|  | Suikastler Tarihi |  | 
|  03-01-2009 | #1 | 
| 
GöKKuŞaĞı   |   Suikastler TarihiAbraham Lincoln Suikastı Amerika Birleşik Devletlerinin 16  Cumhurbaşkanı Abraham Lincoln'ün çocukluğu yoksulluk içinde geçmiş  doğru dürüst okula bile gidememişti  Küçük yaşta babasıyla birlikte ormanlarda kereste biçmiş  nehir gemilerinde çalışmış  bir kürk tüccarının kâtipliğini yapmıştı  1818 yılında  İndiana'yı kasıp kavuran bir salgın hastalık sırasında  baba-oğul bütün bir sonbahar mevsimi boyunca tabut yapıp sattılar!    Böylesine yoksulluk içinde geçen çocukluk ve gençlik günleri  Abraham Lincoln'ün kendi kendini yetiştirip 1834'te avukat  1860'ta da A  B  D  Cumhurbaşkanı olmasını engelleyemedi   Köleliğe karşıydı Lincoln  Yetişme biçiminin onun bu düşünüşünde büyük etkisi olmuştu  Beyaz Amerikalının zencilere uyguladığı insanlık dışı tutum  Abraham Lincoln'ün üzerinde çocukluğundan beri derin izler bırakmıştı  Cumhurbaşkanı seçilmeden önce  köleliği kaldırmanın çok zor olduğunu biliyor  hiç olmazsa daha da yayılmasını önlemeyi düşünüyordu   Abraham Lincoln'ün cumhurbaşkanlığına seçilmesi  Güney Eyaletlerinde ayaklanmanın başlaması için sanki bir işaret oldu  1861 şubatında  Güney Carolina ve onu izleyen 10 eyalet Birleşik Devletlerden ayrılarak aralarında bir Konfederasyon kurdular  Başkenti Richmond olan bu devletin anayasasında şöyle bir madde yer alıyordu : "Zenci  beyaz insanla hiç bir zaman eşit haklara sahip olamaz  kölelik  yani beyaz ırka boyun eğmek; zencinin olağan bir durumudur    " Öte yandan Abraham Lincoln  4 mart 1861'de verdiği bir söylevle : "Hiç bir eyaletin  öbürlerinin onayı olmadan Birlik'ten ayrılamayacağını   " ileri sürüyordu   Güneylilerin buna verdikleri karşılık  12 Eylül 1861'de Charleston limanındaki Sumter kalesini topa tutmak biçiminde oldu  Bu iç savaş demekti   Dört yıl süren iç savaşın sonlarına doğru  Cumhurbaşkanlığı süresi dolduğundan  yapılan seçimlerde yeniden adaylığını koydu ve kazandı  Abraham Lincoln bu haberi soğukkanlılıkla karşılamış ve: "Amerikan halkı  dereden geçerken at değiştirmenin doğru olmadığına inandığı için  seçimlere katıldım    " demişti   14 mart 1865'te  ikinci defa Beyaz Saray'a giderken Başkan Lincoln halka verdiği demeçte şöyle diyordu : "Hiç kimseye karşı kin beslemeden  Tanrı'nın bize doğru yolu göstermek için verdiği güce dayanarak  yaraları sarmaya  savaşın güçlüklerini yüklenenlerin dul eşleriyle yetimlerini düşünmeye ve giriştiğimiz bu işi tamamlamaya çalışalım ki; kendi aramızda ve dünya uluslarıyla barışı gerçekleştirebilelim    " Lincoln'ün bu konuşmasından bir ay sonra  9 Nisan 1865'te Güney orduları komutanı General Lee  Appomotox şehrinde kılıcını Birleşik Devletler başkomutanı General Grant'a teslim ediyordu    13 Nisan perşembe günü de Washington  Güney'in teslim olmasını kutlamak için baştan aşağı donanmıştı   14 Nisan 1865 cuma gününü Beyaz Saray'da çalışmakla geçiren Abraham Lincoln  akşam biraz eğlenebilmek için  Ford Tiyatrosunda  sahnenin hemen yanındaki locada "Amerikalı Yeğenimiz" adlı oyunu seyrediyordu  Locada Lincoln'-den başka Clara Harris adında bir bayan konuğu ve koruyucusu binbaşı Rathbone bulunuyordu  Bu sırada tiyatronun oyuncularından John Wilkes Booth  locanın önüne gelmiş  günlerdir inceden inceye hazırlanan planı uygulamaya başlamıştı   Booth  aşırı bir Güneyliydi  Dolayısıyla Abraham Lincoln'ün amansız düşmanıydı  Birkaç hafta önce Cumhurbaşkanının tiyatroya geleceğini öğrenince  hazırlıklarına hız vermiş  oyunu tekrar tekrar seyretmiş  halkın özellikle hangi sahneye güldüğüne dikkat etmişti  Daha sonra Lincoln'ün oturacağı locanın kapısında  içeriyi görebilmesine yardım edecek küçük bir delik açmıştı!    Suç ortaklarıyla da görüşerek  sonunda her şeyin hazır olduğunu bildirdi  O gece tiyatroya giderken şöyle diyordu: "Sahneden ayrıldığım zaman  Amerika'nın en ünlü adamı olacağım!  " Booth  locanın önüne gelince  küçük delikten içeri baktı  Lincoln ve yanındakiler kendilerini oyuna kaptırmışlardı  Halkın en çok güldüğü bölüme gelindiğinde  kapıyı açarak locaya girdi  Seyircilerin kahkahalarını bastıran bir patlama sesi duyuldu ve Abraham Lincoln'ün başı göğsüne düştü!   Binbaşı  bundan sonra kendini toplayıp suikastçının üzerine atıldıysa da  Booth bu sefer de bıçağını kullanarak onu yere serdi ve locadan sahneye atlayarak  ne olduğunu anlayamayan halkın şaşkın bakışları arasında arka kapıdan kaçtı    Aynı gece Dışişleri Bakanı Sward  evinde dev yapılı bir adamın saldırısına uğruyordu  Adam  Sward'ı boğarken  karısının  oğlunun ve hizmetçisinin yetişmesi üzerine kaçmak zorunda kaldı  Yine o gece  başka bir ziyaretçi  Başkan Yardımcısı Johnson'ın evi önünde dolaşıyordu  Fakat içeriye girmeye cesaret edemedi   Bir gece içinde Amerika Birleşik Devletleri'ni yöneten üç kişi yok edilmek istenmiş  fakat ancak Booth suikast planını gerçekleştirebilmişti  Ağır yaralanan Lincoln  ertesi gün öldü  Washington'dan kaçmayı başaran Booth  günlerce sonra izi bulunarak  bir çiftlikte sarıldı  Yanında bulunan suç ortaklarından biri teslim oldu  Booth ise intihar etti  Böylece katil  ancak 96 yıl sonra bir rastlantı sonucu ortaya çıkacak sırrını da mezara götürmüştü  Yakalanan öteki suikastçılar da askeri mahkemede yargılandıktan sonra asıldılar  Bunların bir tanesi de kadındı!    1961 yılında Philadelphia'da eski kitap satan dükkânlardan birinde bulunan askerlikle ilgili kitabın içindeki şifreli mesaj  Lincoln'a yapılan suikastın karanlıkta kalmış noktalarını aydınlığa kavuşturdu  Doksan altı yıl bir kıyıda unutulup kalan kitap  uzmanlarca incelenince  mesajın uydurma olmadığı ve 1868'de sayfalar arasına yazıldığı kabul edildi   Aceleyle yazıldığı anlaşılan cümleler  Abraham Lincoln'ün hükümetinde Savunma Bakanı olan Edwin M  Stanton’ın gizli güvenlik şefi Tuğgeneral C  Baker'a aitti  Baker da 1868 yılında esrarlı bir biçimde  bazılarına göre arsenikle öldürülmüş  bu satırları da ölümünden beş ay önce kitabın içine yazmıştı   General yazısında  üç kere öldürülmek istendiğini  sürekli olarak izlendiğini belirtiyor ve şu cümleyi kullanıyordu: "Yeni Roma'da üç adam yürüyordu; biri Yahuda (Hz  İsa'yı ele verip onun çarmıha gerilmesine sebep olan on iki Havari'den biri) ikincisi Brütüs ve bir de casus    Casus bendim; C  Baker  Yahuda  vurulan adam ölmek üzereyken  onun yanına giderek aslında nefret ettiği adama saygı gösterisinde bulundu  Adam ölünce de şöyle dedi: "Şimdi tarih ona  ulus bana sahip   " Bu şifreli yazı  Lincoln'ü öldürten adamın Savunma Bakanı Edwin M  Stanton olduğunu ortaya çıkarıyordu  Yazıda sözü edilen Yeni Roma: Washington  Yahuda: Stanton  Brütüs: oyuncu Brooth ve casus da kendisinin belirttiği gibi General Baker'dı    Gerçekten de Savunma Bakanı Stanton  Lincoln ölmek üzereyken  yatağının başucundaydı  Ve öldüğünde : "O artık tarihin malı oldu    " demişti   Şifre  bu cümleyi tamamlıyor ve Bakan’ın amacını açıklıyordu  Aynı gece içinde Lincoln'la birlikte yardımcısı Johnson ve Dışişleri Bakanı Sward'ın öldürülmesi  Stanton'un Birleşik Devletlerin bir numaralı adamı olmasını sağlayacaktı  Lincoln’ün oğlu Todd  1926 yılında ölmeden az önce bir dostuna  babasının evrakı arasında bulunan bazı belgeleri kimseye göstermeden yaktığını söylemiş ve nedeni sorulduğunda: "Belgelerden  babamın yardımcılarından birinin ona ihanet ettiği anlaşılıyordu  Bu yüzden bu belgelerin ortadan kaldırılmasının doğru olacağını düşündüm  " karşılığını vermişti    Hz  Osman Suikastı Hz  Muhammet bir gün evinde yatak kıyafetiyle oturmuş  az önce kendisini ziyarete gelen Hz  Ebubekir ve Hz  Ömer'le konuşuyordu  Bir süre sonra kapı çalınmış ve kendisine Hz  Osman'ın geldiği bildirilmişti   Hz  Osman'ın geldiğini öğrenen Hz  Muhammet  hemen başka bir odaya geçerek  üzerindeki geceliği çıkarmış elbiselerini giymişti  Hz  Muhammet'in bu davranışını gören Hz  Ayşe  elbiselerini neden giydiğini sormuş ve şu karşılığı atmıştı: "Osman'dan melekler utanır  ben nasıl utanmam!   )" Ne acıdır ki  Hz  Muhammet'in böylesine saygısını kazanan bu büyük adam  öldürmesini bilmediği için  kendisine baş kaldıranlar tarafından vahşice öldürülecekti     Hz  Osman  Hicret'ten 47 yıl önce  bugünkü tarihle 575'te Mekke'de dünyaya gelmişti  Mekke'nin soylu Kureyş ailesindendi  O tarihlerde Kureyşliler birçok kollara ayrılmışlardı  Bunların en önemlileri  Hz  Muhammet'in de bağlı bulunduğu Haşimiler  öbürü Hz  Osman'ın soyu olan Emevilerdi  Bu iki aile Mekke'yi birlikte yönetiyordu  Hz  Osman Müslümanlığı kabul ettiğinde 34 yaşındaydı  Müslüman olduktan sonra  Hz  Muhammet'in büyük kızı Rukiye'yle evlenmişti  Fakat Rukiye  amansız bir hastalık sonucu ölünce  Hz  Muhammet bu sefer küçük kızı Ümmü Gülsüm'ü  aralarındaki akrabalık bozulmasın diye Hz  Osman'a verdi  Böylece Hz  Osman iki kere peygamber damadı oldu  Bundan ötürü de kendisine "İki Nur Sahibi" anlamına gelen "Zinnureyn" deniliyordu   Hz  Osman  yumuşak başlı  dürüst  son derece dinine bağlı bir kimseydi  İnsan sevgisi ve acıma duygusu  onun en büyük özelliklerindendi    Hz  Muhammet'i içtenlikle sever  Onun uğrunda hiç bir fedakârlıktan kaçınmazdı  Etkili bir konuşmacıydı  Kur'an-ı Kerim'in kitap haline getirilmesinde olduğu kadar Müslümanlığın yayılmasında da büyük çaba göstermiş ve başarı sağlamıştı   Hz  Osman'ın Halifeliği zamanında  İslâm Devleti  Orta Asya'dan Atlas Okyanusuna kadar uzanıyor; İran  Azerbaycan  Irak  Suriye  Filistin ve Mısır'ı içine alıyordu  Bütün bu ülkeler  Basra  Küfe  Şam ve Mısır Valilikleri tarafından yönetilirdi   Onun amacı  Hz  Ömer'den devraldığı bu büyük İslâm devletinin sınırları içindeki değişik ırk  dil ve dindeki toplumları birbirleriyle kaynaştırmak  ileri ve uygar bir yönetim kurmaktı  Bunda başarı kazanmış  Hz  Ömer'in yerini tam anlamıyla doldurmuştu  On iki yıllık Halifeliğinin ilk altı yılı  tam bir güvenlik ve düzen içinde geçmişti  Ülkede eksiksiz bir denetim kurulmuş  tarım ve ticaret alanlarında büyük atılımlar yapılmıştı  Ne var ki  varlıkları çoğaldıkça Müslümanlar yaşadıkları gösterişsiz ve yalın hayattan uzaklaşıp dünya zevk ve nimetlerinden yararlanmak için günlerini gün etmeye bakıyorlardı   Hz  Muhammet bir konuşma sırasında  rekabet ve kin duygusunun varlıkla birlikte geleceğini bildirmişti  Gerçekten de öyle olmuştu; aralarına çıkar ayrılıkları girdikçe  Müslümanların birliği bozuluyor  eski içtenlik ve gerçek dostluk hiç bir yerde görülmez oluyordu  Artık Müslümanlar da Bizanslılar -ve İranlılar gibi  saraylarda oturuyor  değerli kumaşlardan elbiseler giyiyorlardı  Hz  Muhammet'in döneminde yaşamış olanlar yaşlanmışlardı  Onların yerine geçen yeni kuşak eskilerin ülkülerine bağlılığından yoksundu  Madde ve çıkar onlara daha çekici geliyordu   Öte yandan Kureyş'in iki kolu olan Haşimilerle Emeviler birbirlerine düşman kesilmişlerdi  Emeviler  Hz  Osman'la olan yakın akrabalıklarından yararlanıp bütün yüksek memurlukları ellerine geçirmişlerdi  Bu durumdan en çok Haşimiler yakınıyorlardı   Bu Sıralarda Mısır'dan birkaç kişi Medine'ye gelerek Hz  Osman'a Vali Abdullah bin Sa'd'ı şikâyet ettiler  Halife Hz  Osman  Vali'yi azarlayan bir mektup yazdı  Gelenler  mektubu Vali'ye ilettiklerinde  Abdullah bin Sa'd Halife'nin buyruklarına boyun eğeceği yerde  onları dövdürdü  Dahası şikâyetçilerden biri  dayak sırasında öldü  Bu olay  genel hoşnutsuzluğun su üzerine çıkmasına ve birtakım ayaklanma girişimlerine yol açtı   Ayaklananlar Basra  Küfe ve Mısır üzerinden Medine'ye doğru üç ayrı koldan yürüyüşe geçtiler  Ancak  Medine'de Hz  Osman'ı tutanların bir ordu topladıklarını işitince  kentin yakınlarında konakladılar  Gelenler 600 kişiydiler  Duydukları bu haberin doğruluğunu öğrenmek için  Medine'ye birkaç kişilik bir kurul gönderdiler  Bunlar  Medine'de Hz  Ali  Talha ve Zübeyr'den başka  Hz  Muhammet'in eşleri ve kentin ileri gelenleriyle görüştüler  Hac amacıyla geldiklerini  ayrıca halka kötü davranan memurların görevlerinden alınmaları için başvuracaklarını  arkadaşlarının da Medine'ye girmelerine izin verilmesini söylüyorlardı  Talha ve Zübeyr söylenenlere inanmadılar  Ayaklananlar  kötü amaçlarının ortaya çıktığını görünce Medine'nin dışında bekleyen arkadaşlarının yanına döndüler   Aralarında yeniden bir görüşme yaptıktan sonra  Mısırlıların Hz  Ali'ye  Basralıların Talha'ya ve Kulelilerin ise Zübeyr'e baş vurarak  kabul ederlerse Hz  Osman'ın yerine kendilerini Halife seçeceklerini söyleme kararını aldılar  Teklif aynı anda üçüne birden yapılacak ve onların iktidar tutkuları kamçılanarak  düşmanlarını parçalayıp güçsüz düşüreceklerdi   Hz  Ali olup bitenlerden kuşkulandığı için  Medine'de asker toplamış  oğulları Hasan ve Hüseyin'i de Hz  Osman'ı korumakla görevlendirmişti  Kendisi de Medine dışında karargâh kurmuştu  Burada Mısırlıların  temsilcileriyle görüşen Hz  Ali  teklifi öğrenince öfkelendi  hepsini kovdu  Öteki asi kurulları da Talha ve Zübeyr'den aynı karşılığı alınca  gidiyormuş gibi yaptılar  Bunun üzerine Hz  Ali  askerleriyle Medine'ye döndü   Fakat ayaklananlar birdenbire geri dönerek saldırıya geçmişler ve güvenlik tedbirlerinin kaldırıldığı Medine'ye girmişlerdi  Kendilerine karşı koyanların öldürüleceğini  halka hiç bir kötülüklerinin dokunmayacağını açıklayan isyancılar  Hz  Osman'ın gönderdiği kişilerin öğütlerini dinlemediler  Daha sonra Medine'nin ileri gelen kişileriyle ayaklananların yanına giden Hz  Ali: "Gitmeye karar vermişken niçin geri döndünüz?" diye sordu   İsyancılar  Hz  Ali'ye amaçlarının Hz  Osman'ı Halife'likten düşürmek olduğunu söylediler  Hz  Osman'ı tutanlar  isyancılarla çarpışmak için ondan izin istediler  Fakat Hz  Osman  kendisinin yüzünden Müslüman kanı akıtmasından yana olmadığından  onlara bu izni vermedi   İsyancılar Medine'ye yerleşmişlerdi  Hz  Osman ise  sanki hiç bir şey olmamış gibi imamlık görevine devam ediyordu  Ona karşı olanlar da arkasında namaz kılıyorlardı  Bir cuma namazında Hz  Osman minberden  isyancılara seslenerek: "Sizler lanetlenmiş kişilersiniz  Gelin asilikten vazgeçin  lanetlenmiş olmayın!   " dedi  Camide bulunanlardan birkaç kişi de onun bu sözlerini onayladılar  Buna çok kızan asiler  halkı taşa tuttular  Atılan taşlardan biri de Hz  Osman'ın başına geldi ve bayılmasına yo! açtı   Vilâyetlerde  Medine'deki karışıklıklar öğrenilince  Hz  Osman'ı kurtarmak için hazırlıklar başladı  Şam'dan  Kûfe'den ve Basra'dan ona bağlı birlikler hızla Medine'ye doğru ilerlemeye başladılar  Tehlike içinde olduklarını anlayan isyancılar  işi çabucak bitirmek için Hz  Osman'ı öldürmeye karar verdiler   Hz  Ali isyancıların kararını öğrenince  oğulları Hasan ve Hüseyin'i yeniden Hz  Osman'ı korumakla görevlendirdi  Talha  Zübeyr ve öteki seçkin kişiler de oğullarını Hz  Osman'ın yanına gönderdiler  öte yandan isyancıların Hz  Osman'ı öldürmeye iyice kararlı olduklarını gören Hz  Ali onlara: "Kılıçlarınızı sıyırmayın; sıyırırsanız bir daha kınına koyamazsınız! Unutmayınız ki  Medine'yi koruyan meleklerdir  Eğer onu öldürürseniz  melekler Medine'yi bırakıp giderler! Bir Halife öldürülürce  30 bin insan öldürülmüş sayılır  " diye onlara öğüt verdi fakat bu sözlerinin bir etkisi olmadı   İsyancılar bir gün saldırıya geçip Hz  Osman'ın evini ok yağmuruna tuttular  Atılan oklardan  Hz  Ali'nin oğlu Hasan'la  Talha'nın oğlu Muhammet yaralandı  İsyancılar  ok atarak bir sonuç alamayacaklarını anlayınca  bitişik evin duvarını delerek Hz  Osman'ın evine girdiler   Bu sıralarda Hz  Osman 82 yaşındaydı  Bir gece önce düşünde Hz  Muhammet'i görmüş ve Peygamber ona: "Yarın akşam iftarı bizim yanımızda yapacaksın    " demişti   Delik duvardan içeri giren isyancılar  Hz  Osman'ı oruçlu ağzıyla Kur'an-ı Kerim okurken buldular  Muhammet bin Ebubekir  Hz  Osman'ın sakalından tutarak: "Şimdi seni elimden hiç kimse alamaz!   " diye bağırdı   Hz  Osman  Muhammet bin Ebubekir'in yüzüne bakarak yavaş bir sesle: "Baban bu halini görse  ne kadar utanır  ne kadar üzülürdü    " deyince  Ebubekir utancından kaçtı  Geriye kalan üç suikastçıdan biri kılıcını çekerek Hz  Osman'a doğru salladı  Eşinin yanında bulunan Naile Hatun  Hz  Osman'ı korumak için kollarını siper etmek isteyince parmakları doğrandı  Bu sefer öbür iki suikastçı Halife'ye saldırdı  Biri kılıcını Hz  Osman'ın göğsüne saplarken  öteki de boğazına sarıldı  Az sonra  Hz  Osman kanlar içinde  cansız yerde yatıyordu  Hz  Osman'ın kanı  okumakta olduğu Kur'an'ın üzerine sıçramıştı   Naile Hatun'un bağırışı üzerine koşan kölelerden biri  suikastçilerden ikisini öldürdü  üçüncüsü kaçmayı başarabildi  Kapıda nöbet bekleyenler de içeriden gelen gürültüleri duyunca  odaya girmişler  fakat geç kaldıklarını görmüşlerdi   İsyancılar iki gün Medine'ye egemen oldular  Korkusundan kimse sokağa çıkamıyordu  Hz  Osman'ın cesedi iki gün olduğu yerde kaldı  Sonunda Hz  Ali  Hz  Osman'ın gömülmesi için harekete geçti  Ölüyü taşlamak isteyen isyancıları dağıttı  Hz  Osman'ın cenazesi  Medinelilerden ancak 20 kişi tarafından kaldırılarak gömüldü   Hz  Osman'ın Kur'an-ı Kerim üzerine sıçrayan kanı hiç bir zaman kurumadı  Müslümanlar arasındaki savaşın başlangıcı oldu  Yüzyıllarca  sanki bu kanın kurumasını önlemek istercesine  mezhep kavgalarıyla Müslümanlar birbirlerinin kanını akıtıp durdular 
				__________________ Bıçak soksan gölgeme, Sıcacık kanım damlar  Girde bak bir ülkeme: Başsız başsız adamlar NFK  GaLiBa Bu GeCe YaĞMuRDa GöKKuŞaĞı MiSali  GüLeRKeN aĞLaMaNıN ZaMaNı | 
|   | 
|  | 
|  | Cevap : Suikastler Tarihi |  | 
|  03-01-2009 | #2 | 
| 
GöKKuŞaĞı   |   Cevap : Suikastler TarihiII  Aleksandr Suikastı Akşam yemeği için sofrayı son defa gözden geçiren saray teşrifatçısı kapıda görünmüş ve tam: "Haşmetmeab!   " diye söze başladığı sırada  birden korkunç bir patlama duyulmuştu  Sarayın yemek salonu bu patlama sonunda çökmüş  11 askerin ölümüne 40 askerin de yaralanmasına yol açmıştı   Bomba yemek salonuna gizlice yerleştirilmişti  Fakat  istenilen zamanda patlatılmamış  daha doğrusu  Rus Çarı II  Aleksandr bir yakınıyla konuşmaya daldığından biraz gecikmiş ve bu gecikme de onun hayatını kurtarmıştı   Başsavcı'nın sıkı kovuşturması sonucu  suikastı Stefan Kalturin adındaki marangozun düzenlediği anlaşıldı  Marangoz  Çar'ın yemek masasının altına yirmi kilo patlayıcı madde yerleştirmiş ve II  Aleksandr’ın yemek salonuna geleceği sırada fitili ateşleyip kaçmıştı  Bu Çar'a yapılan ne ilk ne de son suikasttı   Zincirleme suikastları doğuran olay  1876 yılında Petersburg'daki kışlık sarayın tam karşısındaki Piyer ve Pol kalesinde geçti  Bu tarihte kale siyasi mahkûmlarla ağız ağıza dolmuştu  Bagolyubov adlı genç öğrenci de bu mahkûmlardan biriydi  Genç  bir gün hücresine götürülürken  Petersburg Polis Şefi General Trepov'la karşılaşmıştı  Trepov  Bagolyubov'a şapkasını çıkartmasını söyledi  Fakat Bagolyubov bu emre uyacağı yerde  şapkasını başına daha da sıkı olarak geçirdi  Onun bu davranışına kızan Petersburg Polis Şefi  dayak cezasının kaldırılmış olmasına rağmen  öğrenciye yüz kamçı attırdı  Bu hem öteki suçluların  hem de serbest bulunan Çar aleyhtarlarının arasında büyük bir kızgınlık yarattı   Bu kızgınlığı en çok duyanlardan biri de  Vera İvanovna Zasuliç adında bir kadındı  Bagolyubov'un öcünü almaya karar veren Zasuliç  bir gün Polis Şefi Trepov'un odasına bir iş bahanesiyle girmiş ve cebinden çıkardığı tabancayla onu kanlar içinde yere sermişti  Trepov'u ağır yaralayan Zasuliç  elinden tabancayı yere atarak polislerin gelip kendisini tutuklamalarını büyük bir soğukkanlılık içinde beklemişti   Suikast  Çar aleyhtarı çevrelerde büyük şaşkınlık yarattı ama  asıl şaşkınlık Vera Zasuliç'in yargılanması sonucu mahkemeden beraat etmesiyle meydana geldi  Bu  beraat  Çarlık Hükümeti çevrelerini öfkeden çılgına döndürmüştü  Polisler  Vera Zasuliç'i mahkeme salonundan çıkarken yeniden tutuklamak istediler  Fakat kapıda bekleyen atlı bir araba kadını onların bulamayacağı güvenlikli bir yere kaçırdı  Vera bir anda Rusya'da acı çeken halkın kahramanı haline gelmişti  ülkede serbestçe dolaşması artık imkânsız hale geldiğinden İsviçre’ye kaçtı   Vera'nın yargılandığı günlerde  Piyer ve Pol kalesinde bulunan 193 ihtilâlcinin de duruşması vardı  Mahkûmların arasında pek çok da kadın bulunmaktaydı  Bunlardan biri de beş yıldır yargılanmasını bekleyen ve daha sonraları "Devrim'in Büyükannesi" adı verilecek olan Kievli Katerin Breşkovskaya'ydı  Her zaman Breşkovskaya'nın yanında bulunan ve davranışlarından iyi bir aileden geldiği anlaşılan kızıl saçlı bir genç kız dikkatleri üzerine çekiyordu  Sofia Prevskaya adındaki bu kız  Petersburg Valisinin öz kızı ve Eğitim Bakanı'nın yeğeniydi  Babasının zalimliği genç kızı halkın yanına itmişti  Sofia Prevskaya birkaç yıl sonra serbest bırakılacak ve Çar II  Aleksandr'a sayısız ve başarısız suikastlardan birini düzenleyecekti   Vera'nın beraat etmesinden sonra suikast olayları daha da artmış  bütün Rusya'ya yayılmıştı  21 şubat 1879'da Prens Kropotkin öldürüldü  Yine aynı günlerde Petersburg'da General Mezentçev bir tedhişçi tarafından vuruldu  Suikastçı bir atla kaçmayı başardı  23 mart 1879'da General Deretlen de başka bir tedhişçinin saldırısına uğradı   Tedhişçiler hükümet ileri gelenlerinden sonra  kendilerine hedef olarak Çar II  Aleksandr'ı seçmişlerdi  14 Nisan 1879 tarihinde Car'a ilk suikast yapıldı  Bir gezinti sırasında  Soloviev adındaki suikastçı  Çar'a beş el ateş ettiyse de tutturamadı ve yakalanarak idam edildi  ikinci suikast 1 Aralık 1879'da  o sıralarda serbest bırakılmış olan Sofia Prevskaya'nın başkanı bulunduğu bir grup tarafından Kırım'da Çar'ın geçeceği tren yoluna bomba konularak yapıldı  Bomba patlayınca birçok vagon devrilmiş fakat II  Aleksandr bir önceki trenle geçtiğinden bu suikast da sonuçsuz kalmıştı   Suikastçıların inatla kendisini öldürmeye  çalıştıklarını en sonunda anlayabilen Çar  canını kurtarmak için bir Millet Meclisinin kurulmasını kabul etmek zorunda kaldı   Halkın devlet işlerine karışmasını sağlayacak olan bu kararı Çar II  Aleksandr 1 Mart 1881'de imzalamıştı  Ertesi gün yayınlanarak halka yeni bir düzenin kurulduğu bildirilecekti  Fakat Çar çok geç kalmıştı  Bu kararı grandüklerine ve bakanlarına haber verdikten sonra askeri bir törene gitti   Dönüşte  Katerina kanalının yanından geçerken  Çar'ın kapalı arabasına  onun aldığı karardan haberleri olmayan suikastçılar tarafından havluya sarılmış bir bomba atıldı  Patlayan bomba birkaç muhafızını öldürdü  kendisine bir şey olmadı  II  Aleksandr arabadan çıkarak  kanlar içinde yatan  muhafızlarının yanına gitmişti  Arabacısının: "Durmayalım Çar Hazretleri! Tehlike henüz geçmedi  hemen saraya gidelim!   " demesine aldırmıyordu bile   Birkaç saniye sonra  II  Aleksandr'ın ayakları dibinde patlayan ikinci bomba  arabacının ne kadar haklı olduğunu göstermişti!    Şimdiye kadar birçok suikasttan kurtulan II  Aleksandr  bu sefer ölüm derecesinde yaralanmıştı  Aceleyle saraya götürülüp çalışma odasındaki divana yatırıldığında gözleri kapanmıştı  Bir ayağı kopmuş  öteki de parçalanmıştı  Üç doktor başucunda ellerinden geleni yaptılar ama II  Aleksandr'ı ölümden döndüremediler  Bir saat kadar sonra doktorlar  yandaki odada bekleyen çember sakallı ve son derece iriyarı Veliaht III  Aleksandr'a babasının artık hayatta olmadığını bildiriyorlardı Jül Sezar Suikastı Jül Sezar  M  Ö 101 yılında Roma'da soylu bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi  Sağlam bir eğitim gördüğü gibi  ailesi tarafından bir silahşor olarak yetiştirilmişti  Edebiyata ve güzel sanatlara aşırı bir düşkünlüğü vardı   Fakat bu genç adam  dünya zevklerine  içkiye ve kadınlara karşı da aynı ilgiyi duyar  bu arada kendisine açılan erkek kollarına hiç çekinme duymadan vücudunu teslim ederdi  Olağanüstü bir hatip  yaman bir binici  kadınları baştan çıkarmada eşi bulunmaz bir ustaydı  Roma'da genelev sokağında bir oda tutarak yıllarca sefahat içinde yaşamıştı   Annesi Auralia  bu çok yakışıklı  güzellikte mitoloji kahramanları Adonis ve Paris'le eş tutulan oğluna para yetiştirmekte güçlük çekiyordu  Jül Sezar  parası tükenince  arkadaşlarından ve düşüp kalktığı yosmalardan borç alır  bir daha da ödemezdi  Onlara şöyle derdi yalnızca: "Dostlarım  Roma İmparatorluğunu pençeme alacağım güne kadar bana zaman veriniz    " Yirmi yaşlarındayken  İmparator Sulla'nın can düşmanı Marius'un yeğeni olduğu için  Roma'dan kaçmak zorunda kaldı  Anadolu'ya kaçmak isterken korsanların eline düştü  Korsanlar onu Antalya'ya götürmüşler ve kurtuluş parası olarak 20 talent istemişlerdi  Genç delikanlı kendisine biçilen bu fiyat karşısında küplere binmiş ve : "Hayvanlar!   Ben 20 talentlik bir tutsak mıyım? Yakaladığınıza iyi bakın  size 50 talent getirteceğim!   )" diye bağırmıştı   Roma'daki ailesine bir mektup göndermiş  para gelinceye kadar da korsanlarla al takke ver külah bir hayat yaşamıştı  Onlarla içki içiyor  şiirler okuyup oyunlar oynuyordu  Ara sıra da korsanlara : "Hayvan herifler!   Elinizden bir kurtulursam  göreceksiniz hepinizi astıracağım!   " diyordu  Korsanlar  bu deli dolu gencin sözlerini ciddiyi almazlar  gülmekle yetinirlerdi   Parası gelince özgürlüğüne kavuştu ve Ege bölgesindeki Milet kentine gitti  Buradan sağladığı birkaç gemiyle  kendisini tutsak eden korsanların üzerine giderek  onları Antalya açıklarında yakaladı  Hepsini zincire vurup Bergama'ya götürdü  Vali'nin vereceği emri beklemeden hepsini astırdı   Roma'ya dönüp siyasi hayata atıldığında 33 yaşlarındaydı  Yakın arkadaşlarından biri  Jül Sezar'a siyasi tutkuları olduğunu söylediğinde ondan şu karşılığı aldı : "Ne diyorsun sen! Makedonyalı Büyük İskender'in hayatını okumadın mı? O benim yaşımdayken bütün dünyayı ele geçirmişti  Ben daha ne yaptım?" Kırk bir yaşına geldiğinde  Roma'nın seçkin kişilerinden biri olmuştu  Çağının ünlü generallerinden Crassus ve Pompeus ile üçlü bir anlaşma yaparak kendisini "Konsül / Devlet Başkanı" seçtirtti  Dostlarına ve düşüp kalktığı kadınlara olan 1300 talent borcunu ödemek için Galya Valiliği’ni de üzerine aldı  Bu yetki kendisinde olmasına rağmen Senato ses çıkaramadı  Çünkü Jül Sezar’ın Galya Valisi olarak Roma'dan uzaklaşması ihtimali hem Senato’nun hem de Pompeus'un işine geliyordu  Bu nedenle Galya dışında bazı eyaletleri de ona bağladılar   Jül Sezar'ın amacı  Galya'da kendine bağlı bir ordu kurmak ve Roma'nın üzerine yürüyerek diktatör olmaktı  Konsüllük süresi bir yıl sonra bitince Jül Sezar Galya'ya gitti  Sekiz yüzden fazla kenti olan bu zengin ülke onun borçlarını ödedikten başka  gerekli adamları satın alacak ölçüde zenginleşmesine de yetti  Savaşlarda ele geçirilen 1 milyon tutsağın köle olarak satışından eline gecen para  Jül Sezar’ın en güçlü silahı olmuştu  Romalılar yüz yirmi yıl içinde Galya'nın ancak Güney bölgelerini ele geçirebilmişlerdi  Sezar sekiz yılda bütün Galya'yi Roma imparatorluğu sınırları içine kattı  Bu sıralarda Crassus  Doğu'da Fırat ırmağı kıyılarında Partlara yenilerek ölmüş ve Pompeus Roma'nın tek egemeni durumuna gelmişti  Pompeus mutlu ye kaygısız bir yaşantı içindeydi  Oysa çevresindekiler  Jül Sezar’ı iyi tanıdıklarından  Pompeus'a sık sık şu soruyu soruyorlardı : "Sezar  Roma üzerine yürürse  onu durdurup geri püskürtecek askerleriniz var mı?" Pompeus gururla gülümsüyor: "Kaygılanmayın  İtalya’nın neresinde olursa olsun  ayağımla yere vurduğumda oradan ordular fışkırtırım   " diyordu  Oysa elinde hazır ve kendine bağlı bir ordusu yoktu  Sezar ise  kendisine ölesiye bağlı bir ordu kurmuştu  Roma generallerinden hiç birine benzemiyordu  Askerleriyle birlikte oturup şarap içer  onlarla zar atıp kumar oynar  en kaba ve cıvık şakalar  arkadaşlıklar yapardı  Fakat savaşlarda değişir  gerçek bir komutan kesilirdi   M  Ö  50 yılında  kasım ayının ilk gününde toplantı durumundaki Senato'ya bir haber ulaştı : "Sezar  sekiz lejyondan kurulu ordusuyla  Alplerden Güney'e doğru iniyor  " Pompeus  beklemediği bu haber karşısında çok şaşırmıştı  Daha önceki sözünü unutmayan bir dostu: "Haydi ayağını yere vur da ordular fışkırsın  zamanı geldi   :" diyerek Pompeus'la alay etmişti  Pompeus ve Senato'daki taraftarları  Jül Sezar'a şu haberi saldılar: "Sezar askerlerini hemen terhis etmeli ve geriye yalnızca bir lejyon bırakmalı  ayrıca Galya Valiliğinden de istifa; ederek  Roma'ya sıradan bir yurttaş olarak girmeliydi  " Sezar  bu şartları kabul etmedi ve savaştan başka çıkar yol olmadığını anladı  Roma üzerine yürüyüşe geçtiğinde Pompeus hazinesini bile almaya vakit bulamadan  taraftarlarıyla birlikte Adriyatik denizindeki donanmasına binerek Epir'e kaçtı  Jül Sezar'ın donanması yoktu  mevsim de kıştı  Varını yoğunu askerlerine dağıtmış  meteliksiz kalmıştı  Hızlı bir yürüyüşle karadan dolaşıp Yunanistan'ın Epir bölgesine girdi  Pompeus ve taraftarlarının 47 bin kişilik yaya  7 bin kişilik de atlı ordusu vardı  Sezar'ın ordusu daha küçüktü  Emrinde 22 bin yaya ve bin atlı askeri vardı   Savaş  yalnızca Jül Sezar ve Pompeus arasında geçmiyordu  Kısa süre içinde bütün Roma İmparatorluğuna yayılmış  bir iç savaş halini almıştı  Bir tarihçi  bu dönemi şöyle anlatmaktadır : "Bütün Senato bu savaşın içindeydi  Ordular da öyle  Hepsi Roma kanı taşıyan askerlerden kurulu 11 lejyonla öteki 18 lejyon amansızca çarpışıyorlardı  Galyalılar ve Germenler Jül Sezar'ı tutuyorlardı  Trakya  Sicilya  Yunanistan  Makedonya ve Doğu Pompeus'la birlikti  Savaş İtalya'da başladı  oradan Galya'ya ve İspanya'ya sıçradı; Batı'dan dönerek bütün şiddetini Epir ve Tesalya üzerine topladı; Mısır'a kadar uzandı  Küçük Asya'ya el attı ve alev ancak Afrika'da söndürülebildi    " Yunanistan'da Farsalos bölgesinde iki ordu arasında korkunç bir meydan savaşı olmuş ve Sezar  Pompeus'un ordusunu darmadağın etmişti  Pompeus  Mısır Kralı Ptolemeus'un yanına kaçmaktan başka çare bulamamıştı  Roma artık Jül Sezar'ın "pençeleri" arasındaydı  Dört bin kişilik seçme bir orduyla  Pompeus'un arkasından Mısır'a gitti  Ptotemeus  başına gelecekleri anladığından  Pompeus'un kafasını keserek Jül Sezar'a gönderdi  Sezar burada  Ptolemeus'un kız kardeşi Kleopatra'yla uzun bir aşk hayatı yaşadıktan sonra onu Mısır Kraliçesi yaptı  Sonra M  Ö  47 yılında Anadolu'ya girerek Pontus Kralı Pnarankes'i yendi  Savaş beş gün sürmüş  Sezar durumu Roma Senatosuna şu üç kelimeyle bildirmişti: "Veni  vidi  vici  " (Geldim  gördüm  yendim  ) Aynı yıl Roma'ya dönerek İmparator oldu  Önce 1 yıl için diktatör ilân edildi  Senato daha sonra bu yetkiyi 10 yıla çıkardı  Aradan çok geçmeden de Jül Sezar  ömür boyunca diktatör seçildi   Koyu Cumhuriyetçiler ve soylular  Roma İmparatorluğunun diktatörlüğe kaymasından tedirgin olmuşlardı  Sonunda  Sezar'ı öldürüp Cumhuriyeti kurtarmak için gizli bir örgüt kurdular  Bu örgüte  Sezar'ın yetiştirmesi  bir söylentiye göre de  düşüp kalktığı kadınlardan Servilia'dan doğan öz oğlu Brütüs de girmişti  Örgüt  suikast için M  Ö  44 yılının 15 martını seçmişti  Bir kâhin ona daha önceden  "15 marttan sakın" demişti  Bir gece önce de karısı kötü bir rüya görmüş ve Jül Sezar'ın sokağa çıkmamasını istemişti  O sabah yolda  Kâhin'e rastlamış ve : "İşte 15 mart geldi    " demişti  Kâhin de Jül Sezar'a şu karşılığı vermişti : "15 mart geldi  ama daha bitmedi    )" Jül Sezar  Senato'ya gelince suikastçılar çevresini sardılar  Hançerleri harmanilerin altında gizliydi  İçlerinden biri  siyasi hükümlü olan kardeşinin bağışlanmasını diledi  Sezar onu dinlerken  suikastçılar hançerlerini çekip saldırdılar  Titilus adlı bir soylu  Jül Sezar'ın harmanisini omuzlarından tutarak aşağı doğru yırttı  Sezar  ilk önce kendini savunacak oldu  fakat vücuduna saplanmak için havaya kalkan hançerlerden birini Brütüs'ün tuttuğunu görünce: "Sen de mi oğlum Brütüs!?   " diye bağırdı ve harmanisini başına örterek  kendini hançer vuruşlarına bıraktı   Tam 23 yerinden hançerlenen Jül Sezar  cansız yere serildi  Suikastçılar  Sezar'ın ölümünden halkın sevinç duyacağını sanmışlardı  Kanlı hançerlerini Roma halkına göstererek : "Zalimin vücudu ortadan kalktı!   " diye bağırıyorlardı   Fakat  Roma halkının tepkisi  umdukları gibi olmadı  Halk  "katillere ölüm!  " Bağrışlarıyla ayaklanınca kaçmak zorunda kaldılar  O sırada  Senato'nun Jül Sezar'ı öldürenleri bağışladığı öğrenilince halk Senato'ya saldırdı  Yapıyı ateşe verdiler  Halkın ayaklanması üzerine Sezar'ın katilleri Roma'dan kaçtılar ama  peşleri bırakılmadı   Bunlardan  Sezar'ın çok sevdiği Brütüs  Makedonya'da yakalanacağını görünce intihar etti   | 
|   | 
|  | 
|  | Cevap : Suikastler Tarihi |  | 
|  03-01-2009 | #3 | 
| 
GöKKuŞaĞı   |   Cevap : Suikastler TarihiKennedy Suikastı O suikast yapılmasaydı  22 Kasım 1963 günü  Dallas halkı için A  B  D  Başkanı Kennedy'nin şehri ziyaret ettiği tarih olarak bir süre hatırlanacak  sonunda unutulup gidecekti  Ama öyle olmadı  Sonucu bugün bile tartışılan suikast nedeniyle  22 Kasım 1963 günü  Dallas şehri ve Kennedy adiyle birlikte tarihe geçti   O gün Başkan Kennedy  beş ay önce tasarlanan bir gezi için  yanında kurulla birlikte Teksas'ın Dallas şehrine gelmişti  Gezinin amacı  1960 seçimlerinde karşı parti olan Cumhuriyetçilere oy veren bu şehirde  havayı Demokrat Parti lehine değiştirmekti   Gökyüzü açık ve güneşliydi  Saat 11  50 sularında uzun bir araba dizisi  Dallas caddelerinde ilerlemeye başlamıştı  Başkan Kennedy  açık bir otomobilin içindeydi  Yanında eşi Jagueline Kennedy  önünde Vali Connaly oturuyordu  Otomobil  Houston ve Elm caddelerinin kesiştiği yere vardığında  saatler 12  30'u göstermekteydi  Az sonra  bir demiryolu geçidinin altından geçeceklerdi  Yolun iki yanında sıralananları selâmlayan Başkan'ın sağında  Teksas Okul Kitapları Deposu görülüyordu  Suikastçının bu yapıdan ateş ettiği ileri sürülmeseydi  bu yapının Başkan Kennedy'nin sağında olmasının hiç bir önemi kalmayacak  öteki yapılar gibi  ondan da söz edilmeyecekti  O sırada bir amatör sinemacı  8 milimetrelik makinesiyle  Başkan Kennedy'nin Dallas sokaklarındaki gezisini filme alıyordu  Daha sonraları bu renkli filmin kendisine milyonlarca dolar kazandıracağını düşünmeden düğmeye basıyordu  Film birkaç kere eşe dosta gösterildikten sonra bir kıyıya atılacak  belki de bir daha el sürülmeyecekti  Filmi çekerken  makinenin vizöründen  Kennedy'nin otomobilinde olağanüstü şeyler olduğunu şaşkınlık içinde gördü  O da  kalabalığın çoğunluğu gibi  silah seslerini duymamıştı ama  film makinesinin penceresinden gördükleri gerçekten heyecan vericiydi; Kennedy birden ellerini ensesine götürmüş ve öne doğru eğilmişti  Sonradan yapılacak otopside  bu kurşunun Kennedy'nin ensesinden girip omurgasının sağına kadar ilerlediği  kravatının düğümünde bir delik açarak boğazından çıktığı anlaşılmıştı   Bu sırada gürültüyü duyan Vali Connaly de geriye dönmüş  fakat aynı anda yediği bir kurşunla sırtından yaralanarak  yanında bulunan eşinin kucağına yığılmıştı  üçüncü kurşun da hedefini bulmuş  Kennedy'nin başının arkasından girip büyük bir yara açmıştı  Şimdi  Başkan da  karısı Jacqueline Kennedy'nin kucağında yarı cansız olarak yatıyordu     İlk şaşkınlık geçip Başkan Kennedy'nin bir suikasta uğradığı anlaşılınca  F  B  I  ajanlarından Hill  Başkan'ın üstü açık arabasına arkadan atlayarak kendisini kurşunlara siper etmiş  Jacqueline Kennedy'yi de yere yatırmıştı  Otomobil bütün hızıyla Parkland Memorial hastanesine kadar böylece gitti  Ama artık her şey için çok geçti    Hastanede  Kennedy'yi kurtarmak için elden gelen bütün çabalar gösterildi  Fakat Başkan'ın nabzı duyulmayacak ölçüde az atıyordu  Nefes almasını sağlamak için  boğazının yarılıp bir boru yerleştirilmesi de işe yaramadı  Saat 13’te kurtarma çabalarına son verilmiş  bir papazın yaptığı son dini görevden sonra A  B  D  Başkanı Kennedy'nin öldüğü resmen açıklanmıştı  Vali Connaly ise  aldığı ağır yaraya rağmen kurtulacaktı   Bundan sonra Başkan yardımcısı Johnson  kendisini Washington'a götüren uçakta  Yargıç Bayan Saran Hughes’in önünde ant içerek 36  Cumhurbaşkanı oluyordu  Bayan Jacqueline Kennedy de  uçakta yapılan bu ant içme töreninde hazır bulundu  Üzerindeki elbisede  kocası John Fitzgerald Kennedy'nin henüz kurumamış kanları  iri lekeler halinde görünüyordu   BÜTÜN bunlar olup biterken  polisin verdiği bilgilere ve daha sonraları hazırlanan rapora göre  Lee Harvey Oswald adlı biri  saat 12  37'de Teksas Okul Kitapları Deposundan çıkmış  Elm sokağındaki duraktan otobüse binmişti  üç ya da dört dakika sonra  suikast yüzünden meydana gelen trafik tıkanıklığı nedeniyle  iki blok ötede otobüsten inmek zorunda kalmıştı   Oswald  bir taksiye atlayarak  şoföre evine pek yakın olan North Barkley'e gideceğini söyledi  Saat 13'e doğru  Başkan Kennedy'nin can verdiği dakikalarda evindeydi  Evde pek az kalmış  aceleyle yeniden dışarı çıkmıştı   Suikasttan aşağı yukarı 45 dakika sonra Oswald  evinden on mil uzaktaki 10  caddeyle Patton Bulvarının kesiştikleri noktada  devriye polisi Tippit'i dört tabanca kurşunuyla öldürüyordu  Daha sonraları düzenlenen rapora göre Tippit bu sırada  telsizle kendisine tarif edilen şüpheli birisini aramaktaydı   Suikast sanığıyla polisi vuranın aynı kişi olduğu akla ilk gelen düşünce oldu  Aramalar da bu değerlendirme açısından yapılıyordu  İhbar üzerine  polis Tippit'i vuranın  Teksas sinemasına girdiği öğrenilince  yapı kuşatıldı  Salonda ışıklar yakılıp Oswald silahıyla birlikte sinemada yakalandığında  saatler 14'ü gösteriyordu   Sanık hakkındaki soruşturma derinleştirilince  bir ara Rusya'ya gittiği ve orada bir Rus kadınıyla evlendiği  komünist eğilimli olduğu ortaya çıkmıştı  Aynı gün polis  sanığın evinde karısı Marina'ya Oswald’ın tüfeği olup olmadığını soruyor  olumlu karşılık alınca da  bütün aramalara rağmen tüfeği bulamıyordu   24 Kasım pazar günü Oswald  Dallas Emniyet Müdürlüğünden hapishaneye götürülecekti  Sanığın öldürüleceği yolunda polise birçok ihbar yapıldığı halde  Oswald'ı büyük bir tedbirsizlik içinde  meraklılardan ve gazetecilerden oluşan bir kalabalığın arasından geçirdiler  Televizyon da bu sahneyi yayınlıyordu  Tam bu sırada  gazetecilerin bulunduğu yerden fırlayan bir adam  elindeki tabancayla Oswald'ı yaylım ateşine tuttu  Yedi dakika sonra Parkland Hastanesine kaldırılan Oswald da Kennedy gibi kurtarılamayarak ölüyordu   Başkan Kennedy'yi öldürmekten sanık Oswald'ı herkesin gözü önünde vuran Jack Ruby geçmişi oldukça karanlık ve kirli işlere girip çıkmış bir kişiydi  Fakat o  Oswald'ı  Başkan Kennedy'ye yapılan suikast kendisini çok etkilediği için öldürdüğünü ileri sürüyordu  Yapılan yargılama sonunda da  14 Mart 1964 yılında ölüme mahkûm edildi   Kennedy'ye yapılan suikastı incelemek ve karanlık noktaları aydınlatmak için kurulan Warren Komisyonu şu sonuçlara varıyordu: Kennedy'yi vuran Lee Harvey Oswald’tı  Katil bu cinayeti herhangi bir devlet ya da kuruluş adına işlememiş  kimseden de yardım görmemişti  Oswald'ı yetişme biçimi ve yaradılışındaki olumsuz yönler bu suikasta itmişti  Raporda  polisin ve güvenliği sağlamakla görevli kişilerin tedbirsizliği sorumsuzca davranışları da eleştirilmekteydi   Warren Raporu  Amerika'da olduğu kadar bütün dünyada da yeterli bulunmamıştı  Bu rapor dışında da  Kennedy olayı üzerine eğilenler oldu  Özellikle gazeteci Buchanan'ın hazırladığı ve kendi adıyla anılan rapor    bunların arasında en önemlisidir  Bu rapor  büyük gürültülere yol açmış  kafalarda zaten var olan kuşkuları daha da arttırmıştır   Akla ilk gelen soru şu oluyordu; Kennedy'yi gerçekten Oswald mı öldürmüştü? Çünkü bazı kimseler tarafından Başkan'a kurşunların kitap deposundan değil  yeraltı geçidinin üzerindeki demiryolundan sıkıldığı ileri sürülüyordu  Kurşunların arkadan atıldığı da kesin değildi  Çünkü doktorlar  kurşunların giriş yönünü tespit için hiç bir çaba harcamamışlardı  Dallas Polis Radyosu  suikasttan tam altı dakika sonra  yani 12  36'da Oswald’ın çok ayrıntılı bir tarifini vermişti  Oysa  o sırada kimse katilin kim olduğunu bilmiyordu  Polis  radyo aracılığıyla bu ayrıntılı tarifi nasıl ve neye dayanarak vermişti? Öte yandan  Oswald’ın bindiği ileri sürülen taksinin şoförü  müşterisinin biniş saati olarak defterine 12  30 yazılı olduğunu söylemişti  Oswald’ın suikastın işlendiği 12  30'da hem kitap deposunda hem de takside olması imkânsızdı  Fakat şoför  bu kayıtları seferden sonra yazdığını söylediği için  Warren Komisyonu Oswald’ın  12  