![]() |
Ozanlarımız (H)
Hüroğlu Akıldan mantıktan dışarıya çık Şerefsizlik şeref olduktan sonra Sağlam yapı koyma hepisini yık Şerefsizlik şeref olduktan sonra Kahpelik pirensip döneklik usul İnsanlık icabı düşünme nasıl Hüroğlu sözünü bitir velhasıl Şerefsizlik şeref olduktan sonra 1938 yılında Şarkışla’da doğmuştur. Asıl adı Cumhur Karabulut’tur. Mehmet ve Feride’nin oğludur. Ailede beş erkek bir kız kardeştirler. İlkokulu bitirdikten sonra babasının yanında sekiz yıl bakkallık sonra da üç yıl ayakkabı boyacılığı yapmış; mezbahada ve benzin istasyonlarında çalışmıştır. İstasyondaki bekçilik ve pompacılık işini Sefil Selimî ile birlikte yapmış, bir çorba karşılığı günde 15 saat altı ay çalışmıştır. Gecelerini de nöbetleşe olarak “Karıncalı palas” adını verdikleri bir paltonun içinde geçirmişlerdir. 1970-1984 yıllarında Almanya’da işçilik yapmış, yurda dönüşte, bir ev iki dükkan almıştır. 1956 yılında Sahare Hanım’la evlenmiş, bu evlilikten dokuz çocuğu olmuştur. Askerlik hizmetini de Kütahya ve Ankara’da yapmıştır. Halen Şarkışla’da yaşamaktadır. 1961 yılından itibaren, Şarkışla’nın Kadılı mezrasındaki Çoban Mehmet (Can)’dan feyz alarak şiir söylemeye başlamıştır. Sazı ve çırağı olmayan ancak irticalı oldukça kuvvetli âşıklardandır. Sivas’ta Sefil Selimî ile birlikte “lebdeğmez” söyleyen ikinci âşıktır. Beş yüzden fazla şiiri vardır. Çevresinde çeşitli âşık programlarına ve festivallere katılan âşığa Hüroğlu mahlasını da Şeyh Çoban Mehmet vermiştir. Eserlerinden bazıları: Ters Öğüt Destanı Akıldan mantıktan dışarıya çık Şerefsizlik şeref olduktan sonra Sağlam yapı koyma hepisini yık Şerefsizlik şeref olduktan sonra Eline geçeni aşırmaya bak Doğru gidenleri şaşırmaya bak Herkese tuzak kur düşürmeye bak Şerefsizlik şeref olduktan sonra Doğruyu söyleme azdır kulları Barikat kur kapat bütün yolları Punduna düşürüp bağla yolları Şerefsizlik şeref olduktan sonra İyilik edene götülük getir Dedenden babandan üst yana otur Saygının boynuna salla bir satır Şerefsizlik şeref olduktan sonra Vatana millete eyleme kaygı Ecdada ataya gösterme saygı Boynuna yük olur taşıma duygu Şerefsizlik şeref olduktan sonra Altına çavdar koy üste arıyı Nohuda sözü ver getir darıyı Davar güder isen eksilt sürüyü Şerefsizlik şeref olduktan sonra Beyaza kara de karaya beyaz Varlığında taşı sahtece bir naz Tavuklardan vazgeç geliyorsa kaz Şerefsizlik şeref olduktan sonra Kabul etme kardaşlığı eşliği Azgınlığı getir kaldır hoşluğu Merdane durana eyle puş(t)luğu Şerefsizlik şeref olduktan sonra Tuttuğun her işe hileleri kat Ucuza aldığın çok pahalı sat Garibe kast eyle masumlara çat Şerefsizlik şeref olduktan sonra Kahpelik pirensip döneklik usul İnsanlık icabı düşünme nasıl Hüroğlu sözünü bitir velhasıl Şerefsizlik şeref olduktan sonra Dünya Varımız harcattı oğlu kıza Her nemiz var ise aldı tüketti Doldurdu meşakket derunumuza Felek bizi büklüm büklüm bük etti Hırka verdi kuşak verdi şal verdi Hane verdi tarla verdi mal verdi Evlat verdi uşak verdi döl verdi Çok yükledi sırtımıza yük etti Ağzımızda dişlerimiz söküldü Kele döndü saçlarımız döküldü Belimiz iki kat oldu büküldü Üstümüze çöktü bizi çökertti Kızgın korda kavrum kavrum kavurdu Ucuz davarımı tepti devirdi Kerpicimi toza kattı savurdu Attı bu alemden sildi yok etti Aç gezdirip gösteriyor tok gibi Verdiğini geri aldı çok gibi Fukaranın haznesinde yok gibi Bekittikçe yüzlerini bekitti Şaşkın yolcu iki de bir duraklar Ustasından öğrenirler çıraklar Ayağımız fena sıktı çarıklar Bir zamanlar ıstırabı çok etti Harmanı yanandan öşür alınmaz Zalim grubuna teslim olunmaz İnsafsız olanda vicdan bulunmaz Zulmün kastı Hüroğlu’nu şok etti Usul Usul Yer yüzündeki pirleri Tanıyorum usul usul Evliya ile erleri Anıyorum usul usul Âşıkların başlarıyla Hüda sırrı işleriyle Gözlerinde yaşlarıyla Yunuyorum usul usul Bilmediğim belleyerek Yâr adını dileyerek Aşk badesi yollayarak Sunuyorum usul usul Yeni yeni yol belliyom Çeşit çeşit dil belliyom Hal içinde hal belliyom Sınıyorum usul usul Soruyorum sarıyorum Aynı yerde duruyorum Görenleri görüyorum Kanıyorum usul usul Aklım yetmiyor sözüme Sürme çektiler gözüme Tek çıngı* düştü özüme Yanıyorum usul usul Hüroğlu’yum hürler ile Kolay ile zorlar ile Ben kendimi birler ile Sanıyorum usul usulAynaya Baktım Bir gün hatırladım aynaya baktım Param parça olmuş yaralanmışım Bir yıkık duvarın üstüne çıktım Tepem üstü düşüp yaralanmışım Epeyce düşündüm aklım yokladım İrkilerek birden bire hopladım Kör hançeri ciğerime sapladım Yaram ilaç olmuş çarelenmişim Bülbüllük taslayıp güle konarken Oturmuşum yürüyorum sanarken Geçitler yoklayıp boyum sınarken Arklarda boğulup derelenmişim Edepten erkandan huydan okuyup Atadan ecdattan soydan okuyup Olura olmaza meydan okuyup Saf dışı atılıp kürelenmişim Bundan böyle ahd eyledim ahd olsun Umur olsun gayret olsun ceht olsun İster essah** olsun ister saht’olsun İkisinden birden aralanmışım Sefil tabanlarım akılsız başım Yüksek dağlar gibi çoğaldı kışım Hep sıfıra çıktı hayalim düşüm Vakitsiz uykuya kiralanmışım Ses dinlerdim bağlamadan tumburdan Dolmuş kulaklarım zambur zumburdan Bilmem kel başımdan bilmem kamburdan Silinmiş ak yazgım turalanmışım*** Özüme bir nişan takıyom derken Seyredip âleme bakıyom derken İçimi dışımı yıkıyom derken Şüphe piresiyle pirelenmişim İbret aldım evvel ile ahirden Emeklerim boşa gitmiş kahirden Şifa diye çok içtiğim zehirden Tenim göz göz olmuş berelenmişim Dünya hay huyuna koştum ha koştum Düz yol arar iken sarplara düştüm Hüroğlu morarmış rengine şaştım Beyazlık ararken karalanmışım Titriyor Kaynıyor vücudum yanar dağ gibi Ruhum sızılıyor dizim titriyor Seda fışkırıyor aynı laf gibi Bağrım kavruluyor özüm titriyor Güzeller şahından dilek dilerken Mihrabına durup niyaz kılarken Arzulayıp seher vakti melerken Dilim dolaşıyor sözüm titriyor Varım sarf ederim gönül yapmaya Âşığım arlanmam yare tapmaya Niyet eyleyince elin öpmeye Kirpik seğiriyor yüzüm titriyor Gönülden gönüle yâre varınca Huzur alıp divanına durunca Didarını cemalini görünce Kaşlar ağarıyor gözüm titriyor Canlar mı dayanır nazlı nazına Doya doya bakılır mı yüzüne Tezene vurunca gönül sazına Teller üzülüyor sazım titriyor * çıngı : kıvılcım ** essah : sahih, gerçek, doğru *** turalanmak : talihi aksi gitmek |
Ozanlarımız (H)
