![]() |
Felsefe-Ölüm,Yaşam,Sınır |
![]() |
![]() |
#1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
![]() Felsefe-Ölüm,Yaşam,SınırOn dokuzuncu yüzyıl, gözlerin oluşa/tarihselliğe/yaşama çevrildiği dönemdir ![]() “Yaşamın felsefesi olmaz” savı gözden düşmüş, “hakkında felsefe yapılabilecek asıl şey yaşamdır, yaşantıdır” savı yükselişe geçmiştir ![]() Bundan böyle yaşam ciddi felsefi tartışmaların da temel konularından biri olacaktır ![]() Bir yandan tarih felsefesi, hermeneutik ve yaşam felsefesi, diğer yandan varoluşçuluk ve fenomenoloji ölüm/yaşam konusuyla ilgilenecek; Nietzsche, Dilthey, Bergson, Kierkegaard, Camus, Sartre, Heidegger, Deleuze, Foucault, Levinas başta olmak üzere pekçok filozof, şu ya da bu kaygıyla, yaşam ve ölüm konusunu ele alacaklardır ![]() Ölümün ve yaşamın felsefenin önemli konularından biri olarak ele alınması geç dönemlere rastlasa da, bu konular filozofları her zaman meşgul etmiştir ![]() Oluş ondandır, yokoluş ona doğrudur ![]() “Bireyler varolarak zamanın düzenlenişine yapmış oldukları adaletsizliğin cezasını kökenlerine dönerek öderler ![]() ![]() Sokrates yaşamı bir hastalık olarak ele alır; çünkü o, ruhun bedene tutsaklığıdır ![]() ![]() ![]() Epikouros ise, mutluluğu engelleyen korkuların asılsızlığını göstermek için ölümü deneyimle ilgisinde ele alır ![]() ![]() ![]() ![]() Ortaçağda sonlu ve sınırlı yaşam, Tanrı’nın kendini açımlamasında bir basamak olarak, bir görünüş olarak ele alınmış; ölüm ise, sonsuz/asıl yaşama açılan bir kapı olarak kabul edilmiştir ![]() Rönesans, ortaçağın asılsız dediği yaşamın gerçek yaşam olarak kabul edildiği, bedenin, dolayısıyla dünya üzerindeki yaşamın yeniden önem kazandığı bir dönemdir ![]() Montaigne Denemeler’de “yaşamın işi, ölümü inşa etmektir” diyerek, ölümü yaşamın sonu olarak değil, tamamlayıcısı olarak ele alır ![]() ![]() Ne var ki, yaşam ile ölümün karşıt unsurlar değil bir bütün oldukları yollu görüş en iyi ifadesini on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda bulacaktır ![]() Nietzsche, varlığı karşıt öğelerle açıklayan özcü metafiziğe itiraz ederek “oluş”u vurgulayacak, karşıt diye kabul edilen unsurları aynı şeyin farklı derecelerde edimselleşmeleri olarak belirleyecektir ![]() Çağının hastalığını “yaşamın değerden düşmesi” olarak ifade eden Nietzsche, yaşam istencini susturmakla ulaşılabilecek bir dinginlik durumunu salık veren Schopenhauer’in felsefesini yaşamı yadsımanın en üst biçimi olarak ele alır ve “yaşama evet!” diyerek ona itiraz eder ![]() Ne var ki bu “evet”in özelliği trajik oluşudur; çünkü yaşama “evet” demek, ölüme de “evet” demektir; yaşamı iyisiyle kötüsüyle sevmektir: Amor fati ![]() Yaşamı olumlamanın en yüce biçimi olan “ebedi dönüş” düşüncesi, yaşamı yadsıyan ya da indirgeyen çileci ideale karşı bir alternatiftir; çünkü yaşamı bütünlüğü içinde onaylamayı öğretmektedir ![]() Albert Camus ise, Sisyphos Söyleni’nde, “felsefenin ilk cevaplaması gereken soru, yaşamın anlamına yönelik sorudur,” diyerek felsefenin görevini “yaşam sorunlarını çözmek” olarak belirlemiştir ![]() ![]() ![]() Heidegger’in düşüncelerinde Aristoteles’in ve Georg Simmel’in etkileri görülür ![]() Simmel, “Tod und Unsterblichkeit” başlıklı yazısında, Aristoteles’in dynamis ile energeia ayrımından yola çıkarak ölümyaşam ilişkisini ele alır ![]() Aristoteles’e göre varolmak yokluktan varlığa doğru değil, olanaktan etkinliğe doğrudur; olanak halindeki varlığın (hyle) biçim (eidos) kazanarak etkinlik haline geçmesi, yani dynamisin energeia olmasıdır ![]() ![]() Simmel, bu ontolojik belirlemeleri, inorganik ve organik canlılar bakımından ele alır ![]() ![]() ![]() Ölüm kendini yaşamın dışındaymış gibi sergilese de, aslında içindedir; yaşamımızı sadece ölüm saatinde sınırlandırmaz ölüm, yaşamımızın her ânını biçimlendirerek onun bütün içeriğini belirler ![]() Ölümün “varlık” ve “hiçlik”le ilişkisini ele alan Heidegger’e göre, ölümü başımıza bir kere gelecek bir “olay” olarak ele almak bir indirgemedir; çünkü ölüm, varoluşumuzun asli unsuru olan bir “olgu”dur ![]() Bu durumda, insanın ölüm karşısında iki seçeneği vardır: Gündelik yaşamında insan öleceğini bilir, ama bu bilgiyi yaşamından uzak tutarak hiç ölmeyecekmiş gibi devam eder, yaşar ![]() Ya da kendine özgü/otantik yaşamında ölümle yüz yüze gelir, kendi yaşamının sahibi olur ![]() Evet, ölüm “hiçlik”tir, ne var ki Epikouros’taki gibi yaşamın dışındaki değil, onun özüne ait olan, onu anlamlı ve değerli kılan bir “hiçlik”tir ![]() ![]() ![]() Dünyanın gündelikliğinden sıyrıldığı kaygı sırasında bütün varolanlar kayıp gidecek, geriye kalan boşlukta yalnızca “hiç” kalacaktır ![]() ![]() ![]() Burada Dasein kendini geleceğe fırlatılmışlık olarak, ölümedoğruvarlık olarak tanıyacaktır ![]() Dasein’ın “en kendine ait olanağı” olarak ölüm, diğer tüm olanakları da mümkün kılmaktadır ![]() ![]() ![]() Son/sınır, insanın kendisini kendi tasarısı kılarak yaşamını bir birlik, bir bütünlük olarak kurmasını sağlayan, ona tamlığını, kendine özgülüğünü ve özgürlüğünü verendir ![]() Emmanuel Levinas ise, ölümü, kaygıyla değil ıstırapla, hem de fiziksel olanıyla bağlantılı olarak ele alacaktır ![]() ![]() ![]() Levinas’a göre, ölüm geldiğinde benim olmayacağım bir bakıma doğrudur, ama “hiç” olduğum için değil, yakalamaya muktedir olmadığım için bu böyledir; çünkü ölüm, “mutlak başka”dır ![]() ![]() ![]() Genel olarak bakıldığında, ölümün yadsınan ya da olumlanan, kayıtsız kalınması gereken ya da fetişleştirilen bir “şey” olarak ele alındığı görülür ![]() Ölüm, yaşam ve sınır hakkında çok çeşitli ve zengin düşünceler dile getirilmiş olsa da, bu düşünceleri şöyle özetlemek mümkündür: 1- Ölüm ile yaşam karşıttır; ölüm, yaşamın anlamını yok eden, dışında durarak onu sonlandıran sınırdır ![]() ![]() 2- Ölüm ile yaşam birdir, onlar birbirine aittir ![]() ![]() ![]() Diğer yandan konunun ele alınış şekline göre şöyle bir ikili ayrım daha yapmak mümkün: 1- Bir olay olarak ölüm, yaşamı sonlandıran, ancak bilincine varılamayan bir şeydir; çünkü ona ilişkin deneyim yoktur ![]() ![]() ![]() 2- Bir olgu olarak ölüm, yaşamın tamlayıcısı ve tamamlayıcısıdır ![]() ![]() Ölümün olmadığı yaşam, pek çok sinema veya edebiyat eserinde çoğu kez bir can sıkıntısıyla anlatılır ![]() Bir yaşam olma sıfatını hak edemeyen bir yaşamdır bu ![]() Wim Wenders’in yönetmenliğini yaptığı Berlin Üzerinde Gökyüzü’nde (Der Himmel Über Berlin), insan olmak isteyen mutsuz bir melek anlatılır ![]() ![]() “Bugün biri yağmur yağarken şemsiyesini kapadı ve ıslandı ![]() ![]() Çünkü bir yaşama sahip olmak, ölümlü olmakla mümkündür; yaşamak, ölebilir olmaktır ![]() Şüphesiz ki, “ölüm, yaşam, sınır”, “fani” bir felsefe dergisinin sayfalarında tüketilemeyecek ölçüde geniş ve çok yönlü bir konu ![]() ![]() Elimizden geldiğince bunu yapmaya çalıştık, tabii bu tartışmanın her zaman sınırlı olacağını bilerek… * Alıntı(Baykuş Felsefe Dergisi) |
![]() |
![]() |
|