Felsefe-İlk Ve Son Hayalet :Dil/M.Stirner |
10-24-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Felsefe-İlk Ve Son Hayalet :Dil/M.StirnerMilyon renkli, binbir kokulu gökyüzü çiçeklerinin ortasında, kutsalların yitik parçalarını bulduğum unutulmuş bir kristal kürede uyuduğumu düşlemeye başlamıştım Uyuyor, göz sürülmemiş rüyalar görüyordum, bakir rüyalar Rüyalarımdan birinde, ansızın karanlık bir huzursuzluk giriyor içime, bir damla göz yaşı dudaklarımın çatlaklarına sızıyordu ve bir yolculuğa çıkıyordum Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı, varlığın yoklukla hiç durmadan seviştiği, rüyaların iç içe geçtiği, başı sonu olmayan biçimsiz bir labirentte peynir bulmaya çalışan turuncu benekli farenin peşine takılıyor ve bir daha geri dönmüyordum, kayboluyordum - İnan Türkdoğan (1976 - 2003) Dış dünya tekil bilinç olmaksızın bağımsız bir nesnellik içermiyor Her Tek dünyayla girdiği ilişki kadar dünyayla ilgilidir Yaşayan bir özne olmaksızın gerçek denilen şey düşünme kapsamında olamıyor Özne düşündüğü ölçüde de kendisinin nesnesi olabiliyor Dünya bilincimize yansıdığı ölçüde dünya olabiliyor: Dünya Tek’in bilincidir Olay ancak olayı yaşayana mahsustur, olay yaşayan için olay vardır İç dünya hissedildiği ölçüde Tek’e yakın ve uzaktır, büyük ve küçüktür, soğuk ve sıcaktır, yüzeysel ve derindir; acı ile hazzın birer olay olarak dışa yansıması tekildir Her Tek’in acısı ve hazzı bir diğer Tek’inkinden her zaman ve her koşul altında ayrıdır Dolayısıyla genel bir dünya inşa etmek sorunludur Ancak (en azından) iki tür dil ile iç ve dış dünyayı anlamak olasıdır: Genel bir dil olarak mantık önem kazanırken, öznel algılama ve duyumsama olarak da ayrı bir dil (genel anlamıyla sanat) öne çıkar Nesneyi kavramla anlamayı amaçlayan realistler, neticede herşeyde insan nitelikleri tasarlarlar Bu tasarım ilkel insanlarda başlar Cansızlar canlı olarak tasarlanırlar Daha sonra mitolojilerde özellikle Yunan mitolojisinde bu ilkel yaklaşım yaşamıştır Bilindiği gibi Yunan mitolojisinde Tanrılar insan niteliklerine sahiptir Ve onlar canlılar haline getirilmişlerdir Adına insanbiçimcilik denilen bu öğreti klasik ve modern felsefede de önem kazanır Aslında bütün dinler ve ideolojiler bu öğretiğe dayanırlar Filozoflar genel olarak önce evrene bir amaç yüklerler sonra bu amacı gerçekleştirmeye çalışırlar Kaldıki onlara göre insanın kendisi bir amaçtır Kant’ın “insan eğitilmesi gereken tek canlıdır” tümcesi insanın eğitilerek insan olacağı kanısını içerir Bu eğitim önceden tasarlanır, Kant bunun resmini de çizmiştir Dünya işte böyle bir tasarımdır İdeolojilerin paylaşamadıkları dünya tasarlanan bir hayalet gibidir hatta hayalettir İlkel insanlar cansızları canlı tasarladıkları gibi eski Yunanlılar da Tanrıları insan nitelikli canlılar olarak tasarladılar Kavramları tasarlamak onlara can vermektir –işte (Kimi zamanlarda da bu can için can verilir) Özne ve nesne burada bir araya gelip aynılaşırlar Henrik Ibsen Hayaletler adlı oyununda insan tasarımları üzerine geniş yer verir Bu oyunda insanlar tasarladıkları düşünceleri, tasarılaştırdıkları