Prof. Dr. Sinsi
|
Aziz Nesin - Hazinedeki Paslı Teneke
Aziz Nesin - Hazinedeki Paslı Teneke
Bir yokmuş, iki yokmuş, üç yokmuş  Eski günlerde yeryüzünün bir ülkesinde hiçbişey yokmuş Hiçbişeyi olmayan bir ülkenin bir padişahı varmış Bu padişahın da bir hazinesi varmış Bu hazinede o ulusun en değerli bir emaneti korunurmuş Atalardan kalan bu emanetle o ulus övünürmüş "Hiçbişeyimiz yoksa da, atalarımızdan bize böyle bir emanet kaldı" diye avunurlar, yoksunluklarını, yoksulluklarını unuturlarmış
Atalardan kalan emanet, bir kişinin, iki kişinin değil, bütün ulusun olduğundan, herkes bu değerli emanetten kendine övünme payı çıkarırmış Onun korunmasına canla, başla çalışırlarmış
Bütün ulusun malı olan emaneti korumak için en uygun yer padişahın hazinesi olduğundan, bu emanet de hazinede saklı dururmuş Hazineyi, gözlerini kırpmadan silahlı nöbetçiler beklermiş Hazinenin olduğu yerde kuş bile uçurtmazlarmış
Padişah, sadrazam, vezirler, sarayın bütün ileri gelenleri, her yılın bir günü, atalardan kalan kutsal emaneti koruyacaklarına namusları üzerine yemin ederlermiş
Gel zaman git zaman, günlerden bigün padişahın içine, ulusun canları, kanları yoluna korudukları bu emanetin ne olduğunu anlamak isteği düşmüş Padişah, bu emanet kutusunun içindekini görmek için yanıp tutuşurmuş Sonunda bu isteğini yenememiş, bigün hazine dairesine girmiş Nöbetçiler padişaha da yasak diyecek değiller ya  Sarayın hazinesine padişah, sadrazam, vezirler her zaman ellerini kollarını sallayarak özgürce girerler, emanetin yerinde durup durmadığına bakarlarmış Padişah da böyle yapmış Bu emanet, oda oda içinde, oda oda içinde kırk odadan geçtikten sonra kırkbirinci odanın içinde dururmuş 0 odanın içinde de kutu kutu içinde, kutu kutu içinde, kırkbirinci kutunun içindeymiş
Padişah kırk odanın kapısını açmış Kırkbirinci odaya girmiş Sonra kırk kutu açmış Kırkbirinci kutuyu açarken heyecandan yüreği küt küt çarpıyormuş "Bunca yıldır koruduğumuz emanet ne ola?" diye büyük bir merak içindeymiş
Bir de kırkbirinci kutuyu açıp baksın ki, ne görsün: Yeryüzünde o zamana kadar görülmemiş bir mücevher Bir alev gibi yanıp duruyor Altın desen altın değil, platin desen platin değil, gümüş hiç değil  Padişah kendini tutamamış, içinden, "Atalardan kalan bu kutsal emaneti ben kendime alırım Benim olur Kim nereden bilecek?" diye geçirmiş
Güneşten koparılmış bir parça gibi ışıl ışıl yanan kutsal emaneti kutusundan çıkarıp, cebine atmış Atmış ama, "Ya benim çaldığım anlaşılırsa  " diye de içine bir korku düşmüş O zaman, "Ben bu pınl pırıl yanan şeyi alır, onun yerine üstü yakut, sedef, zümrüt, inci, elmasla süslü bir platin koyarım, hiç kimse bu emaneti görmediğine göre, günün birinde kutuyu açarlarsa, kutsal emanetin çalındığını anlayamazlar  " diye düşünmüş Dediği gibi de yapmış Sonra kırkbir kutuyu içiçe, onun üstüne de, kırkbir odanın kapısını da üst üste kilitleyip hazineden çıkmış arna, yaptığı düzen anlaşılacak diye de ödü kopuyormuş Hiç kimsenin, kutsal emaneti çaldığını anlamaması için, o zamana kadar yılda bir kutsal emanet üzerine ant içilirken, padişah bu andı yılda ikiye çıkarmış Her yıl iki kez, alanlarda toplanırlar, padişah da, başkaları da, bütün ulus, atalardan kalan kutsal emaneti kanları ile, canlan ile koruyacaklarına ant içerlermiş