HUZURİ Sarı saç üstüne sarışın yazma Yakışır başına kurban olduğum Çıldırtma aklımı karşımda gezme Gözüne kaşına kurban olduğum Asıl adı Ali Coşkun'dur. Artvin'in Yusufeli ilçesi, Zor köyünde doğmuştur (1887). Kavasoğulları'ndan Mustafa Keşfi Efendi'nin oğludur. Keşfi de tanınmış bir ozandı. Yirmi yaşına kadar medrese öğrenimi gören Huzuri, medreseden ayrıldıktan sonra uzun bir geziye çıkmış ve Kafkasya'dan geçerek Kırım'a kadar gitmiştir. Birinci Cihan Savaşı'nda askerliğini yapan ozan, terhisten sonra köyüne dönerek evlenmiştir. Bir süre tapu ve nüfus memurlukları yapmışsa da işine ısınamadığı için tekrar çiftçiliğe dönmüştür. Zaman zaman sazını alarak gezilere çıkma alışkanlığını bütün ömrü boyunca sürdüren Huzuri, Ankara, İstanbul İzmir gibi büyük şehirleri de dolaşmıştır. 1957'de, İspir'in Salaçar köyünde dokuma satarken ölmüş ve oraya gömülmüştür. Aruzla da başarılı şiirler yazan Huzuri'nin destanları çok tanınmıştır. Koşmalar 1 Safayı ararken düştün cefaya Görünmez ok ile vuruldun gönül Minnet eylemezken yoksula baya Vardın çok kapıdan sürüldün gönül Cahil ile otururdun kalkardın Yapmadığın gönülleri yıkardın Coşkun çaylar gibi durmaz akardın Şimdi dalgalanıp duruldun gönül Huzuri sözüne inanmaz idin Ayılıp gafletten uyanmaz idin Heva ve hevesten usanmaz idin Çok dolaştın ahır yoruldun gönül 2 Sarı saç üstüne sarışın yazma Yakışır başına kurban olduğum Çıldırtma aklımı karşımda gezme Gözüne kaşına kurban olduğum Kirpiklerin susamıştır kanıma Dök kanımı keşke otur yanıma Sana gelen her dert gelsin canıma Nevreste yaşına kurban olduğum Garibim insaf et gönlüm şad eyle İyliğin söylensin yahşı ad ile Huzuri'yi ya öldür ya azat eyle Eşiği taşına kurban olduğum |
Ozanlarımız (H)
Hodlu Noksani Kader layık gördü gurbet elini Gönlümü sılada eğlerken gördüm Erken kalkıp hazırlığa başlarken Çorap çamaşırı bağlarken gördüm Gel vazgeç Noksani gurbet karından Asla fayda yoktur dünya varından Git al muradını kendi yarinden Dermansız devayı sağlarken gördüm 1922-1964. Artvin'in Yukarı Hod (şimdiki adı Yukarı Maden) köyünde doğdu. Asıl adı İbrahim Muratoğlu'dur. Aşık edebiyatıyla içiçe olan ağabeylerinin de bilgilerini aktarmalarıyla aşıklık geleneğini küçük yaşlarda öğrendi. Önceleri aşıklık geleneğinde şiir ve türküleri ezberleyip kaydeden Aşık Noksani, yaklaşık 18 yaşlarından itibaren kendi de şiir yazmaya başladı. Bu ilk şiirlerin bazılarında kendi adını, 1940'ların 2. yarısından sonra Noksani mahlasını kullanmaya başladı. İlkokul öğrenimi olmasına karşın babası ve ağabeyinden Arapça ve kısmen Farsça öğrendi. Şiirlerinde zaman zaman Sümmani ve Şenlik gibi Farsça etkiler görülmesine karşın ağırlıkla yalın Türkçeyi kullandı. Şiirlerinde genellikle aşk ve doğa konularını işledi. Ancak taşlama ve övgü konulu şiirleri de bulmaktadır. Öldüğünde geride, kendi şiirleri dışında Sivaslı Aşık Talibi'den Hodlu Şamili'ye dek birçok aşığın türkü ve şiirlerinden oluşan yüzlerce sayfayı bulan elyazması ve daktilo edilmiş notlar bıraktı. Hodlu Noksani'ye ilişkin bir araştırma Bekir Karadeniz tarafından "Hodlu Noksani Yaşamı ve Şiirleri" (2000) adıyla yayımlandı. Bekir Karadeniz Eserlerinden bazıları: Belasıdır Kimse rızasıyla çıkmaz vatandan Lakin ab u dane dar belasıdır Meşakkatle püryan oldu her yanım Namerdin töhmeti ar belasıdır Çok kimseler ayran bulmaz içime Gözü yoktur bu dünyada geçime Altmışında kır karışmaz saçıma Berduşluk temelde har belasıdır Yolu düşmez bu dünyada yokuşa Kurban kessen eli gitmez bir işe Sevdasını vermiş alış verişe Zararı var ise kar belasıdır Gönlünü verenler var zanaata Zanaatın yoksa gir kanaata Çalışıp kazanıp kon saltanata Fazla zengin olmak zor belasıdır Neden sana mevlam az taksim etmiş Taksimde kısmetin yapana atmış Herkes çalışırken Noksani yatmış İdare midare var belasıdır Benim İçin Nedendir de zalim felek nedendir Yağan yağmur ile kar benim için Artıyor günbegün dert ile keder Niye bir kez gülmez yar benim için Eller gül gönderir daim dostuna Kahpe felek düşmüş benim kastıma Gözün dikmiş mezarımın üstüne Geniş dünya şimdi dar benim için Görünmez dağların başı dumandır Kaldım gurbet elde halim yamandır Yatarım burada hayli zamandır Derdi çekmek olur ar benim için Dahi mihnet çekti erlerin eri Nuş etti şerbeti dünyanın varı Geçen günler geçti dönmezler geri Bilmem daha neler var benim için Bilmem bir günümü hayli zamandır Yağar boran tipi karlı dumandır Noksan bu dünyada halın yamandır Belli ki yaşamak zor benim için Bulunmalı Bu gönlüm çok sever güzel methini Güzelde yangına sel bulunmalı Bakması mest eder cansız yatanı Gülerken yanakta hal bulunmalı Gezerken ceylandır bakarken maral İnce narin değil tam orta karal Gezmesen o bağda solmadan saral Sevda bahçesinde gül bulunmalı Güzeli bulmalı eyyam deminde Yoktur bir kusuru hub endamında Bulmalı eşini tıfıl çağında Sinesi üstünde el bulunmalı Ölçülmez güzelin asla kıymeti Herbir yerde olur onun rağbeti Dinlenir mecliste olsa sohbeti Güzelde hünerli dil bulunmalı Herbir mahlukatı mevlam yarattı Kimini çok kimin bir karar etti Güzelin gamzesi canlara battı Böyle güzellere kul bulunmalı Güzel olan her dernekte seçilir Verse bir kadehte zehir içilir Gezdiği yerlerde güller açılır Güzelde eda naz fel bulunmalı Nedendir Noksani fazla yazarsın Az şeylerden sinirlenir azarsın Bir gün olur tatlı candan bezersin Alemde cennete yol bulunmalı İstanbul Gönlüm hasret kaldı köşke seyrana Bakarım uzaktan yaslı İstanbul Bilmem nasip midir bir daha gezmek Ağlarım gözümde tuzlu İstanbul Görünür uzaktan baksan camiler Dizilmiş sıraya evler haneler Gezer sokaklarda çiftler sunalar Övmeye münasip süslü İstanbul Her dakika vardır mevcut vesayet Otobüs taksi tramvay transit İstasyonu iskelesi müsait Yoktur bir emsali özlü İstanbul Gezerken olmalı cepte bol paran Parasız gidene gezmesi haram Zevki eğlencesi her saat her an Seyirli neşeli sazlı İstanbul Gelir vesayetler Garp ile Şarktan Gezmekten doyulmaz sinema parktan Çokları kahrolur hasta yatmaktan Elemli kederli gizli İstanbul Belli olmaz gecesiyle gündüzü Farkedilmez sonbaharı yaz kışı Denizleri tepeleri var düzü Yokuşlu engelli düzlü İstanbul Her yandan üstündür süslü Beyoğlu Ne hoş görünüyor bak Cağaloğlu Çok fazla gezemem yüreğim dağlı Şanı üç beş değil yüzlü İstanbul Haydarpaşa Eminönü Üsküdar Gezmeyenler bu dünyadan küs gider Görenlerde elem kalmaz yas gider Kahırlı mihnetli nazlı İstanbul Gözün açıp bu aleme baksana Gezmek lazım Eminönü Taksim'i Fazla yazıp kederlenme Noksani Bedeldir dünyaya bizli İstanbul Gördüm Kader layık gördü gurbet elini Gönlümü sılada eğlerken gördüm Erken kalkıp hazırlığa başlarken Çorap çamaşırı bağlarken gördüm Aldım da çantamı çıktım kapıya Nazar ettim bağ bostana yapıya Değer vermem mala mülke tapuya Yarimi peşimden ağlarken gördüm Yola çıktım ayaklarım gitmiyor Yokuşu çıkmaya dizim tutmuyor Ah ederim elim yare yetmiyor Hasretlik gönlümü dağlarken gördüm Bilmem nasip midir yoksa ki kader Kimseye küsemem böyle mukadder Gittikçe gönlümü aldı bir keder Bahar seli gibi çağlarken gördüm Gel vazgeç Noksani gurbet karından Asla fayda yoktur dünya varından Git al muradını kendi yarinden Dermansız devayı sağlarken gördüm Kalmadı Bir dinleyen yoktur derdimi desem Asla bir meslekte elim kalmadı Çok başvurdum sağa sola fayda yok Döktü yaprak gazel gülüm kalmadı