ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   ForumSinsi Sözlük Ağı (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=515)
-   -   Arapça Sözlük (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=1047349)

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 04:21 AM

Arapça Sözlük
 
A

âb: su.
âbâ: babalar, atalar.
aba: yünden yapılmış kaba kumaş.
âbâd: ebedler, sonsuz gelecek zamanlar.
Abâdile: Abdullah isimli sahabeler.
abd: kul, köle.
abdal: dünya ile ilgisini kesen mânevî makam sahibi kişi.
abdest: su ile temizlik ibadeti.
abdiyet: kulluk.
abes: saçma, gayesiz, hikmetsiz, gereksiz.
abesiyet: abeslik, saçmalık.
âbıhayat: hayat suyu.
âbıkevser: Kevser adlı cennet havuzunun suyu.
âbid: ibadet eden.
âbidane: ibadet eden gibi.
abide: anıt.
abluka: kuşatma, etrafını çevirme.
abus: somurtan, surat asan.
acaib: şaşırtıcı, acayip.
Acam: Acemler, iranlılar, Arap olmayanlar.
acb: kuyruk sokumundaki küçük kemik.
acbüzzeneb: ölümden sonra dirilişin tohumu sayılan madde.
aceb: acaba, hayret.
Acem: Arap olmayan, iranlı.
acemi: işin yabancısı, tecrübesiz.
aceze: âcizler, güçsüzler.
acîb: benzeri görülmeyen, şaşırtıcı.
âcil: acele eden.
âcilen: acele olarak.
aciniyyet: mâcun halinde olma, yoğurulmuşluk.
âciz: güçsüz.
âcizane: güçsüzce.
âcize: güçsüz.
âcizem: güçsüzüm.
acûbe: şaşılacak şey.
acul: aceleci.
aculiyet: acelecilik.
acûze: güçsüz kocakarı.
acz: güçsüzlük.
aczâlûd: güçsüzlükle karışık.
Ad: Hud aleyhisselâmın kavmi.
âda: düşmanlar.
âdâb: edepler, ahlâk kuralları.
adale: kas.
adalet: hak sahibine hakkını vermek, doğruluk.
adaletname: mahkemeye davet yazısı.
adaletperver: adaletsever.
adaletullah: ALLAH ın adaleti.
adall: iyice sapıtmış.
âdât: âdetler, alışkanlıklar.
adavet: düşmanlık.
adavetkârane: düşmancasına.
add: sayma.
addetmek: saymak.
aded: sayı, tane.
Adem: ilk insan ve ilk peygamber.
adem: yokluk, olmama, bulunmama.
ademabâd: ebediyyen yok olma.
ademâlûd: yoklukla karışık.
ademî: yoklukla ilgili, olmama.
ademistân: yokluk ülkesi.
ademiye: yoklukla ilgili.
ademiyet: yokluk.
âdemiyet: insanlık.
ademnüma: yokluk gösteren.
adese: mercek.
âdet: görenek, alışkanlık.
âdeta: sanki.
âdetullah: ALLAH ın yaratıklardaki kanunları.
âdi: bayağı, aşağı, sıradan.
Adil: adalet eden, hakkı haklı olana veren.
âdilane: âdilce.
âdiliyet: âdillik.
âdiyât: her zaman olagelen alışılmış şeyler.
adl: hak gözetme, tarafsız hüküm, doğruluk.
adlî: adaletle ilgili.
adliye: adalet yeri, mahkeme binası.
Adn: cennette bir bölüm.
adüvv: düşman.
âfâk: ufuklar, taraflar, yönler.
âfâkî: dışımızda olanlar.
âfât: afetler, belâlar.
âferin: beğenme sözü.
âfet: başa gelen üzücü hâl.
afif: iffetli, namuslu, temiz.
âfil: gurub eden, batan.
âfitâb: güneş.
âfiyet: esenlik, sıhhat ve selâmet.
afüvkâr: affedici.
afüvv: affeden.
afv: bağışlama.
afvcûyem: af diliyorum.
afyon: ilaç.
âgâh: haberli, uyanık.
agel: sarık.
ağaz: başlama.
ağdiye: tekelcilik.
ağleb: daha galib, ekseriyet, çok defa.
ağleben: ekseriyetle, genellikle.
ağlebî: ekseriyetle ilgili.
ağmaz: kolay anlaşılmayan, pek derin.
ağniya: ganiler, zenginler.
ağrâz: garazlar, kötü niyetler.
ağrube: en garip.
ağsan: dallar.
ağuş: kucak.
ağyâr: başkalar, yabancılar.
ahad: birler.
ahadî: bir iki koldan nakledilen hadîs türü.
ahâlî: halk.
âhar: başkaları, diğerleri.
ahbâb: sevilenler, dostlar.
ahbâr: haberler.
ahcâr: taşlar.
ahd: söz verme, sözleşme, ahit.
âhenk: uyum, düzen.
âher: başka, diğer.
âheste: yavaş.
ahfâ: çok gizli.
ahfâd: torunlar.
ahî: kardeşim
ahid: verilen söz, andlaşma.
Ahir: herşeyden sonra da var olan, varlıkların sonrasına da hâkim.
âhir: sonraki.
âhiren: sonradan.
âhiret: öbür dünya.
âhirîn: sonrakiler.
âhirzaman: dünyanın son zamanları.
âhize: alan, alıcı.
ahkâm: hükümler, kanunlar.
ahkem: en çok hükmeden.
ahlâf: halefler, öncekilerin yerine geçenler.
ahlâk: insanın iyi veya kötü hâlleri, bunlarla ilgili ilim.
ahlâkî: ahlâkla ilgili, ahlâka uygun.
ahlâkiyat: ahlâk ilmi.
ahlâkiyyun: ahlâk âlimleri.
ahmak: akılsız, budala.
ahmakane: ahmakça, budalaca.
Ahmed: çok hamdeden, övülmeye en lâyık olan.
ahmer: kırmızı.
ahrâr: hürriyetçiler.
ahsen: en güzel.
ahseniyet: en güzel olma.
âhû: ceylân.
âhufizâr: yanıp yakınma.
ahvâl: haller, durumlar.
ahvâlât: ahvaller, durumlar.
ahvel: şaşı.
ahyâ: diriler, canlılar.
ahyâr: hayırlılar, iyiler.
Ahyed: Peygamberimizin Tevrattaki ismi.
ahz: alma, tutma.
ahzâb: hizipler, bölümler, partiler.
ahzân: hüzünler, üzüntüler.
âid: geri gelen, dönen, dair, ilgili.
ailevî: aileyle ilgili.
âkab: hemen sonrası.
âkabinde: hemen sonrasında.
akaid: akideler, inanılan hakikatlar.
akaidî: îmanla ilgili.
akâmet: kısırlık, verimsizlik.
akar: gelir getiren mal.
akarib: akrabalar, yakınlar.
akçe: eskiden para.
akd: anlaşma, sözleşme.
akdam: kademler, ayaklar.
akdem: en önceki.
akdes: en mukaddes.
âkıbet: son, netice.
âkıbetbîn: işin sonunu görebilen.
âkıbetendişane: sonu için kaygılanırcasına.
âkıl: akıllı.
akıl: zihnin anlama ve düşünme sıfatı.
âkılane: akıllıca.
akılfüruş: akıllılık taslayan.
akılsûz: akla aykırı gelen.
âkib: hemen sonra gelen, izleyen.
akid: söz, sözleşme.
âkid: aralarında sözleşme yapanların herbirisi.
akide: îman, inanma.
âkif: devamlı ibadet eden.
akîk: değerli bir taş cinsi.
akîka: yeni doğan çocuk için şükür niyetiyle kesilen kurban.
âkil: yiyen, yiyici.
âkilüllâhm: et yiyen.
âkilünnebat: ot yiyen.
âkilüssemek: balık yiyen.
akîm: kısır, verimsiz, neticesiz.
akis: yansıma, yankı.
akl: akıl, anlama melekesi.
aklen: akılca.
aklî: akılla ilgili, akıl alanına giren.
akliyât: akıl alanına giren şeyler.
akliyyûn: aklı tek ölçü kabul eden felsefeciler.
akrabâ: yakınlar, hısımlar.
akrân: eş ve benzer olanlar, yaşıtlar.
akreb: daha yakın, pek yakın.
akrebiyet: yakınlık.
aks: yankı, yansıma, tersi.
aksâ: en son.
aksâm: kısımlar, bölümler.
aksisadâ: ses yankısı.
aksülamel: işin tersi, tepki.
aktâb: kutublar, büyük evliyalar.
aktâr: her yer.
aktrist: kadın oyuncu.
akvâ: en kuvvetli.
akvâl: sözler, konuşmalar.
akvâm: kavimler, ırklar.
âl: aile, sülale, soy.
âlâ: en yüce, daha iyi, pek iyi.
alâ: üst, üzere.
alafranga: Batı tarzında.
alâik: alâkalar.
alâim: alâmetler, belirtiler.
alâka: ilgi.
alaka: kan pıhtısı.
alâkadar: ilgili.
alâkadarane: ilgi gösterircesine.
alâküllihâl: her durumda, eninde sonunda.
âlâm: elemler, acılar.
alâmet: bellik, belirti.
âlât: âletler, gereçler.
alaturka: Türk usûlü.
alay: beş bölük erden oluşan askerî topluluk.
âlâyıîlliyyîn: yücelerin yücesi.
âlâyiş: gösteri, gösteriş.
aleddevam: devamla, devamlı olarak.
alelâde: sıradan.
alelamya: körükörüne.
alelekser: çoğunlukla, ekseriyetle.
alelinfirad: teklikle, bir olarak.
alelumum: genellikle, bütünüyle.
alelusûl: usûlen, öylesine, özen göstermeden.
alem: bayrak, sancak, nişan.
âlem: dünya, cihan, evren.
a'lem: en iyi bilen.
alemdar: bayrak tutan.
âlempesend: dünyaca ünlü.
âlemşümûl: âlemi kaplayan, dünya çapında.
alenen: açıkça, saklanmadan.
alenî: açık, gizli olmayan.
alerresivelayn: baş ve göz üstüne.
âlet: bir iş veya sanatta kullanılan vasıta.
âletiyet: aletlik.
alettahkik: araştırmayla.
Alevî: Hazreti Ali sevgisini meslek kabul eden.
aleyh: onun üzerine.
aleyhdar: onun tersi yönünde, karşı.
aleyhimüsselâm: ALLAH ın selâmı onlara olsun.
aleyhissalâtüvesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun.
âlî: yüksek, yüce.
Aliaba: Peygamberimizin abası altına aldığı beş kişi.
Alibeyt: Peygamberimizin neslinden olan.
âlicenab: yüksek ahlâklı.
âlîcenabâne: yüksek ahlâklı birine yakışır biçimde.
âlihe: ilâhlar, tanrılar.
âlîhimmet: himmeti yüce ve gayreti çok kimse.
âlîkadr: kıymeti yüksek.
alîl: hasta, sakat.
alîlem: hastayım.
Alîm: sonsuz bilgi sahibi ALLAH .
âlim: bilen, bilgili.
âlimâne: âlimce.
âlîşân: şânı yüce.
âlîyat: yüce şeyler.
âliye: âletle ilgili
âlîye: yüce, yüksek.
alîz: cılız.
ALLAH : bütün varlıkları yaratan Halıkımızın has ismi.
ALLAH üalem: ALLAH bilir.
ALLAH ümme: ALLAH ım!
Allâm: herşeyi en iyi bilen, ALLAH .
allâme: pek büyük âlim.
Allâmülguyûb: dış duyular yoluyla bilinemeyenleri en iyi bilen ALLAH .
âlûd: bulaşık, karışık.
âlûde: bulaşmış, karışmış.
âlüfte: alışık, iffetsiz kadın.
âmâ: kör.
âmâde: hazır.
âmâk: derinlikler.
âmal: ameller, işler.
âmâl: emeller, beklentiler, istekler.
amame: sarık.
aman: yardım dileme sözü.
amazon: eski zamanlarda yaşamış savaşçı kadın.
amd: niyet, arzu, istek.
amden: niyet ederek ve isteyerek.
amed: gerekir, gelir.
amedî: gelme, geliş.
amel: iş, çalışma, uygulama.
amele: işçi, ırgat.
amelen: amelce, işçe.
amelî: iş olarak, uygulamalı.
amelisâlih: dine uygun iyi amel, güzel iş.
ameliyât: ameller, işler, bir tedavi biçimi.
amelmânde: iş yapamaz durumda.
âmennâ: inandık.
âmentü: îman esasları.
âmî: âlim olmayan sıradan kimse.
amîk: derin.
âmil: işleyen, etkileyen.
âmin: ALLAH ım kabul eyle!
âmir: emreden, iş buyuran.
âmirâne: emreden âmir gibi.
âmiriyet: âmirlik, emredicilik.
âmiyâne: bilgisizce, körü körüne.
âmm: umumi, genel.
âmme: herkes, kamu.
ammilgarâib: garipliklerin amcası.
ammizâde: amca çocuğu.
amûd: direk, sütun.
amûdî: dikine, direk gibi.
amyâ: tam kör.
ân: en kısa zaman.
ananât: gelenekler.
anâne: gelenek.
anânevî: gelenekle ilgili.
anarşi: karışıklık, kargaşalık, düzensizlik.
anarşilik: karışıklık, kanunsuzluk.
anarşist: düzen tanımaz, yıkıcı, isyancı, bozguncu.
anâsır: unsurlar, elemanlar, kavimler.
anbean: gitgide, gittikçe.
anber: güzel kokulu bir madde.
andelîb: bülbül.
anfeanen: gitgide, zamanla.
angarya: ücret vermeden gördürülen iş.
Anglikan: ingiliz kilisesi.
ânî: bir anda, hemen.
ankâ: hayâlî bir kuş.
ankebût: örümcek.
antika: eskiden kalma kıymetli eser.
Antranik: Ermeni örgütünün liderlerinden biri.
anûd: çok inatçı.
anûdane: inat ederek.
âr: utanma.
ârâ: fikirler, reyler.
Arabî: Arap, Arapça.
Arabîye: Arapça.
Arabîyyülibare: Arapça söz, ibare, metin.
ârâf: cennet ile cehennem arasındaki yer.
Arafat: hacda arefe günü vakfeye durulan dağın ismi.
arasât: ölümden sonraki dirilme yeri.
ârâz: arazlar.
araz: belirti, sonradan meydana gelen özellik.
arâzî: yerler, topraklar, tarlalar.
arbede: gürültülü patırtılı kavga.
Arefe: Mekkede hacıların arefe günü toplandıkları tepe.
arefe: bayramdan bir önceki gün.
ârız: gelip çatan, bulaşan, yapışan.
ârıza: aksama, aksaklık, engebe.
ârızî: sonradan olan, dıştan gelen.
ârî: arı, temiz, saf.
ârif: anlayışlı, sezgili, kavrayışlı.
ârifane: ârifçe.
ârifibillah: ALLAH ı tanıyan.
ârifîn: ârifler, irfan sahipleri.
Aristo: eski bir filozof.
âriyeten: emaneten.
ark: su yolu, kanal.
arrâf: falcı, kâhin.
arş: ilâhî kudret ve saltanatın tecelli yeri.
arşın: 68 santimetrelik uzunluk ölçüsü.
arşî: arşa dair, mantıkta bir delil.
arşiv: kıymetli belgelerin saklandığı yer.
arûz: şiirde bir vezin türü.
arz: sunma, verme, gösterme.
arz: yer, yeryüzü.
arzî: dünyaya ait.
arzu: istek.
arzuhal: dilekçe.
arzukeş: arzulu.
asâ: baston, sopa, değnek.
âsâ: "benzer, gibi" mânâsında son ek.
asab: sinir, damar.
m;margin-bottom:0cm; margin-left:1.0cm;margin-bottom:.0001pt;mso-pagination:none'>âsâb: sinirler, damarlar.
asabî: sinirli.
asabiyet: sinirlilik. gayret.
asabiyeten: asabilik bakımından.
asâkir: askerler.
asâlet: asillik, soyluluk.
asâleten: kendi adına.
âsâm: günahlar.
asamm: sağır, işitmez, katı.
asammane: sağırcasına.
âsân: kolay.
âsar: asırlar, çağlar.
âsâr: eserler, yapılanlar.
âsâyiş: barış, huzur ve güvenlik.
asdika: samimi dostlar, sadıklar.
asfiyâ: günahlardan arınmış büyük zatlar.
asgar: en küçük.
ashâb: sahipler, sahabeler.
asıl: kendisi, temel, kök.
asır: yüzyıl, çağ.
asırdîde: asır görmüş, çağ yaşamış.
âsî: isyan eden, başkaldıran.
asîl: soylu, terbiyeli.
asîlzâde: asîl kimsenin evladı.
âsîyâne: isyancı gibi.
asla: olması imkânsız.
aslâh: daha iyi, en üstün.
aslî: asılla ilgili, öze dair.
asliyet: asıllık, köklülük, soyluluk, gerçeklik.
aslüfasl: işin aslı ve ayrıntıları.
asm: "aleyhissalâtüvesselâm" duasının kısa yazılışı.
asr: asır, yüzyıl.
asr: ikindi vakti.
Asrısaadet: Peygamberimizin yaşadığı saadetli zaman.
asrî: çağa uygun.
astronomi: gökteki cisimleri inceleyen ilim.
âsûde: sessiz, dingin, huzurlu.
âsuman: gökyüzü, sema.
asvât: savtlar, sesler.
aşâir: aşiretler, oymaklar.
âşâr: öşürler, toprak ürünlerinin vergileri.
aşere: on'lar, on sayıları.
Aşereimübeşşere: cennetle müjdelenmiş on sahabe.
âşık: aşırı seven, vurgun, tutkun.
âşikâr: açık, belli, meydanda.
âşikâre: belli ederek, açıkça.
âşikâren: açıkça.
âşina: bildik, tanıdık, bilen, tanıyan.
aşîrât: aşireler, onda birler.
âşire: onda bir.
âşiren: onuncusu.
aşîret: kabile, oymak.
âşiyân: kuş yuvası, sevimli ev.
aşk: şiddetli sevgi, candan sevme.
aşknâme: aşkı anlatan yazı.
aşr: on sayısı.
atâ: verme, lütuf, ihsan.
atâlet: işsizlik, tembellik, durgunluk.
atâyâ: armağanlar, ihsanlar.
ateh: bunama, bunaklık.
âteşgede: ateşe tapanların mabedi.
âteşî: ateşle ilgili.
âteşîn: ateşli, canlı.
âteşpâre: ateş parçası.
âteşperest: ateşe tapan.
atf: atıf, bağlama, verme, yükleme.
atfen: birinin adına, birine yükleyerek.
atıf: verme, yükleme, bağlama.
âtıfet: karşılıksız sevgi, acıyıp esirgeme.
âtıl: tembel, durgun, işlemez.
âtî: gelecek zaman, ilerisi.
atiyye: hediye, ihsan.
atlas: üstü ipek altı pamuk kumaş.
attar: ıtriyat dükkanı, güzel koku satan adam.
Atûf: karşılıksız seven ve acıyıp esirgeyen ALLAH .
avâik: maniler, engeller.
avâlim: âlemler, dünyalar.
avam: ilimsiz, sıradan kimse.
âvân: zamanlar, anlar.
avâre: işsiz, şaşkın, başıboş.
avârız: arızalar, aksaklıklar, noksanlıklar.
âvaz: ses, seda.
avcıhattı: savaş cephesi.
avdet: geri gelme, dönme.
avene: yardımcılar.
âvize: içinde ampul bulunan ve tavana asılan süs.
avn: yardım.
avret: gizlenmesi gereken şey.
Avrupaperest: Avrupayı taparcasına seven.
avzen: havuz, göl.
âyâ: acaba, hayret!
ayân: belli, açık seçik.
âyan: seçkinler, ileri gelenler.
ayânen: açıkça, besbelli.
ayânısâbite: varlıkların ilâhî ilimde ezelden beri bulunan hakikatları.
Ayasofya: şimdi müze olan önemli bir cami.
âyât: âyetler.
ayb: ayıp, utanılacak kusur.
âyet: Kurândaki her bir cümle, delil, bellik.
âyetülkübra: en büyük âyet.
âyin: dinî tören.
âyine: ayna.
âyinedar: ayna olan.
ayn: göz, aslı, kendisi.
aynelhayât: hayatın kendisi.
aynelyakîn: göz ile görmüşçesine kesin biliş.
aynen: tıpkı, tıpkısı.
ayniyet: aynı olma.
ayyâş: haram içkileri çok içen.
ayyuk: gökyüzünün pek yüksek yeri.
âzâ: uzuvlar, organlar, üyeler.
azâb: eziyet, işkence.
âzâd: salıverme, hür etme.
âzâde: hür, serbest, kendi başına.
âzam: en büyük.
azamet: büyüklük.
âzamî: en büyük, maksimum.
âzamîyet: en büyük oluş.
âzamüşşer: büyük kötülük.
âzâr: kötü sözle incitme.
azâzil: şeytan.
azhar: pek zahir, en açık.
âzim: azimli, kesin kararlı.
azîm: büyük.
azîme: büyük.
azîmet: dinî emirlere tam uyma.
azimkâr: azimli, kesin kararlı.
azimkârâne: azmederek, kararlı bir şekilde.
azîmüşşân: şanı pek büyük.
Azîz: pek izzetli, hep galip olan ve asla galebe edilemeyen.
aziz: Hıristiyanların mübarek bildikleri büyükleri.
azl: azil, atma, dökme, çıkarma.
azm: azim, kesin karar, kuvvetli niyet.
azm: kemik.
Azrâil: can almakla görevli melek.
azze: aziz oldu, şanı yüce oldu!

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 04:21 AM

Arapça Sözlük
 
B

bââsâm: günahlarla.
bâb: kapı, bölüm.
bâd: rüzgâr, nefes.
bâde: şarap, içki.
bâdehû: bundan sonra.
bâdelmemât: ölümünden sonra.
bâdelmevt: ölümden sonra.
bâdemâ: bundan sonra.
bâdıhevâ: boşu boşuna, bedava.
bâdî: sebep, geçici.
bâdire: anî felâket, zor geçit.
bâdiye: çöl, kır.
bâğî: azgın, yoldan çıkmış.
bağistân: bağlık bahçelik yerler.
bâğiyâne: azgınca.
bağy: azgınlık.
bahâ: paha.
bahâdar: pahalı.
bahâdır: kahraman, yiğit.
bahâne: vesile, sebep, özür.
bâhem: birlikte, beraber.
bahîl: cimri, eli sıkı.
bâhir: belli, açık.
bahir: deniz, derya.
Bahîra: Peygamberimizi çocukken tanıyan mübarek bir rahip.
bâhire: belli ve açık olan.
bahis: konu.
bahr: deniz.
bahrî: denizle ilgili.
bahrimuhît: okyanus.
bahriumman: okyanus.
bahriye: denizci.
bahs: bahis, konu
bahş: bağış, verme.
baht: talih, kısmet.
bahtiyâr: talihli, kutlu, mutlu.
bahusus: özellikle.
baîd: uzak, ırak.
Bâis: ölüleri diriltecek olan ve peygamber gönderen.
bais: sebep.
bakar: sığır, inek.
bakarperest: ineğe tapan.
bakayâ: kalıntılar.
bâkî: sonsuz, kalıcı.
bâkir: kullanılmamış, bozulmamış.
bâkire: el değmemiş, kız.
bâkiyâne: bakice, sonsuzca.
bâkiyât: baki olanlar, kalıcılar.
bâkiye: kalıcı olan, kalan.
bakteri: tek hücreli bir canlı.
bâlâ: yüksek, yüce.
bâlâpervazâne: yüksekten uçarcasına.
bâliğ: ulaşan, olgunlaşmış, yetişmiş, erişmiş.
bânî: bina eden, kuran, yapan.
banknot: lira mânâsında para birimi.
bâr: yük, pas.
bârân: yağmur.
bârekALLAH : ALLAH hayırlı ve mübarek etsin.
bârekte: sen mübarek eyledin.
bârgâh: izinle girilebilecek yüce makam.
bârık: yıldırım, parıltı.
Bârî: düzgün ve güzel yaratan ALLAH .
bâri: hiç olmazsa, hele.
bârid: soğuk.
bâridâne: soğukça.
bârigâh: izinle girilebilecek yüce makam.
bârika: şimşek.
bârikaâsâ: şimşek gibi.
bâriz: meydanda, açık.
Barla: Nur Risalelerinin yazıldığı belde.
bâs: gönderme. yeniden dirilme.
basar: göz, görme hissi.
bâsır: gören.
bâsıra: görme duyusu.
bâsıt: açan, yayan, genişleten.
Basîr: her şeyi gören ALLAH .
basîrâne: görerek.
bâsire: görme duyusu.
basîret: ileri görüş, kuvvetli seziş.
basit: sade, düz, bölünmez.
basitâne: basitçe.
bast: yayma, açma.
bastızaman: zamanın genişlemesi, az zamanda normalden fazla yaşama.
basübadelmevt: ölemden sonra diriliş.
Bâşid: Van ilinde bir dağ.
başkitâbet: başyazıcılık.
başmurahhas: baştemsilci.
başvekâlet: başbakanlık.
başvekil: başbakan.
batâlet: işsizlik, durgunluk.
batarya: enerji kaynağı.
Bathâ: Mekkenin eski bir adı.
bâtıl: boş, yalan, çürük.
Bâtın: bütün varlıkların içini yaratan ve dahiline hükmeden ALLAH .
batın: iç, iç yüz, gizli, sır.
bâtınen: içten, iç bakımından.
bâtınî: içe ait, içle ilgili.
Bâtıniyye: Kurânın apaçık mânâlarına itibar etmeyip gizli mânalar bulduklarına inanan sapık bir anlayış.
Bâtıniyyûn: Kurânın açık mânâlarını bir yana bırakıp gizli mânalar bulduklarına inanarak sapıtan kimseler.
batman: iki ile sekiz kilo arasında değişen ağırlık ölçüsü.
batn: karın, nesil.
battal: işsiz, çürük, kullanılmaz.
baûda: sivrisinek.
bâvehim: vehimle, kuruntuyla.
bay: zengin.
bâyi: satıcı.
bâyin: aralayıcı, ayırıcı.
bayrakdâr: bayrak taşıyan, lider.
baytar: veteriner.
bâz: oynayan, yapan.
bâzîçe: oyuncak, eğlence.
bâziyet: bazenlik, bazılık.
be: "de, den" mânâsında ön ek.
becâyiş: birini verip ötekini alma, değişme.
becû: iste.
bed: kötü, çirkin.
bedâat: güzellik, yenilik, özgünlük.
bedâhet: apaçıklık.
bedâheten: apaçık biçimde.
bedâva: beleş, parasız.
bedâvet: bedevilik, göçerlik.
bedâyî: görülmedik güzellikte şeyler.
bedbaht: bahtı kara, talihsiz.
bedbîn: kötümser, karamsar, ümitsiz.
bedduâ: birinin kötü olması için edilen dua.
bedel: karşılık.
beden: gövde.
bedestân: çarşı.
bedevî: göçebe, çölde yaşayan.
bedeviyâne: göçebe gibi.
bedeviyet: bedevilik, medeniyetten uzaklık.
bedhah: kötülük isteyen.
bedhal: kötü huylu.
bedî: benzersiz güzel, üstün, özgün.
bedîa: benzersiz güzel olan.
bedîhî: delilsiz bilinen şey, apaçık.
bedîhiyyât: delil ile ispatı gerekmeyen apaçık şeyler.
bedîî: eşsiz güzellikte olan.
bedir: dolunay.
bedîülbeyân: görülmedik derecedeki güzel söz.
Bedîüzzaman: "zamanın harikası ve en mükemmeli" mânâsında Said Nursî Hazretlerinin ünvanı.
bedmâye: mayası kötü, soysuz.
bedr: bedir, dolunay.
bedraka: yol gösterici, kılavuz.
begün: et!
behâim: hayvanlar.
behcet: güleryüzlülük, şenlik, güzellik.
behemehâl: her halde, ister istemez.
beher: her bir.
behîc: güleryüzlü, şen, güzel.
behimât: hayvanlar.
behimî: hayvanca.
behimiyât: hayvansı varlıklar.
behişt: cennet.
behiye: güzel.
behre: pay, kısmet, nasip.
behreyâb: nasibi olan, payı bulunan.
beht: şaşkınlık, hayranlık.
beis: zarar, fenalık.
bekâ: devamlılık, kalıcılık, sonsuzluk.
bekââlûd: kalıcılıkla karışık.
bekâya: geriye kalanlar.
bektâş: arkadaş.
Bektâşî: Bektâşîlik tarikatından olan kimse.
Bektâşîlik: Hacı Bektaşı velînin kurduğu tarikat.
bel': yutma, ortadan kaldırma.
belâ: gam, tasa. musibet, afet.
belâbil: belâlar, tasalar, musibetler.
belâgat: sözün güzel ve yerinde söylenmesi, bunu öğreten ilim.
belâğbaşı: kaynak, pınar.
belâhet: ahmaklık, budalalık, düşüncesizlik.
belâyâ: belâlar.
belde: memleket, büyük köy.
belî: evet.
belîğ: düzgün ve adamına göre söylenmiş söz.
belîğâne: beliğ biçimde.
beliyyât: belâlar.
beliyye: belâ.
Belkıs: bir kadın hükümdar.
belki: şüphesiz, kesinlikle.
benâm: namlı, ünlü, seçkin.
benât: kızlar.
bend: bent, bağlanmış.
bende: bağlı, esir, köle, hizmetçi, kul.
benî: oğullar.
benîâdem: ademoğulları, insanlar.
Benîisrâil: israiloğulları, Yakub aleyhisselâmın neslinden gelenler.
ber: "alan, dinleyen, yeden, ***üren" mânâsında son ek.
ber: "üzeri, üzerine, yukarı" mânâsında ön ek.
berâ: için, dolayı.
berâat: güzellik, parlaklık, üstünlük.
berâatülistihlâl: güzel bir başlangıç.
berâet: arınma, kurtulma.
Berâhime: berehmenler, bazı batıl dinlerin önderleri.
berâhin: bürhanlar, kuvvetli deliller.
berât: nişan, ayrıcalık fermanı.
berâyımâlûmât: bilgi için.
berbâd: harap, pis, fena, kirli.
berceste: seçme, iyi mısra.
berd: soğuk.
berdevam: devam eden, sürüp giden.
berekât: bereketler.
bereket: bolluk, çokluk, feyiz.
berendâz: kaldırıp atan.
bergüzâr: hatırlanmak için hediye verme.
bergüzîde: seçkin, seçilmiş.
Berham: Yahudi ismi.
berhava: boşa gitme.
berhayat: yaşayan.
berhudâr: saadete erişen.
berî: temiz, arınmış, kurtulmuş.
berk: şimşek.
berkarar: kararlı.
berkâsâ: şimşek gibi.
berr: yer, toprak, kara.
berrak: duru, safi, arı.
berrî: karacı, karada olan.
berrîye: karalara ait olan.
bertaraf: çıkarılıp bir yana atılan.
bervech: şeklinde, biçiminde.
berzah: dünya ile âhiret arasındaki âlem.
berzahî: kabirle ilgili.
bes: yeter, kâfi.
besâit: basit şeyler.
besâtet: basitlik, sadelik, yalınlık.
besâtin: bostanlar.
besmele: Bismillahirrahmanirrahim.
besmelekeş: besmele çeken.
beste: bağlanmış, şarkı ahengi.
beşârât: beşaretler, müjdeler.
beşâret: müjde.
beşâretkâr: müjdeci.
beşâretkârâne: müjdelercesine.
beşâşet: güleryüzlülük.
beşer: insan.
beşerî: insanî, insanla ilgili.
beşeriyet: insanlık.
beşîr: müjdeci.
beşûş: güleryüzlü.
betâlet: işsizlik, durgunluk.
betül: erkekten sakınan namuslu kadın.
bevl: sidik.
bevvâb: kapıcı, men edici.
bey': satma, satış.
beyâbân: çöl, kır.
beyân: açıklayıp bildirme.
beyânât: açıklayıp bildirmeler.
beyânî: açıklanıp bildirilen.
beyannâme: açıklama yazısı, bildiri.
beyder: harman.
beyhûde: boşuna, faydasız.
beyn: ara, arasında.
beynelenbiya: peygamberler arasında.
beynelevliya: evliyalar arasında.
beynelislâm: müslümanlar arasında.
beynelmilel: milletlerarası.
beynelulema: âlimler arasında.
beynennâs: insanlar arasında.
beyt: beyit, şiirde iki mısra.
beyt: ev, bina.
Beytülharam: Kâbenin etrafı.
Beytülmakdis: Kudüsteki büyük mabet.
beytülmal: devletin hazinesi.
beyyin: apaçık, kesin delil.
beyyinât: apaçık olanlar.
beyyine: apaçık, kesin delil.
beyzâ: beyaz, parlak.
bezirgân: tüccar.
bezletme: esirgemeden bol bol verme.
bezm: sohbet meclisi.
Bezmielest: ALLAH ın, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğu, ruhların da "Evet," diye cevap verdikleri hâdise.
bî: "siz, sız" mânâsında ön ek.
bi: "ile" mânâsında ön ek.
bîaman: amansız.
biat: kabul etme, seçme.
biaynelyakîn: gözle görürcesine kesin bilerek.
bîbahâ: pahasız.
bîbehre: nasipsiz.
bibliyografya: kitaplar hakkında bilgi.
bîçâre: çaresiz.
bidâ: bidatlar, sonradan çıkan şeyler.
bidâkârâne: dinde olmayanı dine sokarcasına.
bidât: dinde olmayıp da dine sonradan giren âdetler.
bidâtkâr: bidatçı, dinde olmayanı dine sokan bozguncu.
bidâtüzzaman: zamanın görülmemiş ve harika olanı.
bidâyet: başlangıç.
bidâyeten: başlangıçta.
bidîyât: bidatlar, dine sonradan sokulanlar.
bîfütûr: fütursuz, gevşemeyen, çekinmeyen.
bîgâne: ilgisiz.
bîgünah: günahsız.
bîhaber: habersiz.
bihakkalyakîn: yaşayıp bizzat tecrübe edercesine bir kesinlikle.
bihakkın: hakkıyle, tam olarak.
bihâr: denizler.
bîhemta: benzersiz.
bîhicap: perdesiz, gizlemeksizin.
bîhûş: şaşkın, sersem.
biilmelyakîn: şüphesiz ve kesin bir ilimle.
bîiştibah: şüphesiz.
biiznillah: ALLAH ın izniyle.
bîkarar: kararsız, rahatsız.
bîkes: kimsesiz.
bikr: bozulmamış, temiz.
bil: "ile" mânâsına ön ek.
bilâ: "sız, siz" mânâsında ön ek.
bilâbedel: bedelsiz.
bilâd: beldeler, memleketler.
bilâfasıla: aralıksız.
bilâhare: sonra, sonradan.
bilâihtiyar: elinde olmayarak.
bilâistisna: istisnasız.
bilâkaydüşart: kayıtsız şartsız.
bilakis: aksine, tersine.
bilâmübalâğa: mübalağasız, abartmasız.
bilâmüreccih: tercih edici biri olmaksızın.
bilânço: toplam, özet.
bilâperva: korkusuz.
bilasâle: aracısız, vasıtasız.
bilâsebeb: sebepsiz.
bilâşek: şeksiz.
bilâşüphe: şüphesiz.
bilâtefrik: ayırmaksızın.
bilâtereddüt: tereddütsüz.
bilâteşbih: benzetmesiz.
bilâtevakkuf: duraksamadan.
bilbedâhe: açık seçik.
bilcümle: bütün, toptan.
bilfarz: varsaymakla.
bilfiil: fiilen, çalışarak.
bilhads: hızlı bir kavrayışla.
bilhadsissâdık: doğru bir sezgi ile.
bilhassa: özellikle.
bilicma: üstünde birleşmekle, topluca.
bilihtiyar: istemekle.
bililtizam: taraftar olmakla.
bilîman: îman ile.
bilintikal: intikal etmekle, naklederek.
bilirâde: iradeyle, istemekle.
bilistidad: yetenekle.
bilistihkak: hak etmekle.
biliştiyak: iştiyakla, arzu etmekle.
bilittifak: ittifakla, hep birlikte.
bilkabul: kabul etmekle.
bilkasd: kasıt ile, gaye edinerek.
bilkuvve: düşünce halinde.
bilkülliye: büsbütün.
billah: billahi, ALLAH için.
billur: pırıl pırıl cam.
bilmecburiye: mecburen.
bilmukabele: karşılık vermekle.
bilmüşâhede: şahit olmakla.
bilumum: genel olarak, bütün, hep.
bilvasıta: vasıta ile.
bilyakîn: kesin bir bilişle.
bimüdânî: eşsiz, benzersiz.
bin: "e, de, ile" mânâsında ön ek.
bîn: "gören" mânâsında son ek.
bin: oğul, oğlu.
binâ: ev, yapı.
binâen: dayanarak, bu sebeple.
binâenalâhâzâ: bunun üzerine, bundan dolayı.
binaenaleyh: bundan dolayı, bunun üzerine.
binâimechûl: öznesi belirsiz fiil.
bînamaz: namazsız.
bînaz: nazsız.
bînazîr: benzersiz.
binefsihi: kendisiyle.
bînisyan: unutmazlık.
binnefs: nefsiyle.
binnetice: neticeyle.
binnisbe: oranla.
binniyet: niyetle.
binniyye: niyetle.
bint: kız.
bîpâyan: tükenmez.
bîperva: korkusuz.
bîr: kuyu.
birâder: kardeş.
birâderzâde: kardeş oğlu.
birr: temizlik, iyilik.
biryân: kebap.
bîset: gönderme, peygamberliğin başlangıcı.
Bismark: ünlü bir devlet adamı.
Bismillah: ALLAH ın adıyla.
bissavab: doğru olarak.
bittâb: tabiatıyla.
bitamâm: büsbütün.
bitamâmiha: tamamıyle.
bîtaraf: tarafsız.
bîtarafâne: tarafsızca.
bittabî: tabiatıyle.
bittakdir: takdirle.
bittecrübe: tecrübeyle.
bîvefa: vefasız.
biyedî: elimi.
biyografi: bir kimsenin hayatını anlatan eser.
bîzâr: bıkmış.
bizâtihi: kendiliğinden.
bîzeval: sona ermez.
bizzarure: zaruri olarak.
bizzât: kendisi.
bolşevik: Rus komünisti, dinsiz.
bolşevizm: Rus komünizmi, dinsizlik.
bostân: sebze bahçesi.
boşboğaz: yerli yersiz konuşan.
boykotaj: boykot.
bûd: uzaklık.
Buda: Budizmin kurucusu.
Budeî: Buda dininden olan.
bûdiyet: uzaklık.
buğz: sevmeme, nefret.
buhâr: buğu.
Buharî: en önemli hadîs kitabının yazarı.
buhl: cimrilik.
buhrân: bunalım.
buhûr: bahirler, denizler.
bukalemun: bulunduğu yerin rengine giren bir hayvan.
Burak: Peygamberimizin miraçta bindiği binek.
burc: güneşle dünya arasındaki hayâlî dilimlerin her biri.
burjuva: hayatını emek vererek kazanmayan zengin kimse.
bûse: öpücük.
butlân: batıllık, temelsizlik, çürüklük.
bûy: koku.
bühtân: iftira.
bükâ: ağlama.
bülegâ: adamına göre güzel söz söyleyenler.
bülend: yüksek, yüce.
bülûğ: erginlik.
bünyân: yapı.
bünye: yapı.
bürde: hırka.
bürhan: kuvvetli delil.
bürhanî: delil cinsinden.
bürûc: burçlar.
bürûdet: soğukluk.
büşrâ: müjde.
büzr: tohum.
büzûr: tohumlar.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 04:21 AM

