûkât: terkedilenler Metta: Yunus aleyhisselâmın annesi meûnet: geçimlik mêvâ: yer, mekân mevâcid: kalbe zevk veren hâller mevâdd: maddeler mevâhib: karşılıksız verilenler, ihsanlar mevâkıf: duraklar mevâki: yerler mevâlid: mevlidler, doğmalar mevâlîd: varlıklar mevâni: maniler, engeller mevâsim: mevsimler mevhat: cansızlar mevc: dalga mevce: dalga mevcûd: mevcut, var olan mevcûdat: varlıklar mevcûdiyet: varlık meveddet: dostluk, sevgi mevhibe: verilmiş mevhûbe: verilen mevhum: kuruntu ürünü mevîza: öğüt, nasihat mevkıf: durak, bölüm mevki: yer mevkib: kafile, topluluk yle='margin-top:0cm;margin-right:10cm;margin-bottom:0cm; margin-left:10cm;margin-bottom:0001pt;mso-pagination:none'>mevkuf: durdurulan, tutulan mevkufen: tutularak, durdurularak mevkute: süreli yayın Mevlâ: sahip, efendi, ALLAH Mevlânâ: Mesnevî adlı kitabın da yazarı olan ünlü velî ve şair mevlânâ: efendimiz Mevlevî: Mevlânanın tarikatından olan Mevlevîvârî: dönerek zikreden mevleviler gibi mevlid: doğum mevlûd: doğan mevrid: varılan yer, yol mevrûs: mirasla gelen mevsûf: vasıflı, sıfatlanan mevsûk: vesikalı, belgeli, sağlam mevsûkan: belgeli bir biçimde mevsûl: kavuşan, ulaşan, bitişen mevsûle: bitiştirilmiş mevt: ölüm mevta: ölü mevtâlûd: ölümle karışık mevûd: söz verilmiş mevzî: bir şey konulacak yer mevzû: konu mevzû: uydurulmuş hadîs mevzûat: kurallar, kanunlar mevzûbahis: söz konusu mevzun: ölçülü, tartılı mevzunen: ölçülü ve tartılı olarak mevzuniyet: ölçülülük, tartılılık mey: şarap, meyâdin: meydanlar meyân: orta, ara meydân: saha, alan meyelân: eğilim, istek meyil: istek, yönelme meyl: istek, yönelme meymene: sağ, iyilik, uğur meymenet: bereket, uğur, kutluluk meymûn: uğurlu, kutlu mêyûs: ümitsiz mêyûsane: ümitsizce mêyûsiyet: ümitsizlik meyvedâr: meyveli meyyâl: meyilli, istekli meyyit: ölü, cansız mezâd: mezat, artırmalı satış mezâhib: mezhepler mezâhim: zahmetler, zorluklar mezâhir: görünme yerleri, çiçekli yerler mezâk: tadma mezâlim: zulümler mezâmir: Zebur kitabının süreleri mezâr: kabir, ziyaret yeri mezâristân: mezarlık, ölüler ülkesi mezâyâ: meziyetler mezbaha: hayvan kesim yeri mezbele: çöplük mezbûr: sözü edilen mezc: karıştırma, katıştırma meze: çerez mezellet: alçaklık mezheb: gidilen yol, dinin esaslarında aynı ayrıntılarında farklı görüşler mezher: çiçeklik mezhere: çiçeklik meziyet: güzel özellik meziyyât: meziyetler mezkûr: anılan mezmûm: yerilmiş mezraa: tarla mezrûat: ekilenler mêzûn: izinli mıh: çivi mıknatıs: bazı ****lleri çeken madde mıntıka: bölge mısrâ: şiirin her bir satırı mıstar: cetvel mızrâk: ucu sivri savaş aleti miâd: vade midâd: mürekkep midevî: mide ile ilgili miftah: anahtar mihâl: kuvvet mihânikiyyet: mekaniklik mihenk: deneme taşı mihmân: misafir mihmândâr: misafiri olan mihnet: sıkıntı, tasa mihrâb: imamın namaz kıldırdığı yer mihrâk: odak mihver: eksen Mikâil: dünya işlerini düzenlemekle görevli melek mikdâr: miktar, nicelik mikyas: ölçü, ölçek mikyasvari: ölçü gibi mil: ince ****l, sel birikintisi milâd: doğum günü milâdî: milada dayanan milel: milletler milis: sivil ordu millet: aynı dinden olanlar topluluğu milletdaş: aynı milletten olan milletperver: milletini seven millî: milletle ilgili milliyet: aynı milletten olma hâli milliyetperver: milliyetçi, milletini seven mîmar: bina tasarımcısı mimsiz medeniyet: deniyet, yani alçaklık minâ: cam, billur, sırça, parlak minârât: minareler minber: camide hutbe okunan yer minhâc: yol, meslek, metod minindillah: ALLAH katında minnet: iyiliğe karşı duyulan şükür hissi, başa kakma minnetdâr: minnet eden minnetdârâne: minnet duyarak minnetdârlık: minnet hissetme mintarafillah: ALLAH tarafından minvâl: tarz, yol, gidiş mîr: bey, amir mîrâc: merdiven Mîrâc: Peygamberimizin semaya çıkma mucizesi Mîrâciye: Mevlidin mîraçla ilgili bölümü mîrâcvârî: mîraç gibi miralay: albay miras: ölen kimsenin yakınlarına kalan malı mirât: ayna mîrî: devlet malı mirkat: mertebe, derece mirlivâ: tuğgeneral mirsâd: gözetleme yeri mirzâ: reis, bey misafirhâne: misafir evi misafirperver: misafiri seven mîsak: sözleşme misâl: örnek, bir alem adı misâlî: misâl hâlinde, misâlle ilgili misâlîye: misâlle ilgili olan |
Arapça Sözlük |
11-04-2012 | #13 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Arapça Sözlükmisbah: lamba, kandil misdâk: onaylayıcı delil misil: eş, benzer misillü: benzeri, gibi misk: güzel koku miskal: 4,5 gram ağırlık miskin: yoksul, uyuşuk, tembel, zavallı mislen: benzer olarak misliyet: benzerlik, eşlik mismar: çivi mistar: cetvel mistik: içle ilgili misvâk: sünnet olan diş temizleme aleti, bir ağacın kökü misyon: vazife misyoner: Hıristiyanlığı yaymakla görevli kimse mîşâr: onda bir mişkât: lamba konan yer, kandil mişvâr: davranış, gidişat miting: bir gaye uğruna yapılan büyük toplantı mitoloji: efsane ilmi mitralyöz: makinalı tüfek miyan: orta, ara mîyâr: ölçü mizâc: huy, yaradılış mizâh: komedi, gülmece mîzan: terazi, tartı, ölçü mîzancık: küçük terazi, ölçücük mîzenend: söylüyorlar, vuruyorlar model: örnek, misal Moğol: Asyada bir kavim molla: büyük âlim, medrese talabesi moral: ruh gücü muaccel: acele, peşin muacciz: sıkıntı verici, rahatsız edici muâddel: düzeltilen muâddil: düzeltici muâdil: denk, dengeli muâf: affolunmuş, ayrı tutulmuş muâhede: antlaşma muâheze: sorgulama, azarlama muahhar: sonraki muâhid: antlaşma yapan muâkıb: cezalandıran muâkıd: sözleşen muakkib: izleyen muâlece: işe girişme muallâ: yüce muallak: boşlukta, askıda mualleka: asılan muallekât: asılanlar muallekatısebâ: Kâbe duvarına asılan yedi ünlü şiir muallem: talimli, eğitilmiş muallim: ilim belleten, öğretmen muallime: hanım öğretmen muamelât: muameleler, işlemler muamele: davranış, işlem muammâ: bilmece muammââlûd: bilmeceli muammer: uzun ömürlü muânaka: sarılma muânân: ananeli, belgeli muânid: aykırı, direnen muannid: inatçı muannidane: inat edercesine muanven: ünvanlı, namlı muâraza: çekişme, tartışma, muhalefet muârefe: tanışma muâreke: kavga muârız: muarazacı, muhalif, çekişen, tartışan muarrâ: temiz, arınmış muarreb: Araplaşmış muarref: tanıtılmış muarrif: tanıtıcı muâsır: çağdaş muâşaka: sevişme muâşeret: iyi geçinme, görgü muâteb: azarlanmış muattal: işlemez, işsiz muattar: ıtırlı, güzel kokulu muattıl: îmansız, tanrıtanımaz muattıla: îmansız, tanrıtanımaz muâvenet: yardım muâvenetdârâne: yardım edercesine muâveneten: yardım olarak muâvenetkârâne: yardımcı olurcasına muâvin: yardımcı Muâviye: Emevi Devletinin kurucusu olan bir sahabe muâyene: gözden geçirme muayyen: belli, ölçülü, tartılı muazzam: pek büyük muazzeb: eziyet çeken muazzez: izzetli, şerefli muazzib: azap eden mubâh: işlenmesinde sevap ve günah olmayan mubassır: gözcü, bakıcı mûbik: helak edici, büyük günah mubsır: görünen mubsırât: görünenler mûcib: gereken, gerektiren mûcib: hayrete düşüren mûcibe: hüküm, gerektiren mûcibibizzat: her şeyi yapmaya mecbur olan mûcid: yeni bir şey yapan, "yoktan var