Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Edebiyat / Dil Bilgisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ozanlarımız

Ozanlarımız (H)

Eski 06-24-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız (H)




Hüroğlu

Akıldan mantıktan dışarıya çık
Şerefsizlik şeref olduktan sonra
Sağlam yapı koyma hepisini yık
Şerefsizlik şeref olduktan sonra

Kahpelik pirensip döneklik usul
İnsanlık icabı düşünme nasıl
Hüroğlu sözünü bitir velhasıl
Şerefsizlik şeref olduktan sonra

1938 yılında Şarkışla’da doğmuştur Asıl adı Cumhur Karabulut’tur Mehmet ve Feride’nin oğludur Ailede beş erkek bir kız kardeştirler İlkokulu bitirdikten sonra babasının yanında sekiz yıl bakkallık sonra da üç yıl ayakkabı boyacılığı yapmış; mezbahada ve benzin istasyonlarında çalışmıştır İstasyondaki bekçilik ve pompacılık işini Sefil Selimî ile birlikte yapmış, bir çorba karşılığı günde 15 saat altı ay çalışmıştır Gecelerini de nöbetleşe olarak “Karıncalı palas” adını verdikleri bir paltonun içinde geçirmişlerdir 1970-1984 yıllarında Almanya’da işçilik yapmış, yurda dönüşte, bir ev iki dükkan almıştır 1956 yılında Sahare Hanım’la evlenmiş, bu evlilikten dokuz çocuğu olmuştur Askerlik hizmetini de Kütahya ve Ankara’da yapmıştır Halen Şarkışla’da yaşamaktadır

1961 yılından itibaren, Şarkışla’nın Kadılı mezrasındaki Çoban Mehmet (Can)’dan feyz alarak şiir söylemeye başlamıştır Sazı ve çırağı olmayan ancak irticalı oldukça kuvvetli âşıklardandır Sivas’ta Sefil Selimî ile birlikte “lebdeğmez” söyleyen ikinci âşıktır Beş yüzden fazla şiiri vardır Çevresinde çeşitli âşık programlarına ve festivallere katılan âşığa Hüroğlu mahlasını da Şeyh Çoban Mehmet vermiştir


Eserlerinden bazıları:
Ters Öğüt Destanı

Akıldan mantıktan dışarıya çık
Şerefsizlik şeref olduktan sonra
Sağlam yapı koyma hepisini yık
Şerefsizlik şeref olduktan sonra

Eline geçeni aşırmaya bak
Doğru gidenleri şaşırmaya bak
Herkese tuzak kur düşürmeye bak
Şerefsizlik şeref olduktan sonra

Doğruyu söyleme azdır kulları
Barikat kur kapat bütün yolları
Punduna düşürüp bağla yolları
Şerefsizlik şeref olduktan sonra

İyilik edene götülük getir
Dedenden babandan üst yana otur
Saygının boynuna salla bir satır
Şerefsizlik şeref olduktan sonra

Vatana millete eyleme kaygı
Ecdada ataya gösterme saygı
Boynuna yük olur taşıma duygu
Şerefsizlik şeref olduktan sonra

Altına çavdar koy üste arıyı
Nohuda sözü ver getir darıyı
Davar güder isen eksilt sürüyü
Şerefsizlik şeref olduktan sonra

Beyaza kara de karaya beyaz
Varlığında taşı sahtece bir naz
Tavuklardan vazgeç geliyorsa kaz
Şerefsizlik şeref olduktan sonra

Kabul etme kardaşlığı eşliği
Azgınlığı getir kaldır hoşluğu
Merdane durana eyle puş(t)luğu
Şerefsizlik şeref olduktan sonra

Tuttuğun her işe hileleri kat
Ucuza aldığın çok pahalı sat
Garibe kast eyle masumlara çat
Şerefsizlik şeref olduktan sonra

Kahpelik pirensip döneklik usul
İnsanlık icabı düşünme nasıl
Hüroğlu sözünü bitir velhasıl
Şerefsizlik şeref olduktan sonra


Dünya

Varımız harcattı oğlu kıza
Her nemiz var ise aldı tüketti
Doldurdu meşakket derunumuza
Felek bizi büklüm büklüm bük etti

Hırka verdi kuşak verdi şal verdi
Hane verdi tarla verdi mal verdi
Evlat verdi uşak verdi döl verdi
Çok yükledi sırtımıza yük etti

Ağzımızda dişlerimiz söküldü
Kele döndü saçlarımız döküldü
Belimiz iki kat oldu büküldü
Üstümüze çöktü bizi çökertti

Kızgın korda kavrum kavrum kavurdu
Ucuz davarımı tepti devirdi
Kerpicimi toza kattı savurdu
Attı bu alemden sildi yok etti

Aç gezdirip gösteriyor tok gibi
Verdiğini geri aldı çok gibi
Fukaranın haznesinde yok gibi
Bekittikçe yüzlerini bekitti

Şaşkın yolcu iki de bir duraklar
Ustasından öğrenirler çıraklar
Ayağımız fena sıktı çarıklar
Bir zamanlar ıstırabı çok etti

Harmanı yanandan öşür alınmaz
Zalim grubuna teslim olunmaz
İnsafsız olanda vicdan bulunmaz
Zulmün kastı Hüroğlu’nu şok etti


Usul Usul

Yer yüzündeki pirleri
Tanıyorum usul usul
Evliya ile erleri
Anıyorum usul usul

Âşıkların başlarıyla
Hüda sırrı işleriyle
Gözlerinde yaşlarıyla
Yunuyorum usul usul

Bilmediğim belleyerek
Yâr adını dileyerek
Aşk badesi yollayarak
Sunuyorum usul usul

Yeni yeni yol belliyom
Çeşit çeşit dil belliyom
Hal içinde hal belliyom
Sınıyorum usul usul

Soruyorum sarıyorum
Aynı yerde duruyorum
Görenleri görüyorum
Kanıyorum usul usul

Aklım yetmiyor sözüme
Sürme çektiler gözüme
Tek çıngı* düştü özüme
Yanıyorum usul usul

Hüroğlu’yum hürler ile
Kolay ile zorlar ile
Ben kendimi birler ile
Sanıyorum usul usulAynaya Baktım

Bir gün hatırladım aynaya baktım
Param parça olmuş yaralanmışım
Bir yıkık duvarın üstüne çıktım
Tepem üstü düşüp yaralanmışım

Epeyce düşündüm aklım yokladım
İrkilerek birden bire hopladım
Kör hançeri ciğerime sapladım
Yaram ilaç olmuş çarelenmişim

Bülbüllük taslayıp güle konarken
Oturmuşum yürüyorum sanarken
Geçitler yoklayıp boyum sınarken
Arklarda boğulup derelenmişim

Edepten erkandan huydan okuyup
Atadan ecdattan soydan okuyup
Olura olmaza meydan okuyup
Saf dışı atılıp kürelenmişim

Bundan böyle ahd eyledim ahd olsun
Umur olsun gayret olsun ceht olsun
İster essah** olsun ister saht’olsun
İkisinden birden aralanmışım

Sefil tabanlarım akılsız başım
Yüksek dağlar gibi çoğaldı kışım
Hep sıfıra çıktı hayalim düşüm
Vakitsiz uykuya kiralanmışım

Ses dinlerdim bağlamadan tumburdan
Dolmuş kulaklarım zambur zumburdan
Bilmem kel başımdan bilmem kamburdan
Silinmiş ak yazgım turalanmışım***

Özüme bir nişan takıyom derken
Seyredip âleme bakıyom derken
İçimi dışımı yıkıyom derken
Şüphe piresiyle pirelenmişim

İbret aldım evvel ile ahirden
Emeklerim boşa gitmiş kahirden
Şifa diye çok içtiğim zehirden
Tenim göz göz olmuş berelenmişim

Dünya hay huyuna koştum ha koştum
Düz yol arar iken sarplara düştüm
Hüroğlu morarmış rengine şaştım
Beyazlık ararken karalanmışım


Titriyor

Kaynıyor vücudum yanar dağ gibi
Ruhum sızılıyor dizim titriyor
Seda fışkırıyor aynı laf gibi
Bağrım kavruluyor özüm titriyor

Güzeller şahından dilek dilerken
Mihrabına durup niyaz kılarken
Arzulayıp seher vakti melerken
Dilim dolaşıyor sözüm titriyor

Varım sarf ederim gönül yapmaya
Âşığım arlanmam yare tapmaya
Niyet eyleyince elin öpmeye
Kirpik seğiriyor yüzüm titriyor

Gönülden gönüle yâre varınca
Huzur alıp divanına durunca
Didarını cemalini görünce
Kaşlar ağarıyor gözüm titriyor

Canlar mı dayanır nazlı nazına
Doya doya bakılır mı yüzüne
Tezene vurunca gönül sazına
Teller üzülüyor sazım titriyor
* çıngı : kıvılcım
** essah : sahih, gerçek, doğru
*** turalanmak : talihi aksi gitmek



Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız (H)

Eski 06-24-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız (H)




HUZURİ
Sarı saç üstüne sarışın yazma
Yakışır başına kurban olduğum
Çıldırtma aklımı karşımda gezme
Gözüne kaşına kurban olduğum


Asıl adı Ali Coşkun'dur Artvin'in Yusufeli ilçesi, Zor köyünde doğmuştur (1887) Kavasoğulları'ndan Mustafa Keşfi Efendi'nin oğludur Keşfi de tanınmış bir ozandı