Sadrazam kurnaz bir kişiymiş "Eskiden yılda bir kez emaneti korumak için ant içilirken, şimdi neden padişah bunu ikiye çıkardı? " diye sadrazamın içine bir kuşku düşmüş "Yıllardan beri koruduğumuz bu emanet ne ola?" diye o da bigün hazineye girmiş Kırkbir odadan geçip, Kırkbir kutuyu açıp emaneti görmüş Ne de olsa padişah, dalaveresi çakılmasın diye, çaldığı emanetin yerine en değerli taşlarla süslü koca bir altın koyduğundan, bu güzel şey karşısında sadrazam şaşkına dönmüş "Ben bu emaneti alır, yerine üstü renkli, parlak taşlarla süslü bir altın koyarım Nasıl olsa, hiç kimse, emanetin ne olduğunu bilmediğinden, günün birinde kutuyu açarlarsa, kutsal emanetin bu olduğunu sanırlar  " diye düşünmüş Dediği gibi de yapmış Ama içinde, yaptığı iş anlaşılacak diye bir korku olduğundan, padişahın yılda ikiye çıkardığı ant içme törenini, yaz, kış ve baharlarda olmak üzere yılda dörde çıkarmış
Gelgelelim vezirlerden biri kurnaz bir kişiymiş "Şimdiyedek, yılda iki ant içilirken neden dörde çıkarıldı? " diye içine bir kuşku girmiş O da, kimseye danışmadan hazineye girebildiğinden, bigün, hazineye girmiş, kırkbir odadan geçmiş, kırkbir kutuyu açmış Kırkbirinci kutudan çıkan üstü parlak taşlarla süslü altını görünce, sevinçten gözleri parlamış "Ben bunu alır yerine bir gümüş koyarım Kim nerden bilecek? " diye düşünmüş Düşündüğü gibi de yapmış Yapmış ama içinde öyle bir korku varmış ki, hırsızlığı belli olmasın diye, ulusa kutsal emaneti ne kadar iyi koruduğunu anlatmak için, yılda dört kez yapılan ant içme törenini her ay yaptırmaya başlamış Ulus, her ay alanlarda toplanıp, son kişide son damla kan kalana kadar kutsal emaneti koruyacağına ant içermiş
Saray nazırı kurnaz bir kişiymiş Ant içmenin ayda bire çıkmasından işkillenmiş "Bunda bir iş olacak, bir gidip şu emaneti göreyim  " demiş Kırkbir odadan geçip, kırkbir kutuyu açıp emaneti görmüş Atalardan kalan kutsal emanet o kadar hoşuna gitmiş ki, "Ben bunu alıp yerine bir bakır koysam, kim nereden anlayacak? " diye düşünmüş Düşündüğü gibi de yapmış Yapmış ama, içinde hırsızlığı anlaşılacak diye bir korku olduğundan, emaneti ne kadar titizlikle koruduğunu halka göstermek için ayda bir yapılan ant içme törenini, haftada bire indirmiş
Gelgelelim, hazineyi koruyan subaşı, kurnaz bir adammış içinden, "Ne oluyor böyle? Haftada bir ant içiyoruz! Şu kutsal emaneti bir gidip görsem  " demiş O da öbürleri gibi kırkbir odadan geçip, kırkbir kutuyu açmış Parlak bakın görünce çok sevinmiş "Ben bunu alır, yerine demir koyarım, kim nerden bilecek? " demiş Dediği gibi de yapmış Ama yaptığı iş, içine sinmediğinden, emaneti korumakta ne kadar canla başla çalıştığını herkese anlatmak için gösterişe başlamış Her gün, atalardan kalan kutsal emaneti, ölümü bile göze alarak koruyacağına ant içermiş
Gel zaman git zaman, ulusun içinden bir kişi çıkmış