Arapça Sözlük
 
C

cadde: geniş yol.
câh: makam.
Câhız: ünlü bir edebiyatçı.
câhid: din için savaşan.
câhil: bilgisiz.
câhilâne: bilgisizce.
cahîm: cehennem.
câil: yapan.
câiz: dine uygun olan.
câl: yapma, kılma.
câlî: yapmacıktan.
câlib: çekici.
Calinos: eski bir filozof.
Câmî: büyük bir âlim ve yazarı.
câmi: toplayan.
câmia: topluluk.
câmid: cansız, donuk.
câmidât: camidler, cansızlar.
câmidiyet: cansızlık.
câmiiyet: toplayıcılık.
câmiülkelîm: zengin mânâlı söz.
camus: manda.
cân: hayat, ruh, gönül.
cânân: sevgili.
canavar: can alıcı.
cânhıraş: tüyler ürpertici.
cânî: cinayet işleyen.
cânib: yön, taraf, yan.
câniyâne: canicesine.
cann: cinler.
cansiperâne: canını verircesine.
car: Arapçada bir edat.
cârî: akan, yürüyen.
câriye: esir kadın.
câsus: ajan.
câvid: devam eden.
cây: değer, layık.
caymak: kararından dönmek.
câzib: çekici.
câzibe: çekicilik.
câzibedâr: çekici.
câzibedarâne: çekici bir biçimde.
câzibekârane: çekici biri gibi.
cebâbire: zorbalar.
cebânet: korkaklık.
Cebbâr: istediğini mutlaka yaptıran ALLAH .
cebbar: cebreden, zorba.
cebbarâne: zorbaca.
cebel: dağ.
ceberût: zorla her istediğini yaptırabilme kudreti.
ceberûtiyet: her dilediğini yaptırabilme kudreti.
cebhe: cephe, alın, yön, yüz, savaş bölgesi.
cebîn: korkak.
cebir: zor, zorlama.
cebr: cebir, zor, zorlama.
Cebrâil: Peygamberimize vahiy getiren büyük bir melek.
cebren: zorla.
Cebrî: insan iradesini inkâr eden batıl bir mezhebe inanan kimse.
cebrî: zorla, zorlamalı.
Cebriye: insandaki iradeyi inkâr eden batıl bir mezhep.
cedâvil: cedveller, kanallar, listeler.
cedd: ata, dede.
cedel: tartışma, münakaşa.
cedîd: yeni.
cedvel: liste, kanal, cetvel.
cefâ: eziyet.
cefâkâr: eziyet çeken.
ceffelkalem: düşünmeksizin.
cefne: büyük su kabı.
cehâlât: cahillikler, bilgisizlikler.
cehâlet: cahillik, bilgisizlik.
cehâletperver: bilgisizliği seven.
cehd: çaba, çabalama.
cehele: cahiller, bilgisizler.
cehennem: azgınların öldükten sonra gidecekleri ceza yeri.
cehennemî: cehenneme özgü.
cehennemnümun: cehennemi hatırlatan.
cehil: bilgisizlik.
cehl: bilgisizlik.
cehlistân: bilgisizlik yeri.
cehr: açıktan söyleme.
cehren: açıktan.
cehrî: açık sesle.
cehûl: pek cahil.
celâdet: ululara karşı gösterilen cesaret.
Celâl: sonsuz azamet ve kibriya, büyüklük ve ululuk.
celâldarâne: celâlli bir biçimde.
celâlet: büyüklük, ululuk.
celâlî: büyüklükle ilgili.
celb: kendine çekme, getirtme.
celbkârâne: kendine çekercesine.
celbnâme: çağırma kağıdı.
Celcelîtiye: Hazreti Ali radıyALLAH u anhın önemli bir eseri.
celevât: cilveler, görünümler.
celî: belli, açık.
celîl: büyük, ulu.
cellâd: ölüm cezası verilenleri öldüren kişi.
celle: "yüce ve aziz oldu" mânâsında söylenir.
celse: oturum.
cem: toplama.
cemaat: gayeleri bir olan topluluk.
cemâd: cansız cisim.
cemâdât: cansız cisimler.
cemâdiyet: cansızlık, donukluk.
cemâhir: cumhuriyetler.
cemâl: güzellik.
cemâlî: güzellikle ilgili.
cemâlperest: güzelliğe düşkün.
cemâlperverâne: güzelliği severcesine.
cemel: deve
cemî: bütün, hepsi.
Cemîl: sonsuz güzel olan ve bütün güzelliklerin sahibi bulunan ALLAH .
cemîl: güzel.
cemîlâne: güzelce.
cemîle: güzel olan.
cemiyât: cemiyetler, toplumlar.
cemiyet: toplum.
cemiyyet: cemiyet, toplum, genişlik.
cemm: çokluk.
cemmigafir: ekseriyet, çoğunluk.
cemre: ısı.
cenâb: saygı sözü.
cenâbet: cünüp.
cenâh: kanat.
cenâheyn: iki kanat.
cenân: cennetler.
cenaze: henüz gömülmeyen ölü.
cendere: baskı aleti.
cengâver: savaşçı.
Cengiz: zâlim bir hükümdar.
cenin: ana karnındaki çocuk.
cenk: savaş.
cennât: cennetler.
cennet: inananların dünyadaki güzel amellerine mükafaten sonsuza kadar kalacakları güzellikler âlemi.
cennetâsâ: cennet gibi.
cennetmekân: yeri cennet olası.
cennetmisâl: cennet gibi.
cenûb: güney.
cenûbî: güneydeki.
cerâhat: irin, akıntı.
cerâid: gazeteler.
cerbeze: süslü sözlerle aldatma.
Cercîs: büyük eziyetlerle şehit edilen bir peygamber.
cereyân: akma, akım.
cerh: yaralama, çürütme.
cerhetmek: yaralamak, çürütmek.
cerîde: gazete.
cerîha: yara.
cerr: para alma.
cerrah: operatör.
cerrâr: tedirgin edici davranışlarla para koparan.
cesâmet: irilik.
cesâret: yüreklilik, korkusuzluk.
cesed: ceset, cansız vücut.
cesîm: iri, kocaman.
cessâs: casusluk eden.
cesurâne: cesurca, korkusuzca.
cevâb: cevap, soruya verilen karşılık.
cevâben: cevap olarak.
cevâbî: cevapla ilgili.
cevâd: çok cömert.
cevâhir: değerli taşlar.
cevâmî: toplayıcı olan şeyler.
cevâmid: cansızlar.
cevâmiülkelîm: zengin mânâlı sözler.
cevânib: yanlar, taraflar.
cevârih: organlar.
cevâsis: casuslar, ajanlar.
cevaz: izin.
cevelân: dolaşma.
cevelangâh: dolaşma yeri.
cevf: boşluk.
cevher: öz, kıymetli taş, atom.
cevherbahâ: mücevher gibi değerli.
cevhere: tek cevher.
cevherî: cevherle ilgili.
cevir: eziyet.
Cevşen: "zırh" mânâsında Peygamberimizin emsalsiz duası.
Cevşenülkebîr: Peygamberimize vahiy ile gelen büyük bir dua.
cevv: atmosfer.
Cevvâd: sınırsız cömertlik sahibi ALLAH .
cevvâl: pek hareketli.
cevvifezâ: uzay.
cevvihava: atmosfer.
ceyb: cep.
ceyş: asker, ordu.
cezâ: suça karşılık verilen acı.
cezâen: ceza olarak.
cezâlet: sözde kelimelerin düzgün dizilişinden doğan güzellik.
cezb: kendine çekme.
cezbe: ALLAH sevgisiyle kendinden geçme hâli.
cezbedarâne: ALLAH sevgisiyle kendinden geçercesine.
cezbekârâne: cezbeye tutulmuşçasına.
cezîre: ada, yarımada.
Cezîretülarâb: Arap Yarımadası.
cezm: kesin karar.
cezmiyet: kesin kararlılık.
cezrî: köklü.
cibâl: dağlar.
cibillî: yaradılıştan, mayadan, soydan.
cibilliyet: yaradılış, maya, soyluluk.
Cibrîl: Cebrail aleyhisselâm.
cidâl: uğraşma, savaş.
cidar: duvar, çeper.
cidden: gerçekten.
cîfe: leş.
cifir: harflere verilen sayılarla mânâlar çıkarma ilmi.
cifrî: cifirle ilgili.
ciğerpâre: ciğer parçası, sevgili yavru.
ciğersûz: ciğer yakan.
ciğerşikâf: ciğer parçalayan.
cihad: din uğrunda savaş.
cihân: dünya, âlem.
cihânbahâ: cihan değerinde.
cihândeğer: dünya kıymetinde.
cihângîr: cihanın büyük bir kısmını elde eden savaşçı.
cihânkıymet: dünya kadar değerli.
cihânpesendâne: dünyanın beğeneceği şekilde.
cihânşümûl: dünya ölçüsünde.
cihâr: dört.
cihât: yanlar, yönler.
cihâz: aygıt, çeyiz.
cihâzât: aygıtlar.
cihet: yön, yan.
cihetiyet: yönlülük, yanlılık.
cild: deri, ten.
cilve: görünme, belirme, naz.
cilveger: cilve eden.
cimâ: cinsî münasebet.
cimri: kimseye bir şey vermeyen eli sıkı kimse.
cin: göz ile görülemeyen ruhani varlıklar.
cinân: cennetler.
cinas: birçok mânâya gelebilen söz.
cinâyet: adam öldürme, ağır suç.
cinnet: delilik.
cinnî: cinlerden olan.
cins: tür, çeşit.
cinsî: cinsle ilgili.
cinsiyet: cinslik, tür olma.
cirm: oylum, yıldız.
cisim: uzayda yer dolduran varlık.
cism: cisim.
cismanî: cisimle ilgili.
cismaniyet: cisim olma hâli.
cismen: cisimce.
cismiyet: cisimlik.
civan: yakışıklı genç.
civanmert: yüce gönüllü, mert.
civâr: yöre, yakın yer.
cîz: hurma ağacının kökü.
cizye: müslüman olmayanlardan alınan vergi.
cûd: cömertlik.
Cûdi: bir dağ adı.
cumâ: önemli bir namaz.
cumhur: topluluk.
cumhurî: cumhuriyetle ilgili.
cumhuriyet: devlet başkanı yönetilenler tarafından seçilen yönetim biçimi.
cumhuriyetperver: cumhuriyeti seven.
cûş: coşma, kaynama.
cûşuhurûş: coşup taşma.
cûyem: ararım.
cübbe: namazda giyilen bol elbise.
cüdâ: ayrı, ayrılmış.
cühelâ: bilgisizler.
cühûd: bilerek inkâr etme.
cülûs: tahta çıkma.
cümle: bütün, hüküm bildiren söz.
cümûd: cansız, donuk.
cümûdet: cansızlık, donukluk.
cümûdiye: buzul.
cümûdiyet: donukluk, katılık.
cüneyd: askercik.
cünûd: askerler.
cünûdullah: ALLAH ın askerleri.
cünûn: delilik.
cünüb: gusletmesi gereken kimse.
cüret: ataklık, kendini bilmezlik.
cüretkâr: atak, kendini bilmez.
cüretkârâne: atakça.
cürm: suç.
cürmümeşhud: suçüstü.
cürüm: suç.
cüsse: gövde, kalıp, beden,
cüz: bölüm, parça.
cüzî: pek az, ferdi.
cüziihtiyar: az bir seçme hürriyeti.
cüziirâde: insanın azıcık iradesi.
cüziyyât: cüziler.
cüziyyet: azlık, küçüklük.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 04:22 AM

Arapça Sözlük
 
D

dâ: hastalık.
daavât: dualar.
dâbb: kertenkele.
dâbbe: yürüyen yaratık.
dâbbetülarz: âhirzaman alâmeti olan bir yaratık.
dâcin: bir nevi kuş.
dâd: vergi, ihsan.
dâdıezel: ALLAH vergisi.
dâdıhak: Hak vergisi.
dâfi: defeden, savan.
dâfia: defetme, savma.
dâğdağa: gürültü patırtı.
dâğdâr: yanık, yaralı.
dağvârî: dağ gibi.
dâhî: üstün yetenekli.
dâhil: iç, içeri, içinde.
dahîl: yabancı, sığıntı.
dahîlek: sana sığınırım.
dâhilî: içe ait, içle ilgili.
dâhiliye: içle ilgili olan, iç işleri.
dâhiyâne: dahice, gayet zekice.
dahiye: felâket, büyük belâ.
dahiye: üstün yetenekli kimse.
dahl: girme, etki.
dâî: duacı, çağıran.
dâil: sapıtmış, azgın.
dâim: devam eden, süren.
dâima: devamlı olarak.
daimî: devamlı, sürekli.
dâir: ilgili, devreden.
dâire: saha, alan, geometrik şekil, resmi kurum.
dâirevârî: daire gibi.
dâirevî: daire şeklinde.
dakik: pek ince.
dakika: pek ince olan, zaman birimi.
dalâl: sapıklık, haktan ayrılık.
dalalet: sapkınlık, islâmdan ayrılma, şaşkınlık.
dalaletâlûd: sapkınlık karışık.
dalaletpîşe: sapkınlık yolunu tutmuş.
dalkavuk: menfaati için hoş görünmeye çalışan, yağcılık ve soytarılık eden.
dâll: delil olan, yol gösteren.
dall: sapan, sapıtan.
dalle: sapanlar, sapıtanlar.
dallîn: sapkınlar.
dâlliyet: delil olma, yol gösterme.
dâm: tuzak, hile, tavan.
damar: kan borusu, yaradılış, huy.
dâmen: etek.
damga: işaret, bellik.
dânâ: bilgili, âlim.
dâne: tane, tohum.
dantela: tentene, dantel.
dâr: yer, ev, yurt.
darağacı: idam sehpası.
darb: vurma, çarpma.
darbe: tek vuruş.
darbhane: para basılan yer.
darbımesel: atasözü.
dâreyn: her iki dünya.
dârıharb: savaş yeri, düşman ülkesi.
dâri: acı bir bitki.
dârib: vuran, döven.
dârülfünûn: fenler yeri, üniversite.
dârülharb: savaş yeri, düşman ülkesi.
Dârülhikmet: Osmanlılar zamanında fetva ile vazifeli ilmi bir kuruluş.
dârülhizmet: hizmet yeri.
dârülikab: azap yeri, cehennem.
dârülislâm: Müslümanların huzur içinde yaşadığı yer.
Dârüsselâm: kurtuluş ve güven yeri, cennet.
dâsıtân: destan, meşhur hikâye.
dâsıtâne: destan gibi olan.
dâussılâ: vatan hasreti.
dâva: savunulan düşünce, hak talebi, önemli mesele.
dâvet: çağrı.
dâvetname: davet mektubu.
Dâvûd: büyük bir peygamber.
Dâvûdvârî: Davut alehisselâm gibi.
dâye: dadı, çocuk bakıcısı.
debdebe: gösteriş gürültüsü, görkem.
debretmek: kımıldatmak.
deccâl: kıyametten önce ortaya çıkarak yandaşlarıyla birlikte dini yıkmaya çalışan azgın kimse.
deccâlâne: deccal gibi.
deccâliyet: din yıkıcı deccalın ilkeleriyle hareket edenlerin oluşturduğu mânevî şahsiyet.
def: savma, savuşturma.
defâ: kez, kere.
defâât: defalar, kereler.
defâin: defineler.
defâten: birdenbire.
defî: bir anda.
defîne: yere gömülmüş kıymetli eşya.
defn: gömme.
defnetmek: gömmek.
defterdâr: defterci, defter tutan.
dehâ: üstün zekâ.
dehâlet: girme, sığınma.
dehân: ağız.
dehlîz: dar ve uzun geçit.
dehr: zaman, devir.
dehrî: zamanla ilgili, kıyamete inanmayan îmansız felsefeci.
dehriyye: dünyanın sonsuzluğuna inanan felsefecilerin yolu.
dehriyyûn: zamanı tanrılaştıran îmansız felsefeciler.
dehşet: ruhu birden kaplayan korku.
dehşetengiz: korku verici.
dejenere: bozulma, soysuzlaşma.
dek: hile, oyun.
dekaik: incelikler.
dekk: ufalanma.
delâil: deliller, kanıtlar.
delâlat: delâletler, delil olmalar.
delâlet: delil olma, yol gösterme.
delâleten: delil olarak, yol göstererek.
delîl: yol gösterici, kanıt.
dellâl: yüksek sesle ilan eden, duyuran.
delv: kova burcu.
dem: kan, zaman, konu, kıvam.
demâ: her zaman.
demâdem: zaman zaman.
demagoji: güzel sözlerle halkı kandırma siyaseti.
dembedem: zaman zaman.
demdeme: vızıltı, ses.
demode: modası geçmiş.
demokrasi: yöneticilerin halk tarafından seçildiği idare şekli.
demvurmak: söz etmek.
denâet: alçaklık.
denî: alçak.
deniye: alçak olan.
depresyon: ruhî çöküntü.
der: "içine, içinde" mânâsında ön ek.
derâkab: hemen, derhâl.
derârî: parlak yıldızlar, renkli şeyler.
derc: içine alma, sokma.
dercân: canına sokma, içine alma.
derd: dert, hastalık, üzüntü, dilek, mesele.
derdmend: derdi olan.
derecât: dereceler, yukarı katlar.
derece: gitgide yükselen durumların her biri, kerte.
derekab: hemen ardından.
derekât: derekeler, aşağı katlar.
dereke: gitgide alçalan durumların her biri.
dergâh: makam, tekke.
derhâtır: hatırlama.
derk: anlama, kavrama.
derketmek: anlamak, kavramak.
dermân: ilaç, çare, güç.
dermeyân: ortada, ortaya.
derpey: ardı sıra.
Dersaadet: istanbul.
dershane: ders okunan yer.
dersiâmm: herkese ders verebilen hoca.
deruhte: üzerine alma, yüklenme.
derûn: iç, gönül.
derûnî: içle ilgili, içten.
derviş: yaşayışını tarikatının edeplerine uyduran kalender kimse.
derya: deniz.
desâis: desiseler, hileler, oyunlar.
desâtir: düsturlar, ilkeler.
desîse: hile, oyun.
dessas: hileci, oyuncu, aldatıcı.
dessasâne: hileci, aldatıcı gibi.
dest: el.
destan: kahramanlık hikâyesi.
destbedest: el ele.
deste: demet, tutam.
destek: dayanak.
destgâh: tezgâh, işyeri.
destûr: izin.
dev: masallarda geçen korkutucu varlık.
devâ: ilaç.
devâen: ilaç olsun diye.
devâhî: büyük belâlar, üstün zekâlılar.
devâir: daireler, işyerleri.
devam: sürüp gitme.
deverân: dönme, dolaşım.
devir: dönme, dolaşma, aktarma.
devlet: ülkeyi yönetmek için örgütlenmiş siyasî topluluk.
devr: devir, dönem, dönme, dolaşma, aktarma.
devran: felek, talih.
devre: dönem.
devriye: dönen, dolaşan.
deyn: borç.
Deyyan: herkesin hakkını en iyi bilen ve veren ALLAH .
Dıhye: bir sahabe.
dırahşan: parlayan.
dıyk: darlık.
dibâce: önsöz, başlangıç.
didar: göz, görme, görünme.
dîde: göz.
dîdebân: gözcü, gözleyen.
dîk: ince, dar.
dikkat: duygu ve düşünceyi bir noktada toplama, uyanıklık, incelik.
dikta: zorbalık.
diktatör: devleti keyfine göre idare eden "ulu" önder.
dil: gönül, kalb.
dilber: gönül alan güzel.
dilşâd: gönlü hoş olmuş.
dimağ: beyin.
dimdik: gaga.
din: peygamberin bildirdiği biçimde kulluk görevlerini belirleyen ilâhî nizam.
dinamik: hareketli.
dinar: eskiden kullanılan bir para.
dindarâne: dindarca.
dindaş: aynı dinden olan.
dinperver: dini seven.
dinsizdârâne: dinsizce.
diplomat: ülkenin dış işleriyle uğraşan memur.
dirâyet: yetenek, beceri, sezgi.
direktif: yönlendirici emir.
direm: dirhem.
dirhem: üç gramlık ağırlık ölçüsü.
diritnavt: diritnot.
diritnot: büyük savaş gemisi.
disiplin: uyulması gereken kuralların tamamı, sıkı düzen.
divan: şiir kitabı, yüksek idare meclisi, mahkeme, sedir.
divâne: aklı tam olmayan, kaçık.
divânece: divane gibi.
divanhâne: geniş sofa, salon.
divânıharb: askeri mahkeme.
diyânet: dindarlık, din işleri.
diyâneten: dindarlık bakımından.
diyar: ülke, yer.
diyet: kan bedeli, can pahası.
diyk: darlık, sıkışıklık.
dogma: tartışılmayan kesin fikir.
dogmatizm: bazı fikirleri her zaman doğru ve değişmez kabul eden felsefe.
doktrin: bir sistem meydana getiren fikirlerin hepsi, öğreti.
donanma: kendini donatma, deniz kuvveti, ışıklı şenlik.
dost: samimi arkadaş.
dostâne: arkadaşça.
duâ: ALLAH a yalvarma, yakarış, isteme, dileme.
dûçar: tutulmuş, yakalanmış.
duhâ: kuşluk vakti.
duhan: duman.
duhûl: girme.
dumûr: körelme, kuruma.
dûn: aşağı.
dûnhimmet: gayreti az.
dûr: uzak.
dûrendiş: ilerisi için kaygılanan.
dûrendişâne: ilerisi için kaygılanırcasına.
durûbuemsâl: atasözleri.
dûş: omuz.
dûşâb: pekmez.
dü: iki.
düello: şahitler önünde iki kişinin silahlı çarpışması.
dühât: dahiler, üstün zekalılar.
dükkân: öteberi satış yeri.
Düldül: Peygamberimizin Hazreti Aliye hediye ettiği binek hayvanı.
dülger: marangoz.
dümdâr: ordunun arkasında giden gurup.
dünyâ: içinde yaşadığımız âlem.
dünyâdâr: dünyalı.
dünyâperest: taparcasına dünyaya yönelen.
dünyevî: dünya ile ilgili, dünyalı.
dürbîn: dürbün.
dürer: inciler.
dürr: inci.
Dürriyetim: Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm.
dürûs: dersler.
dürüst: doğru, düzgün.
düstûr: ilke, kural.
düşâb: pekmez.
düşeş: iki altılık.
düşvâr: zor, güç.
düvel: devletler.
düyûn: borçlar.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 04:22 AM

Arapça Sözlük
 
E

eâmm: pek umumi, en genel.
eâzım: büyükler.
eb: baba.
ebâbil: bir kuş türü.
ebâd: boyutlar, uzaklıklar.
ebâtıl: boş inanışlar.
ebced: Arap harflerinin diziliş sırası, bu harflerin rakam olarak değerlerinden yola çıkılarak yapılan hesap.
ebcedî: ebcedle ilgili.
ebdâ: en güzel, en bedi.
ebed: sonsuz gelecek zaman.
ebeden: sonsuza dek.
ebedî: sonsuzla ilgili.
ebediyet: sonsuzluk.
ebediyyen: sonsuza kadar.
ebedperest: sonsuzluğu sevip arzulayan.
ebedülâbâd: sonsuzlar sonsuzu.
ebeveyn: ana ile baba.
ebkem: dilsiz.
eblağ: yerinde adamına göre güzel söz söylemenin en üstünü.
ebleh: alık, budala.
eblehâne: alıkça, budalaca.
ebnâ: oğullar.
ebnâyıcins: aynı türden olanlar.
ebrâr: hayırlılar, iyiler.
Ebrehe: Kâbeyi yıkmak isteyen kumandan.
ebrû: kaş, dalga dalga kırmızı yanak, bir süsleme sanatı.
ebsâr: gözler.
ebter: güdük, kesik.
ebû: baba, ata.
ebulâşey: hiçbir şeyi olmayan.
ebvâb: kapılar, bölümler.
ebyât: beyitler.
ebyâz: en beyaz, parlak.
ecânib: yabancılar.
ecdâd: atalar, dedeler.
ecel: ömrün sonu, vade.
ecell: en büyük.
echel: en cahil.
echeliyet: aşırı bilgisizlik.
ecinnî: tek cin.
ecir: ücret, karşılık.
ecîr: ücretle çalışan.
ecirnâ: bizi koru.
ecirnî: beni koru.
eclâ: en parlak.
ecliyet: sebeplik.
ecmâ: en toplu.
ecmâin: hepsi, cümlesi.
ecmel: en güzel.
ecnâs: cinsler, türler.
ecnebî: yabancı.
ecr: ücret, karşılık.
ecrâm: cansız varlıklar.
ecsâd: cesetler.
ecsâm: cisimler.
ecvibe: cevaplar.
eczâ: cüzler, parçalar, kimyevi madde.
eczâhâne: ilaç yapılıp satılan işyeri.
edâ: yapma, ödeme, davranış, anlatım yolu.
edat: "hem, için" gibi kendi başına mânâsı olmayan yardımcı kelime.
eddâî: belli bir duacı, duacınız.
edeb: terbiye, güzel ahlak, haya.
edebî: edeple ilgili, güzel söz ve yazı.
edebiyat: güzel ve etkili biçimde konuşma ve yazma sanatı.
edebiyyûn: edebiyatçılar.
edevât: âletler.
edîb: edebiyatçı, edepli, terbiyeli.
edîbâne: edebiyatçı gibi, edeplice, terbiyelice.
edille: deliller, kanıtlar.
ednâ: pek aşağı.
edvâr: devirler, dönemler.
edviye: devalar, ilaçlar.
edyân: dinler.
efâdıl: üstün nitelikli kimseler.
efâl: fiiller, işler.
efdal: daha üstün.
efendi: sahip, saygın, terbiyeli.
efgan: figanlar, inlemeler.
efhâm: anlamalar, en iyi anlayan.
efkâr: fikirler.
efkârıâmme: umumun fikirleri, halkın düşünceleri.
eflâk: gökler.
Eflâtun: eski bir filozof
efrâd: bireyler, insan tekleri.
efsah: daha düzgün anlatım.
efsâne: uydurulmuş hikâye, mitoloji.
efsûn: sihir, büyü.
efşan: "saçan" mânâsında son ek.
efzâ: "artıran" mânâsında son ek.
efzûn: fazla, çok.
ego: ben, ene.
eğerçi: gerçi.
eğlenceperest: eğlenceye pek düşkün.
Ehad: "bir, tek, benzersiz" olan ALLAH .
ehâdîs: Peygamberimizin sözleri.
ehadiyet: ALLAH ın her bir eserindeki birlik tecellisi.
ehaff: pek hafif.
ehak: en hak, daha gerçek.
ehass: en has.
ehbâr: âlimler.
ehemm: en önemli.
ehemmiyet: önem.
ehemmiyetkârâne: önem verircesine.
ehevât: kardeşler.
ehibbâ: ahbaplar, sevilenler.
ehil: dost, sahip, usta.
ehlen-sehlen: hoş geldiniz.
ehlî: alışık olan, evcil.
Ehlibeyt: Peygamberimizin neslinden olan.
ehlibidâ: dine aykırı olanı dine sokanlar.
ehlidalalet: islâmdan sapanlar, sapkınlar.
ehlidünyâ: dünya adamı, âhireti düşünmeyen.
ehlifelsefe: felsefeciler, felsefeye önem veren kimseler.
ehlifen: fen ilimleriyle uğraşanlar.
ehligaflet: gaflette olanlar, kul olduğunu hatırlamadan yaşayanlar.
ehlihak: hak yolda olan.
ehlihakîkat: hakikatı bulan kimseler.
ehlihâl: inandıkları mânâları hâlleriyle yaşayanlar.
ehlihidâyet: îman yoluna erenler, müminler.
ehliîman: îmanlılar.
ehliinsaf: insaflılar.
ehliislâm: müslümanlar.
ehlikalb: kalben ileri gidenler.
ehlikeşif: perdeli olanı bilen velî.
ehlikitab: ilâhî kitaplardan birine inanan.
ehlikubûr: kabirdeki ölüler.
ehliküfür: kâfirler.
ehlinecat: kurtulanlar.
ehlisefâhet: günahlara dalanlar.
ehlisuffa: Peygamberimizin mescidinde kalan sahabeler.
ehlisünnet: Peygamberimizin hak yolunda yürüyenler.
ehlişirk: ALLAH a ortak koşanlar.
ehlitakva: ALLAH tan korkup günahtan sakınan kimseler.
ehlitarik: tarikat adamı.
ehlitarikat: tarikata bağlı olan.
ehlitevhid: ALLAH ın birliğine inananlar.
ehlivelâyet: velîler, erenler, kalbi nurlanmış müminler.
ehlivukuf: iyi bilenler, bilirkişiler.
ehliyyet: yeterlik, ustalık, yetki.
ehlullah: ALLAH adamı, evliya, ermiş.
ehram: firavun mezarı.
Ehriman: ateşe tapanların kötülük tanrısı.
ehülacâib: acayip şeylerin kardeşi.
ehva: nefis arzuları, boş istekler.
ehvâl: korkular.
ehven: en zararsız, pek ucuz.
ehvenüşşerreyn: iki şerden daha az zararlı olanı.
ehya: ucuzluk, bolluk.
eimme: imamlar, öncüler.
ejder: büyük yılan.
ejderha: iri yılan.
ekâbir: büyükler.
ekall: en az.
ekalliyet: azlık, azınlık.
ekânim: asıllar, rükünler.
ekber: en büyük.
ekdâr: kederler, üzüntüler.
ekl: yeme.
ekmel: en mükemmel.
ekol: bir fikir üzerine kurulu okul, meslek.
Ekrad: Kürtler.
ekrem: daha kerim, en iyi.
ekser: daha çok.
ekserî: çoğunlukla.
ekseriya: ekseriyetle, çoğunlukla.
ekseriyet: çoğunluk.
ekseriyetle: çoğunlukla.
ekva: daha kuvvetli.
ekvan: yaratılanlar.
ekvanî: yaratılanlarla ilgili.
ekvator: dünyayı ikiye ayıran hayâlî çizgi.
el-amân: aman diliyorum!
elân: şimdi, hâlâ.
elâstik: esnek.
elbette: kesinlikle.
elcevab: cevabı şu.
elem: acı.
eleman: bir bütünün parçaları.
elemkârâne: acılı bir biçimde.
elemnâk: acı verici, acılı.
elf: bin sayısı.
elfâtiha: Fatiha sûresi.
elfaz: lafızlar, sözler.
elhak: hakikaten, doğrusu.
elhamdülillâh: ALLAH a hamdolsun.
elhannas: sinsice aldatan şeytan.
elhâsıl: kısacası, özetle.
elhubbulillâh: sevgi ALLAH içindir.
elhükmülilekser: hüküm eksere göre verilir.
elîf: alışan, alışkın.
elîm: acı veren, acılı.
elîmâne: acılı biçimde.
elîme: acılı hâl.
elîyâzübillâh: ALLAH a sığınırız.
elkab: lâkaplar.
elmas: değerli bir taş.
elsine: lisanlar, diller.
eltâf: lütuflar, en latîf, en hoş.
elvah: levhalar, tablolar.
elvan: renkler.
elvanıseba: yedi renk.
elvedâ: şu ayrılık!
elyak: daha lâyık.
elyevm: bugün.
elzem: daha gerekli.
elzemiyet: daha gereklilik.
emam: ön taraf.
eman: güven, güvenlik.
emânât: emanetler.
emânet: sonra alınmak üzere verilen şey.
emâneten: emanet olarak.
emâni: güvenlik.
emârât: emareler, belirtiler.
emâre: iz, belirti, bellik.
emâret: beylik.
emel: ümit, arzu.
Emevîler: bir islâm devleti.
emîn: güvenilir.
emîr: bey, başkan.
emirber: emir dinleyen.
emirnâme: emir yazısı.
emlâk: taşınmaz mallar.
emmâbâdü: bundan sonra.
emmâre: emreden, zorlayan.
emn: eminlik, güvenlik.
emniyet: güven, güvenlik.
emperyalizm: bir ülkenin sınırlarını genişletme politikası.
emr: emir, buyruk.
emrâz: marazlar, hastalıklar.
emsâl: misaller, eşler, benzerler.
emsile: misaller, örnekler.
emşac: nutfe, dağınık.
emtar: yağmurlar.
emvâc: dalgalar.
emvâl: mallar.
emvât: ölüler.
emzice: mizaçlar, huylar.
enam: yaratıklar, varlıklar.
enâniyet: benlik, gurur.
enbiyâ: nebîler, peygamberler.
encam: son.
encümen: meclis, komisyon.
endad: benzerler, misiller.
endâm: beden, boy.
endaz: "atan, atıcı" mânâsında son ek.
ender: içinde.
ender: pek az bulunan.
endîşe: kaygı.
Endülüs: bir islâm devleti.
ene: ben, benlik.
enerji: güç.
enfâ: daha faydalı.
enfâs: nefesler.
enfes: pek nefis, çok hoş.
enfûs: nefisler, ruhlar.
enfüsî: nefisle ilgili, insanlarının kendi iç âlemlerine ait.
engiz: "koparan, veren" mânâsında son ek.
engizisyon: kiliselerin işkenceci mahkemeleri.
enhâr: nehirler, ırmaklar.
enîn: inilti.
enîndâr: inleyen.
enîs: dost, arkadaş.
enkaz: yıkıntı.
enmûzec: nümune, örnek, model.
ensâb: soylar, nesepler.
ensac: dokumalar.
ensâf: yarımlar.
ensâl: nesiller, kuşaklar.
ensâr: yardımcılar, Medineli sahabeler.
enseb: en uygun.
ente: sen.
entrika: hile, düzen.
envâ: neviler, türler.
envâen: türler olarak.
envâr: nurlar.
enver: pek nurlu.
enzâr: nazarlar, bakışlar.
erâcif: uydurma sözler.
erakk: pek ince.
erbaa: dört.
erbâb: sahipler, becerikliler, terbiyeciler.
erbâin: kırk.
erbâiyyet: dört olmak.
Ercûze: Hazreti Alinin meşhur bir kasidesi.
erhâm: döl yatakları, rahimler.
erham: en merhametli.
Erhamürrahimîn: merhamet edenlerin en merhametlisi olan ALLAH .
erîke: koltuk, taht.
erkân: esaslar, rükünler.
ervâh: ruhlar, canlar.
erzâil: reziller, alçaklar.
erzâk: rızıklar, yiyecekler.
erzan: pek ucuz.
erzâl: reziller.
erzel: daha rezil.
esâbi: parmaklar.
esâd: daha mutlu.
esâdekümullah: ALLAH saadet versin.
esahh: daha doğru.
esâlib: üslûplar, tarzlar.
esamî: isimler.
esâret: esirlik, tutsaklık.
esas: temel, kök.
esasât: temeller, esaslar.
esâtir: uydurulmuş hikâyeler, mitoloji.
esbâb: sebepler, vasıtalar, vesileler, araçlar.
esbâbperest: sebepleri yaratıcı sanan.
esbak: daha önceki.
esbât: torunlar.
esdâf: sadefler, inci kabukları.
esdikâ: sadıklar.
esed: aslan.
Esedullah: ALLAH ın aslanı.
esef: tasa, üzüntü, gam.
esefâ: yazık!
eser: yapı, iz, kitap.
esfel: en aşağı.
esfelisâfilîn: aşağıların en aşağısı.
eshâb: sahipler.
esham: hisseler, paylar.
eshel: daha kolay.
esîle: sorular, sualler.
esîr: alemi kaplayan incecik madde.
esir: savaşta teslim alınan kimse.
Eski Said: Bediüzaman Hazretlerinin hayatında birinci dönem ismi.
eslâf: selefler, öncekiler.
eslâh: en iyi, en sâlih.
eslem: en sağlam, en emin.
esliha: silahlar.
esmâ: isimler.
esmaî: isimlerle ilgili.
Esmaülhüsnâ: ALLAH ın güzel isimleri.
esmar: meyveler.
esmer: rengi karaya çalan.
esnâ: ara, vakit, sıra.
esnâf: sınıflar, alım satımcı.
esnam: sanemler, putlar.
esrâ: pek çabuk.
esrâr: sırlar, gizli mânâlar.
esrârengiz: gizli ve sırlı olan.
esrarkeş: esrar çeken.
essebebükelfâil: sebep olan yapan gibidir.
estağfirullah: ALLAH kusurumu affetsin.
ester: katır.
esvâb: giyecekler.
esvât: sesler.
esved: siyah, kara.
eşâr: şiirler.
Eşârî: itikadî bir hak mezhep kuran âlimin namı.
eşbah: benzeyenler.
eşcâ: daha yiğit.
eşcâr: ağaçlar.
eşedd: pek şiddetli.
eşeff: en saydam.
eşekk: pek şüpheci.
eşfa: en çok şefaat eden.
eşfâ: pek şifalı.
eşfak: çok şefkatli.
eşgal: işler, meşguliyetler.
eşhas: şahıslar, kişiler.
eşhûr: aylar.
eşirrâ: şerliler, kötüler.
Eşîya: bir peygamber.
eşk: gözyaşı.
eşkâl: şekiller.
eşkıyâ: yol kesenler.
eşmel: çok kaplayıcı.
eşnê: en kötü.
eşrâf: şerefliler, ileri gelenler.
eşrâr: şerliler, kötüler.
eşrât: şartlar, belirtiler.
eşrâtısaat: kıyamet alâmetleri.
eşref: en şerefli.
eşrefimahlûkât: yaratılanların en şereflisi.
eşşehîr: meşhur, ünlü, tanınmış.
eşşükrülillah: şükür ALLAH adır.
eşvâk: şevkler, aşırı istekler.
eşya: nesneler, şeyler.
etbâ: tâbî olanlar, bağlılar.
etemm: en tam, noksansız.
etfâl: tıfıllar, çocuklar.
etıbbâ: tabipler, doktorlar.
etîme: yemekler.
etka: günah işlemekten çok çekinen.
etkıyâ: çok takvalılar.
etrâf: yanlar, taraflar.
Etrâk: Türkler.
etvâr: tavırlar, davranışlar.
evâhir: âhirler, sonlar.
evâil: başlangıçlar.
evâmir: emirler.
evânî: kaplar.
evâsıt: vasatlar, orta hâlli olanlar.
evc: doruk, yüce.
evfak: en uygun.
evhâm: vehimler, kuruntular.
evkaf: vakıflar.
evkat: vakitler.
evkemâkal: söylendiği gibi.
evlâ: daha iyi.
evlâd: veledler, çocuklar.
evleviyet: öncelik.
evliyâ: kalbi nurlu müminler, erenler, velîler.
evliyâullah: ALLAH ın velîleri, sevgili kulları.
evrâd: devamlı okunan dualar, zikirler.
evrak: yapraklar, kağıtlar, belgeler.
evride: toplardamar.
evsâf: vasıflar, özellikler.
evsat: orta, orta hâl.
evtâd: direkler, kazıklar.
evtâr: tek, eşsiz.
evvâbin: tevbe edip günahtan dönenler.
Evvel: herşeyden önce var olan ve yaratıkların önceki hâllerine de hükmeden ALLAH .
evvel: ilk, önce, birinci.
evvelâ: birincisi, önce.
evvelbaba: ilk baba, her türün bir anda yaratılan ilk ferdi.
evvelen: ilk olarak.
evvelîn: öncekiler.
evzâh: daha açık.
ey: hitap sözü.
eyâdi: eller.
eyne: nereye, nerede?
eynelmefer: nereye kaçmalı?
eynesserâminessüreyya: yer nerede, Süreyya nerede?
eytam: yetimler, babaları ölmüş çocuklar.
eyvALLAH : peki, öyle olsun.
eyvan: köşk, saray.
eyyâm: günler.
Eyyûb: hastalığına sabretmesiyle meşhur bir peygamber.
eyyü: "ya, ey" mânâsında hitap edatı.
eyyühelmünâfık: ey münafık, ey mümin görünen kâfir!
eyzan: önceki gibi.
ez: "den, dan" mânâsında ön ek.
ezâ: üzme, incitme.
ezahir: çiçekler.
ezan: namaza davet için edilen nida.
ezber: zihinde tutma.
ezcümle: meselâ, bunun gibi.
ezdâd: zıtlar.
ezel: başlangıcı olmama, öncesizlik.
ezelî: başlangıcı olmayan.
ezeliyet: varlığının başlangıcı olmama.
ezhân: zihinler.
ezhâr: çiçekler.
Ezher: Mısırda bulunan büyük bir üniversite.
ezher: pek parlak.
eziyet: büyük sıkıntı, incinme.
ezkâr: zikirler, ALLAH ı anmalar.
ezkaza: kaza olarak.
ezkiyâ: temiz ve iyi insanlar.
ezkiya: zekiler.
ezlem: en zâlim.
ezman: zamanlar.
ezmine: zamanlar.
ezost: ondan.
ezvâc: eşler.
ezvâcıtâhirât: Peygamberimizin iffetli hanımları.
ezvak: zevkler.
ezyâl: zeyiller, ekler.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 04:22 AM