Daim arz ederim ticaret karı Asla sevmez oldu evdeki karı Arayan bulurdu serveti varı Soramam kimseye dilim kalmadı Üç beş kuruş bulunurdu arasan Şapkam kopmuş saçlarımı tarasan Çıra yakıp meteliği arasan Gitti kazanç servet pulum kalmadı Gitmez hayalimden aşk-ı ateşim Silsem de tükenmez gözümden yaşım Ezelden yoksulluk boşlamaz peşim Savruldu dumanım külüm kalmadı Geçti bir devranım tıfıl çağlarda Bülbül sesi dinler idim bağlarda Vardı sürüm çobanlarım dağlarda Şimdi seyretmeye malım kalmadı Yorulmadan yüce dağlar aşardım Bulanmadan kaynayıp da coşardım Rençperliğe beş on boyun koşardım Büküldü kametim belim kalmadı Halılar yerinde yoktur hasırım Düşündüm taşındım bilmem kusurum Sular akmaz kol vermiyor mısırım Düşsem tutunacak dalım kalmadı Şimdi ticaretim yolcu bacından Dizlerimde can yok öldüm acımdan Kar edemem kuvvetimden gücümden Gitti kuvvet derman halim kalmadı Gönül müpteladır daim güzele Yaprağım yok bağlar hasret gazele Akla gelir bir Murgul'u tazele Başka da gidecek yolum kalmadı Sabreyle Noksani dert ile zora Yokuşta yorulan bir düze vara Bir gün devredersin kara toprağa Görsem sağ tarafı solum kalmadı Olmayınca Gönlüm ister meramına ermeyi Neyleyim talihim var olmayınca Çok isterim bülbül sesi duymayı Bülbül gülü sevmez har olmayınca Nasihatim gezme gönül yabanda Bir umudum kaldı karasabanda Düşmüşüm efkara iş yok tabanda Gönül ziyan eder kar olmayınca Devrettim otuzu kırka yüz tuttum Hiçbir gün gülmedim daim yas tuttum Bir dem için bir ateşi dost ettim Yandırır cismimi kar olmayınca Gözüm yaşı akar eli işlemez Bülbül figan eder gülü beslemez Gönül verip yar kolunu yaslamaz Dostun seni sevmez yar olmayınca Feryat eder daim sende kar bülbül Ah eder bülbülü için gonca gül Yüz bin mihnet etsen yine eldir el Kalpte senin için ar olmayınca Hoşa gider güzellerin oynağı On sekizde yakar gönül sığnağı Terkedemez güzel seven sevmeyi Bulanıp da sonra dur olmayınca Kader gül demezse asla gülünmez Gönül kuşu pervaz etse yorulmaz Dostun güzel olsa yine sarılmaz Baştan iki gönül bir olmayınca Bu sene kısmet çok fazla gezdi Gözüm gördüğünü elim de yazdı Zalim gurbet elden usandı bezdi Noksan Hod'da durmaz zar olmayınca |
Ozanlarımız (H)
Hisarlı Ahmet (İnegöllüoğlu) A İstanbul Sen Bir Han Mısın Varan Yiğitleri Yudan Sen Misin Gelinleri Yarsız Goyan Sen Misin Gidip De Gelmeyen Yari Ben Neyleyim Vakitsiz Açılan Gülü Ben Neyleyim Babam 1908’de KALE BALA denilen Kütahya ilinin çekirdeğini oluşturan Yukarı Hisar’ da dünyaya gelmiş. Ayşe hanım ile yemenici Musa Bey’in ikinci çocuklarıdır. Çocukluğunu ve gençliğini babasının yanında geçirmiş. Delikanlılık döneminde; gençlerin evlerde toplanarak eğlendikleri ve sohbet ettikleri GEZEK’lerde üç telli bağlama ile tanışmış. Müzik gibi uğraşların gençleri haylazlığa iteceği düşünülen o devirde babasından saklı üç kile buğdaya bir bağlama edinmiş. Dedem bunu görmüş kırmış, babam gene bunu almış,gene kırılmış ama böyle devam ederken de babam bağlamayı öğrenmiş. Örf ve adetlerin yaşatıldığı, görgü kurallarının ve birlikte yaşamanın pekiştirildiği Gezekler de müzik oyun başladığında sohbet bırakılır, yeme içme durur, derlenip toparlanılır ve sessizce dinlenilir, seyredilirdi. kurallara uymayanlara da hoş cezalar verilirdi. Zengince olana bedensel ceza verilir, uzak bir pınardan su getirmesi istenir. Yoksul gence de mesela bir tepsi baklava alma cezası verilirdi. Genç kızların aynı tür toplantısına da KIZLAR İÇİ denir. Gençler ablalarından hayat hakkında bilgiler alır oynayıp eğlenirlerdi. Askerlik çağına geldiğinde koltuk altına aldığı bağlaması ile kıt’aya teslim olan babam Topçu askeri olmuş. Burada klarnet çalmayı ve okuma yazmayı öğrenmiş. Askerlik dönüşü ve dedemin vefatı ailenin geçimini ona yüklemiş. Bu arada Hacer hanımla ile evlenmiş, ağabeyim Hüseyin; ablam Huriye ve ben dünyaya gelmişiz. Hisardan yeni gelişen şehre taşındık. Ekonomik durum babama meslek değiştirir. Kahvehane açar. Üç telli bağlama duvarda asılıdır, ünü yayılmıştır. Kahvehanesi aşıkların ve onu dinlemeye gelenlerin uğrak yeridir artık. Hevesli gençlere bile ücret ders verir. Halk evleri kurulduğunda çalışmalarını burada da sürdürür. Muzaffer Sarısözen 'in daveti üzerine 1942'de ekip olarak Ankara radyosuna gidilmiş. Onun sazı ve sesindeki farklı üslup ve tavır üzerine radyoda kalması teklif edilmiş ve "Fincanın dibi noktalı ile Pembeli" türküleri derlenmiş. Ailevi radyoda kalmayan babamın kahvehanesi Aşık Veysel, Aşık Davut Sulari gibi gezginci ozanların ve radyo sanatçılarının uğrak yeri olmuş. Bir konser için gelen Nida Tüfekçi, Yücel Paşmakçı ondaki değişik saz tavrı ve okuyuştaki kendine has hançereyi fark etmişler. Benim yüksek öğrenim için İstanbul'da olmam ve halk müziği camiasında çalışmamın da babamda ki tüm yöre türkülerin TRT repertuarına kazandırılmasında katkısı olmuş, türküler hemen hayata geçirilmiştir. Bu arada ibadetini de bırakmayan babam "Hacı" olduktan sonra "elini eteğini çek bu işlerden" diyenlere "Ben sazımla Rabbime sizden daha yakınım" derdi. Kendimi bildiğimden beri babamın alkollü içki kullanmadığını bilirim, sigarayı da bırakan babam nefesinin güçlü oluşu sayesinde türkü söylediğinde sesini civar köylerden bile duyulduğunu söyler, bununla övünürdü. Halk destanlarını ezbere bilir, türkülerin kaybolması ve yozlaşması endişesiyle bunları bir kitapta toplama arzusunu da ne yazık ki sağlığında yerine getiremedi. Bu arzusunu ben ve torunu İsmail Pektaş 1995 yılında "Hisarlı Ahmet yorumu ile Kütahya Türküleri" adlı kitabı güral porselen'in sponsorluğunda yayımlayarak gerçekleştirebildik. Hisarlı Ahmet 4 Ocak 1984'de vefat etmiştir. Hisarlı Ahmet den alınan bazı türküler: A İstanbul Sen Bir Hanmısın, Yağmur Yağar, Kütahya'nın Pınarları, Menberi......... |
Ozanlarımız (H)
Hilmi Şahballı Karlı dağların ardından Yare doğru yürüyorum Yunus'un feyiz aldığı Yere doğru yürüyorum Şahballı'm konan göçecek Dünya fani ölüm gerçek Kula şefaat edecek Er'e doğru yürüyorum Hilmi Şahballı 01.10.1953 tarihinde Kahramanmaraş'ın Türkoğlu kazasında dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Kahramanmaraş'ta tamamladı. Şiir yazmaya 1972 yılında başladı. 1973 yılında Dengin Plak şirketinin düzenlemiş olduğu Aşıklar Yarışması'nda 1.nci seçilerek kendisine "ŞAH" unvanı verilir ve o günden sonra "Hilmi Şahballı" olarak tanınır. Sonrada Mahkeme kararı ile soyadını "Şahballı" olarak değiştirir. Yıllarca yurtdışında bir çok ülkeyi gezmiş, Türkülerimizi okuyarak Türk kültürünün yayılmasına yardımcı olmuştur. 