Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Kültür - San'at & Eğitim > Kültür-Sanat > Makaleler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
felsefeyeryüzünde, hançerlioğlu, insan or orhan

Felsefe-Yeryüzünde Bir İnsan/Orhan Hançerlioğlu

Eski 10-24-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe-Yeryüzünde Bir İnsan/Orhan Hançerlioğlu




Taşlardan, topraklardan, madenlerden; bitkilerden, hayvanlardan insana kadar gelen bu süreç, ne türlü bir süreçtir? Bu akıl durdurucu görünümün altında yatan nedir?

Şimdi artık bu çok yalın doğa yasasını açık seçik biliyoruz Milyonlarca yıl süren bu dramatik serüvenin altında yatan, doğanın evrensel evrim yasası’dır Ama bu yasayı bilimsel olarak açıklayabilmek için Charles Darwin (1809- 1882) gibi bir bilgin gerekiyordu

Öküze, korunması için, boynuz verilmiş Ya mürekkepbalığı korunmayacak mı? Onun da boyası var Mürekkepbalığı öylesine boyar ki suyu, saldıranlar ne etseler onu bulamazlar Boynuzsuz, boyasız tavşan da çevik bacaklarına güvenir Kuşlar kanatlanıp uçarak kendilerini kurtarırlar Ya boynuzsuz, boyasız, kanatsız, hantal bacaklı insan? Onu da usu (aklı) koruyacak İyi ama neden kimine boynuz, kimine boya, kimine çevik bacak, kimine kanat, kimine us? Örneğin bütün varlıklar boynuzlu olamazlar mıydı?

Bu soruya Darwin’den çok önce Fransız bilgini Jean Lamarck (1744-1829) karşılık vermişti:

Hayır, olamazlardı Çünkü her varlık; içinde varlaştığı özdeksel koşullara göre oluşuyordu
Ne türlü koşullar içindeyse o türlü olmak zorundaydı Kuşu varlaştıran koşullar çevik bacakları gerektirmediği gibi öküzü varlaştıran koşullar da usu gerektirmiyordu Gereksinme (ihtiyaç) organ yaratmaktaydı Buna karşı, artık gereksenmeyen organlar da köreliyor ve ortadan kalkıyorlardı Ortamın zorlamasıyla meydana gelen özellikler kalıtımla kuşaklardan kuşaklara geçiyor, geçerken daha da gelişiyorlardı Örneğin zürafa, önceleri otla beslendiği için normal boyunlu ve normal bacaklı bir hayvandı Yaşadığı çevre çölleşince başka bir çevreye geçerek yiyeceğini yüksek dallardan sağlamak zorunda kalmıştı O yüksek dallara erişebilmek için de zorunlu olarak bacakları ve boynu uzamıştı

Ne var ki bu karşılık açıklamaya yetmiyordu Daha başka ve haklı soruları da karşılayabilmek gerekiyordu Çevresel koşulların etkisiyle varlaşan özellikler nasıl oluyor da kuşaklardan kuşaklara geçebiliyordu? Ortam adı verilen bilinçsiz bir güç bu kadar düzenli ürünler meydana getirebilir miydi?

Darwin’in büyük önemi, bu soruları bilimsel olarak karşılamasındadır Darwin bu alana bol sayıda bilimsel kanıtlar getiriyor Kendinden önce bu alanda çalışan Lamarck, Diderot, Robinet, Charles de Bonnet vb gibi evrimcilerin kuramsal varsayımlarını düzeltiyor ve bilimsel olarak doğruluyor Özellikle Lamarck’ın soyaçekim ve çevreye uyma varsayımlarını yepyeni doğal ayıklama ve yaşama savaşı bulgularıyla güçlendiriyor