30'dan sonra taksiye bindiği kanısına varmıştır   Aradan geçen yıllara rağmen bugün bile gerçek katilin Oswald olduğu kesinlikle söylenememektedir   Warren Raporu’nun  Oswald’ın Başkan Kennedy'yi hiç bir devlet ya da kuruluşun parmağı olmadan  tek başına öldürdüğü yargısı da  bu konuyla ilgili kişilerin arka arkaya öldürülmeleri nedeniyle dayanıksız kalıyordu  Dünya kamuoyu da  bu kişilerin eceliyle ölmedikleri kanısındadır  Suikastla uzaktan ya da yakından ilgili kişilerin birer birer ölmeleri  Başkan Kennedy'nin ölümünün altında başka nedenlerin yattığı kanısını doğrular niteliktedir   Şimdi  Kennedy'nin suikasta kurban gittiği dakikadan sonra meydana gelen zincirleme ölüm olaylarını inceleyelim; SUİKAST sanığı olarak Lee Harvey Oswald adında bir genç yakalandı  Kendisini daha savunma olanağı bulamadan  bar sahibi Jack Ruby tarafından iki polisin arasında tabancayla vurularak öldürüldü   SUİKAST olayında görgü tanığı durumunda bulunan ve çok şey bildiği sanılan polis memuru J  P  Tippit  Kennedy'den 45 dakika sonra cadde ortasında öldürüldü  Bu cinayet  Oswald’ın sırtına yüklendi  POLİS Tippit'in öldürüldüğünü gören ve katilin kaçtığı arabayı bir süre izleyen Reynold  iki gün sonra dükkânının önünde tabancayla vurularak can verdi  Eski araba alım satımıyla uğraşan Reynold  polisi öldüreni gördüğünü  yeniden karşılaşacak olursa tanıyabileceğini komşularına söylemişti  Reynold'un katili bulunamadı   REYNOLD'un bir sevgilisi vardı  Nancy adındaki bu kadın Jack Ruby'nin barında çalışıyordu  Reynold'un kendisine bazı "şeyler" söylediği anlaşılınca  barda olay çıkardığı gerekçesiyle tutuklandı  Ertesi gün kapatıldığı hücreden cesedi çıkarılıyordu  Polise göre Nancy intihar etmişti  Fakat hiç kimse bu "intihar" olayına inanmadı   TANINMIŞ gazetecilerden Jim Koethe  suikast olayını aydınlatmak için çalışmaya girişmişti  Cinayetin üzerindeki karanlık perdeyi kaldıracağını ve yılın gazetecisi seçileceğini umuyordu  Bazı önemli ipuçları da ele geçirmişti  Fakat bir gün evinin banyosunda  boynundan bıçaklanarak öldürüldü  Onun da katili bulunamadı     GAZETECİ Bill Hunter da  Kennedy suikastı konusunda delil topluyordu  Kendisini görmeye gelen iki polisten birinin eliyle öldürüldü  Verilen bilgiye göre  gazeteciyle şakalaşan polis bir ara tabancasını çekmiş ve elinden yere düşürmüştü  Tabanca yerde patlamış ve çıkan kurşun  Bill Hunter'ı öldürmüştü!    OSWALD'ı öldürmesinden bir gece  önce Ruby’nin evinde yapılan önemli bir toplantıya Savcı Tom Howard da katılmıştı  Jack Ruby'nin iki polis arasında hapishaneye götürülen Oswald'ı vurmasından sonra Savcı Howard  kalp durmasından öldü  Otopsi bile yapmadan  savcıyı çabucak gömdüler   OSWALD'ın kaldığı pansiyonun sahibi Bayan Earline Roberts de birden bire kalp durmasından ölüverdi!   Pansiyoncu kadın  Kennedy'nin ölümünden az sonra  Oswald'ı otobüse binerken görmüştü  Ve bu otobüs  polis memuru Tippit'in bulunduğu yöne doğru gitmemişti  Bayan Roberts bu iddiasında direnince ölüm onun da yakasına yapıştı     BOYACI Hank Killam  Kennedy suikastıyla ilgili bazı şeyler biliyordu  Çünkü Killam'ın bir arkadaşı  Oswald'la aynı pansiyonda kalıyor ve karısı Wanda  Jack Ruby'nin yanında çalışıyordu  Birçok kişiyle birlikte Killam da polis tarafından sorguya çekilmişti  Bilinmeyen bir nedenle Killam  Dallas'tan ayrılmak zorunda kaldı  Gittiği Pensacola kentinde  boynundan kesilmiş olarak bir kaldırım üzerinde bulundu  Polis raporlarında  zavallı Killam'ın bir pencere camı üzerine kaza sonucu düşerek öldüğü yazılıyordu   SUİKASTTAN sonra  Ruby'yle hücresinde baş başa konuşmak olanağını bulan tek gazeteci  Dorothy Kigallen’di  Fakat o da bir gün ölüverdi  Polise göre Bayan Kigallen çok sayıda uyku hapı yutarak intihar etmişti!    OTOBÜS şoförü William Whaley  suikast günü otobüs durağından Oswald'ı alarak Barkley'e götürmüştü  Hareket saati 12  30'la 12  45'ti  Şoför bunu hareket defterine yazmıştı  Oysa o sırada Oswald’ın Kennedy'ye ateş etmesi gerekiyordu  Şoför  bu iddiasında direndi  Bir gün William Whaley’in kullandığı otobüsle direğe çarparak öldü  Otuz beş yıllık şoförlük hayatında  bir gün bile kaza yapmayan Whaley'in  böyle basit bir kazada can vermesine kimse akıl erdiremedi  UNİON Terminal Şirketi'nin işletme şefi olan tanıklardan Lee Bowers  Kennedy'ye kitap deposundan değil de  yolun karşı yakasından iki kişinin ateş ettiğini söylemişti  Tanıklığından kısa bir süre sonra  Bowers de öldü  Ölüm nedeniyse bir türlü anlaşılamadı   POLİS Tippit'in öldürüldüğünü gören başka bir tanık da  Edward Benarides’di O da öldü  Hasta filan da değildi  Neden öldüğü de bilinemedi      VE sonunda Jack Ruby    Ruby 9 Aralıkta hapishaneden hastaneye "zafiyet" teşhisiyle götürüldü  Bir ay sonra da  hastalığının adı kanser oldu ve Ruby hemen öldü  Kanser konusunda büyük araştırma ve çalışmaların yapıldığı Amerika gibi bir ülkede  Ruby'yi bir ay içinde öldürecek kadar ilerlemiş hastalığın anlaşılamaması olacak şey değildi  Ruby ölümünden önce  yanındaki hastalara şöyle diyordu: "Vücuduma kanser aşıladılar!   " Gizli bir el  Kennedy'yi yok ettikten sonra  bu olayı aydınlığa kavuşturacak kişileri de sanki birer birer ortadan kaldırmıştı   Aradan yıllar geçtikten sonra bir gün  John Fitzgerald Kennedy'nin kardeşi Robert Kennedy de  5 Haziran 1968'de Los Angeles'ın Ambassador Hotel'inde düzenlenen bir baloda vurularak öldürülüyordu  Katil  Sirhan adlı bir Filistinli Arap göçmeniydi   Robert Kennedy  A  B  D  Başkanlığına Demokrat Parti’den adaylığını koymuş ve başkan adayı seçimlerinin altısından beşini kazanınca  bunu kutlamak İçin Los Angeles'te bir balo düzenlemişti  Arap göçmeni tarafından vurulmasaydı  belki de A  B  D  Başkanlığına ikinci bir Kennedy geçmiş olacaktı   Arap göçmeni Sirhan'a  Ambassador Hotel salonlarında bu cinayeti işleten  Kennedyleri A  B  D  Başkanı olarak görmek istemeyen yine o gizli el miydi acaba? Bu soruya verilecek karşılık  hiç olmazsa şimdilik yok   | 
|   | 
|  | 
|  | Cevap : Suikastler Tarihi |  | 
|  03-01-2009 | #4 | 
| 
GöKKuŞaĞı   |   Cevap : Suikastler TarihiMalcolm X Suikastı "Biz Tanrı'nın kullarıyız ama aynı zamanda da onun örneğiyiz!   " Topluluk hep bir ağızdan bağırır: "Ne demek istediğinizi açıklayın Hoca Efendi!   " "Demek istiyorum ki  Tanrı da bizim gibi siyahtır!   " "Tanrı büyüktür!   " "Tanrı Dünya’yı yaratırken kendisi de orada bulunuyordu  " "Doğru!   Doğru!   " "Öyleyse biz de Dünya yaratılalı beri yeryüzünde bulunuyoruz  " Topluluk sevinç ve coşkunluk içinde bağırarak ayağa kalkar: "Doğru    Haklısın!   Elbette!   " "Mavi gözlü beyaz adam  üstün olduğunu ileri sürüyor  Ona atalarının bizler olduğunu anlatmanın zamanı geldi de geçti bile!   " "Daha açık konuşun Hoca Efendi  bize her şeyi açıklayın  " Konuşmacı  Harlem'in bir sokağında toplanmış üç binden fazla dinleyiciye şöyle sesleniyordu: "Eğer söylediklerimi can kulağıyla dinlerseniz; siyahların beyazlardan niçin daha üstün olduğunu anlayacaksınız  " "Dinliyoruz  anlatın  " "Siyah temel renktir  Başka herhangi bir rengi  öteki renkleri birbirine karıştırarak elde edebilirsiniz ama  siyahı bu yoldan elde edemezsiniz  Siyah ancak siyahtan meydana gelir  Siyah da temel ve en güçlü renk olduğuna göre  en iyi renk demektir  öyle değil mi?" "Evet  öyle    " "Bu durumda iyilik de  Tanrı da siyahtır!   Bir insan ne kadar siyahsa  o kadar iyidir  Bir insan ne kadar beyazsa o kadar siyahlıktan uzaktır  Yani  iyi olmaktan o kadar uzaktır!   Haklı mı yoksa haksız miyim?" "Haklısınız!   " "Sözün kısası; beyaz adam ahlâk bakımından bütünüyle kokuşmuş bir yaratıktır  Bir yılan  bir şeytan; yeryüzünden yok olması  silinip süpürülmesi gereken bir insandır!   " Dinleyiciler büyük bir coşkunluk içinde kendilerinden geçmiş  konuşmacıyı çılgınca alkışlıyorlardı   Bu konuşmacı  Amerika'daki zenci Müslümanların büyük önderlerinden Malcolm X'di     Bir zenci papazın oğlu olarak Nebraska eyaletinin Omaba şehrinde dünyaya gelen Malcolm X  Müslümanlığı kabul ettikten sonra Malik Şahbaz adını almıştır  Çocukluğu açlık ve üzüntü içinde geçmişti  O doğduktan kısa bir süre sonra ailesi Michigan'ın Lansing şehrine göç etmişti  Altı yaşındayken ırkçı Amerikalıların kurduğu Ku Klux Klan'cılar tarafından evleri yakılmıştı  Malcolm X  yıllar sonra yangın olayını şöyle anlatmıştır: "İtfaiye geldi  fakat yanan evimizi kurtarmak için hiç bir yardımda bulunmadı  Yangına bir damla su sıkmadı  Baba evimizi yakan ateş  hâlâ aynı şiddetle yüreğimi yakmaktadır  " Malcolm'un babası  çoluk çocuğunu geçindirmek için ufak bir dükkân açmıştı  Çok geçmeden cesedi  kafatası tanınmayacak ölçüde ezilmiş durumda  bir tramvayın altında bulundu  Bu iki olay  küçük Malcolm'un hayatında derin izler bırakmış  büyüdüğünde Müslümanlığı kabul etmesinde ve beyazlara karşı savaş açmasında önemli rol oynamıştır   Babalarının ölümünden sonra aile  açlık ve sefalet yüzünden dağıldı  Malcolm ve erkek kardeşleri geceleri sokağa çıkarak bulabildikleri öteberiyi çalmakla karınlarını doyurmaya başladılar  Bazen yakalanıyor ve beyazlardan dayak yiyorlardı  Sonunda Malcolm bir ıslahevine verildi  Hayatında ilk olarak burada sevgi ve anlayış gördü  ıslahevinin beyaz bir Amerikalı olan müdiresi onu öbür çocuklara karşı koruyordu  Burada bulunan beyaz çocuklar da  zenciler konusunda tıpkı büyükleri gibi düşünüyorlardı  Bu yüzden de küçük Malcolm  her gün saldırıya uğruyor ve ancak müdirenin yardımıyla onlardan kurtulabiliyordu   Daha sonra Malcolm X  müdire tarafından  ıslahevinin yanındaki ortaokula yazdırıldı  Kısa süre içinde zekâ ve çalışkanlığıyla dikkati çeken Malcolm  sınıfının birincisi oldu   Fakat  bu durum öbür çocukların  hatta öğretmeninin düşmanlığını kazanmasından başka bir işe yaramadı  Son sınıftayken kendisine ne olmak istediğini sorduklarında  "hukukçu olacağım  " diyordu  Ama  konuştuğu herkes ona  avukatlığın bir zenci için uygun olmadığını  kendisine demircilik  marangozluk gibi bir meslek seçmesini öğütlüyorlardı  Malcolm  istediği mesleği elde edemeyeceğini anlayınca  öğrenimini yarıda bırakarak New York'a gitti  Burada karanlık işler çeviren adamlarla tanışarak  onlar arasında da işe yarar  becerikli ve güvenilir bir kimse olduğunu gösterdi  Çok dürüst ve sadık olduğundan  yaptığı her işte hile yoluna sapmaz  elde ettiği bütün parayı son kuruşuna kadar teslim ederdi  On sekiz yaşına girdiğinde  "Koca Kızıl" lakabıyla kendine hatırı sayılır bir ün sağlamıştı  Artık o  emrinde beş-altı adam çalıştıran bir çete reisiydi  Afyon ve ***** gibi malları alıp satıyor  ahlâk düşkünü beyazları zencilerin barlarına  gizli fuhuş yuvalarına götürüyordu  Malcolm X  hayatının bu kirli döneminin özelliklerinden söz ederken şöyle diyordu: "En iyi müşterilerim papazlar  güvenlik mensupları  toplumsal yardım işlerinde çalışanlar ve başkalarının hayatlarını yönetmekte büyük rolleri olan önemli kişilerdi  " Şimdi geliri ayda birkaç bin doları geçmekteydi  Polise bol bol rüşvet vermesine rağmen  sonunda yakalanıp hapse atılmaktan kurtulamadı  Ancak bu hapis hayatı onun yaşantısında köklü bir değişiklik yaratacaktı  1947 yılında  cezasını çekerken tanıştığı bir Müslüman tutuklunun etkisiyle İslâmiyet’i kabul etti  O günden sonra da yaşadığı kötü hayatı bırakarak  kendisini Müslüman zencilerin davasına adadı   Malcolm X ya da Müslüman olduktan sonraki adıyla Malik Şahbaz  1946-52 yılları arasında hayatını hapishanelerde geçirdi  1962 yılına kadar da  Amerika'da zenci Müslümanların önderi olan Elijah Muhammet'in en yakın adamı ve eylemin en etkili konuşmacısıydı  Fakat 1962'den sonra İslâmiyeti iyice öğrenmiş  Elijah Muhammet'in peygamberlik iddiasına ve ırkçılığına karşı çıkmıştı  1964 yılında hacca gitti  Orada dünyanın her yanından gelen Müslümanlarla görüşüp tanışarak  bütün beyazların Amerika'dakiler gibi olmadığını öğrendi  Tunus  Cezayir gibi birçok Müslüman ülkelerini dolaştı  Amerika'ya döndüğünde şunları söylüyordu: "Ben ırkçıydım ve İslâmiyeti ancak o şekilde benimsemiştim  Fakat Hz  Muhammet ve Hz  İbrahim'in yaşadıkları kutsal ülkeleri ziyaret ettikten sonra şimdi gerçek bir Müslüman oldum  Artık eski ırkçı değilim  " Bu davranışı  beyaz ve zenci Hıristiyanların yanında Elijah Muhammet'in de düşmanlığını kazanmasına yol açtı  Hac dönüşünden kısa bir süre sonra 1965 yılında New York'ta bir salonda dini konuşmalarından birini yaparken  kendisine sekiz adım uzaklıktan ateş edilerek öldürüldü  Malcolm X'i  Elijah Muhammet'in öldürttüğü ileri sürülüyordu  ikisi arasında 1964 Martından beri süregelen çatışmaları bilenler  bu suikastın Elijah Muhammet taraftarlarınca düzenlendiği kanısındaydılar  Amerika zenci Müslüman hareketinin "Peygamberi" bu söylentileri yalanlamak için yaptığı basın toplantısında: "O çok konuşuyordu  cezasını buldu!  " demiştir  Bu söz bile  Elijah Muhammet'in suikast olayındaki payını göstermeye yeter bir kanıttır   | 
|   | 
|  | 
|  | Cevap : Suikastler Tarihi |  | 
|  03-01-2009 | #5 | 
| 