Arapça Sözlük
 
H

hâb: uyku.
habâis: pislikler, kötülükler.
habâset: pislik, pislik, kötülük.
habb: tohum, dane.
habbe: tohum, dane.
habbecik: tohumcuk.
haber: yeni duyulan bilgi.
haberdâr: haberli.
Habeş: Afrikada bir ülke.
Habeşî: Habeşli.
habîb: sevgili, sevilen.
habîbiyet: sevgililik.
Habîbullah: ALLAH ın sevgili kulu.
Habîr: her şeyden haberi olan ALLAH .
habîr: haberli.
habîs: pis, kötü.
habîsât: pisler, kötüler.
hablullah: ALLAH ın ipi.
hablülmetîn: sağlam ip.
hablülverîd: şahdamarı.
habr: âlim, bilgili.
habrülümmet: ümmetin âlimi.
habt: şiddetli vurma, battal etme, unutma.
hacâlet: utanma.
hacâletâver: utandırıcı.
hacamat: kan aldırma.
hâcât: ihtiyaçlar.
hacc: Kâbeyi ziyaret ibadeti.
hâce: hoca.
hâcegân: Nakşîlerin bir ünvanı.
hacel: utanma.
hacer: taş, kaya.
Hacerülesved: Kâbede bulunan ünlü kara taş.
hâcet: ihtiyaç, lüzum.
hacil: utanmış.
hacim: oylum, bir cismin uzayda doldurduğu boşluk.
hacz: engelleme, el koyma, ayırma.
hâç: Hıristiyanların sembolü olan şekil.
Haço: Ermeni isimlerinden biri.
had: bir nevi ceza.
hadâret: gençlik, tazelik.
hadd: sınır, çizgi.
haddibülûğ: ergenlik sınırı.
haddizât: aslı, kendisi.
hadeka: gözbebeği.
hademât: hademeler.
hademe: hizmetçi.
hades: yeni, sonradan, abdest bozan bir hâl.
Hâdî: hidayet veren ALLAH .
hâdî: hidayete ermiş, mürşit.
hadîd: demir.
hadika: bahçe.
hâdim: hizmet eden.
hâdim: yıkan, mahveden.
hâdimüllezzât: lezzetleri bozan.
hadîs: Peygamberimizin sözü.
hâdis: sonradan var olan.
hâdisât: olaylar.
hâdise: olay.
hadîsibilmânâ: anlam bakımından doğru hadîs.
hadîsikudsî: mânâsı ilâhî sözü peygamberî olan hadîs.
hadîsişerîf: Peygamberimizin şerefli sözü.
hadra: yeşillik, yeşil.
hadravat: yeşillikler.
hads: birdenbire sezilen bilgi.
hadsen: birdenbire sezmekle.
hadsî: birdenbire sezilen.
hadsiz: sınırsız.
hafâ: gizlilik.
hafakan: yürek oynaması, sıkıntı.
hafâyâ: sırlar.
hafaza: koruyucu.
haffâr: kazıcı.
hâfız: Kurânı ezberlemiş kimse.
hâfıza: ezberleme yeteneği.
hafî: gizli, saklı.
hafîd: torun, oğul.
hafiye: biri hakkında gizlice bilgi toplayan kimse.
Hafîz: her şeyi koruyan ve saklayan ALLAH .
hafîz: koruyan.
hafîzâne: hafîzce.
hafîziyet: hafîzlik, koruyuculuk.
hafriyât: kazılar.
hambaşı: Musevîlerin dinî lideri.
hâhem: isterim.
hâhiş: fazla arzu.
hâhişger: arzulayan.
hâib: nasipsiz, ümitsiz, utanan.
hâif: korkan, korkak.
hâil: perde.
hâin: emanete hıyanet eden.
hâinâne: haince.
hâiz: sahip, içine alan.
hâize: sahip olan.
hak: adalet, pay, doğruluk, emek, ücret, doğru.
hâk: toprak.
hakâik: hakikatlar, gerçekler.
hakâikâşinâ: hakikatlere alışık.
hakâiknümâ: hakikatları gösteren.
hakaret: küçüklük, küçük görme.
hakaretâmiz: hakaretle karışık.
hakaretkârâne: hakaret edercesine.
hakbîn: hakkı gören.
Hakem: haklı ile haksızı ayıran ALLAH .
hakendiş: hak için kaygılanan.
hakeza: bunun gibi.
hâkî: toprakla ilgili.
hakîkat: öz, asıl, gerçek.
hakîkatbîn: hakikatı gören.
hakîkatfeşân: hakikat saçan.
hakîkatmedâr: hakikatın kaynağı.
hakîkatperest: hakikata pek düşkün.
hakîkatperestâne: hakikata düşküncesine.
hakîkatşiken: hakikatı kıran.
hakîkatdâr: hakikatlı.
hakîkî: gerçek, asıl, öz.
Hakîm: her fiilinde hikmet ve gayeleri gözeten ALLAH .
Hâkim: "hüküm veren, hak ve adalet üzere hükmeden, başkasını müdahale ettirmeden idare eden" mânâsında ilâhî isim.
hakîmâne: hikmetlice.
hâkimâne: hükmedercesine.
hakîmiyet: hakîmlik.
hâkimiyet: hâkimlik.
hakîr: aşağı, küçük, önemsiz.
Hakk: ALLAH .
hakk: doğru, gerçek, pay, adalet, din.
hâkk: kazma, oyma.
hakkalyakîn: kendisi yaşamışcasına en yüksek seviyede bilme.
hakkan: gerçekten, doğrusu.
hakkaniyet: gerçeklik ve doğruluk.
haknümâ: hakkı gösteren.
hakperest: hakka pek düşkün.
hakperestâne: hakka pek düşkün biri gibi.
hakşinas: hakkı tanıyan.
hâl: durum, görünüş, nitelik, şimdi, tâkat.
hal: yapıp bitirme, indirme.
hâlâ: şimdi, henüz.
halâs: kurtuluş.
halâskâr: kurtarıcı.
hâlât: hâller.
halâvet: tatlılık, şirinlik.
halâyık: hizmetçi.
hâle: ay çevresinde görülen parlak daire, ayla.
halecân: kalbin çarpıntısı.
hâledâr: hâleli.
halef: birinin yerine geçen.
halel: bozukluk, zarar.
haleldâr: bozulmuş, zarar görmüş.
hâlen: durumca, şimdi de.
hâlet: hâl, durum.
hâletinezi: can çekişme.
half: arka.
Hâlık: yaratıcı.
Hâlıkıyet: yaratıcılık.
hâlî: boş, tenha.
hâlî: hâlle ilgili.
halîc: liman, koy.
haliçe: küçük halı.
hâlid: sonsuz.
hâlif: yeminli, sözleşen.
halîfe: öncekinin yerine geçen, Peygamberimizin vekili.
hâlihâzır: şimdiki durum.
hâlik: helâk olan, yıkılan, bozulan, silinen.
halîl: samimi dost.
halîliye: dostane münasebet ve samimi kardeşlik.
Halîlullah: "ALLAH ın dostu" mânâsında ibrahim aleyhisselâmın namı.
halîm: yumuşak huylu, kızmayan.
halîme: yumuşak huylu kadın, Peygamberimizin süt annesi.
hâlis: saf, duru, katışıksız.
hâlisâne: halisçe.
hâlisen: halis olarak.
hâlisiyet: halislik, saflık, duruluk.
halita: karışık olan, karma.
hâliyet: hâl oluş.
halk: insan topluluğu.
halk: yaratma.
halka: daire, çember.
halkışer: kötüyü yaratma.
hallâc: pamuğu didik didik eden.
Hallâk: yaratan.
hallâkiyet: yaratıcılık.
hallisnâ: bizi kurtar.
hallüakd: çözme ve düğümleme.
hallüfasl: çözme ve ayırma.
hallüsinasyon: olmayanı varmış gibi hissetme.
halt: karıştırma, hata.
halûk: iyi huylu.
halvet: tenha yerde yalnız kalmak.
halvethâne: yalnız kalınan yer.
Halvetî: gizliliğe önem veren bir tarikatın mensubu.
hamâkat: ahmaklık, bönlük.
Hâmân: Firavunun veziri.
hamâset: kahramanlık.
hamd: medih ve şükür.
hamdele: Elhamdülillah sözü.
hamdüsenâ: medih, şükür ve övgü.
hâme: kalem.
hamele: taşıyanlar, yüklenenler.
hâmızıkarbon: karbondioksit.
hâmî: himaye edici, koruyucu.
hâmîd: hamdeden.
hâmie: çamurlu, dumanlı.
hâmil: yüklenen.
hâmile: yüklü, gebe.
hâmisen: beşinci olarak.
hamiyet: din ve millet gibi önemli değerleri koruma ve bunlara hizmet etme duygusu.
hamiyetfurûş: hamiyetlilik taslayan.
hamiyetkâr: hamiyetli.
hamiyetperver: hamiyetsever.
haml: yük, yüklenme, yükleme.
hamle: yüklenme, saldırma.
hamletme: yükleme.
hamr: şarap.
hamrâ: kırmızı.
hamse: beş.
hamûle: yük.
hamûş: susmuş.
han: eski zaman oteli.
hân: hükümdar.
han: "okuyan" mânâsında son ek.
hân: sofra.
Hanbelî: bir mezhep, bu mezhepten olan kimse.
hançere: gırtlak.
handân: gülen.
hande: gülüş.
hâne: ev.
hânedân: asil ve köklü aile.
Hanefî: bir mezhep, bu mezhepten olan kimse.
hânende: şarkıcı.
hangâh: tekke.
hanîf: islâmdan önce eski dinlerin kalıntılarıyla kulluk eden kimse.
hanîn: arzudan gelen inleme, sızlanma.
hanîs: yemini bozan.
hankâh: tekke.
Hannân: "çok acıyan, pek acıyıcı" mânâsında ilâhî isim.
hannâs: şeytan.
hanumân: ev, ocak.
hanzale: meyvesi acı bir bitki.
haps: hapis.
har: diken.
harâb: harap, yıkık.
harâbe: yıkıntı.
harâbegâh: yıkıntı yeri.
harâbezâr: yıkılmış yer.
harâbiyet: haraplık.
harac: müslüman olmayanlardan alınan vergi.
harâm: dince yasak edilmiş şey.
harâmî: haydut, yolkesen.
harâmiyet: haramlık, yasaklık.
harârât: hararetler, sıcaklıklar.
harâret: sıcaklık, ısı.
harb: savaş.
harbî: düşman.
harbiye: harble ilgili, askeri okul.
harc: gider, vergi.
hardal: tohumları küçük bir bitki.
hardale: hardal tanesi.
harec: zorluk, sıkıntı.
harekât: hareketler.
hareke: Kurân harflerinin okunuşunu belirleyen işaretler.
hareket: kımıldanma, davranma.
harem: herkesin giremeyeceği yer, aile, eş.
Haremeyn: Mekke ve Medine.
Haremişerîf: kâfirlerin giremeyeceği Kâbe ve civarı.
harf: alfabenin kendi başına bir mânâsı olmayan her işareti.
harfiye: harf gibi olan şeyler.
hârık: yakıcı, yakan.
hâric: dış, dışarı, dışarıdan.
haricen: dışarıdan.
Haricî: Haricîler denilen asiler hareketine mensub kimse.
haricî: dışa ait, dış ile ilgili.
Haricîler: islâm tarihindeki asi ve sapık topluluklardan biri.
hariciye: dışişleri.
hârika: normalin üstünde olup hayret uyandıran şey.
hârikanümâ: harika gösteren.
hârikapîşe: harika eserler yapan.
harikıyet: harikalık.
hârikulâde: olağanüstü.
harîm: herkesin girmesi yasak yer, harem.
Harîrî: Makamât adlı eseri yazan ünlü edibin ünvanı.
hâris: ekici.
hâris: hırslı, açgözlü.
harîs: aşırı hırslı.
harita: bir yerin coğrafî durumunu bildiren çizgiler.
hark: yakma.
hârre: çok sıcak.
hars: sürme, koruma, ekme, kazanma.
Hârûn: Musa aleyhisselâmın kardeşi olan peygamber.
Hârût: sihir belleten iki melekten birinin ismi.
hâs: özel.
hasâd: hasat, ürün kaldırma.
hasâil: hasletler, huylar, nitelikler.
hasâis: hasseler, nitelikler.
Hasan: Peygamber Efendimizin büyük torunu.
hasârât: zararlar.
hasâret: zarar, ziyan.
hasâset: yoksulluk, düşkünlük.
hasb: göre, dolayı, için, cihetiyle.
hasbelbeşeriyye: insanlık dolayısıyla.
hasbelkader: kaderden dolayı.
hasbetenlillah: ALLAH için.
hasbî: karşılık beklemeyen.
hasbihâl: görüşüp konuşma.
hasbiye: "hasbünALLAH ü ve nîmel vekil" sözü.
hasbünâ: bize yeter.
haseb: dolayı, sebebi, gereği.
hased: haset, kıskançlık.
hasen: güzel, güzellik.
hasenât: güzel şeyler.
hasene: güzel şey, sevap.
hasf: ay tutulması.
hâsıl: ortaya çıkan, ürün.
hâsılât: ürün, gelir.
hâsılıbilmasdar: masdarla oluşan fiilin uygulanmasından çıkan sonuç.
hasım: düşman, muhalif.
hâsid: haset eden, kıskanan.
hasîn: sağlam.
hasîr: hasret çeken.
hasîr: zarara uğrayan.
hasîs: basit, ufak, kötü.
hâsiyet: özellik, özel fayda.
haslet: huy, nitelik.
hasm: düşman, muhalif.
hasmâne: düşmanca.
hasnâ: güzel kadın.
hasr: yalnız biri için ayırma.
hasret: özleyiş.
hâss: özel.
hassa: özellik, duygu.
hassâs: duyarlı.
hassâse: duyma melekesi.
hassâsiyet: duyarlılık.
hâssaten: özellikle.
hasse: duyu, duygu.
hasûd: kıskanan.
hasûdâne: kıskanırcasına.
hâşâ: asla.
haşerât: böcekler.
haşere: böcek.
haşhaş: bir bitki türü.
hâşî: huşûlu.
Hâşimî: Peygamberimizin sülâlesinden.
haşîn: kırıcı, katı.
haşir: ölümden sonra dirilip toplanma.
hâşir: toplayan, haşreden.
hâşiye: sayfanın altındaki açıklama yazısı.
haşmet: büyüklük, ihtişam, görkem.
haşmetkârâne: haşmetlice.
haşmetnümâ: haşmet gösteren.
haşr: ölümden sonra dirilip toplanma.
haşruneşr: dirilip toplanma ve yayılma.
haşv: fazladan söz, haşiv.
haşyet: sevgiyle karışık korku.
hat: yazı, çizgi, sınır.
hatâ: yanlış, yanlışlık.
hatab: odun.
hatâender: hata içinde.
hatâkâr: hatalı.
hatâkârâne: hata edercesine.
hatar: tehlike, uçurum.
hatâyâ: hatalar.
Hâtem: cömertliğiyle tanınan bir zengin.
hatem: mühür, son.
hatemiyet: hatemlik.
Hâtemülenbiyâ: nebilerin sonuncusu olan Peygamberimiz.
hatf: göz kamaştırma.
hâtıf: göz kamaştıran.
hâtır: akıl, zihin, hâl, gönül, değer.
hâtırâ: anı, akılda kalan.
hâtırât: hatıralar.
hatiâ: hata, yanlış.
hatiat: hatalar, yanlışlar.
hatîb: konuşmacı, hatip.
hâtif: sesi işitilen görünmez varlık.
hâtime: son, son söz.
hatip: konuşan, hitap eden.
hatm: bitirme.
hatme: baştan sona okuyup bitirme.
hatt: sınır, çizgi, yazı, yol.
hattâ: bile, hem, üstelik.
hattab: oduncu.
hattat: güzel yazı yazan kimse.
hatve: adım, bölüm.
havâdis: hâdiseler, olaylar, haber.
havaî: hava ile ilgili.
havâic: ihtiyaçlar.
havâle: işin görülmesini başka birine bırakma.
havâlî: yöre, taraf.
havârık: harikalar.
havârî: isa aleyhisselâmın yardımcısı.
Havâric: sapık bir anlayışın sahibi olan Haricîler.
havîriyyûn: havariler.
havas: seçkinler.
havâss: duyular, duygular.
havâtıf: göz kamaştıran şeyler.
havâtır: hatıralar.
havâtim: mühürler, sonlar.
havf: korku.
havah: ALLAH korkusu.
hâvî: kapsayan.
hâviye: cehennem.
havl: kuvvet, korku.
havsala: kavrama kabiliyeti.
havz: havuz.
havza: sınırlı bölge.
hayâ: utanma hissi.
hayâl: insanın kafasında tasarladığı şey.
hayâlâlûd: hayâlle karışık.
hayâlât: hayâller.
hayâlen: hayâl olarak.
hayâlet: gerçek olmayan görüntü.
hayâlî: hayâl ürünü olan.
hayâliyyûn: hayâl edilen şeyleri gerçek kabul edenler.
hayâlperest: hayâl peşinde koşan.
hayat: dirilik, canlılık.
hayatâlûd: hayatla karışık.
hayatdâr: hayatlı.
hayatfeşân: hayat saçan.
hayatî: hayatla ilgili, önemli.
hayatiyet: canlılık.
hayatkârâne: hayatlı bir şekilde.
hayatperest: yaşamaya pek düşkün olan.
hayatperverâne: hayatı severcesine.
haybet: elde edememe, mahrumluk.
haydar: cesur, yiğit, Hazreti Ali.
haydût: yol kesici.
hayfâ: yazık!
hayhay: baş üstüne.
hayırhâh: iyilikçi.
hayız: kadınlarda her ayın belirli günlerinde kanama ile kendini gösteren özel bir hâl, âdet hâli, hayz.
haylaz: yaramaz, aylak.
hayli: oldukça.
haylûlet: araya girip perde olma, kapama.
hayme: çadır.
haymenişîn: çadırda oturan.
hayr: iyilik.
hayrân: çok beğenmiş, şaşıp kalmış.
hayrât: hayırlar, iyilikler.
hayret: şaşma.
hayretâlûd: hayretle karışık.
hayretbahşâ: hayret veren.
hayretefzâ: hayret artıran.
hayretengiz: hayret veren.
hayretfezâ: hayret artıran.
hayretkâr: hayretli.
hayretkârâne: hayret edercesine.
hayretnümâ: hayret içinde bırakan.
hayretnümûn: hayret veren, şaşırtan.
hayriyet: hayırlılık, iyilik.
hayrülhalef: bırakılan yeri dolduran hayırlı kimse.
haysebeyse: kararsızlık, karışıklık, darlık.
haysiyet: değer, saygınlık.
haysiyetiyle: bakımından.
haysülâyeşûr: hissedilmeksizin.
hayt: ip, bağ.
hayvân: hayatlı, canlı, diri.
hayvânât: hayvanlar, canlılar.
hayvânî: hayvanla ilgili.
hayvâniyet: hayvanlık.
Hayy: ezelden beri hayat sahibi olan ALLAH .
hayy: diri, canlı.
hayye: gel, haydi!
hayyealelfelâh: tam bir kurtuluşa gelin!
hayyiz: yer, yön, hacim.
hayz: hayız.
hâzâ: bu, şu, o.
hazâin: hazineler.
hazâkat: ustalık, uzmanlık.
hâzâminfadlırabbî: bu RABBİMin fazlındandır.
hazân: sonbahar, güz.
hazar: barış zamanı.
hazer: çekinme.
hazerat: büyükler.
hazf: çıkarma, silme.
hâzık: işini iyi bilen, uzman.
hâzım: sindirici.
hâzır: hazırda, huzurda olan.
hâzırâne: orada gibi.
hâzırûn: orada olanlar.
hazîn: hüzünlü, üzüntü verici.
hazînâne: hüzünlü bir hâlde.
hazîne: altın, para ve mücevher gibi kıymetli şeylerin saklandığı yer.
hazînedâr: hazine görevlisi.
hazm: düşünceli hareket, sabır, sindirme.
hazmınefs: kendi adına sabretme, içine sindirme.
hazravât: yeşillikler.
hazret: saygı ifadesi.
hazz: haz, hoşlanma.
hebâ: boşa gitme.
hebâenmensûrâ: boşuboşuna.
Hebenneka: ahmaklığı ile tanınmış bir adam.
hecâ: ses artıran harfler, harflerin dizilişi.
hecâî: heca ile ilgili.
heccâv: hicveden, yeren.
hedâyâ: hediyeler.
hedef: gaye, nişan tahtası.
heder: boşa gitme.
hediye: armağan.
hedm: yıkmak.
hegemonya: üstünlük ve baskı.
hekîm: doktor, hikmet sahibi.
helâk: mahvolma, yıkılma.
helâket: helâk olma, yıkılma.
helâl: dinin izin verdiği şey.
helezon: gittikçe daralan iç içe daireler.
helminmezîd: daha yok mu?
helümmecerrâ: çek beri getir, var kıyas eyle!
hem: aynı, birlikte.
hemcins: aynı cinsten.
hemdest: el ele, birlikte.
hemec: at sineği.
hemeezost: hepsi ondandır.
hemeost: hepsi odur.
hemheme: rüzgârın tesiriyle çıkan yaprak sesi.
hemşehri: aynı şehirden.
hemşîre: kız kardeş, bacı.
hemtâ: eş, benzer.
hemze: elif harfi.
hendek: kazılan uzun ve derin çukur.
hendese: geometri, mühendislik.
hendesevârî: geometrik.
hendesî: geometri ile ilgili.
hengâm: an, sıra, zaman.
hengâme: gürültü patırtı.
henîenleküm: afiyet olsun, helâl olsun, tebrik ederim.
hercâî: yanar döner, gelgeç.
hercümerc: karmakarışık.
herçibâdâbâd: her ne olursa olsun.
herdem: her zaman.
herîf: âdi adam.
Herkül: kuvvetiyle meşhur bir Yunanlı.
herze: boş söz.
herzegû: saçmasapan konuşan.
herzekârâne: saçmasapan konuşarak.
hesâbât: hesaplar.
hevâ: nefsin istekleri, kötü arzular, hava.
hevâî: uçarı, nefsine düşkün, sorumsuz.
hevâiye: hava gibi olan lâtif şeyler.
hevâmm: böcekler.
hevâperest: yasak arzuları peşinde koşan.
hevâperestâne: yasak arzuların peşinde koşarcasına.
hevâtif: seslenen görünmez cinler.
heves: gelip geçici istek, arzu.
hevesât: hevesler, geçici arzular, yasak istekler.
hevesî: hevesle ilgili.
heveskâr: hevesli.
heveskârâne: heves edercesine.
hevesperverâne: hevesine düşkün bir biçimde.
hevheve: yaprakların sesleri.
heyâkil: heykeller, putlar.
heyât: biçimler, görünüşler, topluluklar.
heybet: hürmetle karışık korku uyandıran hâl.
heyecân: coşkunluk, şiddetli hislenme.
heyecânât: heyecanlar.
heyelân: toprak kayması.
heyêt: şekil, duruş, görünüş, topluluk, gök ilmi.
heyhât: yazık, ne yazık!
heykeltıraş: heykel yapan.
heylûlet: araya girme, perdeleme, kapama.
heyûla: korkutucu hayâl, felsefede eşyanın aslı kabul edilen şey.
hezâr: bin.
hezârân: binler.
hezecât: ezgiler.
hezeliyât: ciddi olmayan sözler.
hezeyan: saçmalık, saçmalama.
hezeyanvârî: saçmalarcasına.
hezîmet: bozgun.
hezl: saçma, uydurma.
hıfz: saklama, koruma, ezber.
hıkd: kin, intikam arzusu.
hıllet: candan arkadaşlık.
hınsıyemîn: yemin bozma.
hınzır: domuz.
Hırâ: Peygamberimize ilk vahyin geldiği mağara, Hira.
hırka: kalınca kumaştan yapılmış elbise.
hırkat: yanma.
hırs: aç gözlülük, aşırı düşkünlük.
hırz: koruma, saklama.
hırzıcân: canı gibi koruma.
hısâl: güzel huylar.
hısâs: hisseler, paylar.
hısn: kale, sığınak.
hısset: düşüklük, adilik, küçüklük.
hışm: öfke, hiddet.
hıyâbân: iki tarafı ağaçlık yol.
hıyânet: hainlik.
hızân: hazine.
Hızır: Kurânda adı geçen mübarek bir zatın ismi.
hızlân: zarar, rahmetten mahrumiyet.
hibe: bağış.
hicâb: perde, utanma.
Hicaz: Mekke ve Medinenin bulunduğu yer.
hicrân: ayrılık, ayrılık acısı.
hicret: göç, Peygamberimizin Medineye göçü.
Hicrî: Hicretle başlayan takvime göre.
hicv: hiciv, yerme, taşlama.
hiç: boş, değersiz.
hiçâhiç: bomboş.
hidâyet: islâm yolu.
hidâyetbahş: hidayet veren.
hidâyetedâ: hidayet verici.
hiddet: öfke.
hidemât: hizmetler.
hiffet: hafiflik.
hikâyât: hikâyeler.
hikâye: öykü.
hikâyet: hikâye.
hikem: hikmetler.
hikemiyât: hikmetler, hikmetli sözler.
hikmet: gaye, felsefe, gizli sebep, faydalı söz, bilgi.
hikmetdârâne: hikmetlice.
hikmetedâ: hikmetli.
hikmetfeşân: hikmet saçan.
hikmetmedar: hikmet kaynağı.
hikmetnümâ: hikmet gösteren.
hikmetperverâne: hikmetsevercesine.
hilâf: karşı, zıt, aykırı.
hilâfet: halifelik, Peygamberimizin mânevî mirası.
hilâfî: ihtilaf sebebi olan.
hilâfiye: ihtilaf konuları.
hilâl: ara, aralık.
hilâl: incecik yeni ay.
hilât: süslü elbise, kaftan.
hîle: düzen, aldatma.
hîlebâz: hile yapan.
hîlekâr: hileci.
hîlekârâne: hile edercesine.
hilkat: yaradılış.
hilkaten: yaradılışça.
hill: helâl.
hilm: yumuşaklık, kızmama.
hilye: güzel sıfatlar, Peygamberimizi tasvir eden yazılar.
himar: eşek.
himâye: koruma.
himâyegerde: korunmuş.
himâyet: koruma.
himâyetkâr: koruyucu.
himayetkârâne: korurcasına.
himem: himmetler.
himmet: kayırma, yardım, emek.
hîn: zaman, vakit.
hînâ ki: vakta ki, ne zaman ki.
Hirâ: Peygamberimize ilk vahyin geldiği mağara.
hisâr: kale.
hiss: duygu.
hisse: pay.
hissedâr: hisseci, pay alan.
hissen: duygu bakımından.
hissetmek: sezmek.
hissî: hisle ilgili, hissedilen.
hissikablelvukû: önsezi.
hissiyât: duygular.
hitâb: hitap, konuşma.
hitâbât: konuşmalar.
hitâbe: konuşma.
hitâben: konuşmakla.
hitâbet: konuşma, nutuk.
hitam: son.
hitap: konuşma.
hizâ: sıra, düzlük.
hizb: bazı duaların ve ayetlerin bir araya getirilmesiyle oluşan kitap.
hizb: parti, topluluk, gurup.
mücahit: ALLAH a îman eden topluluk.
hizbüşşeytan: şeytana uyan topluluk.
hizlân: ilâhî rahmetten mahrum kalmak.
hizmet: emir dinleyip iş görme.
hizmetkâr: hizmet eden.
hoca: ilim öğreten kimse.
hocavârî: hoca gibi.
hod: kendi.
hodbîn: bencil, kendini gören.
hodbînâne: hodbince, bencilce.
hodendiş: kendini düşünen.
hodfikir: kendi fikrini beğenen.
hodfurûş: kendini öven.
hodfurûşâne: kendini övüp beğendirmeye çalışarak.
hodgâm: kendini beğenmiş, bencil.
hodperest: kendine düşkün.
hodpesend: kendini beğenen.
hodpesendâne: kendini beğenmişcesine.
hokka: mürekkep kabı.
hor: değersiz, adi.
Horhor: Bediüzzaman Hazretlerinin medreselerinden biri.
hoş: gönül okşayan.
hoşâmedî: hoşgeldin.
hoşnud: memnun.
hoşsohbet: sohbeti tatlı.
hû: o, ALLAH .
hubâb: daneler, tohumlar.
hubb: sevgi.
hubbucâh: makam sevgisi.
hubûb: tohumlar.
hubûbât: tohumlar, tahıl.
Hûd: Ad kavminin peygamberi.
Hudâ: Rab, ALLAH .
hudâ: hile, düzen.
Hudâbîn: hakkı gören, ALLAH ı tanıyan.
Hudâperest: ALLAH a tapan.
huddam: hizmetçi, hizmet eden cin.
hudr: yeşillik.
hudûd: sınır.
hudûs: sonradan var olma.
huffaş: yarasa.
huffâz: hafızlar.
hufre: çukur.
hukuk: haklar, haklarla ilgili ilim.
hukukî: hukukla ilgili.
hukukiyyûn: hukukçular.
hukukullah: ALLAH ın hakları.
hulâsa: özet.
hulâsaten: özetle.
hulâsatülhulâsa: özetin özeti.
hulefâ: halifeler.
hulel: hulleler, güzel elbiseler.
hulf: dönme, aykırılık.
hulfülvaad: sözden dönme.
hulk: huy, tabiat.
hulkî: yaradılışla ilgili, yaradılıştan gelen.
hulle: değerli elbise.
hulûd: ebedîlik, ölmezlik.
hulûk: ahlâklar, ahlakî özellikler.
hulûl: girme, geçme.
hulûs: halislik, saflık, arılık.
hulûsiyet: halislik, samimilik, temizlik.
hulyâ: hülya, kuruntu, hayâl.
humarî: sarhoşluktan gelen sersemlik hâli.
humk: ahmaklık.
humma: bir ateşli hastalık.
humret: kırmızılık.
hums: beşte bir.
humûd: şehvet yokluğu, soğukluk, isteksizlik.
Huneyn: Peygamber Efendimizin savaşlarından biri.
hunhâr: kan dökücü.
hunnes-künnes: bir kısım yıldızlar.
hurâfât: hurafeler.
hurâfe: uydurma.
hurâfetkârâne: hurafeli gibi.
hurâfevârî: hurafe gibi.
hurdebîn: mikroskop.
hurdebînî: mikroskobik.
hurfe: mahrumluk.
hûrî: cennet kızı.
hûrilîyn: tarifsiz güzellikte cennet kızı.
hurmet: haramlık, yasaklık.
hurmetiribâ: faizin haram olması.
hûrşîd: güneş.
hurûc: çıkma, çıkış.
hurûf: harfler.
hurûfât: harfler.
hurûfumukattaa: sûre başlarındaki şifreli harfler.
hurûş: coşma, bağırma.
hurûşân: coşmalar, şamatalar.
husûf: perdelenme, ay tutulması.
husûfât: perdelenmeler, ay tutulmaları.
husul: olma, oluş.
husulpezîr: meydana gelen.
husûmet: düşmanlık.
husûmetefzâ: düşmanlık saçan.
husûmetkârâne: düşmanca.
husûs: iş, konu, özellik.
hususan: hususca, özellikle.
hususât: hususlar, konular.
hususen: özellikle.
hususî: özel.
hususiyet: özellik.
huşû: sevgiyle karışık korku.
huşûnet: kabalık, kırıcılık.
hût: balık.
hutame: cehennem.
hutbe: dinî konuşma.
hutebâ: konuşmacılar.
hutûr: hatırlama.
hutut: çizgiler, yazılar.
hutuvât: adımlar.
huveynât: hayvancıklar, mikroplar.
huveyne: hayvancık, mikrop.
huy: insandaki yerleşmiş özellik.
huz: al, tut.
huzmâsafâdâmâkeder: safa vereni al keder vereni bırak.
huzme: ışık demeti.
huzû: tevazu hâli.
huzûr: birinin yanında bulunma, rahatlık.
huzûrî: huzurda olarak.
huzûrkârâne: huzurda gibi, huzur duyarak.
huzûz: hazlar.
huzûzât: hazlar, hoşa giden şeyler.
hüccet: senet, belge, delil.
Hüccetülislam: "islâmın delili" mânâsında Gazalînin namı.
hücciyet: hüccetlik.
hüceyrât: hücreler.
hüceyre: hücre.
hücre: odacık, canlıların en küçük yapısı.
hücûm: saldırı.
hücumât: saldırılar.
hüddam: hizmet edenler, hizmet eden cin.
Hüdhüd: Süleyman aleyhisselâmın haberci kuşu.
hükemâ: hakîmler, düşünürler.
hükkâm: hâkimler, söz sahipleri, devlet adamları.
hükm: hüküm, yargı.
hüküm: yargı, egemenlik.
hükümdâr: hüküm sahibi, devlet başkanı.
hükümet: hükmetme, ülkeyi idare eden kimseler topluluğu.
hükümfermâ: hüküm süren.
hükümrân: hükmeden, sözü geçen.
Hülagû: kan dökücü bir hükümdar.
hülyâ: hayâl, kuruntu.
hümâ: devlet kuşu, saadet.
hümanizm: insancılık iddiasıyla insanı tanrılaştıran sapık bir felsefe.
hümâyun: kutlu, mutlu.
hüner: ustalık, beceri.
hünerver: hünerli.
hünkâr: padişah.
hünsâ: cinsiyeti belli olmayan.
hürmet: saygı, haramlık.
hürmeten: saygı duyarak.
hürmetkâr: saygılı.
hürmetkârâne: hürmet edercesine.
hürr: hür, serbest.
hürriyet: hürlük.
hürriyetperver: hürriyetsever.
hürriyetşiken: hürriyet kırıcı.
Hüseyin: Peygamberimizin torunu.
hüsn: güzellik.
hüsnüniyet: güzel niyet.
hüsnüzân: güzel sanma.
hüsrân: zarar, umduğunu bulamama acısı.
hüsûf: ay tutulması, sönme.
hüsün: güzellik.
hüsünperest: güzellik düşkünü.
hüsünşiken: güzellik bozucu.
hüşyâr: uyanık.
hüvALLAH : o ALLAH tır.
hüve: o, ALLAH .
hüvehüvesine: aynen.
hüvelbâkî: baki olan ALLAH tır.
hüviyet: öz, kimlik.
hüzn: üzüntü.
hüznengiz: hüzün veren, üzen.
hüznengizâne: üzüntü veren bir hâlde.
hüzün: üzüntü.
hüzüngâh: hüzün yeri.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 04:22 AM