Darwin’e göre yaşam kasırgası içinde ancak yaşama gücü olanlar canlı kalırlar ve türlerini sürdürürler Bu, bir doğal ayıklanma ya da doğal seçme (selection naturelle)’dir Yaşama savaşında ayakta kalanlar belli özellikler gösterenlerdir Bu özellikler, soyaçekimle yeni kuşaklara geçmektedir, hem de daha gelişerek Bitki ve hayvan yetiştirenler kuraldışı (müstesna) özellikler gösterenleri birbirlerine aşılaya aşılaya yeni türler elde ederler İnsanların bile yapabildiği bu aşılamayı doğa daha kolaylıkla ve doğal olarak yapmaktadır

Gerçekten de, bu seçim, doğumdan önce başlamaktadır
Cinsi yaşatan, sürdüren en güçlülerdir (Dr Fritz Kahn, İnsan ve Hayat, s 38)

Antropoloji bilgini Sir Arthur Keith şöyle diyor: Darwinisme’i maymundan hemen insana geçivermiş bir evrim zinciri olarak anlamak yanlıştır Büyük insan familyasının çeşitli gruplara ve bu grupların da çeşitli türlere ayrıldığı bir eski dünya düşünün Bugün maymunlar nasıl büyüklü küçüklü çeşitli gruplar halinde görünüyorlarsa, o eski dünyanın insanları da öyle görünmekteydiler İşte bu çeşitli türler girdabı içinde bir tür, yaşama kavgasından artakalarak bugünkü insan türünü meydana getirmiştir (A Keith, İnsanlığın Eskiliğine Dair)

Antropoloji alanındaki son bulgular günümüzden 400 milyon yıl önceki Silür döneminde deniz hayvanlarının yaşadığını,
300 milyon yıl önceki Karbon döneminde kara bitkilerinin belirdiğini,
150 milyon yıl önceki Jura döneminde dinozorlarla sürüngenlerin göründüğünü,
60 milyon yıl önceki Eosen döneminde de maymun ve ilerde insanlaşması muhtemel primatların çoğaldığını meydana koymuştur
Bu çağlardan kalma fosil kalıntıları, günümüzden 35 milyon yıl önceki Oligosen döneminde yaşamış olan Dryopithecus Africanus adı verilen maymun türüyse, günümüzden 25 milyon yıl önceki Miosen döneminde yaşamıştı Bu çağda bulunan Ramapitehecus punjabicus ve Kenyapithecus Africanus’ün insan türünü meydana getirecek olan ilk insanımsılar (Latince: Hominidae) oldukları sanılmaktadır

12 milyon yıl önceki Pliosen döneminden hiçbir fosil bulunamamışsa da 3 milyon yıl önceki Pleistosen döneminden ilk insanlaşan maymun grubu olduğu sanılan Australopithecus fosilleri bulunmuştur Çünkü, bunlara gelinceye dek bütün maymun grupları çoğunlukla ağaçlarda yaşarken bu grubun yerde yaşadığı saptanmıştır Bu maymun-insan fosillerinin ilki 1924 yılında Rodezya’da bulunmuştu Daha sonra bu türden düzinelerle fosil meydana çıkarılmıştır
Bu fosillerle birlikte bunlarca yapıldığı sanılan yontulmuş çakıl taşları da bulunmuştur
Pleistosen döneminin üçüncü buz çağından önce insan tüzünün geniş ölçüde yayıldığı sanılmaktadır Neandertal adamı bu ilk insanlardan biridir ve Homo sapiens Neanderthalensis adıyla anılmaktadır
Bu dönemin dördüncü buz çağı Neandertal adamını hemen tümüyle yok etmiştir
Ama, bu çağ sona ermeden Homo sapiens sapiens adı verilen gerçek insanlar dünya üstünde görünmüşlerdir Sürüp gitmekte olan soyumuzun ataları bunlardır Bu insanlar çeşitli ırklar halinde var olmuşlardır Bu ırkların ilki de Cro-Magnon ırkıdır
Yaşambilimsel evrimden insansal tarihe geçiş emek’le başlamıştır İnsansal emeği hayvansal çaba’dan ayıran, bu emeğin bilinç’li oluşudur
Emek ve bilinç, birbirlerinin koşulu olarak, insana özgü bir diyalektik ikileşme’dir