eden" mânâsında ilâhî isim mûciz: insanı aciz bırakan mûciz: kısa, fakat çok mânâlı, özlü mûcizane: aciz bırakırcasına mûcizât: mûcizeler mûcize: insanların yapamadığı harikalar mûcizekâr: mûcizeli, mûcize gösteren mûcizevârî: mûcize gibi mûcizevî: mûcizeli biçimde, mûcize ile ilgili olarak mûciznümâ: mûcize gösteren mudarebe: dövüşme mudga: et parçası mudhike: gülünecek şey, komedi mudıll: saptıran mûdil: büyük, çetin, zor mufaddıl: üstün eden, yükselten mufassal: ayrıntılı mufassalan: ayrıntılı biçimde mugaddi: besleyici mugalata: yanıltıcı için söz söyleme muganni: nağmeyle okuyan mugayeret: aykırılık mugayir: aykırı mugayyebât: bilinmeyenler mugayyebâtıhâmse: beş bilinmeyen şey mugis: yardım isteyene yardım eden muğlak: kapalı, anlaşılması zor muğnî: zengin edici muhabbet: sevgi muhabbetdâr: seven, sevgili muhabbetdârâne: severcesine muhabbethâne: sevgi evi muhabbetkârâne: severcesine muhabbetullah: ALLAH sevgisi muhâberât: haberleşmeler muhâbere: haberleşme muhâbir: haberci muhâcerât: göç etmeler muhâceret: göç etme muhacim: saldıran muhâcir: göç eden, göçmen muhâcirîn: Medineye göç eden sahabeler muhaddis: hadîs âlimi muhaddisin: hadîs âlimleri muhafaza: koruma muhafazakâr: koruyucu muhaffef: hafifletilmiş muhâfız: koruyan muhâkât: taklit etme muhhakemât: akıl yürütmeler, hüküm çıkarmalar muhâkeme: düşünme, akıl yürütme, hüküm çıkarma, yargılama muhâkî: benzer muhakkak: kesin, gerçekleşmiş muhakkik: araştıran, inceleyen muhakkikâne: araştırırcasına muhakkikîn: araştırmacılar, büyük âlimler muhâl: imkânsız, olması mümkün olmayan muhâlât: muhaller, imkânsız olmalar muhâlefet: karşı gelme, ayrı düşünme, uymama muhâlif: karşı, zıt, aykırı, uymaz muhâliyet: imkânsız oluş muhalled: sürekli Muhammed: Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâmın "medhedilen" mânâsındaki ismi Muhammediye: Peygamberimizle ilgili muhammen: tahmin edilen muhannes: kadınlaşmış erkek muhârebât: savaşmalar muhârebe: savaşma muhârib: savaşan muharref: değiştirilmiş, bozulmuş muharrem: Arabî ayların ilki muharremât: haram edilen şeyler muharrer: yazılı, yazılmış muharrık: yakan, susatan muharrib: tahrip eden, yıkan muharrif: değiştiren, bozan muharrik: hareket ettiren muharrir: yazar muhâsama: düşmanlık muhâsamet: düşmanlık besleme muhâsara: kuşatma muhâsebe: hesaplaşma, hesap görme muhâsım: düşman muhâsib: hesapçı muhassal: netice, sonuç, ürün muhassala: elde edilen sonuç muhassıl: hasıl eden, neticelendiren muhassıs: hususileştiren, ayıran muhassısa: hususileştirici muhât: kuşatılmış muhâtab: kendisine söz söylenilen muhâtabâne: kendisine söz söylenilen kimse gibi muhâtabîn: kendisine söz söylenenler muhâtara: korkulu durum muhâverât: konuşmalar muhâvere: konuşma muhavvef: korkulu muhavvel: ısmarlanmış, değiştirilmiş muhavvif: korkutan muhavvil: değiştiren muhayyel: hayâl edilmiş muhayyer: seçmeli muhayyile: hayâl kuvveti muhayyir: hayret ettiren muhbir: haberci muhdes: sonradan meydana getirilmiş Muhdis: her şeyi sonradan var eden ALLAH muhib: seven muhill: bozan mûhin: hor ve hakir eden mûhiş: korkutan muhit: kuşatan, çevre muhita: kuşatıcı muhkem: sağlam muhkemât: sağlam ve mânâsı açık olanlar, kuvvetliler muhles: ihlası devamlı olan muhlis: ihlaslı, samimi, işini sadece ALLAH için yapan muhlisâne: muhliscesine muhlisen: muhlisce muhrib: tahrip eden, yıkan muhrik: yakıcı Muhsî: herşeyin sayısını bilen ALLAH Muhsin: "ihsan eden, güzel davranan" mânâsında ilâhî isim muhsin: yaptığı işi en güzel yapan, ALLAH ı görür gibi ibadet eden muhsinîn: işini güzel yapanlar, ALLAH ı görür gibi ibadet edenler muhtâc: ihtiyacı olan muhtar: kendi iradesiyle hareket edebilen muhtariyet: hareket serbestisi olan muhtasar: kısa muhtasaran: kısaca muhtedî: îmana gelen muhtefi: gizlenen muhtekir: kıymetlensin diye mal saklayan vurguncu muhtelif: çeşit çeşit, birbirine uymayan muhtelife: başka başka muhtelit: karışmış muhtell: bozuk, hasta muhtemel: olabilir muhtera: yoktan var edilmiş muhterem: hürmet edilen, saygın muhterik: yanan muhteris: ihtiraslı muhteşem: ihtişamlı, görkemli muhtevâ: iç, öz, mânâ muhtevî: içine alan muhteviyat: içindekiler muhtıra: hatırlatma muhtî: hata yapan Muhyî: hayat veren, dirilten, ALLAH muin: yardımcı mukabele: karşılık verme mukabeleten: karşılık vererek mukabil: karşılık mukaddem: önceki mukaddemât: öncekiler, başlangıçlar mukaddeme: önsöz, başlangıç mukadder: kader ile belirlenmiş mukadderât: kader ile belirlenenler mukaddes: kutsal olan mukaddesât: kutsal olanlar mukaddime: başlangıç, önsöz Mukaddir: "takdir eden, kıymet biçen" mânâsında ilâhî isim mukaffa: kafiyeli mukallid: taklitçi mukannen: kanunla belirlenmiş, düzenli mukannin: kanun koyan, düzenleyen mukarenet: bitişiklik, yakınlık mukarin: bitişik, yakın mukarreb: yakın olan mukarrebin: yakın olanlar mukarrer: kararlaşmış mukarrib: yaklaştıran mukatele: birbirini öldürme mukattaa: sûre başlarında bulunan şifreli harf mukattaat: sûrelerinin başlarında bulunan şifreli harfler mukavele: sözleşme mukavemet: dayanma, direnme mukavemetsûz: dayanma gücünü bitiren mukavim: dayanıklı mukavves: kavisli, eğrilmiş mukavvis: kavisli, eğri mukayese: karşılaştırma mukayyed: kayıtlı, bağlı, sınırlı mukîl: hataları affeden mukîm: oturan, yerleşik muknî: ikna eden, inandıran muknîyâne: ikna edercesine, inandırarak muksit: haklı hareket eden muktazi: gerekçe, gerektiren muktebes: bir yerden alınan muktedâ: kendisine uyulan muktedâbih: kendisine uyulan kimse muktedî: birine uyan muktedir: iktidarlı, gücü yeten muktedirâne: gücü yeter biçimde muktesid: iktisadlı, tutumlu muktesidane: iktisadlı şekilde, tutumlu biçimde muktezâ: gereken, gerekirlik muktezî: gerektiren, gerekçe muktezîyât: gerektirenler, gerekçeler mumaileyh: adı geçen mumatala: sohbet eder gibi karşılıklı konuşma mumdar: mum tutan, aydınlatan mumya: çürümesin diye ilaçlanmış ölü munâtıf: bir tarafa yönelmiş, meyletmiş munazzam: düzenlenen munazzım: düzenleyen munfasıl: ayrılmış mûnis: alışılmış, evcil, sevimli munkabız: sıkıntılı, büzülmüş munkalib: dönüşmüş, değişmiş munkarız: bitmiş, batmış munsarıf: geri dönen munsıf: insaflı munsıfane: insaflıca muntabık: uygun muntasır: öç alan muntazam: düzenli muntazaman: düzenli olarak muntazar: beklenen muntazır: bekleyen muntazıran: bekleyerek muntazırâne: beklercesine munzam: eklenen murabba: kare murabıt: bağlı murâd: arzu, istek, dilek murafaa: duruşma murahhas: delege, devlet adına görevli kimse murâkabe: denetleme murâkıb: denetleyici murassâ: süslü, mücevherli murassâât: süsler, mücevherler murdar: pis, kirli murdia: süt anne mûris: miras bırakan, veren murtabıt: irtibatlı, bağlı murteza: kendisinden Razı olunan musâb: kendine bir şey isabet eden musaddak: tasdiklenmiş, onaylanmış musaddık: tasdik eden, onaylayan musaddıkane: onaylayarak musâfaha: tokalaşma musaffa: safileşmiş, arıtılmış musaffi: safileştiren, arıtan musağğar: küçültülmüş musâhabe: sohbet