Arapça Sözlük
 
I

ırak: uzak.
ırâka: akıtma.
ırk: kök, soy.
ırz: namus, iffet.
ırza: Razı etme.
ıskat: düşürme.
ıslâh: iyileştirme.
ıslâhât: iyileştirmeler.
ıslâhhâne: ıslahevi.
ısrar: ayak direme.
ıstıfâ: ayıklanma, saflaşma.
ıstılâh: bir kelimenin belli bir ilim dalında kazandığı anlam, terim.
ıstılâhât: ıstılahlar, terimler.
ıtlâk: sınırlandırmama, salıverme.
ıtnab: sözü uzatma.
ıtr: ıtır, güzel koku.
ıtriyyat: güzel kokular.
ıttılâ: bilgi, bilme.
ıttırad: düzenli gidiş.
ıyâdet: hastayı ziyaret edip hatırını sormak.
ıyâl: bir kimsenin geçindirmek zorunda olduğu kişiler.
ıyaz: sığınma.
ızdırabat: ızdıraplar, acılar, darlıklar, sıkıntılar.
ızrar: zarar verme.
ıztırâb: acı, darlık, sıkıntı.
ıztırâr: zorda kalma.
ıztırâren: zorda kalarak.
ıztırârî: mecburi.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 04:22 AM

Arapça Sözlük
 
İ

iâde: geri verme.
iâdeten: geri vererek.
iânât: yardımlar.
iâne: yardım.
iâşe: geçindirme, besleme.
ibâ: çekinme.
ibâd: kullar.
ibâdât: ibadetler.
ibâdet: ALLAH ın emirlerini yerine getirmek.
ibâdetgâh: ibadet yeri.
ibâdethâne: ibadet evi.
ibâdetkâr: ibadetli, ibadet eden.
ibâdullah: ALLAH ın kulları.
ibâhât: haram olmayanlar.
ibâhe: helâl kılma.
ibâhiyye: haramı helâl sayan sapkınlar.
ibârât: ibareler, metinler, yazılar.
ibâre: metin, yazı.
ibâret: meydana gelmiş, kadar.
ibdâ: yoktan örneksiz yaratma.
ibhâm: kapalı bırakma, açıklamama.
ibkâ: sürekli kılma, bakileştirme.
iblâğ: ulaştırma.
iblis: şeytan.
iblisâne: şeytanca.
ibn: oğul, oğlu.
ibnullah: "ALLAH ın oğlu" mânâsında sapkınlık ifade eden bir tabir.
ibnüzzaman: zamanın oğlu, devrin adamı.
ibrâ: temize çıkarma.
ibrâhimvârî: ibrahim aleyhisselâm gibi.
ibrânî: Yahudi sülalesi, o sülaleden olan kimse.
ibrâz: gösterme.
ibre: ölçü aletlerindeki iğne.
ibret: bir hâdiseden alınan ders.
ibretâmiz: ibret öğreten.
ibretfeşân: ibret saçan.
ibretnümâ: ibret gösteren.
ibrik: bir su kabı.
ibrişim: ipekten yapılmış iplik.
ibtâl: bozma, boşa çıkarma, uyuşturma.
ibtâlihis: duyguları uyuşturma, anestezi.
ibtidâ: başlangıç.
ibtidâî: ilkel.
ibtilâ: tiryakilik, düşkünlük.
ibtizâl: çokluktan dolayı değer kaybı.
îcâb: lüzum, gerek.
îcâbât: gerekler, cevap vermeler.
icâbet: cevap verme.
icâbî: icapla ilgili, gerekli.
îcad: yoktan yaratma.
îcadî: yaratmayla ilgili.
îcâr: kiralama.
îcâre: kira, gelir.
icâz: az sözle çok mânâ anlatma.
îcâz: benzerini yapmakta insanı âciz bırakan.
icâzât: izinler, diplomalar.
icâzdârâne: az sözle çok mânâ anlatırcasına.
icâzet: izin.
icâzetnâme: diploma.
îcâzî: icazla ilgili, mûcize olan.
icâzkâr: icazlı, sözü az mânâsı çok.
îcâzkârâne: benzerini yapmakta insanı âciz bırakırcasına.
îcâzvârî: mûcize gibi.
icbâr: zorlama.
icl: dana.
iclâ: cilalama.
iclâl: saygı göstermek, büyüklük.
iclâs: oturtma, tahta çıkarma.
icmâ: toplama, büyük âlimlerin bir mesele üzerinde birleşmeleri.
icmâen: topluca, birleşerek.
icmâkârâne: topluca.
icmâl: özetleme.
icmâlen: kısaca, özetle.
icmâlî: kısa, özlü.
icrâ: uygulama, yapma.
icrâât: uygulamalar, yapmalar.
ictihâd: âyet ve hadîslerden hüküm çıkarma, içtihat.
ictihâdât: hüküm çıkarmalar.
ictihâdî: içtihatla ilgili.
ictihâdîye: içtihatla ilgili olan.
ictimâ: toplanma, içtima.
ictimâât: toplanmalar.
ictimâî: toplumla ilgili.
ictimâiyyât: sosyoloji, toplumbilim.
ictimâiyyûn: toplumbilimciler.
ictinâ: meyve toplama.
ictinâb: içtinap, sakınma, kaçınma.
îd: bayram.
îdâd: hazırlama.
îdâdî: hazırlıklık devresi.
îdâdiye: hazırlamayla ilgili, eskiden lise seviyesindeki okul.
îdam: yok etme, öldürme.
idâme: devam ettirme.
idâre: yönetme, yönetim.
idbâr: düşkünlük.
iddet: kocası ölen kadının bekleme süresi.
iddia: tez, direnme.
iddiaen: iddia ederek.
iddianâme: iddiaların toplandığı yazı, metin.
iddihâr: biriktirme.
iddihârât: biriktirmeler.
ideâl: gaye, ülkü.
ideoloji: fikir sistemi.
idgam: gizleme.
idhâl: içeri alma, ithal.
idhâlât: dışarıdan alımlar, ithalat.
idlal: saptırma, sapma.
idman: alıştırma.
idrâk: kavrayış.
idrâr: sidik.
idris: ilk elbiseyi diken peygamber.
îfâ: ödeme, yerine getirme.
ifâdât: anlatımlar.
ifâde: anlatım.
ifâkat: iyileşme.
ifâza: feyizlendirme.
iffet: namusluluk.
ifhâm: anlatma.
ifhâm: susturma.
ifk: iftira.
iflâh: kurtulma.
iflâs: fakirleşme.
ifnâ: yok etme.
ifrağ: dönüştürme.
ifrat: aşırılık.
ifratâlûd: aşırılıkla karışık.
ifratkâr: aşırı giden.
ifratkârane: aşırı gidercesine.
ifratperver: aşırılığı seven.
ifratperverâne: aşırılığı severcesine.
ifrâz: ayrılma, akma, salgı.
ifrâzât: akıntılar, salgılar.
ifrit: tehlikeli cin.
ifsâd: bozma.
ifsâdât: bozmalar.
ifşâ: gizli olanı açıklama.
ifşâât: ifşalar.
iftihar: övünme, kıvanma.
iftiharkârane: övünürcesine.
iftikar: fakirliğini bilip gösterme.
iftikarat: fakirliğini bilip göstermeler.
iftira: birine aslı olmayan bir suç yükleme.
iftirak: ayrılma.
iftiraname: iftira yazısı.
iftiras: parçalama.
iftitah: namaza başlarken alınan tekbir.
iğbirar: kırılma, gücenme.
iğdab: öfkelendirme.
iğdiş: burulmuş.
iğfal: aldatma, ayartma.
iğfalât: iğfaller, aldatmalar.
iğlak: kapalılık, anlaşılmazlık.
iğtinam: yağmalama.
iğtişaş: karışıklık.
iğva: azdırma, baştan çıkarma.
ihafe: korkutma.
ihâle: işi uygun olana verme.
îhâm: vehme düşürme.
ihânet: hainlik.
ihânetkâr: ihanetçi, hain.
ihânetkârâne: ihanet edercesine.
ihâta: çevirme, kuşatma, kavrayış.
ihâtât: ihatalar, kuşatmalar, kavrayışlar.
ihbar: haber verme.
ihbarât: haber vermeler.
ihdâ: îman yolunu gösterme, hediye etme.
ihdâs: yeni bir şey ortaya çıkarma.
ihfa: gizleme.
ihkak: hakkı yerine getirme.
ihkakıhak: hakkı sahibine vermek.
ihkâm: sağlamlaştırma.
ihlâf: yemin ettirme.
ihlâk: helâk etme, yok etme.
ihlâl: bozma, sakatlama.
ihlâs: her işi ALLAH için yapmak.
ihmâl: boşlama, savsaklama.
ihrâc: ihraç, çıkarma, dışarı atma.
ihrâcât: dışarıya mal satma.
ihrak: yakma.
ihram: hacıların elbisesi.
ihrâz: kazanma, erişme.
ihsâ: sayma.
ihsan: güzelce verme, iyilik.
ihsanât: ihsanlar.
ihsanperver: ihsan etmeyi seven.
ihsâs: hissetme, hissettirme.
ihtar: hatırlatma.
ihtarât: hatırlatmalar.
ihticâc: delil gösterme.
ihtidâ: îman yoluna girme.
ihtifâ: gizlenme.
ihtifâl: tören.
ihtifâlât: törenler.
ihtikâr: malı kıymetlensin diye saklama.
ihtilâc: çırpınma, seğirme.
ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık, ayrılık.
ihtilâfat: anlaşmazlıklar, ayrılıklar.
ihtilâfî: anlaşmazlık konusu.
ihtilâl: ayaklanma, kargaşalık.
ihtilâlât: ihtilâller, ayaklanmalar.
ihtilâlkârâne: ihtilâl yaparcasına.
ihtilâm: uyurken cenabet olma.
ihtilât: karışma, görüşme.
ihtilâtat: karışmalar, görüşmeler.
ihtimal: olabilirlik.
ihtimalat: ihtimaller.
ihtimam: özen, özenme.
ihtimamât: ihtimamlar, özenmeler.
ihtimamkâr: ihtimamcı, özen gösteren.
ihtimamkârâne: ihtimam gösterircesine, özenerek.
ihtirâ: yepyeni bir şey ortaya çıkarma.
ihtiram: hürmet etme.
ihtiras: aşırı istek.
ihtirasât: ihtiraslar, aşırı istekler.
ihtiraz: çekinme.
ihtisar: kısaltma.
ihtisaren: kısaltarak.
ihtisas: hissetme, duyumsama.
ihtisas: uzmanlık.
ihtisasat: hislenmeler, duygulanmalar.
ihtisasat: uzmanlıklar.
ihtişam: görkem, etkileyici görünüş.
ihtiva: içine alma, kapsama.
ihtiyacât: ihtiyaçlar.
ihtiyac: gerek duyma, gerek duyulan şey.
ihtiyar: seçme, isteme, yaşlı kimse.
ihtiyare: ihtiyar hanım.
ihtiyarem: ihtiyarım, yaşlıyım.
ihtiyaren: seçerek, isteyerek.
ihtiyarî: isteğe bağlı, istemekle.
ihtiyarsız: istek dışı, istemeden.
ihtiyat: ilerisini düşünerek davranma.
ihtiyaten: ilerisini düşünerek.
ihtiyatî: ihtiyatla ilgili.
ihtiyatkâr: ihtiyatlı.
ihtiyatkârane: ihtiyatlı bir biçimde.
ihtizâr: çekinme, sakınma.
ihtizaz: titreme, hoşlanma.
ihtizazât: titremeler, hoşlanmalar.
ihvân: kardeşler.
ihvânî: kardeşlikle ilgili.
ihvetî: kardeşim.
ihyâ: canlandırma.
ihzâr: hazırlama.
ihzârât: hazırlamalar.
ihzâriye: hazırlama.
îka: yapma, etme.
îkaât: yapıp etmeler.
ikab: azap, eziyet, ceza.
ikame: yerine koyma.
ikamet: oturma, yerleşme.
ikametgâh: oturulan yer, adres.
îkan: kesin biliş.
îkaz: uyarı.
îkazât: uyarılar.
îkazkâr: uyarıcı.
îkaznâme: uyarma yazısı.
ikbâl: yönelme, talihlilik, saadet.
iklim: bir yerin hava durumu.
ikmâl: tamamlama.
iknâ: inandırma.
ikra: oku!
ikrâh: zorlama, tiksinme.
ikrâm: ağırlama.
ikrâmât: ikramlar.
ikrâmiye: armağan olarak verilen para.
ikrâr: söyleme, dile getirme.
ikrâz: borç verme.
iksir: çok tesirli ilaç.
iktibas: alıntı, söz nakletme.
iktibasen: alıntı yaparak.
iktidâ: uyma.
iktidâen: uyarak.
iktidar: güçlülük.
iktifa: yetinme.
iktifaen: yetinerek.
iktiham: dayanma, katlanma.
iktiran: iki şeyin bir arada gelmesi, yakınlık.
iktisa: giyinme.
iktisâb: kazanma, edinme.
iktisâd: tutum, harcamada aşırıya kaçmama, ekonomi.
iktisar: kısaltma.
iktiza: gerekme, gereklik.
ilâ: "kadar" mânâsında ön ek.
îlâ: yüceltme, yayma.
ilââhir: sonuna kadar.
ilââhirilâyet: âyetin sonuna kadar.
ilâh: tanrı.
ilâhe: tanrıça.
ilâhî: ALLAH a dair.
ilâhiyat: ALLAH tan bahseden ilim.
îlâm: bildirme.
îlâmnâme: bildirme yazısı.
ilân: duyurma, duyuru.
ilânât: ilanlar, duyurular.
ilânihaye: sona kadar.
ilânnâme: duyurma yazısı.
ilâve: ek.
ilâveten: ek olarak.
îlâyıkelimetullah: ALLAH kelâmını yayma.
ilbâs: giydirme.
ilca: gereklilik, zorlama.
ilcaât: gereklilikler, zorlamalar.
ilel: sebepler, hastalıklar.
ilelebed: sonsuza kadar.
îlem: bil!
îlemeyyühelazîz: bil ey azîz!
ileyh: ona.
ilga: kaldırma.
ilhâd: dinsizlik.
ilhâh: zorlama.
ilhak: katma, ekleme.
ilhâm: ALLAH tarafından kalbe gelen mânâ.
ilhâmât: ilhamlar, kalbe gelen mânâlar.
ilhâmen: ilham olarak.
ilhâmî: ilhamla ilgili.
ilka: ekme, bırakma.
ilkaât: ilkalar, ekmeler.
ilkah: dölleme, aşılama.
illâ: ille, ne olursa olsun, özellikle.
illALLAH : ALLAH dan başka.
ille: sebep, illa.
illet: hastalık.
illet: asıl sebep.
illiyet: sebeplik.
illiyyîn: cennetin en yüksek yeri.
illüzyon: cisimleri yanlış idrak etmek.
ilm: ilim.
ilmelyakîn: ilim yoluyla kesin biliş.
ilmî: ilimle ilgili, ilme uygun.
ilmihâl: "hâl ilmi" mânâsında herkese gerekli olan dinî hükümleri bildirmek maksadıyla yazılan kitaplara verilen isim.
ilmiye: âlimler yolu.
ilsâk: yapışma, bitişme.
iltibas: karıştırma, ayıramama.
ilticâ: sığınma.
ilticâgâh: sığınak.
ilticâkârâne: sığınırcasına.
iltifât: lütfetme, gönül alma, güzel sözle okşama.
iltifâtât: iltifatlar, gönül almalar, lütfetmeler.
iltifâtkârâne: iltifat edercesine.
iltihâb: yanma, kızışma.
iltihak: katılma.
iltihâm: kaynaşma.
iltika: kavuşma.
iltimas: kayırma.
iltisak: kavuşma.
iltiyâm: kaynaşma.
iltizam: kayırma, taraf tutma, gerekli bulma.
iltizamkârâne: taraf tutarcasına.
iltizamperverâne: taraf tutmayı severcesine.
ilyâs: Kuranda adı geçen bir peygamber.
ilzâm: susturma, sözle üstün gelme, yenme.
îmâ: dolayısıyle anlatma.
imâd: direk.
îmâen: ima ederek.
îmâî: ima şeklinde.
îmâl: yapma, yapım.
îmâlât: yapmalar, yapımlar.
imâle: meylettirme, uzun okuma.
imam: namaz kıldıran kimse, büyük âlim, önder.
imame: sarık, tesbih başı.
imamet: imamlık, önderlik.
imamımübîn: bir nevi kader defteri.
imân: çok dikkatli olma.
îmân: inanma.
îmânî: îmanla ilgili.
îmânperver: îmanı seven.
îmar: yapma, onarma, şenlendirme.
îmarât: imarlar, yapmalar, onarmalar.
imâret: bayındırlık, fakirlere yemek verilen yer.
îmarkârâne: imar edercesine.
imâte: öldürme.
imbik: süzme aleti.
imdâd: imdat, yardım.
imdâdât: yardımlar.
imdi: şimdi.
imha: bozma, yıkma, yok etme.
imhâl: erteleme.
imkân: olabilirlik.
imkânât: imkânlar, olabilmeler.
imkânî: olabilen.
imlâ: doldurma, yazma bilgisi.
imrân: Hazreti Meryemin babası.
imrâr: geçirme.
imsâk: el çekme, oruca başlama zamanı.
imtidâd: uzama.
imtihan: sınama.
imtihanât: sınamalar.
imtinâ: çekinme, yanaşmama, imkânsız olma.
imtinân: minnet etme.
imtisâl: misal edinme, benzemeye çalışma.
imtisâlen: misal edinerek, uyarak.
imtiyaz: ayrıcalık.
imtiyazât: ayrıcalıklar.
imtizâc: uyuşma, kaynaşma.
imtizâcât: kaynaşmalar, uyuşmalar.
imtizâckâr: uyuşan, kaynaşan.
imtizâckârâne: kaynaşarak, uyuşarak.
inâbe: günahı terkedip hakka yönelme.
inâd: ayak direme, inat.
inâdî: inada dayanan.
inâm: nimetlendirme.
inâmât: nimetlendirmeler.
inâmperver: nimetlendirmeyi seven.
inâs: kadınlar.
inaş: hareketlendirme.
inâyât: yardımlar.
inâyet: yardım.
inâyethâh: yardım isteyen.
inâyetkâr: yardım eden.
inâyetkârâne: yardım edercesine.
inâyetnâme: yardım yazısı.
inâyetperver: yardımsever.
inbât: otun bitmesini sağlama.
inbik: imbik, süzme âleti.
inbisât: genişleme.
incil: dört büyük ilâhî kitaptan biri.
incilâ: cilâlanma, parlama.
incilâb: celbedilme, çekilme.
incimad: donma, katılaşma.
incirar: çekilme, sona erme.
incizâb: cezbedilme, çekilme.
incizâbât: cezbedilmeler, çekilmeler.
incizâr: çekilme.
ind: yan, kat.
indALLAH : ALLAH katında.
indelbüleğa: adamına göre güzel söz söyleyenler yanında.
indelhâce: gerek duyulduğunda.
indî: kendince, keyfî.
indifâ: def olma, püskürme.
indimaç: kenetlenme.
indiras: bozulma, silinme.
ineb: üzüm.
infâk: nafaka verme.
infâz: yerine getirme.
infiâl: hareketlenme, kızma.
infiâlât: infialler.
inficâr: tan yerinin ağarması, tohumun çatlaması.
infikâk: ayrılma, ayrışma.
infilâk: patlama.
infirad: teklik, benzersizlik.
infisah: bozulma, dağılma.
infisal: ayrılma.
rgin-top:0cm;margin-right:1.0cm;margin-bottom:0cm; margin-left:1.0cm;margin-bottom:.0001pt;mso-pagination:none'>infitar: yarılma.
inhidam: yıkılma.
inhilâl: ayrışma, dağılma.
inhimak: kapılma, düşkünlük.
inhinâ: bükülme, eğrilme.
inhirâf: sapma.
inhisaf: tutulma.
inhisar: bir şeyin sadece bir kişiye verilmesi, tekel.
inhitat: düşme, çökme.
inhizam: bozulma, dağılma, yenilme.
inîdam: yok olma.
inîkad: kurulma, gerçekleşme, bağlanma.
inîkas: yansıma.
inkâr: inanmama.
inkârî: inkârla ilgili.
inkıbâz: tutukluk.
inkılâb: inkılâp, değişme, dönüşme.
inkılâbât: değişmeler.
inkılâbvârî: inkılâp gibi.
inkıraz: sönme, tükenme.
inkısam: bölünme.
inkısar: kısalma.
inkısarât: inkısarlar.
inkıtâ: kesilme, tükenme, tıkanma.
inkıyâd: boyun eğme, bağlanma.
inkıza: olup bitme.
inkisar: kırılma.
inkisarat: kırılmalar.
inkişâ: açılma.
inkişaf: açılma, gelişme.
inkişafat: açılmalar, gelişmeler.
innî: eserlerden eser sahibine ***üren delil.
ins: insan.
insâ: unutma.
insâf: merhamete dayalı adalet.
insâfkârâne: insaflıca.
insaniyet: insanlık.
insaniyeten: insanlık bakımından.
insaniyetkârâne: insanlığa yakışırcasına, insanca.
insaniyetperver: insanlıksever.
insî: insanla ilgili, insan cinsinden.
insibab: dökülme, katılma.
insibağ: boyanma.
insicâm: düzgünlük.
insilâh: soyulma, sıyırılma.
insiyak: sevkedilme.
inşâ: yapma, kurma.
inşâALLAH : ALLAH dilerse.
inşâd: şiir okuma.
inşât: ferahlandırma.
inşiâb: bölümlenme.
inşikak: yarılma.
inşirâh: ferahlanma, açılma.
intâc: netice verme.
intâk: konuşturma.
intâkıbilhak: ALLAH ın konuşturması.
intâniye: mikrobik.
intiaş: dinlenip canlanma.
intibâ: izlenim.
intibâh: uyanma.
intibâhkârâne: uyanmışçasına.
intibak: uyma.
intifâ: faydalanma.
intifâ: sönme.
intihâ: son, sona erme.
intihâb: seçme.
intihal: çalma.
intikal: geçme, anlama.
intikam: öç.
intikamkârâne: intikam alırcasına.
intisab: bağlanma, kapılanma.
intişâr: yayılma.
intişârât: yayılmalar.
intizam: düzgünlük, düzen, yerli yerindelik.
intizamât: intizamlar.
intizamkârâne: düzgünce.
intizamperver: düzensever.
intizamperverâne: düzensevercesine.
intizar: bekleme, gözleme.
intizaren: bekleyerek.
inzâl: indirme, inme.
inzâr: korkutma.
inzibât: sıkı düzen.
inzimâm: eklenme.
inzivâ: bir köşeye çekilme.
inzivâgâh: inziva yeri
ipnotizma: telkinle uyutma.
îrâb: düzgün söz söyleme.
irâd: gelir, kazanç.
îrâd: söyleme, dile getirme.
irâde: seçme ve isteme kabiliyeti.
irâdet: irade.
irâdî: iradeyle ilgili, istemekle.
irâe: gösterme.
irâs: verme, miras bırakma.
îrâz: yüz çevirme.
ircâ: indirme, döndürme.
irfân: bilme, anlama, zihni olgunluk.
irhâsât: Efendimizin peygamberlikten önceki harika hâlleri.
irs: miras, kalıtım.
irsâ: sağlamlaştırma.
irsâl: gönderilme.
irsâlât: göndermeler.
irsiyet: kalıtım.
irşâd: hak yolu gösterme.
irşâdât: irşatlar.
irşâdgâh: irşat yeri.
irşâdî: irşatla ilgili.
irşâdkâr: irşatçı.
irşâdkârâne: irşat edercesine.
irtibât: bağlılık, ilgi.
irticâ: geri dönücülük.
irticâc: çalkalanma.
irticâkârâne: geri dönercesine.
irticâlen: hazırlıksız söyleme.
irticâlî: hazırlıksız konuşma.
irtidâd: dinden dönme.
irtidâdkâr: dininden dönen.
irtifâ: yükseklik.
irtihâl: göçme, ölme.
irtikâb: işleme.
irtisam: resmedilme.
irtişâ: rüşvetçilik.
irzâ: Razı etme.
irzâk: rızık verme.
isa: dört büyük peygamberden biri.
isâbet: yerini bulma, rast gelme.
isâbetiayn: göz değmesi.
isâd: yükseltme, mesut etme.
isâet: kötü iş işleme.
îsâf: yardıma koşma.
âsal: ulaştırma.
isâle: akıtma.
îsâr: kendisi muhtaç olduğu hâlde başkasına verme ahlâkı.
isbât: delil göstererek hakikatı ortaya koyma.
isevî: isa aleyhisselâmın dininden olan kimse.
isevîlik: isa aleyhisselâmın dini.
iska: sulama.
iskân: yerleştirme.
iskât: susturma.
iskender: sayısız beldeler fethetmiş bir hükümdar.
islâm: Hazreti Muhammed aleyhisalâtü vesselâmın getirdiği din.
islâmiyet: islâmlık.
ism: günah, suç.
ismar: meyve verme.
ismet: masumluk, temizlik.
ismiâzam: en büyük ilâhî isim.
ismifâil: kimin iş yaptığını bildiren isim, özne.
ismullah: ALLAH adı.
isnâaşer: on iki.
isnâd: dayandırma.
isnâdât: dayandırmalar.
ispirtizma: cinlerle konuşup da ruhlarla konuştuklarını sananların fikri.
isrâ: geceleyin ***ürme.
isrâf: gereksiz yere harcama.
isrâfât: gereksiz harcamalar.
isrâfil: sur borusunu üflemekle görevli büyük bir melek.
isrâfilmisâl: israfil gibi.
isrâfilvârî: israfil aleyhisselâm gibi.
isrâil: Hazreti Yakubun lâkabı.
isrâiliyyat: Yahudilikten kalma bilgiler.
istahrabat: ateşe tapanların ünlü ateşlerinin bulunduğu yer.
istasyon: demiryollarında durak.
istatistik: hüküm çıkarmak için bilgi toplama ve sınıflandırma ilmi.
istiâb: içine alma, kaplama.
istiânât: yardım istemeler.
istiâne: yardım isteme.
istiâre: bir kelimeyi başka anlamda kullanma.
istiâze: sığınma.
istibâd: akıldan uzak görme.
istibdad: baskıcı yönetim.
istibdadât: baskılar.
istibka: kalıcı kılma.
istibrâ: küçük abdestten sonra idrarın iyice kesilmesini beklemek.
istibşâr: müjdeleme.
istibşârkârâne: müjdelercesine.
istîcâl: acele etme.
isticvâb: sorup cevap isteme.
istîdâ: dilekçe.
istidad: istidat, yetenek.
istidadat: yetenekler.
istidadî: yetenekle ilgili.
istidlâl: delil getirme, delile dayanarak hüküm çıkarma.
istidrâc: derece derece yükselme, hayırsız başarı.
istidrâcî: istidracla ilgili.
istidrâdî: başka konu anlatılırken arada söylenen söz.
istif: yığma.
istifâ: işten ayrılma.
istifâde: faydalanma.
istifâdeten: faydalanma bakımında.
istifâza: feyizlenme, manen gıdalanma.
istifâzaten: feyizlenme bakımından.
istifhâm: soru, sorma.
istifra: kusma.
istifsâr: anlamak için soru sorma.
istifta: bir meselede dinin hükmünü sorma.
istigase: yardım isteme.
istiğfar: ALLAH tan af dileme.
istiğna: gönül tokluğu, nazlanma, uzak durma.
istiğrâb: yadırgama, garipseme.
istiğrâbkârâne: yadırgarcasına.
istiğrâk: ilâhî aşka dalıp coşarak kendinden geçme, esrime.
istiğrâkî: istiğrakla ilgili.
istiğrâkkârâne: kendinden geçercesine.
istihâl: temizleme.
istihâle: başkalaşma.
istihâre: bir işin iyi olup olmadığını anlamak için rüya görmek niyetiyle uykuya yatma.
istihâza: âdet kanı.
istihbâb: güzel sayma.
istihbâr: haber alma.
istihbârât: haber almalar.
istihdâf: hedef edinme.
istihdâm: hizmet ettirme.
istihfâf: hafife alma.
istihkak: hak etme.
istihkâm: sağlamlık, siper.
istihkâr: hor görme.
istihlâk: tüketim.
istihrâc: çıkarma, çıkarım.
istihrâcât: çıkarmalar, çıkarımlar.
istihsâl: üretim.
istihsân: güzel sayma.
istihsan: korunma.
istihsânât: güzel saymalar.
istihsânkârane: beğenircesine.
istihyâ: haya etme, utanma.
istihzâ: ince alay.
istihzâkârâne: alay edercesine.
istihzar: hazırlama.
istihzarât: hazırlamalar.
istikamet: doğrultu, yön.
istikbâl: gelecek zaman, yönelme.
istikbâlbîn: geleceği gören.
istikbâlî: gelecekle ilgili.
istikbâliyât: gelecek zamanda olacaklar.
istiklâl: bağımsızlık.
istiklâldârâne: bağımsızca.
istiklâliyet: bağımsızlık.
istikmâl: tamamlama.
istikrâ: ayrı ayrı olaylardan genel bir hüküm çıkarma.
istikrâen: istikra bakımından.
istikrah: tiksinme.
istikrâr: karar kılma, yerleşme.
istikrâz: borçlanma.
istikzâr: pis görme.
istilâ: kaplama.
istilâkârâne: kaplarcasına.
istilhak: kendine alma.
istilzâm: gerektirme.
istilzâz: lezzet alma.
istimâ: dinleme.
istimâl: kullanma.
istimdâd: yardım isteme.
istimdâdgâh: yardım isteme yeri.
istimdâdkârâne: yardım istercesine.
istimlâk: kamulaştırma.
istimrâr: devamlılık.
istimsâl: örnek alma.
istimzâc: kaynaşma, karışma.
istinâbe: başka yerde bulunan şahidin ifadesinin alınması.
istinad: dayanma.
istinaden: dayanarak.
istinadgâh: dayanak.
istinaf: başlangıç, mahkeme.
istinâs: alışma, ısınma.
istinbât: bir sözden gizli bir mânâ çıkarma.
istincâ: helada temizlenme.
istinkâf: çekinme, katılmama.
istinkâr: inkâr etme.
istinsâh: sayfaları yazarak çoğaltma.
istintak: konuşturma.
istirâhât: dinlenme.
istirâhâtgâh: dinlenme yeri.
istirâhâthâne: dinlenme evi.
istirâk: hırsızlık.
istirdâd: geri alma.
istirhâm: merhamet dilenme.
istirhâmnâme: merhamet dilenme yazısı.
istîsâb: güç sayma.
istîsal: kökünü kazıma.
istiskal: yüz vermeyerek kovma.
istismâr: menfaatine alet etme.
istisnâ: ayrılık, kural dışı.
istişâre: danışma, konuşma.
istişfâ: şifa isteme.
istişhâd: şahit gösterme.
istişmâm: koklama.
istitafkârane: merhamet isteyen gibi.
istitar: örtünme.
istitrad: ara söz.
istivâ: düzelme, güneşin tepeye gelmesi.
istizâh: açıklama istemek.
istizâm: büyütme.
istizân: izin isteme.
istizhâr: birinden yardımcı olmasını isteme.
isyân: ayaklanma, başkaldırma.
isyânkârâne: başkaldırırcasına.
îşâ: yatsı.
işâa: haber yayma.
işâl: alevlendirme.
işâr: sezdirme.
işârât: işaretler.
işârâtülîcâz: mûcizelik işaretleri.
işâret: anlamlı davranış, belirti.
işâreten: işaret ederek.
işârî: işaretle ilgili.
işbâ: doyurma.
işgal: oyalama, alma.
işgüzar: çalışkan.
işhâd: şahit gösterme.
işkâl: güçleştirme, çetinleştirme.
işkembe: hayvan midesi.
işkil: vesvese, kuşku.
işmâm: koklatma.
işmar: anlamlı işaret.
işrak: ALLAH a ortak koşma.
işrâk: ışıklandırma, parlatma.
işrâkiyye: batıl bir felsefe.
işrâkiyyûn: işrâkiyyeciler.
işret: içkili toplantı.
iştiâl: alevlenme.
iştibâh: şüphelenme, benzerlik.
iştibâk: şebekelenme, örgülenme.
iştigal: uğraşma.
iştihâ: iştah.
iştihar: ünlenme.
iştikak: türeme.
iştira: satın alma.
iştirak: ortaklık, katılma.
iştiyak: şiddetli istek.
iştiyakât: şiddetli istekler.
iştiyakâver: pek istekli.
iştiyakengiz: istek veren.
îta: verme.
itâat: söz dinleme.
itâatkârâne: söz dinleyerek.
itâb: azarlama.
itâm: yemek yedirme.
itfa: söndürme.
ithaf: yazılan kitapta birinin adını anma.
ithâm: suçlama.
ithâmnâme: suçlama yazısı.
îtibar: saygınlık.
îtibarî: var sayılan.
îtidâl: orta hâllilik.
îtidâlidem: soğukkanlılık.
îtikâd: gönülden inanma.
îtikâdât: inanmalar.
îtikâden: inanma bakımından.
îtikâdî: inanmakla ilgili.
îtikaf: bir yere çekilip ibadet etmek.
îtilâ: yükselme.
îtilâf: anlaşma.
îtimâd: güvenme.
îtimâden: güvenerek.
îtinâ: özen.
îtiraf: saklamayıp söyleme.
îtiraz: karşı çıkma, karşı söz.
îtirazât: itirazlar.
îtiraziye: cümlede ara söz
îtirazkârâne: itiraz edercesine.
îtiraznâme: itiraz yazısı.
îtisaf: haksızlık.
îtiyad: alışkanlık.
îtizâl: ayrılma, sapma.
îtizâr: özür bildirme.
itkan: sağlam yapma.
itlâf: öldürme.
itlak: bağlama, asma.
itmâm: tamamlama.
itminân: tatmin olma.
itminânbahş: tatmin eden.
itminânkârâne: tatmin olurcasına.
ittibâ: tabi olma, uyma.
ittibâen: tabi olarak, uyarak.
ittifâk: birleşme.
ittifâken: birleşerek.
ittifâkî: birleşmeye dair, üstünde birleşilen.
ittifâkkârâne: birleşircesine.
ittihâd: birlik.
ittihâdıislâm: Müslümanların birlik olması.
ittihâm: suçlanma.
ittihâmkârâne: suçlanarak.
ittihâmnâme: suçlanma yazısı.
ittihâz: alma, sayma.
ittika: sakınma.
ittikan: sağlamlık.
ittisâf: sıfatlanma.
ittisâfkârâne: sıfatlanırcasına.
ittisâk: düzenli diziliş.
ittisâl: bitişme.
ittizâh: açıklık.
ittizân: ölçülülük.
ityân: belirleme.
ivaz: karşılık.
îvicâc: eğrilik.
îvicâcât: eğrilikler.
îyanî: görünen.
îyd: bayram.
izâ: birdenbire.
izâbe: eritmek.
izâc: taciz etme, rahatsız etme.
izâcât: taciz etmeler.
izâe: aydınlatma.
izâfe: bağlama, yükleme.
izâfî: göreli, göreceli.
îzâh: açıklama.
îzâhât: açıklamalar.
îzâhen: açıklama ile.
izâle: giderme.
izâm: büyükler.
îzâm: büyütme.
izân: anlayış.
izânî: anlayışla ilgili.
izâr: elbise.
îzâz: ağırlama.
izbe: kuytu.
izdihâm: yığışma.
izdivâc: evlenme.
izdiyad: artma.
izhâr: gösterme.
izinnâme: izin belgesi.
izmihlâl: bozulma.
izn: izin.
izzet: üstünlük, galibiyet.
izzetâlûd: izzetle karışık.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 04:22 AM