750'nin üzerinde şiiri bulunmaktadır. Bu şiirlerin 300 ünü bestelemiştir. Bunlardan bazıları "Yürüyorum, Esmerin adı Oya, Kızılırmak, Yoruldum, Volkan gibiyim, Doğ güneş, Aman Dokunmayın çok fenayım, Takatım mı var, Bir yudum su, Bahar gelmiş bizim ele, Zım zım, Mahkumların Türküsü, Neden bana gönül verdin, Unutuldum, Oda yandı bende yandım, Ay Kızım Kınalı kuzum, Belki gelirim Ana, Bebeğim vs. gibi… Etkilendiği şair ve aşıklar ise: Hayati Vasfi Taşyürek, Aşık Mahzuni Şerif, Abdurrahim Karakoç, Aşık Veysel, Neşet Ertaş, Halit Araboğlu, Yusuf Polatoğlu'dur. Çalışmaları arasında ayrıca 55 adet plağı, 5 adet filmi vardır. Filmlerinin isimleri : Gurbet Ölümleri, Bayram Türküsü, Beklenmeyen misafir, Gülelim eğlenelim, İbrahim Hakkı Hazretleridir… Ayrıca : Kanal 6'da 50 bölüm Türkü Pınarı Programı; TGRT'de 100 bölüm Ozanların Dilinden Programı; 3 Yıl Merhum Sn. Turgut Özal'ın Müzik Danışmanlığı; 5 Yıl Ankara Radyosunda sözleşmeli olarak görev yapmıştır. Meclis Başkanı Ömer İzgi'nin vermiş olduğu "2001 yılının Altın Adamları" ödülüne layık görülmüştür. Sanat hayatına 35 senesini vermiş 30. uncu kasetinin çalışmalarına devam etmektedir. Evli ve 5 çocuk babasıdır. Eserlerinden bazıları: YÜRÜYORUM Karlı dağların ardından Yare doğru yürüyorum Yunus'un feyiz aldığı Yere doğru yürüyorum Kâh atlıyım kâh yayayım Hangi derdime yanayım Ben bu âlemde rüyayım Sırra doğru yürüyorum Şahballı'm konan göçecek Dünya fani ölüm gerçek Kula şefaat edecek Er'e doğru yürüyorum ÇOBAN ŞAHBALLI Bir köyümüz vardı baykuşu çoktu Yıldızları saya saya büyüdük Fakir yoksulduk ya anlımız aktı Karda kızak kaya kaya büyüdük Anam teşt içinde yurdu başımı Bizi çimdirirken gör telaşını Bazlamaya katık yaptım aşımı Teh dürümü yiye yiye büyüdük Kışın dam loğlardık kürürdük karı Av avlardık bulamazdık avcarı Ne pantol bilirdik nede şalvarı Uzun fistan giye giye büyüdük Dut toplamak için ağaca çıkardık Ölümden korkmazdık daldan sarkardık Horozun sesine erken kalkardık Ezan sesi duya duya büyüdük Sarılar köyündür oban Şahballı Dilde destan elde saban Şahballı Boşa büyüklenme Çoban Şahballı Dağda davar yaya yaya büyüdük DUYGUNUN ESERİ Güzel seni sana tarif edeyim Çünkü sevda vardır yolun ucunda Gönül uslanmıyor nere gideyim Bülbülün figanı gülün ucunda Ne kadar meth etsem az geliyor az Hepsi sende mevcut cilve, iş ve naz Yanakların elma dudağın kiraz Sandım bal akıyor dilin ucunda Gözlerin şaheser kirpiğin oktur Gülüşün ölümcül hastaya doktor Velhasıl cihanda menendin yoktur Sanki bir gül açmış dalın ucunda Hilmi Şahballı'yım alayım kadan Görünüşün berrak bir duru sudan Kavuşmadan göz edersem dünyadan Ruhum görmek ister salın ucunda VAKTİ DOLANA KADAR Zerre zerre arı çiçekten balı Süzer gider vakti dolana kadar Rüzgar ıslık çalar doğa sevdalı Tozar gider vakti dolana kadar Gelinin iffeti havası duvak Harç sağlam olmazsa dökülür suvak Merteklik olunca kesilir kavak Uzar gider vakti dolana kadar İyi düşün dostum bu dünya var ya Bazen yüze güler bazen angarya Yıldızlar sandaldır gökyüzü derya Yüzer gider vakti dolana kadar AĞLIYOR Suçsuz yere bir hücreye atıldım Kırıldı kalemler ferman ağlıyor Kendi dostlarımca taşa tutuldum Bendeki dertlere derman ağlıyor Malımı mülkümü ettiler tapu Sonunda yüzüme kapandı kapı Kendinden olunca baltanın sapı Toprak sancılandı orman ağlıyor Âşıklar çalardı yanık sazları Şahballı ordaydı bahar yazları Yaylada yas tutmuş Yörük kızları Çıkrık boynun bükmüş kirmen ağlıyor O DA YANDI BEN DE YANDIM Derman bulunmaz yaraya Oda yandı bende yandım Dağlar girince araya Oda yandı bende yandım Kerem'sen Aslı'yım dedi Can bağımı hedefledi Ben yandıkça yar üfledi Oda yandı bende yandım Şahballı'm neydim ne oldum Yüze güleni dost bildim Ne güldürdüm nede güldüm Oda yandı bende yandım EFENDİ Şu dağların arkasında köyüm vardır efendi Ne okul ne suyum vardır efendi Bir çift tatlı sözcük sizden Hemen bağlanırız özden Alkış bizden şak şak bizden Değişmeyen huyum vardır efendi Borçlu doğuyor bebekler Bir derdine bini ekler Perişanlık hat safhada Anadolu hizmet bekler efendi Şu dağların arkasında hastam vardır efendi Ne doktor ne ilaç vardır efendi Yine ben oldum aldanan Yüze güleni dost sanan 5 yılda bir hatırlanan oyum vardır efendi Sizler eğlenirken barda Açlıktan ölenler burda Yediğiniz lokmalarda Payım vardır efendi Şu dağların arkasında acım vardır efendi Dertli anam bacım vardır efendi Melhem olan yok yaraya emekler gitti araya Yazık fakır fukaraya kıyım vardır efendi At gözlüğü takmış göze Tepeden bakarlar bize Diyeceğim vardır size Rüyam vardır efendi ANLATAMADIM Ömrüm geldi geçti boş hayallerle Bir türlü ben beni duyuramadım Hiç vefa görmedim sevdiklerimden Derdimi kimseye anlatamadım Boş kovaya damla oldum dolmadı Doluya damladım dolu almadı Son şansımdır hiç ümidim kalmadı Bir türlü ben beni duyuramadım Şansımı aradım kaçtı fizana Ümitlerim düştü kaynar kazana Gülüp geçtim moralimi bozana Kendimi kimseye anlatamadım Gülüp eğlenmeyi çoktan unuttum Yazık oldu gençliğime yas tuttum Ben çevremi ben annemi unuttum Bir türlü sesimi duyuramadım YAYLA KIZI Yayla kızı neden benden kaçarsın Sensiz gitmek mümkün değil Sevdiğim Kuşlar gibi yükseklerden uçarsın Elin tutmak mümkün değil Sevdiğim Benliğimi sevgin ile sardırdın Şu Başımı taştan taşa vurdurdun Bezirganım işlerimi durdurdun Alıp satmak mümkün değil Sevdiğim Sen lale sümbülsün kırmızı gülsün Biraz himmet eyle Şahballı gülsün Menekşemi güzel sen mi güzelsin Ayırt etmek mümkün değil Sevdiğim CEVİZ AĞACI Hani biri vardı yıllar öncesi Yaprağın yolardı o benim işte Kazmayla kürekle arık yaparak Bahçeyi sulardı o benim işte Akşam sabah hiç gölgenden çıkmazdı Tembel yatar işe güze bakmazdı Bir atkısı vardı hiç bırakmazdı Boynuna dolardı o benim işte Ayaklarım yalın yırtıktı yakam Bir canlı kuluyla olmazdı şakam Bir kırık saz ile nefreti makam Söylerdi çalardı o benim işte Bazen başı ipe giden gibiydi Bazen ruhsuz kalmış beden gibiydi Bazen suyu kesik fidan gibiydi Açılır solardı o benim işte Kuşlar uçamazdı senin gölgende Çünkü lastik sapan var idi bende Yoğurt pekmez yerken koyu gölgende Parmağın yalardı o benim işte Hatırlıyor musun bak geldi yine Yumruğun vururdu hep sinesine Deliler misali kendi kendine Ağlardı gülerdi o benim işte Bir Şahballı vardı sorma ne için Şimdi hatırladın kavruldu için Komşu kızına hoş görünmek için Hep namaz kılardı o benim işte |
Ozanlarımız (H)