Yüksek hayvan türlerinde beliren zeka ve onunla sınırlı olarak gelişmiş bulunan çaba, evrim sonucunda insansal bilinç ve bilinçli emeğe dönüşmüştür Bu gelişme, pek uzun bir evrimin ürünüdür Hayvansal zeka ve çaba, sadece doğadan yararlanmak’la kalmış, doğayı yararına uygun olarak değiştirip, ona egemen olmak’la insanlaşmıştır
İnsan, kendisini meydana getiren doğasal koşulları aşmakla varlaşmıştır ve bundan ötürüdür ki, artık o, doğasal koşullara indirgenemez Bilinç ve eyleminin birbirlerini karşılıklı olarak etkilemesiyle gerçekleşen uzun bir evrim sonunda alet yapmış ve hayvandan farklı olarak kendi kendini üretmiş’tir Hayvan, tek başına bir varlık olduğu halde, insan ancak toplumsal bir varlık’tır: "İnsan, toplumsal ilişkilerinin toplamıdır"

Ama gene de karşılanması gereken bir soru var: İnsan nedir? Madenler, bitkiler ve hayvanlar arasında böylesine başkalaşmak (insanlaşmak) neden?

Hollandalı anatom Louis Bolk’a göre, bu başkalaşmanın nedeni, bireysel gelişmedeki gecikmedir (Retardation kuramı)
İnsana özgü nitelikler, bu gecikmenin sonucudurlar Hayvan doğduktan birkaç gün, ya da birkaç hafta sonra yürür, insan ancak bir yıl sonra yürümeye başlar Hayvanın büyümesi birkaç gün ya da birkaç yılda biter, insanın büyümesi on dokuz yıl sürer Üretme yeteneği hayvanda birkaç ay ya da birkaç yılda, insanda on beş yılda başlar Hayvanlar tüylü doğarlar, insan on beş yıl sonra tüylenir Daha pek çok alanlarda da görüleceği gibi insan, pek uzun yıllar, doğuş sırasındaki durumunda (embrional durum) kalır
Bu gecikme, sonunda insanın kılsızlığında görüldüğü gibi büsbütün yok olmaya varacak olan (elimination) bir organ gerilemesini, güçsüzlüğünü doğurur Her hayvan çevresine uyar, insansa bu güçsüzlüğünden ötürü çevresine uyamaz Bu yüzden de yaşayabilmek için çevresini kendisine uydurmak zorundadır Tükenip yok olmamasını da gene bu gecikmeye borçludur
Profesör Bolk’a göre, gelişmenin gecikmesi, bir iç engelleme yüzündendir Bu engellemeyi de iç guddelerin ürünleri olan hormonlar sağlamaktadır İnsan vücudunda engelleyici hormonların çoğalması, beynin büyümesiyle bağlantılıdır Zekanınsa, beynin bedene göre büyüklüğüyle arttığını biliyoruz Şu halde, denilebilir ki, insanın gücü güçsüzlüğündedir İnsan çevresine uyamayacak kadar güçsüzleştiğinden, çevresini kendisine uydurabilmek için akıllanmak zorunda kalmıştır

Beyni büyümüş, zekası artmıştır Maymun, soğuğa karşı, kıllanarak yaşar İnsan kıllanamayınca, maymunun derisini yüzüp kendi sırtına geçirerek yaşar Bu yüzdendir ki, dağ hayvanı dağda, ova hayvanı ovada, deniz hayvanı denizde, sıcak hava hayvanı sıcakta, soğuk hava hayvanı soğukta yaşayabildiği halde insan, dünyanın her köşesinde yaşamaktadır



Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefe-Yeryüzünde Bir İnsan/Orhan Hançerlioğlu

Eski 10-24-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe-Yeryüzünde Bir İnsan/Orhan Hançerlioğlu




İsviçreli zoolog Portmann da, insangillerin (hominid) başkalaşmasını erken doğumlarına bağlamaktadır Bu erken doğuş, kuşaklar boyunca, olağanlaşmıştır İnsan, doğduktan sonra daha bir yıl ana rahmindeki gibidir, hızlı bir büyüme içindedir Bir yıl sonra bu büyüme yavaşlar Maymungiller (anthropoid) yetişme çağına eriştikleri zaman insangiller henüz erginleşmeye başlamışlardır İnsanın erken doğuşundan ileri gelen bu gecikme, ömrü boyunca sürmektedir Bu gecikme, insan yavrusunun uzun yıllar ana babasınca beslenmesini gerektirir Evlilik kurumunun biyolojik temeli budur Güçsüzlüğün nedeni olan erken doğum, güçsüzlüğün gereği olan beyni zorlamıştır Portmann’a göre insan, insanlığını erken doğuşuna borçludur Görüldüğü gibi, Adolf Portmann’la Louis Bolk, bu konuda birbirlerini tamamlamaktadırlar
Alman antropologu Profesör Arnold Gehlen, ortak bir atadan gelmiş oldukları halde, insanla hayvan arasında bir nitelik (mahiyet) ayrımı bulunduğu kanısındadır İnsanda bir hayvanlık vardır ama, insan denilen varlık, bu hayvanlığın sınırını aştıktan sonra başlar (A Gehlen, Der Mensch, Seine Natur and Seine Stellung in der Welt, 1940)

Hayvanın her organı; bir çevreye uymadır İnsanın hiçbir organı, çevreye uyma değildir Hayvanın herhangi bir organını ele alarak onun yaşadığı çevreyi, yediği şeyleri, karşılaştığı düşmanları ortaya koyabiliriz Devekuşu step için, şempanze orman için yapılmıştır Buna karşı insanın, doğanın hiçbir koşuluna uygun gelen hiçbir organı yoktur Buz çağı hayvanlarının hepsi tüylüdür Buz çağı insanı tüylü değildir İnsan, yaşamasını, hayvan gibi çevreye uymasına değil, kendine özgü bir özellikle çevreyi kendisine uydurmasına borçludur İşte insan demek, bu özellik demektir Hayvanlık alanında çevreye göre organların özelleşmesi kavramı (specialisation), insanlık alanında çevrenin özelleştirilmesiyle elde edilmiştir Hayvan, doğa karşısında tam ve uygun, insansa eksik ve doğaya karşıt bir varlıktır Hayvanın bütün davranışları doğanın isteğine göre düzenlenmiştir, insanın bütün davranışlarıysa doğaya karşıdır İnsan varlığı, dik yürüme ve bunun ardından beynin büyümesi ve zekanın ortaya çıkmasıyla başlar Dik yürüme, insanın ellerini serbest kılmıştır Ayaklık etmekten kurtulan eller boş kalınca, zekanın güdümüyle, aletleri işlemeye ve kullanmaya başlamıştır Hayvan, organlarının özelleşmesi yüzünden çevresine bağlıdır İnsansa, organlarının özelleşmemesi yüzünden çevresine karşı özgürdür İnsan, özgürlüğünü, beyin-el diyalektiğine borçludur Bu yüzdendir ki, hayvan uygunsuz koşullar içinde türünü yok ettiği halde, insan her çeşit koşullar içinde türünü sürdürmektedir Beyin ve el, insanı bütün özel durumlar karşısında özgür kılmıştır İnsan bu çevre, koşullarını değiştirebilir ya da onlara karşı kendini koruyabilir, doğayla savaşabilir ve doğayı yenebilir Böylesine bir güç, insandan başka hiçbir canlıda yoktur Hayvan aletsiz yaşayabildiği halde, insan aletsiz yaşayamaz Ateş, balta, silah vb gibi aletlere sahib olmayan insan doğayı yenemez ve tükenip gitmek zorunda kalırdı Şu halde insan, doğayla değil, kültürle bir bağlantı içindedir Kültür, zekayla değiştirilen bir doğa, yeniden ve insana göre yapılmış bir doğadır