Arapça Sözlük
 
J

jâle: çiy, şebnem, kırağı.
jandarma: asayişle görevli asker.
jelatin: kokusuz bir madde, bir cins kağıt.
jeolog: yeryüzü ilmi ile uğraşan kimse.
jeoloji: yeryüzünün yapısını inceleyen ilim.
jest: anlamlı beden hareketleri.
jiyân: kükremiş.
Jöntürk: Osmanlıların son döneminde yaşayan yenilik sevdalısı gençler.
jurnal: günlük, ispiyon.
jülîde: perişan, dağınık.
jüri: bir mesele hakkında hüküm vermek için toplanan heyet

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 04:23 AM

Arapça Sözlük
 
K

kabahat: kusur, suç.
kabaih: kabahatlar.
kabâil: kabileler.
Kâbe: namaz için yöneldiğimiz mukaddes mabet.
Kabıkavseyn: Peygamberimizin mîraçta ulaştığı son nokta.
kâbız: tutan, sıkan, kavrayan.
kabîh: çirkin.
kabil: olabilir, gibi, türlü.
kabîle: aynı soydan olup beraber yaşayan insanlar.
kabilîyet: yetenek, etkilenebilirlik.
kabine: bakanlar kurulu.
kabir: mezar.
kabl: önce.
kablelbülûğ: ergenlikten önce.
kablelvukû: olmadan önce.
kablelvücûd: var olmadan önce.
kabr: kabir, mezar.
kabristân: mezarlık.
kabûlüadem: yokluk kabulü.
kâbus: korkulu rüya.
kabz: tutma, alma, tutukluk.
kabza: sap, el, avuç.
kabzıervah: ruhların alınması.
kabzıruh: ruhun alınması.
kaddesALLAH üesrarehüm: ALLAH onların sırlarını mukaddes kılsın.
kade: namazda oturuş.
kadem: ayak, adım.
kademe: derece, sıra.
kader: ALLAH ın herşeyi ezelden bilip takdir etmesi.
Kaderiye: "kul fiilin yaratıcısıdır" diyen sapık mezhep.
kadî: kadı, hâkim.
kadîb: kılıç.
Kadîm: öncesiz olan ALLAH .
kadîm: eski zaman.
Kadîr: güçlü.
kadîrâne: güçlü olarak.
kadirdanlık: değerbilirlik.
Kadirî: Abdülkadir Geylanî tarikatından olan.
kadîriyet: güçlülük.
kadirşinâs: değerbilir.
Kadîülhâcât: ihtiyaçları veren, ALLAH .
kadr: kadir, kıymet, değer.
Kaf: hayâlî bir dağ.
kâffe: bütün.
kâfi: yeter.
kâfil: kefil olan.
kafile: yolculuk eden topluluk.
kâfir: îmansız.
kâfirâne: kâfirce.
kafiye: mısra sonralarında ses bezerlikleri.
kafiyeperest: aşırı kafiye düşkünü.
kâfûr: bir madde ismi, cennette bir kaynak.
kağnı: öküz arabası.
kâh: bazen.
Kahhâr: kahreden.
kahhârâne: kahredercesine.
kahır: derin üzüntü.
kâhil: erişkin.
kâhin: falcı.
kahir: üstün gelen.
kahr: zorlama, mahvetme, ezme.
kahraman: büyük işler başarmış kişi.
kahramanâne: kahramanca.
kaht: kıtlık.
kahtıricâl: adam kıtlığı.
kahtügalâ: yokluk ve kıtlık.
kaid: lider, kumandan.
kaide: kural.
kaideten: kural olarak.
kail: inanmış.
kaim: ayakta duran.
kaime: para.
kâin: olan.
kâinat: evren.
kal: konuşma.
kal': koparma.
kalâ: kale.
kalade: gerdanlık.
kalâk: gönül sıkıntısı.
kalb: duyguların sultanı, gönül.
kalben: gönülle.
kalbetme: dönüştürme.
kalbî: gönülden.
kalbolma: dönüşme.
kale: dedi.
kale kîle: dedi denildi.
kalen: konuşarak.
kalî: konuşmakla.
kalîl: az.
kalkale: okurken harfi iki kere seslendirme.
kalori: gıdaların vücuda ısı vermesi bakımından değeri.
kalp: sahte.
Kalûbelâ: ALLAH ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorması ve ruhların "evet" demeleri olayı.
kâm: dilek, arzu.
kamer: ay.
kamervârî: ay gibi.
kamet: boy.
kamet: namazın farzından önce okunan ezan.
kâmil: yetkin, erişkin, olgun, tam.
kâmilâne: kâmilce.
kâmilen: tamamen.
kâmilîn: kâmiller.
kamtarir: çatık kaşlı.
kamu: halkın hepsi.
kamûs: büyük sözlük.
kanaât: kısmetine Razı olma, kabullenme.
kanaâtbahş: kanaat veren.
kanaâtkârâne: kanaat edercesine.
kanâdil: kandiller.
kandil: idare lâmbası.
kâne: oldu.
kangren: hücrelerin ölmesiyle oluşan bir hastalık.
kanî: kanaat eden, inanmış.
kantar: tartı aleti.
kantara: köprü.
kanun: uyulması gereken kesin kural.
kanunen: kanunca.
kanunî: kanuna göre, uygun.
kanuniyet: kanunluk.
kanunnâme: kanun yazısı.
kanunperest: kanun düşkünü.
kâr: "yapan, eden" mânâsında son ek.
kâr: para kazancı.
karâbet: yakınlık.
karakter: temel özellik.
karar: hüküm, çare, düzenlilik, ölçülülük, tahmin.
karardâde: düzelmiş.
karargâh: karar yeri, askeriyede kurmayların yeri.
kararnâme: kararların yazısı.
karaşina: iş bilir.
karavana: büyük yemek kabı.
karbon: bir element, kömür.
kardeşane: kardeşce.
kârgir: taş yapı.
kârıakıl: akla uygun.
karındaş: kardeş.
karî: okuyucu.
karîb: yakın.
karîben: yakında.
karîha: düşünme melekesi.
karîn: yan yana, yakın.
karîne: belirti.
Karlayl: ünlü bir tarihçi.
karn: devre, asır.
karulâsâ: doktorun bedene vurarak muayene etmesi.
Karûn: azaba uğramış ünlü bir zengin.
karye: belde.
karz: ödünç.
karzen: ödünç olarak.
karzıhasen: ALLAH için verilen borç.
kasâid: kasideler, övgü için yazılan şiirler.
kasas: kıssalar, hikâyeler.
kasâvet: katılık.
kasd: niyet, istek.
kasden: niyet ederek.
kasdî: kasıtlı olarak, kasıtla ilgili.
kâse: tas, çanak.
kâselîs: çanak yalayıcı.
kasem: yemin.
kasemât: yeminler.
kasıd: kasteden, niyetli.
kasır: kusurlu.
kasır: kısa.
kasır: saray.
kasî: katı.
kâsib: kazanmaya çalışan.
kasid: kesat olan, sürümü olmayan.
kasîde: övgü şiiri.
kasîdehân: kaside okuyan.
kasir: kısa.
kasirünnazar: nazarı kısa.
kasîyye: katılık.
kasr: kısalık, saray.
kasvet: sıkıntı, katılık.
kâşâne: gösterişli ev.
kâşif: keşfeden.
kat: kesme, geçme.
katâ: asla.
katarât: damlalar.
katıa: kesin olan.
katıüttarîk: yol kesen.
katî: kesin.
kâtib: yazıcı.
kâtibâne: yazıcı gibi.
kâtibe: yazıcı kadın.
kâtibîn: insanın amelini yazan melekler.
katil: öldüren.
katîye: kesin.
katîyyen: kesinlikle.
katîyet: kesinlik.
katl: öldürme.
katliâm: herkesi öldürme.
katmer: kat kat oluş.
Katolik: Hıristiyanlıkta bir mezhep.
katran: siyah bir madde.
katre: damla.
katuf: tembel hayvan.
kavâid: kurallar.
kavânin: kanunlar.
kavî: kuvvetli.
kavil: söz, sözleşme.
kavim: aynı ırka mensub olanların oluşturduğu topluluk.
kavis: yay, eğri.
kaviyyen: kuvvetle.
kavl: söz.
kavlen: sözle.
kavlirâcih: üstün bulunan söz.
kavm: kavim, aynı ırka mensub olanların oluşturduğu topluluk.
kavmiyet: kavimlik.
kavmiyetçilik: ırkçılık, olumsuz milliyetçilik.
kavmiyeten: kavim olma bakımından.
kavs: yay, eğri.
kavseyn: iki yay.
kavsıkuzeh: gökkuşağı.
kavvâd: günaha vasıta olan.
kay: kusuntu.
kayd: yazma, bağ.
kayıt: yazma, bağ.
kaylûle: öğle uykusu.
kayser: Bizans imparatorunun lâkabı.
kayyum: toplayıp ihsan eden.
Kayyûm: yarattıklarını varlık âleminde tutan ALLAH .
Kayyûmiyet: Kayyumluk.
kazâ: kaderde yazılanın gerçekleşmesi.
kazâ: vaktinden sonra kılınan namaz.
kazâ: zarar veren olay.
kazârâ: kaza olarak.
kazasker: ilimde bir rütbe.
kazâyâ: kaziyeler, hükümler.
kazâzede: kazaya uğramış
kazf: namuslu kadına iftira.
kâzım: öfkesini yenen.
kâzib: yalancı.
kaziye: hüküm.
kazurât: pislikler.
kebâir: büyük günahlar.
kebîr: büyük.
kebîre: büyük günahlar.
keder: üzüntü.
keennehu: sanki o.
kef-nûn: ALLAH ın "ol" yani "kün" emrindeki harfler.
kefâet: denklik.
kefâlet: kefillik.
kefe: terazinin bir gözü.
kefere: kâfirler.
keffâret: dini suçun affı ümidiyle dünyada çekilen ceza.
keffâreten: kefaret olarak.
keffâretüzzünûb: günahların kefareti.
kefîl: "borcunu ödemezse ben ödeyeceğim" diyen.
kehânet: gelecekten haber verme.
kehânetfurûş: geleceği bilirim diyen sahtekâr.
kehf: mağara.
kehfmisâl: mağara gibi.
kehkeş: samanyolu.
kehkeşan: samanyolu.
kehribar: çekme özelliği olan bir madde.
kehrübâ: kehribar.
kelâl: bitkinlik.
kelâm: konusu îman olan bir ilim.
kelâm: söz, ilâhî sıfatlardan biri.
kelâmullah: ALLAH sözü.
kelb: köpek.
kelbiyet: köpeklik.
kelbiyyûn: dünyadan el çekmeyi ilke edinen felsefeciler.
keler: kertenkele.
kelîle: az gören, çakal.
kelîm: kendisine söz söylenen.
kelimât: kelimeler.
kelime: sözcük.
kelimetullah: ALLAH sözü.
kellâ: hayır, asla!
kem: kötü.
kemafissâbık: daha önce geçtiği gibi.
kemâl: olgunluk, erginlik, tamlık.
kemâlât: kemâller, olgunluklar.
kemâlî: kemâlle ilgili.
kemer: kavisli yapı, kuşak.
kemerbeste: kuşak bağlamış, hazırlanmış.
kemiyet: nicelik.
kemiyeten: nicelik bakımından.
kemter: âciz, fakir, hakir.
kemterâne: acizce, aşağıca.
kenz: hazine, define.
Kenzülarş: önemli bir bir dua.
kerâhet: çirkinlik.
kerâmât: kerametler.
kerâmet: ALLAH ın izniyle velîlerin gösterdikleri harikalar.
kerâmetkârâne: kerametli bir şekilde.
kerâmetvârî: keramet gibi.
Kerbelâ: Hazreti Hüseyinin şehit edildiği yer.
kerem: iyilik, lütuf, ikram, değer.
keremkâr: keremli.
keremkârâne: keremlice.
keremnâmdâr: keremiyle tanınan.
kerhen: istemeyerek.
kerîh: tiksindirici.
kerîm: kerem sahibi.
kerîmâne: kerimce.
kerime: kız evlat.
kerîmiyet: kerîmlik.
kerrât: defalar.
kerre: defa.
kerremALLAH uveche: ALLAH yüzünü ak etsin.
kerrûbî: büyük melek.
kerrûbiyyûn: büyük melekler.
kerrüfer: çekilip yeniden saldırma.
kervân: topluca yolculuk edenler kafilesi.
kes: kimse.
kesâd: durgunluk.
kesâfet: yoğunluk.
kesâlet: tembellik, uyuşukluk.
kesân: kimseler.
kesb: kazanma, edinme, işleme.
kesbî: kesble ilgili.
kese: kısa yol, para torbacığı.
kesel: tembel.
kesîf: katı, yoğun, mat.
kesîr: çok, bol.
kesir: kırılmış.
kesr: kırma.
kesret: çokluk, bolluk.
keş: "çeken" mânâsında son ek.
keşf: açma, bulma.
keşfelkubûr: ölünün kabirdeki durumunu bilme.
keşfirâz: sırrı ortaya çıkarma.
keşfiyât: keşifler.
keşide: çekilmiş.
keşif: açma, bulma.
keşiş: papaz.
keşmekeş: karışıklık.
keşşaf: keşfeden, açan, bulan.
ketebe: yazıcılar.
ketf: omuz.
ketm: gizleme.
ketmetmek: gizlemek.
ketûm: sır saklayabilen.
kevahin: kâhinler, falcılar.
kevakib: yıldızlar.
kevkeb: yıldız.
kevn: yaratılan, âlem.
kevneyn: iki âlem.
kevnî: yaratılanlarla ilgili.
kevniye: yaratılanlarla ilgili olan.
kevser: cennette bir havuz.
keyd: hile, düzen.
keyfe: nasıl?
keyfemâyeşâ: canı nasıl isterse.
keyfen: nitelikçe.
keyfî: keyfince.
keyfiyât: özellikler, nitelikler, durumlar.
keyfiyet: nitelik, özellik, durum.
keyfiyeten: nitelik bakımından.
keyif: hoş hâl.
kezâ: bunun gibi.
kezâlik: bu da öyle.
kezzâb: yalancı.
kıble: Kâbenin bulunduğu taraf.
kıblegâh: kıble yeri.
kıblename: kıbleyi gösteren yazı.
kıblenümâ: kıbleyi gösteren.
kıdem: öncelik, öncesizlik.
kıllet: azlık.
kıraat: okuma.
kıraaten: okumakla.
kırav: çorak tarla.
kırba: deri su kabı.
Kırgız: Türkî kavimlerden biri.
kısas: kıssalar, hikâyeler.
kısâs: öldüreni öldürme cezası.
kısâsen: kısas olarak.
kısım: bölüm.
kısm: bölüm.
kısmen: bir bölümü.
kısmet: nasip.
kıssa: ibretli hikâye.
kıssât: kıssalar, hikâyeler.
kıssîs: keşiş, papaz.
kıstas: ölçü.
kışır: kabuk.
kışr: kabuk.
kıtâ: kara parçası, şiir parçası.
kıtal: birbirini öldürme.
Kıtmîr: Ashabıkehfin köpeği.
kıtr: erimiş bakır.
kıvâm: olgunluk, tav, dik, direk.
kıyâm: ayakta durma, ayaklanma.
kıyâmet: dünyanın yıkılıp son bulması.
kıyâs: karşılaştırma.
kıyâsât: karşılaştırmalar.
kıyâsen: kıyasla.
kıyâsımaâlfârık: birbirine benzemeyenlerin karşılaştırılması.
kıymet: değer.
kıymetdâr: kıymetli, değerli.
kıymetşinâs: değerbilir.
kıyye: okka,1282 gram ağırlık.
kızıl: kırmızı.
kızılbaş: Alevilere verilen bir isim.
kızılelma: eski Roma.
kibar: ince, nazik.
kibâr: büyükler.
kibir: büyüklük, büyüklenme, büyüklük taslama.
kibriyâ: büyüklük.
kifâyet: yeterlik.
kile: 40 litrelik tahıl ölçüsü.
kîle: denildi.
kilk: kalem.
kîlükal: dedikodu.
kimyâ: bir ilim kolu, ilaç.
kimyâger: kimyacı.
kimyâhâne: deneyevi.
kin: gizli düşmanlık.
kinâiyyât: kinayeler.
kinâye: mânâyı dolayısıyla anlatan söz, üstü örtülü dokunaklı söz.
kinâyeten: kinaye bakımından.
kindâr: kinci.
kinedâr: gizli düşmanlık besleyen.
kirâm: ulular, cömertler, kerimler.
Kirâmenkâtibîn: günahları ve sevapları yazan melekler.
kisb: işleme, edinme, kazanma.
kisbî: edinmeyle ilgili.
kîse: kese.
kisrâ: eski iran hükümdarı.
kisve: kılık, elbise.
kitâb: kitap.
kitâbe: yazılı levha.
kitâbet: yazma işi.
kitâbeten: yazmakla.
Kitâbımübîn: apaçık kitap, kaderin bir türü, Kurân.
kitâbî: kitaba uygun, kitapla ilgili, ilâhî kitaplardan birine inanan.
kitâbullah: ALLAH ın kitabı, Kurân.
kitle: kütle, yığın, öbek.
kiyâset: akıllılık.
kizb: yalan.
klâsik: zamanın değerini yitirmeyen, sanatta kuralcı, alışılmış.
klinik: hastaya bakılan yer.
kof: içi boş.
kolordu: ordunun bir bölümü.
kombinezon: tertip, düzenleme.
komisyon: özel bir maksad için kurulan heyet.
komita: siyasi bir maksat için bir araya gelenlerin gizli cemiyeti.
komite: bir iş için toplanan heyet.
kompleks: karmaşık, şuur dışı meyillerin tümü.
komplo: bir kimse aleyhine alınan gizli karar.
komprime: hap.
Konstantiniyye: istanbul.
kontenjan: ilgililerin her birine düşen pay ölçüsü.
kordon: zincir.
kozmoğrafya: uzay ilmi.
kozmoz: âlem, kâinat.
köle: esir, alınıp satılan insan.
kritik: tenkit, sıkışık durum.
kubbe: yarım küre şeklinde bina damı.
kubh: çirkinlik.
kubûr: kabirler, mezarlar.
kuddîsesırruhu: sırrı mukaddes olsun!
Kuddûs: "temiz olan ve temizlikleri yaratan" mânâsında ilâhî isim.
kudemâ: kadimler, eskiler, büyükler.
kudret: güç.
kudsî: kutsal, temiz, arınmış, yüce.
kudsiye: kutsal.
kudsiyet: kutsallık, yücelik, temizlik.
kudûm: uzaktan gelme, ayak basma.
kul: insan.
kulûb: kalbler.
kulunç: acı veren bir hastalık.
kumandan: komutan.
kumbiiznillah: ALLAH ın izniyle kalk!
kumistân: kumluk yer, çöl.
kundak: bebek sargısı, yangın çıkaran ateş parçası.
kurâ: ad çekme.
Kurân: "okunan" mânâsında ilâhî kitabımızın adı.
Kurânî: Kurânla ilgili, ait.
kurb: yakınlık.
kurbiyet: yakınlık.
Kureyş: Peygamberimizin kabilesi.
kurrâ: Kurân okuyucuları.
kurûn: çağlar, asırlar, devreler.
kusûr: eksiklik, pürüz, özür, kabahat.
kusûrât: kusurlar.
kusûriyet: kusurluluk.
kûşe: köşe.
kut: gıda, azık.
kutb: büyük evliya.
kutbiyet: büyük evliyalık.
kutbuâzam: en büyük kutub, zamanın en büyük velîsi.
kutr: çap.
kutub: büyük evliya.
kutulâyemût: ölmeyecek kadar yiyecek.
kuvâ: kuvveler.
kuvve: kuvvet, düşünce, duygu, yetenek.
kuvvet: güç.
kuvvetüzzahr: yardım kuvveti.
kuyûd: kayıtlar, bağlar.
kuzeh: renk renk çizgiler.
kübra: en büyük.
küdûret: koyuluk, kederlilik.
küffâr: kâfirler.
küfr: îmansızlık.
küfrân: îmansızlık, nankörlük.
küfrî: küfürle ilgili.
küfriyât: küfürle ilgili şeyler.
küfür: îmansızlık.
küfürbaz: küfredici.
küfüv: denk, eş.
kühûlet: erginlik.
külâh: tepesi sivri başlık.
külfet: yük, zahmet, zorluk.
külhân: hamam ocağı.
küll: bütün.
küllî: bütün fertleri ihtiva eden genel kavram, genel, kapsamlı.
külliyat: hepsi, bir yazarın bütün eserleri.
külliye: bütünlük, ilgili bütün kısımların bir arada bulunduğu yapı.
külliyen: bütünüyle.
külliyet: bütünlük, genellik, kapsamlılık.
kültür: bir milletin maddî ve mânevî varlıkları, yaşayış ve davranış şekli, kazanılan genel bilgi.
kün: "ol" emri.
küngân: su borusu.
künh: asıl, öz, kök.
künnes: gece görünen yıldızlar.
künûz: hazineler.
künye: kimlik.
Kürdî: Kürdistânlı.
küre: yuvarlak.
küreiarz: yer yuvarlağı, dünya.
kürevî: yuvarlak.
küreviyet: yuvarlaklık.
küreyvât: kürecikler.
küreyvâtıbeyzâ: akyuvarlar.
küreyvâtıhamrâ: alyuvarlar.
Kürsî: arşı azamın altındaki makam.
Kürt: Müslüman bir kavim, o kavimden olan kişi.
küsûf: kararma, güneş tutulması.
küsûfât: kararmalar, güneş tutulmaları.
küsûr: artık.
küsûrât: küsurlar, artıklar.
küşâ: açan.
küşâd: açma.
küşâde: açılmış.
küşâyiş: açıklık.
küşûf: keşifler, açmalar, bulmalar.
kütle: yığın, öbek.
küttâb: kâtipler.
kütüb: kitaplar.
Kütübüsitte: güvenilir olan altı hadîs kitabı.
kütük: bütün adların yazıldığı büyük defter.
küvar: petek, kovan

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 04:23 AM

Arapça Sözlük
 
L

lâ: yoktur, hayır.
lâakal: en azından.
lâalettâyin: gelişigüzel.
lâbis: giyinmiş.
lâbüd: şüphesiz, kesin.
lâdinî: din dışı, dinsiz.
lâedrî: kendi varlığından bile şüphe eden felsefeci.
lâfıgüzâf: boş söz.
lâfız: söz.
lâfz: söz.
Lâfzaicelâl: "ALLAH " lafzı.
lâfzen: sözle.
lâfzî: sözle ilgili.
lâfziye: sözle ilgili olan.
lâfzullah: "ALLAH " lafzı.
lağv: geçersiz, boş.
lahd: mezar.
lâhık: ulaşan, eklenen.
lâhika: eklenen, katılan.
lahm: et.
lahn: güzel ses, kuralsız okuyuş.
lâhut: ilâhî âlem.
lâhutî: ilâhî âlemle ilgili.
lahza: an, en kısa zaman.
lâik: dini olmayan, din dışı.
laîn: lânetli.
lâin: lânet eden.
lâkab: lâkap, takma ad.
lâkayd: kayıtsız, ilgisiz.
lâkaydane: kayıtsızca, ilgisizce.
lâkin: ama, fakat.
lâkita: buluntu.
lâl: dilsiz.
lâlezâr: lâle bahçesi.
lâmeşrû: yasak.
lâmise: dokunma duyusu.
lânet: nefret, öfke.
lâsiyyema: özellikle.
lâşe: leş.
lâşek: şüphesiz.
lâşey: bir şey değil.
lâtaknetû: kesmeyiniz.
lâtenâhî: sonsuz.
lâteşbih: benzetmek gibi olmasın!
Lâtif: lütfedici.
lâtif: yumuşak, güzel, şirin, ince.
lâtifane: lâtifçe.
lâtife: ince duygu, hoş söz, nazik şaka.
Latin: eski bir kavim.
lâubâlî: senli benli, saygısız, ilgisiz, umursamaz.
lâubâlîyâne: saygısızca, ilgisizce.
lâyemût: ölümsüz.
lâyemûtâne: ölümsüz gibi.
lâyenkatı: kesilmeksizin, aralıksız.
lâyetecezzâ: bölünmez.
lâyetefellel: kırılmaz, körelmez.
lâyetenahî: sonsuz.
lâyetezelzel: sarsılmaz.
lâyezâl: yok olmaz.
lâyezâlî: yok olmayan.
lâyıha: tasarı.
lâyık: uygun, yaraşır.
lâyuad: sayısız.
lâyuhsâ: hesapsız.
lâyuhtî: hatasız.
lâyutak: güç yetmez.
lâyüsel: sorumsuz.
lâzım: gerekli.
lâzımâmed: lâzım gelir.
lâzıme: gerekli olan.
leb: dudak.
lebâleb: dopdolu.
lebbeyk: buyurunuz.
lebbeykzen: "buyurunuz" diyen.
Lebîd: ünlü bir şair.
ledün: gizli ilim, marifetullah.
ledünniyât: ALLAH vergisi olan gizli ilimler.
leffen: ekli, bitişik.
lehce: bir beldenin konuşma tarzı.
leheb: ateş alevi.
lehine: onun faydasına.
lehiv: günahlı eğlence.
lehülhamd: ALLAH a hamdolsun.
lehviyât: günahlı eğlenceler.
leim: alçak, kötü.
lekedâr: lekeli.
lema: parıltı.
lemeân: parıldama.
lemeât: parıltılar.
lemha: göz atma.
lemyezel: yok olmaz, devamlı.
lenf: beyaz kan.
lenfisâm: asla kırılmaz ve kopmaz.
lenger: demir çapa.
lengerendâz: demir atan gemi.
lenterânî: beni asla göremezsin!
lerzân: titrek.
lerze: titreme.
leşker: asker.
letâfet: hoşluk, güzellik, incelik, yumuşaklık.
letâif: ince duygular, incelikler, güzellikler.
levâzım: gerekli olanlar.
levâzımât: gerekli şeyler.
levent: denizci asker, yakışıklı.
levh: levha, yazı, resim, manzara.
levha: manzara, yazı, resim.
Levhimahfûz: olmuş ve olacaklarla ilgili bütün bilgilerin yazılı bulunduğu kader levhası.
Levhimahv: varlıkların yazılıp silindiği levha.
levm: kınama.
levn: renk.
levs: pislik.
levvâme: kınayan.
leyâl: geceler.
leyl: gece.
leylî: gececi.
leys: yokluk.
leyse: olmadı.
leyte: keşke.
leyyin: yumuşak.
lezâiz: lezzetler.
lezîz: lezzetli.
lezîzâne: lezzetlice.
lezzât: lezzetler.
lezzet: tad.
liân: lânetleşme.
liaynihî: kendisiyle.
libas: elbise.
liberal: kişi hürriyetine önem veren.
lieclillah: yalnız ALLAH için.
ligayrihi: başkalarıyla.
lihye: sakal.
lika: kavuşma.
lillah: ALLAH için.
lillâhî: ALLAH için.
lillâhilhamd: hamd ALLAH a mahsustur.
lime: parça.
limmî: açıklık.
limmî: eser sahibinden eserlerine ***üren delil, ateşin dumana delil olması gibi.
limmîyet: açıklık.
lisan: dil.
lisanen: dil ile.
lisanıhâl: hâl dili, meramını durum ve görünümüyle anlatma.
livâ: sancak.
livechillah: ALLAH namına.
liyâkat: layıklık, uygunluk.
lizatihî: kendisiyle.
lohusa: yeni doum yapan kadın.
Lokman: Kurânda adı geçen tıp bilgisiyle ünlü bir zat.
lûb: oyun eğlence.
lûgat: lügat, sözlük, kelimelerin anlamlarını kısaca bildiren kitap.
Lût: Sodom halkına gönderilen bir peygamber.
lüb: iç, öz.
lüks: şatafat, aşırı süs.
lülü: inci.
lümeyâ: parıltıcık.
lümme: vesvese, nokta.
lütf: lütuf.
lütfen: lütuf ile.
lütuf: iyilik.
lütufkâr: lütuf eden.
lütufkârane: lütuf edercesine.
lütufnâme: lütuf mektubu.
lüzum: gereklilik.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 04:23 AM

