Prof. Dr. Sinsi
|
Aşan Bilir Karlı Dağın Ardını - Türküsü Hikayesi
Aşan Bilir Karlı Dağın Ardını
(Telli Senem İle Yazıcı Oğlu Osman Ağa)
Her biri bilinmez bir mezar şimdi Mezar taşları ürpertir,ürkütür insanı Ama beni,o hassas melteme bile dayanamayacak kadar hafif vucutları,yüreklerinin çektikleri,katlandıkları ve yaşadıkları dillere destan, ateş dolu, acı dolu hayatları daha çok ürpertmiştir hep Mezar taşlarından daha fazla “Sen ne güzel bulursun gezsen Anadolu’yu” demiş ozan Demişya! Ne yürekten demiş,ne Doğru demiş Anadolum benim Günde bin güzellik görüp, birine vurulduğumuz Gam ile dert ile yogrulduğumuz Gök gözlü,güneş yüzlü,derin sözlü,yarım özlü Ekmek’ini el ile paylaşan, çarşambasını sel alan, sevdiklerini el alan Kor yürekli, demir bilekli,başı bulutlarda yiğitlerin, vefalı, sadık,vefakar,örük saçlı, uzun boylu yapalakların,tuğ sunaların, toraşamların, gül yüzlü güzellerin, ceylanların,efsanelerin, lav gibi fişkıran yüreklerin, düğünlerin, halayların, türkülerin, ağaların, beylerin, ozanların, ve dillere destan aşıkların diyarı anadolum Anadolum benim Kerem ile Aslı’sı var,Ferhat ile şirin’i var, Leyla ile Mecnun’u var,Elif ile Mahmut’u, Sürmeli bey’i, Şah İsmail’i, Sümmani’si var Dil hangi birine döner,yürek hangi birine katlanır Ve kalem hangi birini yazabilir Yazıpta başedebilirki
İşte Senem ile yazıcı oğluda bu yürek yangınlarını çekmiş binlerce kor yığınından sadece ikisi
Tülü mayalar, kırk atlar koçlar, taylar kuzular, gökce gelinler ve koç yiğitlerden kurulu yörük kervanı Binboğa dağlarının üstünden aşıp, güneş’in kızıla boyanıp battığı Tanır yaylasına doğru ince bir çizgi gibi, bir uçtan bir uca süzülüp geçti Günlerdir at üstündeki aşiret mensupları yorulmuşlar, bunalmışlardı Ama yol bitmiş sınırın hemen yanıbaşındaki konak yeri Yapalak görünmüştür Akşamüstü yaylaya ulaşınca kervanın en önünde giden tülü mayadan yaşlı bir yörük beyi sıçrayip indi Arkasinda uzanan kervana dur etti ve bagırdı “Konak yerimiz buradır At lar baglana, denkler çözüle tez elden çadırlar kurula ALLAH hayıra getire dedi”Yigitler atlarından, gelinler tülü mayalarından indiler Birkaç genç kadın, yörük beyinin indiği devenin yedeğindeki al bir at’tan, genç bir kızı incitmekten korkar gibi tutup indirdiler yere Altına kilim serildi Üstüne gölgelik çekildi hemen Bağdaş kurup oturdu genç yörük kızı yere Omuzunun bir ucundan bir ucuna fişeklik çevriliydi Belinde gümüş saplı bir hançer takılıydı İran ipeğindendi tüm giysileri Samur saçları başındaki yeşil berenin içinde toplanmış, kenarlarından taşmıştı Uzun boylu, beyaz tenli, simsiyah gözlü, ceylan bakışlı, bakanın bir daha baktığı, gürenlerin yüreklerini yaktığı bir ahuydu bu Ne Tanır, ne Binboğalar nede bu küçük Yapalak, böyle bir güzele çadır açmamış,böyle bir ceylana raslamamışlardı Yayla böyle bir güzel görmemişti
Tez elden çadırlar kuruldu Atlar kuzular koyunlar çayır’a salındı Beyin siyah çadırından geniş obası kuruldu Tüfekler, sazlar asıldı çadır direklerine Ay orta yere gelip dolandı Mehtap bir uçtan bir uca ışığıyla doldu yapalak’a Yörükler meydan yerinde yaktıkları, gökyüzüne uzanan bir ateş yığınının başında, geceye teslim ettiler ilk günlerini
Ertesi sabah hemen duyuldu Tanır’a yörüklerin gelip yerleştikleri Adettendi, yerli halk gelip hoşgeldiniz derdi Birkaç ay
kalıp sonra gidecek olan bu göçebe yörükleriyle kardeş gibi geçinirlerdi Hoşgeldine gitmek bölgenin ağasına düşerdi Ağa yanına bölge büyüklerini toplar,kadın’ını yanına alır, gider yeni misafirleriyle tanış olurdu Yine öyle oldu Tanır’ın şanlı Bey’i Yazıcı oğlu köyünün büyüklerini çağırıp, başlarınada oğlu Osman’ı katıp hoşgeldine gönderdi yörük içine Atlayıp atlarına, vardılar yörük yaylasına yerliler Yörükler hürmetle yürekten karşıladılar gelenleri Koşup ağaya haber verdiler Kara çadırından önce ak saçlı yörük beyi,ardında o ahu gözlü, fidan boylu ceren çıktı Bir hançer gibi dikildi karşılarına Başı yularda iki eli böğründe Daha buyrun diyemeden, ziyaretcilerin başında atın üstünde bir kartal gibi duran yemyeşil gözlü, kartal bakışlı çınar gibi heybetli Osmana takıldı gözleri Bir yıl gibi sürdü ikisi içinde bu bakışlar Bakıştılar
Buyrun dedi yörük bey’i Yanında hala,yere saplı bir hançer gibi duran kıza döndü Senem dedi: Atı tut kızım Koştu Senem adetleri gereğince, gelen kafilenin bey’i ile hanım ağasının atının yularına sarıldı Kadında Osmanda indiler atlarından Tam kafile yörük illeri gelenekleri gibi halka tutup oturdular Hoş geldiniz edildi Kahveler, katıklar içildi, konuşulup tanışıldı Ama iki genc’in aklı ve gözleri bir an bile ayrımadı birbirlerinden İşte diyordu Senem! Kendimi kollarına teslim edebileceğim, erim, erkeğim diyebileceğim çınar gibi bir yiğit İşte diyordu Yazıcı oğlu Osman’a Yazıcı oğlu Osmanda; Baba evine götürebileceğim, övünç duyup yaslanacağım, bir ahu diyordu kendi kendine
Akşama kadar kalındı yörük yaylasında Geniş sofralar yazıldı yere, koyunlar kızartıldı, katıklar yayıldı,yenildi içildi Ama Senem le Osman bir kere düşen bir kor yığını gibi, bakıp durdular birbirlerine Akşam yörüklerden ayrılıp Tanır’a dogru yola çıktıkları zaman,Osman yüreğinden bir parçanın yapalakta kaldığını hissetti Senem yüreğinden bir parçanın kopartılıp alındığını, içinden bir şeylerin eksildigini sandı Günler akıp geçti Ne Senem nede Osman unutamadılar birbirlerini Bir bahane bulup yeniden gidemedi Osman yörük çadırına Senem obadan dışarıya ayak atamadı
Ama seven yürek neler etmezki, her şeyin çaresi bulundu Bir yörük kadını yardım etti bey kızına Bey oğlu atlayıp atına Seneme koştu Ay ışığında her buluşup konuşmalarında daha çok yandı yürekleri,Daha çok sevdiler, daha çok bağlandılar birbirlerine
|