GöKKuŞaĞı   |   Cevap : Suikastler TarihiOrlando Letelier Suikastı "Orlando Letelier'in karısı mısınız?" diye sordu telefondaki meçhul ses  "Evet" diye yanıtladı  "Hayır" dedi telefondaki  "Siz Orlando Letelier'in dul karışısınız  " Bir hafta sonra 21 Eylül 1976'da  CIA destekli Pinochet rejiminin önde gelen muhaliflerinden sürgündeki Şilili diplomat Orlando Letelier  Washington'un bir sokağında otomobiline konan bir bombayla paramparça edildi  Patlamada  Letelier'in Amerikalı yardımcısı Ronni Moffıt de öldü  Moffıt'in kurtulan kocası  parçalanan otomobilden çıkar çıkmaz vahşetin sorumlusunun Şilili faşistler olduğunu haykırmaya başladı   Moffıt'in kocası haklıydı; ancak  o faşistlerin Washington'da güçlü dostları vardı  Bir FBI muhbiri suikast komplosunu önceden bildirmişti; ancak FBI Letelier'i korumak için hiçbir şey yapmadı  Bombalamadan sonra  CIA Başkanı George Bush FBI'ya  Şilililerin hiçbir şekilde olaya bulaşmadığını bildirdi  "CIA bundan emin" dedi Bush  "Çünkü Şili gizli polisi DINA içinde CIA'nın çok sayıda güvenilir kaynağı var  " Gerçekte CIA  DINA vurucu timinin ABD'de olduğunu ve Washington'a yöneldiğini biliyordu  CIA  bombalamadan sonra suikastçılara ait kendi fotoğraf dosyalarını imha etti   Arkasından CIA ve DINA  Letelier'in  kendisini şehit ilan etmek isteyen solcularca öldürüldüğü yolunda hikâyelerin basında yer etmesi çalışmasına başladılar  FBI  bir iki hafta içinde Letelier'in katillerini belirledi  ancak birkaç yıl sonra CIA'nın örtüsü kalkıncaya kadar onları resmen suçlamadı  Örtü  suikasttan bir ay sonra  bir Küba uçağı bombalandığı ve içindeki 73 yolcusu öldürüldüğünde aralanmaya başladı  Uçağı bombalama eylemi  Domuzlar Körfezi olayı ve JFK suikastıyla ilişkisi olan  aynı zamanda CIA ile bağlantılı aşırı şiddet yanlısı Kübalı mültecilerce gerçekleştirmişti  Bu grup  El Salvador ve Nikaragua'da da benzer eylemler yapmıştı  Küba uçağı bombalanmasını soruşturanlar  bu eylemle Letelier/Moffıt suikastının  aynı toplantıda planlandığını saptadılar  Başka FBI ve CIA mensuplarının da katıldığı toplantıyı  CIA ile uzun süredir bağlantısı olan bir kişi düzenlemişti   CIA savunucuları  Letelier'i öldürmekten hükümlü "eski" CIA ajanı Michael Townley ile iki Kübalı göçmenin CIA'nın emirleri doğrultusunda hareket ettiklerinin hiç kimse tarafından kanıtlanamayacağını iddia ederler  Ancak durum öyle idiyse  CIA neden alelacele onları perdelemeye başladı? Bu olay öylesine karmaşık bir hal aldı ki  Şili Yüksek Mahkemesi  Pinochet'den sonra 1991'de George Bush'a başvurarak  mahkemede ifade vermeyi düşünüp düşünmediğini sordu  Tabii  Bush'un bu daveti reddettiği konusunda bahse girebilirsiniz  Talat Paşa Suikastı "Talat Paşa!   Talât Paşa!   " İttihat ve Terakki'nin eski Başvekili Talat Paşa  kendisine seslenen adamı görmek için geriye döndü  Dönmesiyle ateşlenen bir tabancadan çıkan kurşunun alnına saplanması ve kaldırımların üzerine yığılması bir olmuştu   Bir zamanlar  Osmanlı İmparatorluğunun kaderini elinde tutan Talat Paşa  İran'ın Selmas şehrinde doğan Salomon Taleyran adlı bir Ermeni Komitacısının kurşunuyla böylece can vermişti   Olay Berlin'de geçiyor  takvimler 15 mart 1921'i gösteriyordu   Eşi Hayriye hanım  kocasının ölümünden yıllar sonra  Talat Paşa'nın öldürülmesi konusunda şunları söylüyordu: "Çok cesurdu  Tehlike nedir bilmezdi  Etrafında kimbilir  ne maksatla kimler dolaşıyor  dikkat et  dedikleri zamanlarda bile aldırmaz  çantasını koluna alınca  fırlar tek başına giderdi  Berlin'de -en sonunda kanına giren- katil daha önce iki kere karşısına çıkmış  Paşa'yla göz göze gelmiş  Fakat Paşa o kadar pervasız  sakin  hatta gülümseyerek bakıyormuş ki  adam avuçladığı silahını çıkarmaya cesaret edememiş ve nihayet: Ben Talat Paşa'ya baka baka silahımı çekemeyeceğim  ancak arkasından vurabilirim  demiş  " Talat Paşa Berlin'deyken  bir dostuna yurt hasreti içinde şunları söylemişti: "Selanik'teyken ikide bir sürgün cezasına çarpılan Bulgar komitacılarıyla karşılaşırdık  Bunlar vatanlarından ayrılmadan evvel  jandarma nezaretinde bulundukları halde merasimle rıhtımın üzerinde toplanır ve içlerinden birisinin verdiği işaretle hep birden eğilip toprağı öperlerdi   Bu  onlar için vatana dönüş umudunun bir ifadesiydi: Öptüğümüz toprak bizimdir  buraya yine geleceğiz    demek istiyorlardı  Bir gün ben de vatana dönersem  bilir misiniz ne yapacağım?" Dostu: "Her halde siz de onlar gibi toprağı öpeceksiniz    " deyince  Talat Paşa ağlayarak şu karşılığı vermişti: "Ne dersin sen? Ne dersin sen? Ben öpmekle doyamam ki    Yiyeceğim vatan toprağını  yiyeceğim    " Talat Paşa  1874 yılının 17 Ağustosunda Edirne'de doğmuştu  Yoksul bir ailenin çocuğu olarak ilk ve orta öğrenimini bitirdikten sonra Alyans İsrail okulunda iki yıl Fransızca okudu  Zeki  çalışkan bir gençti  Okul yöneticileri  kendisine bir yıl kadar Türkçe öğretmenliği görevini vermişlerdi   Mehmet Talat  Edirne'de çok durmadı  Selanik’e giderek Telgrafhaneye maaşsız memur adayı olarak girdi  Hukuk Mektebi'ne kaydoldu  Bir yıl sonra  Telgrafhane "Mukayyid"i (Kayıt memuru) olarak maaşa geçti ve yirmi yaşının içindeyken politikayla ilgilenmeye başladı  Jön-Türklerle haberleşirken yakalandığından üç yıl sürgün cezası yedi  Hukuk Mektebini de ikinci sınıfında bırakmak zorunda kaldı   Cezası iki yıl sonra bağışlandı ve 1898'de Selanik'le Manastır arasında "gezici posta memuru" oldu  Bu görevi  İttihat ve Terakki örgütünün bu dolaylardaki haberleşmesini  güvenlik içinde yapabilmesi amacıyla kabul etmişti  1893 yılında Posta Telgraf Başmüdürlüğü kâtipliğine  1903'te de başkâtipliğine getirildi  1907 yılındaysa  İttihat ve Terakki'nin "İhtilâl Komitası" sivil kadrosunun basında olduğu anlaşılarak  görevinden çıkarıldı ve tutuklandı   1908'de  İttihat ve Terakki'nin önde gelen kişilerinden biri olarak Mehmet Talat  İkinci Meşrutiyet Meclisine  Edirne mebusu seçildi  Önce Meclis Reis Vekilliğine getirildi  1909 Temmuzundan başlayarak sırasıyla Dahiliye Nazırı  Meclis'te İttihat ve Terakki Fırkası Reisi  Posta Telgraf Nazırı ve yine Dahiliye Nazırı oldu   1916 yılında  Sadrazam Sait Halim Paşa'nın istifasıyla onun yerine getirildi  Birinci Dünya Savaşı  Osmanlı İmparatorluğunun yenilmesi ve Mondros Mütareke'sinin imzalanması üzerine  Enver ve Cemal Paşalarla birlikte yurtdışına kaçmak zorunda kaldı   31 Temmuz 1918'de Mondros Mütarekesi uyarınca  Osmanlı İmparatorluğu orduları silahlarını bırakmış  yenilgiyi kabul etmişti  İttihat ve Terakki'nin üç büyükleri  Talat  Enver ve Cemal Paşaların  savaş suçlusu olarak yargılanmaları kesindi  Bu nedenle  üç büyükler yurtdışına kaçmaya karar verdiler  Talat Paşa  yurt dışına çıkmadan önce  yerine getirilen Başvekil İzzet Paşa'ya şu mektubu göndermişti: "Pek muhterem ve mübarek tanıdığım İzzet Paşa Hazretlerine   Memleketin bir müddet ecnebi nüfuz ve tesiri altında kalacağını anladım  Buna rağmen memlekette kalmak ve millet muvacehesinde muhakeme olmak fikrinde idim  Bütün dostlarım bunu atiye talik etmek için ısrar ettiler  Zat-ı fahimtaneleriyle istişare edemedim  Müşkül mevkide kalacağınızdan çok düşündükten sonra sarfı nazar ettim  Bütün hayat-ı siyasiyemde hedefim  memleket namuskârane ve fedakârane hizmet etmek idi  Şahsen buna muvaffak oldum  Bütün servetim  zat-ı şahanenin ihsan ettiği otomobil esmanıyla (değer  kıymet) her ay artırdığım yirmişer liradan müterakim bin altı yüz liralık istikraz-ı dahili bedelinden ve bir de dört arkadaşımla birlikte isticar (kiralamak) ettiğimiz çiftliğin devri icarından hasıl olan paradan ibarettir  Bunun bir kısmını aileme terk ederek bir kısmını yanıma aldım  Bundan başka bir nesneye malik değilim  Millete karşı hesap vermek ve muhakeme olarak tayin edilecek cezayı kemal-i cesaretle çekmek isterim  işte zat-ı fahimanelerine söz veriyorum  Memleketim ecnebi nüfuz ve tesirinden azade kaldığı gün  ilk telgrafınıza itaat edeceğim  Baki kemal-i hürmetle ellerinizden öperim muhterem Paşa Hazretleri   2 Teşrinisani 1334 (2 Kasım 1918) Mehmet Talat" 2 Kasım 1918 cumartesi gecesi  saat 11'e yaklaştığı sırada  karanlıklar arasında iki kişi hızlı hızlı rıhtıma doğru yürüyordu  Bunlardan biri Talat Paşa  öteki de İhsan Namık Bey'di  Rıhtıma yaklaştıklarında üç kişinin daha orada beklediğini gördüler  Talat Paşa  İhsan Bey'e dönerek: "Bir kadınla iki erkek dolaşıyor  bunlar kimdir İhsan?" diye sordu   "Belki de pokerden dönüyorlardır  Paşam    " Bekleyen üç kişiden biri onlara doğru ilerleyince  tanımakta gecikmediler: Bu Enver Paşa'ydı   Eski Harbiye Nazırı Talat Paşa'nın elini sıktıktan sonra: "Tam zamanıdır  motor da neredeyse gelir    " dedi   Gerçekten de az sonra  burnunda cansız bir ışıkla yol alan bir motor Amerikan Koleji yönünden gelerek rıhtıma yanaştı  Enver Paşa  kendisini uğurlamaya gelen kız kardeşini kucakladıktan sonra motora atladı  Onu ötekiler izlediler  Biraz sonra bütün yolcularını alan motor  açıkta kendilerini bekleyen Alman torpitobotuna yanaşıyordu   Talat Paşa Berlin'e yerleşmişti  Anılarını yazıyor  karısıyla birlikte yoksul sayılabilecek bir hayat yaşıyordu  Sık sık karısı Hayriye hanıma: "Beni bir gün sokakta vuracaklar  Alnımdan kanlar akarak yere serileceğim  Yatakta ölmek nasip olmayacak  Ama ziyanı yok  varsın vursunlar  vatan benim ölümümle bir şey kaybetmez  Bir Talat gider  bin Talat gelir!   " derdi  Bir gün ya Ermeni Komitacılarının ya da bir başka düşmanının kurşunlarıyla can vereceğini biliyordu  Özellikle Ermeni Komitacılarının     Ermeniler  1878 Türk-Rus savaşından sonra Doğu illerimizde bağımsız bir devlet kurmak istiyorlardı  Çarlık Rusyası ve İngiltere  Ermenileri sürekli olarak kışkırtıyor  Amerikan misyonerleri de aynı yönde çalışmalar yapıyorlardı  Aya-Stefanos Anlaşması (Yeşilköy'ün eski adı) yapılırken  Avrupa Devletlerinin Berlin Kongresi'ndeki yetkili delegelerine bu amaçla baş vurmuşlar fakat  diplomatik yollardan yaptıkları bu baş vurmanın sonuçsuz kalmasıyla birtakım anarşist örgütler kurarak  sabotaj ve ayaklanma eylemlerine girişmişlerdi  Hınçak ve Taşnak adlı bu gizli örgütler  her eylemlerinde karşılarında Osmanlı Hükümetini buluyor  yabancıların işe karışmasını sağlamak için  "Türkler  Ermenileri kesiyor!   " şeklinde propaganda yaparak  Avrupa'yı birbirine katıyorlardı   Ermeni Komitacılar  Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra  Ermenilerin Doğu illerimizden göç ettirilmelerinde İttihat ve Terakki'nin  dolayısıyla bu örgütün önderleri durumundaki Enver  Talat ve Cemal Paşaların parmağını görüyor  intikam için fırsat kolluyorlardı   15 Mart 1921 günü Talat Paşa  her zamanki gibi erkenden kalkmış saat ona kadar çalıştıktan sonra  eşine dönerek: "Haydi Hayriye  seninle biraz dolaşalım  Hava almış olursun    " demişti   Fakat mutfakta yemek pişirmekte olan karısı: "Ben çıkmayayım  Hem yorgunum  hem de ateşte yemek var  " diye karşılık verdi   Talât Paşa Hardenberg Strasse'deki evinden çıkıp tek başına yürümeye başlamıştı  Daldın ve düşünceli bir şekilde  Kurfüstendam caddesine saptı  Daha birkaç adım atmamıştı ki  arkasından birinin: "Talat Paşa!   Talat Paşa!   " diye bağırdığını duydu  Geriye döndü ve     Rumeli'de başlayan  fırtınalar içinde geçen bir hayat   Kurfüstendam caddesinin kaldırımları üzerinde sona ermişti  Katil Salomon Taleyran  24 yaşında üniversite öğrencisi gözü dönmüş bir Taşnak Komitacısıydı   Alman mahkemesi  kendi toprakları üzerinde işlenen bu cinayetin suçlusuna hiç bir ceza vermeyerek  Taleyran’ı beraat ettirdi  Yıllarca dost bildiği  Birinci Dünya Savaşı'nda kader birliği ettiği Almanya  onun anısına ve kanlı ölüsüne bile saygı göstermemişti   Talat  Paşa'nın cesedi  aradan 22 yıl geçtikten sonra 25 Şubat 1943'te yurda getirilerek Hürriyet-i Ebediye tepesindeki şehitliğe gömülmüştür  Talat Paşa  dostuna söylediği biçimde yurdunun toprağını yiyememiş  ancak bir torba kemik olarak yurt topraklarında sonsuz uykusuna dalmıştır   | 
|   | 
|  | 
|  | Cevap : Suikastler Tarihi |  | 
|  05-06-2009 | #6 | 
| 
