Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Dili Ve Edebiyatı
Bu akımın esası, şiiri öteden beri vazgeçilmez unsurlar sayılan vezin, kafiye ve benzetmelerden sıyırarak, duyuların yalın ifadesi haline getirmekti Orhan Veli, bu tarzda yazdığı başarılı şiirlerle kendisinden sonrakileri büyük ölçüde etkiledi Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956) aynı sadeliği vezin ve kafiyeyi kullanarak sağladı Tarancı mısra içindeki belirli durakları kaldırarak veya değiştirerek hece vezninde yenilik yaptı Bu neslin dünya görüşü Andre Gide'in tesiri ile varlık ötesi geçmiş ve gelecek tasavvurları olmaksızın anlık duyumlara dayanıyordu Sait Faik'in eserleri de dahil olmak üzere bu grubun eserlerinde yaşama sevinci hakimdir Serbest şiir hızla yayılmış, Asaf Halet Çelebi, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Behçet Necatigil gibi başarılı temsilciler yetişmiştir Asaf Halet Çelebi bazı şiirlerinde doğu mistisizmi ile tasavvufu birleştirdi İlk şiirlerinde serbest çağrışımlara yer veren Fazıl Hüsnü Dağlarca, şuur altının karanlık akımlarını ifade eden sembollerle dolu orijinal şiirler yazdı Behçet Necatigil, şiirlerinde büyük şehir hayatı içinde ezilmiş ve kaybolmuş insanın kırık, karanlık, dolaşık duygularını anlattı Şiirlerinde ahengi ihmal eden Necatigil, divan şiirinde olduğu gibi, gittikçe derinleşen bir arka planı işlemiştir 1950 yılından itibaren Türk yazar ve şairlerinin büyük bir kısmı hayat görüşlerini "toplumsal gerçekçilik" adıyla edebiyata uyguladılar Bu dönemde Batıdan gelen varoluşculuk ve gerçeküstücülük akımları da hayata bakış tarzıyla beraber eserlerinin kompozisyon ve üslubunu da değiştirdi Son kırk yıllık Türk Edebiyatı Batıdan gelen akımlar, sosyalist dünya görüşü, milli ve dini yaklaşımlar ve çok partili dönemde çeşitlenen politik tercihler doğrultusunda fevkalade çeşitlilik göstermekte, edebiyat çok kere vasıta gibi kullanılmakta ve yeni arayışlar içinde görünmektedir Kısa zaman içinde büyük şöhret kazanan veya adını pek az duyurabilen yazar ve şairlerin Cumhuriyet terkibi paralelinde kurulmakta olan yeni edebiyat geleneklerine katkıda bulunmakla beraber, bunlar hakkında içinde yaşarken objektif tenkitler yapmak ve edebiyat tarihindeki yerlerinin belirlenmesi mümkün olamamaktadır Özellikle 1960'lı yıllardan sonra gelişen kadın yazar ve şairlerin sayılarının artmış olması feminist akımın da diğer pek çok akım gibi Türk Edebiyatı içinde yer almasını sağlamıştır 1850-1986 yılları arasında isimleri en çok duyulan ve okunan roman ve hikayeciler şöyle sıralanabilir : Halide Nusret Zorlutuna, Nihal Atsız, Safiye Erol, Tarık Dursun K , Atila İlhan, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Tarık Buğra, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Firuzan, Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal, Tomris Uyar, Emine Işınsu, Sevinç Çokum, Selim İleri, Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı), Bekir Büyükarkın, Necati Cumalı, Haldun taner, Mustafa Kutlu, Muhtar Tevfikoğlu, Bahaettin Özkişi, Durali Yılmaz, Rasim Özdenören, Şevket Bulut Bu dönemin şairleri: Behçet Kemal Çağlar, Necati Cumalı, Ümit yaşar Oğuzcan, Bekir Sıtkı Erdoğan, Atila İlhan, Yavuz Bülent Bakiler, Mehmet Çınarlı, Mustafa Necati Karaer, Munis Faik Ozansoy, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, İlhan Geçer, İlhan Geçer, Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Turgut Uyar, Sezai