Yirmi yaşına kadar medrese öğrenimi gören Huzuri, medreseden ayrıldıktan sonra uzun bir geziye çıkmış ve Kafkasya'dan geçerek Kırım'a kadar gitmiştir Birinci Cihan Savaşı'nda askerliğini yapan ozan, terhisten sonra köyüne dönerek evlenmiştir Bir süre tapu ve nüfus memurlukları yapmışsa da işine ısınamadığı için tekrar çiftçiliğe dönmüştür

Zaman zaman sazını alarak gezilere çıkma alışkanlığını bütün ömrü boyunca sürdüren Huzuri, Ankara, İstanbul İzmir gibi büyük şehirleri de dolaşmıştır 1957'de, İspir'in Salaçar köyünde dokuma satarken ölmüş ve oraya gömülmüştür Aruzla da başarılı şiirler yazan Huzuri'nin destanları çok tanınmıştır



Koşmalar


1
Safayı ararken düştün cefaya
Görünmez ok ile vuruldun gönül
Minnet eylemezken yoksula baya
Vardın çok kapıdan sürüldün gönül

Cahil ile otururdun kalkardın
Yapmadığın gönülleri yıkardın
Coşkun çaylar gibi durmaz akardın
Şimdi dalgalanıp duruldun gönül

Huzuri sözüne inanmaz idin
Ayılıp gafletten uyanmaz idin
Heva ve hevesten usanmaz idin
Çok dolaştın ahır yoruldun gönül

2
Sarı saç üstüne sarışın yazma
Yakışır başına kurban olduğum
Çıldırtma aklımı karşımda gezme
Gözüne kaşına kurban olduğum

Kirpiklerin susamıştır kanıma
Dök kanımı keşke otur yanıma
Sana gelen her dert gelsin canıma
Nevreste yaşına kurban olduğum

Garibim insaf et gönlüm şad eyle
İyliğin söylensin yahşı ad ile
Huzuri'yi ya öldür ya azat eyle
Eşiği taşına kurban olduğum



Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız (H)

Eski 06-24-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız (H)




Hodlu Noksani

Kader layık gördü gurbet elini
Gönlümü sılada eğlerken gördüm
Erken kalkıp hazırlığa başlarken
Çorap çamaşırı bağlarken gördüm


Gel vazgeç Noksani gurbet karından
Asla fayda yoktur dünya varından
Git al muradını kendi yarinden
Dermansız devayı sağlarken gördüm

1922-1964 Artvin'in Yukarı Hod (şimdiki adı Yukarı Maden) köyünde doğdu Asıl adı İbrahim Muratoğlu'dur

Aşık edebiyatıyla içiçe olan ağabeylerinin de bilgilerini aktarmalarıyla aşıklık geleneğini küçük yaşlarda öğrendi

Önceleri aşıklık geleneğinde şiir ve türküleri ezberleyip kaydeden Aşık Noksani, yaklaşık 18 yaşlarından itibaren kendi de şiir yazmaya başladı Bu ilk şiirlerin bazılarında kendi adını, 1940'ların 2 yarısından sonra Noksani mahlasını kullanmaya başladı

İlkokul öğrenimi olmasına karşın babası ve ağabeyinden Arapça ve kısmen Farsça öğrendi

Şiirlerinde zaman zaman Sümmani ve Şenlik gibi Farsça etkiler görülmesine karşın ağırlıkla yalın Türkçeyi kullandı

Şiirlerinde genellikle aşk ve doğa konularını işledi Ancak taşlama ve övgü konulu şiirleri de bulmaktadır

Öldüğünde geride, kendi şiirleri dışında Sivaslı Aşık Talibi'den Hodlu Şamili'ye dek birçok aşığın türkü ve şiirlerinden oluşan yüzlerce sayfayı bulan elyazması ve daktilo edilmiş notlar bıraktı


Hodlu Noksani'ye ilişkin bir araştırma Bekir Karadeniz tarafından "Hodlu Noksani Yaşamı ve Şiirleri" (2000) adıyla yayımlandı Bekir Karadeniz


Eserlerinden bazıları:


Belasıdır

Kimse rızasıyla çıkmaz vatandan
Lakin ab u dane dar belasıdır
Meşakkatle püryan oldu her yanım
Namerdin töhmeti ar belasıdır

Çok kimseler ayran bulmaz içime
Gözü yoktur bu dünyada geçime
Altmışında kır karışmaz saçıma
Berduşluk temelde har belasıdır

Yolu düşmez bu dünyada yokuşa
Kurban kessen eli gitmez bir işe
Sevdasını vermiş alış verişe
Zararı var ise kar belasıdır

Gönlünü verenler var zanaata
Zanaatın yoksa gir kanaata
Çalışıp kazanıp kon saltanata
Fazla zengin olmak zor belasıdır

Neden sana mevlam az taksim etmiş
Taksimde kısmetin yapana atmış
Herkes çalışırken Noksani yatmış
İdare midare var belasıdır


Benim İçin

Nedendir de zalim felek nedendir
Yağan yağmur ile kar benim için
Artıyor günbegün dert ile keder
Niye bir kez gülmez yar benim için

Eller gül gönderir daim dostuna
Kahpe felek düşmüş benim kastıma
Gözün dikmiş mezarımın üstüne
Geniş dünya şimdi dar benim için

Görünmez dağların başı dumandır
Kaldım gurbet elde halim yamandır
Yatarım burada hayli zamandır
Derdi çekmek olur ar benim için

Dahi mihnet çekti erlerin eri
Nuş etti şerbeti dünyanın varı
Geçen günler geçti dönmezler geri
Bilmem daha neler var benim için

Bilmem bir günümü hayli zamandır
Yağar boran tipi karlı dumandır
Noksan bu dünyada halın yamandır
Belli ki yaşamak zor benim için


Bulunmalı

Bu gönlüm çok sever güzel methini
Güzelde yangına sel bulunmalı
Bakması mest eder cansız yatanı
Gülerken yanakta hal bulunmalı

Gezerken ceylandır bakarken maral
İnce narin değil tam orta karal
Gezmesen o bağda solmadan saral
Sevda bahçesinde gül bulunmalı

Güzeli bulmalı eyyam deminde
Yoktur bir kusuru hub endamında
Bulmalı eşini tıfıl çağında
Sinesi üstünde el bulunmalı

Ölçülmez güzelin asla kıymeti
Herbir yerde olur onun rağbeti
Dinlenir mecliste olsa sohbeti
Güzelde hünerli dil bulunmalı

Herbir mahlukatı mevlam yarattı
Kimini çok kimin bir karar etti
Güzelin gamzesi canlara battı
Böyle güzellere kul bulunmalı

Güzel olan her dernekte seçilir
Verse bir kadehte zehir içilir
Gezdiği yerlerde güller açılır
Güzelde eda naz fel bulunmalı

Nedendir Noksani fazla yazarsın
Az şeylerden sinirlenir azarsın
Bir gün olur tatlı candan bezersin
Alemde cennete yol bulunmalı


İstanbul

Gönlüm hasret kaldı köşke seyrana
Bakarım uzaktan yaslı İstanbul
Bilmem nasip midir bir daha gezmek
Ağlarım gözümde tuzlu İstanbul

Görünür uzaktan baksan camiler
Dizilmiş sıraya evler haneler
Gezer sokaklarda çiftler sunalar
Övmeye münasip süslü İstanbul

Her dakika vardır mevcut vesayet
Otobüs taksi tramvay transit
İstasyonu iskelesi müsait
Yoktur bir emsali özlü İstanbul

Gezerken olmalı cepte bol paran
Parasız gidene gezmesi haram
Zevki eğlencesi her saat her an
Seyirli neşeli sazlı İstanbul

Gelir vesayetler Garp ile Şarktan
Gezmekten doyulmaz sinema parktan
Çokları kahrolur hasta yatmaktan
Elemli kederli gizli İstanbul

Belli olmaz gecesiyle gündüzü
Farkedilmez sonbaharı yaz kışı
Denizleri tepeleri var düzü
Yokuşlu engelli düzlü İstanbul

Her yandan üstündür süslü Beyoğlu
Ne hoş görünüyor bak Cağaloğlu
Çok fazla gezemem yüreğim dağlı
Şanı üç beş değil yüzlü İstanbul

Haydarpaşa Eminönü Üsküdar
Gezmeyenler bu dünyadan küs gider
Görenlerde elem kalmaz yas gider
Kahırlı mihnetli nazlı İstanbul

Gözün açıp bu aleme baksana
Gezmek lazım Eminönü Taksim'i
Fazla yazıp kederlenme Noksani
Bedeldir dünyaya bizli İstanbul Gördüm

Kader layık gördü gurbet elini
Gönlümü sılada eğlerken gördüm
Erken kalkıp hazırlığa başlarken
Çorap çamaşırı bağlarken gördüm

Aldım da çantamı çıktım kapıya
Nazar ettim bağ bostana yapıya
Değer vermem mala mülke tapuya
Yarimi peşimden ağlarken gördüm

Yola çıktım ayaklarım gitmiyor
Yokuşu çıkmaya dizim tutmuyor
Ah ederim elim yare yetmiyor
Hasretlik gönlümü dağlarken gördüm