etme musâhale: kolaylaştırma musâhere: akrabalık musahhah: düzeltilmiş musahhar: emir altında, esir alınan musahharane: emir altında gibi musahhariyet: emir altındaymışcasına musahhih: düzelten musahhihane: düzeltircesine musahhir: ele geçiren musâhib: sohbet arkadaşı musâlâha: barışma, anlaşma musâlâhakârâne: barışarak, barışırcasına musallâ: namaz yeri musallat: sataşan musalli: namaz kılan musammem: hakkında karar verilmiş, kararlaştırılmış musanna: sanatlı musannif: derleyip düzenleyen musarrah: açıklanmış musavver: resimlenmiş musavvibe: tasvip edilen Musavvir: sûret veren, biçimlendiren, ALLAH musavvire: sûretlenen, biçimlenen musaykal: cilali Musevî: Musa aleyhisselâma tabi olan, Yahudi mushaf: sahife, kitap, Kurân musıka: musıki, müzik musıki: müzik musır: ısrar eden musırrane: ısrarla mûsî: vasiyet eden, tavsiye eden musîb: isabetli, doğru musîbât: musibetler musîbet: başa gelen acı verici olay musîbetzede: musibet gören musika: mızıka muslih: düzelten Mustafa: Peygamberimizin "arınmış, seçilmiş" mânâsında bir ismi mustatil: uzayan, diktörtgen muta: kimseden bir şey istemeyen mutaassıb: kendi tarafını aşırı tutan mutaassıbane: kendi tarafını aşırı tutarcasına mutâbaat: tabi olma, uyma mutâbakat: uygunluk mutâbık: uygun mûtad: alışılmış, adet mutaffifin: alışverişte muhatabının hakkını tam vermeyenler mutahhar: temizlenmiş mutantan: tantanalı, gösterişli mutasallıf: bilgiçlik taslayan, şarlatan, gösterişçi mutasarrıf: kendinde kullanım hakkı bulunan mutasavver: tasarlanmış, düşünülmüş mutasavvıf: tarikat adamı mutasavvıfane: tasavvuf ehline benzer şekilde mutasavvıfin: tarikatta ilerleyenler mutasavvife: tarikatta ilerleyen mutasavvire: sûretlendiren mutavaat: itaat etme mutavassıt: ortalama vasıtalık eden mutavattın: yerleşmiş mutazammın: içine alan mutazarrır: zarar görmüş mûteber: inanılır, güvenilir, saygın mûtedil: ılımlı, ölçülü mutekadât: inanılan şeyler mutekid: inanmış mûtekif: ibadet için bir köşeye çekilen mûtell: hasta mûtemed: kendisine güvenilen mûtemid: güvenen mûtemidâne: güvenerek mûtena: özenilmiş mûteriz: itiraz eden, karşı çıkan mûterizane: itiraz edercesine Mûtezile: akla haddinden fazla önem veren sapık bir mezhep mutî: itaat eden mutlak: sınırlandırılmamış, salıverilmiş mutlakıyyet: kayıtsız şartsız bir hükümdarın idaresi altında bulunan hükümet şekli mutmain: tatmin olmuş mutmainane: tatmin olarak mutmainne: tatmin olan muttala: bilgilenme noktası muttalî: meseleyi bilen muttarid: düzenli, sıralı muttasıf: sıfatlanan, özellik kazanan muttasıl: bitişik, aralıksız, sürekli muvâcehe: karşı, ön, yüzleşme muvâfakat: uygunluk, uygun bulma muvaffak: başarılı muvaffakiyat: başarılar muvaffakiyet: başarı muvaffakiyetkârâne: başarılı biçimde muvâfık: uygun muvahhid: ALLAH ın birliğine inanan muvahhidin: ALLAH ı bir kabul edenler muvahhiş: korkutup ürküten muvakkat: vakitli, geçici muvakkaten: geçici olarak muvakkit: vakit bildiren muvâsal: ulaşan, kavuşan muvâsala: ulaşma, kavuşma muvâsalât: kavuşmalar, ulaşmalar muvâzaa: danışıklılık, bahse girişme muvâzenât: muvazeneler, dengeler muvâzene: denge, tartıda eşitlik muvâzenet: dengelilik, eşitlik muvâzi: paralel, aynı sırada muvazzaf: vazifeli, görevli muvazzah: açıklanmış muzââf: iki kat, kat kat muzâf: bağlanmış muzaffer: zafer kazanmış muzafferen: zafer kazanarak muzafferiyet: zafer kazanma muzahrefat: süprüntüler, atıklar mûzam: en büyük kısım, büyütülmüş muzari: Arapçada hem şimdiki zamanı hem de geniş zamanı ihtiva eden fiil kipi muzdarib: ızdırap çeken muzhir: gösteren, ortaya koyan muzır: zararlı muzî: ışık veren, aydınlatan muzîe: ışık verici, aydınlatıcı muzlim: karanlıklı muzmahil: çökmüş, dağılmış muzmer: gizli, saklı muztar: zorda kalmış mübâdele: değiştirme mübâh: haram edilmeyen mübâhât: haram edilmeyenler, güzellikler mübâhesât: söz etmeler, konuşmalar mübâhese: söz etme, konuşma mübâlağa: abartma mübâlağacûyâne: abartırcasına mübâlağakârâne: abartırcasına mübârek: bereketli, hayırlı, uğurlu mübârekât: mübarekler mübârekiyet: mübareklik mübâreze: çarpışma, dövüşme mübârezekârâne: çarpışarak, dövüşerek mübâşeret: başlama, girişme, dokunma mübâşir: müjdeleyen, mahkemede çağırıcı mübâyaa: satın alma mübâyenet: ayrılık, uymazlık, tutmazlık mübâyin: aykırı, uymaz, ayrı mübdî: yeni şeyler ortaya koyan mübeccel: yüceltilmiş, yüce mübeddil: değiştiren mübelliğ: tebliğ eden, bildiren müberhen: delilli, ispatlı müberrâ: arınmış, temize çıkmış mübeşşer: müjdelenmiş mübeşşir: müjdeci mübeyyen: açıklanan mübeyyin: açıklayan mübeyyiz: temize çeken mübezzir: israfçı mübhem: belirsiz mübhîc: sevindiren mübîn: apaçık müblâ: dağıtılmış, yenilmiş mübrem: kaçınılmaz, vazgeçilmez mübtedâ: başlangıç, isim cümlesinde özne mübtedî: dinde olmayanı dine sokan mübtedi: yeni, acemi, ilkel mübtediyane: mübtedice mübtelâ: düşkün, tutkun mübtezel: bol, ucuz, değersiz mübtil: iptal eden mücâb: kabul cevabı alan mücâdele: savaşma, çarpışma mücâhedât: din için savaşmalar mücâhede: din için savaşma mücâhid: din için savaşan, çalışan mücâhidane: mücahide yakışır şekilde mücâhidîn: din için savaşanlar, çalışanlar mücânebet: çekinme mücânis: cinsi aynı olan mücâveret: komşuluk, yakınlık mücâvir: komşu, yakın mücâzât: cezalandırmalar mücâzefe: söz ile karşısındakinin hakkını örtme, aldatma mücbir: zorlayan, mecbur eden mücedded: yeni müceddid: yenileyici, hadîste her asırda geleceği müjdelenen ve îman hakikatlarını asrın anlayışına uygun olarak anlatmakla görevlendirilen nurlu âlim müceddidiyet: mücedditlik, yenileyicilik mücehhez: cihazlı, donanmış mücellâ: parlak, cilâlı mücelled: ciltlenmiş mücellid: ciltçi Mücemmil: güzelleştiren, güzel yaratan, ALLAH mücerreb: tecrübe edilmiş, denenmiş mücerred: maddî varlıklardan ayrı olarak sadece zihinde düşünülen kavram, soyut mücerredat: mücerretler, soyutlar mücessem: cisimlenmiş, cisimli mücessime: ALLAH ı bir cisim gibi tasavvur eden sapkın mücevher: kıymetli taş mücevherat: kıymetli taşlar mücîb: duaya cevap veren, ALLAH mücîr: himaye eden, ALLAH mücmâ: toplanma mücmel: kısa mücmelen: kısaca mücrim: suçlu müctebâ: seçilmiş, kıymetli müctehid: âyet ve hadîslerden hüküm çıkaran büyük âlim müctehidîn: müctehidler müctemî: toplu müctemiân: topluca müctenibâne: kaçınırcasına, sakınırcasına müczil: çoğaltan, bollaştıran müdâfaa: savunma müdâfaanâme: savunma yazısı müdâfaât: savunmalar müdâfî: savunan müdâhale: karışma, girme müdâhene: dalkavukluk müdahhâr: depolanmış, birikmiş müdâhil: içeri giren müdâhin: dalkavuk müdakkik: inceleyen müdakkikâne: incelercesine müdakkikîn: incelemeciler müdârâ: yüze gülme, yüze gülücülük müdavele: alıp verme, konuşma müdavemet: devamlılık müdâvim: devamlı müdâyene: ödünç alıp verme müdd: 875 gram ağırlık müddea: iddia edilen, dâvâ müddehar: biriken müddeharât: birikenler müddeî: iddiacı, davacı müddeîiumumî: savcı müddet: süre, zaman müdebbir: işinin sonunu gözeterek iş yapan müdebbirane: müdebbirce müdellel: delilli, ispatlı müderris: ders veren âlim müderrisîn: ders veren alimler müdevven: derlenip düzenlenmiş müdevveriyyet: yuvarlaklık müdhiş: müthiş, korkutan müdîr: müdür müdrik: anlayan, kavrayan müdrike: anlama kabiliyeti müebbed: ebedî, sonsuz, ömür boyu müeccel: ertelenmiş müeddeb: edeplendirilmiş müeddî: ödeyen, sebep olan müehhirîn: sonrakiler müekked: kuvvetli, sağlam müekkel: vekil edilmiş müekkid: sağlamlaştıran müekkil: vekil eden müellefât: yazılmış eserler müellefe: alıştırılmış, yazılmış müellif: kitap yazan müennes: dişil müesses: kurulu müessese: kurum müessif: üzücü müessir: tesirli, etkili müessiriyet: tesirlilik, etkinlik müessis: kuran, kurucu müeyyed: desteklenen, doğrulanan müeyyid: kuvvet veren, destekleyen müeyyide: destekleyen, yaptırım müezzin: ezan okuyan müfad: anlatılan anlam müfahere: üstünlük yarışı müfarakat: ayrılmalar müfehhimane: anlayarak müfekkire: düşünme kabiliyeti müferrah: ferahlanmış müfesser: tefsir edilmiş, açıklanmış müfessir: âyetleri tefsir eden, açıklayan, yorumlayan, yorumcu müfessirîn: müfessirler, Kuranı açıklayıp yorumlayanlar müfettiş: teftiş eden müfîd: ifadeli, faydalı müflih: kurtulan müflis: iflas etmiş müfred: tek, yalnız müfredat: ayrıntılar, parçalar müfreze: askerî birlikten ayrılan kol müfrit: aşırıya kaçan müfritane: aşırı gidercesine müfsid: bozan müftehir: iftihar eden, övünen müftehirâne: iftihar ederek, övünerek müftereyat: iftiralar müfteri: iftira eden müfteris: yırtıcı müfteriyane: iftira edercesine müfti: fetva veren, müftü mühakat: benzerini yapma, taklit mühdî: hidayete getiren mühec: ruhlar, canlar mühefhef: narin, ince mühendis: hendeseci, geometrici mühevvil: korkunç mühevvin: kolaylaştıran müheykel: heykelleşmiş müheymin: koruyan müheyyâ: hazır, amade müheyyic: heyecanlandıran mühezzeb: düzeltilmiş, temizlenmiş mühezzib: temizleyen mühîb: heybetli mühim: önemli mühimmât: lüzumlu şeyler mühimme: mühim, önemli mühlet: belli zaman, vade mühlik: helâk eden, öldüren mühmel: ihmal edilmiş, bırakılmış mühr: mühür, damga mühtedî: îman eden mühür: imza yerine kullanılan damga müizz: izzet veren, yükselten müjde: güzel, sevindirici haber müjdekârane: müjdeli biçimde müjgân: kirpik müjik: Rus köylüsü mükâbere: münakaşada ağız kalabalığı ile karşısındakini yenmeye çalışma, yanlışta direnme, büyüklenme mükâfât: ödül mükâfâten: ödül olarak mükâleme: konuşma mükâşefe: sırların açılması mükâtebe: yazışma mükebbir: tekbir getiren, "ALLAH uekber" diyen mükedder: kederli, acılı mükellef: yükümlü, yüklenmiş, aşırı süslü mükellefîn: mükellefler, yükümlüler mükellefiyet: mükellef olma, yükümlülük, görevli oluş mükemmel: ergin, tamam, olgun mükemmelen: mükemmel bir biçimde mükemmeliyet: mükemmellik, tamamlık mükemmil: tamamlayıcı mükerrem: kerîm olan, kendisine değer verilen, saygıdeğer mükerrer: tekrarlı mükerreren: tekrar tekrar mükesser: çoğaltılmış mükevvenât: yaratılmışlar mükezzib: yalanlayan mükreh: zorlanan mükrim: ikram eden mükrimane: ikram edercesine mükteseb: kazanılmış mülâbeset: karışma, bulaşma mülâebe: oynaşma mülâene: lânetleşme mülâet: bir örtü adı mülâhaza: dikkatle bakma, iyice düşünme mülâhhas: özet, hulâsa mülâkat: kavuşma, konuşma mülâki: buluşan, kavuşan mülâtefe: lâtifeleşme, şakalaşma mülâyemet: yumuşaklık mülâyimane: yumuşakça mülâzemet: bağlanma, devam mülâzım: gerekli, lüzumlu, teğmen mülevven: renkli mülevves: kirli, pis, bulaşık mülga: kaldırılmış mülhak: katılmış mülhem: ilham olunmuş, kalbe doğmuş mülhemane: ilham alarak, ilham olunurcasına mülhid: dinsiz mülhik: ekleyen mülhim: ilham eden mülk: bir şeyin dış yüzü mülk: mal, sahip olunan şey mülkiye: ülkenin idaresi için çalışanların bulunduğu daire mülkiyet: mal sahipliği mülsak: yapıştırılmış, bitiştirilmiş mültebis: karıştırmış, yanılmış mülteci: iltica eden, sığınan mültefit: iltifat eden, iyi davranan mültefitane: iltifat ederek, iyi davranarak mültehab: yaralı, iltihaplı mülteka: kavuşma yeri, kavşak mültekit: yerden alan mülûk: melikler, hükümdarlar mülzem: ilzam edilmiş, susturulmuş mülzim: susturan mümaileyh: kendisinden söz edilen mümâlata: karşılıklı şiir söyleme mümânaât: engelleme mümânea: karşılıklı engelleme mümârese: uzmanlaşma mümas: temas eden, dokunan mümaselet: misil olma, benzerlik mümasil: benzeri, misli, dengi mümaşaat: maslahat namına hoş geçinme, anlaşma yolunu seçme mümaşaatkâr: hoş geçinen, anlaşma yolunu seçen mümatala: savsaklama, borcu uzatma mümehhed: hazırlanmış, serilmiş mümessel: temsil getirilen mümessil: temsilci mümevveh: vehmî, hayâlî mümeyyiz: ayıran, ayırd eden mümeyyize: ayıran, temyiz eden mümidd: yardım eden, uzatan mümin: îman eden müminane: mümine yakışır şekilde, inanarak müminât: kadın müminler müminîn: müminler, îman edenler, inananlar müminûn: erkek müminler Mümît: ölümü yaratıp öldüren ALLAH mümkin: mümkün, olabilir mümkinât: mümkün olanlar mümkine: mümkün olabilen mümsike: tutan, yapışan mümtâz: seçkin, üstün mümtâzâne: seçkin bir biçimde mümtâze: seçilmiş, ayrılmış mümtâziyet: seçkinlik, üstünlük mümted: uzayan mümtenî: olması imkânsız mümtenîa: olması imkânsız olan şey mümteniât: olması imkânsızlar mümtezic: birleşen, kaynaşan mümtezicen: birleşerek münâcât: dua, kurtuluş için ALLAH a yalvarma münâdi: seslenen, çağıran münâdim: yok olan münâfât: aykırılık, birbirinin aksine olma münâferet: karşılıklı nefret münâfık: iki yüzlü, fitneci, görünüşte Müslüman gerçekte kâfir münâfıkane: münafıkça münâfi: zıt, aykırı münâkale: taşıma münâkaşa: sert tartışma münâkaşât: sertçe tartışmalar münâkaza: zıtlık, uymazlık münâkız: birbirine zıt münâkis: yansıyan münakkaş: nakışlı münâsebât: uygunluklar, ilgiler münâsebet: uygunluk, ilgi münâsebetdâr: münasebetli, ilgili münâsebetdârâne: münasebetli bir biçimde münâsib: uygun, yakışır münavebe: nöbetleşme münavebeten: nöbetleşe, sırayla münâzaa: niza etme, çekişme, kavga münâzara: tartışma münâzarât: tartışmalar münâzaünfih: niza sebebi, çekişme vesilesi münazır: tartışmacı münbais: ileri gelen, çıkan münbasıt: yayılan, genişleyen münbit: verimli münceli: parlayan müncelib: celbedilen, çekilen müncemid: donmuş müncer: sürüklenen, sonuçlanan müncezib: çekilen, cezbedilen müncezibane: cezbedilircesine, çekilircesine müncî: kurtarıcı mündefî: defetme, giderme mündemic: içine bırakılmış münderecât: içindekiler münderic: içine konulmuş münderis: izi kalmayan münebbih: uyandıran, dalgınlıktan kurtaran müneccemen: parça parça, kısım kısım müneccim: yıldızlarla uğraşan, falcı münekker: bilinmeyen, meçhul münekkid: tenkid eden, eleştiren, değerlendiren münevver: nurlanmış, aydın münevvil: nimet veren münevvim: uyutucu münevvir: nurlandıran münezzeh: temiz, arınmış münezzehiyet: temizlik, kusursuzluk, noksansızlık münfail: etkilenen münfasıl: ayrılmış münfekk: ayrılan münferid: tek, yalnız münferiden: tek olarak münfesih: bozulmuş, hükümsüz münhal: boş, işsiz münhani: eğri münhaniye: eğri, çarpık münharif: yoldan çıkmış, çarpık münhasır: yalnız birinin olan, özel olarak ayrılan münhasıran: yalnız birine özgü olmak üzere, özel olarak münhasif: sönükleşen, parlaklığını yitirip görünmez hâle gelen münhezim: bozguna uğramış münib: pişman olup dönen münîf: meşhur, yüce, büyük Münîm: nimet veren, nimetlendiren, ALLAH Münîmane: nimet vererek münîr: nurlandıran münkabız: sıkıntılı, tutuk münkad: inkıyad eden, uyan, boyun eğen |