Hacı Taşan (Mahalli Sanatçı ve Kaynak Kişi) "Türkü Yozgat'da doğar, Kırşehir'de oyun havası olur, Keskin'de elenir." Keskin'deki folklorik oluşum ve Keskin türkülerinin anonimleşme sürecindeki farklı ve ağırlıklı yerini vurgulayan bu söz, bir bakıma birbiriyle komşu bu üç yörenin karekteristik özelliklerine de işaret eder. Gerçekten de merhum Nida Tüfekçi ile en güçlü temsilcisine kavuşan "Sürmeliler" diyarı Yozgat'ın kültürel kaynak zenginliğine, Neşet Ertaş'la en rafine yorumcusuna kavuşan Kırşehir türkülerinin canlı ve dinamik yapısına biraz yakından baktığımızda, Keskin türkülerindeki durulmuş lirizmi hemen farkederiz. İcra tavır ve üslubu yönünden Yozgat türkülerine, müzikal yapı ve form itibariyle Kırşehir türkülerine yakın duran Keskin havalarının, her iki yöre türkülerinin elekten geçirilerek adeta yeni bir senteze tabi tutulduğu ağırbaşlı, klasik ezgiler olduğunu söylemek mümkün. İşte Hacı Taşan bu seçkin türküleri, halayları çalıp okuyan bir sanatçı olarak Keskin folklor musikisinde büyük ağırlığa sahip hemen hemen tek sanatçıdır. Tabii Keskin havaları üzerine yapılacak tüm estetik ve yapısal açıklamalar, bir anlamda Hacı Taşan'ın sanatını tahlil anlamına da gelecektir. Çünkü Keskin türküleri onunla gelmiş geçmiş en usta yorumcusuna kavuştuğu gibi, Hacı Taşan'ın ismi, sanatçı yeteneklerini sonunda kadar kullandığı o güzelim Keskin türküleriyle adeta özdeşleşmiştir. Evet "Keskinli mahalli sanatçı Hacı Taşan"ı ülke genelinde tanınan bir sanatçı yapan kültürel ve müzikal ortama şimdi biraz yakından bakalım. 1930'da doğan Taşan, aslen Kırtıllar köyünden. Kırtıllar o yıllarda "abdal" aşiretinin en yoğun olarak yaşadığı köylerden biri. Büyük bozlak ustası Muharrem Ertaş da buralı ve Neşet Ertaş'ın da doğum yeri Kırtıllar. Bu yoksul köyün toprakları hiçbir zaman insanlarını varlıklı kılmaz, fakat dünyanın en zengin nağmelerini içeren, en içli, en yanık türkülere can verir. Bozkırın ortasındaki bu fukara köy, Anadolu halk müzikleri içerisinde en orjinal renk ve anlatıma sahip bir tür "Anadolu blues"u olarak nitelendirilebilecek bir müziğe, abdal/aşiret müziğine kaynaklık eder. Bugün artık terkedilmiş metruk bir köy görünümündeki Kırtıllar'ı, başta ekmek parası derdi olmak üzere, çeşitli sebeplerle zaman içinde herkes terk eder. Hacı Taşan'ın babası Abdullah Çavuş'da o yıllarda Hacelobası'ndan evlendiği için oraya göçer. Bağlamayı çok seven bir ana ile, yörenin ünlü davulcularından olan Abdullah Çavuş'un dört çocuğundan biri olan Hacı Taşan, oniki yaşlarında başlar saz çalmaya. Babası, o zamanlar yörenin en namlı ustalarından olan Yusuf Usta'ya iyi bir saz yaptırır ve tutar elinden küçük Hacı'nın, o günlerde Seyfeli(daha sonra Barak) köyünde oturan üstad Muharrem Ertaş'a çırak verir. Ve böylece Hacı Taşan, bu müziğin tek ve en etkili eğitim/öğretim şekli olan bir ustanın yanında çıraklığa başlar. Muharrem Ertaş'ın çırağı Muharrem Ertaş, Hacı Taşan'ı yanına alarak bugün hala bu müziğin hem öğrenildiği hem de en çok icra edildiği mekanlar olan düğünlere götürür. "Düğün çalgıcılığı" onlar için çoğu zaman tek ve en önemli meslektir. Yeri gelmişken önemli bir konuyu bir cümleye vurgulamakta yarar var: Çoğu zaman bu düğünlerdeki aşırı içki ve sefahat ortamı bu insanların ruhen ve bedenen hızla yıpranmalarına ve dolayısıyla genç yaşlarda ölüme sebep olmakta. Merhum Hacı Taşan 1983'te vefat ettiğinde 53 yaşında idi. Bu geleneğin bir başka usta sanatçısı merhum Çekiç Ali 39 yaşında vefat etti. Bunun özellikle "ustalar" arasında adeta bir kader gibi benimsendiğini tesbit ettiğimizi belirtelim. (Abdal aşireti ve bozlaklar konusunda daha geniş için Kalan Müzik'in "Arşiv Serisi"nde yayınlanan "Kalktı göç eyledi"adlı Muharrem Ertaş albümünün kitapçığına bakılabilir.) 1970 'lerden sonra önce radyo ve plak, daha sonra da televizyon ve kaset gibi kitle iletişim araçlarını kullanarak daha geniş bir pazara seslenme imkanına kavuşan yöre sanatçıları, yine de düğünlerde çalmayı hiçbir zaman bırakmamışlardır. Bu, şüphesiz aynı zamanda arz -talep konusu. Ve böylece zaman içinde kendiliğinden oluşan o çok büyük mahalli şöhretin dar kalıplarını kırarak geniş kitlelere ulaşan, hatta tüm Türkiye'ye seslenen, o yöreye mensup ilk mahalli sanatçı merhum Hacı Taşan olmuştur. Bunun hikayesini kendisinden dinleyelim: "Askerliğimi 1950'de İstanbul Maçka'da yaptım. Askere gitmeden önce çalıp söylemede bir hayli ustalaşmıştım. O sıralar rahmetli Muzaffer Sarısözen yurdun her tarafını gezip türkü derliyordu. Bir gün çıkıp Keskin'e geldi. Bizi Halkevi binasında topladı, o günlerde yayınladığı Folklor Saati'nde yer vermek üzere seçme yapacağını söyledi. Keskin'de bir hafta kalarak birçok mahalli sanatçıdan derlemeler yaptı. Daha sonra seslerimizi radyoda yayınladı. Radyo ile ilişkim ilk böyle başladı. Sarısözen bizi daha sonra zaman zaman Ankara'ya radyoya davet ederek çalıp söyletti. Sarısözen'den sonra Nida Tüfekçi, Mustaf Geceyatmaz ve Ali Can'larla tanıştım ve radyoda programlar yaptım." Neşet Ertaş'ın elinde sazı ile "radyoevine çıkmak" için ilk defa Ankara'ya gelişi de bu olaydan sonradır: "Baktım bir gün radyoda Hacı emmim türkü söylüyor. Babam Muharrem ustadan bellediği bir bozlak bu: 'Aman aşağıdan Yusuf Paşam gelirken gelirken / Düşmanına karşı koyan merd olur...' öyle bir heyecanlandım ki, yerimde duramadım. 'Ben de gidip radyoya çıkacağım' dedim. 'Madem Hacı emmimin söyledikleri radyoda çalınacak kadar kıymetli, o zaman benim okuyacaklarımı da yayınlarlar' diyerek elimde saz, Ankara'ya, Sarısözen'in yanına geldim..."tabii Neşet Ertaş daha sonra, Hacı Taşan'la birlikte, radyoda en sık program yapan mahalli sanatçılardan biridir artık. Eserleri : Hacı Taşan'ın repertuar itibarıyla yöresinin dışına pek çıkmadığını görüyoruz. Başta Keskin olmak üzere, Yozgat, Kırıkkale, Kırşehir, Kaman ve Şereflikoçhisar gibi yerlerde dolaşmış, buraların bozlak ve halay havalarını, türkülerini kendine has bir üslupla çalıp söylemiştir. Son yıllarında, Pir Sultan Abdal, Deli Boran, Seyit Süleyman, Derviş Ali ve Dertli gibi halk şairlerinin şiirlerini çeşitli formlarda ezgilendiğini görüyoruz. Gerek sözleri bu ünlü halk şairlerinin şiirlerine ait eserler, gerekse anonim karakterdeki diğer eserlerine baktığımız zaman Hacı Taşan'ın repertuarını form ve içerik yönünden üç ana grupta toplamak mümkün: 1.Türküler/Samahlar 2.Halaylar/Oyun havaları 3.Bozlaklar/Ağıtlar Birinci kategoriye giren pek çok türkünün yanında, Keskin Samahı olarak da anılan "Döndün mü benden yüzü dönesi" sözleriyle başlayan eser, Hacı Taşan'ın repertuarında bir istisna teşkil etmekte. İkinci grupta değerlendirilebilecek eserlerin en bilinenleri şüphesiz "Arzu Kamber halayı" ile "Bugün ayın ışığı" adlı halay türküleridir. Başta hocası Muharrem Ertaş'tan öğrendikleri olmak üzere, Hacı Taşan'ın repertuarının bozlak yönünden hayli zengin olduğu söylenebilir. "Ankara'da yedim taze meyvayı" sözleriyle başlayan Keskin'li Sefer'in ağıtı başta olmak üzere "Akşamdan mı geçtin", "Erciyes'ten duman kalktı" ve "Giyindim kuşandım gittim düğüne" benzeri ağıt türünde de hayli eser olduğu söyenebilir. Bunlardan sözleri kendisine ait olan var mıdır, tam olarak bilemiyoruz ancak ünlü "Açtım perdeyi de turnamı gördüm" bozlağı için kendisi şöyle bir hatırasını naklediyor: "Necati adında çok sevdiğim bir dostum vardı. Kırıkkale'de hapse düştü. Ziyaretine gider gelirdim. Bir gidişimde 'Hacı, içerde dolaşırken pencereden baktım ki bir turna kafilesi gidiyor, duygulandım, bir