Bilmem nasip midir yoksa ki kader
Kimseye küsemem böyle mukadder
Gittikçe gönlümü aldı bir keder
Bahar seli gibi çağlarken gördüm

Gel vazgeç Noksani gurbet karından
Asla fayda yoktur dünya varından
Git al muradını kendi yarinden
Dermansız devayı sağlarken gördüm


Kalmadı

Bir dinleyen yoktur derdimi desem
Asla bir meslekte elim kalmadı
Çok başvurdum sağa sola fayda yok
Döktü yaprak gazel gülüm kalmadı

Daim arz ederim ticaret karı
Asla sevmez oldu evdeki karı
Arayan bulurdu serveti varı
Soramam kimseye dilim kalmadı

Üç beş kuruş bulunurdu arasan
Şapkam kopmuş saçlarımı tarasan
Çıra yakıp meteliği arasan
Gitti kazanç servet pulum kalmadı

Gitmez hayalimden aşk-ı ateşim
Silsem de tükenmez gözümden yaşım
Ezelden yoksulluk boşlamaz peşim
Savruldu dumanım külüm kalmadı

Geçti bir devranım tıfıl çağlarda
Bülbül sesi dinler idim bağlarda
Vardı sürüm çobanlarım dağlarda
Şimdi seyretmeye malım kalmadı

Yorulmadan yüce dağlar aşardım
Bulanmadan kaynayıp da coşardım
Rençperliğe beş on boyun koşardım
Büküldü kametim belim kalmadı

Halılar yerinde yoktur hasırım
Düşündüm taşındım bilmem kusurum
Sular akmaz kol vermiyor mısırım
Düşsem tutunacak dalım kalmadı

Şimdi ticaretim yolcu bacından
Dizlerimde can yok öldüm acımdan
Kar edemem kuvvetimden gücümden
Gitti kuvvet derman halim kalmadı

Gönül müpteladır daim güzele
Yaprağım yok bağlar hasret gazele
Akla gelir bir Murgul'u tazele
Başka da gidecek yolum kalmadı

Sabreyle Noksani dert ile zora
Yokuşta yorulan bir düze vara
Bir gün devredersin kara toprağa
Görsem sağ tarafı solum kalmadı


Olmayınca

Gönlüm ister meramına ermeyi
Neyleyim talihim var olmayınca
Çok isterim bülbül sesi duymayı
Bülbül gülü sevmez har olmayınca

Nasihatim gezme gönül yabanda
Bir umudum kaldı karasabanda
Düşmüşüm efkara iş yok tabanda
Gönül ziyan eder kar olmayınca

Devrettim otuzu kırka yüz tuttum
Hiçbir gün gülmedim daim yas tuttum
Bir dem için bir ateşi dost ettim
Yandırır cismimi kar olmayınca

Gözüm yaşı akar eli işlemez
Bülbül figan eder gülü beslemez
Gönül verip yar kolunu yaslamaz
Dostun seni sevmez yar olmayınca

Feryat eder daim sende kar bülbül
Ah eder bülbülü için gonca gül
Yüz bin mihnet etsen yine eldir el
Kalpte senin için ar olmayınca

Hoşa gider güzellerin oynağı
On sekizde yakar gönül sığnağı
Terkedemez güzel seven sevmeyi
Bulanıp da sonra dur olmayınca

Kader gül demezse asla gülünmez
Gönül kuşu pervaz etse yorulmaz
Dostun güzel olsa yine sarılmaz
Baştan iki gönül bir olmayınca

Bu sene kısmet çok fazla gezdi
Gözüm gördüğünü elim de yazdı
Zalim gurbet elden usandı bezdi
Noksan Hod'da durmaz zar olmayınca




Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız (H)

Eski 06-24-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız (H)




Hisarlı Ahmet (İnegöllüoğlu)

A İstanbul Sen Bir Han Mısın
Varan Yiğitleri Yudan Sen Misin
Gelinleri Yarsız Goyan Sen Misin
Gidip De Gelmeyen Yari Ben Neyleyim
Vakitsiz Açılan Gülü Ben Neyleyim




Babam 1908’de KALE BALA denilen Kütahya ilinin çekirdeğini oluşturan Yukarı Hisar’ da dünyaya gelmiş Ayşe hanım ile yemenici Musa Bey’in ikinci çocuklarıdır Çocukluğunu ve gençliğini babasının yanında geçirmiş

Delikanlılık döneminde; gençlerin evlerde toplanarak eğlendikleri ve sohbet ettikleri GEZEK’lerde üç telli bağlama ile tanışmış Müzik gibi uğraşların gençleri haylazlığa iteceği düşünülen o devirde babasından saklı üç kile buğdaya bir bağlama edinmiş Dedem bunu görmüş kırmış, babam gene bunu almış,gene kırılmış ama böyle devam ederken de babam bağlamayı öğrenmiş

Örf ve adetlerin yaşatıldığı, görgü kurallarının ve birlikte yaşamanın pekiştirildiği Gezekler de müzik oyun başladığında sohbet bırakılır, yeme içme durur, derlenip toparlanılır ve sessizce dinlenilir, seyredilirdi kurallara uymayanlara da hoş cezalar verilirdi Zengince olana bedensel ceza verilir, uzak bir pınardan su getirmesi istenir Yoksul gence de mesela bir tepsi baklava alma cezası verilirdi

Genç kızların aynı tür toplantısına da KIZLAR İÇİ denir Gençler ablalarından hayat hakkında bilgiler alır oynayıp eğlenirlerdi

Askerlik çağına geldiğinde koltuk altına aldığı bağlaması ile kıt’aya teslim olan babam Topçu askeri olmuş Burada klarnet çalmayı ve okuma yazmayı öğrenmiş Askerlik dönüşü ve dedemin vefatı ailenin geçimini ona yüklemiş Bu arada Hacer hanımla ile evlenmiş, ağabeyim Hüseyin; ablam Huriye ve ben dünyaya gelmişiz Hisardan yeni gelişen şehre taşındık Ekonomik durum babama meslek değiştirir Kahvehane açar Üç telli bağlama duvarda asılıdır, ünü yayılmıştır Kahvehanesi aşıkların ve onu dinlemeye gelenlerin uğrak yeridir artık Hevesli gençlere bile ücret ders verir Halk evleri kurulduğunda çalışmalarını burada da sürdürür

Muzaffer Sarısözen 'in daveti üzerine 1942'de ekip olarak Ankara radyosuna gidilmiş Onun sazı ve sesindeki farklı üslup ve tavır üzerine radyoda kalması teklif edilmiş ve "Fincanın dibi noktalı ile Pembeli" türküleri derlenmiş

Ailevi radyoda kalmayan babamın kahvehanesi Aşık Veysel, Aşık Davut Sulari gibi gezginci ozanların ve radyo sanatçılarının uğrak yeri olmuş Bir konser için gelen Nida Tüfekçi, Yücel Paşmakçı ondaki değişik saz tavrı ve okuyuştaki kendine has hançereyi fark etmişler Benim yüksek öğrenim için İstanbul'da olmam ve halk müziği camiasında çalışmamın da babamda ki tüm yöre türkülerin TRT repertuarına kazandırılmasında katkısı olmuş, türküler hemen hayata geçirilmiştir Bu arada ibadetini de bırakmayan babam "Hacı" olduktan sonra "elini eteğini çek bu işlerden" diyenlere "Ben sazımla Rabbime sizden daha yakınım" derdi Kendimi bildiğimden beri babamın alkollü içki kullanmadığını bilirim, sigarayı da bırakan babam nefesinin güçlü oluşu sayesinde türkü söylediğinde sesini civar köylerden bile duyulduğunu söyler, bununla övünürdü

Halk destanlarını ezbere bilir, türkülerin kaybolması ve yozlaşması endişesiyle bunları bir kitapta toplama arzusunu da ne yazık ki sağlığında yerine getiremedi Bu arzusunu ben ve torunu İsmail Pektaş 1995 yılında "Hisarlı Ahmet yorumu ile Kütahya Türküleri" adlı kitabı güral porselen'in sponsorluğunda yayımlayarak gerçekleştirebildik Hisarlı Ahmet 4 Ocak 1984'de vefat etmiştir



Hisarlı Ahmet den alınan bazı türküler: A İstanbul Sen Bir Hanmısın, Yağmur Yağar, Kütahya'nın Pınarları, Menberi



Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız (H)

Eski 06-24-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız (H)




Hilmi Şahballı

Karlı dağların ardından
Yare doğru yürüyorum
Yunus'un feyiz aldığı
Yere doğru yürüyorum

Şahballı'm konan göçecek
Dünya fani ölüm gerçek
Kula şefaat edecek
Er'e doğru yürüyorum

Hilmi Şahballı 01101953 tarihinde Kahramanmaraş'ın Türkoğlu kazasında dünyaya geldi İlk ve orta öğrenimini Kahramanmaraş'ta tamamladı Şiir yazmaya 1972 yılında başladı 1973 yılında Dengin Plak şirketinin düzenlemiş olduğu Aşıklar Yarışması'nda 1nci seçilerek kendisine "ŞAH" unvanı verilir ve o günden sonra "Hilmi Şahballı" olarak tanınır Sonrada Mahkeme kararı ile soyadını "Şahballı" olarak değiştirir