Buna karşı, insanla hayvan arasında hiçbir nitelik ayrılığı bulunmadığını; insanın gelişmiş zekalı bir hayvan olduğunu ileri süren kuramlar da vardır Bu kuramlara göre; insan yetenekleri (kabiliyetleri) hayvan yeteneklerinin yetkinleşmiş (mükemmelleşmiş) bir biçiminden başka bir şey değildir W Köhler, zekanın hayvanlarda da bulunduğunu tanıtlamıştır İnsanda karşılaştığımız töre (ethik), değer ölçüleri, toplumsallığın meydana koyduğu, doğayla hiçbir ilgileri bulunmayan fenomenlerdir İnsanca bir özellik olarak ileri sürülen dil fonksiyonu da nihayet gelişmiş bir beyin işidir Dil fonksiyonu, beyinde, silvius yarığı dolaylarına yayılmıştır (bkz J Lhermitte, Les Mécanismes da Cerveau) Maymungillerde kendilerine göre bir dil bulunduğu Gerner ve Schwidetzky’nin gözlemleriyle doğrulanmıştır Kohts yirmi üç sözcüklü, Blanche W Learned otuz iki sözcüklü bir maymunca bulunduğunu ileri sürmektedirler (bkz Jean Rostand, Biyoloji Açısından İnsan, Ender Gürol çevirisi, 1964) İnsanlık yapıyla hayvanlık yapı arasında, temelde, hiçbir ayrılık yoktur İnsanlık yapıda görülen organ eksiklikleri, bu organların görevlerini beynin yüklenmesi yüzünden meydana gelen doğal gerilemeler, daha açık bir deyişle, gereksiz kılınmalardır Tüylü bir hayvanın derisini yüzüp sırtına geçirmeyi beceremeseydi, soğuktan donmamak için, insan da tüylenecekti

Bilimsel bulgular, insanı insan edenin emek (iş) olduğunu tanıtlıyor Hayvan doğada bulduklarıyla yetinir, insansa doğayı emek harcayarak üretir Ancak alet işi değil, iş aleti doğurmuştur

Elin gelişmesi, insangillerin başkalığında, atılmış en önemli bir adımdır Kant’ın da dediği gibi, el, dışarıya doğru uzamış bir beyindir
El, işin bir aleti değil, işin ortaya çıkardığı bir üründür El, yetkinleşmesini yaptığı işlere borçludur Elin gelişmesi, insan yapısının bütün bölümlerini doğrudan doğruya etkilemiştir İşin eli ve karşılıklı olarak elin de işi geliştirmesi insangillerin işbirliğini zorunlu kılmıştır Bu işbirliği, başka bir deyişle toplumsallık, insanları, birbirlerine söylemeleri gereken bir şeyleri olmak durumuna getirmiştir Dil, bu zorunluktan doğmuştur

Bugün bütün insan-benzeri maymunlar ayakta durabilirler ve iki ayak üzerinde hareket edebilirler Ama bunu yalnız zorunlu hallerde ve pek beceriksizce yaparlar Doğal yürüyüşleri yarı-dik’tir ve ellerini de kullanırlar:

Çoğu ise el kemiklerini yere dayar ve sakat bir kimsenin koltuk değnekleriyle yürüyüşü gibi bükük bacaklarla uzun kolların arasında bedenlerini titretirler Genel olarak maymunlarda dört ayak üzerinde yürümeden iki ayak üzerinde yürümeye geçişin bütün basamaklarını bugün bile görebiliyoruz Ama iki ayak üzerinde yürüme onlar için bir son çare olmaktan öte gitmemiştir Daha aşağı memeli hayvanların ön ayaklarının kullanılışı gibi, el daha çok yiyeceklerin toplanmasına ve tutulmasına yardım eder Bazı maymunlar ağaçlarda yuvalarını ellerle yapar, hatta şempanze gibi kötü havadan korunmak için dalların arasında çatı meydana getirirler Düşmanlara karşı korunmak için sopaları ellerle yakalar, ya da meyveleri ve taşları bunlarla fırlatırlar Yakalandıklarında insanlardan kopya ettikleri birçok basit hareketler için ellerini kullanırlar

Ama insana en çok benzeyen maymunların bile gelişmemiş eli ile binlerce yüzyıllık iş yoluyla son derece gelişmiş insan eli arasındaki farkın ne kadar büyük olduğu burada anlaşılır Kemiklerin ve kasların sayısı ile genel düzeni ikisinde de aynıdır Ama en ilkel vahşinin eli, hiçbir maymun elinin taklit edemeyeceği yüzlerce iş yapar Hiçbir maymun eli taş bıçağın en kabasını bile meydana getirememiştir
İlk çakmak taşı insan eliyle bıçak haline getirilinceye kadar, öyle zaman dönemleri geçmiştir ki, bizce bilinen tarihsel dönem onunla karşılaştırılınca önemsiz kalır Ama asıl adım atılmıştı, el özgür hale gelmişti ve artık durmadan yeni beceriler kazanabiliyordu Böylece kazanılan daha büyük esneklik kuşaktan kuşağa geçiyor ve artıyordu O halde el, iş organı olmakla kalmaz, aynı zamanda bu işin ürünüdür de Ancak iş, gittikçe yeni hareketlere uyma, bu yoldan geliştirilmiş kasların, bağ organlarının, daha uzun dönemler içinde kemiklerin kalıtsal yoldan geçmesi bu kalıtsal inceliğin yeni, gittikçe daha karmaşık hareketlere gittikçe yenilenen biçimde uygulanması, insan elini Rafael’in tablolarını, Thorwaldsen’in heykellerini ve Paganini’nin müziğini yaratabilecek bir mükemmellik düzeyine kadar getirmiştir
Ama el tek başına değildi O, son derece karmaşık bir tüm organizmanın ancak tek bir organıydı Elin yararlandığı şeyden bütün beden de yararlandı, hem de iki yoldan Önce, Darwin’in dediği gibi, büyüme korelasyonu yasasından yararlandı
Bu yasaya göre, bir organik varlığın ayrı parçalarının belli biçimleri, görünüşte onlarla bağıntısı olmayan başka parçaların belli biçimleriyle her zaman bağıntılıdır Böylece, çekirdeksiz kırmızı kan hücrelerine sahip ve kafanın iki eklemle (kondil) kaburganın ilk kemiğine bağlandığı bütün hayvanlarda hiç eksiksiz; yavruları emzirmek için süt bezeleri de vardır Bunun gibi, memeli hayvanlarda çatal tırnaklar kural olarak geviş getirmek için kırkbayır ile bağıntılıdır

Elin gelişmesiyle, işle başlayan doğa üzerindeki egemenlik her yeni ilerlemede insanın görüş açısını genişletti İnsan, doğadaki maddelerde sürekli olarak yeni, o güne kadar bilinmeyen özellikler keşfetti Öte yandan işin gelişmesi, karşılıklı destekleme, ortaklaşa etkinlik hallerini çoğaltma ve bu ortaklaşa etkinliğin her birey için sağladığı yararın bilincine varma yoluyla toplum üyelerinin birbirine gittikçe yaklaşmasına zorunlu olarak yardım ediyordu Kısacası, oluşan insanlar, birbirlerine söyleyecek bir şeylerinin bulunduğu noktaya eriştiler
İhtiyaç, kendine bir organ yarattı Maymunun gelişmemiş gırtlağı, durmadan daha gelişmiş modülasyon elde etmek için yapılan modülasyon yoluyla yavaş, ama sağlam biçimde değişti ve ağız organları yavaş yavaş birbiri ardından ahenkli harfleri söylemesini öğrendi