dörtlük yazdım. Şunun sonunu da sen getir' dedi. Bunun üzerine oturup şiiri tamamladım ve sazımla da çalıp okumaya başladım". Tavır ve üslubu Merhum Hacı Taşan'ın, bir Muharrem Ertaş gibi tiz perdelerde de aynı gücü ve parlaklığı koruyan tiz bir sesi olmamasına rağmen, kendi rengi ve sınırları içinde güçlü bir sese sahip olduğunu söylemek gerekir. Önemli olan daha ziyade bu sesi kullanma tavır ve şeklinden doğan üsluptur ki, bu konuda ismi, "üslup sahibi mahalli sanatçılar" ın başında anılsa yeridir. Gür ve dolu bir ses, sesi bazen öne, bazen geriye atan bir ağız ve nefes kullanımı, özellikle tizlerde başarıyla uyguladığı kafa sesi, bazen sert, bazen yumuşak trillerden oluşan gırtlak nağmeleri ve doğal vibrasyonlarla zenginleşen renkli bir okuyuş tarzı... Ve hemen hemen bütün bu tekniklerin ya da benzerlerinin bağlamaya adaptasyonu ile ortaya çıkan lirik ve canlı bir bağlama çalma üslubu... Orta Anadolu müzik geleneğinde kendine has bir çizginin temsilcisi olan Hacı Taşan'ın sanatı ile ilgili elbette çok şey söylenebilir. Kendisiyle beraber Çekiç Ali ve Neşet Ertaş gibi sanatçıların da ustası olan Muharrem Ertaş'ın Hacı Taşan üzerindeki bariz etkisini belirtmek gerekir. Fakat Hacı Taşan'ın hiç bir zaman taklide düşmediğini, kendi tavır ve üslubunu kısa zamanda bulduğunu ve kendi ustalığını konuşturduğunu biliyoruz. Hacı Taşan'ın bu "nevi şahsına münhasır" sanatçı kişiliği üzerinde Keskinli olmasının ağırlıklı yönünü vurgulamak gerekir. Çünkü Keskin Orta Anadolu'nunen zengin halay bölgelerinden biri olduğu kadar, bu halayların eşlik sazı olan davul zurnanın da en iyi icra edildiği yörelerden biridir. Hacı Taşan'ın saz çalma ve türkü söyleme üslubunda bariz bir davul zurna tesiri vardır. Öte yandan Keskin, yazının başında vurguladığımız coğrafi konumu bu konumdan kaynaklanan kültürel zenginliğini müzikal zenginliğe dönüştürebilecek bir sanat potansiyeline her zaman sahip olmuştur. Yöredeki Alevi-Bektaşi kültür birikimini de kendi kültürel potasında eriterek başarılı sentezlerin ortaya konulduğu Keskin musıki folkloru, Hacı Taşan'la en güçlü yorumcularından birine kavuşmuştur. Ailesi Aslen Yozgat/ Yerköy'ün "teflek" abdallarından olan karısı Naile Taşan, en küçük oğlu Sondur Taşan'la birlikte, Akdere'de, metruk bir gecekonduda kendi tabiri ile "çile doldurmaya devam ediyor". Fethi, Seyfettin, ve Sondur adında üç erkek, Bahalı, Nazlı, Güler, Sevda ve Sevdur adlı beş kızı olan Taşan ailesinin erkek evlatları, atalarından, dedelerinden görüp öğrendikleri şekilde düğünlerde çalarak ekmek paralarını kazanmaya çalışıyorlar. Taşan soyadı ile bugün Keskin'de aktif sanat hayatını sürdürenlerden Kudret Taşan ve kardeşleri ise Hacı Taşan'ın yeğenleri... Repertuarındaki bozlaklar arasında göçebe Türkmen aşiretlerinden biri olan Cerit aşiretinin göç ve iskan meseleleri ile ilgili bozlaklar da bulunan Taşan'ın Cerit Türkmenlerinden olma ihtimali hayli kuvvetli. Öte yandan bizzat karısının ifadesine göre, kendisi Ceritlerden olduğunu söylermiş. Cerit aşiretiyle ilgili kaynaklardaki mevcut bilgi de Taşan'ın Cerit olma ihtimalini güçlendiriyor: "Bozulus'un Orta Anadolu'ya gelmesinden sonra ikiye ayrılarak bir kısmının Yeni İl Türkmenlerinin içine karıştığı tesbit olunan Ceritlerin diğer bir bölümü ise Keskin havalisindeki Bozulus içinde yer almakta idi.(...) Hükümetin Keskin havalisindeki Bozulus Türkmenlerini Rakka bölgesine yapılan iskana tabi tutmasının yanında, Beliç nehri boylarına yerleştirilen Cerit aşireti bir müddet sonra yavaş yavaş iskan mahallini terk ederek Çiçekdağı, Kırşehir ve Bozok(Yozgat)tarafına dağıldılar. Geride kalanlar ise 'giden evlerimiz gelmedi' diyerek üçer beşer kaçıp onlara katıldı. "Sözlerinin Dadaloğlu'na ait olduğu sanılan Hacı Taşan'ın söylediği pek çok bozlaktan biri olan şu bozlak özellikle bunu anlatır: Cerit Irakka'dan sökün edince Açılsın Urum'un yolu Cerid'in Silsüpür oğlu Fettah beyim ölünce Kırıldı kanadı kolu Cerid'in Tanpınar ve "Billur Piyale" Hacı Taşan'ın çalıp okuduğu türküler arasında, farklı kaynaklardan geldiği ve bir başka kültürel zenginliğe dayandığı belli olan öyle türküler var ki, bunlardan biri de elinizdeki albümde de yer alan "Billur Piyale" adlı eserdir. Folklor ve türküler üzerine henüz aşılamamış titiz ve dikkatli yorumlar, bakış açıları getiren ünlü kültür ve edebiyat adamı Tanpınar, bu türkünün Erzurum'da karşılaştığı varyantı ile ilgili, "Beş şehir" adlı eserinde ilginç yorumlarda bulunur: "Bin türlü acemiliği, saflığı, içinde bu küçük parça baştan aşağı incelik, zevk, lezzettir. Gerçekten billur bir kadeh...Belki büyük bin geleneğin son tezgahında yapıldığı için küçük bir çatlaklığı, tadını artıran bir donukluğu var... Fakat mesela Behzad'ın elinden çıkmış bir minyatür kopyası gibi bütün bir tarz, bütün bir edadır. Asıl güzel tarafı bu küçük billurdan bütün zevki, hayatı, düşünceyi, zaman telakkisini fışkırtan bestedir. Esnaf sıra gezmelerinde söylendiği tahmin edilen bu türküye Orta Anadolu'da da rastlanıyor.(...) "Billur Piyale" bizi "mahalle klasik" adını verebileceğimiz orta sınıf musikisine götürür.. "Tanpınar'ın işaret ettiği Orta Anadolu varyantının, bizzat Hacı Taşan'ın çalıp okuduğu eser olma ihtimali oldukça yüksek. Çünkü bu türkünün derlendiği kaynak kişi de Hacı Taşan'ın kendisidir. Kalan Müzik'in "Arşiv Serisi"nden daha önce yayınlanan Muharrem Ertaş albümü ve bundan sonra yayınlanması planlanan Çekiç Ali albümü ile, Türk halk müziği coğrafyası içerisinde her yönüyle farklı ve güçlü bir çizgiyi temsil eden Orta Anadolu abdal/aşiret müziğinin en özgün ve rafine örnekleri yayınlanmış oluyor. Müzikoloji tarihi açısından olduğu kadar Anadolu halk müziği tarihi ve genel musıki kültürümüz açısından da büyük önem arz eden bu "üç bozlak ustası" ile ilgili çalışmayı büyük bir zevk ve heyecanla yaptığımı belirtmek istiyorum. Benimle aynı heyecanı paylaşan Kalan Müzik sahibi ve yapımcı sevgili Hasan Saltık'a, müziğimiz ve kültürümüz adına teşekkür borcumuz vardır. 9 Mart 1983 tarihinde, geçirdiği üçüncü kalp krizinde 53 yaşında kaybettiğimiz Hacı Taşan'ı bir kez daha rahmetle anarken, aynı zamanda karısıyla teyze çocuğu olan üstad Neşet Ertaş'ın Hacı Taşan'a söylediği ağıtın içli sözleri ile noktalamak istiyorum: Bütün ahbaplar ansın adını Anlayan alırdı onun tadını Emmisi, dayısı, garip kadını Döşeyin evleri Hacı geliyor Bir garip ölümü acı geliyor Hizmet için nice dağlar aşanı Keskin'li bilirler Hacı Taşan'ı Bunca hizmetleri hani, boşa mı Açılsın meydanlar Taşan geliyor İnsan hizmetine koşan geliyor Var mıdır insandan daha üstünü Bir bilirdi düşmanını dostunu Diksinler Keskin'e onun büstünü Açılsın meydanlar Hacı geliyor Bir garip ölümü acı geliyor Anam Keskinlidir, babam Kırşehir Gönülden geldi de eyledim kahır Saygım var insana evveli ahir Açılsın meydanlar taşan geliyor İnsan hizmetine koşan geliyor |