Yıllarca yurtdışında bir çok ülkeyi gezmiş, Türkülerimizi okuyarak Türk kültürünün yayılmasına yardımcı olmuştur 750'nin üzerinde şiiri bulunmaktadır Bu şiirlerin 300 ünü bestelemiştir Bunlardan bazıları "Yürüyorum, Esmerin adı Oya, Kızılırmak, Yoruldum, Volkan gibiyim, Doğ güneş, Aman Dokunmayın çok fenayım, Takatım mı var, Bir yudum su, Bahar gelmiş bizim ele, Zım zım, Mahkumların Türküsü, Neden bana gönül verdin, Unutuldum, Oda yandı bende yandım, Ay Kızım Kınalı kuzum, Belki gelirim Ana, Bebeğim vs gibi…

Etkilendiği şair ve aşıklar ise: Hayati Vasfi Taşyürek, Aşık Mahzuni Şerif, Abdurrahim Karakoç, Aşık Veysel, Neşet Ertaş, Halit Araboğlu, Yusuf Polatoğlu'dur

Çalışmaları arasında ayrıca 55 adet plağı, 5 adet filmi vardır Filmlerinin isimleri : Gurbet Ölümleri, Bayram Türküsü, Beklenmeyen misafir, Gülelim eğlenelim, İbrahim Hakkı Hazretleridir…

Ayrıca : Kanal 6'da 50 bölüm Türkü Pınarı Programı; TGRT'de 100 bölüm Ozanların Dilinden Programı; 3 Yıl Merhum Sn Turgut Özal'ın Müzik Danışmanlığı; 5 Yıl Ankara Radyosunda sözleşmeli olarak görev yapmıştır

Meclis Başkanı Ömer İzgi'nin vermiş olduğu "2001 yılının Altın Adamları" ödülüne layık görülmüştür

Sanat hayatına 35 senesini vermiş 30 uncu kasetinin çalışmalarına devam etmektedir
Evli ve 5 çocuk babasıdır



Eserlerinden bazıları:
YÜRÜYORUM

Karlı dağların ardından
Yare doğru yürüyorum
Yunus'un feyiz aldığı
Yere doğru yürüyorum

Kâh atlıyım kâh yayayım
Hangi derdime yanayım
Ben bu âlemde rüyayım
Sırra doğru yürüyorum

Şahballı'm konan göçecek
Dünya fani ölüm gerçek
Kula şefaat edecek
Er'e doğru yürüyorum


ÇOBAN ŞAHBALLI

Bir köyümüz vardı baykuşu çoktu
Yıldızları saya saya büyüdük
Fakir yoksulduk ya anlımız aktı
Karda kızak kaya kaya büyüdük

Anam teşt içinde yurdu başımı
Bizi çimdirirken gör telaşını
Bazlamaya katık yaptım aşımı
Teh dürümü yiye yiye büyüdük

Kışın dam loğlardık kürürdük karı
Av avlardık bulamazdık avcarı
Ne pantol bilirdik nede şalvarı
Uzun fistan giye giye büyüdük

Dut toplamak için ağaca çıkardık
Ölümden korkmazdık daldan sarkardık
Horozun sesine erken kalkardık
Ezan sesi duya duya büyüdük

Sarılar köyündür oban Şahballı
Dilde destan elde saban Şahballı
Boşa büyüklenme Çoban Şahballı
Dağda davar yaya yaya büyüdük


DUYGUNUN ESERİ

Güzel seni sana tarif edeyim
Çünkü sevda vardır yolun ucunda
Gönül uslanmıyor nere gideyim
Bülbülün figanı gülün ucunda

Ne kadar meth etsem az geliyor az
Hepsi sende mevcut cilve, iş ve naz
Yanakların elma dudağın kiraz
Sandım bal akıyor dilin ucunda

Gözlerin şaheser kirpiğin oktur
Gülüşün ölümcül hastaya doktor
Velhasıl cihanda menendin yoktur
Sanki bir gül açmış dalın ucunda

Hilmi Şahballı'yım alayım kadan
Görünüşün berrak bir duru sudan
Kavuşmadan göz edersem dünyadan
Ruhum görmek ister salın ucunda


VAKTİ DOLANA KADAR

Zerre zerre arı çiçekten balı
Süzer gider vakti dolana kadar
Rüzgar ıslık çalar doğa sevdalı
Tozar gider vakti dolana kadar

Gelinin iffeti havası duvak
Harç sağlam olmazsa dökülür suvak
Merteklik olunca kesilir kavak
Uzar gider vakti dolana kadar

İyi düşün dostum bu dünya var ya
Bazen yüze güler bazen angarya
Yıldızlar sandaldır gökyüzü derya
Yüzer gider vakti dolana kadar


AĞLIYOR

Suçsuz yere bir hücreye atıldım
Kırıldı kalemler ferman ağlıyor
Kendi dostlarımca taşa tutuldum
Bendeki dertlere derman ağlıyor

Malımı mülkümü ettiler tapu
Sonunda yüzüme kapandı kapı
Kendinden olunca baltanın sapı
Toprak sancılandı orman ağlıyor

Âşıklar çalardı yanık sazları
Şahballı ordaydı bahar yazları
Yaylada yas tutmuş Yörük kızları
Çıkrık boynun bükmüş kirmen ağlıyor


O DA YANDI BEN DE YANDIM

Derman bulunmaz yaraya
Oda yandı bende yandım
Dağlar girince araya
Oda yandı bende yandım

Kerem'sen Aslı'yım dedi
Can bağımı hedefledi
Ben yandıkça yar üfledi
Oda yandı bende yandım

Şahballı'm neydim ne oldum
Yüze güleni dost bildim
Ne güldürdüm nede güldüm
Oda yandı bende yandım EFENDİ

Şu dağların arkasında köyüm vardır efendi
Ne okul ne suyum vardır efendi
Bir çift tatlı sözcük sizden
Hemen bağlanırız özden
Alkış bizden şak şak bizden
Değişmeyen huyum vardır efendi
Borçlu doğuyor bebekler
Bir derdine bini ekler
Perişanlık hat safhada
Anadolu hizmet bekler efendi

Şu dağların arkasında hastam vardır efendi
Ne doktor ne ilaç vardır efendi
Yine ben oldum aldanan
Yüze güleni dost sanan
5 yılda bir hatırlanan oyum vardır efendi
Sizler eğlenirken barda
Açlıktan ölenler burda
Yediğiniz lokmalarda
Payım vardır efendi

Şu dağların arkasında acım vardır efendi
Dertli anam bacım vardır efendi
Melhem olan yok yaraya emekler gitti araya
Yazık fakır fukaraya kıyım vardır efendi
At gözlüğü takmış göze
Tepeden bakarlar bize
Diyeceğim vardır size
Rüyam vardır efendi


ANLATAMADIM

Ömrüm geldi geçti boş hayallerle
Bir türlü ben beni duyuramadım
Hiç vefa görmedim sevdiklerimden
Derdimi kimseye anlatamadım

Boş kovaya damla oldum dolmadı
Doluya damladım dolu almadı
Son şansımdır hiç ümidim kalmadı
Bir türlü ben beni duyuramadım

Şansımı aradım kaçtı fizana
Ümitlerim düştü kaynar kazana
Gülüp geçtim moralimi bozana
Kendimi kimseye anlatamadım

Gülüp eğlenmeyi çoktan unuttum
Yazık oldu gençliğime yas tuttum
Ben çevremi ben annemi unuttum
Bir türlü sesimi duyuramadım


YAYLA KIZI

Yayla kızı neden benden kaçarsın
Sensiz gitmek mümkün değil Sevdiğim
Kuşlar gibi yükseklerden uçarsın
Elin tutmak mümkün değil Sevdiğim

Benliğimi sevgin ile sardırdın
Şu Başımı taştan taşa vurdurdun
Bezirganım işlerimi durdurdun
Alıp satmak mümkün değil Sevdiğim

Sen lale sümbülsün kırmızı gülsün
Biraz himmet eyle Şahballı gülsün
Menekşemi güzel sen mi güzelsin
Ayırt etmek mümkün değil Sevdiğim


CEVİZ AĞACI

Hani biri vardı yıllar öncesi
Yaprağın yolardı o benim işte
Kazmayla kürekle arık yaparak
Bahçeyi sulardı o benim işte

Akşam sabah hiç gölgenden çıkmazdı
Tembel yatar işe güze bakmazdı
Bir atkısı vardı hiç bırakmazdı
Boynuna dolardı o benim işte

Ayaklarım yalın yırtıktı yakam
Bir canlı kuluyla olmazdı şakam
Bir kırık saz ile nefreti makam
Söylerdi çalardı o benim işte

Bazen başı ipe giden gibiydi
Bazen ruhsuz kalmış beden gibiydi
Bazen suyu kesik fidan gibiydi
Açılır solardı o benim işte

Kuşlar uçamazdı senin gölgende
Çünkü lastik sapan var idi bende
Yoğurt pekmez yerken koyu gölgende
Parmağın yalardı o benim işte

Hatırlıyor musun bak geldi yine
Yumruğun vururdu hep sinesine
Deliler misali kendi kendine
Ağlardı gülerdi o benim işte

Bir Şahballı vardı sorma ne için
Şimdi hatırladın kavruldu için
Komşu kızına hoş görünmek için
Hep namaz kılardı o benim işte


Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız (H)

Eski 06-24-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız (H)




Hacı Taşan
(Mahalli Sanatçı ve Kaynak Kişi)