- Bütün ulus yıllardan beri atalardan kalan emaneti canımızla, kanımızla koruyacağımıza her gün ant içip duruyoruz Doğrusu bu emaneti hazinede çok iyi saklıyor, koruyoruz Peki ama bu emanet nedir? Biz emanetçi değiliz ya  Şu odaları, kutuları açalım da, atalarımızdan kalan kutsal emanetin ne olduğunu, neyi koruduğumuzu bir öğrenelim! demiş
Bu sözler bomba etkisi yaratmış Başta padişah olmak üzere, emanete hıyanet edenlerin hepsi birden, hırsızlıkları anlaşılacak korkusuyla, bu dileği ortaya atan kişinin üstüne çullanmışlar Gerçek emaneti aşırıp onun yerine sırasıyla sahtesini koyanlar, bu katakulliyi yalnız kendilerinin yaptığını sandıklarından ve birbirlerinin oyununu bilmediklerinden, hırsızlıkları ortaya çıkacak diye ödleri kopuyormuş "Koruduğumuz emanetin ne olduğunu görelim! " diyen kişiyi,
- Vay hain! Atalarımızdan kalan öyle kutsal, öyle değerli bir emaneti, sen kim olasın da göresin  diyerek, o kişiyi, kutsal emaneti küçümsemek, aşağılamakla suçlandırmışlar Bütün ulusu da kandırdıklarından, kendileriyle birlik edip, bunu söyleyenin üstüne yürümüşler
Zavallı az kalsın linç edilecekmiş Sonra padişah,
- Biz bunu öldüreceksek yasaya uygun öldürelim! demiş
Bu kişiyi öldürmek için önce bir yasa yazıp, sonra özel bir mahkeme yargısı ile öldürmüşler
Gelgelelim, öldürmekle iş bitmemiş Çünkü, ölen kişinin sözleri ağızdan ağıza yayılmış O düşünce bir çığ gibi gittikçe büyümüş Günün birinde halkın içinden biri, "Ölümü göze alarak koruduğumuz emanetin ne olduğunu, neden ölümü göze alarak gidip görmeyelim? " diye düşünmüş Ama kendisinden öncekinin başına gelenleri bildiğinden bu düşüncesini hiç kimseye açmamış Gizlice hazineye girip, kutsal emanete bakmayı kafasına koymuş Ama padişah, sadrazam, vezirler, bütün emanet hırsızları, çaldıkları belli olmasın, kimse anlamasın diye, atalardan kalan kutsal emaneti, daha doğrusu onun yerine koydukları şeyi, eskisinden daha sıkı koruyorlarmış İşte bu yüzden de hazineye gizlice girmeyi başaran kişi, kutsal emaneti alıp, bütün ulusa göstermek için dışarı çıkarken, hazineyi koruyanların eline düşmüş Adamın elinde, emaneti en son çalanın, onun yerine koyduğu bir paslı teneke varmış Subaşı, adamın elinde tenekeyi görünce,
-Kutsal emanet bu değil! diye bağırmış
Saray Nazırı,
- Bu değil! demiş
Vezir de,
-Bu değil! demiş
Sonra sırasıyla padişaha kadar hepsi,
-Bu değil, bu değil! demişler
O zaman, elinde paslı tenekeyi tutan adam,
-Kutsal emanetin bu olmadığım siz nerden biliyorsunuz? Bu değilse, ya hangisi? diye sormuş
Bu soruyu oradakilerin hiçbiri yanıtlayamamış Çünkü hepsi de emanetin yerine koydukları şeyin sonradan çalındığını anlamışlar Yakalanan kişiyi hemen orada boğdurup işini bitirdikten sonra paslı tenekeyi kutuya koymuşlar Kutu kutu içine kırkbir kutuya, onu da kırkbir oda içine gizlemişler Ama içleri bitürlü rahat olmadığından, kutsal emaneti korumak için bir yasa çıkarmışlar Bu yasaya göre, sabah, öğle, akşam, günde üç öğün, bütün ulus, atalardan kalan emaneti koruyacaklarına ant içmek zorundaymış Bu andı içenlerin hiçbiri, korudukları kutsal emanetin çalına çalına, en sonunda bir paslı teneke olduğunu hiçbir zaman bilememiş
|