tasarımlarını gerçekleştirmek uğruna mutsuzluk içinde yaşamlarını sona erdirirler Diğer taraftan Ben’i tek gerçek ve dışındaki diğer tasararımları hiçe sayan solipsist öğreti mantıksal açıdan çürütülemiyor, çürütülemez, diğer taraftan ama delicedir, çünkü deliliği kanıtlamak için bile mantık yetersiz kalır Stirner ve Nietzsche böyle bir çıkmaz sokakta karşılaşırlar –işte Ve Camus’nün dediği gibi Nietzsche bu durumda duvarlara saldırır, Stirner’se kendi kahkahalarında boğulur Yukarıdaki kavramlarımızla ifade edecek olursak Nietzsche sanatı seçer Stirner’se mantıkla birlikte biter Acı bir totolojik nefes alarak susar ve Biricik kavramını mantıkla kavramsızlaştırır Ona verdiği canı geri alır Doğrudan algısal bilinç içeren tasarım ile yarıyarıya duygusal ve yarıyarıya algısal bilinç içeren sanat birer dil biçimleri olup evreni anlamaya yönelirler Dil ne kadar az ideolojik olursa o kadar çok zenginleşir, ne kadar çok zenginleşirse o kadar çok karmaşıklaşır Ne kadar çok karmaşıklaşırsa dil-konuşan (dilci) o kadar çok yaratıcalaşır Çünkü her karmaşa yeni bir soru üretir, her yeni bir soru yine yeni bir soru üretir Ve evrenin sorusu soru olarak devam edecektir İnsanların konuştukları her dil usa dayanmadan ve rasyonel olmadan geliştirilmiştir Son aşamada yapay katılımla “doğal” gelişen dil genel olarak hâlâ “gelişme” sürecindedir Bir ulus (halk, klan, ekol) konuştuğu dilden ibarettir Ötesi yok bunun Bu iddiayı kanıtlamaya çalışmak bile sadece düşünce kaybı olur Bir ulus son aşamada ancak bir anadil ya da babadil geliştirebilmiş ve insanlarını bu çatı altında toplamıştır Ya da insanlar kendilerini bu çatı altında bir araya getirmişlerdir Anadil denilen bu standart iletişim biçimi bir standart düşünme biçimine de kaynak olmuştur Banal politik entrikalardan en karmaşık edebiyat eserlerine kadar bu standartlık kendisini koruyabilmiştir Standart dil ile birlikte onu konuşan insanı ve onun soyunu ateşe vermek isteyen batılı düşünür Stirner’dir Nietzsche yapıcı bir nihilizm ateşiyle dilin standartlığını yok etmeye çalıştı, bunu cüzi miktarda da başardı Stirner’se yıkıcı nihilizmiyle dilin despotluğunu ateşe verdi Stirner’e göre politikacılar, devlet adamları, yöneticiler, krallar vesaire yeterince despot olamadılar, asıl ve aslında tek despot var, o da: Dil “Hazmet kutsal ekmeği ve kurtul!” Dahası yok! Bu aslında son sözdür Bu son sözdür Son söz söylenmiştir Son söz Dil felsefesinin ustası Mauthner bu cümleyi tercüme eder: “Hazmet logosu ve yut sözcüğü” Bu tümceyi hazmettikten sonra konuşmak ve yazmak kadar daha anlamsız birşey olamaz Vesaire ve vesaire Ancak kendime karşı daha fazla acımasız olmamak için derim ki, yine de: Meselesini Hiç’e bırakmayan biri olarak bu yazıyı bu noktadan sonra da devam ettirebilirim- Alçakgönüllü Mauthner, Stirner’in o “monoman gücüne sahip olmadığını”, çünkü bir şüphecinin güçsüzlüğüyle yetindiğini beyan ederek insanların bilgi aracı ol(a)mayan dilden arınmalarını öğretiyorum, der Ve dilin erkinden nasıl kurtulacağını bilemediğini de acıyla ekler Mauthner’in alçakgönüllüğüne sevgiyle bakarak