"Türkü Yozgat'da doğar, Kırşehir'de oyun havası olur, Keskin'de elenir"

Keskin'deki folklorik oluşum ve Keskin türkülerinin anonimleşme sürecindeki farklı ve ağırlıklı yerini vurgulayan bu söz, bir bakıma birbiriyle komşu bu üç yörenin karekteristik özelliklerine de işaret eder Gerçekten de merhum Nida Tüfekçi ile en güçlü temsilcisine kavuşan "Sürmeliler" diyarı Yozgat'ın kültürel kaynak zenginliğine, Neşet Ertaş'la en rafine yorumcusuna kavuşan Kırşehir türkülerinin canlı ve dinamik yapısına biraz yakından baktığımızda, Keskin türkülerindeki durulmuş lirizmi hemen farkederiz İcra tavır ve üslubu yönünden Yozgat türkülerine, müzikal yapı ve form itibariyle Kırşehir türkülerine yakın duran Keskin havalarının, her iki yöre türkülerinin elekten geçirilerek adeta yeni bir senteze tabi tutulduğu ağırbaşlı, klasik ezgiler olduğunu söylemek mümkün İşte Hacı Taşan bu seçkin türküleri, halayları çalıp okuyan bir sanatçı olarak Keskin folklor musikisinde büyük ağırlığa sahip hemen hemen tek sanatçıdır Tabii Keskin havaları üzerine yapılacak tüm estetik ve yapısal açıklamalar, bir anlamda Hacı Taşan'ın sanatını tahlil anlamına da gelecektir Çünkü Keskin türküleri onunla gelmiş geçmiş en usta yorumcusuna kavuştuğu gibi, Hacı Taşan'ın ismi, sanatçı yeteneklerini sonunda kadar kullandığı o güzelim Keskin türküleriyle adeta özdeşleşmiştir

Evet "Keskinli mahalli sanatçı Hacı Taşan"ı ülke genelinde tanınan bir sanatçı yapan kültürel ve müzikal ortama şimdi biraz yakından bakalım
1930'da doğan Taşan, aslen Kırtıllar köyünden Kırtıllar o yıllarda "abdal" aşiretinin en yoğun olarak yaşadığı köylerden biri Büyük bozlak ustası Muharrem Ertaş da buralı ve Neşet Ertaş'ın da doğum yeri Kırtıllar Bu yoksul köyün toprakları hiçbir zaman insanlarını varlıklı kılmaz, fakat dünyanın en zengin nağmelerini içeren, en içli, en yanık türkülere can verir Bozkırın ortasındaki bu fukara köy, Anadolu halk müzikleri içerisinde en orjinal renk ve anlatıma sahip bir tür "Anadolu blues"u olarak nitelendirilebilecek bir müziğe, abdal/aşiret müziğine kaynaklık eder

Bugün artık terkedilmiş metruk bir köy görünümündeki Kırtıllar'ı, başta ekmek parası derdi olmak üzere, çeşitli sebeplerle zaman içinde herkes terk eder Hacı Taşan'ın babası Abdullah Çavuş'da o yıllarda Hacelobası'ndan evlendiği için oraya göçer Bağlamayı çok seven bir ana ile, yörenin ünlü davulcularından olan Abdullah Çavuş'un dört çocuğundan biri olan Hacı Taşan, oniki yaşlarında başlar saz çalmaya Babası, o zamanlar yörenin en namlı ustalarından olan Yusuf Usta'ya iyi bir saz yaptırır ve tutar elinden küçük Hacı'nın, o günlerde Seyfeli(daha sonra Barak) köyünde oturan üstad Muharrem Ertaş'a çırak verir Ve böylece Hacı Taşan, bu müziğin tek ve en etkili eğitim/öğretim şekli olan bir ustanın yanında çıraklığa başlar

Muharrem Ertaş'ın çırağı

Muharrem Ertaş, Hacı Taşan'ı yanına alarak bugün hala bu müziğin hem öğrenildiği hem de en çok icra edildiği mekanlar olan düğünlere götürür "Düğün çalgıcılığı" onlar için çoğu zaman tek ve en önemli meslektir Yeri gelmişken önemli bir konuyu bir cümleye vurgulamakta yarar var: Çoğu zaman bu düğünlerdeki aşırı içki ve sefahat ortamı bu insanların ruhen ve bedenen hızla yıpranmalarına ve dolayısıyla genç yaşlarda ölüme sebep olmakta Merhum Hacı Taşan 1983'te vefat ettiğinde 53 yaşında idi Bu geleneğin bir başka usta sanatçısı merhum Çekiç Ali 39 yaşında vefat etti Bunun özellikle "ustalar" arasında adeta bir kader gibi benimsendiğini tesbit ettiğimizi belirtelim (Abdal aşireti ve bozlaklar konusunda daha geniş için Kalan Müzik'in "Arşiv Serisi"nde yayınlanan "Kalktı göç eyledi"adlı Muharrem Ertaş albümünün kitapçığına bakılabilir)

1970 'lerden sonra önce radyo ve plak, daha sonra da televizyon ve kaset gibi kitle iletişim araçlarını kullanarak daha geniş bir pazara seslenme imkanına kavuşan yöre sanatçıları, yine de düğünlerde çalmayı hiçbir zaman bırakmamışlardır Bu, şüphesiz aynı zamanda arz -talep konusu

Ve böylece zaman içinde kendiliğinden oluşan o çok büyük mahalli şöhretin dar kalıplarını kırarak geniş kitlelere ulaşan, hatta tüm Türkiye'ye seslenen, o yöreye mensup ilk mahalli sanatçı merhum Hacı Taşan olmuştur Bunun hikayesini kendisinden dinleyelim: "Askerliğimi 1950'de İstanbul Maçka'da yaptım Askere gitmeden önce çalıp söylemede bir hayli ustalaşmıştım O sıralar rahmetli Muzaffer Sarısözen yurdun her tarafını gezip türkü derliyordu Bir gün çıkıp Keskin'e geldi Bizi Halkevi binasında topladı, o günlerde yayınladığı Folklor Saati'nde yer vermek üzere seçme yapacağını söyledi Keskin'de bir hafta kalarak birçok mahalli sanatçıdan derlemeler yaptı Daha sonra seslerimizi radyoda yayınladı Radyo ile ilişkim ilk böyle başladı Sarısözen bizi daha sonra zaman zaman Ankara'ya radyoya davet ederek çalıp söyletti Sarısözen'den sonra Nida Tüfekçi, Mustaf Geceyatmaz ve Ali Can'larla tanıştım ve radyoda programlar yaptım"

Neşet Ertaş'ın elinde sazı ile "radyoevine çıkmak" için ilk defa Ankara'ya gelişi de bu olaydan sonradır: "Baktım bir gün radyoda Hacı emmim türkü söylüyor Babam Muharrem ustadan bellediği bir bozlak bu: 'Aman aşağıdan Yusuf Paşam gelirken gelirken / Düşmanına karşı koyan merd olur' öyle bir heyecanlandım ki, yerimde duramadım 'Ben de gidip radyoya çıkacağım' dedim 'Madem Hacı emmimin söyledikleri radyoda çalınacak kadar kıymetli, o zaman benim okuyacaklarımı da yayınlarlar' diyerek elimde saz, Ankara'ya, Sarısözen'in yanına geldim"tabii Neşet Ertaş daha sonra, Hacı Taşan'la birlikte, radyoda en sık program yapan mahalli sanatçılardan biridir artık

Eserleri :

Hacı Taşan'ın repertuar itibarıyla yöresinin dışına pek çıkmadığını görüyoruz Başta Keskin olmak üzere, Yozgat, Kırıkkale, Kırşehir, Kaman ve Şereflikoçhisar gibi yerlerde dolaşmış, buraların bozlak ve halay havalarını, türkülerini kendine has bir üslupla çalıp söylemiştir

Son yıllarında, Pir Sultan Abdal, Deli Boran, Seyit Süleyman, Derviş Ali ve Dertli gibi halk şairlerinin şiirlerini çeşitli formlarda ezgilendiğini görüyoruz Gerek sözleri bu ünlü halk şairlerinin şiirlerine ait eserler, gerekse anonim karakterdeki diğer eserlerine baktığımız zaman Hacı Taşan'ın repertuarını form ve içerik yönünden üç ana grupta toplamak mümkün:

1Türküler/Samahlar

2Halaylar/Oyun havaları

3Bozlaklar/Ağıtlar

Birinci kategoriye giren pek çok türkünün yanında, Keskin Samahı olarak da anılan "Döndün mü benden yüzü dönesi" sözleriyle başlayan eser, Hacı Taşan'ın repertuarında bir istisna teşkil etmekte İkinci grupta değerlendirilebilecek eserlerin en bilinenleri şüphesiz "Arzu Kamber halayı" ile "Bugün ayın ışığı" adlı halay türküleridir Başta hocası Muharrem Ertaş'tan öğrendikleri olmak üzere, Hacı Taşan'ın repertuarının bozlak yönünden hayli zengin olduğu söylenebilir "Ankara'da yedim taze meyvayı" sözleriyle başlayan Keskin'li Sefer'in ağıtı başta olmak üzere "Akşamdan mı geçtin", "Erciyes'ten duman kalktı" ve "Giyindim kuşandım gittim düğüne" benzeri ağıt türünde de hayli eser olduğu söyenebilir Bunlardan sözleri kendisine ait olan var mıdır, tam olarak bilemiyoruz ancak ünlü "Açtım perdeyi de turnamı gördüm" bozlağı için kendisi şöyle bir hatırasını naklediyor:

"Necati adında çok sevdiğim bir dostum vardı Kırıkkale'de hapse düştü Ziyaretine gider gelirdim Bir gidişimde 'Hacı, içerde dolaşırken pencereden baktım ki bir turna kafilesi gidiyor, duygulandım, bir dörtlük yazdım Şunun sonunu da sen getir' dedi Bunun üzerine oturup şiiri tamamladım ve sazımla da çalıp okumaya başladım"

Tavır ve üslubu

Merhum Hacı Taşan'ın, bir Muharrem Ertaş gibi tiz perdelerde de aynı gücü ve parlaklığı koruyan tiz bir sesi olmamasına rağmen, kendi rengi ve sınırları içinde güçlü bir sese sahip olduğunu söylemek gerekir Önemli olan daha ziyade bu sesi kullanma tavır ve şeklinden doğan üsluptur ki, bu konuda ismi, "üslup sahibi mahalli sanatçılar" ın başında anılsa yeridir Gür ve dolu bir ses, sesi bazen öne, bazen geriye atan bir ağız ve nefes kullanımı, özellikle tizlerde başarıyla uyguladığı kafa sesi, bazen sert, bazen yumuşak trillerden oluşan gırtlak nağmeleri ve doğal vibrasyonlarla zenginleşen renkli bir okuyuş tarzı Ve hemen hemen bütün bu tekniklerin ya da benzerlerinin bağlamaya adaptasyonu ile ortaya çıkan lirik ve canlı bir bağlama çalma üslubu

Orta Anadolu müzik geleneğinde kendine has bir çizginin temsilcisi olan Hacı Taşan'ın sanatı ile ilgili elbette çok şey söylenebilir Kendisiyle beraber Çekiç Ali ve Neşet Ertaş gibi sanatçıların da ustası olan Muharrem Ertaş'ın Hacı Taşan üzerindeki bariz etkisini belirtmek gerekir Fakat Hacı Taşan'ın hiç bir zaman taklide düşmediğini, kendi tavır ve üslubunu kısa zamanda bulduğunu ve kendi ustalığını konuşturduğunu biliyoruz Hacı Taşan'ın bu "nevi şahsına münhasır" sanatçı kişiliği üzerinde Keskinli olmasının ağırlıklı yönünü vurgulamak gerekir Çünkü Keskin Orta Anadolu'nunen zengin halay bölgelerinden biri olduğu kadar, bu halayların eşlik sazı olan davul zurnanın da en iyi icra edildiği yörelerden biridir Hacı Taşan'ın saz çalma ve türkü söyleme üslubunda bariz bir davul zurna tesiri vardır Öte yandan Keskin, yazının başında vurguladığımız coğrafi konumu bu konumdan kaynaklanan kültürel zenginliğini müzikal zenginliğe dönüştürebilecek bir sanat potansiyeline her zaman sahip olmuştur Yöredeki Alevi-Bektaşi kültür birikimini de kendi kültürel potasında eriterek başarılı sentezlerin ortaya konulduğu Keskin musıki folkloru, Hacı Taşan'la en güçlü yorumcularından birine kavuşmuştur

Ailesi

Aslen Yozgat/ Yerköy'ün "teflek" abdallarından olan karısı Naile Taşan, en küçük oğlu Sondur Taşan'la birlikte, Akdere'de, metruk bir gecekonduda kendi tabiri ile "çile doldurmaya devam ediyor" Fethi, Seyfettin, ve Sondur adında üç erkek, Bahalı, Nazlı, Güler, Sevda ve Sevdur adlı beş kızı olan Taşan ailesinin erkek evlatları, atalarından, dedelerinden görüp öğrendikleri şekilde düğünlerde çalarak ekmek paralarını kazanmaya çalışıyorlar Taşan soyadı ile bugün Keskin'de aktif sanat hayatını sürdürenlerden Kudret Taşan ve kardeşleri ise Hacı Taşan'ın yeğenleri

Repertuarındaki bozlaklar arasında göçebe Türkmen aşiretlerinden biri olan Cerit aşiretinin göç ve iskan meseleleri ile ilgili bozlaklar da bulunan Taşan'ın Cerit Türkmenlerinden olma ihtimali hayli kuvvetli Öte yandan bizzat karısının ifadesine göre, kendisi Ceritlerden olduğunu söylermiş Cerit aşiretiyle ilgili kaynaklardaki mevcut bilgi de Taşan'ın Cerit olma ihtimalini güçlendiriyor:

"Bozulus'un Orta Anadolu'ya gelmesinden sonra ikiye ayrılarak bir kısmının Yeni İl Türkmenlerinin içine karıştığı tesbit olunan Ceritlerin diğer bir bölümü ise Keskin havalisindeki Bozulus içinde yer almakta idi() Hükümetin Keskin havalisindeki Bozulus Türkmenlerini Rakka bölgesine yapılan iskana tabi tutmasının yanında, Beliç nehri boylarına yerleştirilen Cerit aşireti bir müddet sonra yavaş yavaş iskan mahallini terk ederek Çiçekdağı, Kırşehir ve Bozok(Yozgat)tarafına dağıldılar Geride kalanlar ise 'giden evlerimiz gelmedi' diyerek üçer beşer kaçıp onlara katıldı "Sözlerinin Dadaloğlu'na ait olduğu sanılan Hacı Taşan'ın söylediği pek çok bozlaktan biri olan şu bozlak özellikle bunu anlatır:

Cerit Irakka'dan sökün edince
Açılsın Urum'un yolu Cerid'in
Silsüpür oğlu Fettah beyim ölünce
Kırıldı kanadı kolu Cerid'in


Tanpınar ve "Billur Piyale"

Hacı Taşan'ın çalıp okuduğu türküler arasında, farklı kaynaklardan geldiği ve bir başka kültürel zenginliğe dayandığı belli olan öyle türküler var ki, bunlardan biri de elinizdeki albümde de yer alan "Billur Piyale" adlı eserdir Folklor ve türküler üzerine henüz aşılamamış titiz ve dikkatli yorumlar, bakış açıları getiren ünlü kültür ve edebiyat adamı Tanpınar, bu türkünün Erzurum'da karşılaştığı varyantı ile ilgili, "Beş şehir" adlı eserinde ilginç yorumlarda bulunur: "Bin türlü acemiliği, saflığı, içinde bu küçük parça baştan aşağı incelik, zevk, lezzettir Gerçekten billur bir kadehBelki büyük bin geleneğin son tezgahında yapıldığı için küçük bir çatlaklığı, tadını artıran bir donukluğu var Fakat mesela Behzad'ın elinden çıkmış bir minyatür kopyası gibi bütün bir tarz, bütün bir edadır Asıl güzel tarafı bu küçük billurdan bütün zevki, hayatı, düşünceyi, zaman telakkisini fışkırtan bestedir Esnaf sıra gezmelerinde söylendiği tahmin edilen bu türküye Orta Anadolu'da da rastlanıyor() "Billur Piyale" bizi "mahalle klasik" adını verebileceğimiz orta sınıf musikisine götürür "Tanpınar'ın işaret ettiği Orta Anadolu varyantının, bizzat Hacı Taşan'ın çalıp okuduğu eser olma ihtimali oldukça yüksek Çünkü bu türkünün derlendiği kaynak kişi de Hacı Taşan'ın kendisidir

Kalan Müzik'in "Arşiv Serisi"nden daha önce yayınlanan Muharrem Ertaş albümü ve bundan sonra yayınlanması planlanan Çekiç Ali albümü ile, Türk halk müziği coğrafyası içerisinde her yönüyle farklı ve güçlü bir çizgiyi temsil eden Orta Anadolu abdal/aşiret müziğinin en özgün ve rafine örnekleri yayınlanmış oluyor Müzikoloji tarihi açısından olduğu kadar Anadolu halk müziği tarihi ve genel musıki kültürümüz açısından da büyük önem arz eden bu "üç bozlak ustası" ile ilgili çalışmayı büyük bir zevk ve heyecanla yaptığımı belirtmek istiyorum Benimle aynı heyecanı paylaşan Kalan Müzik sahibi ve yapımcı sevgili Hasan Saltık'a, müziğimiz ve kültürümüz adına teşekkür borcumuz vardır

9 Mart 1983 tarihinde, geçirdiği üçüncü kalp krizinde 53 yaşında kaybettiğimiz Hacı Taşan'ı bir kez daha rahmetle anarken, aynı zamanda karısıyla teyze çocuğu olan üstad Neşet Ertaş'ın Hacı Taşan'a söylediği ağıtın içli sözleri ile noktalamak istiyorum:

Bütün ahbaplar ansın adını
Anlayan alırdı onun tadını
Emmisi, dayısı, garip kadını
Döşeyin evleri Hacı geliyor
Bir garip ölümü acı geliyor

Hizmet için nice dağlar aşanı
Keskin'li bilirler Hacı Taşan'ı
Bunca hizmetleri hani, boşa mı
Açılsın meydanlar Taşan geliyor
İnsan hizmetine koşan geliyor