Ozanlarımız (H)
HEKİMHANLI ESİRİ Esiri'nin asıl adı Mehmet'tir. Babası Kasım Ağa Hekimhan'ın Hasançelebi bucağına bağlı Basak köyü halkından olup XVIII. yüzyılda yörenin en ünlü aşıklarından biri olarak bilinen Baboğ Dede'nin dördüncü oğludur. Kasım Ağa, Baboğ Dede'nin vefatından sonra kardeşlerinden ayrılarak Basak köyü yakınlarında bulunan Güvenç köyüne yerleşmiştir. Mehmet (Esiri) 1259 (miladi 1843)'da ailenin üçüncü çocuğu olarak Güvenç köyünde dünyaya gelmiştir. Köyde okuma yazma öğrenip günlerini çobanlık yaparak geçiren Mehmet, dedesi Aşık Baboğ gibi iyi saz çalar, usta malı şiirlerin yanında kendi deyişlerini de söylemeye başlayarak yakın çevresinde Aşık Mehmet olarak adını duyurur. Bir şiirinde : ''Pir elinden dolu içip mest oldum Aldım sattım her kıymetten üst oldum Mürşit meydanında kemerbest oldum Yüzümde yedi hat ağlara düştü'' diyen Esiri , badeli aşıklardan olduğunu belirtir. Yine bir şiirinde: ''Gönül kuşu ulağına gelince Aşıklar mest olur bade dolunca Kaşların yayına nazar kılınca Dedim Hak'tan ola yardım erenler'' deyişinde, bir şiirinde : ''Erenler yaktı çıramız Çok şükür rüşan olduk Aşıklıkta bu töremiz İçtik bade sultan olduk'' biçimindeki söyleyişinde ve: "Aşık olmayınca bade içilmez Okuyup yazmasan mana seçilmez Har biten yerlerde gülşen açılmaz Bülbüle bu nale efgan elverir'' biçimindeki söyleyişlerinden badeli aşıklardan olduğu anlaşılmaktadır. Aşık Mehmet 20 yaşına geldiği zaman artık kabuğuna sığmaz olur ve bir gün kardeşlerine "Benim özümde muhabbet coş eyledi. Ben Hacı Bektaş'ta Feyzullah Çelebi'yi ziyarete gideceğim" diyerek köyünü terk edip Hacı Bektaş'a gider. Feyzullah Çelebi'den manevi himmet alarak aşıklığını beyan eder. Aşığın sazını ve sözünü dinleyen Feyzullah Çelebi "Söyle Esiri'm sakla sırrımı" deyince artık şiirlerinde Esiri mahlasını kullanmaya başlar. Güvenç köyünde evlenen Esiri , ileri yaşına rağmen köyünü terk ederek çocuklarıyla yine Hekimhan 'ın merkez köylerinden Çulhalı köyüne yerleşir. 1329 (miladi 1913) yılında 70 yaşındayken Çulhalı köyünde vefat eden Esiri, bu köyde defnedilmiştir. Esiri'nin şiirlerinin toplandığı iki büyük defter mevcuttur. Bunlardan biri Hamza adlı torununda kalmış, diğeri de 1952 yılında Malatya ili Yazıhan ilçesi Karaca köyünden Abdurrahman Ünlüer tarafından alınıp Ankara'da Avukat Cemal Özbey'e verilmiştir. Cemal Özbey tarafından uzun yıllar saklanan bu defter Cemal Özbey'in vefatından kısa bir süre önce 1993'te Malatya 'ya gelişinde bizzat kendisi ''yaşlandım ve rahatsızım. Bu şiirleri değerlendiremedim. Bunların kıymetini ancak siz bilirsiniz'' diyerek bana vermiştir. Halen bende olan bu defterde 250 şiir bulunmaktadır. Hekimhan ve çevresinde yaptığımız araştırmalar sonucu elimizdeki şiir sayısı 270'e ulaşmıştır. Şiirlerinin bu kadar olmadığı, sayının daha da artabileceği kanısındayız. Cemal Özbey'e Yazıhan'ın Karaca köyünden 4.2.1956'da yazılan ve Özbey tarafından fotokopisi bana verilen bir mektupla yine Cemal Özbey'e yazılan isim yerinde bir imza bulunan tarihsiz bir mektupta belirtildiğine göre Esiri hayatında 17 defa Hacı Bektaş'a gitmiş olup dergahtan ilgisini hiç kesmemiştir. Yine aynı mektuplardaki ifadelere göre Esiri uzun boylu, kumral, ince uzun sakallı, uzun bıyıklı bir zattır. Bilindiği gibi Hacı Bektaş dergahı dönemin bir eğitim kurumu niteliğindedir. Ham gelen, hizmeti ölçüsünde pişmiş döner. Hacı Bektaş'a gelen Esiri dini tasavvufi ve manevi kültürünün yanı sıra ilmini de bir hayli artırmış ve divan-gazel gibi türlerde aruz ölçüsü ile olgun şiirler yazabilecek duruma gelmiştir. Bir şiirinde: "Batıl dava kılmam birdir pazarım Anın için böyle sermest gezerim Üç huruftan dört kitabı yazarım Okudum defteri divana geldim deyişinde bu durumunu dile getiren Esiri'nin aynı şiirde "Gel Esiri; oku dercet bu dersi İsm-i azam budur ayet-i kürsi Ne Süryani ne Arabi ne Farsi Aşka düşüp Türk; lisana geldim" deyişi öz be öz Anadolu Türkü olan aşığın Türkçe'ye olan sevgisinin bir ifadesidir. Bazı şiirlerinde sosyal konuları da dile getirip gelecek kuşaklara dizelerini tarihi birer belge gibi aktarmıştır. 23 dörtlükten oluşan "Ağ Yeli'' isimli destanında: "Hep takavüt oldu dağların kışı Ömürde görmedik böylesi kışı Ne bir çalı kaldı ne bir taş başı Kerem edip ihsan eyle ağ yeli Sene bin iki yüz doksan bir tarih Hem dasıtan olsun hem bir tavarih Ne şiddetten gayrı candan bi zarih Kerem edip ihsan eyle ağ yeli'' biçimindeki söyleyişi ile miladi 1875'teki büyük kışı çarpıcı dizelerle anlatılan aşığın şiirlerinden engin bir kültüre sahip olduğu sezilmektedir. DELİSİYİM Bir sadık yar gördüm dalgam taşırdı Kınaman gaziler dem delisiyim Alıp aklım beni derde düşürdü Aktı didem yaşı nem delisiyim Sevdaya düşürdüm sevdasız seri Beni Mecnun etti hubların biri Hakikatta dört kapının haberi Dediler lem Ali zem delisiyim Sensin var eyleyip veren nasibim Yürekte yaraya merhem talibim Medet mürvet güneş yüzlü habibim Seni görmeyeli gam delisiyim Nazar eyle şu bülbülün ötüşün Kahpe felek niçe yıkmış örüşün Eğer sorarsanız benzim sarışın Mihrican dokunmuş sam delisiyim Gel Esiri bi-bakayı yaptırma Bu fena dünyaya gönül kaptırma Doğru yürü Hak ırakı saptırma Yürektedir yaram em delisiyim DOSTUM Seni reftarına intizar iken Yad ellere karşı salınma dostum On sekiz bin alem aşikar iken Gizleyip sırrını bilinme dostum Beni çektin gami hicran dağına Gönül arzu çeker yeğli yeğine Rast geldim güzellerin çağına Oyunbazsın desem alınma dostum Kul edip özünü pazarda sattın Necef deryasına Zülfikar kattın Ezelden benimle ahd aman ettin Olur olmaz yerde bulunma dostum Kan ederim kalbi rakip bakarsa Acepleme fırak beni yakarsa Mürg ü hasret sineme el takarsa Güç olur sensiz ben olunma dostum Esiri'yi çaker etsen kapında Arzum kaldı dergahında tapunda Noksan yoktur hiç yaptığın yapında Aşkile malamat gülünme dostum VAH BENİ Yalvardım Mevla'ya geçmedi dilek Aldı zapteyledi bu dert vah beni Erenler de merdan yayın açmadı Kabdan kaba soktu bu dert vah beni Yalvardım Mevla'ya olmadı çare Yanıyor yüreğim kaynaşır yara Ezelden yazılmış kanunu tura Bölük bölük böldü bu dert vah beni Kerbela'ya yolladım bir yavru emlik Eylen dedim eylenmedi bir demlik Dedim mahbup ne gördün benden kemlik Dedi kurban için ister hah beni Esiri gel dinle emri hüdayı Küş eyle gel Kerbela'yı nidayı Sene seksen yedi Muharrem ayı Bu hizmete layık gördü Hak beni PARELENDİMİ (Sarı Turnam) Fırgatlı fırgatlı ne inilersin Sarı turnam sinen parelendi mi Niçin el değmeden sen inilersin Sarı turnam sinen parelendi mi Sazım sana yad düzen mi düzdüler Tellerini haddeden mi süzdüler Yad el değip perdelerin bozdular Sarı turnam sinen parelendi mi Sana kelam söyler davudi diller Şu senin sedana maildir eller Göğsüne takayım alışkın teller Sarı turnam sinen parelendi mi Beş perdeden çalınıyor bağlama Esip fırgatınan sinem dağlama Bulam ustasını canan ağlama Sarı turnam sinen parelendi mi Niçin yas tutarsın giydin karalar Ahiret derdine nedir çareler Esiri der nedir derde çareler Sarı turnam sinen parelendi mi |