Görüldüğü gibi, insan usunun, ne kökeninin ne de özünün, sadece doğal ve yaşambilimsel (tabii ve biyolojik) etkenlerle açıklanamayacağı açıktır


Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefe-Yeryüzünde Bir İnsan/Orhan Hançerlioğlu

Eski 10-24-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe-Yeryüzünde Bir İnsan/Orhan Hançerlioğlu




Usun ve bilincin özü, ancak toplumsal (içtimai, sosyal) karakteriyle kavranabilir Bilincin ortaya çıkabilmesi ve görevini yapabilmesi için, doğal yaşambilimsel temelinin yanısıra, toplumsal koşullar (toplumsal yaşam ve insan toplumu) da gereklidir İnsan bilinci karakteri itibariyle toplumsaldır İnsanın toplumsal ilişkilerinden, toplumsal yaşamından ve hareketliliğinden soyutlanmış olarak ortaya çıkamaz Bir çocuk, ancak bir insan topluluğu içinde yaşayarak, bir insan olabilir" (İbid, Bilim Yayınları, Engin Karaoğlu çevirisi, s 53-5)

İnsanın özü, tek başına bir bireye özgü ve soyut bir şey değil, toplumsal ilişkilerinin tümüdür Bu gerçek, genel olarak insan konusunda herhangi bir akıl yürütmeyi gereksiz ve olanaksız kılar İnsan, bütün insanlığın gelişmesinin bir ürünüdür (Nasıl ki bir elma da, elma ağacının değil, bütün bir doğanın ürünüdür) İnsan, toplumsal soyunun, yüzbinlerce yıllık deney ve bilgi mirasına sahiptir
İnsanbilim (antropoloji), doğal varlıklar içinde insanın özelliklerini içgüdüler, dil ve düşünce, teknik, us ve eylem alanlarında da en ince ayrıntılarına kadar incelemiş ve bilimsel gerçekler ortaya koymuştur
İnsanı insan eden, kendine özgü içgüdüleri midir?
Bu sorunun karşılığı kesindir: Hayır Önce, içgüdülerin, şimdiye kadar sanıldığı gibi psişik değil, fizyolojik oldukları anlaşılmıştır İçgüdü, bir düşünce işi değil, bir beden yapısı işidir Her hayvan türü için başka olan davranış biçimleri, hayvan fizyolojisini biçimlendirip, soydan soya geçerek içgüdü haline gelmişlerdir İçgüdüler öğrenilmezler ve deneme yoluyla kazanılmazlar Dahası var, içgüdüsel davranışlarla öğrenilmiş davranışların gelişmeleri birbirleriyle ters orantılıdır Öğrenebilen hayvanların içgüdüleri, öğrenebildikleri oranda, azalmaktadır Bu anlamda, insan denilen varlıkta hiçbir içgüdü bulunmamaktadır

