Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hikmeti, ihsaniyye, kelimesindeki, lokman

Lokman Kelimesindeki Hikmet-İ İhsaniyye

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Lokman Kelimesindeki Hikmet-İ İhsaniyye




LOKMAN KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ İHSANİYYE

İlah, (Kendisi için) rızık irade etmeye meylettiğinde
Varoluşun bütünü onun gıdasıdır
Ve eğer ilahi meşiyyet bizim için rızık irade etmeye yönelirse
Meşiyyetin gereğince, O bizim (değişmez aynlarımız) için gıdadır
O’nun meşiyyeti iradesidir
Öyleyse deyin ki: meşiyyetle iradeyi diledi
Böylece irade, meşiyyetin dilediğidir
Meşiyyet artmayı (varetmeyi) ve azalmayı (yok etmeyi) irade eder
Ama, O’nun meşiyyetinden başka meşiyyet yoktur
İşte bu, ikisi (meşiyyet ve irade) arasındaki farktır, iyi anla
Ve bir yönden bakıldığında her ikisinin de ayn’ı birdir
Allahu Teala, “Biz Lokman’a hikmeti verdik” [Lokman Suresi, 31/12] ve “Hikmet verilen kimseye hiç kuşkusuz büyük hayır bağışlandı” [Bakara Suresi, 2/269] buyurdu Dolayısıyla Lokman, Kur’an’da belirtildiği üzere ve Allahu Teala’nın şehadetiyle büyük bir hayır sahibidir Ve hikmet kimileyin dile getirilir ve kimileyin de dile getirilmez Lokman’ın oğluna söylediği şu sözler, dile getirilmiş olan hikmettendir: “Ey oğulcuğum! İnsanın rızıkları ve amelleri bir hardal tanesi kadar bile olsa, o amel ve rızık tanesi ister bir kayanın içerisinde olsun, isterse göklerde veya yerde olsun Allah onu ortaya çıkarır [ihzar]” [Lokman Suresi, 31/16] Bu hikmetin dile getirilmiş bir hikmet olması, Lokman’ın Allahu Teala’yı, (habbeyi) ortaya çıkarıcı kılmasıdır — ve Allahu Teala bunu Kitabı’nda (Kur’an’da) onaylamış ve bu sözü, söyleyene geri çevirmemiştir
Ve dile getirilmemiş [meskûtün anha] hikmete gelince, hal karinesi ile bilinen bu hikmet, tanenin kim için ortaya çıkarıldığının (Lokman tarafından)
Lokman, dile getirdiği veya dile getirmekten geri durduğu şeyle, Hakk’ın (her şeyin değil de) her bilinen’in ayn’ı olduğunu haber verdi; çünkü “bilinen,” “şey”den daha kapsamlıdır Dolayısıyla da, (“bilinen,” şey’iyyetin olmadığı taayyün-i evvel mertebesinde yalnızca Hak tarafından bilindiğinden, insanlar için) bilinmezlerin en bilinmezidir
Bundan sonra, Lokman, kendi oluşumu bu hikmetle kâmil olabilsin diye, bu hikmeti eksiksiz kıldı ve onu eksiksiz bir şekilde aldı Böylece, “Allah Latif’tir” [Lokman Suresi, 31/16] dedi Latif oluşu ve lütfundandır ki O, kendi ismiyle adlandırılan ve kendi sınırıyla sınırlı [mahdud] olan şeyde, bu şeyin ayn’ıdır Ve bu şey için, isminin delalet ettiği şey denir Dolayısıyla, ona “gök,” “yer,” “kaya,” “ağaç,” “hayvan,” “melek,” “rızık” veya “yiyecek” denir Ve (bütün bu) şeylerin herbirinden ve herbirinde zahir olan, bir-olan-ayn’dır [ayn-ı vahid] Öte yandan, Eş’ariler şöyle derler: “Bütün alem cevher bakımından benzeşiktir” Dolayısıyla alem, tek bir cevher’dir [cevher-i vahid] Ve bu bir-olan-cevher, bizim “bir-olan-ayn” dediğimiz şeyin aynısıdır Eş’ariler daha sonra, “(tek cevher) araz yoluyla kendi içerisinde farklılaşır” dediler Bu da bizim “(bir-olan-ayn) ayrışabilmek için, suretler ve nisbetler yoluyla çoklaşır ve birbirinden farklılaşır” sözümüzün aynısıdır Suret, araz veya mizaç yönünden, “Bu, öbürü değildir” denir Ve cevher yönünden, “Bu, öbürünün ta kendisidir” denir Bundandır ki, her suret ve mizacın tanımında cevherin ayn’ı içkindir [ahz] Dolayısıyla biz şöyle deriz: “Cevher, Hak’tan başka değildir” Ve cevher olarak adlandırılan her ne kadar Hak ise de, kelamcılar, bu cevherin, keşf ve tecelli ehlinin mutlak kıldığı Hakk’ın ta kendisi olmadığını zannederler (Yani, ‘cevherin ayn’ı başka, Hakk’ın ayn’ı başkadır’ deyip, iki ayn isbat ederler) İmdi, işte bu, O’nun “Latif” olmasının hikmetidir
Daha sonra Lokman, Hakk’ı “O, Habîr’dir” [Lokman Suresi, 31/16] –yani, deneme [ihtibar] yoluyla ortaya çıkan ilimle bilir– diyerek nitelendirdi Ve bu ilme şu ayette işaret edilmiştir: “Biz sizi deneriz, ta ki … bilelim” [Muhammed Suresi, 47/31] Ve bu ilim, deneyimleme [zevk] ilmidir Hak Teala, işi ne ise o olarak bilmekle birlikte, Kendisini bir ilimle bilgileniyor olarak niteledi Ve Hak Teala’nın Kendisi hakkında kesinlediği bir şeyin inkarı sözkonusu olamaz Böylece Hak Teala, mutlak ilim ile, yetilerle kayıtlı olan deneyimleme [zevk] ilmini birbirinden ayırdı