Arapça Sözlük
 
M

ma: su.
maa: "beraber, birlikte" mânâsında ön ek.
maabid: mabetler, tapınaklar.
maâd: âhiret.
maâdâ: başka.
maadin: madenler, ****ller.
maahazâ: bununla beraber.
maalesef: yazık ki.
maalgayr: başkasıyla birlikte.
maali: yücelikler.
maaliftihar: iftiharla, seve seve.
maaliyat: yüce bilgiler, yüksek mertebeler.
maalkerâhe: kerahetle, çirkinlikle.
maalkifaye: yeterli olmakla birlikte.
maalmemnuniye: memnuniyetle.
maamâfih: mamâfih, bununla beraber.
maânî: mânâlar, anlamlar.
maârif: marifetler, ilimler, tanımalar, eğitim.
maârifperver: eğitimi seven.
maâriz: sözün gizli mânâları.
maâsi: günahlar, isyanlar.
maaş: geçinilecek şey, yaşayış, aylık para.
maaşen: yaşayış ve geçim bakımından.
maatteessüf: üzülerek, yazık ki.
maâyib: ayıplar.
maazALLAH : ALLAH korusun.
mâbâd: sonrası.
mâbâdettabiîye: fizik ötesi, ****fizik.
mâbed: mabet, ibadet yeri.
mâbeyn: arası.
mâbihiliftihar: kendisiyle iftihar olunan.
Mâbûd: kendisine ibadet edilen ALLAH .
Mâbûdiyet: Mabutluk.
mâcerâ: serüven.
mâcid: yüce, şerefli.
mâcun: maddelerin ezilmiş hâli.
madalya: başarılı kimselere takılan madeni nişan.
madalyon: boyuna takılan süs eşyası.
madde: uzayda yer dolduran varlık.
maddeperest: maddeye taparcasına düşkün olan.
maddeperver: maddeyi seven.
maddeten: maddece, madde bakımından.
maddî: madde ile ilgili, maddece.
maddîyât: maddî şeyler.
maddîye: madde olan.
maddiyyun: maddeciler, mâneviyata inanmayanlar îmansız felsefeciler.
maddiyyunluk: maddecilik, materyalizm, maddeden başka her şeyi inkâr eden dinsiz felsefeciler.
mâdele: adalet yeri.
mâdelet: adalet etmek.
mâdem: böyle olunca.
mâden: ****l, kaynak.
mâdeniyat: madenler, ****ller.
mâder: ana.
madrûb: vurulmuş, dövülmüş.
mâdûd: sayılan.
mâdûm: yok olan.
mâdûmât: yok olanlar.
mâdûmiyet: yok olma, yokluk.
mâdûn: alt taraf.
mâfât: telef olan, yiten.
mâfevk: üst.
mâfihâ: içindekiler.
mafsal: eklem.
mâfüvv: bağışlanmış.
mağazî: gaza hikâyeleri.
mağdûb: gazaba uğramış.
mağdur: haksızlığa uğramış.
mağfiret: ALLAH ın affı.
mağfûr: affedilen.
mağlata: kafa karıştıran aldatıcı söz.
mağlûb: yenilmiş, mağlup.
mağlûbane: yenilmiş bir hâlde.
mağlûbiyet: yenilgi.
mağmûm: gamlı, tasalı, bulutlu.
mağmûre: adı sanı silinmiş, yerinde yeller esen.
mağrib: batı, akşam.
mağrur: gururlu.
mağrurâne: gururluca.
mağruren: gururlanarak.
mağz: öz, iç.
mah: ay.
mahal: yer.
maharet: ustalık, beceri.
maharim: mahremler, yasaklar, gizliler.
mahbes: hapishane.
mahbub: sevgili.
mahbubâne: sevilerek.
mahbubât: sevgililer.
mahbubiyet: sevilirlik.
mahbus: hapsedilmiş.
mahbusîn: hapsedilenler.
mahbusiyet: hapsedilmişlik.
mahcûb: utangaç, sıkılgan.
mahcûbiyet: utangaçlık.
mahcûr: kısıtlı.
mahdûd: sınırlı.
mahdûdiyet: sınırlılık.
mahdum: oğul, kendisine hizmet edilen.
mahdumiyet: mahdumluk.
mahfaza: koryucu kap.
mahfel: kapalı yer, camilerde yüksek yer.
mahfî: gizli.
mahfîyât: gizlilikler, gizli olanlar.
mahfûz: korunmuş.
mahfûzât: hafızadakiler, korunanlar.
mahfûziyet: korunurluk.
mâhî: balık.
mâhir: maharetli, becerikli.
mâhirâne: ustaca, beceriklice.
mahiyet: öz, nitelik, kendilik.
mahiyyat: mahiyetler, özler.
mahkeme: davaların görülüp hükme bağlandığı yer.
mahkî: hikâye olunan.
mahkîanh: kendisinden bahsedilen.
mahkûm: hükümlü, cezalı, mecbur.
mahkûmiyet: mahkûmluk.
mahlâs: yazarın takma adı.
mahlûk: yaratık.
mahlûkat: yaratıklar.
mahlûkiyet: yaratılmışlık.
mahmil: deve üstündeki sepet, bir söze yüklenen mânâ.
mahmûd: övülmüş.
mahmûl: yüklenilen.
mahmûle: yük.
mahmûr: baygın göz.
mahrec: çıkış yeri.
mahrek: yörünge.
mahrem: gizli, yasak, başkasına haram olan, evlenilmesi haram olan akraba.
mahremâne: mahremce, gizlice.
mahremiyet: mahremlik, gizlilik, yasaklık.
mahrûkat: yakıtlar.
mahrûm: yoksun.
mahrûmiyet: yoksunluk.
mahrût: koni.
mahrûtî: konik.
mahsub: hesaplanmış.
mahsûd: kıskanılan.
mahsûl: ürün.
mahsûlât: ürünler.
mahsûldâr: ürünlü.
mahsûr: kuşatılmış.
mahsûs: hissedilmiş, birine ayrılmış, bile bile.
mahsûsât: mahsuslar.
mahsûsiyet: mahsusluk.
mahşer: ölülerin dirilip toplanacakları yer.
mahşernümâ: mahşeri andıran.
mahşûş: içine girilmiş, lekelenmiş.
mahtûmâne: bitirircesine, bir kitabı bitirince verilen ziyafet gibi.
mâhud: bilinen, sözü edilen.
mâhudiyet: bilinirlik.
mahuf: korkulu.
mahv: benlik bakımından silinme.
mahvetme: silme.
mahviyet: silinme hâli.
mahviyetkâr: benliğini silen.
mahviyetkârane: benliğini silercesine.
mahz: sadelik.
mahzâ: sade.
mahzân: sadece.
mahzen: hazine odası.
mahzeniyet: mahzenlik.
mahzûf: çıkarılan, kaldırılan.
mahzûn: üzgün.
mahzûnâne: üzgünce.
mahzûr: sakınca.
mahzûrât: sakıncalar.
mahzûz: hoşlanan.
mahzûzât: hoşlanılan şeyler.
maî: su cinsinden, su ile ilgili, mavi.
mâide: sofra.
mâil: eğilmiş, meyilli, istekli, andırır, yörünge.
mâile: eğri, eğik.
mâilikamer: ayın yörüngesi.
maîşet: yaşayış, geçim.
maiyyet: yanındakiler.
makabir: mezarlar.
mâkabl: öncesi.
makad: oturak yeri, arka.
makalât: makaleler.
makale: söz, gazete yazısı.
makalid: kilitli yerler.
makam: yer, mertebe, müzikte usul.
makamât: makamlar.
Makâmımahmûd: Peygamberimize verilen yüksek makam.
makamperest: makam düşkünü.
makarr: karar yeri, durulan yer.
makasıd: maksatlar, gayeler.
makber: mezar.
makberistân: mezarlık.
makbûl: kabul edilen, geçerli.
makbûliyet: kabul edilebilirlik, geçerlilik.
makdis: kutsal yer.
makdûrat: takdir edilenler, kudret eserleri.
mâkes: yansıma yeri, ayna.
makhûr: kahredilmiş, ezilmiş.
mâkis: karşılaştırma.
makrû: okunan.
makrûn: yakın, ulaşmış.
maksad: istenen.
maksûd: istenen şey.
maksûm: bölünmüş.
maksûr: kısaltılmış.
makta: kesit.
maktel: öldürülen yer.
maktûl: öldürülmüş.
mâkûd: bağlı.
mâkûl: akla uygun.
mâkûlâne: akla uygun biçimde.
mâkûlât: akla uygun olanlar, akılla ilgili bulunanlar.
mâkûle: akla uygun olan.
mâkûliyet: akla uygunluk.
mâkûs: ters.
mâkûse: tersine çevrilmiş.
mâkûsen mütenâsib: ters orantılı.
makûsen: tersine olarak.
makzî: kaza olunan, ödenen.
mâl: bir kimsenin eli altında bulunan değerli şey.
mâlâmal: dopdolu.
mâlâyanî: faydasız, boş, saçma.
mâlâyanîyât: faydasız şeyler.
mâlâyutak: dayanılmaz, güç yetmez.
mâlihülyâ: boş hayâller, kara sevda.
mâlik: mülkün sahibi.
mâlikâne: büyük ev, sahip gibi.
Mâlikî: dört hak mezhepten biri.
mâlikiyet: sahiplik.
mâliye: mal ile ilgili olan.
mâlûl: hasta.
mâlûliyet: hasta olma.
mâlûm: bilinen.
mâlûmât: bilinenler.
mâlûmiyet: bilinirlik.
mamâfih: bununla beraber.
mâmelek: olanca malı.
Mamhuran: bir aşiret ismi.
mâmûl: yapılmış.
mâmûlât: yapılmış şeyler.
mâmûr: bayındır, şenlikli.
mânâ: anlam, öz.
mancınık: eski bir silah, taş atma aleti.
Mançur: Asyada yaşayan bir kavim.
manda: sömürge, camız.
mânde: kalmış, yaramaz.
mânen: mânâca, anlamca.
mânend: benzer, eş.
mânevî: maddî olmayan, ruhanî.
mânevîyât: madde üstü hâller.
mânevîye: mânâ ile ilgili.
manevra: hareket kabiliyeti, harp oyunu.
mânî: engel.
mânîâ: engel olan.
mânidâr: anlamlı.
mânidârâne: anlamlıca.
mansıb: makam.
mansub: atanan.
mansûr: yardım görmüş, zafere ulaşmış.
mansûs: iyice kesinleşmiş, âyetle sabit.
mantık: düşünen akla kurallarıyla yol gösteren ilim.
mantıkî: mantıkla ilgili, mantıklı.
manyetizma: başka üzerinde uyuşukluk verici tesir.
manzar: bakış yeri.
manzara: görünüş.
manzûm: nazımlı, dizili, düzenli, şiir.
manzûme: şiir, sistem.
manzûmeişemsiye: güneş sistemi.
mâr: yılan.
mâraz: sergi.
maraz: hastalık.
mâreke: çarpışma yeri, çarpışma.
mârez: sergi.
mârık: dinsiz.
mârife: belli, bilinen.
mârifet: ilim, hüner, tanıma.
mârifetâşinâ: marifetin yabancısı olmayan.
mârifetnâme: marifet yazısı.
mârifetullah: ALLAH ı bilme, tanıma.
marîz: hasta.
mâruf: bilinen, güzel.
mârufiyet: bilinirlik.
Mârût: sihir belleten iki melekten biri.
mâruz: arzolunan, verilen, anlatılan, karşı karşıya kalan.
mâruzât: anlatılanlar.
marzî: arzu edilen, Razı olunan.
marzîyât: Razı olunan şeyler.
mâsadak: bir sözü onaylayan, doğrulayan.
masârif: masraflar, giderler.
masârifât: masraflar.
masdar: kök, kaynak.
masdariyet: masdarlık.
masdûk: tasdiklenen.
mâsivâ: yaratıklar.
mâsivâullah: ALLAH ın yarattıkları.
mâsiyet: isyan, günah.
maskara: kendisine gülünen.
maskaraâlûd: maskaralı.
maskat: düşülen yer, doğum yeri.
maslahat: fayda, iş.
maslahatdâr: faydalı.
maslahaten: faydaca.
maslahatkâr: faydalı.
maslahatkârâne: faydalı biçimde.
masnû: sanatla yapılmış eser.
masnûât: sanatlı yapılmış eserler.
masnûiyet: sanat eseri olma hâli.
mason: "masonluk" denilen kökü dışarıda gizli ve tehlikeli bir örgütün üyesi, islâm düşmanı.
masraf: gider, harcama.
masrûf: harcanmış.
mass: emme.
mâsum: günahsız, suçsuz.
mâsumâne: masumca.
mâsume: suçsuz kadın veya kız.
mâsumiyet: masumluk.
mâsûn: korunan.
mâsûniyet: korunurluk.
mâşâALLAH : ALLAH korusun!
mâşer: topluluk.
mâşerî: topluluğun olan.
maşraba: su kabı.
maşrık: doğu.
mâşûk: sevilen.
mâşûka: sevilen kadın.
matbaa: basımevi.
matbah: mutfak.
matbû: basılmış.
matbûât: basın, basılanlar.
mâtem: yas.
mâtemâlûd: yasla karışık.
mâtemhâne: yas evi.
materyalist: maddeci, sadece maddeye inanan îmansız.
materyalizm: maddecilik, maddeden başka varlık tanımayan îmansız felsefe.
matiyye: binek.
matlâ: güneşin doğduğu yer.
matlab: istenen.
matlûb: istenilen.
matlûbât: istenilenler.
matmah: tamah ile bakılan.
matrûd: kovulan.
mâtûf: yöneltilen.
matûmât: yemekler.
Mâtüridî: itikadda hak mezhep imamı olan âlim.
matvî: dürülen, içine tıkılan.
maûn: yardım.
maûnet: yardımlar.
mâverâ: perde arkası.
mâvudieleh: varlık gayesine uygunluk.
mavzer: bir çeşit tüfek.
mâye: maya, öz.
mâyî: sıvı.
mazâhir: görünme ve ortaya çıkma yerleri.
mazanne: zanlı yer veya kimse
mazarrât: zararlar.
mazbata: tutanak.
mazbût: tutulan, derli toplu.
mâzeret: elde olmayan özür.
mazhar: ortaya çıkma ve görünme yeri.
mazhariyet: mazharlık.
mâzi: geçmiş zaman.
mâziyât: geçmiş zamanlar.
mazlûm: zulüm görmüş, sessiz.
mazlûmâne: zulüm görmüşcesine.
mazlûmen: zulmedilerek.
mazlûmîn: zulmedilenler.
mazlûmiyet: zulme uğramışlık.
mazmaza: abdestte ağzı yıkamak.
mazmûm: eklenmiş.
mazmun: ince anlamlı söz.
maznun: zanlı, sanık.
mazrûf: zarfa konan.
mâzûr: özürlü.
mâzûriyet: özürlülük.
meâb: sığınak, dönüş yeri.
meâd: varılacak yer, âhiret.
meâl: sözün kısaca anlamı.
meânî: anlamlar.
mearic: çıkılacak yerler.
meâsi: isyanlar, günahlar.
meâyib: ayıplar.
mebâdi: başlangıçlar.
mebâhis: konular.
mebde: başlangıç.
mebğuz: sevilmeyen.
mebhas: bölüm.
mebhût: şaşkın.
meblağ: tutar, miktar.
mebnî: kurulan, dayanan.
mebsût: genişleyen.
mebsûten: genişleterek.
mebûs: gönderilen, milletvekili.
mebûsân: mebuslar, milletvekilleri.
mebzûl: bol, çok, ucuz.
mebzûliyet: bolluk, çokluk, ucuzluk.
mecâl: tâkat.
mecâlis: meclisler.
mecâz: sözün başka mânâda kullanılması.
mecâzî: mecazlı.
mecbûr: zorlanmış, zorunlu.
mecbûriyet: mecburluk.
meccânen: bedava, parasız.
mecelle: dergi, kanun dergisi.
mechul: bilinmeyen, meçhul.
mechure: nefesin tutulup sesin çıkarılmasıyla okunan harfler.
mecid: yüce, şerefli.
meclis: bir mesele için toplanmış insan topluluğu.
meclûb: çekilen, celbolunan.
mecmâ: toplanılan yer.
mecmû: toplam.
mecmua: yazılar topluluğu, dergi.
mecnûn: deli, çılgın.
mecrâ: su yolu, kanal.
mecrûh: yaralı.
mecrûr: son harfi esre olan kelime.
mêcul: yapılmış.
mêcur: ücretlenme.
mecûsî: ateşe tapan.
meczûb: cezbeli, kendini kaptırmış, başkasının etkisiyle davranan.
meczûbane: cezbeye kapılmışcasına.
medâr: sebep, vesile, kaynak, yörünge.
medâris: medreseler.
medayih: övgüler.
medd: kabarma, uzatma.
meddâh: öven.
medde: uzatma işareti.
meded: yardım.
mededkâr: yardım eden.
mededres: yardımcı.
medenî: terbiyeli, kibar, şehirli.
medeniyet: düzenli ve ileri hayat seviyesi, şehirlilik.
medeniyetperest: medeniyete aşırı düşkün olan.
medeniyetperver: medeniyeti seven.
meder: çakıl taşı.
medfen: mezar.
medfûn: gömülmüş, defnedilmiş.
medh: medih, övme.
medhal: giriş, etki.
medih: övme.
medîha: övgü.
medîne: şehir.
medlûl: kendisine delil getirilen, mânâ, anlatılan.
medlûliyet: kendisine delil getirilme.
medrese: dershane, okul.
Medresetüzzehrâ: parlak medrese.
medyum: cinci.
medyun: verecekli.
mefâhim: mefhumlar, kavramlar.
mefâhir: övünülecek şeyler.
mefâsid: bozguncular.
mefatih: anahtarlar.
mefhar: övünme sebebi.
mefhum: kavram.
mefkud: bulunmayan.
mefkûre: ülkü.
meflûc: felçli, inmeli.
mefrûş: döşeli.
mefsedet: fesatlık, bozukluk.
mefsûh: hükmü kaldırılan.
meftûn: tutkun, vurgun.
meftûniyet: tutkunluk, vurgunluk.
meftûr: bezgin.
mefûl: fiilden etkilenen.
mefûliyet: fiilden etkilenmişlik.
meh: ay.
mehâbet: heybet, büyüklük.
mehâfet: korku.
mehâfetullah: ALLAH korkusu.
mehâlik: tehlikeler.
mehâsin: güzellikler.
mêhaz: kaynak.
mehbît: inilen yer.
mehbût: korkudan şaşıran.
mehcûr: ayrılmış.
mehd: beşik.
Mehdî: hidayete eren ve hidayete vesile olan, âhirzamanda eserleri ve talebeleriyle îmana hizmet ederek yeryüzünü nurlandıran büyük ve nuranî âlim.
Mehdîmisâl: Mehdî gibi.
mehenk: ölçü taşı.
mehîb: korkulan.
mehmâemken: olabildiğince.
mehmûse: fısıltıyla okunan harfler.
mehr: mehir, erkeğin kadına verdiği evlenme bedeli.
mehtâb: mehtap, ay ışığı.
mehter: Osmanlılarda askerî müzik takımı.
mekâdir: miktarlar.
mekân: yer, ev.
mekânî: mekânla ilgili.
mekanik: hareket ilmi.
mekanizma: makine kısmı, işleyiş.
mekârim: iyilikler.
mekatı: duraklar.
mekâtib: okullar.
mekâyis: ölçütler.
mêkel: yemek yenilen yer.
mekîk: bir dokuma âleti.
mekîn: sakin, vakarlı, saygın.
mekkâr: hileci, düzenci.
Mekke: Kabenin bulunduğu mukaddes şehir.
meknun: örtülü, gizli.
meknûz: gizli define.
mekreme: ikram yeri.
mekruh: kötü, çirkin.
meksûb: kazanılmış.
meksûbe: kazanılan.
mekşûf: keşfedilen, açılan.
mekteb: mektep, okul.
mektûb: mektup, yazılan.
mektûbât: mektuplar.
mektûbe: yazılmış.
mektûm: gizli, saklı.
mêkûlât: yiyecekler.
melâb: oyun yeri.
melâbe: oyun yeri.
melâbegâh: oyun oynanan yer.
melâhat: yüz güzelliği.
melâhim: savaş yerleri.
melâib: oyunlar, oyun yerleri.
melâik: melekler.
melâike: melekler.
melâiketullah: ALLAH ın melekleri.
melâl: can sıkıntısı.
melâmet: kınanmışlık.
melâmî: kınanmış, melamilik tarikatından olan.
Melâmîlik: kendini kınamayı esas alan bir tarikat.
melâne: lânete lâyık olan.
melbûsât: giyecekler.
melcê: sığınak.
meleiâlâ: büyük meleklerin âlemi.
melek: nurdan yaratılmış masum varlık.
melekât: melekeler.
meleke: zihnin anlama, kavrama, hatırlama gibi özellikleri, tekrar tekrar yapmaktan dolayı kazanılan beceri.
melekî: melekle ilgili, melek gibi.
melekiyet: meleklik.
meleksimâ: melek yüzlü.
melekût: melekler âlemi, varlıkların ilâhî isimlere bakan iç yüzü.
melekûtî: melekutla ilgili.
melekûtîyet: melekutluk.
melekülmevt: ölüm meleği.
melez: ırkı karışık.
melfûf: paketlenip gönderilen.
melfûfât: paketlenip gönderilenler.
melfûz: söylenmiş.
melhûz: düşünülebilen.
melîh: güzel, şirin.
melîk: hükümdar.
melîke: kadın hükümdar.
melîl: üzgün.
melsûk: yapıştırılmış.
mêlûf: alışılmış.
melûl: usanmış.
melûn: lânetli.
melûnâne: melunca.
melzum: lüzumlu.
memâlik: memleketler.
memât: ölüm.
memduh: övülmüş.
memduha: övülmüş.
memer: geçit.
memlû: dolu.
memlûk: köle.
memnû: yasak.
memnûn: hoşnut.
memnûnâne: memnunca.
memnûniyet: memnunluk.
mêmûl: umulan.
Mêmûn: felsefe kitaplarını tercüme ettirmesiyle meşhur bir halife.
mêmûn: emin, korkusuz.
mêmûr: emir altında olan.
mêmûrîn: memurlar.
mêmûriyet: memurluk.
memzûc: karışık.
men: kim.
men: yasaklama.
menâbî: kaynaklar.
menâfî: menfaatler.
menâfiz: delikler.
menâhî: yasaklananlar.
menâhic: metodlar.
menâkıb: hayat hikâyeleri.
menâm: uyku.
menâmen: uykudayken.
menâr: ışık tutucu.
menâsık: ibadet yerleri.
Menat: bir putun adı.
menâtık: mıntıkalar, bölgeler.
menâzır: manzaralar.
menâzil: inilen yerler.
menbâ: kaynak.
mencê: kurtuluş yeri.
mendûb: emredilmediği hâlde yapılan güzel amel, iş.
mendûbiyet: mendupluk.
menend: eş, benzer.
menfâ: sürgün yeri.
menfaat: fayda, çıkar.
menfaatperest: menfaatına çok düşkün.
menfaattar: menfaatli.
menfez: delik, gözenek.
menfî: olumsuz, sürgün.
menfûr: nefret edilen.
menhî: yasaklanan.
menhiyat: yasaklananlar.
menhûs: uğursuz.
meni: döl suyu.
menkıbe: hayat hikayesi.
menkûha: nikâhlı kadın.
menkul: anlatılan, taşınabilen.
menkulât: taşınanlar, anlatılanlar.
menkûr: inkâr edilen.
menkûs: tersine çevrilmiş.
menkuş: nakışlı.
menkuz: bozulmuş.
Mennân: kullarına bol nimet ve ihsanlarda bulunan ALLAH .
mensub: bağlı, ait, ilgili.
mensubât: bağlılar, ilgililer.
mensubiyet: bağlılık, aitlik.
mensûc: dokunmuş.
mensûcât: dokunanlar.
mensûh: hükmü kaldırılmış.
mensur: nesirli.
mensûs: âyet ve hadîs gibi kesin delillerle tesbit edilmiş olan.
menşê: esas, kök, kaynak.
menşûr: yayılmış.
mênûs: alışılmış.
menvî: niyetlenen.
menzil: inilen yer.
menzilgâh: inme yeri.
merâ: otlak.
merak: öğrenme isteği.
merakâver: merak verici.
merâkib: binekler.
merâm: maksat, niyet, istek.
merâsim: tören.
merâtib: mertebeler.
merâyâ: aynalar.
merbût: bağlı, irtibatlı.
merbûtiyet: bağlılık.
mercan: denizden elde edilen bir süs maddesi.
mercî: makam, dönülecek yer, başvurulacak yer, kaynak, makam.
mercîiyet: başvurulacak makam olma özelliği, kaynaklık.
mercû: ümit edilen, rica olunan.
mercûh: tercih edilmeyen, başkası ona tercih edilmiş.
merd: mert, sözünün eri.
merdâne: mertçe.
merdûd: reddedilmiş.
merdümgiriz: insanlardan sıkılan, yalnızlığı seven.
merdümgirizane: kalabalıktan sıkılıp yalnızlık isteyerek.
merfû: yükseltilmiş.
merğûb: rağbet edilen, istenilen.
merhaba: rahat olun, hoş geldiniz.
merhale: kademe, aşama.
merhamet: acıma.
merhameten: merhamet ederek.
merhametkâr: merhametli.
merhametkârâne: merhamet edercesine.
merhem: yara ilacı.
merhûm: rahmetli, ölmüş.
merhûme: ölmüş kadın.
merhûn: rehin edilmiş.
merî: görünür olan, yürürlükte olan.
meridyen: boylam.
Merih: bir gezegen.
merîyyet: yürürlükte oluş, görünürlük.
merkeb: binek.
merkez: orta mekân, idare yeri.
merkezî: merkezde olan.
merkeziyet: merkezlik.
merkûb: binek.
mermi: kurşun.
mermuze: dolaylı anlatılan.
mersiye: ölüm şiiri.
mert: üstün karakterli.
mertebe: derece, aşama.
Merve: Mekkede bir mübarek tepe.
mervî: rivayet edilen, anlatılan.
merzûk: rızıklanmış.
merzûkiyet: rızıklanmışlık.
mesâbe: yerinde, değerinde.
mesâbih: lambalar.
mesâcid: namaz kılınan yerler.
mesâfe: ara, uzaklık.
mesağ: izin.
mesâha: yüz ölçümü.
mesâhif: mushaflar, Kurânlar.
mesâi: çalışmalar, emekler.
mesâib: musibetler.
mesâil: meseleler.
mesaj: haber.
mesâk: sevkedilen yer.
mesâkin: meskenler, evler.
mesâkin: miskinler, fakirler.
mesâlih: maslahatlar, işler.
mesâlik: meslekler, ekoller, yollar.
mesâmât: gözenekler, delikler.
mesâme: gözenek.
mesâne: sidik torbası.
mesânî: bir şeyin tekrarı.
mesarr: sürurlu, sevinçli.
mesâvî: kötü hâller.
mesbûk: geçmiş, geri kalmış.
mescid: secde yeri, küçük cami.
mesel: atasözü, küçük hikâye.
mesêle: düşünülecek husus, konu.
meserret: sevinç, şenlik.
mesh: el sürme, silme.
Mesîh: olumlu mânâda isa aleyhisselâm için söylenen bir tabir.
Mesîh: "silen, bozan" mânâsında deccalın bir adı.
mesîl: kanal, benzer.
mesîre: gezinti yeri.
mesîregâh: gezinti yeri.
meskat: doğum yeri.
mesken: oturulan yer, ev.
meskenet: yoksulluk, miskinlik.
meskûn: oturulan yer.
meslek: yol, usûl, ekol.
mesmû: işitilen.
mesmûat: işitilenler.
mesmûm: zehirlenmiş.
mesned: dayanak.
mesnevî: bir şiir türü.
mesnûn: sünnet olan.
mesrûk: çalınmış.
mesrûr: sevinçli, sürurlu.
mesrûrâne: sevinçli bir şekilde.
mesrûriyet: sevinçlilik.
mest: ayakkabı, hazla kendinden geçen.
mestûr: örtülmüş.
mestur: satırlanmış, çizilmiş.
mestûre: örtülü kadın.
mesûd: saadetli, mutlu.
mesûdâne: saadetle.
mesûdiyet: mesutluk.
mesûk: sevk olunan.
mesûl: sorumlu.
mesûliyet: sorumluluk.
meşâgil: meşguliyetler.
meşâhir: meşhurlar, ünlüler.
meşakkat: zahmet, zorluk, sıkıntı.
meşâle: ucu alevli değnek.
meşârib: meşrepler, anlayışlar, gidişatlar.
meşayih: şeyhler, pirler.
meşbû: doymuş.
meşegâh: meşelik.
meşême: sol, kötü, uğursuz.
meşgale: iş, uğraş.
meşgul: işli, iş üstünde olan.
meşguliyet: işlilik.
meşher: sergi.
meşhûd: görülen.
meşhûdât: görülenler.
meşhûdiyet: görünürlük.
meşhûn: sevinçli.
meşhûr: ünlü.
meşîet: dileme.
meşîhat: din işleri merkezi.
meşk: alıştırma, örnekleme.
meşkûk: şüpheli.
meşkûr: şükre lâyık olan.
meşmeşiye: normal göze görünmeyen misalî bir âlem.
meşreb: meşrep, gidişat.
meşreben: gidişatça.
meşrık: doğu.
meşrû: dine uygun.
meşrûbât: içecekler.
meşrûh: açıklanmış.
meşrûhât: açıklananlar.
meşrûiyet: dine uygunluk.
meşrût: şarta bağlı.
meşrûta: şarta bağlanmış.
meşrûtiyet: devletin bir hükümdarın başkanlığı altındaki millet meclisi tarafından idare edildiği yönetim biçimi.
meşrûtiyetperver: meşrutiyeti seven.
meşşâiyyun: akla güvenip peygambere inanmayan felsefeciler.
meşşata: süsleyen, tarayan.
meşûm: uğursuz.
meşûmâne: uğursuzcasına.
meşûme: uğursuz.
meşûr: şuurlu.
meşveret: danışma, fikir alışverişi yapma.
metâ: ticaret malı.
metâlî: güneş ve ayın doğduğu yerler ve zamanlar.
metâlib: istenenler.
****net: dayanıklılık.
metbû: kendisine uyulan.
metbûiyet: metbuluk.
metfuh: açılmış.
methetme: övme.
methiye: övgü, övme.
metîn: ****netli, dayanıklı.
metin: yazının tamamı.
metînâne: dayanıklı biri gibi.
metod: usûl, yöntem.
metrûk: terkedilmiş.
metrûkât: terkedilenler.
Metta: Yunus aleyhisselâmın annesi.
meûnet: geçimlik.
mêvâ: yer, mekân.
mevâcid: kalbe zevk veren hâller.
mevâdd: maddeler.
mevâhib: karşılıksız verilenler, ihsanlar.
mevâkıf: duraklar.
mevâki: yerler.
mevâlid: mevlidler, doğmalar.
mevâlîd: varlıklar.
mevâni: maniler, engeller.
mevâsim: mevsimler.
mevhat: cansızlar.
mevc: dalga.
mevce: dalga.
mevcûd: mevcut, var olan.
mevcûdat: varlıklar.
mevcûdiyet: varlık.
meveddet: dostluk, sevgi.
mevhibe: verilmiş.
mevhûbe: verilen.
mevhum: kuruntu ürünü.
mevîza: öğüt, nasihat.
mevkıf: durak, bölüm.
mevki: yer.
mevkib: kafile, topluluk.
yle='margin-top:0cm;margin-right:1.0cm;margin-bottom:0cm; margin-left:1.0cm;margin-bottom:.0001pt;mso-pagination:none'>mevkuf: durdurulan, tutulan.
mevkufen: tutularak, durdurularak.
mevkute: süreli yayın.
Mevlâ: sahip, efendi, ALLAH .
Mevlânâ: Mesnevî adlı kitabın da yazarı olan ünlü velî ve şair.
mevlânâ: efendimiz.
Mevlevî: Mevlânanın tarikatından olan.
Mevlevîvârî: dönerek zikreden mevleviler gibi.
mevlid: doğum.
mevlûd: doğan.
mevrid: varılan yer, yol.
mevrûs: mirasla gelen.
mevsûf: vasıflı, sıfatlanan.
mevsûk: vesikalı, belgeli, sağlam.
mevsûkan: belgeli bir biçimde.
mevsûl: kavuşan, ulaşan, bitişen.
mevsûle: bitiştirilmiş.
mevt: ölüm.
mevta: ölü.
mevtâlûd: ölümle karışık.
mevûd: söz verilmiş.
mevzî: bir şey konulacak yer.
mevzû: konu.
mevzû: uydurulmuş hadîs.
mevzûat: kurallar, kanunlar.
mevzûbahis: söz konusu.
mevzun: ölçülü, tartılı.
mevzunen: ölçülü ve tartılı olarak.
mevzuniyet: ölçülülük, tartılılık.
mey: şarap,
meyâdin: meydanlar.
meyân: orta, ara.
meydân: saha, alan.
meyelân: eğilim, istek.
meyil: istek, yönelme.
meyl: istek, yönelme.
meymene: sağ, iyilik, uğur.
meymenet: bereket, uğur, kutluluk.
meymûn: uğurlu, kutlu.
mêyûs: ümitsiz.
mêyûsane: ümitsizce.
mêyûsiyet: ümitsizlik.
meyvedâr: meyveli.
meyyâl: meyilli, istekli.
meyyit: ölü, cansız.
mezâd: mezat, artırmalı satış.
mezâhib: mezhepler.
mezâhim: zahmetler, zorluklar.
mezâhir: görünme yerleri, çiçekli yerler.
mezâk: tadma.
mezâlim: zulümler.
mezâmir: Zebur kitabının süreleri.
mezâr: kabir, ziyaret yeri.
mezâristân: mezarlık, ölüler ülkesi.
mezâyâ: meziyetler.
mezbaha: hayvan kesim yeri.
mezbele: çöplük.
mezbûr: sözü edilen.
mezc: karıştırma, katıştırma.
meze: çerez.
mezellet: alçaklık.
mezheb: gidilen yol, dinin esaslarında aynı ayrıntılarında farklı görüşler.
mezher: çiçeklik.
mezhere: çiçeklik.
meziyet: güzel özellik.
meziyyât: meziyetler.
mezkûr: anılan.
mezmûm: yerilmiş.
mezraa: tarla.
mezrûat: ekilenler.
mêzûn: izinli.
mıh: çivi.
mıknatıs: bazı ****lleri çeken madde.
mıntıka: bölge.
mısrâ: şiirin her bir satırı.
mıstar: cetvel.
mızrâk: ucu sivri savaş aleti.
miâd: vade.
midâd: mürekkep.
midevî: mide ile ilgili.
miftah: anahtar.
mihâl: kuvvet.
mihânikiyyet: mekaniklik.
mihenk: deneme taşı.
mihmân: misafir.
mihmândâr: misafiri olan.
mihnet: sıkıntı, tasa.
mihrâb: imamın namaz kıldırdığı yer.
mihrâk: odak.
mihver: eksen.
Mikâil: dünya işlerini düzenlemekle görevli melek.
mikdâr: miktar, nicelik.
mikyas: ölçü, ölçek.
mikyasvari: ölçü gibi.
mil: ince ****l, sel birikintisi.
milâd: doğum günü.
milâdî: milada dayanan.
milel: milletler.
milis: sivil ordu.
millet: aynı dinden olanlar topluluğu.
milletdaş: aynı milletten olan.
milletperver: milletini seven.
millî: milletle ilgili.
milliyet: aynı milletten olma hâli.
milliyetperver: milliyetçi, milletini seven.
mîmar: bina tasarımcısı.
mimsiz medeniyet: deniyet, yani alçaklık.
minâ: cam, billur, sırça, parlak.
minârât: minareler.
minber: camide hutbe okunan yer.
minhâc: yol, meslek, metod.
minindillah: ALLAH katında.
minnet: iyiliğe karşı duyulan şükür hissi, başa kakma.
minnetdâr: minnet eden.
minnetdârâne: minnet duyarak.
minnetdârlık: minnet hissetme.
mintarafillah: ALLAH tarafından.
minvâl: tarz, yol, gidiş.
mîr: bey, amir.
mîrâc: merdiven.
Mîrâc: Peygamberimizin semaya çıkma mucizesi.
Mîrâciye: Mevlidin mîraçla ilgili bölümü.
mîrâcvârî: mîraç gibi.
miralay: albay.
miras: ölen kimsenin yakınlarına kalan malı.
mirât: ayna.
mîrî: devlet malı.
mirkat: mertebe, derece.
mirlivâ: tuğgeneral.
mirsâd: gözetleme yeri.
mirzâ: reis, bey.
misafirhâne: misafir evi.
misafirperver: misafiri seven.
mîsak: sözleşme.
misâl: örnek, bir alem adı.
misâlî: misâl hâlinde, misâlle ilgili.
misâlîye: misâlle ilgili olan.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 04:23 AM