Arapça Sözlük |
11-04-2012 | #14 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Arapça Sözlükmünkalib: dönüşen, değişen münkasım: bölünen münkatı: kesilen Münker: kabirdeki sual meleklerinden biri münker: haram, günah münkerat: haramlar, günahlar münkesif: tutulmuş münkesir: kırılmış münkeşif: açılmış, bulunmuş münkız: kurtaran münkir: inkâr eden, dinsiz münkirane: inkâr edercesine münsed: set çekilmiş, engellenmiş münşaib: kollara ayrılan münşakk: yarılan münşi: inşa eden, yapan müntabık: uygun müntafi: sönen müntakil: nakledilen, taşınan müntakim: intikam alan, öc alan müntebih: uyanık müntec: sonuçlanmış müntefi: sönen münteha: son, en son derece müntehab: seçilmiş müntehi: sona eren müntehib: uyanık müntehib: yağmacı müntehir: kendini öldüren müntesib: bağlı, ilgili müntesibîn: bağlananlar, ilgililer münteşir: yayılmış münteşire: yayılan müntic: netice veren münzel: indirilmiş münzevi: yalnız yaşayan münzeviyane: yalnız yaşayarak münzil: indiren münzir: korkutan, sakındıran mürâât: uyma mürââten: uyarak müracaat: başvurma mürâdif: eş mânâlı mürâfaa: duruşma mürâi: iki yüzlü, riyakâr mürcie: sapık bir topluluk mürcif: fitneci, yalancı mürebbi: terbiye eden, eğiten, terbiyeci mürebbiyane: terbiye edercesine mürebbiye: terbiyeci kadın müreccah: tercih edilen, seçilen müreccih: tercih eden, tercih ettiren sebep müreffeh: refah ile yaşayan, rahat mürefref: gerçek gibi ağaç resmi mürekkeb: terkib edilmiş, birleşik, boya mürekkebat: terkipler, bileşikler müretteb: sıralanmış, dizilmiş mürettebat: iş ekibi, personel, gemide çalışanlar mürettib: tertib eden, sıraya koyan mürevvic: geçerli kılan, değer veren Mürîd: irade eden, isteyen, ALLAH mürîd: isteyen, tarikata girip şeyhe bağlanan mürîdane: irade ederek, isteyerek mürsel: gönderilmiş peygamber mürselîn: gönderilenler, peygamberler mürşid: irşad eden, îman yolunu gösteren mürşidane: mürşit gibi mürtecâ: umulan mürteci: geri dönmek isteyen, geri dönen, gerici mürtecî: rica eden, ümit eden, ümitli mürted: dinden çıkan mürtedane: dinden çıkarcasına mürtefî: yükselen mürtehil: ölen mürtesem: resimlenmiş mürteşi: rüşvetçi mürtezık: rızıklanan mürûr: geçme mürüvvet: insaniyet, mertlik mürüvvetkârâne: insanca, mertçe müsâade: izin müsâadekâr: izin verici, müsaade eden müsâbaka: yarışma müsâbakât: yarışmalar müsâbık: yarışmacı müsademat: çarpışmalar müsademe: çarpışma, vuruşma müsadere: toplama, elden alma müsâdif: rastlayan müsadim: çarpışan müsait: uygun müsâlâha: barışma müsâlemet: barışıklık müsâmaha: hoş görme, kusuru görmezlikten gelme müsâmahakâr: hoş gören müsâmahakârâne: hoş görerek müsamere: eğlence, piyes müsâraa: acele, teşebbüs müsâvât: eşitlik, denge müsâvi: eşit, dengeli müsbet hareket: yapıcı ve düzeltici hareket müsbet: isbat olunan, pozitif, olumlu müsbit: isbat eden müsebbeb: sebeplerin sonucu müsebbebât: sebelerin sonuçları müsebbib: sebep olan müsebbih: tesbih eden, ALLAH ı anan müsebbihane: tesbih ederek, ALLAH ı anarcasına müsebbit: tesbit eden müseccel: sicilli, kayıtlı müsehhil: kolaylaştıran müsekkin: yatıştırıcı müsellah: silahlı müsellem: doğruluğu kabul edilen, teslim edilmiş müsellemât: doğruluğu kabul edilen şeyler müselsel: zincirleme, ard arda gelen müsemmâ: isimlendirilen müsemmeât: isimlendirilenler müsemmem: zehirli müsemmim: zehirleyen müsennâ: kat kat müsevvid: müsveddeyi yazan müsevvik: sevk eden Müseylime: peygamberlik dâvâ eden yalancının adı müseyyeb: tembel, uyuşuk, üşengeç müsî: teselli veren müsi: yaramaz müsîn: yaşlı, ihtiyar müskir: haram içki müskirât: haram içkiler müskit: susturan Müslim: ünlü hadîs kitaplarından biri, bu kitabı yazan âlimin namı müslim: islâm olan müsliman: islâma girmiş, Müslüman müslimât: kadın Müslümanlar müslimûn: erkek Müslümanlar müsmî: işittiren müsmir: meyveli, verimli müsned: isnat edilmiş, dayandırılmış müsrif: israfçı müsrifane: israf edercesine müstâcel: acele yapılması gereken müstâcil: acele yapan müstâfi: istifa eden, ayrılan müstağfir: günahları için af dileyen müstağni: tok gözlü, çekingen, başkalarından bir şey beklemeyen müstağniyane: müstağnice müstağrak: dalmış, batmış müstahak: hak eden müstahdem: hizmet eden müstahkem: sağlamlaştırılmış müstahrec: çıkarılmış müstahsen: beğenilen müstahsil: üretici müstahsin: beğenen müstahsinane: beğenerek, güzel bularak müstaid: yetenekli, uygun müstain: yardım isteyen müstakar: kararlı müstakbel: gelmesi beklenen zaman müstakil: kendi başına, bağımsız müstakillen: bağımsız olarak müstakim: doğru, düzgün müstakimane: istikametle, dosdoğru, düzgün biçimde müstâmel: kullanılmış müstantık: sual soran, sorgu hakimi müstârib: Araplaşmış Müstean: kendisinden yardım istenen, ALLAH müstear: takma müstebîd: uzak gören müstebîdane: diktatör gibi, baskı yaparcasına müstebşir: müjdeleyen müstecab: kabul gören müstêcir: kiracı müstecir: korunma dileyen müstedir: daire şeklinde olan müstedlel: delillendirilmiş, kanıtlı müstefad: isifade olunan müstefid: faydalanan müstehab: sevilmiş, sevaplı müstehak: hak eden, layık müstehan: değersiz müstehcen: açık saçık, ayıp, edepsizcesine müstehlek: tüketilmiş müstehlik: tüketici müstehzi: alay eden, alaycı müstehziyane: alay edercesine müstekar: karar kılan, yerleşen, sabit müstekbir: büyüklenen müstekreh: tiksinilen müstelzim: gerektiren müstemi: dinleyici müstemidd: yardım isteyen müstemir: devamlı, sürekli müstemirane: devamlı, aralıksız müstemirre: devam eden, sürüp giden müstemirren: devamlı, yerleşmiş müstemlekât: sömürgeler müstemleke: sömürge müstenid: dayalı, dayanmış müsteniden: dayanarak müstenife: müstakil olan ara cümle müstênis: alışık müstenkif: çekimser, kaçınan müstenkifane: çekimser kalarak müstensih: yazarak çoğaltan müsterhimane: istirham ederek, merhamet dilercesine müsterih: istirahat eden, rahat müsterihane: rahatlıkla, gönül rahatlığıyla müstesna: kural dışı, ayrı, sıra dışı müsteşar: kendisiyle istişare edilen müsteşrik: doğu kültürünü inceleyen Batılı müstetbeât: sözün yan mânâları, söze tabi olan mânâlar müstetir: örtülü müstevî: düzlem müstevlî: istilâ eden, kaplayan müstevlîyane: istilâ edercesine, kaplayarak müsül: misaller, temsiller müsvedde: ilk yazılış, karalama müşabbih: benzeten müşâbehet: benzeyiş müşâbih: benzer müşâğabe: aldatıp kötülük etme müşâhedât: gözlemler müşâhede: gözlem müşâhedeten: gözlemle müşahhas: şahıslanmış, somut müşahhat: kavga, niza, çekişme müşâhid: gören, şahid olan müşâkelet: şekilce benzeyiş