Var mıdır insandan daha üstünü
Bir bilirdi düşmanını dostunu
Diksinler Keskin'e onun büstünü
Açılsın meydanlar Hacı geliyor
Bir garip ölümü acı geliyor

Anam Keskinlidir, babam Kırşehir
Gönülden geldi de eyledim kahır
Saygım var insana evveli ahir
Açılsın meydanlar taşan geliyor
İnsan hizmetine koşan geliyor


Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız (H)

Eski 06-24-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız (H)




HEKİMHANLI ESİRİ
Esiri'nin asıl adı Mehmet'tir Babası Kasım Ağa Hekimhan'ın Hasançelebi bucağına bağlı Basak köyü halkından olup XVIII yüzyılda yörenin en ünlü aşıklarından biri olarak bilinen Baboğ Dede'nin dördüncü oğludur Kasım Ağa, Baboğ Dede'nin vefatından sonra kardeşlerinden ayrılarak Basak köyü yakınlarında bulunan Güvenç köyüne yerleşmiştir

Mehmet (Esiri) 1259 (miladi 1843)'da ailenin üçüncü çocuğu olarak Güvenç köyünde dünyaya gelmiştir Köyde okuma yazma öğrenip günlerini çobanlık yaparak geçiren Mehmet, dedesi Aşık Baboğ gibi iyi saz çalar, usta malı şiirlerin yanında kendi deyişlerini de söylemeye başlayarak yakın çevresinde Aşık Mehmet olarak adını duyurur

Bir şiirinde :

''Pir elinden dolu içip mest oldum
Aldım sattım her kıymetten üst oldum
Mürşit meydanında kemerbest oldum
Yüzümde yedi hat ağlara düştü''

diyen Esiri , badeli aşıklardan olduğunu belirtir Yine bir şiirinde:

''Gönül kuşu ulağına gelince
Aşıklar mest olur bade dolunca
Kaşların yayına nazar kılınca
Dedim Hak'tan ola yardım erenler''


deyişinde, bir şiirinde :

''Erenler yaktı çıramız

Çok şükür rüşan olduk

Aşıklıkta bu töremiz

İçtik bade sultan olduk''


biçimindeki söyleyişinde ve:

"Aşık olmayınca bade içilmez

Okuyup yazmasan mana seçilmez

Har biten yerlerde gülşen açılmaz

Bülbüle bu nale efgan elverir''

biçimindeki söyleyişlerinden badeli aşıklardan olduğu anlaşılmaktadır

Aşık Mehmet 20 yaşına geldiği zaman artık kabuğuna sığmaz olur ve bir gün kardeşlerine "Benim özümde muhabbet coş eyledi Ben Hacı Bektaş'ta Feyzullah Çelebi'yi ziyarete gideceğim" diyerek köyünü terk edip Hacı Bektaş'a gider Feyzullah Çelebi'den manevi himmet alarak aşıklığını beyan eder Aşığın sazını ve sözünü dinleyen Feyzullah Çelebi "Söyle Esiri'm sakla sırrımı" deyince artık şiirlerinde Esiri mahlasını kullanmaya başlar

Güvenç köyünde evlenen Esiri , ileri yaşına rağmen köyünü terk ederek çocuklarıyla yine Hekimhan 'ın merkez köylerinden Çulhalı köyüne yerleşir 1329 (miladi 1913) yılında 70 yaşındayken Çulhalı köyünde vefat eden Esiri, bu köyde defnedilmiştir

Esiri'nin şiirlerinin toplandığı iki büyük defter mevcuttur Bunlardan biri Hamza adlı torununda kalmış, diğeri de 1952 yılında Malatya ili Yazıhan ilçesi Karaca köyünden Abdurrahman Ünlüer tarafından alınıp Ankara'da Avukat Cemal Özbey'e verilmiştir Cemal Özbey tarafından uzun yıllar saklanan bu defter Cemal Özbey'in vefatından kısa bir süre önce 1993'te Malatya 'ya gelişinde bizzat kendisi ''yaşlandım ve rahatsızım Bu şiirleri değerlendiremedim Bunların kıymetini ancak siz bilirsiniz'' diyerek bana vermiştir Halen bende olan bu defterde 250 şiir bulunmaktadır Hekimhan ve çevresinde yaptığımız araştırmalar sonucu elimizdeki şiir sayısı 270'e ulaşmıştır Şiirlerinin bu kadar olmadığı, sayının daha da artabileceği kanısındayız

Cemal Özbey'e Yazıhan'ın Karaca köyünden 421956'da yazılan ve Özbey tarafından fotokopisi bana verilen bir mektupla yine Cemal Özbey'e yazılan isim yerinde bir imza bulunan tarihsiz bir mektupta belirtildiğine göre Esiri hayatında 17 defa Hacı Bektaş'a gitmiş olup dergahtan ilgisini hiç kesmemiştir Yine aynı mektuplardaki ifadelere göre Esiri uzun boylu, kumral, ince uzun sakallı, uzun bıyıklı bir zattır

Bilindiği gibi Hacı Bektaş dergahı dönemin bir eğitim kurumu niteliğindedir Ham gelen, hizmeti ölçüsünde pişmiş döner Hacı Bektaş'a gelen Esiri dini tasavvufi ve manevi kültürünün yanı sıra ilmini de bir hayli artırmış ve divan-gazel gibi türlerde aruz ölçüsü ile olgun şiirler yazabilecek duruma gelmiştir

Bir şiirinde:

"Batıl dava kılmam birdir pazarım
Anın için böyle sermest gezerim
Üç huruftan dört kitabı yazarım
Okudum defteri divana geldim



deyişinde bu durumunu dile getiren Esiri'nin aynı şiirde



"Gel Esiri; oku dercet bu dersi

İsm-i azam budur ayet-i kürsi

Ne Süryani ne Arabi ne Farsi
Aşka düşüp Türk; lisana geldim"


deyişi öz be öz Anadolu Türkü olan aşığın Türkçe'ye olan sevgisinin bir ifadesidir

Bazı şiirlerinde sosyal konuları da dile getirip gelecek kuşaklara dizelerini tarihi birer belge gibi aktarmıştır 23 dörtlükten oluşan "Ağ Yeli'' isimli destanında:



"Hep takavüt oldu dağların kışı
Ömürde görmedik böylesi kışı

Ne bir çalı kaldı ne bir taş başı

Kerem edip ihsan eyle ağ yeli

Sene bin iki yüz doksan bir tarih

Hem dasıtan olsun hem bir tavarih

Ne şiddetten gayrı candan bi zarih
Kerem edip ihsan eyle ağ yeli''


biçimindeki söyleyişi ile miladi 1875'teki büyük kışı çarpıcı dizelerle anlatılan aşığın şiirlerinden engin bir kültüre sahip olduğu sezilmektedir



DELİSİYİM

Bir sadık yar gördüm dalgam taşırdı
Kınaman gaziler dem delisiyim
Alıp aklım beni derde düşürdü
Aktı didem yaşı nem delisiyim

Sevdaya düşürdüm sevdasız seri
Beni Mecnun etti hubların biri
Hakikatta dört kapının haberi
Dediler lem Ali zem delisiyim

Sensin var eyleyip veren nasibim
Yürekte yaraya merhem talibim
Medet mürvet güneş yüzlü habibim
Seni görmeyeli gam delisiyim

Nazar eyle şu bülbülün ötüşün
Kahpe felek niçe yıkmış örüşün
Eğer sorarsanız benzim sarışın
Mihrican dokunmuş sam delisiyim

Gel Esiri bi-bakayı yaptırma
Bu fena dünyaya gönül kaptırma
Doğru yürü Hak ırakı saptırma
Yürektedir yaram em delisiyim



DOSTUM

Seni reftarına intizar iken
Yad ellere karşı salınma dostum
On sekiz bin alem aşikar iken
Gizleyip sırrını bilinme dostum

Beni çektin gami hicran dağına
Gönül arzu çeker yeğli yeğine
Rast geldim güzellerin çağına
Oyunbazsın desem alınma dostum

Kul edip özünü pazarda sattın
Necef deryasına Zülfikar kattın
Ezelden benimle ahd aman ettin
Olur olmaz yerde bulunma dostum

Kan ederim kalbi rakip bakarsa
Acepleme fırak beni yakarsa
Mürg ü hasret sineme el takarsa
Güç olur sensiz ben olunma dostum

Esiri'yi çaker etsen kapında
Arzum kaldı dergahında tapunda
Noksan yoktur hiç yaptığın yapında
Aşkile malamat gülünme dostum




VAH BENİ

Yalvardım Mevla'ya geçmedi dilek
Aldı zapteyledi bu dert vah beni
Erenler de merdan yayın açmadı
Kabdan kaba soktu bu dert vah beni

Yalvardım Mevla'ya olmadı çare
Yanıyor yüreğim kaynaşır yara
Ezelden yazılmış kanunu tura
Bölük bölük böldü bu dert vah beni

Kerbela'ya yolladım bir yavru emlik
Eylen dedim eylenmedi bir demlik
Dedim mahbup ne gördün benden kemlik Dedi kurban için ister hah beni

Esiri gel dinle emri hüdayı
Küş eyle gel Kerbela'yı nidayı
Sene seksen yedi Muharrem ayı
Bu hizmete layık gördü Hak beni



PARELENDİMİ
(Sarı Turnam)