Alıntı Yaparak Cevapla

Lokman Kelimesindeki Hikmet-İ İhsaniyye

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Lokman Kelimesindeki Hikmet-İ İhsaniyye




Ve Allahu Teala, Kendi nefsinin, o kulun yetilerinin ta kendisi [ayn] olduğunu bildirdi: “Ben onun işitmesi olurum” dedi — ki bu, kula ilişkin bir yetidir Ve “dili, eli ve ayağı olurum” dedi — ki bunlar, kulun uzuvlarındandır Allahu Teala, kulunun yetileri olduğunu söylemekle kalmayıp, aynı zamanda uzuvları da olduğunu belirtti — ve kul, bu uzuvlar ve yetilerden başkaca bir şey değildir İmdi, (Hak kulun yetileri ve uzuvları olunca) kul olarak adlandırılanın ayn’ı Hak’tır Ama bu, kulun, efendinin ayn’ı olduğu demek değildir Çünkü nisbetler, zatlarıyla birbirinden ayrışıktır Ama bu nisbetlerin, Kendisine mensub oldukları Hakk’ın Zatı’nda ayrışıklık yoktur Çünkü, varlıkta bütün nisbetlerde O’nun ayn’ından başkası yoktur Böylece O, nisbetler, izafetler ve sıfatlar sahibi olan Bir-olan-ayn’dır
Lokman’ın, oğluna öğüt verirken, Allah’ı “Latif” ve “Habîr” İsimleri’yle adlandırması, Lokman’ın hikmetinin kemalat derecesini gösterir Ama eğer, “Allah, Latif ve Habîr’dir” [Lokman Suresi, 31/16] demek yerine, “Allah, Latif ve Habîr idi” (yani, “Allah ezelde kendi zatında Latif ve Habîr olduğu gibi, şimdi de öyledir”) diyecek olsaydı, sahip olduğu hikmet çok daha kusursuz ve apaçık olurdu Ve Allahu Teala, Lokman’ın sözünü –bu söze herhangi bir şey eklemeksizin– olduğu gibi aktardı Her ne kadar Lokman’ın, “Allah, Latif ve Habîr’dir” [Lokman Suresi, 31/16] sözü Allah’ın sözü ise de, Allahu Teala bilir ki, eğer Lokman, sözünü (dile getirilmemiş bırakmayıp) tam söyleseydi, elbette ki, “Allah, Latif ve Habîr idi” derdi
Lokman’ın, “Hardal tanesi ağırlığınca olsa bile” [Lokman Suresi, 31/16] sözüne gelince: Burada sözü edilen tane, bir kimseye gıda olan bir şeydir Ve bu (gıda ile) beslenen, Allah’ın, “Kim zerre kadar bir iyilik yapmışsa onu görecektir ve kim zerre kadar kötülük yapmışsa onu görecektir” [Zelzele Suresi, 99/7-8] sözündeki “zerre”den başkası değildir Dolayısıyla bu zerre, beslenen’in küçüğüdür; ve bir hardal tanesi de besinin küçüğüdür Eğer beslenenler arasında, zerreden daha küçük bir şey olsaydı, Allahu Teala elbette ondan söz ederdi Nitekim, Allahu Teala, “Allah bir sivrisinekle misal getirmekten çekinmez” [Bakara Suresi, 2/26] buyurdu Sonra, varlıkta sivrisinekten daha küçük bir şey olduğu ilahi ilimde sabit olduğundan, “ve onun ötesindeki ile” [Bakara Suresi, 2/26] sözünü ekledi — ve bu (“ötesindeki” olan), küçüklükte (sivrisinekten daha küçük bir mahluk)