Karakoç, Bahaettin Karakoç'tur 2 PLASTİK SANATLAR Türklerin islamiyetten önceki tarihi dönemlerinden günümüze ulaşan plastik sanatlarla ilgili eser sayısı sınırlıdır İslamiyetten sonra Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde plastik sanatlar, Osmanlı medeniyet ve kültürüne has ihtiyaç ve şekillerde çeşitlilik ve gelişmeler gösterdi Tarihi dönemlerin grafik işlerini çeşitli mimari eserlerde düzenler, oyma yazılar, nakışlar, çiniler, semboller şeklinde izlemek mümkündür Türkiye'de Batılı manada plastik sanatların sistemli olarak oluşum ve gelişimi 1883 yılında kurulan Sanayii Nefise Mektebi'nden kaynaklanan öğretim kadrosuyla başlamış, Cumhuriyetten sonra Eğitim Enstitüleri ve Güzel sanatlar Fakülteleri, programlı ve tutarlı Türk plastik sanatının oluşumuna katkıda bulunmuş ve bulunmaktadır Resim, heykel, tekstil, fotoğraf, seramik ve grafik sanatlarının geçmişi ve bugünü şuurlu bir yaklaşımın izlerini taşımaktadır Türk sanatçıları dünyayı ve çevrelerini ulusal-evrensel verilerle yoğurup anlamaya ve yorumlamaya çalışmaktadırlar Özellikle son 15 yıl içinde grafik sanatlarında büyük terakki göze çarpmaktadır Reklam grafiğinden afişe, orijinal baskıya kadar bir çok alanda uluslararası başarılar kazanılmıştır Resim İslamiyetten önce resim sanatı, savaşçı Türk kavimleri arasında kumaş dokuması, halı, kilim, maden kakmalar, deri işleri, ok ve kılıç üzerine ağaç ve demir süslemeleri biçiminde gelişmiştir Uygur Türkleri diğer Türk gruplarından önce yerleşik hayata geçtiklerinden IX asra ve daha sonraki asırlara ait Turfan, Karahocu, Bişbalığ gibi şehirlerde yapılan kazılarda bazı duvar resimleri, din ve ticaretle ilgili kitaplarda resimler tespit edilmiştir Türklerde biçim, çizgi ve rengin temel örnekleri ve figürlü sanatın ilk eserleri minyatür sanatı şeklinde gelişti Türk minyatürcülüğü, Orta Asya'dan Selçuklu'lara, Osmanlı Devletinin kuruluşundan İstanbul'un fethine ve Lale Devrine uzayan asırlar içinde değişik akım ve anlatım şekilleri kazanmıştır XV asırda Fatih Sultan Mehmed, tanınmış İtalyan ressamlarını saraya davet ederek, bir anlamda batı resminin Türkiye'ye girmesini sağlamıştır Batı ülkeleri ile münasebet kurulduktan sonra sosyal ve siyasi hareketlere paralel olarak güzel sanatlarda da gelişmeler oldu Tanzimat Fermanından sonra II Mahmut, portresini (Tasviri Hümayun) yağlı boya olarak yaptırıp resmi daire duvarlarına astırdı Sultan Abdülaziz, Avrupa gezisinden sonra güzel sanatlara daha çok önem verdi Abdülaziz de resim yapıyordu, sarayına davet ettiği Batılı ressamların eserlerinden bir kolleksiyon meydana getirmesi, Türkiye'de resim sanatının gelişmesinde tesirli oldu Osmanlı döneminde ilk defa, 1793 yılında kurulan Berii Hümayunda, resim dersi verildi XIX asrın ortalarına doğru askeri ve sivil bütün okullara resim dersi konuldu Avrupa'ya resim öğrenimi yapmak üzere öğrenciler gönderildi ve bu öğrencilerin yurda dönüşünden sonra resim sanatı çağdaş akımlara paralel gelişmeler gösterdi Bu hazırlık dönemi sonunda 1883 yılında bugün Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi adını alan Sanayii Nefise Mektebi kurulmuş ve müdürlüğüne Osman Hamdi bey getirilmiştir Bu okulun öğretim üye kadrosunu yabancılar teşkil etmiş, ilk yirmi öğrenci resim, heykel ve mimari alanlarında öğrenim görmüştür "Türk primitifleri" veya "Türk fotoyorumcuları" olarak adlandırılan ilk dönem Türk ressamlarının eserleri bugün İstanbul Resim ve Heykel Müzesinde