Arapça Sözlük
 
misbah: lamba, kandil.
misdâk: onaylayıcı delil.
misil: eş, benzer.
misillü: benzeri, gibi.
misk: güzel koku.
miskal: 4,5 gram ağırlık.
miskin: yoksul, uyuşuk, tembel, zavallı.
mislen: benzer olarak.
misliyet: benzerlik, eşlik.
mismar: çivi.
mistar: cetvel.
mistik: içle ilgili.
misvâk: sünnet olan diş temizleme aleti, bir ağacın kökü.
misyon: vazife.
misyoner: Hıristiyanlığı yaymakla görevli kimse.
mîşâr: onda bir.
mişkât: lamba konan yer, kandil.
mişvâr: davranış, gidişat.
miting: bir gaye uğruna yapılan büyük toplantı.
mitoloji: efsane ilmi.
mitralyöz: makinalı tüfek.
miyan: orta, ara.
mîyâr: ölçü.
mizâc: huy, yaradılış.
mizâh: komedi, gülmece.
mîzan: terazi, tartı, ölçü.
mîzancık: küçük terazi, ölçücük.
mîzenend: söylüyorlar, vuruyorlar.
model: örnek, misal.
Moğol: Asyada bir kavim.
molla: büyük âlim, medrese talabesi.
moral: ruh gücü.
muaccel: acele, peşin.
muacciz: sıkıntı verici, rahatsız edici.
muâddel: düzeltilen.
muâddil: düzeltici.
muâdil: denk, dengeli.
muâf: affolunmuş, ayrı tutulmuş.
muâhede: antlaşma.
muâheze: sorgulama, azarlama.
muahhar: sonraki.
muâhid: antlaşma yapan.
muâkıb: cezalandıran.
muâkıd: sözleşen.
muakkib: izleyen.
muâlece: işe girişme.
muallâ: yüce.
muallak: boşlukta, askıda.
mualleka: asılan.
muallekât: asılanlar.
muallekatısebâ: Kâbe duvarına asılan yedi ünlü şiir.
muallem: talimli, eğitilmiş.
muallim: ilim belleten, öğretmen.
muallime: hanım öğretmen.
muamelât: muameleler, işlemler.
muamele: davranış, işlem.
muammâ: bilmece.
muammââlûd: bilmeceli.
muammer: uzun ömürlü.
muânaka: sarılma.
muânân: ananeli, belgeli.
muânid: aykırı, direnen.
muannid: inatçı.
muannidane: inat edercesine.
muanven: ünvanlı, namlı.
muâraza: çekişme, tartışma, muhalefet.
muârefe: tanışma.
muâreke: kavga.
muârız: muarazacı, muhalif, çekişen, tartışan.
muarrâ: temiz, arınmış.
muarreb: Araplaşmış.
muarref: tanıtılmış.
muarrif: tanıtıcı.
muâsır: çağdaş.
muâşaka: sevişme.
muâşeret: iyi geçinme, görgü.
muâteb: azarlanmış.
muattal: işlemez, işsiz.
muattar: ıtırlı, güzel kokulu.
muattıl: îmansız, tanrıtanımaz.
muattıla: îmansız, tanrıtanımaz.
muâvenet: yardım.
muâvenetdârâne: yardım edercesine.
muâveneten: yardım olarak.
muâvenetkârâne: yardımcı olurcasına.
muâvin: yardımcı.
Muâviye: Emevi Devletinin kurucusu olan bir sahabe.
muâyene: gözden geçirme.
muayyen: belli, ölçülü, tartılı.
muazzam: pek büyük.
muazzeb: eziyet çeken.
muazzez: izzetli, şerefli.
muazzib: azap eden.
mubâh: işlenmesinde sevap ve günah olmayan.
mubassır: gözcü, bakıcı.
mûbik: helak edici, büyük günah.
mubsır: görünen.
mubsırât: görünenler.
mûcib: gereken, gerektiren.
mûcib: hayrete düşüren.
mûcibe: hüküm, gerektiren.
mûcibibizzat: her şeyi yapmaya mecbur olan.
mûcid: yeni bir şey yapan, "yoktan var eden" mânâsında ilâhî isim.
mûciz: insanı aciz bırakan.
mûciz: kısa, fakat çok mânâlı, özlü.
mûcizane: aciz bırakırcasına.
mûcizât: mûcizeler.
mûcize: insanların yapamadığı harikalar.
mûcizekâr: mûcizeli, mûcize gösteren.
mûcizevârî: mûcize gibi.
mûcizevî: mûcizeli biçimde, mûcize ile ilgili olarak.
mûciznümâ: mûcize gösteren.
mudarebe: dövüşme.
mudga: et parçası.
mudhike: gülünecek şey, komedi.
mudıll: saptıran.
mûdil: büyük, çetin, zor.
mufaddıl: üstün eden, yükselten.
mufassal: ayrıntılı.
mufassalan: ayrıntılı biçimde.
mugaddi: besleyici.
mugalata: yanıltıcı için söz söyleme.
muganni: nağmeyle okuyan.
mugayeret: aykırılık.
mugayir: aykırı.
mugayyebât: bilinmeyenler.
mugayyebâtıhâmse: beş bilinmeyen şey.
mugis: yardım isteyene yardım eden.
muğlak: kapalı, anlaşılması zor.
muğnî: zengin edici.
muhabbet: sevgi.
muhabbetdâr: seven, sevgili.
muhabbetdârâne: severcesine.
muhabbethâne: sevgi evi.
muhabbetkârâne: severcesine.
muhabbetullah: ALLAH sevgisi.
muhâberât: haberleşmeler.
muhâbere: haberleşme.
muhâbir: haberci.
muhâcerât: göç etmeler.
muhâceret: göç etme.
muhacim: saldıran.
muhâcir: göç eden, göçmen.
muhâcirîn: Medineye göç eden sahabeler.
muhaddis: hadîs âlimi.
muhaddisin: hadîs âlimleri.
muhafaza: koruma.
muhafazakâr: koruyucu.
muhaffef: hafifletilmiş.
muhâfız: koruyan.
muhâkât: taklit etme.
muhhakemât: akıl yürütmeler, hüküm çıkarmalar.
muhâkeme: düşünme, akıl yürütme, hüküm çıkarma, yargılama.
muhâkî: benzer.
muhakkak: kesin, gerçekleşmiş.
muhakkik: araştıran, inceleyen.
muhakkikâne: araştırırcasına.
muhakkikîn: araştırmacılar, büyük âlimler.
muhâl: imkânsız, olması mümkün olmayan.
muhâlât: muhaller, imkânsız olmalar.
muhâlefet: karşı gelme, ayrı düşünme, uymama.
muhâlif: karşı, zıt, aykırı, uymaz.
muhâliyet: imkânsız oluş.
muhalled: sürekli.
Muhammed: Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâmın "medhedilen" mânâsındaki ismi.
Muhammediye: Peygamberimizle ilgili.
muhammen: tahmin edilen.
muhannes: kadınlaşmış erkek.
muhârebât: savaşmalar.
muhârebe: savaşma.
muhârib: savaşan.
muharref: değiştirilmiş, bozulmuş.
muharrem: Arabî ayların ilki.
muharremât: haram edilen şeyler.
muharrer: yazılı, yazılmış.
muharrık: yakan, susatan.
muharrib: tahrip eden, yıkan.
muharrif: değiştiren, bozan.
muharrik: hareket ettiren.
muharrir: yazar.
muhâsama: düşmanlık.
muhâsamet: düşmanlık besleme.
muhâsara: kuşatma.
muhâsebe: hesaplaşma, hesap görme.
muhâsım: düşman.
muhâsib: hesapçı.
muhassal: netice, sonuç, ürün.
muhassala: elde edilen sonuç.
muhassıl: hasıl eden, neticelendiren.
muhassıs: hususileştiren, ayıran.
muhassısa: hususileştirici.
muhât: kuşatılmış.
muhâtab: kendisine söz söylenilen.
muhâtabâne: kendisine söz söylenilen kimse gibi.
muhâtabîn: kendisine söz söylenenler.
muhâtara: korkulu durum.
muhâverât: konuşmalar.
muhâvere: konuşma.
muhavvef: korkulu.
muhavvel: ısmarlanmış, değiştirilmiş.
muhavvif: korkutan.
muhavvil: değiştiren.
muhayyel: hayâl edilmiş.
muhayyer: seçmeli.
muhayyile: hayâl kuvveti.
muhayyir: hayret ettiren.
muhbir: haberci.
muhdes: sonradan meydana getirilmiş.
Muhdis: her şeyi sonradan var eden ALLAH .
muhib: seven.
muhill: bozan.
mûhin: hor ve hakir eden.
mûhiş: korkutan.
muhit: kuşatan, çevre.
muhita: kuşatıcı.
muhkem: sağlam.
muhkemât: sağlam ve mânâsı açık olanlar, kuvvetliler.
muhles: ihlası devamlı olan.
muhlis: ihlaslı, samimi, işini sadece ALLAH için yapan.
muhlisâne: muhliscesine.
muhlisen: muhlisce.
muhrib: tahrip eden, yıkan.
muhrik: yakıcı.
Muhsî: herşeyin sayısını bilen ALLAH .
Muhsin: "ihsan eden, güzel davranan" mânâsında ilâhî isim.
muhsin: yaptığı işi en güzel yapan, ALLAH ı görür gibi ibadet eden.
muhsinîn: işini güzel yapanlar, ALLAH ı görür gibi ibadet edenler.
muhtâc: ihtiyacı olan.
muhtar: kendi iradesiyle hareket edebilen.
muhtariyet: hareket serbestisi olan.
muhtasar: kısa.
muhtasaran: kısaca.
muhtedî: îmana gelen.
muhtefi: gizlenen.
muhtekir: kıymetlensin diye mal saklayan vurguncu.
muhtelif: çeşit çeşit, birbirine uymayan.
muhtelife: başka başka.
muhtelit: karışmış.
muhtell: bozuk, hasta.
muhtemel: olabilir.
muhtera: yoktan var edilmiş.
muhterem: hürmet edilen, saygın.
muhterik: yanan.
muhteris: ihtiraslı.
muhteşem: ihtişamlı, görkemli.
muhtevâ: iç, öz, mânâ.
muhtevî: içine alan.
muhteviyat: içindekiler.
muhtıra: hatırlatma.
muhtî: hata yapan.
Muhyî: hayat veren, dirilten, ALLAH .
muin: yardımcı.
mukabele: karşılık verme.
mukabeleten: karşılık vererek.
mukabil: karşılık.
mukaddem: önceki.
mukaddemât: öncekiler, başlangıçlar.
mukaddeme: önsöz, başlangıç.
mukadder: kader ile belirlenmiş.
mukadderât: kader ile belirlenenler.
mukaddes: kutsal olan.
mukaddesât: kutsal olanlar.
mukaddime: başlangıç, önsöz.
Mukaddir: "takdir eden, kıymet biçen" mânâsında ilâhî isim.
mukaffa: kafiyeli.
mukallid: taklitçi.
mukannen: kanunla belirlenmiş, düzenli.
mukannin: kanun koyan, düzenleyen.
mukarenet: bitişiklik, yakınlık.
mukarin: bitişik, yakın.
mukarreb: yakın olan.
mukarrebin: yakın olanlar.
mukarrer: kararlaşmış.
mukarrib: yaklaştıran.
mukatele: birbirini öldürme.
mukattaa: sûre başlarında bulunan şifreli harf.
mukattaat: sûrelerinin başlarında bulunan şifreli harfler.
mukavele: sözleşme.
mukavemet: dayanma, direnme.
mukavemetsûz: dayanma gücünü bitiren.
mukavim: dayanıklı.
mukavves: kavisli, eğrilmiş.
mukavvis: kavisli, eğri.
mukayese: karşılaştırma.
mukayyed: kayıtlı, bağlı, sınırlı.
mukîl: hataları affeden.
mukîm: oturan, yerleşik.
muknî: ikna eden, inandıran.
muknîyâne: ikna edercesine, inandırarak.
muksit: haklı hareket eden.
muktazi: gerekçe, gerektiren.
muktebes: bir yerden alınan.
muktedâ: kendisine uyulan.
muktedâbih: kendisine uyulan kimse.
muktedî: birine uyan.
muktedir: iktidarlı, gücü yeten.
muktedirâne: gücü yeter biçimde
muktesid: iktisadlı, tutumlu.
muktesidane: iktisadlı şekilde, tutumlu biçimde.
muktezâ: gereken, gerekirlik.
muktezî: gerektiren, gerekçe.
muktezîyât: gerektirenler, gerekçeler.
mumaileyh: adı geçen.
mumatala: sohbet eder gibi karşılıklı konuşma.
mumdar: mum tutan, aydınlatan.
mumya: çürümesin diye ilaçlanmış ölü.
munâtıf: bir tarafa yönelmiş, meyletmiş.
munazzam: düzenlenen.
munazzım: düzenleyen.
munfasıl: ayrılmış.
mûnis: alışılmış, evcil, sevimli.
munkabız: sıkıntılı, büzülmüş.
munkalib: dönüşmüş, değişmiş.
munkarız: bitmiş, batmış.
munsarıf: geri dönen.
munsıf: insaflı.
munsıfane: insaflıca.
muntabık: uygun.
muntasır: öç alan.
muntazam: düzenli.
muntazaman: düzenli olarak.
muntazar: beklenen.
muntazır: bekleyen.
muntazıran: bekleyerek.
muntazırâne: beklercesine.
munzam: eklenen.
murabba: kare.
murabıt: bağlı.
murâd: arzu, istek, dilek.
murafaa: duruşma.
murahhas: delege, devlet adına görevli kimse.
murâkabe: denetleme.
murâkıb: denetleyici.
murassâ: süslü, mücevherli.
murassâât: süsler, mücevherler.
murdar: pis, kirli.
murdia: süt anne.
mûris: miras bırakan, veren.
murtabıt: irtibatlı, bağlı.
murteza: kendisinden Razı olunan.
musâb: kendine bir şey isabet eden.
musaddak: tasdiklenmiş, onaylanmış.
musaddık: tasdik eden, onaylayan.
musaddıkane: onaylayarak.
musâfaha: tokalaşma.
musaffa: safileşmiş, arıtılmış.
musaffi: safileştiren, arıtan.
musağğar: küçültülmüş.
musâhabe: sohbet etme.
musâhale: kolaylaştırma.
musâhere: akrabalık.
musahhah: düzeltilmiş.
musahhar: emir altında, esir alınan.
musahharane: emir altında gibi.
musahhariyet: emir altındaymışcasına.
musahhih: düzelten.
musahhihane: düzeltircesine.
musahhir: ele geçiren.
musâhib: sohbet arkadaşı.
musâlâha: barışma, anlaşma.
musâlâhakârâne: barışarak, barışırcasına.
musallâ: namaz yeri.
musallat: sataşan.
musalli: namaz kılan.
musammem: hakkında karar verilmiş, kararlaştırılmış.
musanna: sanatlı.
musannif: derleyip düzenleyen.
musarrah: açıklanmış.
musavver: resimlenmiş.
musavvibe: tasvip edilen.
Musavvir: sûret veren, biçimlendiren, ALLAH .
musavvire: sûretlenen, biçimlenen.
musaykal: cilali.
Musevî: Musa aleyhisselâma tabi olan, Yahudi.
mushaf: sahife, kitap, Kurân.
musıka: musıki, müzik.
musıki: müzik.
musır: ısrar eden.
musırrane: ısrarla.
mûsî: vasiyet eden, tavsiye eden.
musîb: isabetli, doğru.
musîbât: musibetler.
musîbet: başa gelen acı verici olay.
musîbetzede: musibet gören.
musika: mızıka.
muslih: düzelten.
Mustafa: Peygamberimizin "arınmış, seçilmiş" mânâsında bir ismi.
mustatil: uzayan, diktörtgen.
muta: kimseden bir şey istemeyen.
mutaassıb: kendi tarafını aşırı tutan.
mutaassıbane: kendi tarafını aşırı tutarcasına.
mutâbaat: tabi olma, uyma.
mutâbakat: uygunluk.
mutâbık: uygun.
mûtad: alışılmış, adet.
mutaffifin: alışverişte muhatabının hakkını tam vermeyenler.
mutahhar: temizlenmiş.
mutantan: tantanalı, gösterişli.
mutasallıf: bilgiçlik taslayan, şarlatan, gösterişçi.
mutasarrıf: kendinde kullanım hakkı bulunan.
mutasavver: tasarlanmış, düşünülmüş.
mutasavvıf: tarikat adamı.
mutasavvıfane: tasavvuf ehline benzer şekilde.
mutasavvıfin: tarikatta ilerleyenler.
mutasavvife: tarikatta ilerleyen.
mutasavvire: sûretlendiren.
mutavaat: itaat etme.
mutavassıt: ortalama. vasıtalık eden.
mutavattın: yerleşmiş.
mutazammın: içine alan.
mutazarrır: zarar görmüş.
mûteber: inanılır, güvenilir, saygın.
mûtedil: ılımlı, ölçülü.
mutekadât: inanılan şeyler.
mutekid: inanmış.
mûtekif: ibadet için bir köşeye çekilen.
mûtell: hasta.
mûtemed: kendisine güvenilen.
mûtemid: güvenen.
mûtemidâne: güvenerek.
mûtena: özenilmiş.
mûteriz: itiraz eden, karşı çıkan.
mûterizane: itiraz edercesine.
Mûtezile: akla haddinden fazla önem veren sapık bir mezhep.
mutî: itaat eden.
mutlak: sınırlandırılmamış, salıverilmiş.
mutlakıyyet: kayıtsız şartsız bir hükümdarın idaresi altında bulunan hükümet şekli.
mutmain: tatmin olmuş.
mutmainane: tatmin olarak.
mutmainne: tatmin olan.
muttala: bilgilenme noktası.
muttalî: meseleyi bilen.
muttarid: düzenli, sıralı.
muttasıf: sıfatlanan, özellik kazanan.
muttasıl: bitişik, aralıksız, sürekli.
muvâcehe: karşı, ön, yüzleşme.
muvâfakat: uygunluk, uygun bulma.
muvaffak: başarılı.
muvaffakiyat: başarılar.
muvaffakiyet: başarı.
muvaffakiyetkârâne: başarılı biçimde.
muvâfık: uygun.
muvahhid: ALLAH ın birliğine inanan.
muvahhidin: ALLAH ı bir kabul edenler.
muvahhiş: korkutup ürküten.
muvakkat: vakitli, geçici.
muvakkaten: geçici olarak.
muvakkit: vakit bildiren.
muvâsal: ulaşan, kavuşan.
muvâsala: ulaşma, kavuşma.
muvâsalât: kavuşmalar, ulaşmalar.
muvâzaa: danışıklılık, bahse girişme.
muvâzenât: muvazeneler, dengeler.
muvâzene: denge, tartıda eşitlik.
muvâzenet: dengelilik, eşitlik.
muvâzi: paralel, aynı sırada.
muvazzaf: vazifeli, görevli.
muvazzah: açıklanmış.
muzââf: iki kat, kat kat.
muzâf: bağlanmış.
muzaffer: zafer kazanmış.
muzafferen: zafer kazanarak.
muzafferiyet: zafer kazanma.
muzahrefat: süprüntüler, atıklar.
mûzam: en büyük kısım, büyütülmüş.
muzari: Arapçada hem şimdiki zamanı hem de geniş zamanı ihtiva eden fiil kipi.
muzdarib: ızdırap çeken.
muzhir: gösteren, ortaya koyan.
muzır: zararlı.
muzî: ışık veren, aydınlatan.
muzîe: ışık verici, aydınlatıcı.
muzlim: karanlıklı.
muzmahil: çökmüş, dağılmış.
muzmer: gizli, saklı.
muztar: zorda kalmış.
mübâdele: değiştirme.
mübâh: haram edilmeyen.
mübâhât: haram edilmeyenler, güzellikler.
mübâhesât: söz etmeler, konuşmalar.
mübâhese: söz etme, konuşma.
mübâlağa: abartma.
mübâlağacûyâne: abartırcasına.
mübâlağakârâne: abartırcasına.
mübârek: bereketli, hayırlı, uğurlu.
mübârekât: mübarekler.
mübârekiyet: mübareklik.
mübâreze: çarpışma, dövüşme.
mübârezekârâne: çarpışarak, dövüşerek.
mübâşeret: başlama, girişme, dokunma.
mübâşir: müjdeleyen, mahkemede çağırıcı.
mübâyaa: satın alma.
mübâyenet: ayrılık, uymazlık, tutmazlık.
mübâyin: aykırı, uymaz, ayrı.
mübdî: yeni şeyler ortaya koyan.
mübeccel: yüceltilmiş, yüce.
mübeddil: değiştiren.
mübelliğ: tebliğ eden, bildiren.
müberhen: delilli, ispatlı.
müberrâ: arınmış, temize çıkmış.
mübeşşer: müjdelenmiş.
mübeşşir: müjdeci.
mübeyyen: açıklanan.
mübeyyin: açıklayan.
mübeyyiz: temize çeken.
mübezzir: israfçı.
mübhem: belirsiz.
mübhîc: sevindiren.
mübîn: apaçık.
müblâ: dağıtılmış, yenilmiş.
mübrem: kaçınılmaz, vazgeçilmez.
mübtedâ: başlangıç, isim cümlesinde özne.
mübtedî: dinde olmayanı dine sokan.
mübtedi: yeni, acemi, ilkel.
mübtediyane: mübtedice.
mübtelâ: düşkün, tutkun.
mübtezel: bol, ucuz, değersiz.
mübtil: iptal eden.
mücâb: kabul cevabı alan.
mücâdele: savaşma, çarpışma.
mücâhedât: din için savaşmalar.
mücâhede: din için savaşma.
mücâhid: din için savaşan, çalışan.
mücâhidane: mücahide yakışır şekilde.
mücâhidîn: din için savaşanlar, çalışanlar.
mücânebet: çekinme.
mücânis: cinsi aynı olan.
mücâveret: komşuluk, yakınlık.
mücâvir: komşu, yakın.
mücâzât: cezalandırmalar.
mücâzefe: söz ile karşısındakinin hakkını örtme, aldatma.
mücbir: zorlayan, mecbur eden.
mücedded: yeni.
müceddid: yenileyici, hadîste her asırda geleceği müjdelenen ve îman hakikatlarını asrın anlayışına uygun olarak anlatmakla görevlendirilen nurlu âlim.
müceddidiyet: mücedditlik, yenileyicilik.
mücehhez: cihazlı, donanmış.
mücellâ: parlak, cilâlı.
mücelled: ciltlenmiş.
mücellid: ciltçi.
Mücemmil: güzelleştiren, güzel yaratan, ALLAH .
mücerreb: tecrübe edilmiş, denenmiş.
mücerred: maddî varlıklardan ayrı olarak sadece zihinde düşünülen kavram, soyut
mücerredat: mücerretler, soyutlar.
mücessem: cisimlenmiş, cisimli.
mücessime: ALLAH ı bir cisim gibi tasavvur eden sapkın.
mücevher: kıymetli taş.
mücevherat: kıymetli taşlar.
mücîb: duaya cevap veren, ALLAH .
mücîr: himaye eden, ALLAH .
mücmâ: toplanma.
mücmel: kısa.
mücmelen: kısaca.
mücrim: suçlu.
müctebâ: seçilmiş, kıymetli.
müctehid: âyet ve hadîslerden hüküm çıkaran büyük âlim.
müctehidîn: müctehidler.
müctemî: toplu.
müctemiân: topluca.
müctenibâne: kaçınırcasına, sakınırcasına.
müczil: çoğaltan, bollaştıran.
müdâfaa: savunma.
müdâfaanâme: savunma yazısı.
müdâfaât: savunmalar.
müdâfî: savunan.
müdâhale: karışma, girme.
müdâhene: dalkavukluk.
müdahhâr: depolanmış, birikmiş.
müdâhil: içeri giren.
müdâhin: dalkavuk.
müdakkik: inceleyen.
müdakkikâne: incelercesine.
müdakkikîn: incelemeciler.
müdârâ: yüze gülme, yüze gülücülük.
müdavele: alıp verme, konuşma.
müdavemet: devamlılık.
müdâvim: devamlı.
müdâyene: ödünç alıp verme.
müdd: 875 gram ağırlık.
müddea: iddia edilen, dâvâ.
müddehar: biriken.
müddeharât: birikenler.
müddeî: iddiacı, davacı.
müddeîiumumî: savcı.
müddet: süre, zaman.
müdebbir: işinin sonunu gözeterek iş yapan.
müdebbirane: müdebbirce.
müdellel: delilli, ispatlı.
müderris: ders veren âlim.
müderrisîn: ders veren alimler.
müdevven: derlenip düzenlenmiş.
müdevveriyyet: yuvarlaklık.
müdhiş: müthiş, korkutan.
müdîr: müdür.
müdrik: anlayan, kavrayan.
müdrike: anlama kabiliyeti.
müebbed: ebedî, sonsuz, ömür boyu.
müeccel: ertelenmiş.
müeddeb: edeplendirilmiş.
müeddî: ödeyen, sebep olan.
müehhirîn: sonrakiler.
müekked: kuvvetli, sağlam.
müekkel: vekil edilmiş.
müekkid: sağlamlaştıran.
müekkil: vekil eden.
müellefât: yazılmış eserler.
müellefe: alıştırılmış, yazılmış.
müellif: kitap yazan.
müennes: dişil.
müesses: kurulu.
müessese: kurum.
müessif: üzücü.
müessir: tesirli, etkili.
müessiriyet: tesirlilik, etkinlik.
müessis: kuran, kurucu.
müeyyed: desteklenen, doğrulanan.
müeyyid: kuvvet veren, destekleyen.
müeyyide: destekleyen, yaptırım.
müezzin: ezan okuyan.
müfad: anlatılan anlam.
müfahere: üstünlük yarışı.
müfarakat: ayrılmalar.
müfehhimane: anlayarak.
müfekkire: düşünme kabiliyeti.
müferrah: ferahlanmış.
müfesser: tefsir edilmiş, açıklanmış.
müfessir: âyetleri tefsir eden, açıklayan, yorumlayan, yorumcu.
müfessirîn: müfessirler, Kuranı açıklayıp yorumlayanlar.
müfettiş: teftiş eden.
müfîd: ifadeli, faydalı.
müflih: kurtulan.
müflis: iflas etmiş.
müfred: tek, yalnız.
müfredat: ayrıntılar, parçalar.
müfreze: askerî birlikten ayrılan kol.
müfrit: aşırıya kaçan.
müfritane: aşırı gidercesine.
müfsid: bozan.
müftehir: iftihar eden, övünen.
müftehirâne: iftihar ederek, övünerek.
müftereyat: iftiralar.
müfteri: iftira eden.
müfteris: yırtıcı.
müfteriyane: iftira edercesine.
müfti: fetva veren, müftü.
mühakat: benzerini yapma, taklit.
mühdî: hidayete getiren.
mühec: ruhlar, canlar.
mühefhef: narin, ince.
mühendis: hendeseci, geometrici.
mühevvil: korkunç.
mühevvin: kolaylaştıran.
müheykel: heykelleşmiş.
müheymin: koruyan.
müheyyâ: hazır, amade.
müheyyic: heyecanlandıran.
mühezzeb: düzeltilmiş, temizlenmiş.
mühezzib: temizleyen.
mühîb: heybetli.
mühim: önemli.
mühimmât: lüzumlu şeyler.
mühimme: mühim, önemli.
mühlet: belli zaman, vade.
mühlik: helâk eden, öldüren.
mühmel: ihmal edilmiş, bırakılmış.
mühr: mühür, damga.
mühtedî: îman eden.
mühür: imza yerine kullanılan damga.
müizz: izzet veren, yükselten.
müjde: güzel, sevindirici haber.
müjdekârane: müjdeli biçimde.
müjgân: kirpik.
müjik: Rus köylüsü.
mükâbere: münakaşada ağız kalabalığı ile karşısındakini yenmeye çalışma, yanlışta direnme, büyüklenme.
mükâfât: ödül.
mükâfâten: ödül olarak.
mükâleme: konuşma.
mükâşefe: sırların açılması.
mükâtebe: yazışma.
mükebbir: tekbir getiren, "ALLAH uekber" diyen.
mükedder: kederli, acılı.
mükellef: yükümlü, yüklenmiş, aşırı süslü.
mükellefîn: mükellefler, yükümlüler.
mükellefiyet: mükellef olma, yükümlülük, görevli oluş.
mükemmel: ergin, tamam, olgun.
mükemmelen: mükemmel bir biçimde.
mükemmeliyet: mükemmellik, tamamlık.
mükemmil: tamamlayıcı.
mükerrem: kerîm olan, kendisine değer verilen, saygıdeğer.
mükerrer: tekrarlı.
mükerreren: tekrar tekrar.
mükesser: çoğaltılmış.
mükevvenât: yaratılmışlar.
mükezzib: yalanlayan.
mükreh: zorlanan.
mükrim: ikram eden.
mükrimane: ikram edercesine.
mükteseb: kazanılmış.
mülâbeset: karışma, bulaşma.
mülâebe: oynaşma.
mülâene: lânetleşme.
mülâet: bir örtü adı.
mülâhaza: dikkatle bakma, iyice düşünme.
mülâhhas: özet, hulâsa.
mülâkat: kavuşma, konuşma.
mülâki: buluşan, kavuşan.
mülâtefe: lâtifeleşme, şakalaşma.
mülâyemet: yumuşaklık.
mülâyimane: yumuşakça.
mülâzemet: bağlanma, devam.
mülâzım: gerekli, lüzumlu, teğmen.
mülevven: renkli.
mülevves: kirli, pis, bulaşık.
mülga: kaldırılmış.
mülhak: katılmış.
mülhem: ilham olunmuş, kalbe doğmuş.
mülhemane: ilham alarak, ilham olunurcasına.
mülhid: dinsiz.
mülhik: ekleyen.
mülhim: ilham eden.
mülk: bir şeyin dış yüzü.
mülk: mal, sahip olunan şey.
mülkiye: ülkenin idaresi için çalışanların bulunduğu daire.
mülkiyet: mal sahipliği.
mülsak: yapıştırılmış, bitiştirilmiş.
mültebis: karıştırmış, yanılmış.
mülteci: iltica eden, sığınan.
mültefit: iltifat eden, iyi davranan.
mültefitane: iltifat ederek, iyi davranarak.
mültehab: yaralı, iltihaplı.
mülteka: kavuşma yeri, kavşak.
mültekit: yerden alan.
mülûk: melikler, hükümdarlar.
mülzem: ilzam edilmiş, susturulmuş.
mülzim: susturan.
mümaileyh: kendisinden söz edilen.
mümâlata: karşılıklı şiir söyleme.
mümânaât: engelleme.
mümânea: karşılıklı engelleme.
mümârese: uzmanlaşma.
mümas: temas eden, dokunan.
mümaselet: misil olma, benzerlik.
mümasil: benzeri, misli, dengi.
mümaşaat: maslahat namına hoş geçinme, anlaşma yolunu seçme.
mümaşaatkâr: hoş geçinen, anlaşma yolunu seçen.
mümatala: savsaklama, borcu uzatma.
mümehhed: hazırlanmış, serilmiş.
mümessel: temsil getirilen.
mümessil: temsilci.
mümevveh: vehmî, hayâlî.
mümeyyiz: ayıran, ayırd eden.
mümeyyize: ayıran, temyiz eden.
mümidd: yardım eden, uzatan.
mümin: îman eden.
müminane: mümine yakışır şekilde, inanarak.
müminât: kadın müminler.
müminîn: müminler, îman edenler, inananlar.
müminûn: erkek müminler.
Mümît: ölümü yaratıp öldüren ALLAH .
mümkin: mümkün, olabilir.
mümkinât: mümkün olanlar.
mümkine: mümkün olabilen.
mümsike: tutan, yapışan.
mümtâz: seçkin, üstün.
mümtâzâne: seçkin bir biçimde.
mümtâze: seçilmiş, ayrılmış.
mümtâziyet: seçkinlik, üstünlük.
mümted: uzayan.
mümtenî: olması imkânsız.
mümtenîa: olması imkânsız olan şey.
mümteniât: olması imkânsızlar.
mümtezic: birleşen, kaynaşan.
mümtezicen: birleşerek.
münâcât: dua, kurtuluş için ALLAH a yalvarma.
münâdi: seslenen, çağıran.
münâdim: yok olan.
münâfât: aykırılık, birbirinin aksine olma.
münâferet: karşılıklı nefret.
münâfık: iki yüzlü, fitneci, görünüşte Müslüman gerçekte kâfir.
münâfıkane: münafıkça.
münâfi: zıt, aykırı.
münâkale: taşıma.
münâkaşa: sert tartışma.
münâkaşât: sertçe tartışmalar.
münâkaza: zıtlık, uymazlık.
münâkız: birbirine zıt.
münâkis: yansıyan.
münakkaş: nakışlı.
münâsebât: uygunluklar, ilgiler.
münâsebet: uygunluk, ilgi.
münâsebetdâr: münasebetli, ilgili.
münâsebetdârâne: münasebetli bir biçimde.
münâsib: uygun, yakışır.
münavebe: nöbetleşme.
münavebeten: nöbetleşe, sırayla.
münâzaa: niza etme, çekişme, kavga.
münâzara: tartışma.
münâzarât: tartışmalar.
münâzaünfih: niza sebebi, çekişme vesilesi.
münazır: tartışmacı.
münbais: ileri gelen, çıkan.
münbasıt: yayılan, genişleyen.
münbit: verimli.
münceli: parlayan.
müncelib: celbedilen, çekilen.
müncemid: donmuş.
müncer: sürüklenen, sonuçlanan.
müncezib: çekilen, cezbedilen.
müncezibane: cezbedilircesine, çekilircesine.
müncî: kurtarıcı.
mündefî: defetme, giderme.
mündemic: içine bırakılmış.
münderecât: içindekiler.
münderic: içine konulmuş.
münderis: izi kalmayan.
münebbih: uyandıran, dalgınlıktan kurtaran.
müneccemen: parça parça, kısım kısım.
müneccim: yıldızlarla uğraşan, falcı.
münekker: bilinmeyen, meçhul.
münekkid: tenkid eden, eleştiren, değerlendiren.
münevver: nurlanmış, aydın.
münevvil: nimet veren.
münevvim: uyutucu.
münevvir: nurlandıran.
münezzeh: temiz, arınmış.
münezzehiyet: temizlik, kusursuzluk, noksansızlık.
münfail: etkilenen.
münfasıl: ayrılmış.
münfekk: ayrılan.
münferid: tek, yalnız.
münferiden: tek olarak.
münfesih: bozulmuş, hükümsüz.
münhal: boş, işsiz.
münhani: eğri.
münhaniye: eğri, çarpık.
münharif: yoldan çıkmış, çarpık.
münhasır: yalnız birinin olan, özel olarak ayrılan.
münhasıran: yalnız birine özgü olmak üzere, özel olarak.
münhasif: sönükleşen, parlaklığını yitirip görünmez hâle gelen.
münhezim: bozguna uğramış.
münib: pişman olup dönen.
münîf: meşhur, yüce, büyük.
Münîm: nimet veren, nimetlendiren, ALLAH .
Münîmane: nimet vererek.
münîr: nurlandıran.
münkabız: sıkıntılı, tutuk.
münkad: inkıyad eden, uyan, boyun eğen.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 04:23 AM