Lokman’ın, oğluna küçültme kipiyle (“oğulcuğum” biçiminde) seslenmesine gelince: Bu küçültme, rahmettir Merhametinden dolayı, oğluna, kendisini mutluluğa eriştirecek ameller işlemesini öğütledi Ve, Lokman’ın, “Allah’a şirk koşma!” sözüyle oğlunu şirkten sakındırması ise, şundan dolayıdır: “Şirk en büyük zulümdür” [Lokman Suresi, 31/13] Ve (bu durumda) mazlum olan, makamdır (yani, ayn-ı vahid’den ibaret bulunan uluhiyet makamıdır); çünkü bu makamı, bir-ayn [ayn-ı vahid] olduğu halde, bölünebilirlikle nitelemiştir Ve O’na şirk koşan kimse, O’na O’nun ta kendisini [ayn] ortak koşmuş olur — ve bu da en büyük cehalettir İşi ne ise o olarak bilmeyen ve işin hakikatini bilmeyen kişi, bir-olan-ayn’da [ayn-ı vahid] suretler birbirinden farklı olduğunda, bu birbirinden farklılığın bir-olan-ayn içerisinde olduğunu bilmeyip, bu makamda (yani, ayn-ı vahid makamında) olan bir sureti diğer surete ortak koşar Ve herbir suret için bu makamdan bir parça [cüz] ortaya çıkarır (yani, o Bir-olan-ayn’ı suretlere göre parçalara ve kısımlara ayırır)
İki şeyin ortaklığı sözkonusu olduğunda, iyi bilinir ki, bir şeyi ortak kılındığı diğer şeyden ayıran; ortak kılındığı diğer şeyi, onun kendisinden ayıranın aynı değildir (Yani, belli bir ortaklaşalık noktası dışında, ortak olan şeylerin sadece kendilerine özgü olan yanları vardır) Böyle olunca, aslına bakılırsa varlıkta ortaklaşalık sözkonusu değildir Çünkü aralarında ortaklaşalık olduğu söylenen iki şeyin herbiri kendine özgü bir paya sahiptir, (birinin sahip olduğu paydan diğerinin nasibi yoktur) Bunun sebebi ise, paylaşımsız ortaklıktır [şirket-i müşa’a] Ve her ne kadar paylaşımsız ise de, ikisinden birinin kullanılması [tasrif] paylaşımsızlığı ortadan kaldırır “İster ‘Allah’ deyin, ister ‘Rahman’ deyin” [İsra Suresi, 17/110] — işte bu (ayet), meselenin (yani, ortaklaşalık meselesinin) ruhudur

Ahmet Baydar

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.