GöKKuŞaĞı   |   Cevap : Suikastler TarihiRobert Kennedy Suikastı JFK suikastında komplo olup olmadığı hakkında yüzlerce kitap yazıldı  Kardeşi Senatör Robert Kennedy'nin öldürülmesindeki komplo tek cümlede özetlenebilir: Los Angeles Adli Tıbbı'nın raporu  RFK'nin arkadan açılan yaylım ateşle öldürüldüğünü belirtiyor  Oysa  suikastla suçlanan Sirhan Sirhan'ın Kennedy'nin en az bir buçuk metre önünde olduğunda herkes hemfikir   RFK cinayetine CIA'nın karıştığına ilişkin çok sayıda kanıt bulunuyor  Bir kere  ikinci bir tetikçinin kesinlikle var olduğu açık olmasına karşın  Los Angeles Emniyeti'nin özel görev ekibi  soruşturmayı Sirhan'ın tek katil olduğunu kanıtlayacak şekilde yürüttü  Tanıkların aklı karıştırıldı  kanıtlar yok edildi  mantıken şüpheli olan kişiler sorgulanmadı   Özel görev ekibinin iki üyesinin  CIA'yla uzun süreden beri bağlantısı vardı ve olayın komplo olduğunu ileri süren tanıkların gözünü korkutmakta oldukça gayretliydiler  Tanıklardan herhangi biri  ifadesinde  cinayet yerinden "Onu vurduk" diye bağırarak kaçarken görülen iri puanlı elbise giymiş ünlü kıza geldiğinde  bu ikisi küplere biniyordu  Tanık ifadelerindeki bu kıza ilişkin sözlerin yok edilmesini kesin olarak sağladılar   Üstünkörü sorgulanan bir başka aşikâr şüpheli de  cinayetten önceki günlerde Sirhan'la birlikte görülen Rahip Jerry Owen'di  Owen  JFK suikastına kansan mafya kuryesi Edgar Bradley'yi tanıdığını kabul etti  Dealey Plaza'da yakalanan  fakat herhangi bir suçlama yöneltilmeden serbest bırakılan Bradley'in  JFK davasının önemli isimleriyle bağlantısı olduğu anlaşıldı   Bir de  CIA'nın beyin kontrol deneylerinde yer alan hipnoz uzmanı Dr  William Bryan  Jr  var  Bryan  hipnoza aşırı ölçüde duyarlı Sirhan'ın da aralarında bulunduğu ünlü denekler üzerinde çalıştığını övünerek anlatmaktan hoşlanıyordu  Bryan'ın bir başka ünlü hastası olan "Boston Canavarı" da  anlaşılmaz bir şekilde Sirhan'ın günlüğünde yer alıyordu   Sirhan  günlüğünde RFK'ye ateş ettiğini hatırlamadığını kaydediyor ki  gerçeği söylüyor gibi görünüyor  Görgü tanıkları  cinayet sırasında Sirhan'ın bir tür trans durumunda olduğunu belirtiyorlar   RFK'nin tam arkasında durduğunu ve silahını çektiğini kabul eden koruma görevlisi Thane Cesar'a da çok dikkat çekmek gerekiyor  Cesar'ın hem aşırı sağcı gruplarla  hem mafyayla ve hem de CIA ile bağlantıları vardı   Son olarak  bir zamanlar CIA görevlisi olan Robert Morrow  yazdığı kitapta  İran gizli servisi SAVAK'ın bir ajanının RFK'yi öldürmek için parayla tutulduğunu iddia ediyor      İzmir Suikastı Haziran 1926, İzmir Giritli Motorcu Şevki'nin 15 Haziran 1926 günü İzmir Valiliğine yaptığı bir ihbarla ortaya çıkarılan Mustafa Kemal'e suikast olayının yeni kurulan cumhuriyette bir iktidar savaşı olduğu bellidir  İktidarı elinde bulunduran kadro kendisine rakip olarak gördüğü bir diğer kadroyu tasfiye etmek için bu olayı kullanmıştır  Dolayısıyla bu tuhaf davanın sanıkları durumuna sokulan ünlü şahsiyetlerin, milli mücadelenin önde gelen paşalarının başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir! Sonuçta çoğu İttihatçı olan 18 kişi idam edilirken Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü dışında milli mücadeleyi yürüten askeri liderlerin hemen tümü şaibeli hale getirilmiştir  Hukuksal olarak nasıl bir skandal veya fiyaskonun cereyan ettiği ise olayın üzerinden sekiz ay geçtikten sonra bizzat Mustafa Kemal tarafından itiraf edilecektir   Şevki'nin ihbarı sonucunda 15 Haziran akşamı İzmir'de ve İstanbul'da yapılan tutuklamalarla yakalanan Ziya Hurşit, Çopur Hilmi, Gürcü Yusuf, Laz İsmail gibi kişilerin verdiği ifadelerin yanı sıra yakalanan silahlar ve bazı diğer kanıtlardan Mustafa Kemal'in İzmir'i ziyareti sırasında Kemeraltı'nda bir suikast teşebbüsü olacağı söylenebilir  Ama Enver Paşa'nın adamı olarak bilinen Hacı Sami ve İttihat ve Terakki'nin Teşkilat-ı Mahsusası'nın kurucularından Kuşçubaşı Eşref'den yurtdışında bulunan Çerkez Ethem'e kadar birçok kişiyle bağlantısı olduğu ileri sürülen olayın karanlıkta kalan yanları açığa çıkarılan yanlarından daha fazladır   Tabii bütün bu kargaşa içinde asıl önemli olan tam bir yıl önce, Haziran 1925'te kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nda yer alan paşaların olaya dahil edilmeleri ve tutuklanarak idam talebiyle İstiklal Mahkemesi'nde yargılanmalarıdır  Çok değil, daha birkaç yıl önce gerçekleştirilen milli mücadelenin kahramanları birdenbire cumhurbaşkanına suikast düzenlemeye kalkışacak kadar iktidar hırsından gözleri bir şeyi görmeyen caniler haline gelivereceklerdir! Kasım 1924'de Kazım Karabekir'in başkanlığında kurulan ve Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Cafer Tayyar Eğilmez, Mersinli Cemal Paşa gibi ünlü komutanların da yer aldığı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Haziran 1925'te hükümetin aldığı bir kararla kapatılmıştı  Ama İttihat ve Terakki'nin nasıl bir örgüt olduğunu iyi bilen Mustafa Kemal Paşa açısından bu defter tam anlamıyla kapanmamıştı  İktidar savaşı şu veya bu şekilde devam edecekti  Bu duruma hazırlıklı olmak ve gerektiğinde hiç tereddütsüz ve acımasız bir şekilde hareket etmek zorunluydu  İşte İzmir suikastı davası bu bağlamda bir anlam taşımaktadır   Mustafa Kemal'e yönelik bir suikast hazırlığından haberi olan hükümetin olayı denetimi altında tuttuğu ve suikastçıların içine de kendi adamı olan emekli jandarma yüzbaşısı Sarı Efe Edip'i soktuğu mahkeme sırasında paşalar tarafından ileri sürüldü  Ama üzerine gidilemediği için kanıtlanamadı  Ancak olayın bu çerçevede geliştiğini gösteren çeşitli işaretler vardır   İzmir'de yakalanan tetikçilerin ardından İstanbul'da Bristol Oteli'nde yakalanan Sarı Efe Edip İstanbul Polis Müdürü Ekrem Bey'e verdiği ifadede suikastın, "Terakkiperver Fırkası Umumi Heyeti tarafından kararlaştırıldığını" söyleyince, İzmir'de bulunan Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Ankara'daki Başbakan İsmet Paşa'ya bütün Terakkiperver paşalarının, yani Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Cafer Tayyar Eğilmez, Rüştü Paşa, Mersinli Cemal Paşa'nın tutuklanmasını ve yargılanmak üzere İzmir İstiklal Mahkemesine gönderilmesini isteyecektir  (Rauf Orbay o sırada yurtdışında olduğu için daha sonra gıyabında Ankara'da yargılanacak ve 10 yıl hapis cezasına çarptırılacaktır  ) Ancak İsmet Paşa durumdan çok emin değildir ve ortada ciddi bir kanıt olmadan, hepsi de mebus olan ve milli mücadelenin önderliğini yapmış bu şahsiyetlerin tutuklanmasının bir skandal olacağını düşünmektedir  Nitekim Kazım Karabekir 18 Haziranda tutuklanmış ama Başbakan İsmet Paşa'nın müdahalesiyle hemen serbest bırakılmıştır  İçişleri Bakanı Recep Peker bu durumu bir telgrafla Mustafa Kemal'e ihbar edecek ve bunun üzerine İzmir İstiklal Mahkemesinin Başbakan İsmet Paşa için de tutuklama kararı çıkardığı söylenecektir ama bu da kanıtlanmış değildir  İzmir ve Ankara arasında karşılıklı telgraflarla durum açıklığa kavuşamayıp İsmet Paşa yeterince ikna olmayınca kalkar İzmir'e gider  Orada Mustafa Kemal ve mahkeme heyetiyle yüz yüze yaptığı görüşmeler sonucunda ikna edilecek ve böylece paşaların hepsi tutuklanarak İzmir'e gönderileceklerdir  Elbette bütün ülke ve dünya şaşkın bir şekilde olayı izlemektedir ve sadece bir kişinin, sanık paşaların "hükümet ajanı" olduğunu, örtülü ödenekten para aldığını söyledikleri birinin verdiği saçma bir ifade nedeniyle tutuklanmışlardır  Saçma, çünkü cumhurbaşkanına suikast düzenlenmesi gibi bir eylemin kapatılmış bir partinin "umumi heyeti" tarafından kararlaştırılması aklın alacağı bir iş değildir   Sonuçta İzmir'de Elhamra Sineması salonunda yapılan İstiklal Mahkemesi duruşmalarında celladın ipini boyunlarında hisseden paşalar mümkün olduğunca durumu açıklığa kavuşturmaya çalışırlar  İp boyunlarındadır, çünkü İstiklal Mahkemeleri neredeyse önüne gelene idam cezası vermekle ünlüdür  Bu kadar uydurma bir gerekçeyle tutuklanıp mahkemeye çıkarıldıklarına göre aynı şekilde idam cezasına çarptırılmaları ve hemen infaz edilmeleri işten bile değildir  Mahkeme çok hızlı bir şekilde çalışarak davayı en kısa sürede sonuçlandırmak istemektedir  Gerek Kazım Karabekir, gerekse Ali Fuat Cebesoy, Sarı Efe Edip'in Meclis Başkanı Kazım Paşa'nın yakını olduğunu, hatta Ankara'ya geldiğinde onun evinde kaldığını, bu tertibin içine hükümet tarafından ajan olarak sokulduğunu anlatırlar ve kendilerinin olayla bir ilgilerinin olmadığını belirtirler   13 Temmuzda Kel Ali başkanlığındaki mahkeme kararını açıkladığında verdiği 13 idam cezası arasında tetikçilerin yanı sıra suikastın örgütleyicileri olarak adı geçen İzmit mebusu Şükrü, Rüştü Paşa, Eskişehir mebusu ve Mustafa Kemal'in çocukluk arkadaşı Miralay Arif, Saruhan mebusu Abidin, Sivas mebusu Halis Turgut gibi isimler de vardır, ancak Terakkiperver paşalar beraat etmişlerdir  Mahkeme Terakkiperver Fırka içinde gizli bir örgütün Cumhurbaşkanım öldürerek yönetime el koymak istediği kararına varmıştır, ancak paşaların bununla ilişkisi kurulamamıştır   Sarı Efe Edip de beklemediği idam cezası karşısında şaşıracak ve "Bu kararda benim hizmetim nazara alınmadı" diyecektir ama mahkeme başkanı Kel Ali tarafından "Hizmetiniz elbette nazara alınacaktır" diye susturulacaktır  Ali Fuat Paşa hatıralarında, Sarı Efe Edip'in hükümet ajanı olmasına rağmen idam edilişini "Bu hizmet esnasında yanlış bir hareketine yahut başka bir sebebe bağlıdır" diye yazacaktır   Sonuçta paşalar boyunlarını cellatın ipinden kurtaracaklar ama siyasi hayatları da bitmiş olacaktır  Hukuki olarak ortada ciddi hiçbir şey yoktur, ama beraat etmiş de olsalar Mustafa Kemal'e suikast davasından yargılanmış olmaları siyasette artık bir rol üstlenememeleri için yeterlidir  Nitekim bazıları ancak Mustafa Kemal'in ölümünden sonra tekrar siyasetle ilgilenecekler ve mebus olabileceklerdir  Bu davadan sekiz ay kadar sonra, Mart 1927'de bir akşam Çankaya'daki sofrasında ağırladığı çocukluk arkadaşı Ali Fuat Cebesoy'a Mustafa Kemal itirafta bulunup, şöyle diyecektir: "Paşaları senin hatırın için affettirdim  " Harbiye'den atılmaktan Ali Fuat'ın babası İsmail Paşa sayesinde kurtulan Mustafa Kemal bu sözlerinde herhalde samimidir ama aslında bu sözler aynı zamanda büyük bir fiyaskonun da itirafı değil midir? Mustafa Kemal milli mücadelede omuz omuza savaştığı paşaları affettirmiştir ama onlar Mustafa Kemal'i affetmemiş, hatta Mustafa Kemal'in çağrısına ve çabalarına rağmen bazıları bir daha ölünceye kadar kendisiyle görüşmemiştir     | 
|   | 
|  | 
|  | Cevap : Suikastler Tarihi |  | 
|  05-06-2009 | #7 | 
| 
GöKKuŞaĞı   |   Cevap : Suikastler TarihiHz  Ömer Suikastı Bizans İmparatoru Heraclius (Ermeni asıllı ve Heraclius Hanedanının kurucusu olan I  Heraclius; 610-641 yıllan arasında Bizans imparatorluğu tahtında oturmuştur  ) yüz çizgileri gerilmiş, sinirden titriyor, karşısında süklüm püklüm duran Prens Tomas'a bağırıyordu: "Anlamıyorum Tomas, ne oluyor?   Urfa, İskenderun ve Antakya'yı verdik, fakat bu da yetmedi  Şimdi de Suriye elden gidiyor!   Senden en küçük bir başarı ve karşı koyma haberi yok  Şam kalesi bile düştü düşecek!   Şimdi de sıra Kudüs'e mi geldi?   Bütün bu yenilgilerinizin gerçek nedenlerini anlayamıyorum  " Prens Tomas, üzgünlüğünü belirten bir sesle imparatora şöyle karşılık verdi: "Haklısınız efendimiz    Ama son bir kozum daha var  Eğer izin verirseniz bunu da denemek istiyorum    Belki de bu davranışımı iyi karşılamayacaksınız  Çünkü planımın içinde Kutsal Kitapların da rolü olacak    " İmparator Heraclius: "Söyleyin bakalım Prens Tomas   Oyununuzu ben de merak ettim" dedi   Prens Tomas, savaşta uygulayacağı planını anlatmaya başladı: "Ellerine kutsal kitapları almış rahipleri, askerlerimin önünde yürüteceğim  İslâm kuvvetleriyle hiç cenge çıkmamış ve maneviyatları bozulmamış genç kumandanları da savaşa sürdüreceğim  " İmparator elini Prens Tomas'ın omzuna koydu ve bu savaş planını beğendiğini belirterek: "Güzel    güzel    Sonucunda başarı elde edilebilecek bir düşünce bu  Niçin bunu daha önce uygulama yoluna gitmedin?   Tanrı yardımcın olsun  " Ne var ki, bu gülünç savaş oyunu gerekli sonucu sağlamamış, Hıristiyanlık dünyasının kutsal şehri Kudüs de, her an İslâm ordularının eline düşmek tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı  (Tarihler, Kudüs'ü kuşatan İslâm ordularının komutanı konusunda değişik adlar ileri sürmektedirler  Değişik kaynaklar, Halid bin Velid, Amr Ibnül As, Ubu Ubeyde ve Halid bin Sabit'i Kudüs'ü kuşatan birliklerin başında gösterirler  Bu karışıklığın, Kudüs'ün savaş yapmadan ele geçirilmesinden doğduğu ileri sürülebilir  ) Kudüs halkının tek umudu  Patrik Sofronius'a bağlanmıştı  Onun çevresinde toplanmış, çıkar yolun ne olduğu konusunda kendisinden bilgi istiyorlardı  Sofronius'a: "Muhterem Patrik Hazretleri, biz kutsal dinimizin başkentini vermek istemiyoruz  Bunun için elimizden gelen son çarede birleştik  Bu kutsal kenti teslim etmektense, düşmanla çarpışa çarpışa Kudüs'ü yerle bir eder ve İslâm ordularına bir yıkıntı halinde bırakırız    Sizin bu konudaki düşüncenizi öğrenmek istiyoruz  " dediler  Patrik, kendilerine şu karşılığı verdi: "Ben, sizden çok ayrı düşünmekteyim  Bana bu gücü veren de, elimde Halife'nin kendi eliyle yazdığı ahitnamenin (Anlaşma şartlarını kapsayan belge ya da resmi kâğıt) bulunmasıdır  Bu bana güven veriyor  Halife, bu ahitnamede cana, mala ve ırza dokunmayacağına dair, Tanrı katında yemin etmektedir  Hem de, dini inanışlarımıza ve kiliseye gitmemize engel olmayacağını da bildirmektedir   " Uzun görüşme ve tartışmalar sonunda, Patrik Sofronius'un da etkisiyle, Kudüs halkı şu karara vardı; Halife Hz  Ömer gelirse, şehri ona teslim edeceklerdi   Halife Hz  Ömer, Kudüs'ü teslim almak üzere Medine'den yola çıkmıştı  Develere binmiş bedeviler de arkası sıra geliyorlardı  Geçtikleri yol üzerindeki köy, kasaba ve kent halkları, Halife'ye büyük sevgi gösterilerinde bulunuyorlardı   Yol boyunca karşılamaya çıkanlar, gelecek Halife birliklerinin göz kamaştırıcı ve olağanüstü görünümlerini düşlerken, giyim ve kuşamları birbirine benzeyen iki kişinin, yanlarındaki bir deveyle önlerinden geçtiklerini gördüler  Yoksul görünüşlü bu iki kişi, deveye nöbetleşe binerek yol alıyorlardı   Yol boyunca birikenler, bu yoksul kılıklı iki kişinin kimliklerini öğrendiklerinde, şaşırıp kaldılar  Çünkü bunlardan biri  Hazret-i Ömer bin Hattab, ötekiyse kölesiydi   Kudüs surları görününce, kumandanlarından Ebu Ubeyde, Halife Hz  Ömer'in yanına gelerek: "Ya Ömer-ül Faruk    (Faruk: Arapça, "doğruyu eğriden ayıran" anlamına) Elbiseleriniz biraz eski ve yamalı  Kudüs'e girmek için seçtiğiniz binek hayvanınız da cins değil  Bunları değiştirip, size ve Halife'ye yaraşır elbiseler giyseniz nasıl olur?" Hz  Ömer, bu sözler üzerine kaşlarını çatıp, ağır ağır şu karşılığı verdi: "Bilirsin ki, bizde ad, ün, onur ve mevkiden yana ne varsa, tümü de İslama aittir  Kişiliğimize gelince; ona sadelik daha çok yaraşır!   Elbiselerin kişiye ün ve onur kazandırdığını nerede gördün? Eğer öyle olsaydı; şu karşımızdaki süslu ve gösterişli elbiseler içindeki kumandanlar, çıplak ayaklarımızın karşısında emir kulu bulunmazlardı!   " Kale kapısı açılmış, Kudüs şehrinin içine doğru uzanan anayolda, Hıristiyan dininin ileri gelenleri, başlarında Patrik Sofronius olmak üzere, Hz  Ömer'i karşılamak için sıralanmışlardı   Önde üç atlı ilerliyordu  Ortadakinde sade ve yamalı elbiseler içinde Halife Hz  Ömer, sağ ve solunda kumandanları Halid bin Velid'le Ebu Ubeyde vardı  Onların arkasında da Amr Ibnül As, Şurabil ve Bilâl-i Habeşi geliyordu  En arkada da askerler düzenli sıralar halinde yürüyorlardı     Ömer, bir ara Bilâl-i Habeşi'nin yanına giderek: "Ya Bilâl!   Tanrı'mızın bize lütfuna, ihsanına ölçü yok!  Bu kutsal şehre girdiğimiz şu sıra, namaz vaktidir  Mübarek ezan-ı Muhammedi'yi senden dinlesek nasıl olur?   " Bilâl-i Habeşi, Süleyman mabedinin karşısına düşen yüksek kale burcuna çıktı ve az sonra da, Kudüs'te ilk olarak ezan sesi işitildi     Namaz çağrısı işitilince, Patrik Sofronius cemaati "Bâsübâdelmevt / ölümden sonra diriliş" adlı kiliseye ***ürerek, ibadetlerini burada yapabileceklerini söyledi   Kiliseye giren Halife Hz  Ömer, içerisinin tapınmakta olan Hıristiyanlarla dolu olduğunu görünce, Patrik Sofronius'a dönerek: "Görüyorsunuz ki, biz cemaat halinde namaz kılarsak bunların ibadetine engel olacağız  Sonra, kumandanlarım ve askerlerim kilisenin camiye çevrildiğini sanırlar  Buraya bir cami gözüyle bakarlar  Bu da ahitnamemize aykırı düşer!   Biz namazımızı kilise dışında da kılabiliriz  İlginize teşekkür ederiz    " dedi   Kudüs 637 yılında, böylece Müslümanların eline geçmiş oldu  (Kudüs'ün Müslümanların eline geçtiği tarih konusunda birlik yoktur  Bazı kaynaklar Kudüs'ün Fethini M  S  638 olarak gösterirler  Taberi'ye göre Kudüs 637'de alınmıştır   Aradan yedi yıl geçmişti  644 yılında Hz  Ömer, Medine'de mescitte sabah namazını kıldırıyordu  Tam bu sırada Ebu Lülüe Feyruz adında bir köle, elinde bir hançerle cemaat içine daldı ve Halife Hz  Ömer'i secdedeyken altı yerinden yaralayarak yere serdi  Kaçmasını önlemek isteyen altı kişiyi daha yaralayıp mescitten dışarı çıktı   Dışarıda nöbet beklemekte olan Beni Esed kabilesinden bir cenkçi, Ebu Lülüe Feyruz'un arkasından okunu fırlattı  Ok, suikastçının tam başına saplandı  Zehirli okun girmesiyle de Ebu Lülüe Feyruz olduğu yere yığılıp can verdi    Hz  Ömer'i vuran Ebu Lülüe Feyruz'un dini ve ırkı konusu da karışıktır  Bir söylentiye göre, Halid bin Velid'in Yahudiden dönme kölesiydi  Başka kaynaklar da onu Hıristiyan ya da Zerdüşt dinine bağlı olarak gösterirler  Suikast konusundaki söylentilerden biri şudur: Küfe Valisi Mugayre ibni Sa'be, Ebu Lülüe Feyruz'un kızını kaçırtmış ve bedevi şeyhlerinden birisine armağan etmişti  Ebu Lülüe, bu durumu bildirmek ve kızını geri almak için Hz  Ömer'e baş vurmuş, fakat gereken ilgiyi görmemişti  Bunun üzerine bir sabah namazında onu, daha sonra ölümüne yol açacak biçimde hançerle ağır yaralamıştı  Hazreti Ömer'i hemen evine taşıdılar  Aceleyle bulunan bir cerrah, karnındaki yaraları dikti  Yaraların iyileşmesi için Hz  Ömer'in hiç kıpırdamadan yatması gerekiyordu   Halife Ömer, oğlu Abdullah'ı yanına çağırttı ve ona vasiyetini bildirdi: "Cenaze namazını kılındıktan sonra, Hz  Ayşe'ye (Hz  Muhammet'in üçüncü eşi  ) git, benim Revza-i Mutahhara'ya (Hz  Muhammet'in Medine'deki mezarına verilen ad) gömülmem için izin al!" dedi ve sonra cerraha dönerek: "Şimdi namaz vakti yaklaşıyor, Abdest almaya kalksam ne olur?   " diye sordu  Cerrah büyük bir kaygı ve telâşla karşılık verdi: "Ya Emir-ül Müminin! Sakın böyle bir davranışta bulunmayınız, yerinizden kımıldarsanız, dikişler hemen sökülür, Tanrı korusun büyük felâket olur!" Hz  Ömer gülümseyerek: "Namazımı bırakmaktansa, karnım yarılsın daha iyi  " dedi ve yattığı yerden doğrulmak istedi     Acı bir haykırış duyuldu    Hepsi o kadar     Babasının soğuyan ellerini, avuçlarında ısıtmaya çalışan Abdullah, göz yaşlarını tutamadı  Bir sahabi (Hz  Muhammet'in görüp konuştuğu, yakınları  Çoğulu Sahabe’dir) onu kıyıya çekerek, şu ayet-i kerimeyi söyledi: "İnna Lillâhi ve inna ileyhi raciûn  " | 
|   | 
|  | 
|  | Cevap : Suikastler Tarihi |  | 
|  05-07-2009 | #8 | 
| 
GöKKuŞaĞı   |   Cevap : Suikastler TarihiTarihe Yön Veren Suikast :1 Birinci Dünya Savaşının Başlamasına Sebep Olan Suikast Avusturya-Macaristan orduları, 1914 haziranında Bosna-Hersek bölgesinde manevra yapıyordu  Veliaht Arşidük Franz Ferdinand’ın karısı Hohenberg Düşesiyle birlikte izlediği bu manevralar için, doğrusu zamanın ve yerin iyi seçildiği söylenemezdi   Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından ilhak edilen ve Sırbistan Krallığı dışında kalan Bosna-Hersek bölgesi halkı, Habsburg Hanedanından ve onların yönetiminden nefret ediyorlardı  Yetmiş bin kişilik ordu, manevraları sürdürürken, Veliaht Arşidük Franz Ferdinand, karısı Hohenberg Düşesi'yle birlikte, Bosna-Hersek'in merkezi olan Saraybosna'yı 28 Haziran 1914 günü ziyaret etmeye karar verdi  Bu haber, Bosna-Hersek'te yaşayan halk, özellikle Sırplar arasında kızgınlık ve nefreti daha da artırdı   Çünkü, Bosna-Hersek'te yaşayan Sırplar için 28 Haziran gününün çok büyük bir anlamı vardı  1389 yılının 28 Haziranında yapılan Kosova Meydan Savaşı'nda, Sırplar, Osmanlı ordusuna yenilerek bağımsızlıklarını kaybetmişlerdi  Bu savaşta, kendi kralları Lazar ölmüş, fakat Miloş Kabloviç adlı bir soylu da, Osmanlı Padişahı Murat Hüdâvendigâr'ı hançerleyerek şehit etmişti  Sırplar 1389 yılından beri, her 28 Haziranda, Miloş Kabloviç'in Osmanlı Padişahı I  Murat'ı öldürmesini "Aziz Vitus Günü" adı altında, en büyük bayramları olarak kutluyorlar   27 Haziran günü, şehrin dışında istasyona yakın temiz bir otelde geceyi geçiren Veliaht ve eşi, ertesi gün kalabalık bir otomobil kafilesiyle saat 10'da Saraybosna'ya doğru yola çıkmışlardı  Aziz Vitus bayramı dolayısıyla köy ve kasabalardan gelenlerle, şehirde olağanüstü bir kalabalık vardı  Bu büyük kalabalık karşısında alman güvenlik tedbirleri, hemen hemen yok denecek kadar azdı  Arşidük ve karısı, Saraybosna sokaklarında üstü açık bir araba içinde ilerlerken, yedi suikastçı, ayrı ayrı noktalarda, Arşidük Franz Ferdinand'ı öldürmek için hazır bekliyorlardı   Bu, yaşları 20’yi geçmeyen suikastçılar, Bosna-Hersek'i Sırbistan Krallığına bağlamak ve Avusturya-Macaristan egemenliğine son vermek isteyen "Genç Bosna" örgütünün üyeleriydiler   Habsburg soyluları ve Veliaht Arşidük Ferdinand'ı taşıyan altı otomobillik kafile, Saraybosna sokaklarında boy gösterdiğinde, güvenliği sağlamakla görevli polisler heyecandan ne yapacaklarını şaşırmış durumdaydılar, Suikastçılardan Nedeljko Çabrinoviç, yanında duran polise, büyük bir soğukkanlılık içinde şu soruyu sormuştu: "Arşidük hangi arabada?" Polis, büyük bir saflık içinde, altı arabadan birini Çabrinoviç'e gösterdi  Suikastçı, birkaç saniye sonra, elindeki  bombayı Arşidük'ün bulunduğu otomobile fırlatıyordu  Bomba, Franz Ferdinand'ın arabasının çamurluğuna çarparak sıçramış, arkadan gelen yaverlerin otomobilinin önünde patlamıştı  Yol kıyısına birikmiş kalabalıktan 17, konvoydan da 3 kişinin yaralanmasına sebep olmuş, fakat Veliaht'a bir şey olmamıştı  Yaralananlardan biri, Arşidük Ferdinand'ın emir subayı Üsteğmen Merizzi'ydi   Veliaht, büyük bir tedbirsizlik içinde, emir subayının yanına gitmiş, bir otomobille hastaneye kaldırılıncaya kadar başında beklemişti  Arşidük Franz Ferdinand, bu sırada şehrin Askeri Valisi General Potiorek'e şöyle bağırdığı duyuldu : "Bombalar ne olacak? Yine atılacak mı?" General Potiorek, Veliaht’ın bu azarlamasına verdiği karşılık, tam bir şaşkınlık örneğiydi: "Ekselans, yolunuza gönül rahatlığıyla devam edebilirsiniz  Sorumluluğu ben yükleniyorum  " Bunun üzerine Arşidük otomobiline binmiş ve "Doğru Belediye Dairesine    " emrini vermişti  Belediye dairesinin mermer merdivenlerine yol halıları serilmiş, başındaki sarığıyla müftü efendi bile, Veliaht'ı karşılayıp "hoş geldiniz" demek için karşılayıcılar arasında yer alınıştı  Daha önceden kararlaştırılan ziyafet nedeniyle zengin bir sofra hazırlanmıştı  Fakat Arşidük Ferdinand kızgınlığından yeninde duramıyordu  Yemeğe oturmadan General Potiorek'e, hastaneye gidip emir subayı üsteğmen Merizzi'yi ziyaret etmek istediğini söyledi   Saraybosna Askeri Valisi Potiorek şaşkınlık içindeydi  Veliaht'a: "Arşidük Hazretleri, gerçekten gitmek istiyor musunuz?" diye sordu   "Elbette, elbette  Merizzi'yle konuşmalıyım!  " Veliaht Franz Ferdinand, karısını Belediye Dairesinde bırakarak yalnız başına hastaneye gitmek istiyordu  Fakat Hohenberg Düşes'i, hastaneye kocasıyla birlikte gitmek için direndi  Öndeki iki arabada detektifler ve şehrin ileri gelenleri gidiyorlardı  Veliaht, karısı ve general Potiorek, Çek asıllı bir şoförün kullandığı üçüncü arabadaydı  Tam bir yol ayrımına geldiklerinde Veliaht'ın otomobilini kullanan şoför, direksiyonu sola kırmıştı  Birden General Potiorek'in kızgınlıkla ayağa kalktığı ve şoföre: "Ne oluyor? Dur!   Yanlış yola saptın, doğru yola gir!  " diye bağırdığı duyuldu   Şoför bu uyarı üzerine frene basmış ve otomobili, kalabalık kaldırımın yanında, bir dükkânın önünde durdurmuştu  Suikastçıların ikincisi Gavrilo Princip de orada duruyor, iki kız arkadaşıyla konuşuyordu  Otomobilin önünde durduğunu görünce, kız arkadaşlarından ayrılmış, arabanın basamağına fırlayarak tabancasıyla üç el Veliahta iki el Hohenberg düşesine, bir kurşun da Askeri Vali Potiorek'e sıkmıştı   Keskin bir nişancı olan Gavrilo Princip'in bütün kurşunları yerini bulmuştu, ilk ölen Hohenberg Düşesi oldu  Korsesini delip geçen bir kurşun, sağ böğrüne saplanmıştı  Arşidük Franz Ferdinand, karısından birkaç saniye daha fazla yaşadı  Boynundaki toplar damarı parçalayan ve bel kemiğine saplanan kurşunlarla  Veliaht da karısının yanına cansız olarak serilmişti  Vali'nin  yarası önemsizdi   19 yaşındaki Sırp yurtseveri Gavrilo Princip, jandarma ve polisler tarafından hemen, yakalandı  Hiç kimse o anda, bu suikastın I  Dünya Savaşı'na yol açacağını ve milyonlarca insanın ölümüne sebep olacağını elbette ki düşünemezdi   Veliaht'ın, 1914 yılı 28 Haziranında, saat 11,30'da bıyıkları yeni terlemeye başlayan Gavrilo Princıp adlı öğrenci tarafından öldürülmesi, Viyana'daki savaş taraftarları için bulunmaz bir fırsat oldu  Bunların kışkırtmaları sonucu, 28 Temmuz 1914 sabahı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Sırbistan'a savaş açtı   Önce iki devlet arasında başlayan savaşa, az sonra, hemen hemen bütün ülkeler katılacak ve I  Dünya Savaşı dört yıl boyunca kan ve ölüm saçacaktı   Mahkeme önüne çıkarılan Princip, çekinmeden şunları söyledi: "Veliaht'ı ben vurdum  Çünkü o  Güney Slavlarının birleşmesini önleyen tek kişiydi!   " | 
|   | 
|  | 
|  | Cevap : Suikastler Tarihi |  | 
|  05-08-2009 | #9 | 
| 
GöKKuŞaĞı   |   Cevap : Suikastler TarihiHitler'e Suikast Haziran 1944'te Müttefikler tarafından yapılan Normandiya çıkartması, Almanya'da umutsuzluğu iyice artırmıştı  Fakat Hitler, sonuna kadar direnme niyetini belirtiyor, çok yakın bir zamanda işitilmedik silahların kullanılacağını bildiriyordu  Ona göre bu korkunç silahlar, savaşı derhal Almanya lehine sonuçlandıracaktı  Hitler'in sözünü ettiği "işitilmedik silah" Amerikan ve İngiliz bilginlerinin de üzerinde çalışmakta oldukları atom bombasıydı  Alman bilginleri, atom bombasını gerçekleştirme yansısında geri kalıp, bu korkunç silahı zamanında yetiştiremezlerse, Hitler, Berchtesgaden dolaylarındaki sığınağa çekilerek, kendisiyle birlikte Almanya'yı da uçuruma sürükleyecek delice planlar tasarlıyordu   Almanya'da, daha savaşın başından beri, Hitler'i ortadan kaldırıp ülkelerini felâketten kurtarmaya çalışan sağduyu sahibi kişiler de vardı  Bunlar, Hitler'i öldürerek Müttetiklerle barış yapmayı düşünüyorlardı  Bu amaçla da 1941 yılından beri birkaç suikast girişiminde bulunmuşlar fakat hiç birinde başarı kazanamamışlardı  Amiral Canaris ve Kont Helmuth von Moltke tarafından yönetilen ve aralarında Schacht, Belçika Valisi Von Falkenhausen, Mareşal Rommel, Von Beck, Fransa Valisi Karl Heinrich von Stulpnagel, Von Hassel gibi general ve devlet adamları bulunan bir grup, Hitler'i devirdikten sonra yerine Feldmareşal Vitzleben’i geçirmeyi kararlaştırmıştı  Ne var ki, Gestapo bu komployu haber almış ve Kont Moltke 1944 Ocak ayında tutuklanmıştı  Onun tutuklanması, ötekilerinin çalışmalarını durdurmamış ve 1944 Temmuzunda Hitler'e son ve en önemli suikastı yapmışlardı  Hitler, daha öncekilerden olduğu gibi, bundan da kurtuldu ve suikastı düzenleyenlerin tümünü ortadan kaldırdı  20 Temmuz 1944'te yapılan bu suikaste geçmeden önce, başarısızlıkla sonuçlanan öbür suikastlardan da söz etmek gerekir  4 Ağustos 1941'de Merkez Grubu Ordusu, Borisov'daydı  Bu ordu Feldmareşal Von Bock'un komutası altındaydı  Ordu karargâhı, Hitler'i tutuklayıp mahkeme önüne çıkarmaya kararlı subaylarla doluydu  Bunların başında Orgeneral Von Treckow'la yardımcısı Teğmen Von Schlabrendorff'du  Von Bock, ancak girişim başarıya ulaşırsa yardım vaadinde bulundu   Hitler, Borisov'daki Merkez Grubu Ordusu karargâhına geldiğinde, suikastçılar şaşkınlık ve korkudan hiç bir şey yapamadılar  Kalabalık bir koruyucu çemberi içindeki Hitler'in yanına suikastçılar yanaşamadılar bile   13 Mart 1943'te, Stalingrad'ta Alman ordularının yenilgiye uğramalarından hemen sonra, Hitler'e ikinci bir suikast düzenlendi  Merkez Grubu Ordusu karargâhı o sırada Smolensk'de bulunuyordu  Komutan değişmiş, Von Bock'un yerine Feldmareşal Von Kluge getirilmişti  Tresckow'la Schlabrendorff, aynı teklifi Von Kluge'ye yaptılar ve aynı karşılığı aldılar  Von Kluge, suikast başarıya ulaşırsa yardıma hazır olduğunu söyledi  Hitler'in pek yakında karargâhı