Arapça Sözlük
 
münkalib: dönüşen, değişen.
münkasım: bölünen.
münkatı: kesilen.
Münker: kabirdeki sual meleklerinden biri.
münker: haram, günah.
münkerat: haramlar, günahlar.
münkesif: tutulmuş.
münkesir: kırılmış.
münkeşif: açılmış, bulunmuş.
münkız: kurtaran.
münkir: inkâr eden, dinsiz.
münkirane: inkâr edercesine.
münsed: set çekilmiş, engellenmiş.
münşaib: kollara ayrılan.
münşakk: yarılan.
münşi: inşa eden, yapan.
müntabık: uygun.
müntafi: sönen.
müntakil: nakledilen, taşınan.
müntakim: intikam alan, öc alan.
müntebih: uyanık.
müntec: sonuçlanmış.
müntefi: sönen.
münteha: son, en son derece.
müntehab: seçilmiş.
müntehi: sona eren.
müntehib: uyanık.
müntehib: yağmacı.
müntehir: kendini öldüren.
müntesib: bağlı, ilgili.
müntesibîn: bağlananlar, ilgililer.
münteşir: yayılmış.
münteşire: yayılan.
müntic: netice veren.
münzel: indirilmiş.
münzevi: yalnız yaşayan.
münzeviyane: yalnız yaşayarak.
münzil: indiren.
münzir: korkutan, sakındıran.
mürâât: uyma.
mürââten: uyarak.
müracaat: başvurma.
mürâdif: eş mânâlı.
mürâfaa: duruşma.
mürâi: iki yüzlü, riyakâr.
mürcie: sapık bir topluluk.
mürcif: fitneci, yalancı.
mürebbi: terbiye eden, eğiten, terbiyeci.
mürebbiyane: terbiye edercesine.
mürebbiye: terbiyeci kadın.
müreccah: tercih edilen, seçilen.
müreccih: tercih eden, tercih ettiren sebep.
müreffeh: refah ile yaşayan, rahat.
mürefref: gerçek gibi ağaç resmi.
mürekkeb: terkib edilmiş, birleşik, boya.
mürekkebat: terkipler, bileşikler.
müretteb: sıralanmış, dizilmiş.
mürettebat: iş ekibi, personel, gemide çalışanlar.
mürettib: tertib eden, sıraya koyan.
mürevvic: geçerli kılan, değer veren.
Mürîd: irade eden, isteyen, ALLAH .
mürîd: isteyen, tarikata girip şeyhe bağlanan.
mürîdane: irade ederek, isteyerek.
mürsel: gönderilmiş. peygamber.
mürselîn: gönderilenler, peygamberler.
mürşid: irşad eden, îman yolunu gösteren.
mürşidane: mürşit gibi.
mürtecâ: umulan.
mürteci: geri dönmek isteyen, geri dönen, gerici.
mürtecî: rica eden, ümit eden, ümitli.
mürted: dinden çıkan.
mürtedane: dinden çıkarcasına.
mürtefî: yükselen.
mürtehil: ölen.
mürtesem: resimlenmiş.
mürteşi: rüşvetçi.
mürtezık: rızıklanan.
mürûr: geçme.
mürüvvet: insaniyet, mertlik.
mürüvvetkârâne: insanca, mertçe.
müsâade: izin.
müsâadekâr: izin verici, müsaade eden.
müsâbaka: yarışma.
müsâbakât: yarışmalar.
müsâbık: yarışmacı.
müsademat: çarpışmalar.
müsademe: çarpışma, vuruşma.
müsadere: toplama, elden alma.
müsâdif: rastlayan.
müsadim: çarpışan.
müsait: uygun.
müsâlâha: barışma.
müsâlemet: barışıklık.
müsâmaha: hoş görme, kusuru görmezlikten gelme.
müsâmahakâr: hoş gören.
müsâmahakârâne: hoş görerek.
müsamere: eğlence, piyes.
müsâraa: acele, teşebbüs.
müsâvât: eşitlik, denge.
müsâvi: eşit, dengeli.
müsbet hareket: yapıcı ve düzeltici hareket.
müsbet: isbat olunan, pozitif, olumlu.
müsbit: isbat eden.
müsebbeb: sebeplerin sonucu.
müsebbebât: sebelerin sonuçları.
müsebbib: sebep olan.
müsebbih: tesbih eden, ALLAH ı anan.
müsebbihane: tesbih ederek, ALLAH ı anarcasına.
müsebbit: tesbit eden.
müseccel: sicilli, kayıtlı.
müsehhil: kolaylaştıran.
müsekkin: yatıştırıcı.
müsellah: silahlı.
müsellem: doğruluğu kabul edilen, teslim edilmiş.
müsellemât: doğruluğu kabul edilen şeyler.
müselsel: zincirleme, ard arda gelen.
müsemmâ: isimlendirilen.
müsemmeât: isimlendirilenler.
müsemmem: zehirli.
müsemmim: zehirleyen.
müsennâ: kat kat.
müsevvid: müsveddeyi yazan.
müsevvik: sevk eden.
Müseylime: peygamberlik dâvâ eden yalancının adı.
müseyyeb: tembel, uyuşuk, üşengeç.
müsî: teselli veren.
müsi: yaramaz.
müsîn: yaşlı, ihtiyar.
müskir: haram içki.
müskirât: haram içkiler.
müskit: susturan.
Müslim: ünlü hadîs kitaplarından biri, bu kitabı yazan âlimin namı.
müslim: islâm olan.
müsliman: islâma girmiş, Müslüman.
müslimât: kadın Müslümanlar.
müslimûn: erkek Müslümanlar.
müsmî: işittiren.
müsmir: meyveli, verimli.
müsned: isnat edilmiş, dayandırılmış.
müsrif: israfçı.
müsrifane: israf edercesine.
müstâcel: acele yapılması gereken.
müstâcil: acele yapan.
müstâfi: istifa eden, ayrılan.
müstağfir: günahları için af dileyen.
müstağni: tok gözlü, çekingen, başkalarından bir şey beklemeyen.
müstağniyane: müstağnice
müstağrak: dalmış, batmış.
müstahak: hak eden.
müstahdem: hizmet eden.
müstahkem: sağlamlaştırılmış.
müstahrec: çıkarılmış.
müstahsen: beğenilen.
müstahsil: üretici.
müstahsin: beğenen.
müstahsinane: beğenerek, güzel bularak.
müstaid: yetenekli, uygun.
müstain: yardım isteyen.
müstakar: kararlı.
müstakbel: gelmesi beklenen zaman.
müstakil: kendi başına, bağımsız.
müstakillen: bağımsız olarak.
müstakim: doğru, düzgün.
müstakimane: istikametle, dosdoğru, düzgün biçimde.
müstâmel: kullanılmış.
müstantık: sual soran, sorgu hakimi.
müstârib: Araplaşmış.
Müstean: kendisinden yardım istenen, ALLAH .
müstear: takma.
müstebîd: uzak gören.
müstebîdane: diktatör gibi, baskı yaparcasına.
müstebşir: müjdeleyen.
müstecab: kabul gören.
müstêcir: kiracı.
müstecir: korunma dileyen.
müstedir: daire şeklinde olan.
müstedlel: delillendirilmiş, kanıtlı.
müstefad: isifade olunan.
müstefid: faydalanan.
müstehab: sevilmiş, sevaplı.
müstehak: hak eden, layık.
müstehan: değersiz.
müstehcen: açık saçık, ayıp, edepsizcesine.
müstehlek: tüketilmiş.
müstehlik: tüketici.
müstehzi: alay eden, alaycı.
müstehziyane: alay edercesine.
müstekar: karar kılan, yerleşen, sabit.
müstekbir: büyüklenen.
müstekreh: tiksinilen.
müstelzim: gerektiren.
müstemi: dinleyici.
müstemidd: yardım isteyen.
müstemir: devamlı, sürekli.
müstemirane: devamlı, aralıksız.
müstemirre: devam eden, sürüp giden.
müstemirren: devamlı, yerleşmiş.
müstemlekât: sömürgeler.
müstemleke: sömürge.
müstenid: dayalı, dayanmış.
müsteniden: dayanarak.
müstenife: müstakil olan ara cümle.
müstênis: alışık.
müstenkif: çekimser, kaçınan.
müstenkifane: çekimser kalarak.
müstensih: yazarak çoğaltan.
müsterhimane: istirham ederek, merhamet dilercesine.
müsterih: istirahat eden, rahat.
müsterihane: rahatlıkla, gönül rahatlığıyla.
müstesna: kural dışı, ayrı, sıra dışı.
müsteşar: kendisiyle istişare edilen.
müsteşrik: doğu kültürünü inceleyen Batılı.
müstetbeât: sözün yan mânâları, söze tabi olan mânâlar.
müstetir: örtülü.
müstevî: düzlem.
müstevlî: istilâ eden, kaplayan.
müstevlîyane: istilâ edercesine, kaplayarak.
müsül: misaller, temsiller.
müsvedde: ilk yazılış, karalama.
müşabbih: benzeten.
müşâbehet: benzeyiş.
müşâbih: benzer.
müşâğabe: aldatıp kötülük etme.
müşâhedât: gözlemler.
müşâhede: gözlem.
müşâhedeten: gözlemle.
müşahhas: şahıslanmış, somut.
müşahhat: kavga, niza, çekişme.
müşâhid: gören, şahid olan.
müşâkelet: şekilce benzeyiş.
müşâkil: şeklen benzer.
müşâreket: ortaklık.
müşârünileyh: işaret edilen, kendisinden söz edilen.
müşâşâ: parlayan, debdebeli.
müşâvere: danışma, konuşma.
müşâvir: danışılan, danışman.
müşebbeh: benzetilen.
müşebbehühbih: kendisine benzetilen.
müşebbıt: ayak kaydıran, tehlikeye atan.
müşebbihe: ALLAH ı insana benzeten sapık görüş.
müşedded: şiddetlendirilmiş.
müşerref: şereflenen.
müşerrefiyet: şereflenme.
müşerrî: şeriatın kurucusu.
müşevveş: düzensiz, karışık.
müşevveşiyet: karışıklık, dağınıklık.
müşevvik: teşvik eden, isteklendiren.
müşevvikâne: teşvik edercesine, isteklendirircesine.
müşeyyed: kuvvetlendirilmiş, sağlamlaştırılmış.
müşfik: şefkatli.
müşfikâne: şefkatlice, acıyıp severek.
müşfikkârâne: şefkat edercesine.
müşir: bildiren.
müşîr: mareşal, askeriyede yüksek bir makam.
müşîriyet: mareşallik.
müşkil: zor, zorluk, müşkül.
müşkilât: müşkiller, zorluklar.
müşkilküşâ: zorluğu gideren.
müşkilpesend: zor beğenen.
müşrik: ALLAH a ortak koşan.
müştak: iştiyaklı, çok istekli.
müştakane: çok isteyerek, iştiyakla.
müştakk: türemiş.
müştebih: birbirine benzeyen.
müştehi: iştahlı.
müştehir: ünlü.
müştehiyane: iştahlı bir şekilde.
müştehiyat: nefsin hoşuna giden şeyler.
müştekâ: şikayet olunan.
müştekî: şikayet eden.
müştekiyane: şikayet edercesine.
müştemil: içine alan.
müştemilât: kaplanan şeyler, içeriye alınanlar.
müşterek: birlikte, beraber, ortak.
müştereken: ortaklaşa, beraberce.
Müşteri: bir gezegen.
müşteri: alıcı.
mütâ: haram nikah.
mütabaat: uyma.
mütahaccir: taşlaşmış.
mütâlââ: inceleme, düşünme, okuma.
mütâlââgâh: inceleme yeri.
mütâlî: inceleyen.
mütâreke: anlaşma.
müteaccib: şaşıp kalan.
müteaccibane: şaşıp kalırcasına.
müteaddi: sataşan.
müteaddid: birçok, birkaç, adetli, sayılı.
müteaffin: kokuşan.
müteafir: birbirinden nefret eden.
müteahhid: işi üzerine alan.
müteahhir: sonraki.
müteahhirîn: sonrakiler.
müteâkib: takip eden, izleyen.
müteâkiben: hemen arkasından, peşi sıra, daha sonra.
müteâl: yüce.
müteallik: alâkalı, ilgili.
müteallikat: alâkalılar, ilgililer, yakınlar, akrabalar.
müteanik: birbirinin boynuna sarılmış durumda olan.
müteannid: inat eden, direnen.
mütearife: açıkça bilinen.
müteassıb: aşırı taraftar, mutaassıb.
müteassife: hak yoldan sapan.
müteassir: zor.
müteavin: yardımlaşan.
müteazzir: zor, özürlü.
mütebâdir: birdenbire akla gelen.
mütebahhir: derya gibi ilmi olan büyük âlim.
mütebahhirin: deryalar gibi geniş ilim sahibi âlimler.
mütebâid: uzaklaşan.
mütebâkî: geri kalan kısım.
mütebâriz: açığa çıkan.
mütebasbıs: yaltaklanan.
mütebâyin: uymaz, zıt, aykırı.
mütebeddil: değişen, değişken.
mütebessim: gülümseyen.
mütecâhil: bilmez görünen.
mütecâhir: açıktan günah işleyen.
mütecânis: cinsi aynı olan.
mütecâviz: saldıran, haddini aşan.
mütecâvizane: tecavüz edercesine, saldırırcasına.
mütecebbir: cebreden, zorba, zorlayan.
müteceddid: yenilenen.
mütecelli: görünen, beliren.
mütecerrid: tecerrüt etmiş, soyutlanmış.
mütecessid: cesetlenen.
mütecessim: cisimlenen.
mütecessis: gizlice araştıran.
mütecezzi: parçalanan.
mütedâhil: iç içe olan.
mütedâir: dolayı, için, üzerine.
mütedâvil: ellerde dolaşan, kullanılan.
mütedenni: gerileyen.
mütederric: derece derece ilerleyen.
mütedeyyin: dinli, dindar.
müteeddib: edeplenen.
müteeddibe: edep kazanmış, terbiyeli.
müteehhil: evli, evcilleşen.
müteellim: acı duyan.
müteellimane: acı hissedercesine.
müteemmil: derin derin düşünen.
müteessif: üzüntülü.
müteessifane: üzülürcesine.
müteessir: etkilenen, üzülen.
müteessirâne: üzüntü duyarak, etkilenerek.
müteevviğ: ağa olmaya çalışan.
müteezzi: incinen.
mütefârık: ayrı ayrı.
mütefâvit: çeşitli, farklı.
mütefekkir: düşünen, fikir üreten.
mütefekkirâne: düşünerek.
mütefelsif: filozoflaşmış, felsefe ile fikri bulanmış.
mütefennin: fen adamı.
müteferrik: ayrı ayrı, parça parça.
müteferrikan: ayrı ayrı bir hâlde.
mütefeyyiz: feyizlenen, manen gıdalanan.
mütegallib: zor kullanarak galip gelen, zorba.
mütegallibe: zorba.
müteganni: ırlayan.
mütegannim: koyun şeklinde görünen, ganimetçi.
mütegayir: birbirine zıt.
mütegayyir: başkalaşan, değişken.
mütehaccir: taşlaşmış.
mütehâcim: saldıran.
mütehakkık: doğrulanan.
mütehakkim: hükmeden, zorba.
mütehakkimane: hükmedercesine, zorlayarak.
mütehâlif: birbirine karşı, uymaz.
mütehallik: huy edinen.
mütehammil: yüklenen, dayanan, tahammül eden.
mütehammilâne: tahammül ederek, dayanarak.
mütehammir: ekşiyen, mayalanan.
müteharri: araştıran.
müteharrik: hareket eden.
müteharrike: hareketli.
mütehassıl: meydana gelen.
mütehassıs: uzman, işin ustası.
mütehassir: hasret çeken, özleyen.
mütehassirane: özleyerek, hasret çekerek.
mütehassis: duygulanan.
mütehavvif: korkan.
mütehavvil: değişen, değişken.
mütehayyel: hayâl edilen.
mütehayyer: şaşılacak.
mütehayyil: hayâl kuran.
mütehayyir: şaşmış, şaşırmış.
mütehayyiz: yer tutan.
mütehevvisane: heveslenerek.
müteheyyic: heyecanlı.
mütekabil: karşılıklı.
mütekabile: karşılıklı olan.
mütekaddim: önceki.
mütekaddimin: öncekiler.
mütekaid: emekli.
mütekalkıl: deprenen, sarsılan.
mütekallid: bir görevi üzerine alan ve yapan.
mütekâmil: olgun.
mütekâsil: tembel, üşenen.
mütekatı: kesişmiş, kesik kesik.
mütekebbir: büyüklenen, büyüklük taslayan.
mütekebbirane: kibirlenerek, büyüklenerek.
mütekeffil: kefil olan.
mütekellif: külfetli, zorlu.
mütekellim: söyleyen, konuşan.
mütekellimane: konuşarak, söz söylercesine.
mütekellimimaalgayr: başkaları adına da konuşan.
mütekellimîn: îman konularındaki âlimler.
mütekellimivahde: sadece kendi adına konuşan.
mütekerrir: tekrarlanan.
mütekeyyifane: keyiflenerek.
mütekkeffil: kefil olan.
mütelebbis: giyinmiş.
mütelemmi: parıldayan.
mütelevvin: renk değiştiren.
mütelezziz: lezzet duyan.
mütelezzizane: lezzet alarak.
mütemadi: devamlı.
mütemadiyen: devamlı, sürekli.
mütemasil: benzer, eş.
mütemayil: meyili, taraftar.
mütemayiz: ayrı, seçkin.
mütemeddin: medenileşmiş.
mütemehhil: büyüyüp gelişmek için zamana ihtiyacı olan şey.
mütemekkin: yerleşen.
mütemerkiz: merkezleşmiş.
mütemerrid: inat eden, direnen.
mütemerridane: direnircesine.
mütemessik: sımsıkı yapışan.
mütemessil: benzeyen, sûretlenen.
mütemmim: tamamlayan.
mütenâfir: birbirinden nefret eden.
mütenâhi: tükenen, biten.
mütenaîm: nimetlenen.
mütenâkıs: noksanlaşan.
mütenâkız: birbirine zıt.
mütenâsık: dizili, birbirine uygun biçimde.
mütenâsib: uygun, birbirine yakışan.
mütenâvil: yiyen.
mütenâzır: simetrik.
mütenazilen: inerek, inmekle.
mütenebbih: uyanmış.
müteneccis: pislenmiş.
mütenevvi: türlü, çeşitli.
mütenevvir: nurlanan.
mütenezzih: tenzih eden.
mütenneffir: nefret eden, tiksinen.
müterâdif: eş anlamlı.
müterâfık: arkadaşlık eden.
müterakim: birikmiş.
müterakki: yükselmiş.
mütercim: tercüme eden.
mütereddi: soysuzlaşmış.
mütereddit: tereddüt eden, kararsız.
müterennim: şarkı söyleyen.
müterettib: sıralı, rütbeli.
mütesâdif: rastlayan.
mütesâfile: alt alta gelen.
mütesâide: yükselen.
mütesallib: katılaşmış.
mütesânid: dayanan.
mütesânidane: dayanırcasına.
mütesâvi: eşit, denk.
müteselli: teselli bulan.
müteselsil: zincirleme.
müteselsilen: zincirleme olarak.
müteşââb: şubelere ayrılan.
müteşâbih: birbirine benzer, mânâsı kapalı âyet ve hadîs.
müteşâbihât: edebî sanatlarla ifade edilmesi sebebiyle mânâsı kapalı olan sözler, âyet ve hadîsler.
müteşâbike: birbirine girmiş, örgülenmiş, karışık.
müteşâib: şubelenen, kollara ayrılan.
müteşâkil: şakelce benzer.
müteşebbih: benzeyen.
müteşebbis: teşebbüs eden, işe girişen.
müteşekki: sızlanan, şikayetçi.
müteşekkil: şekillenmiş, oluşmuş.
müteşekkir: şükreden, teşekkür eden.
müteşekkirâne: şükrederek, teşekkür edercesine.
müteşeyyih: şeyhlik taslayan.
mütetâbık: birbirine uygun olan.
mütetâbıkan: birbirine uyarak.
mütetahhir: temizlenen.
mütevafık: birbirine uyan.
mütevaggıl: bir işle pek fazla meşgul olan.
mütevahhiş: ıssız, kimsesiz, korkutucu, ürkütücü.
mütevakkıf: bağlı olan.
mütevâkki: sakınan.
mütevâli: devamlı.
mütevâtir: yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluğun bir olay hakkında verdikleri kesin haber.
mütevâtiren: kesin ve şüphesiz bir haber olarak.
mütevattın: vatan edinmiş.
mütevâzı: alçakgönüllü, tevazu sahibi.
mütevâzıane: alçakgönüllü bir biçimde.
mütevâzî: vezinli, tartılı.
mütevâzin: tartıları aynı olan.
müteveccih: yönelik, yönelen.
müteveccihen: yönelerek.
müteveffa: vefat etmiş, ölmüş.
mütevehhim: kuruntulu.
mütevekkil: vekil eden, tevekkül eden.
mütevekkilane: tevekkül edercesine, ALLAH a güvenerek.
mütevelli: vakıf idarecisi.
mütevellid: doğan, ortaya çıkan.
mütevessî: genişleyen.
müteyakkız: uyanık.
mütezâhim: kalabalıktan sıkıntı çeken.
mütezâyid: artan.
mütezellil: alçalan, zillete katlanan.
mütezellilâne: zelil olarak, alçalarak, zilletini bilip göstererek.
mütezelzil: sarsılan.
mütezelzile: sarsılmış.
mütezeyyin: süslenen.
mütezeyyine: süslenmiş.
müttaki: günahtan çekinen, takva sahibi.
müttebi: tabi olan, uyan.
müttefekunaleyh: üstünde birleşilen mesele.
müttefik: birleşmiş, kendisiyle birleşilen kimse.
müttefikan: hep birlikte.
müttefikane: birleşerek.
müttehem: suçlanan.
müttehid: birleşmiş, kaynaşmış.
müvazi: aynı ağırlıkta, denk, eşit.
müvekkil: vekil tayin eden.
müvellid: doğuran.
müvellide: doğuran, meydana getiren.
müvellidülhumûza: oksijen.
müvellidülmâ: hidrojen.
müverrih: tarihçi.
müvessî: genişlettiren.
müvesvis: vesvese veren.
müvezzi: dağıtıcı.
müvvellide: doğurtan.
müyesser: nasip olma.
müyul: meyiller, yönelmeler.
müzafünileyh: belirtili isim tamlamasında belirtilen isme denir.
müzâheme: sıkışıklık.
müzâhemet: karşılıklı olarak sıkıntı ve zahmet verme.
müzâheret: koruma, yardım.
müzâhir: koruyan, yardımcı.
müzahref: süprüntü, dışı süs içi pis şey.
müzahrefât: süprüntüler, dışı süs içi pis şeyler.
müzahrefiyet: dışı süs içi pis olma, fıtri olmama, yapmacık.
müzâkere: bir konuyu anlamak için karşılıklı konuşma, ders çalışma.
müzâyaka: darlık, yokluk.
müzâyede: artırma, satış.
müzdad: artırılmış, çoğaltılmış.
Müzdelife: Kâbede mukaddes bir yer.
müzehheb: yaldızlı.
müzehher: çiçekli.
müzehhib: yaldızcı.
müzekkâ: temizlenmiş.
müzekker: erkek.
müzekki: temizleyen, ıslah eden.
müzekkir: hatırlatan.
müzevver: uydurma, düzme.
müzevvir: yalancı, arabozucu.
müzeyyen: süslü.
müzeyyenât: süslüler.
müzeyyene: süslü, süslenmiş.
müzeyyifane: tezyif ederek, aşağılayarak.
Müzeyyin: süsleyen, her eserini harika nakışlarla süsleyen ALLAH .
müzhir: gösterici.
müzîc: taciz eden, rahatsız eden.
müzil: izale eden, gideren.
Müzill: indiren, alçaltan, zillete düşüren, ALLAH .
müzmahil: perişan olmuş, dağılmış.
müzmin: yerleşmiş, eski.
müznib: günahkâr.
müznibîn: günahkârlar.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 04:23 AM

Arapça Sözlük
 
N

nâ: olumsuz yapan ön ek.
naarât: naralar, gürlemeler.
naat: Peygamberimizi övmek için yazılan şiir.
nabız: atardamarın vuruşu.
nâbit: yerden biten.
nâbüdü: biz ibadet ederiz.
nâcî: kurtulan.
nâçiz: değersiz.
nâdân: cahil, haddini bilmez.
nâdide: az bulunur, değerli.
nâdim: pişman.
nâdir: az bulunan.
nâdirât: az bulunanlar.
nâdire: nadir olan.
nâdiren: nadir olarak.
nâehil: işin adamı olmayan.
nafaka: geçim için gereken para.
nâfık: geçer akçe.
nâfî: faydalı.
nâfia: faydalı olan.
nâfile: isteğe bağlı ibadet, boş.
nâfiz: nüfuz eden, içe işleyen.
nâgâh: birdenbire.
nâğamât: nağmeler, ezgiler.
nâğme: ezgi.
nâhak: haksız.
nahîf: cılız.
nahîfe: cılız olan.
nahiv: dilbilgisinin konusu cümle olan kısmı.
nâhiye: belde.
nahl: balarısı.
nahnü: biz.
nâhoş: hoş olmayan.
nahr: boğazlama.
nâhu: öyle ise, şöyle ki, işte.
nahv: dilbilgisinin konusu cümle olan kısmı.
nahvî: nahivle ilgili.
nâib: vekil.
nâil: erişen, kavuşan.
nâiliyet: erişme.
nâim: uyuyan.
naîm: cennet, bolluk.
nâk: "lı, li, lu, lü" mânâsında son ek.
nâka: dişi deve.
nakarât: tekrar.
nakd: para.
nâkıs: noksan, eksik.
nakış: süs, bezek.
nakızeyn: iki zıt.
nâki: takva sahibi, günahtan arınmış.
nakîb: vekil.
nakil: nakletme, taşıma.
nâkil: nakleden, taşıyan.
nâkile: ileten.
nâkise: noksanlık, eksiklik.
nâkiz: nakzeden, çelişen.
nâkize: zıt olan.
nakkad: doğruyu yanlıştan ayıran kimse.
nakkaş: nakış yapan.
nakl: taşıma, nakil.
nakliyât: taşımalar.
nakliye: taşımayla ilgili olan.
naks: noksanlık, eksiklik.
nakş: nakış, bezek.
nakşetmek: nakışlamak, bezemek.
Nakşî: Nakşibendi tarikatına mensub olan.
Nakş–bendî: bir tarikat, bu tarikatı kuran zat.
nakz: bozmak, bir hükmü yok saymak.
nâlân: inleyen, sızlayan.
nâlâyık: lâyık olmayan.
nâle: inilti.
nâm: lâkap, ün, ad.
nâmâdud: sayısız.
nâmağlub: yenilmez.
nâmahrem: mahrem olmayan, nikâh düşen.
namaz: en mühim ibadet.
namazgâh: namaz kılınan yer.
nâmdâr: namlı, ünlü.
nâme: mektup.
nâmerd: korkak, alçak.
nâmeşrû: dine uymayan, yasak.
nâmi: büyüyüp gelişen.
nâmiye: büyüyen.
nâmus: ırz, ahlâklılık, kanun, melek.
nâmuskâr: namuslu.
nâmuskârâne: namusluca.
nâmusşikenâne: namusu kırarcasına.
nâmuvâfık: uygun olmayan.
nâmüsâid: elverişsiz.
nâmütenâhi: sonsuz.
namzed: namzet, aday.
nankör: iyilik bilmez.
nâpâk: temiz değil, kirli.
nâr: ateş, cehennem.
nâra: bağırma.
narh: resmî fiyat.
nârin: ince.
nâs: insanlar.
Nasâra: Hıristiyanlar.
nasâyih: nasihatlar, öğütler.
nasb: atama, dikme.
nâsezâ: lâyık olmayan.
nâsır: yardım eden.
nasib: nasip, kısmet.
Nâsibe: Haricilerden olan sapkın bir zümre.
nâsih: hükmünü kaldıran.
nasîh: öğütçü, nasihat eden.
nasihat: öğüt.
nâsir: nesir yazarı.
nasîr: zafere ulaştıran.
nâsiye: alın, yüz.
nasl: ok demiri.
nasr: yardım.
Nasrânî: Hıristiyan.
Nasrâniyet: Hıristiyanlık.
nass: kesin, tartışılmaz olan, âyet ve hadîs.
nassen: kesin olarak.
nasûh: kesin, halis.
nâş: tabuttaki ölü.
nâşâd: şâd olmayan, üzgün.
nâşî: dolayı.
nâşir: neşreden, yayan, yayıncı.
nâşize: kocasına üstünlük taslayan kadın.
natakte: söyledin.
nâtaman: tamamlanmamış.
nâtık: konuşan.
nâtıka: konuşabilme.
nâtuvan: kuvvetsiz, çaresiz.
nâvâkıf: bilmeyen, anlamayan.
nây: ney, ölüm haberi.
nâz: kendini ağıra satma.
nazâir: benzerler.
nâzan: nazlı.
nazar: bakış, görüş, göz değmesi.
nazaran: göre, bakarak.
nazarendaz: nazar eden, bakan.
nazargâh: bakış yeri, bakılan yer.
nazarî: henüz düşünce hâlinde olan.
nazariyât: kitabî bilgiler, görüşler, ispatlanmamış düşünceler.
nazariye: görüş, ileri sürülen fikir.
nâzdâr: nazlı.
nâzdârâne: naz edercesine.
nâzen: nazik, ince.
nâzenin: nazlı, ince, edalı.
nâzeninâne: nazlı nazlı.
nâzım: düzenleyen.
nâzır: nazar eden, bakan.
nazif: temiz.
nâzik: ince, kibar.
nâzikâne: nazikçe.
nâzil: nüzul eden, inen.
nazîr: eş, benzer.
nazîre: eşi, benzeri.
nazm: düzen, şiir, nazım.
nazmşiken: düzeni bozan.
nazzam: düzenleyen, dizen.
neâm: evet, olur.
neba: kaynak olma, fışkırma.
nebat: bitki.
nebatat: bitkiler.
nebatî: bitki ile ilgili, bitki cinsinden.
nebatiyet: bitki olma hâli.
nebê: haber.
nebeân: kaynayıp çıkma.
nebevî: peygamberle ilgili.
nebî: peygamber.
nebiyy: nebi, peygamber.
nebze: azıcık miktar.
necâbet: soyluluk.
necâset: pislik.
Necaşî: Habeş hükümdarı.
necât: kurtuluş.
neccinâ: bizi kurtar.
necib: soylu, asil, temiz.
Necid: Arabistanda bir bölge adı.
necim: yıldız.
necis: pis.
necisülayn: pisliğin ta kendisi.
necm: yıldız.
necmisakıb: karanlığı delen parlak yıldız.
nedâmet: pişmanlık.
nedâmetkârâne: pişman olurcasına.
nef: fayda.
nefaset: hoşluk, güzellik.
nefer: er, asker.
neferât: neferler, erler.
nefes: soluk.
neffâs: üfleyen.
nefh: üfleme.
nefha: esme, esinti, üfürük.
nefis: can, maddî arzuların kaynağı olup sınır tanımayan bir duygu.
nefisperest: nefsine aşırı düşkün olan.
nefisperver: nefsini seven.
nefisperverâne: nefsini severcesine.
nefiy: olumsuzluk, yok sayma, sürme, sürgün.
nefret: tiksinme.
nefretkârâne: nefret ederek, tiksintiyle.
nefrin: lânet.
nefs: can, kendi, istek duygusu, nefis.
nefsanî: nefsin hoşuna giden.
nefsaniyet: nefsine düşkünlük.
nefsî: nefisle ilgili, nefsim!
nefsiemmâre: insanı kötülüğe sürükleyen nefis.
nefsülemir: işin kendisi, hakikatı.
nefy: nefiy, yok sayma, sürme, sürgün.
nefyetmek: yok saymak, sürgün etmek.
nehâr: gündüz.
nehârî: gündüzcü.
nehiy: yasaklama.
nehr: nehir, ırmak.
nehrüssema: samanyolu da denilen yıldızlar kümesi.
nehy: nehiy, yasaklama.
nehyianilmünker: kötülükten sakındırma.
nekahet: hastalıktan sonraki zayıflık.
nekais: noksanlıklar.
nekâl: şiddetli azap.
Nekîr: kabirdeki sual meleklerinden biri.
nekkad: iyiyi kötüden ayıran.
nekre: belirsiz.
nema: artma, çoğalma, büyüme, uzama.
nemîme: söz taşıma.
neml: karınca.
nemmam: söz taşıyıcı.
Nemrud: dinsiz ve zâlim bir hükümdar, ülkesinin "ulu önder"i.
Nemrudane: Nemrut gibi.
nergis: bir çiçek.
nesc: dokuma, örme.
neseb: soy, sülale.
neseben: soyca, soy bakımından.
nesebî: soy yönünden, neseble ilgili olarak.
nesh: kaldırma, hükümsüz bırakma.
nesîm: hoşa giden rüzgâr.
nesir: düz yazı.
nesl: nesil, soy, kuşak.
neslen: nesil bakımından, soyca.
nesne: şey, tamlayıcı, tümleç.
Nesr: arş ve sema ile ilgili meleklerden biri.
nesr: nesir, düz yazı.
nessac: dokuyucu.
neşat: sevinç.
neşe: keyif, sevinç.
neşê: yeniden meydana gelme, dirilme.
neşebem: gece değilim.
neşêt: meydana gelme, çıkma.
neşîde: şiir.
neşir: yayım, dağıtım.
neşr: yayma, dağıtma, ölülerin mahşerde dirilip toplanmasından sonra yayılması.
neşretme: yayımlama.
neşriyât: yayınlar, yayıncılık.
neşter: ameliyat bıçağı.
neşv: yeşerme.
neşve: sevinç.
neşvünemâ: büyüme ve gelişme.
netâic: neticeler, sonuçlar.
netice: sonuç.
neûzübillah: ALLAH a sığınırız.
nev: çeşit, tür, yeni.
nevâ: ses, nağme, çekirdek.
nevâbit: bitkiler.
nevadir: az bulunanlar.
nevafil: isteğe bağlı ibadetler, nafileler.
nevahi: nahiyeler, taraflar, yanlar.
nevahî: nehiyler, yasaklar.
nevakıs: noksanlıklar, eksiklikler.
nevale: yiyecek içecek.
nevâmis: namuslar, kanunlar.
nevân: tür bakımından.
nevâz: okşayıcı, hoş ses.
nevâziş: okşayış.
nevbet: nöbet, sıra.
nevcivan: delikanlı.
nevha: ölüye sesli ağlamak, güvercin ötmesi.
nevi: tür, çeşit.
nevî: türle ilgili.
nevibeşer: insan cinsi, insanlık.
neviyet: aynı türden olma.
nevm: uyku.
nevmâlûd: uyku ile karışık.
nevmîd: ümitsiz, üzgün.
nevmiye: uyku ile ilgili.
nevnihâl: taze fidan.
nevresîde: genç, taze.
nevrûz: bahar başlangıcı.
nevvar: nurlu, aydınlık.
nevvare: aydınlatan.
nevzad: yeni doğmuş bebek.
ney: üflemeli bir çalgı.
neyyir: nurlu, parlak.
neyyirat: nurlular.
nez: can çekişme.
nezâfet: temizlik.
nezâhet: temizlik, incelik.
nezâir: benzerler.
nezâket: naziklik, incelik, zariflik.
nezaret: bakma, gözetme.
nezih: temiz, pak, hoş.
nezîr: korkutan, adak.
nezr: adak.
nezzâre: gözcü, seyirci.
nıkmet: şiddetli ceza, intikam alma.
nısf: yarı.
nısfıarz: yeryüzünün yarısı.
nısfıkutr: yarı çap.
nısfiyet: yarı olma, yarılık.
niâm: nimetler.
niâmât: nimetler.
nidâ: seslenme, ünleme, ünlem.
nidd: eş, misil, aynı.
nifak: içi dışı başka olma, inanır görünüp inanmama.
nifâs: lohusalık.
nigâh: bakış.
nigâr: resim, sevgili.
nihâd: huy, yaradılış.
nihaî: sona ait, sonuncu.
nihâl: fidan, taze.
nihân: gizli, saklı.
nihâyât: nihayetler, sonlar.
nihâyet: son.
nihâyetpezir: sona erme.
nihâyetsiz: sonsuz.
nikab: perde.
nikâh: meşru evlenme.
nikal: şiddetli işkence.
nikât: nükteler, incelikler.
nikbîn: iyimser.
Nil: Mısırda bulunan büyük bir nehir.
nîm: yarı.
nîmbedevî: yarı bedevi, yarı medeni.
nîmelvekil: ne iyi vekil!
nîmet: iyilik, ihsan, rızık.
nîmetdîde: nimet gören.
nîmetiyet: nimet oluş, nimetlik.
nîmetperverâne: nimet vermeyi severcesine.
nîmmanzum: yarı şiir.
nîmnurânî: yarı nurlu.
nîmresmî: yarı resmî.
nîmşeffaf: yarı saydam.
nîran: nurlar, ateşler.
nisâ: kadın, hanım.
nisab: zekat ölçüsü.
nisâen: kadın olarak.
nisâr: saçmak.
nisbet: ilgi, bağlantı, oran.
nisbeten: nisbetle, oranla, göre.
nisbî: diğerine göre.
niseb: nisbetler, oranlar, ölçüler.
nisyan: unutma.
nişân: iz, bellik.
nişâne: iz, alâmet, bellik.
nişîn: oturan.
niyâz: yalvarma, yakarış.
niyâzdâr: yalvaran.
niyet: kalbin bir işe yönelmesi.
niyeten: niyetçe.
nizâ: çekişme, kavga.
nizam: düzen, düzenlilik.
nizamât: nizamlar, düzenler, sistemler.
nizamnâme: düzen yazısı, düzenleme ile ilgili belge.
noksan: eksik.
noksaniyet: noksanlık, eksiklik.
nokta: benek, konu.
noktainazar: bakış açısı, görüş.
nota: özlü düşünce, not.
nöbetdâr: nöbetçi.
Nuh: tufan için gemi yapan büyük bir peygamber.
nukat: noktalar.
nukûd: nakitler, paralar.
nukuş: nakışlar, bezekler.
nur: ışık, aydınlık.
nurânî: nurlu, ışıklı.
nurâniyet: nurluluk, aydınlık.
Nurcu: Nur Risalelerini okuyan, yaşayan ve yayan kimse.
nurefşân: nur saçan.
nuristân: nur ülkesi, cennet.
Nurulenvar: nurlara nur veren ALLAH .
nurunâlânur: nur üstüne nur.
nush: nasihat, öğüt.
nusret: zafer için yardım.
nusûs: nasslar, kesin hükümler, âyet ve hadîsler.
nûş: içici, şerbet.
nûşe: şerbet içen, sevinçli.
nutfe: döl suyu, meni.
nutk: konuşma.
nutukhân: konuşmacı.
nübüvvet: nebilik, peygamberlik.
nübüvvetdârâne: peygamberlik şeklinde.
nübüvvetkârâne: peygamberce.
nücûm: yıldızlar.
nücûmperest: yıldızlara tapan.
nüfûs: nefesler.
nüfûs: nefisler.
nüfûz: içe geçme, sözü geçer olma.
nühas: bakır.
nühûset: uğursuzluk.
nüket: nükteler, ince mânâlar.
nükhet: koku.
nüks: geri dönme.
nükte: dikkat edilince anlaşılabilen ince mânâ.
nümâ: "gösteren, gözüken" mânâsında son ek.
nümâyan: görünen.
nümayiş: gösteri.
nümûne: örnek, model.
nümûnegâh: örneklerin bulunduğu yer.
nümüvv: büyüyüp gelişme.
nüsah: nüshalar, sayfalar.
nüsha: dualı kağıt, sahife, yazılı şey.
nüsûc: dokumalar.
nüşûr: yaymalar, dağıtmalar.
nüşûz: kadının kocasına itaat etmemesi.
nüşûze: asi kadın.
nüvat: nüveler, çekirdekler.
nüvaz: okşayıcı.
nüve: çekirdek.
nüvid: müjde.
nüvis: yazıcı.
nüzhet: neşe, eğlence, ferahlık.
nüzhetgâh: seyir ve eğlence yeri.
nüzûl: inme, iniş.
nüzûr: nezirler, adaklar.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.