bulunmaktadır Bu dönemin başlıca eğilimleri manzara ve natürmort gibi iki temel türde toplanır İlk dönem ressamları, Osman Nuri, Giritli Hüseyin, Ahmed Bedri, Ferid İbrahim Paşa, Hüsnü Yusuf, Tevfik Paşa, Nuri paşa, Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyyid Bey, Osman Hamdi bey, Servili Ahmet Emin, Hüseyin Zekai Paşa ve Hoca Ali Rıza'dır Türk primitifleri genellikle gerçekçi bir sanat anlayışına bağlı kaldılar Bu ressamlar Yıldız Sarayı, Yıldız Camii, Kağıthane ve Anadolu yörelerine kadar uzanan görüntüleri daha önce çekilen fotoğraflardan hareketle yağlıboya ile işlemişlerdir Fotoğrafı temel aldıkları için objektife bağlı bir perspektif düzeni ve ışık-gölge biçimleyiciliği geliştirmişlerdir İnsan figürüne pek nadir yer verdiler Bazılarının, tarihi bina görüntüleri ve manzara ile ortak üsluplaşmaya yöneldikleri görülür İstanbul ve çevresini geleneksel bir üslupla işleyen Şeker Ahmet Paşa ve çağdaşları Çallı kuşağının öncüleri sayılırlar Bu ressamlardan sonra Halife Abdülmecid, Perspektifçi Ahmet Ziya Akbulut, Ömer Adil, Şevket Dağ eserler verdiler Bu ressamları savaş sonrası ressamları takip etti Türkiye'ye izlenimciliği getiren bu ressamların en başarılısı akademiklerin sonuncusu, izlenimcilerin ilki olan Halik Paşa'dır Cumhuriyet dönemi resim sanatı, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin değişik adlar altında 1930'lara kadar sürdürdüğü sanat etkinlikleri ile başlar 1908'de kurulan cemiyetin ilk üyeleri Ruhi Arel, İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Asaf, Agah, Kazım, Hüseyin, Haşim, Ahmet Ziya Akbulut, Hoca Ali Rıza, Muazzez, Mahmut, Mesrur ve İzzet'tir Cemiyetin başkanı Sami Yetik oldu Halil Paşa, Hüseyin Zekai Paşa, Nazmi Ziya, Avni Lifij, Feyhaman Duran gibi tanınmış Türk ressamları da bu guruba katıldılar Bu gurubun öncüsü kabul edilen ve yaygın üne kavuşan İbrahim Çallı'dan dolayı bu ressamlar "Çallı Kuşağı" olarak da isimlendirildiler Çoğunluğu Sanayi-i Nefise Mektebi mezunu olan Çallı kuşağı ressamları, Avrupada sanat eğitimi görerek yetiştiler Bu ressamlar, batı resminde etkisini tamamlamış izlenimci görüşe bağlandılar Fakat bu akım içinde Batı resminde olduğu gibi , renklerle ilgili problemin çözülmesi ihtiyacı ile hareket etmediler Umumiyetle optik görünüşleri , az çok renkçi anlayışla dile getirdiler Bu sanatçılardan Çallı İbrahim, akademikleşmiş izlenimciliğe bağlandı Zeybek ve Mevleviler, adlarını taşıyan eserlerinde olduğu gibi bazı eserlerinde yerli motifleri işledi Natürmortlarında ve açık hava resimlerinde anlatım ustalığı gösterdi Fırça tuşlarına önem verdi Feyhaman Duran, izlenimci anlayışı yansıtan eserlerinde titiz bir işçilikle, renk ve desen uzlaşmasını birleştirdi Hikmet Onat, genellikle eski İstanbul görüntülerini canlandıran peyzajlar yaptı Nazmi Ziya, izlenimci anlayışı renk problemlerine özel bir dikkat göstererek İstanbul görüntülerini güneş ışığı ve sis gibi unsurlarla birlikte verdi Çallı kuşağı ne tam anlamıyla Batı sanatının izleyicisi durumundadır, ne de bütünüyle yerel nitelikte bir sanat anlayışını temsil eder Bu ressamlar batı resim sanatından etkilenmekle birlikte, bu etkileri kendilerine özgü bir doğaya yaklaşım biçimi içinde özümseyebilmişlerdir Kendi aralarında gösterdikleri ortak üslup özelliklerinin yanı sıra sezgi ve içgüdünün yönlendirildiği bir arayışla biçimsel sorunları sınırlamada bir gerilimi yaşarlar Böylece kendi kişisel üsluplarını yaratmada da