müşâkil: şeklen benzer müşâreket: ortaklık müşârünileyh: işaret edilen, kendisinden söz edilen müşâşâ: parlayan, debdebeli müşâvere: danışma, konuşma müşâvir: danışılan, danışman müşebbeh: benzetilen müşebbehühbih: kendisine benzetilen müşebbıt: ayak kaydıran, tehlikeye atan müşebbihe: ALLAH ı insana benzeten sapık görüş müşedded: şiddetlendirilmiş müşerref: şereflenen müşerrefiyet: şereflenme müşerrî: şeriatın kurucusu müşevveş: düzensiz, karışık müşevveşiyet: karışıklık, dağınıklık müşevvik: teşvik eden, isteklendiren müşevvikâne: teşvik edercesine, isteklendirircesine müşeyyed: kuvvetlendirilmiş, sağlamlaştırılmış müşfik: şefkatli müşfikâne: şefkatlice, acıyıp severek müşfikkârâne: şefkat edercesine müşir: bildiren müşîr: mareşal, askeriyede yüksek bir makam müşîriyet: mareşallik müşkil: zor, zorluk, müşkül müşkilât: müşkiller, zorluklar müşkilküşâ: zorluğu gideren müşkilpesend: zor beğenen müşrik: ALLAH a ortak koşan müştak: iştiyaklı, çok istekli müştakane: çok isteyerek, iştiyakla müştakk: türemiş müştebih: birbirine benzeyen müştehi: iştahlı müştehir: ünlü müştehiyane: iştahlı bir şekilde müştehiyat: nefsin hoşuna giden şeyler müştekâ: şikayet olunan müştekî: şikayet eden müştekiyane: şikayet edercesine müştemil: içine alan müştemilât: kaplanan şeyler, içeriye alınanlar müşterek: birlikte, beraber, ortak müştereken: ortaklaşa, beraberce Müşteri: bir gezegen müşteri: alıcı mütâ: haram nikah mütabaat: uyma mütahaccir: taşlaşmış mütâlââ: inceleme, düşünme, okuma mütâlââgâh: inceleme yeri mütâlî: inceleyen mütâreke: anlaşma müteaccib: şaşıp kalan müteaccibane: şaşıp kalırcasına müteaddi: sataşan müteaddid: birçok, birkaç, adetli, sayılı müteaffin: kokuşan müteafir: birbirinden nefret eden müteahhid: işi üzerine alan müteahhir: sonraki müteahhirîn: sonrakiler müteâkib: takip eden, izleyen müteâkiben: hemen arkasından, peşi sıra, daha sonra müteâl: yüce müteallik: alâkalı, ilgili müteallikat: alâkalılar, ilgililer, yakınlar, akrabalar müteanik: birbirinin boynuna sarılmış durumda olan müteannid: inat eden, direnen mütearife: açıkça bilinen müteassıb: aşırı taraftar, mutaassıb müteassife: hak yoldan sapan müteassir: zor müteavin: yardımlaşan müteazzir: zor, özürlü mütebâdir: birdenbire akla gelen mütebahhir: derya gibi ilmi olan büyük âlim mütebahhirin: deryalar gibi geniş ilim sahibi âlimler mütebâid: uzaklaşan mütebâkî: geri kalan kısım mütebâriz: açığa çıkan mütebasbıs: yaltaklanan mütebâyin: uymaz, zıt, aykırı mütebeddil: değişen, değişken mütebessim: gülümseyen mütecâhil: bilmez görünen mütecâhir: açıktan günah işleyen mütecânis: cinsi aynı olan mütecâviz: saldıran, haddini aşan mütecâvizane: tecavüz edercesine, saldırırcasına mütecebbir: cebreden, zorba, zorlayan müteceddid: yenilenen mütecelli: görünen, beliren mütecerrid: tecerrüt etmiş, soyutlanmış mütecessid: cesetlenen mütecessim: cisimlenen mütecessis: gizlice araştıran mütecezzi: parçalanan mütedâhil: iç içe olan mütedâir: dolayı, için, üzerine mütedâvil: ellerde dolaşan, kullanılan mütedenni: gerileyen mütederric: derece derece ilerleyen mütedeyyin: dinli, dindar müteeddib: edeplenen müteeddibe: edep kazanmış, terbiyeli müteehhil: evli, evcilleşen müteellim: acı duyan müteellimane: acı hissedercesine müteemmil: derin derin düşünen müteessif: üzüntülü müteessifane: üzülürcesine müteessir: etkilenen, üzülen müteessirâne: üzüntü duyarak, etkilenerek müteevviğ: ağa olmaya çalışan müteezzi: incinen mütefârık: ayrı ayrı mütefâvit: çeşitli, farklı mütefekkir: düşünen, fikir üreten mütefekkirâne: düşünerek mütefelsif: filozoflaşmış, felsefe ile fikri bulanmış mütefennin: fen adamı müteferrik: ayrı ayrı, parça parça müteferrikan: ayrı ayrı bir hâlde mütefeyyiz: feyizlenen, manen gıdalanan mütegallib: zor kullanarak galip gelen, zorba mütegallibe: zorba müteganni: ırlayan mütegannim: koyun şeklinde görünen, ganimetçi mütegayir: birbirine zıt mütegayyir: başkalaşan, değişken mütehaccir: taşlaşmış mütehâcim: saldıran mütehakkık: doğrulanan mütehakkim: hükmeden, zorba mütehakkimane: hükmedercesine, zorlayarak mütehâlif: birbirine karşı, uymaz mütehallik: huy edinen mütehammil: yüklenen, dayanan, tahammül eden mütehammilâne: tahammül ederek, dayanarak mütehammir: ekşiyen, mayalanan müteharri: araştıran müteharrik: hareket eden müteharrike: hareketli mütehassıl: meydana gelen mütehassıs: uzman, işin ustası mütehassir: hasret çeken, özleyen mütehassirane: özleyerek, hasret çekerek mütehassis: duygulanan mütehavvif: korkan mütehavvil: değişen, değişken mütehayyel: hayâl edilen mütehayyer: şaşılacak mütehayyil: hayâl kuran mütehayyir: şaşmış, şaşırmış mütehayyiz: yer tutan mütehevvisane: heveslenerek müteheyyic: heyecanlı mütekabil: karşılıklı mütekabile: karşılıklı olan mütekaddim: önceki mütekaddimin: öncekiler mütekaid: emekli mütekalkıl: deprenen, sarsılan mütekallid: bir görevi üzerine alan ve yapan mütekâmil: olgun mütekâsil: tembel, üşenen mütekatı: kesişmiş, kesik kesik mütekebbir: büyüklenen, büyüklük taslayan mütekebbirane: kibirlenerek, büyüklenerek mütekeffil: kefil olan mütekellif: külfetli, zorlu mütekellim: söyleyen, konuşan mütekellimane: konuşarak, söz söylercesine mütekellimimaalgayr: başkaları adına da konuşan mütekellimîn: îman konularındaki âlimler mütekellimivahde: sadece kendi adına konuşan mütekerrir: tekrarlanan mütekeyyifane: keyiflenerek mütekkeffil: kefil olan mütelebbis: giyinmiş mütelemmi: parıldayan mütelevvin: renk değiştiren mütelezziz: lezzet duyan mütelezzizane: lezzet alarak mütemadi: devamlı mütemadiyen: devamlı, sürekli mütemasil: benzer, eş mütemayil: meyili, taraftar mütemayiz: ayrı, seçkin mütemeddin: medenileşmiş mütemehhil: büyüyüp gelişmek için zamana ihtiyacı olan şey mütemekkin: yerleşen mütemerkiz: merkezleşmiş mütemerrid: inat eden, direnen mütemerridane: direnircesine mütemessik: sımsıkı yapışan mütemessil: benzeyen, sûretlenen mütemmim: tamamlayan mütenâfir: birbirinden nefret eden mütenâhi: tükenen, biten mütenaîm: nimetlenen mütenâkıs: noksanlaşan mütenâkız: birbirine zıt mütenâsık: dizili, birbirine uygun biçimde mütenâsib: uygun, birbirine yakışan mütenâvil: yiyen mütenâzır: simetrik mütenazilen: inerek, inmekle mütenebbih: uyanmış müteneccis: pislenmiş mütenevvi: türlü, çeşitli mütenevvir: nurlanan mütenezzih: tenzih eden mütenneffir: nefret eden, tiksinen müterâdif: eş anlamlı müterâfık: arkadaşlık eden müterakim: birikmiş müterakki: yükselmiş mütercim: tercüme eden mütereddi: soysuzlaşmış mütereddit: tereddüt eden, kararsız müterennim: şarkı söyleyen müterettib: sıralı, rütbeli mütesâdif: rastlayan mütesâfile: alt alta gelen mütesâide: yükselen mütesallib: katılaşmış mütesânid: dayanan mütesânidane: dayanırcasına mütesâvi: eşit, denk müteselli: teselli bulan müteselsil: zincirleme müteselsilen: zincirleme olarak müteşââb: şubelere ayrılan müteşâbih: birbirine benzer, mânâsı kapalı âyet ve hadîs müteşâbihât: edebî sanatlarla ifade edilmesi sebebiyle mânâsı kapalı olan sözler, âyet ve hadîsler müteşâbike: birbirine girmiş, örgülenmiş, karışık müteşâib: şubelenen, kollara ayrılan müteşâkil: şakelce benzer müteşebbih: benzeyen müteşebbis: teşebbüs eden, işe girişen müteşekki: sızlanan, şikayetçi müteşekkil: şekillenmiş, oluşmuş müteşekkir: şükreden, teşekkür eden müteşekkirâne: şükrederek, teşekkür edercesine müteşeyyih: şeyhlik taslayan mütetâbık: birbirine uygun olan mütetâbıkan: birbirine uyarak mütetahhir: temizlenen mütevafık: birbirine uyan mütevaggıl: bir işle pek fazla meşgul olan mütevahhiş: ıssız, kimsesiz, korkutucu, ürkütücü mütevakkıf: bağlı olan mütevâkki: sakınan mütevâli: devamlı mütevâtir: yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluğun bir olay hakkında verdikleri kesin haber mütevâtiren: kesin ve şüphesiz bir haber olarak mütevattın: vatan edinmiş mütevâzı: alçakgönüllü, tevazu sahibi mütevâzıane: alçakgönüllü bir biçimde mütevâzî: vezinli, tartılı mütevâzin: tartıları aynı olan müteveccih: yönelik, yönelen müteveccihen: yönelerek müteveffa: vefat etmiş, ölmüş mütevehhim: kuruntulu mütevekkil: vekil eden, tevekkül eden mütevekkilane: tevekkül edercesine, ALLAH a güvenerek mütevelli: vakıf idarecisi mütevellid: doğan, ortaya çıkan mütevessî: genişleyen müteyakkız: uyanık mütezâhim: kalabalıktan sıkıntı çeken mütezâyid: artan mütezellil: alçalan, zillete katlanan mütezellilâne: zelil olarak, alçalarak, zilletini bilip göstererek mütezelzil: sarsılan mütezelzile: sarsılmış mütezeyyin: süslenen mütezeyyine: süslenmiş müttaki: günahtan çekinen, takva sahibi müttebi: tabi olan, uyan müttefekunaleyh: üstünde birleşilen mesele müttefik: birleşmiş, kendisiyle birleşilen kimse müttefikan: hep birlikte müttefikane: birleşerek müttehem: suçlanan müttehid: birleşmiş, kaynaşmış müvazi: aynı ağırlıkta, denk, eşit müvekkil: vekil tayin eden müvellid: doğuran müvellide: doğuran, meydana getiren müvellidülhumûza: oksijen müvellidülmâ: hidrojen müverrih: tarihçi müvessî: genişlettiren müvesvis: vesvese veren müvezzi: dağıtıcı müvvellide: doğurtan müyesser: nasip olma müyul: meyiller, yönelmeler müzafünileyh: belirtili isim tamlamasında belirtilen isme denir müzâheme: sıkışıklık müzâhemet: karşılıklı olarak sıkıntı ve zahmet verme müzâheret: koruma, yardım müzâhir: koruyan, yardımcı müzahref: süprüntü, dışı süs içi pis şey müzahrefât: süprüntüler, dışı süs içi pis şeyler müzahrefiyet: dışı süs içi pis olma, fıtri olmama, yapmacık müzâkere: bir konuyu anlamak için karşılıklı konuşma, ders çalışma müzâyaka: darlık, yokluk müzâyede: artırma, satış müzdad: artırılmış, çoğaltılmış Müzdelife: Kâbede mukaddes bir yer müzehheb: yaldızlı müzehher: çiçekli müzehhib: yaldızcı müzekkâ: temizlenmiş müzekker: erkek müzekki: temizleyen, ıslah eden müzekkir: hatırlatan müzevver: uydurma, düzme müzevvir: yalancı, arabozucu müzeyyen: süslü müzeyyenât: süslüler müzeyyene: süslü, süslenmiş müzeyyifane: tezyif ederek, aşağılayarak Müzeyyin: süsleyen, her eserini harika nakışlarla süsleyen ALLAH müzhir: gösterici müzîc: taciz eden, rahatsız eden müzil: izale eden, gideren Müzill: indiren, alçaltan, zillete düşüren, ALLAH müzmahil: perişan olmuş, dağılmış müzmin: yerleşmiş, eski müznib: günahkâr müznibîn: günahkârlar |
Arapça Sözlük |
11-04-2012 | #15 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Arapça SözlükN nâ: olumsuz yapan ön ek naarât: naralar, gürlemeler naat: Peygamberimizi övmek için yazılan şiir nabız: atardamarın vuruşu nâbit: yerden biten nâbüdü: biz ibadet ederiz nâcî: kurtulan nâçiz: değersiz nâdân: cahil, haddini bilmez nâdide: az bulunur, değerli nâdim: pişman nâdir: az bulunan nâdirât: az bulunanlar nâdire: nadir olan nâdiren: nadir olarak nâehil: işin adamı olmayan nafaka: geçim için gereken para nâfık: geçer akçe nâfî: faydalı nâfia: faydalı olan nâfile: isteğe bağlı ibadet, boş nâfiz: nüfuz eden, içe işleyen nâgâh: birdenbire nâğamât: nağmeler, ezgiler nâğme: ezgi nâhak: haksız nahîf: cılız nahîfe: cılız olan nahiv: dilbilgisinin konusu cümle olan kısmı nâhiye: belde nahl: balarısı nahnü: biz nâhoş: hoş olmayan nahr: boğazlama nâhu: öyle ise, şöyle ki, işte nahv: dilbilgisinin konusu cümle olan kısmı nahvî: nahivle ilgili nâib: vekil nâil: erişen, kavuşan nâiliyet: erişme nâim: uyuyan naîm: cennet, bolluk nâk: "lı, li, lu, lü" mânâsında son ek nâka: dişi deve nakarât: tekrar nakd: para nâkıs: noksan, eksik nakış: süs, bezek nakızeyn: iki zıt nâki: takva sahibi, günahtan arınmış nakîb: vekil nakil: nakletme, taşıma nâkil: nakleden, taşıyan nâkile: ileten nâkise: noksanlık, eksiklik nâkiz: nakzeden, çelişen nâkize: zıt olan nakkad: doğruyu yanlıştan ayıran kimse nakkaş: nakış yapan nakl: taşıma, nakil nakliyât: taşımalar nakliye: taşımayla ilgili olan naks: noksanlık, eksiklik nakş: nakış, bezek nakşetmek: nakışlamak, bezemek Nakşî: Nakşibendi tarikatına mensub olan Nakş–bendî: bir tarikat, bu tarikatı kuran zat nakz: bozmak, bir hükmü yok saymak nâlân: inleyen, sızlayan nâlâyık: lâyık olmayan nâle: inilti nâm: lâkap, ün, ad nâmâdud: sayısız nâmağlub: yenilmez nâmahrem: mahrem olmayan, nikâh düşen namaz: en mühim ibadet namazgâh: namaz kılınan yer nâmdâr: namlı, ünlü nâme: mektup nâmerd: korkak, alçak nâmeşrû: dine uymayan, yasak nâmi: büyüyüp gelişen nâmiye: büyüyen nâmus: ırz, ahlâklılık, kanun, melek nâmuskâr: namuslu nâmuskârâne: namusluca nâmusşikenâne: namusu kırarcasına nâmuvâfık: uygun olmayan nâmüsâid: elverişsiz nâmütenâhi: sonsuz namzed: namzet, aday nankör: iyilik bilmez nâpâk: temiz değil, kirli nâr: ateş, cehennem nâra: bağırma narh: resmî fiyat nârin: ince nâs: insanlar Nasâra: Hıristiyanlar nasâyih: nasihatlar, öğütler nasb: atama, dikme nâsezâ: lâyık olmayan nâsır: yardım eden nasib: nasip, kısmet Nâsibe: Haricilerden olan sapkın bir zümre nâsih: hükmünü kaldıran nasîh: öğütçü, nasihat eden nasihat: öğüt nâsir: nesir yazarı nasîr: zafere ulaştıran nâsiye: alın, yüz nasl: ok demiri nasr: yardım Nasrânî: Hıristiyan Nasrâniyet: Hıristiyanlık nass: kesin, tartışılmaz olan, âyet ve hadîs nassen: kesin olarak nasûh: kesin, halis nâş: tabuttaki ölü nâşâd: şâd olmayan, üzgün nâşî: dolayı nâşir: neşreden, yayan, yayıncı nâşize: kocasına üstünlük taslayan kadın natakte: söyledin nâtaman: tamamlanmamış nâtık: konuşan nâtıka: konuşabilme nâtuvan: kuvvetsiz, çaresiz nâvâkıf: bilmeyen, anlamayan nây: ney, ölüm haberi nâz: kendini ağıra satma nazâir: benzerler nâzan: nazlı nazar: bakış, görüş, göz değmesi nazaran: göre, bakarak nazarendaz: nazar eden, bakan nazargâh: bakış yeri, bakılan yer nazarî: henüz düşünce hâlinde olan nazariyât: kitabî bilgiler, görüşler, ispatlanmamış düşünceler nazariye: görüş, ileri sürülen fikir nâzdâr: nazlı nâzdârâne: naz edercesine nâzen: nazik, ince nâzenin: nazlı, ince, edalı nâzeninâne: nazlı nazlı nâzım: düzenleyen nâzır: nazar eden, bakan nazif: temiz nâzik: ince, kibar nâzikâne: nazikçe nâzil: nüzul eden, inen nazîr: eş, benzer nazîre: eşi, benzeri nazm: düzen, şiir, nazım nazmşiken: düzeni bozan nazzam: düzenleyen, dizen neâm: evet, olur neba: kaynak olma, fışkırma nebat: bitki nebatat: bitkiler nebatî: bitki ile ilgili, bitki cinsinden nebatiyet: bitki olma hâli nebê: haber nebeân: kaynayıp çıkma nebevî: peygamberle ilgili nebî: peygamber nebiyy: nebi, peygamber nebze: azıcık miktar necâbet: soyluluk necâset: pislik Necaşî: Habeş hükümdarı necât: kurtuluş neccinâ: bizi kurtar necib: soylu, asil, temiz Necid: Arabistanda bir bölge adı necim: yıldız necis: pis necisülayn: pisliğin ta kendisi necm: yıldız necmisakıb: karanlığı delen parlak yıldız nedâmet: pişmanlık nedâmetkârâne: pişman olurcasına nef: fayda nefaset: hoşluk, güzellik nefer: er, asker neferât: neferler, erler nefes: soluk neffâs: üfleyen nefh: üfleme nefha: esme, esinti, üfürük nefis: can, maddî arzuların kaynağı olup sınır tanımayan bir duygu nefisperest: nefsine aşırı düşkün olan nefisperver: nefsini seven nefisperverâne: nefsini severcesine nefiy: olumsuzluk, yok sayma, sürme, sürgün nefret: tiksinme nefretkârâne: nefret ederek, tiksintiyle nefrin: lânet nefs: can, kendi, istek duygusu, nefis nefsanî: nefsin hoşuna giden nefsaniyet: nefsine düşkünlük nefsî: nefisle ilgili, nefsim! nefsiemmâre: insanı kötülüğe sürükleyen nefis nefsülemir: işin kendisi, hakikatı nefy: nefiy, yok sayma, sürme, sürgün nefyetmek: yok saymak, sürgün etmek nehâr: gündüz nehârî: gündüzcü nehiy: yasaklama nehr: nehir, ırmak nehrüssema: samanyolu da denilen yıldızlar kümesi nehy: nehiy, yasaklama nehyianilmünker: kötülükten sakındırma nekahet: hastalıktan sonraki zayıflık nekais: noksanlıklar nekâl: şiddetli azap Nekîr: kabirdeki sual meleklerinden biri nekkad: iyiyi kötüden ayıran nekre: belirsiz nema: artma, çoğalma, büyüme, uzama nemîme: söz taşıma neml: karınca nemmam: söz taşıyıcı Nemrud: dinsiz ve zâlim bir hükümdar, ülkesinin "ulu önder"i Nemrudane: Nemrut gibi nergis: bir çiçek nesc: dokuma, örme neseb: soy, sülale neseben: soyca, soy bakımından nesebî: soy yönünden, neseble ilgili olarak nesh: kaldırma, hükümsüz bırakma nesîm: hoşa giden rüzgâr nesir: düz yazı nesl: nesil, soy, kuşak neslen: nesil bakımından, soyca nesne: şey, tamlayıcı, tümleç Nesr: arş ve sema ile ilgili meleklerden biri nesr: nesir, düz yazı nessac: dokuyucu neşat: sevinç neşe: keyif, sevinç neşê: yeniden meydana gelme, dirilme neşebem: gece değilim neşêt: meydana gelme, çıkma neşîde: şiir neşir: yayım, dağıtım neşr: yayma, dağıtma, ölülerin mahşerde dirilip toplanmasından sonra yayılması neşretme: yayımlama neşriyât: yayınlar, yayıncılık neşter: ameliyat bıçağı neşv: yeşerme neşve: sevinç neşvünemâ: büyüme ve gelişme netâic: neticeler, sonuçlar netice: sonuç neûzübillah: ALLAH a sığınırız nev: çeşit, tür, yeni nevâ: ses, nağme, çekirdek nevâbit: bitkiler nevadir: az bulunanlar nevafil: isteğe bağlı ibadetler, nafileler nevahi: nahiyeler, taraflar, yanlar nevahî: nehiyler, yasaklar nevakıs: noksanlıklar, eksiklikler nevale: yiyecek içecek nevâmis: namuslar, kanunlar nevân: tür bakımından nevâz: okşayıcı, hoş ses nevâziş: okşayış nevbet: nöbet, sıra nevcivan: delikanlı nevha: ölüye sesli ağlamak, güvercin ötmesi nevi: tür, çeşit nevî: türle ilgili nevibeşer: insan cinsi, insanlık neviyet: aynı türden olma nevm: uyku nevmâlûd: uyku ile karışık nevmîd: ümitsiz, üzgün nevmiye: uyku ile ilgili nevnihâl: taze fidan nevresîde: genç, taze nevrûz: bahar başlangıcı nevvar: nurlu, aydınlık nevvare: aydınlatan nevzad: yeni doğmuş bebek ney: üflemeli bir çalgı neyyir: nurlu, parlak neyyirat: nurlular nez: can çekişme nezâfet: temizlik nezâhet: temizlik, incelik nezâir: benzerler nezâket: naziklik, incelik, zariflik nezaret: bakma, gözetme nezih: temiz, pak, hoş nezîr: korkutan, adak nezr: adak nezzâre: gözcü, seyirci nıkmet: şiddetli ceza, intikam alma nısf: yarı nısfıarz: yeryüzünün yarısı nısfıkutr: yarı çap nısfiyet: yarı olma, yarılık niâm: nimetler niâmât: nimetler nidâ: seslenme, ünleme, ünlem nidd: eş, misil, aynı nifak: içi dışı başka olma, inanır görünüp inanmama nifâs: lohusalık nigâh: bakış nigâr: resim, sevgili nihâd: huy, yaradılış nihaî: sona ait, sonuncu nihâl: fidan, taze nihân: gizli, saklı nihâyât: nihayetler, sonlar nihâyet: son nihâyetpezir: sona erme nihâyetsiz: sonsuz nikab: perde nikâh: meşru evlenme nikal: şiddetli işkence nikât: nükteler, incelikler nikbîn: iyimser Nil: Mısırda bulunan büyük bir nehir nîm: yarı nîmbedevî: yarı bedevi, yarı medeni nîmelvekil: ne iyi vekil! nîmet: iyilik, ihsan, rızık nîmetdîde: nimet gören nîmetiyet: nimet oluş, nimetlik nîmetperverâne: nimet vermeyi severcesine nîmmanzum: yarı şiir nîmnurânî: yarı nurlu nîmresmî: yarı resmî nîmşeffaf: yarı saydam nîran: nurlar, ateşler nisâ: kadın, hanım nisab: zekat ölçüsü nisâen: kadın olarak nisâr: saçmak nisbet: ilgi, bağlantı, oran nisbeten: nisbetle, oranla, göre nisbî: diğerine göre niseb: nisbetler, oranlar, ölçüler nisyan: unutma nişân: iz, bellik nişâne: iz, alâmet, bellik nişîn: oturan niyâz: yalvarma, yakarış niyâzdâr: yalvaran niyet: kalbin bir işe yönelmesi niyeten: niyetçe nizâ: çekişme, kavga nizam: düzen, düzenlilik nizamât: nizamlar, düzenler, sistemler nizamnâme: düzen yazısı, düzenleme ile ilgili belge noksan: eksik noksaniyet: noksanlık, eksiklik nokta: benek, konu noktainazar: bakış açısı, görüş nota: özlü düşünce, not nöbetdâr: nöbetçi Nuh: tufan için gemi yapan büyük bir peygamber nukat: noktalar nukûd: nakitler, paralar nukuş: nakışlar, bezekler nur: ışık, aydınlık nurânî: nurlu, ışıklı nurâniyet: nurluluk, aydınlık Nurcu: Nur Risalelerini okuyan, yaşayan ve yayan kimse nurefşân: nur saçan nuristân: nur ülkesi, cennet Nurulenvar: nurlara nur veren ALLAH nurunâlânur: nur üstüne nur nush: nasihat, öğüt nusret: zafer için yardım nusûs: nasslar, kesin hükümler, âyet ve hadîsler nûş: içici, şerbet nûşe: şerbet içen, sevinçli nutfe: döl suyu, meni nutk: konuşma nutukhân: konuşmacı nübüvvet: nebilik, peygamberlik nübüvvetdârâne: peygamberlik şeklinde nübüvvetkârâne: peygamberce nücûm: yıldızlar nücûmperest: yıldızlara tapan nüfûs: nefesler nüfûs: nefisler nüfûz: içe geçme, sözü geçer olma nühas: bakır nühûset: uğursuzluk nüket: nükteler, ince mânâlar nükhet: koku nüks: geri dönme nükte: dikkat edilince anlaşılabilen ince mânâ nümâ: "gösteren, gözüken" mânâsında son ek nümâyan: görünen nümayiş: gösteri nümûne: örnek, model nümûnegâh: örneklerin bulunduğu yer nümüvv: büyüyüp gelişme nüsah: nüshalar, sayfalar nüsha: dualı kağıt, sahife, yazılı şey nüsûc: dokumalar nüşûr: yaymalar, dağıtmalar nüşûz: kadının kocasına itaat etmemesi nüşûze: asi kadın nüvat: nüveler, çekirdekler nüvaz: okşayıcı nüve: çekirdek nüvid: müjde nüvis: yazıcı nüzhet: neşe, eğlence, ferahlık nüzhetgâh: seyir ve eğlence yeri nüzûl: inme, iniş nüzûr: nezirler, adaklar |
|