Ozanlarımız (H)
Harabi (Edip Harabi) HARABI VE DEYISLERI HAKKINDA BIRKAÇ SÖZ: 1853 yilinda Istanbul'da dogdu. Asil adi Ahmet Edip'tir. Harabi sonradan siirlerinde kullandigi mahlastir. Bazi siirlerinde adi Edip olarak geçer. Bahriye Birlik katibi olan Harabi ömrünü Istanbul ve Rumeli'de geçirmistir. 17 yasinda Bektasilige giren Harabi dünyadan göçüs yili olan 1917'ye kadar bu yolun sadik bir bendesi ve yilmaz bir savasçisi olmustur. Tasavvufla tasavvuf üstadlarinin eserleri ile yakindan ilgilenmis, hece ve aruzla yazdigi veya irticalen söyledigi deyislerle koca bir divan meydana getirmistir. Yunus'un sevgi ve birlik duygusuna, Nesimi'nin sertligine, Kaygusuz'un hiciv ve istihzasina, Pir Sultan'in cesaretine bu dünyadaki deyislerde bol bol rastlamak mümkün. DIVAN Harabi'nin kendi elyazisi ile meydana getirdigi divan 570 sahifelidir. Bu divani inceleyen Nejat AN arkadasimiz söyle yaziyor: "Edip Harabi Divani Istanbul'da Süleymaniye kütüphanesinde, Ihsan Mahfi kitaplari arasinda 98 numarada kayitli bir yazmadir. Siirlerin yazili oldugu defter arada bir sahifeleri baska renkte olan, ilk otuz sahifesi dis kenarindan fare yenigine ugramis, kalin bir defterdir. Siirler gelisi güzel bir sirayla yazilmistir. Sonda bir fihrist var. Bu fihristte, siirlerin ilk misralari ile, bunlarin hizalarinda: asikanedir, rindanedir, hezeldir, nefestir, kafiranedir, mersiyedir, hicvamizdir, felekten sikayettir, vahdet-i ilahidir, berayi latife söylenmistir, hakimanedir, duadan ibarettir... gibi izahlar var. Siirleri aruzla ve hece ile yazilmistir. Sairin bu iki vezne de çok alisik oldugu hakimiyetinden anlasiliyor. Uyaklari kimi zaman göz için, kimi de kulak içindir. Rediflere ragbeti vardir. Nazim sekillerini maksadina göre seçmekte ustadir. Edip Harabi, tasavvuf konularinda oldugu kadar hiciv alaninda da usta ve tecrübeli bir sairdi. Hicviyelerinin üstünde, kime niçin ve ne zaman yazildigini gösteren notlarin bulunmasi; onlarin ilginçligini artirmaktadir. Bu arada sairi costuran, kizdiran sebeplerin belli olmasi, onun hayati hakkinda da epey bilgi vermektedir. YENIDEN DOGUS Harabi bütün Bektasiler gibi yeniden dogusa ermis ve hayatina yeni bir yön vermistir. Bu dogus 17 yasinda olmustur: Berzahtan kurtuldum çiktim aradan Onyedi yasinda dogdum anadan Muhammed Hilmi Dede Babadan Çok sükür hamdolsun geldim imkane Çok genç yasinda, Merdiven Köyü Bektasi tekkesinde M. A. Hilmi Dede Babaya ikrara verip tarikate giren Harabi hayatinin sonuna kadar bu ikrara sadik kalmis, siir ve nefesleri ile Bektasi edebiyatinin en kudretli ustadlarindan biri olmustur. Bektasi olmadan önceki halini söyle anlatir: "Abdestimi alir, tastan duvare karsi bir kalkar bir yatardim. Savmi salati birakmazdim. Cennetle huri, gilman sevdasi vardi gönülde. Bes vakte bes katardim, çok namaz kilardim, camileri gezerdim. Allaha vasil olmak böyle olur sanirdim." Yeniden dogus ona yeni düsünceler yeni inançlar getirir ve ona su misralari yazdirir: Allah idi muradim Gece gündüz onu aradim Derlerdi hiç bulunmaz Çünkü o lamekandir Miraca nail oldum Bir haylice zamandir Hariç degildir Allah Me'vasidir o dergah HER SEY ADEMDEDIR Harabi artik medrese ve mescit softaligindan tamamen kurtulmus, kendisine yeni bir kible bulmustur. adem. Ona göre hersey ve herseyin yaraticisi olan tanri ademdedir. Ve gerçek Kible ademdir: Veçhi Harabiye gel eyle dikkat Hakkin cemalini eylersin rüyet Bu, Harabiye has bir fikir degildir. Harabi'den önce de çok söylenmistir. Mesela, ondan 500 yil önce Nesimi de ayni inanci su misralarla dile getirmistir. ademde tecelli kildi Allah Kil ademe secde olma gümrah ademdir iki cihanda maksut Secde etmeyen ona oldu merdud Hacci ekber kilmak istersen gel ey zahid beru Asikin kalbi içinde sen bu beytullahi gör Adini bilemedigimiz baska bir Bektasi sairi be konuda söyle der: Hararet nardadir saçda degildir Keramet sendedir taçda degildir Her ne ararsan kendinde ara Kudüs'te Mekke'de Hac'da degildir Seyyit Nizamoglu'nun divaninda da yer yer bu fikre rastlamaktayiz: Bende Cennet bende tuba bendedir Alem-i vahdette yoktur gayri hiç Cümle mevcudat-i esya bendedir Ger dilersen hakki görme Seyfiya Gel beru gel Tur-u Musa bendedir Bektasi edebiyati bu çesit örneklerle doludur. Herseyde Hakki görmek ve mevcut olan herseyde birlik ve beraberlik bulmak haline eskiler vahdet-i vücut adi vermislerdir. Iste, Harabi vahdet-i vücuda cani gönülden inanmis ve baglanmis bir sairdir. HARABI IÇIN YAYIN Harabi ilk siirlerini Saadet gazetesinde yayinlamaya baslamistir. Yayinlanmis veya yayinlanmamis siirleri Bektasiler arasinda çabucak yayilmis, bestelenmis, sazla ve sözle Türkiye'nin her tarafinda söylenir hale gelmistir. Izmir'li Hüseyin Hüsnü Erdikut Baba'nin yazdigina göre Riza Tevfigin de mürsidi olmustur. Harabi hakkinda ilk defa genis bilgi veren ve onun siirlerinden mühim bir kaç numume yayinlayan Saadettin Nüzhet Ergun olmustur. 1930 yilinda devlet matbaasinda basilip Maarif Vekaletince yayinlanan Bektasi sairleri adindaki kitabin 79-115 sayfalari Harabiye ayrilmistir. Saadettin Nüzhet Ergun'nun bu kitabi sonradan Maarif Kütüphanesi tarafindan Bektasi-Kizilbas-Alevî Sairleri ve Nefesleri adi ile yayinlanmis ve 2 basim ve 3 ciltte 251-265 sayfalar Harabiye ayrilmistir. 1950 yilinda, Izmir'li H. Hüseyin Erdikut "Edip Harabi'nin Divani" adi ile 74 sayfalik bir kitap yayinlamistir. Bilgi Matbaasinda basilan bu kitaptaki kisa ön sözünde Harabi'den söz açarken rahmetli Hüsetin Hüsnü baba söyle yazmaktadir: "Vaktiyle bu fakire hediye etmis oldugu kendi elyazisi ile divançesinde 115 kadar es'ari mevcut oldugundan ve simdiye kadar bu zatin eserleri pek az nesredildiginden, ihvani basafaya ve muhterem okurlara küçük bir hizmette bulunmak ve muhterem sairin ruhunu sad etmek maksadiyle bu vazifeyi mukaddes addederek isbu divançenin tab ve intisarina haddim olmayarak cür'et eyledim." Kaynak: HARABI VE DEYISLERI, (Haz. Sefer Aytekin, 1959) İçeriz Sarap Ey zahit saraba eyle ihtiram Müslüman ol terk et bu kilükali Ehline helaldir na-ehle haram Biz içeriz bize yoktur verbali Sevaba girmek çün içeriz sarap Içmezsek oluruz duçar-i azap Senin aklin ermez bu baska hesap Meyhanede bulduk biz bu kemali Kandil geceleri kandil oluruz Kandilin içinde fitil oluruz Hakki göstermeye delil oluruz Fakat kör olanlar görmez bu hali Sen münkirsin sana haramdir bade Bekle ki içesin öbür dünyada Bahs açma HARABI bundan ziyade Çünkü bilmez haram ile helali |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.