ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   İslami Yazılar & Hikayeler (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=320)
-   -   Lokman Kelimesindeki Hikmet-İ İhsaniyye (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=369215)

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 03:08 AM

Lokman Kelimesindeki Hikmet-İ İhsaniyye
 

LOKMAN KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ İHSANİYYE

İlah, (Kendisi için) rızık irade etmeye meylettiğinde
Varoluşun bütünü onun gıdasıdır
Ve eğer ilahi meşiyyet bizim için rızık irade etmeye yönelirse
Meşiyyetin gereğince, O bizim (değişmez aynlarımız) için gıdadır
O’nun meşiyyeti iradesidir
Öyleyse deyin ki: meşiyyetle iradeyi diledi
Böylece irade, meşiyyetin dilediğidir.
Meşiyyet artmayı (varetmeyi) ve azalmayı (yok etmeyi) irade eder
Ama, O’nun meşiyyetinden başka meşiyyet yoktur
İşte bu, ikisi (meşiyyet ve irade) arasındaki farktır, iyi anla
Ve bir yönden bakıldığında her ikisinin de ayn’ı birdir.
Allahu Teala, “Biz Lokman’a hikmeti verdik” [Lokman Suresi, 31/12] ve “Hikmet verilen kimseye hiç kuşkusuz büyük hayır bağışlandı” [Bakara Suresi, 2/269] buyurdu. Dolayısıyla Lokman, Kur’an’da belirtildiği üzere ve Allahu Teala’nın şehadetiyle büyük bir hayır sahibidir. Ve hikmet kimileyin dile getirilir ve kimileyin de dile getirilmez. Lokman’ın oğluna söylediği şu sözler, dile getirilmiş olan hikmettendir: “Ey oğulcuğum! İnsanın rızıkları ve amelleri bir hardal tanesi kadar bile olsa, o amel ve rızık tanesi ister bir kayanın içerisinde olsun, isterse göklerde veya yerde olsun Allah onu ortaya çıkarır [ihzar]” [Lokman Suresi, 31/16]. Bu hikmetin dile getirilmiş bir hikmet olması, Lokman’ın Allahu Teala’yı, (habbeyi) ortaya çıkarıcı kılmasıdır — ve Allahu Teala bunu Kitabı’nda (Kur’an’da) onaylamış ve bu sözü, söyleyene geri çevirmemiştir.
Ve dile getirilmemiş [meskûtün anha] hikmete gelince, hal karinesi ile bilinen bu hikmet, tanenin kim için ortaya çıkarıldığının (Lokman tarafından)
Lokman, dile getirdiği veya dile getirmekten geri durduğu şeyle, Hakk’ın (her şeyin değil de) her bilinen’in ayn’ı olduğunu haber verdi; çünkü “bilinen,” “şey”den daha kapsamlıdır. Dolayısıyla da, (“bilinen,” şey’iyyetin olmadığı taayyün-i evvel mertebesinde yalnızca Hak tarafından bilindiğinden, insanlar için) bilinmezlerin en bilinmezidir.
Bundan sonra, Lokman, kendi oluşumu bu hikmetle kâmil olabilsin diye, bu hikmeti eksiksiz kıldı ve onu eksiksiz bir şekilde aldı. Böylece, “Allah Latif’tir” [Lokman Suresi, 31/16] dedi. Latif oluşu ve lütfundandır ki O, kendi ismiyle adlandırılan ve kendi sınırıyla sınırlı [mahdud] olan şeyde, bu şeyin ayn’ıdır. Ve bu şey için, isminin delalet ettiği şey denir. Dolayısıyla, ona “gök,” “yer,” “kaya,” “ağaç,” “hayvan,” “melek,” “rızık” veya “yiyecek” denir. Ve (bütün bu) şeylerin herbirinden ve herbirinde zahir olan, bir-olan-ayn’dır [ayn-ı vahid]. Öte yandan, Eş’ariler şöyle derler: “Bütün alem cevher bakımından benzeşiktir.” Dolayısıyla alem, tek bir cevher’dir [cevher-i vahid]. Ve bu bir-olan-cevher, bizim “bir-olan-ayn” dediğimiz şeyin aynısıdır. Eş’ariler daha sonra, “(tek cevher) araz yoluyla kendi içerisinde farklılaşır” dediler. Bu da bizim “(bir-olan-ayn) ayrışabilmek için, suretler ve nisbetler yoluyla çoklaşır ve birbirinden farklılaşır” sözümüzün aynısıdır. Suret, araz veya mizaç yönünden, “Bu, öbürü değildir” denir. Ve cevher yönünden, “Bu, öbürünün ta kendisidir” denir. Bundandır ki, her suret ve mizacın tanımında cevherin ayn’ı içkindir [ahz]. Dolayısıyla biz şöyle deriz: “Cevher, Hak’tan başka değildir.” Ve cevher olarak adlandırılan her ne kadar Hak ise de, kelamcılar, bu cevherin, keşf ve tecelli ehlinin mutlak kıldığı Hakk’ın ta kendisi olmadığını zannederler. (Yani, ‘cevherin ayn’ı başka, Hakk’ın ayn’ı başkadır’ deyip, iki ayn isbat ederler.) İmdi, işte bu, O’nun “Latif” olmasının hikmetidir.
Daha sonra Lokman, Hakk’ı “O, Habîr’dir” [Lokman Suresi, 31/16] –yani, deneme [ihtibar] yoluyla ortaya çıkan ilimle bilir– diyerek nitelendirdi. Ve bu ilme şu ayette işaret edilmiştir: “Biz sizi deneriz, ta ki … bilelim” [Muhammed Suresi, 47/31]. Ve bu ilim, deneyimleme [zevk] ilmidir. Hak Teala, işi ne ise o olarak bilmekle birlikte, Kendisini bir ilimle bilgileniyor olarak niteledi. Ve Hak Teala’nın Kendisi hakkında kesinlediği bir şeyin inkarı sözkonusu olamaz. Böylece Hak Teala, mutlak ilim ile, yetilerle kayıtlı olan deneyimleme [zevk] ilmini birbirinden ayırdı.


Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 03:08 AM

Lokman Kelimesindeki Hikmet-İ İhsaniyye
 

Ve Allahu Teala, Kendi nefsinin, o kulun yetilerinin ta kendisi [ayn] olduğunu bildirdi: “Ben onun işitmesi olurum” dedi — ki bu, kula ilişkin bir yetidir. Ve “dili, eli ve ayağı olurum” dedi — ki bunlar, kulun uzuvlarındandır. Allahu Teala, kulunun yetileri olduğunu söylemekle kalmayıp, aynı zamanda uzuvları da olduğunu belirtti — ve kul, bu uzuvlar ve yetilerden başkaca bir şey değildir. İmdi, (Hak kulun yetileri ve uzuvları olunca) kul olarak adlandırılanın ayn’ı Hak’tır. Ama bu, kulun, efendinin ayn’ı olduğu demek değildir. Çünkü nisbetler, zatlarıyla birbirinden ayrışıktır. Ama bu nisbetlerin, Kendisine mensub oldukları Hakk’ın Zatı’nda ayrışıklık yoktur. Çünkü, varlıkta bütün nisbetlerde O’nun ayn’ından başkası yoktur. Böylece O, nisbetler, izafetler ve sıfatlar sahibi olan Bir-olan-ayn’dır.
Lokman’ın, oğluna öğüt verirken, Allah’ı “Latif” ve “Habîr” İsimleri’yle adlandırması, Lokman’ın hikmetinin kemalat derecesini gösterir. Ama eğer, “Allah, Latif ve Habîr’dir” [Lokman Suresi, 31/16] demek yerine, “Allah, Latif ve Habîr idi” (yani, “Allah ezelde kendi zatında Latif ve Habîr olduğu gibi, şimdi de öyledir”) diyecek olsaydı, sahip olduğu hikmet çok daha kusursuz ve apaçık olurdu. Ve Allahu Teala, Lokman’ın sözünü –bu söze herhangi bir şey eklemeksizin– olduğu gibi aktardı. Her ne kadar Lokman’ın, “Allah, Latif ve Habîr’dir” [Lokman Suresi, 31/16] sözü Allah’ın sözü ise de, Allahu Teala bilir ki, eğer Lokman, sözünü (dile getirilmemiş bırakmayıp) tam söyleseydi, elbette ki, “Allah, Latif ve Habîr idi” derdi.
Lokman’ın, “Hardal tanesi ağırlığınca olsa bile..” [Lokman Suresi, 31/16] sözüne gelince: Burada sözü edilen tane, bir kimseye gıda olan bir şeydir. Ve bu (gıda ile) beslenen, Allah’ın, “Kim zerre kadar bir iyilik yapmışsa onu görecektir ve kim zerre kadar kötülük yapmışsa onu görecektir” [Zelzele Suresi, 99/7-8] sözündeki “zerre”den başkası değildir. Dolayısıyla bu zerre, beslenen’in küçüğüdür; ve bir hardal tanesi de besinin küçüğüdür. Eğer beslenenler arasında, zerreden daha küçük bir şey olsaydı, Allahu Teala elbette ondan söz ederdi. Nitekim, Allahu Teala, “Allah bir sivrisinekle misal getirmekten çekinmez..” [Bakara Suresi, 2/26] buyurdu. Sonra, varlıkta sivrisinekten daha küçük bir şey olduğu ilahi ilimde sabit olduğundan, “..ve onun ötesindeki ile” [Bakara Suresi, 2/26] sözünü ekledi — ve bu (“ötesindeki” olan), küçüklükte (sivrisinekten daha küçük bir mahluk)