ziyaret edeceği biliniyordu  Canaris ve öteki komplocu subaylar, Smolensk'e plastik bombalar ve sigorta tapaları getirdiler  Hitler karargâha geldi ve ayrılmasına yakın suikastçılar hareket geçtiler  Tresckow ve Schlabrendorff iki konyak şişesine bomba yerleştirip Hitler'in maiyet subaylarından Albay Brandt'a vererek, Rastenburg’daki bir arkadaşlarına götürmesini istediler  Brandt, şişeleri yerine ulaştırmak üzere aldı  Bombalar, Hitler'in uçağının havalanışından yarım saat sonra patlayacak şekilde ayarlanmıştı  Suikastçılar, Berlin ve Smolensk'de heyecanla sonucu beklerlerken, Hitler'in uçağının Rastenburg'a sağ salim indiği haberini şaşkınlık içinde öğrendiler   Bunun üzerine teğmen Schlabrendorff, büyük bir soğukkanlılıkla Hitler'in karargâhına giderek, her şeyden habersiz Brandt'dan, içine bomba yerleştirilmiş konyak şişelerini alarak, yerine gerçek konyak şişeleri verdi  Suikastçılar, bombaların patlamayışını Hitler'in uçağının çok yüksekten uçmasına ve bu nedenle tapa sigortasının çalışmamasına yordular   21 Mart 1943'te Hitler'e üçüncü suikast girişiminde bulunuldu  Hitler'i öldürmeyi kafasına koyan Orgeneral Von Tresckow, Führer'in Berlin'de, Unter den Linden'deki Şehitler Anıtı binasında yapılan kahramanları anma törenine katılmasından yararlanmak istedi  Bu sefer Albay Von Gresdorff, kaputunun ceplerine iki bomba yerleştirerek binanın içinde beklemeye başladı  Hitler'in ziyaretinin yarım saat süreceği daha önceden bildirilmişti  Fakat Hitler, binada ancak 8 dakika kaldı ve suikast girişimi de suya düştü   Yine 1943 yılının kasım ayında, Hitler'e dördüncü suikast düzenlendi  Rusya'daki ordu için Hitler yeni kaput modelleri seçmişti  Axel von dem Bussche adındaki genç bir subay, kaputu giyip bir manken gibi Hitler'in karşısına çıkacaktı  Kaputun her cebinde birer bomba bulunacak ve bunları ateşleyerek, kendisiyle birlikte Hitler'i de havaya uçuracaktı  Fakat Hitler, model seçme işini durmadan erteliyordu  Sonunda 30 Kasım günü, Hitler'in kaput modelini seçeceği bildirildi  Bir gün önceden, Bussche'ye kaput ve bombalar verildi  O gece kaput deposu, müttefiklerin bir hava akını sonunda bombalanarak yandı  Böylece, Hitler’in kaput seçme işiyle birlikte, suikast planı da suya düştü   Hitler'in muhalifleri, suikast girişimlerindeki başarısızlıklarına rağmen, yollarından dönmüş değillerdi  Bu sefer de Albay von Stauffenberg'i sahneye çıkardılar  Stauffenberg 1942 yılında, Kuzey Afrika'da bir mayın tarlasına düşerek ağır yaralanmıştı  Patlama sonunda, sağ koluyla sol elinin iki parmağı kopmuş, sol gözü de kör olmuştu  Aylarca hastanede yaşama savaşı verip iyileşince, Hitler'in muhalifleri, bu morali bozuk ve Almanya'nın geleceğinden umudunu kesmiş von Stauffenberg'e çengel atmakta gecikmediler   Stauffenberg'in ilk suikast denemesi 11 Temmuz 1944'te oldu  Albay, Hitler'le bir toplantıya katılmak için Obersalzberg'e gitti  Çantasında patlamaya hazır bir bomba vardı  Fakat, toplantı o gün yapılmadığından, suikast da gerçekleşmedi  15 Temmuz 1944'te Hitler'in karargâhı Doğu Prusya'da Rastenburg'da Goering ve Himmler'in de katılmasıyla bir toplantı yapılıyordu  Stauffenberg de toplantıdaydı  Tam tapa sigortasını çalıştıracağı sırada, Hitler odadan dışarı çağrıldı ve bir daha da geri dönmedi  Führer bir kere daha rastlantı ve şans sonucu ölümden kurtulmuş oluyordu   20 Temmuzda yapılan toplantıda  Kurmay Albay Stauffenberg de bir rapor okuyacaktı  Albay, Mussolini'nin ziyareti dolayısıyla toplantının saat 13 yerine 12,30'da yapılacağını ve görüşmelerin yeraltı salonundan "Misafirler Pavyonu"na alındığını öğrenince canı sıkıldı  Çünkü Misafirler Pavyonu uzun, tahta bir yapıydı  Bombanın patlamasına ince duvarlar ve çatı fazla bir direnme göstermeyeceğinden, etkisi de o ölçüde az olacaktı  Fakat artık ilk adım atılmıştı ve geriye dönmek düşünülemezdi   Albay Stauffenberg, pavyona girmeden önce kapıda kısa bir süre duraklayarak eğildi, çantanın içindeki bombanın mekanizmasını sağlam kalan üç parmağıyla çalıştırdı  Salonda sayıları yirmiyi bulan yüksek rütbeli subay bulunuyordu  Ortadaki masada büyük bir kurmay haritasının üzerine eğilmişlerdi  Hitler, büyük bir dikkatle anlatılanları dinliyordu  Feldmareşal Keitel, bir ara Stauffenberg'in kulağına eğilerek: "Raporunuzu general Heusinger'den sonra okuyacaksınız   Onun için Führer'in yakınında bulunun  " dedi  Stauffenberg elindeki çantayı, masanın altındaki ağır tahta desteğini Hitler'in en yakın tarafına dayadı  Albay Stauffenberg, birkaç ay önce İhtiyat Orduları Başkomutanı General Fromm'un emir subaylığına atandığından, bu çok gizli toplantıya katılma olanağını bulmuştu  Hitler, ihtiyat tümenlerinin Rus saldırısını önleyecek güçte olup olmadıklarını öğrenmek istiyordu  Stauffenberg, raporunda Hitler'e bu konuda bilgi verecekti  Çantayı Hitler'in yanına bıraktıktan sonra, Berlin'le bir telefon konuşması yapmak için Keitel'den izin alarak dışarı çıktı  O sırada General Heusinger, Doğu Cephesi hakkındaki raporunu bitirmek üzereydi  Tam bu sırada, bir yıl önce "konyak" şişelerini taşıyan Albay Brandt, masanın altındaki çantayı gördü  Hitler'i rahatsız edebilir düşüncesiyle çantayı durduğu yerden alıp desteğin öbür yanına dayadı, içinde bomba bulunan çanta, şimdi Hitler'in oldukça uzağına gitmişti   General Heusinger, raporunun son satırlarını okurken, Feldmareşal Keitel yanındaki General Buhle'ye dönerek: "Stauffenberg nerede kaldı?" diye sordu  "Konuşma sırası ona geldi  " Albay Stauffenberg o sırada, Misafirler Pavyonu'nun oldukça uzağında  Teğmen von Haeften'le birlikte zırhlı bir otomobilin içinde, bombanın patlamasını bekliyordu  Saat on ikiyi elli geçerken, Misafirler Pavyonundan korkunç bir patlama duyuldu  Pavyonun çatısı çökmüş, camlar paramparça olmuştu  Barakanın üzerinde siyah bir duman tabakası yükseliyor, yaralıların, ya da can çekişenlerin iniltileri, acı bağırışları duyuluyordu  Albay Stauffenberg ve Teğmen von Haeften, olanları büyük bir soğukkanlılık içinde izliyorlardı  Bir yardım ekibinin pavyona koştuğunu ve sedyeyle bir cesedi dışarıya çıkardıklarını gördüler  Stauffenberg, çıkarılan cesedin Hitler'e ait olduğundan zerre kuşkusu yoktu  Çünkü çantayı Hitler’in ayakları dibine bırakmıştı  Teğmen Haeften'e: "Hitler'in cesedini çıkardılar!   Çabuk gidelim   " diye bağırdı   Stauffenberg olaydan yarım saat kadar sonra, bir uçakla Berlin'e gitti  Milli Savunma Bakanlığında, General Olbricht'in odasında yirmiye yakın subay toplanmış heyecan ve merak içinde sonucu bekliyordu  Saat 15,15'te Stauffenberg, Hitler'in ölüm haberini bekleyen subaylara telefon etti : "Hava alanındayız  Bize bir araba gönderin   Hitler öldü!   " Oysa o sırada Hitler, karargâhın istasyonunda, Mussolini'yle Mareşal Graziani'yi getirecek treni bekliyordu  Ölmemişti  Patlama sırasında saçları kavrulmuş, sağ bacağı yanmış, sağ koluna da hafif bir felç gelmişti  Albay Brandt'la Hitler'in sağındaki iki general ve bir stenocu hemen ölmüşlerdi  Hitler, kendisini yerden kaldırmaya çalışan Keitel'e: "Yeni pantolonum pek de güzeldi, bana bir üniforma getirsinler   )" demişti  Patlamadan üç saat sonra iyice kendine gelmiş, Mussolini'ye havaya uçurulan barakayı göstermişti   General Olbricht, Albay Stauffenberg'den aldığı haberi İç Güvenlik Ordusu Kumandanı General Fromm'a bildirdi  Ancak General Fromm, Hitler'in ölüm haberini kuşkuyla karşıladı  Hitler'in karargâhıyla bağlantı kurmak ve Führer'in kesin olarak ölüp ölmediğini öğrenmek istedi  Az sonra Feldmareşal Keitel telefonda şunları söylüyordu : "Yok efendim, saçma  Bir suikast oldu ama Führer kurtuldu  Şu anda Duçe'yle görüşüyor   " General Olbricht, Keitel'in yalan söylediği inanandaydı  Az sonra Stauffenberg de Milli Savunma Bakanlığına geldi  Albay kesin konuşuyordu : "Konferans salonu yerle bir oldu, uçuşan cesetler gördüm, oradan tek kişinin canlı çıkması mümkün değil   " Ona, Keitel'in telefonda söyledikleri tekrarlanınca: "Onu bilmem, ama Hitler'in öldüğünü gördüm  " dedi  Komplocular, Stauffenberg'in bu sözleri üzerine harekete geçtiler ve Almanya'nın dört bir yanma, işgal altındaki ülkelere telgraf ve telefonlarla durumu bildirip taraftarlarının daha önce hazırlanan planı uygulamasını istediler  General Fromm, Hitler'in öldüğüne inanmamıştı  Stauffenberg’e : "Sizin yapacağınız, şimdi beyninize bir kurşun sıkmak  Çünkü suikast başarıya ulaşmadı  " dedi  General Olbricht'in de tutuklanması gerektiğini ileri sürüyordu  Fakat, Olfbricht'le Stauffenberg onu tutuklayarak, yandaki odaya hapsettiler  Komplocular beş saat süreyle Berlin'i ellerinde tuttular  Akşama doğru, Hitler'in yaşadığı kesin olarak anlaşılınca, ne yapacaklarını bilemez duruma geldiler  Suikastçıların Paris kolu, daha üstün bir başarı gösterdi  Fransa Valisi Karl Heinrich von Stulpnagel, bütün S  S  ve S  D  ’leri (Partisi Casusluk Örgütü) bir Fransız hapishanesine doldurmakta güçlük çekmedi  Daha sonra ordu komutanı von Kluge'ye giderek Nazi Yüksek Komutanlığına karşı gelmesini ve barış için girişimde bulunmasını istedi  General von Kluge ona şunları söyledi "Domuz ölmüş olsaydı, bunu yapardım    " Öte yanda, Berlin'de de Naziler karşı harekete geçmişlerdi  Plan gereğince Propaganda Bakanlığına gidip Goebbels'i tutuklaması gereken Yarbay Remer, orada bir emir alıyordu: "Derhal Goebbels'in emrine giriniz  Führer' in emridir  " Yarbayın duraksadığını gören Goebbels, elinde tuttuğu telefon ahizesini Remer'e uzattı   "Beni tanıdınız mı Yarbay Remer?" "Evet Führer'im tanıdım  " "Yarbay Remer, şimdi emirlerimi iyi dinleyin  Şu andan itibaren Berlin'de duruma siz hâkim olacaksınız, tam yetkilisiniz  Generallere, mareşallere bile emir verebilirsiniz  Karşı duranları acımadan temizleyiniz  Doğrudan doğruya Führer adına hareket edeceksiniz  " Yarbay Remer, Goebbels'i tutuklamak için geldiği Propaganda Bakanlığından, az sonra, kendi arkadaşlarını yakalamak için harekete geçti  Goebbels'i tutuklamaya hazırlanan birliğine şu emri verdi: "Hazır ol!   İstikamet Savunma Bakanlığı!  İleri    " Akşam saat sekize doğru Yarbay Remer'in askerleri Savunma Bakanlığını ele geçirmişlerdi  Çarpışmada ilk vurulan Albay Stauffenberg oldu  Sırtına bir kurşun saplanmıştı  Bu arada Fromm da hapsedildiği odadan çıkmış ve kumandayı yeniden ele almıştı  Alelacele bir Harp Divanı kuruldu  Komplocuların hemen hemen hepsi yakalanmıştı  General von Beck, Fromm'a tabancasının kendisinde bırakılmasını istedi  Fromm: "Peki, işinizi kendi elinizle bitirecekseniz buyrun, ama çabuk olun!  " dedi  Fakat von Beck, beynine yönelttiği namluyla hedefini bulamadı ve hafif yaralı olarak bir koltuğa yığıldı  Harp Divanı, beş dakika sonra kararını General Fromm ağzından şöyle açıklıyordu : "Führer adına karar veren Divan, General Olbricht'i, Kurmay Albay Mertz von Quirnheim'i, Albay Stauffenberg'i ve Teğmen von Hasften'i idama mahkûm etmiştir    " Von Beck, eline verilen ikinci tabancayla da intihar edemeyince, bir başkasının yardımıyla "işi bitirildi  " İdama mahkûm edilenler, hemen oracıkta, Savunma Bakanlığının avlusunda kurşuna dizildiler   Komplocuların Paris'teki lideri von Stulpnagel olaydan sonra intihar etmek istemiş fakat yalnızca gözleri kör olmuştu  Geri kalan sanıklarla birlikte yargılanarak 20 Ağustosta asıldı  Mahkemenin Başkanı ayrı bir âlemdi  Suikastçılara açıkça küfrediyor, polis tarafından kemeri alınan ve sık sık pantolonunu çekiştirmek zorunda kalan, komplocuların Hitler'in yerine devlet şefi olarak düşündükleri Von Vitzleben'e : "Seni ahlâksız ihtiyar seni, neden durmadan pantolonunu karıştırıyorsun!" diye bağırıyordu   Von Stulpnagel, intihar teşebbüsünden sonra hastanede yatarken : "Rommel!  Rommel!   " diye sayıklamıştı   İlk önce kimse, suikast olayında Rommel'in de parmağı olacağına inanamamıştı  Çünkü, suikasttan üç gün önce Mareşal Rommel, 17 Temmuzda Kuzey Fransa'da, otomobiline ateş açan bir İngiliz uçağı tarafından ağır yaralanmıştı  Gestapo soruşturmayı derinleştirince, Mareşal Rommel'in de komplocularla birlik olduğunu ortaya çıkardı  13 Ekim 1944 günü, iyileşmeye yüz tutan Rommel, Herrlingen'deki evinde dinlenirken Feldmareşal Keitel'den bir mektup aldı  Mektupta olaylar özetleniyor ve suçlamalar doğruysa, şerefli bir insanın nasıl davranması gerektiğini Rommel'in bileceği ileri sürülüyordu   Mektubu getiren subaylardan General Burgdorff, Mareşal Rommel'e : "Sayın Mareşalim, gelirken bir kutu zehir getirdim  Ampul halinde   Bunları kullanmak isterseniz, Führer'in cenazenizin askerlik geçmişinize yaraşır ulusal bir tören olarak yapılacağına dair mesajını da size iletmekle görevliyim  " dedi   Rommel, karısı ve çocuklarıyla vedalaştıktan sonra, mareşal üniformasını giymiş olarak General Burgdorff ve General Maisel in yanma döndü  Daha sonra, içinde General Maisel'in de bulunduğu bir otomobil, Rommel'i yakındaki bir koruluğa götürdü  Burada General Maisel, yanına şoförü de alarak Rommel'i otomobilde yalnız bıraktı  Geri döndüklerinde Mareşal Rommel can çekişiyordu  Hastaneye götürülürken de yolda öldü   Yapılan resmi açıklamada, Rommel'in kalp durması sonucu öldüğü bildiriliyordu  Goering, Dönitz ve Jodl gibi Nazi ileri gelenleri bile, Rommel'in gerçek ölüm sebebim bilmiyorlardı   Rommel için parlak bir cenaze töreni düzenlendi  Ulm alanında yapılan törende Führer'in özel temsilcisi olarak konuşan Mareşal Rundstedt  Rommel'der, "Alman Kumandanlarının en büyüklerinden biri olarak tarihe geçtiğini” söyledi | 
|   | 
|  | 
|  |