İçgüdü, belli bir olay karşısında belli bir davranıştır Düşmanını görmek, hayvanı ya bağırtır, ya kaçırtır, ya da düşmanına saldırtır İnsanınsa ne türlü davranacağı belli değildir, daha doğrusu ne türlü davranacağı o anda içinde bulunduğu sosyal, ethik ve entellektüel koşullara bağlıdır Bağırmak, kaçmak, saldırmak şöyle dursun, insan –eğer o anda işine öyle geliyorsa– düşmanını yanaklarından öpebilir Ama, içinde, gene de hoş olmayan bir duygu kıvranır İnsanın içgüdüsü işte bu kadarcıktır ve pek güçsüzdür Onu fizyolojik bir davranışa sürükleyemez
İnsanın soydan gelen içgüdüsel davranışlarının yerini, zeka ile ilgili plastik (birbirleriyle kaynaşabilen) davranışları almıştır İnsanın, içgüdüleri değil, içgüdü kalıntıları olan içtepileri (ilcaları, impuls’leri) vardır İnsanın özelleşmiş organları olmadığı gibi, özelleşmiş davranışları da yoktur
Bilincin ortaya çıkabilmesi ve görevini yapabilmesi için, doğal yaşambilimsel temelinin yanısıra, toplumsal koşullar (toplumsal yaşam ve insan toplumu) da gereklidir İnsan bilinci karakteri itibariyle toplumsaldır İnsanın toplumsal ilişkilerinden, toplumsal yaşamından ve hareketliliğinden soyutlanmış olarak ortaya çıkamaz Bir çocuk, ancak bir insan topluluğu içinde yaşayarak, bir insan olabilir" (İbid, Bilim Yayınları, Engin Karaoğlu çevirisi, s 53-5)

İnsanın özü, tek başına bir bireye özgü ve soyut bir şey değil, toplumsal ilişkilerinin tümüdür Bu gerçek, genel olarak insan konusunda herhangi bir akıl yürütmeyi gereksiz ve olanaksız kılar İnsan, bütün insanlığın gelişmesinin bir ürünüdür (Nasıl ki bir elma da, elma ağacının değil, bütün bir doğanın ürünüdür) İnsan, toplumsal soyunun, yüzbinlerce yıllık deney ve bilgi mirasına sahiptir
İnsanbilim (antropoloji), doğal varlıklar içinde insanın özelliklerini içgüdüler, dil ve düşünce, teknik, us ve eylem alanlarında da en ince ayrıntılarına kadar incelemiş ve bilimsel gerçekler ortaya koymuştur
İnsanı insan eden, kendine özgü içgüdüleri midir?
Bu sorunun karşılığı kesindir: Hayır Önce, içgüdülerin, şimdiye kadar sanıldığı gibi psişik değil, fizyolojik oldukları anlaşılmıştır İçgüdü, bir düşünce işi değil, bir beden yapısı işidir Her hayvan türü için başka olan davranış biçimleri, hayvan fizyolojisini biçimlendirip, soydan soya geçerek içgüdü haline gelmişlerdir İçgüdüler öğrenilmezler ve deneme yoluyla kazanılmazlar Dahası var, içgüdüsel davranışlarla öğrenilmiş davranışların gelişmeleri birbirleriyle ters orantılıdır Öğrenebilen hayvanların içgüdüleri, öğrenebildikleri oranda, azalmaktadır Bu anlamda, insan denilen varlıkta hiçbir içgüdü bulunmamaktadır

İçgüdü, belli bir olay karşısında belli bir davranıştır Düşmanını görmek, hayvanı ya bağırtır, ya kaçırtır, ya da düşmanına saldırtır İnsanınsa ne türlü davranacağı belli değildir, daha doğrusu ne türlü davranacağı o anda içinde bulunduğu sosyal, ethik ve entellektüel koşullara bağlıdır Bağırmak, kaçmak, saldırmak şöyle dursun, insan –eğer o anda işine öyle geliyorsa– düşmanını yanaklarından öpebilir Ama, içinde, gene de hoş olmayan bir duygu kıvranır İnsanın içgüdüsü işte bu kadarcıktır ve pek güçsüzdür Onu fizyolojik bir davranışa sürükleyemez
İnsanın soydan gelen içgüdüsel davranışlarının yerini, zeka ile ilgili plastik (birbirleriyle kaynaşabilen) davranışları almıştır İnsanın, içgüdüleri değil, içgüdü kalıntıları olan içtepileri (ilcaları, impuls’leri) vardır İnsanın özelleşmiş organları olmadığı gibi, özelleşmiş davranışları da yoktur






Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.