Lokman’ın, oğluna küçültme kipiyle (“oğulcuğum” biçiminde) seslenmesine gelince: Bu küçültme, rahmettir. Merhametinden dolayı, oğluna, kendisini mutluluğa eriştirecek ameller işlemesini öğütledi. Ve, Lokman’ın, “Allah’a şirk koşma!..” sözüyle oğlunu şirkten sakındırması ise, şundan dolayıdır: “..Şirk en büyük zulümdür” [Lokman Suresi, 31/13]. Ve (bu durumda) mazlum olan, makamdır (yani, ayn-ı vahid’den ibaret bulunan uluhiyet makamıdır); çünkü bu makamı, bir-ayn [ayn-ı vahid] olduğu halde, bölünebilirlikle nitelemiştir. Ve O’na şirk koşan kimse, O’na O’nun ta kendisini [ayn] ortak koşmuş olur — ve bu da en büyük cehalettir. İşi ne ise o olarak bilmeyen ve işin hakikatini bilmeyen kişi, bir-olan-ayn’da [ayn-ı vahid] suretler birbirinden farklı olduğunda, bu birbirinden farklılığın bir-olan-ayn içerisinde olduğunu bilmeyip, bu makamda (yani, ayn-ı vahid makamında) olan bir sureti diğer surete ortak koşar. Ve herbir suret için bu makamdan bir parça [cüz] ortaya çıkarır (yani, o Bir-olan-ayn’ı suretlere göre parçalara ve kısımlara ayırır).
İki şeyin ortaklığı sözkonusu olduğunda, iyi bilinir ki, bir şeyi ortak kılındığı diğer şeyden ayıran; ortak kılındığı diğer şeyi, onun kendisinden ayıranın aynı değildir. (Yani, belli bir ortaklaşalık noktası dışında, ortak olan şeylerin sadece kendilerine özgü olan yanları vardır.) Böyle olunca, aslına bakılırsa varlıkta ortaklaşalık sözkonusu değildir. Çünkü aralarında ortaklaşalık olduğu söylenen iki şeyin herbiri kendine özgü bir paya sahiptir, (birinin sahip olduğu paydan diğerinin nasibi yoktur). Bunun sebebi ise, paylaşımsız ortaklıktır [şirket-i müşa’a]. Ve her ne kadar paylaşımsız ise de, ikisinden birinin kullanılması [tasrif] paylaşımsızlığı ortadan kaldırır. “İster ‘Allah’ deyin, ister ‘Rahman’ deyin..” [İsra Suresi, 17/110] — işte bu (ayet), meselenin (yani, ortaklaşalık meselesinin) ruhudur.

Ahmet Baydar


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.