başarılı olmuşlardır Bütün bu özellikleriyle Çallı kuşağı Türk resminde kesin bir dönüm noktasıdır Gerçekte Türk resminin gelişimi çoğunlukla tam bir kesinlik içermeyen ve bütünüyle tek bir görüş çerçevesinde toplanmayan gurup hareketlerinin birbirini izleyen sürekliliği içinde kurulmuş değildir Çünkü Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ve uzantıları ile onları izleyen müstakiller, D Gurubu, Yeniler ve benzeri guruplaşmalar arasında süreklilikle sonuçlanan bir etki-tepki diyaloğu yoktur Müstakillerin baştaki kurucuları Refik Epikman, Hamit Görele, Şeref Akdik, Nurullah Berk, Hale Asaf, Muhittin Sebati, Zeki Kocamemi, Avni Çelebi, Mahmut Cuda ve heykeltraş Ratip Aşir'dir Müstakiller tek bir bakış açısı çevresinde birleşen bir gurup değildir Bu ressamlar herbiri aralarındaki üslup ortaklığı kadar üslup ayrılıklarında da birleşmiş bir görünüm sergiler Buna karşılık amaçlarının Cezanne biçimciliğinin uzantısı olan bir tuş düzeni ile kübizm ve konstrüktivizm gibi akımların biçimsel kuruluşa tanıdığı önceliği bütünleştirmek olduğu söylenebilir D gurubu 1933 yılında Cemal Tollu, Nurullah Berk, Zeki Faik İzer, Elif Naci, Abidin Dino ve heykeltraş Zühtü Müridoğlu tarafından kurulmuştur Çoğunluğu Sanayi-i Nefisede Çallı ve arkadaşlarının öğrencileri olan D gurubunun kurucuları, kendilerinden öncekiler gibi Avrupa'da resim öğretimi görmüşlerdir D Gurubu, Çallı kuşağının renkçiliğine desenin sağlamlığını katarak, düzen ve kuruluşa ağırlık veren bir biçim anlayışı ile hareket etmiştir Gerçi müstakiller de Çallı kuşağının izlenimciliğine karşı çıkarak kübizm ve konstrüktivizmde sağlam düzen kuruluşları aramışlardır, ancak D gurubu ise müstakillerin yeni anlayışlarını daha aşırı bir boyut içinde vermişlerdir Gurup üyeleri kendi aralarında farklı anlayışa sahip olmakla birlikte, Türk resmine yeni bir entelektüel yaklaşım getirmek, resimde tekniği düşünce ile birleştirmek gibi ortak bir amaçta birleşmiş görünürler Gerek düşüncede, gerekse uygulamada "akademizme ve körükörüne doğa kopyacılığına" aynı oranda karşıdırlar Ancak sözcülüğünü ettikleri "Lhote" biçimciliği, etkinlikleri doruk noktasına ulaştığı sıralarda, Avrupa'da çoktan akademik sayılan bir boyut kazanmıştır D Gurubunun, Türkiye'de resim kültürünün yaygınlaştırılmasında katkıları çok büyüktür 1940'larda etkili olan Yeniler Gurubunda ise Nuri İyem, Agop Arad, Selim turan, Avni Arbaş, Nejat melih Devrim, Kemal Sönmezler, heykeltraş Faruk Morel ve afişçi Yusuf Karatay bulunmaktadır Yeniler, kendilerinden önceki D Gurubunun aşırı Avrupa sanatı taraftarlığına ve biçimciliğine karşı toplumsal içeriğin önemini vurgulamak amacında birleşmişlerdir Onlara göre sanat ve resim toplumun sorunlarına dönük olmalı, gerçek yaşamı yansıtmalı, insanların güncel uğraşlarını konu almanın yanı sıra onların sevinç ve üzüntülerini de belirtmeliydi Ancak, yenilerin tutumları kendi içinde kavranabilir bütünlüğü olan bir resim dili yaratmaya yetmemiştir Çünkü, Yeniler, toplumsal konuların resimsel anlatımının gerektirdiği biçimlere yönelmek yerine, geleneksel ve Cezanne kökenli biçim modellerinin birleşimi bir anlayışla hareket etmişlerdir II Dünya Savaşından sonra Batıda genel olarak soyut sanat, özel olarak da soyut dışavurumculuk geniş çapta gelişmeler sağlamıştır Batıdaki benzerleri gibi Türk resim sanatında da soyut eğilimler teknik ve biçim açısından iki temel davranış biçimi içinde sınıflandırılabilirler Bunlardan