Fırgatlı fırgatlı ne inilersin
Sarı turnam sinen parelendi mi
Niçin el değmeden sen inilersin
Sarı turnam sinen parelendi mi

Sazım sana yad düzen mi düzdüler
Tellerini haddeden mi süzdüler
Yad el değip perdelerin bozdular
Sarı turnam sinen parelendi mi

Sana kelam söyler davudi diller
Şu senin sedana maildir eller
Göğsüne takayım alışkın teller
Sarı turnam sinen parelendi mi

Beş perdeden çalınıyor bağlama
Esip fırgatınan sinem dağlama
Bulam ustasını canan ağlama
Sarı turnam sinen parelendi mi

Niçin yas tutarsın giydin karalar
Ahiret derdine nedir çareler
Esiri der nedir derde çareler
Sarı turnam sinen parelendi mi











Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız (H)

Eski 06-24-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız (H)




Harabi (Edip Harabi)
HARABI VE DEYISLERI HAKKINDA BIRKAÇ SÖZ:
1853 yilinda Istanbul'da dogdu Asil adi Ahmet Edip'tir Harabi sonradan siirlerinde kullandigi mahlastir Bazi siirlerinde adi Edip olarak geçer

Bahriye Birlik katibi olan Harabi ömrünü Istanbul ve Rumeli'de geçirmistir 17 yasinda Bektasilige giren Harabi dünyadan göçüs yili olan 1917'ye kadar bu yolun sadik bir bendesi ve yilmaz bir savasçisi olmustur

Tasavvufla tasavvuf üstadlarinin eserleri ile yakindan ilgilenmis, hece ve aruzla yazdigi veya irticalen söyledigi deyislerle koca bir divan meydana getirmistir Yunus'un sevgi ve birlik duygusuna, Nesimi'nin sertligine, Kaygusuz'un hiciv ve istihzasina, Pir Sultan'in cesaretine bu dünyadaki deyislerde bol bol rastlamak mümkün

DIVAN
Harabi'nin kendi elyazisi ile meydana getirdigi divan 570 sahifelidir Bu divani inceleyen Nejat AN arkadasimiz söyle yaziyor: "Edip Harabi Divani Istanbul'da Süleymaniye kütüphanesinde, Ihsan Mahfi kitaplari arasinda 98 numarada kayitli bir yazmadir Siirlerin yazili oldugu defter arada bir sahifeleri baska renkte olan, ilk otuz sahifesi dis kenarindan fare yenigine ugramis, kalin bir defterdir Siirler gelisi güzel bir sirayla yazilmistir Sonda bir fihrist var Bu fihristte, siirlerin ilk misralari ile, bunlarin hizalarinda: asikanedir, rindanedir, hezeldir, nefestir, kafiranedir, mersiyedir, hicvamizdir, felekten sikayettir, vahdet-i ilahidir, berayi latife söylenmistir, hakimanedir, duadan ibarettir gibi izahlar var

Siirleri aruzla ve hece ile yazilmistir Sairin bu iki vezne de çok alisik oldugu hakimiyetinden anlasiliyor Uyaklari kimi zaman göz için, kimi de kulak içindir Rediflere ragbeti vardir Nazim sekillerini maksadina göre seçmekte ustadir

Edip Harabi, tasavvuf konularinda oldugu kadar hiciv alaninda da usta ve tecrübeli bir sairdi Hicviyelerinin üstünde, kime niçin ve ne zaman yazildigini gösteren notlarin bulunmasi; onlarin ilginçligini artirmaktadir

Bu arada sairi costuran, kizdiran sebeplerin belli olmasi, onun hayati hakkinda da epey bilgi vermektedir


YENIDEN DOGUS
Harabi bütün Bektasiler gibi yeniden dogusa ermis ve hayatina yeni bir yön vermistir Bu dogus 17 yasinda olmustur:


Berzahtan kurtuldum çiktim aradan
Onyedi yasinda dogdum anadan
Muhammed Hilmi Dede Babadan
Çok sükür hamdolsun geldim imkane
Çok genç yasinda, Merdiven Köyü Bektasi tekkesinde M A Hilmi Dede Babaya ikrara verip tarikate giren Harabi hayatinin sonuna kadar bu ikrara sadik kalmis, siir ve nefesleri ile Bektasi edebiyatinin en kudretli ustadlarindan biri olmustur

Bektasi olmadan önceki halini söyle anlatir: "Abdestimi alir, tastan duvare karsi bir kalkar bir yatardim Savmi salati birakmazdim Cennetle huri, gilman sevdasi vardi gönülde Bes vakte bes katardim, çok namaz kilardim, camileri gezerdim Allaha vasil olmak böyle olur sanirdim"

Yeniden dogus ona yeni düsünceler yeni inançlar getirir ve ona su misralari yazdirir:


Allah idi muradim
Gece gündüz onu aradim
Derlerdi hiç bulunmaz
Çünkü o lamekandir
Miraca nail oldum
Bir haylice zamandir
Hariç degildir Allah
Me'vasidir o dergah


HER SEY ADEMDEDIR
Harabi artik medrese ve mescit softaligindan tamamen kurtulmus, kendisine yeni bir kible bulmustur adem

Ona göre hersey ve herseyin yaraticisi olan tanri ademdedir Ve gerçek Kible ademdir:


Veçhi Harabiye gel eyle dikkat
Hakkin cemalini eylersin rüyet
Bu, Harabiye has bir fikir degildir Harabi'den önce de çok söylenmistir Mesela, ondan 500 yil önce Nesimi de ayni inanci su misralarla dile getirmistir


ademde tecelli kildi Allah
Kil ademe secde olma gümrah
ademdir iki cihanda maksut
Secde etmeyen ona oldu merdud
Hacci ekber kilmak istersen gel ey zahid beru
Asikin kalbi içinde sen bu beytullahi gör

Adini bilemedigimiz baska bir Bektasi sairi be konuda söyle der:


Hararet nardadir saçda degildir
Keramet sendedir taçda degildir
Her ne ararsan kendinde ara
Kudüs'te Mekke'de Hac'da degildir
Seyyit Nizamoglu'nun divaninda da yer yer bu fikre rastlamaktayiz:


Bende Cennet bende tuba bendedir
Alem-i vahdette yoktur gayri hiç
Cümle mevcudat-i esya bendedir
Ger dilersen hakki görme Seyfiya
Gel beru gel Tur-u Musa bendedir
Bektasi edebiyati bu çesit örneklerle doludur Herseyde Hakki görmek ve mevcut olan herseyde birlik ve beraberlik bulmak haline eskiler vahdet-i vücut adi vermislerdir Iste, Harabi vahdet-i vücuda cani gönülden inanmis ve baglanmis bir sairdir


HARABI IÇIN YAYIN
Harabi ilk siirlerini Saadet gazetesinde yayinlamaya baslamistir Yayinlanmis veya yayinlanmamis siirleri Bektasiler arasinda çabucak yayilmis, bestelenmis, sazla ve sözle Türkiye'nin her tarafinda söylenir hale gelmistir Izmir'li Hüseyin Hüsnü Erdikut Baba'nin yazdigina göre Riza Tevfigin de mürsidi olmustur

Harabi hakkinda ilk defa genis bilgi veren ve onun siirlerinden mühim bir kaç numume yayinlayan Saadettin Nüzhet Ergun olmustur 1930 yilinda devlet matbaasinda basilip Maarif Vekaletince yayinlanan Bektasi sairleri adindaki kitabin 79-115 sayfalari Harabiye ayrilmistir

Saadettin Nüzhet Ergun'nun bu kitabi sonradan Maarif Kütüphanesi tarafindan Bektasi-Kizilbas-Alevî Sairleri ve Nefesleri adi ile yayinlanmis ve 2 basim ve 3 ciltte 251-265 sayfalar Harabiye ayrilmistir

1950 yilinda, Izmir'li H Hüseyin Erdikut "Edip Harabi'nin Divani" adi ile 74 sayfalik bir kitap yayinlamistir Bilgi Matbaasinda basilan bu kitaptaki kisa ön sözünde Harabi'den söz açarken rahmetli Hüsetin Hüsnü baba söyle yazmaktadir: "Vaktiyle bu fakire hediye etmis oldugu kendi elyazisi ile divançesinde 115 kadar es'ari mevcut oldugundan ve simdiye kadar bu zatin eserleri pek az nesredildiginden, ihvani basafaya ve muhterem okurlara küçük bir hizmette bulunmak ve muhterem sairin ruhunu sad etmek maksadiyle bu vazifeyi mukaddes addederek isbu divançenin tab ve intisarina haddim olmayarak cür'et eyledim"

Kaynak: HARABI VE DEYISLERI, (Haz Sefer Aytekin, 1959)
İçeriz Sarap

Ey zahit saraba eyle ihtiram
Müslüman ol terk et bu kilükali
Ehline helaldir na-ehle haram
Biz içeriz bize yoktur verbali

Sevaba girmek çün içeriz sarap
Içmezsek oluruz duçar-i azap
Senin aklin ermez bu baska hesap
Meyhanede bulduk biz bu kemali

Kandil geceleri kandil oluruz
Kandilin içinde fitil oluruz
Hakki göstermeye delil oluruz
Fakat kör olanlar görmez bu hali

Sen münkirsin sana haramdir bade
Bekle ki içesin öbür dünyada
Bahs açma HARABI bundan ziyade
Çünkü bilmez haram ile helali


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.