kendimi çağırıyorum bir an: Eskisi ve yenisi, çirkini ve güzeli, her sözcük bir efendi olup konuşanlarını birer birer köleleştirir Mauthner‘in gül kokan heceleri, Nietzsche’nin yaralayan ve yaralanan dinamit eserleri, Stirner’in kendi nefesinde boğulan katı tümceleri, Rimbaud’nun cehennem kokan şiirleri, sözcükleşen her düşünce ve sözcükleşen her duygu bu efendinin acımasız pençesindedir Antonin Artaud sokağın ortasında her iki elini sırtına götürüp parmaklarını birleştirmeye çalışırken bu acımasız efendiyi anımsatır - işte ve şöyle seslenir: Bana miras kalan sözcükleri, kendimi ifade etmek için kullanmıyorum ve bıkıp usandığım bu illeti yakamdan atmaya da çalışmıyorum Peki neden konuşuyorum öyleyse? Çünkü ben sözcükleri kullanmıyorum, gerçekte susmaktan başka birşey yapmıyorum ve dayak atıyorum Gerçek şudur ki, ben ne konuşurum ne de herhangi birşey yaparım, ne sözcükleri kullanırım ne de harfleri Ben bir sürrealist idim, bu bir gerçektir Ancak menifestolar yazdıysam bir sürrealist olamamışımdır Diğer taraftan bir papaza, Dalai-Lama’ya, polislere, şairlere, yazarlara, bir erkeğe, bir eğitimciğe, bir devrimciğe, bir anarşiste, bir yogiye küfür etmek için yazmışsam, tamamdır (Çeviri: HİT) Hem Gerçeğim Hem Düşsel Hem Düşünselim Hem Düşüşsel Genel olamayan bir gerçek bilimsel olma kapsamı dışında kalır Bilime göre bireysellik ve yanlış aynı şeylerdir, her bireysellik doğru olmayandır Genel olan doğrudur, tekil olan yanlıştır Tekil insanın deneyimi anlamsızdır – kendi başına ve yalnız olduğu sürece Tekil olaylar açıklanamaz gerçeklerdir – açıklanamaz oldukları için gerçek değillerdir Ona göre genel Varlık gerçektir, tekil Varlık yoktur, Tek yok Tek, yok Dil dokunduğu herşeyi kaçınılmaz olarak yabancılaştırır Karşımdaki nesneye nesne dememle o nesne kendi gerçeğini yitirir, kendisi olmaktan çıkar, sadece adlandırdığım, ad verdiğim nesne olur Sözcüğü kullanmamla birlikte her nesne ve her duygu kendi asıl yerini adlandırdığım nesneye bırakır Nesne ve duygu dilin egemenliğine girer Doğa yabancılıktır – işte Dil bir mahkeme, evrensel bir devlet ve bir cumhuriyettir, Anadilci bir yasama görevlisi ve Bir yasama memurudur Her sözcük bir kaldırım taşıdır, Biricik’in ayakları altında |
Felsefe-İlk Ve Son Hayalet :Dil/M.Stirner |
10-24-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Felsefe-İlk Ve Son Hayalet :Dil/M.StirnerDil ne araçsaldır ne iletişimsel ne de bilgisel,Egemenliktir, dilBiricik, anadilinden bir başka dil çıkartandırAnadilci, anadilinde boğulandırDilci dildedir,Biricik dilsizdir Despoti yalnızca dil ve dillenmekle (konuşmakla) varolabiliyor Alışkanlıklar, gelenekler, atasözleri, deyimler, adalet, hak, sanat, kült, ilişki, iletişim yalnızca dil ve dillenmekle varolabiliyor Dilden başka daha güçlü bir otorite henüz yeryüzüne doğmadı Dil, dil oluşuyla mantığı, usu, dünya görüşünü oluşturur Dilde olmayan dünyada yoktur Dil dünya – dır Bu çekilmez bir yaşam Ve eğer dil bireysel bir yaşam olsaydı, o zaman yaşam daha da çekilmez olurdu Ama Tek, anadilinde bir yabancı olabiliyorsa, anadilinde bir yabancı olarak