ilki düzenli bir fırça işçiliğine ve yüzeysel geometrik bir biçim anlayışına dayanan akılcı, kuralcı ve katı yaklaşımdır Diğeri ise dağınık bir tutuş ve serbest fırça işçiliği üstüne temellenen lirik, kendiliğinden, disiplinsiz ve bir yere değin de ifadeci olabilen duyarlı organik yaklaşımdır Sabri Berkel, Halil Dikmen, Cemal Bingöl, Şemsettin Arel, Arif Kaptan ve Hamit Görele daha çok geometrik kuruluşlara düz yüzeylere, sert ve açısal biçimlerle çalışan soyutçular arasında yer alırlar Öte yandan Şemsettin Arel, Abidin Elderoğlu ve bir yere değin de Sabri Berkel'in hat sanatı ve kaligrafiden esinlenen yapıtları soyut biçime geleneksel bir bağlam kazandırma arayışlarının ürünüdür 1970'ler, Türk resminde evrensel ve yerel, soyut ve somut gibi karşıt eğilimlerin berraklaşmaya dönüştüğü ve bazı sentezlere ulaştığı bir başlangıcı yaşar Yaşlı kuşak sanatçıların bir kısmı giderek ağırlık kazanan yeni gelişmelere ayak uydurmaya çalışırken bir kısmı da kendi bireysel üsluplarını derinleştirmeye yönelirler Genç kuşak içindeki tutarlı kişilikler ise, geçmişe oranla daha belirgin bir biçim-içerik bütünlüğü ile yeni arayışlara girişirler 1970'lerde resim sanatı beş temel anlayış doğrultusunda biçimlenmektedir 1 Soyutçular 2 Soyut ya da figüratif biçimci yaklaşımlar 3 Soyutlanmış figüratif biçimde lirik arayışlar 4 Yerelci ve toplumcu eğilimler 5 İfadeci ve eleştirel figüratif yaklaşımlar Soyutçular : Sabri Berkel, Adnan Çoker, Ömer Uluç, Burhan Doğançay, Erol Eti, Eral Alantar, Adnan Turani, Güngör Taner, Hali Akdeniz, Tomur Atagök Soyut ya da figüratif biçimciler : Gürel Yontan, Şükrü Aysan, İsmail Saray, Ahmet Öktem, Serhat Kiraz Soyutlanmış figüratif biçimde lirik arayışlar : Özdemir Altan, Turan Erol, Orhan Peker son yıllarında Bedri Rahmi, Şadan Bezeyiş, Mustafa Esirkuş, Nuri Abaç, Erol Akyavaş, Dinçer Erimez, Burhan Uygun, Zahit Büyükişleyen Yerelci ve Toplumcular : Osman Oral, İsmail Altınok, Hüseyin Bilişik, Duran Karaca, Kayıhan Keskinok, Mehmet Güler, Yalçın Gökçebağ, Veysel Günay, Mehmet Başbuğ İfadeci ve Eleştirel Yaklaşımlar : Alaettin Aksoy, Mustafa Ata, Neşe Erdok, Mehmet Güleryüz, Ergin İnan, Kemal İskender, Balkan Naci islimyeli, Özer Kabaş, Erol Kınalı, Hüsamettin Koçan, İbrahim Örs, Kadri Özayten, Gürkan Çoşkun, Utku Varlık 1970'lerle birlikte İstanbul, Ankara ve İzmir gibi Türkiye'nin büyük kentlerindeki sanat etkinlikleri geçmişe oranla eşi görülmedik boyutlarda bir gelişme göstermiştir ve hala da göstermektedir Galerilerin sayıları çok büyük bür artış göstermiş ve bu olgunun etkisiyle resme olan ilgi büyük ölçüde artmış, kolleksiyoncu çevreler ve resme meraklı aydınlar daha çok resim toplamaya yönelmişlerdir Heykel Cumhuriyet dönemi heykelciliği, plastik ve estetik veriler açısından zengin bir geçmişin henüz çok genç mirasçısıdır Anadolu'ya bakıldığında bu toprakların, birbirinin üzerine kurulmuş çeşitli medeniyetlerden kalan farklı sanat anlayışıyla yapılmış heykellerle dolu olduğu görülür Atatürk önceleri Arap ve Acem Kültürlerinin izlerini taşıyan, daha sonra da Tanzimat'la birlikte Batıya yönelen Türk sanatının, doğuya ya da batıya özenen değil de, kendine özgü biçimini yaratan ve uygulayan bir şekle gelmesi için sanata ve kültüre, inkilapların en başında yer vermiştir Milleti yaşatmak, çağdaş kültür düzeyine eriştirmek, ona katkıda bulunmak için sanatın büyük düşünsel-itici gücüne inanan Atatürk, güzel sanatlara öncelik tanımıştır
|