yazabiliyorsa (ve dillenebiliyorsa) o zaman ve ancak o zaman bir değişim kaydedilebilinir Tek, Biricik’i bir ütopyadan yeryüzüne bununla indirebilir, bireyselleşmeden Tek, Biricik, Birey Biricik, yok Tek, kişi olabilendir Birey, kahrolası sosyolijiktir, toplumsaldır, toplumla vardır (Birer karşıt olan bu çeşitlemeler üzerine Dil ve Tahakküm isimli metinlerimde yazdım) Us bedenin bir parçası ve bir organ olmadığı gibi somut bir nesne de değil Ancak us var, hem de dünyada, hatta dünya ussuz olamazdı Düşünmek dildir Nesne sert, sabit, katıdır Realistlerin de sabit olmalarına şaşırmıyorum Ama hayır, us en büyük organ, organların organı, beynimizde, yüreğimizde, kemiklerimizde, kanımızda mevcuttur Nesne ve dil yan yana dururlar Nesne kendi gerçeğiyle değişime uğrarken dil nesneden bağımsız olarak değişir Sözcükler realitenin yerini alır ve realiteler düşünceden kovulur, dolayısıyla realite yoktur – işte Nesne ölür, sözcük devam eder - işte Düne kadar anlamsızlığı anlamak isterdim,Anlam kazanılamayacağını bile bile,Gilgameş’in olanaksız arayışını, anlamsız çabasınıanlayıncaya kadarVeAnlamsızlığın bittiği yere kadar VeÖlümü görünce VeÖlünce Genel kavramlar mantıksal bir düzenleme için faydalıolabilirler, kavram ve sözcükler kendi mantıksal boyutlarında işlev görürler Bunun ötesiniirdelemek olanaksızlığa götürür Varlık olanaksızlıktırOlanaksızı istemek, anlanamayacağı anlamaya uğraşmakDilin bittiği yerde başlar Ve Felsefe işte dilin bittiği yerde anlam kazanır,Ölümün başladığı yerde yaşamın anlam kazandığı gibi - Yaşamın başladığı yerde ölümün anlam kazandığı gibi Buna göre ancak dizginsiz olan, realiteye gerçek olarak yansır –bu tekil realitedir Dil yaşamı asla kapsayamaz, her dilsel düzenleme mimari bir kurgudur Kurgular ve nesneler biribirleriyle özdeşleşmedikleri gibi, biribirlerinden kopuk yaşarlar Her nesne kendi realite ve gerçegini içinde barındırır Dil nesneyi değil, ancak kendisini değiştirir Bir realist sözcük-realistidir, sözcük gerçekçisidir Evrensel realite,evrensel gerçek, evrensel insan, evrensel mantık onun özel saplantısıdır Çünkü hiç bir us düşüncenin genel kriterlerine temel olamaz – her us zaten düşünce ve eylem biçimidir UsVarlık’ı değil, kendisini ifade edebilir ancak Varlık kendi gerçeğini arayan koskocaman bir Hiç’tir – dolu dolu Ey dillenme dilencisi! Varlık’ına geri dön, Geri dön geldiğin yere, Göreceksin suçun ve cezanın yaşamadığı Varlık bahçesini, Yeniden yaratacaksın arı Hiçlik’ini Konuşulur mu - dans edildikçe? Yaşanır mı anarşi - dillendikçe? Dansa soyunmak üzere son elbisemi çıkarırım,DillenmedikçeAnarşi nedir? Bu soruya en kötü yanıtı anarşistler verir!İşteMauthner’in dostluğuna sığınarak sözcükleştirdiğim akıl yürütmemi şu zavallı sözcüklerle bitiriyorum: Ölümün yokluk olamayacağını bilen bir yersizyurtsuz olarak Varlık ile Hiçlik’in daima biribirleriyle seviştiğini duyumsuyor ve gidiyorum Sen beynimin ürettiği bir saplantısın, ey dünya Düşünmek lüksüm değil, düşselligimdir,Düşünmek lüksüm değil, düşmüşlüğümdür – işte Öte-si: Beyaz kar taneciklerindeki sıcaklığı hissedebiliyor musun? MStirner |
|