Prof. Dr. Sinsi
|
Psikolojik Ağrı, Psikolojik Ağrılar
Psikolojik Ağrı, Psikolojik Ağrılar
Kronik ağrıda emosyonel değişkenler
Ağrı deneyiminde psikolojik etkenlerin rolü büyüktür Özellikle anksiyete, depresyon, güvenin azalması, histeri ve yılgınlık ağrı şiddetinin artmasına yol açmaktadır
Bu değişiklikler sonucunda vücutta birçok kimyasal maddeler salgılanır Bu kimyasal maddelerin salgılanması ile de kalp hızı değişir, tansiyon yükselir, mide ve bağırsaklarda çeşitli bozukluklar ortaya çıkar Özellikle kronik ağrıda farklı etkenlerin bu etkileri hastanın psikolojik durumundaki bozukluklara bağlıdır Bu durum genellikle hem hasta hem de hastayı tedavi eden hekim tarafından yeterince değerlendirilmez
Ağrı ile anksiyete yani tedirginlik arasında birçok ortak nokta vardır Tedirgin kadınların daha fazla ağrı çektiği bilimsel olarak gösterilmiştir Buna en güzel örnek, doğum ağrısıdır Doğum ağrısından korkan kadınların daha fazla ağrı çektiği gösterilmiştir Bu nedenle doğum öncesinde özellikle çok şiddetli korkular içerisinde olan kadınlara yeni yeni yöntemlerle gevşemeleri öğretilmektedir
Ağrı ve depresyon arasında da belirgin bir ilişki vardır Bu noktada ağrıya bağlı olarak ortaya çıkan depresyonla çeşitli psikiyatrik hastalıkların sonucu olarak ortaya çıkan ve ağrı biçiminde tezahür eden şikayetleri birbirinden ayırmak gerekir Çünkü uzun süre yani kronik olarak ağrı çeken bir insanda depresyon sebep değil, sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır
Ağrının yol açtığı depresyonun aynı zamanda ağrılı hastalarda ağrıyı daha da şiddetlendirdiği de yine bilinmektedir Depresif kişilerin ağrıya karşı daha önceden meydana gelen yorgunluk ve farklı biçimlerdeki kontrol sistemlerinin çalışmamasına da neden olmaktadır
Depresyon ve umutsuzluk kişinin tedaviye karşı cevabını etkilemekte ve hekim-hasta ilişkisini bozmaktadır Kronik ağrılı hastalarda bu emosyonel ve psikolo-jik bozuklukların mutlaka giderilmesi gerekir Kronik ağrıdan yakınan hastalar sürekli olarak hekimlere çeşitli sıkıntılarını dile getirmeye çalışırlar Bu sıkıntılar ile hastadaki bir psikiyatrik bozukluk sonucu ortaya çıkan durumun bir-birinden ayırt edilmesi gerekir Ağrı genellikle daha önce de belirtildiği gibi bir hastalığın ya da tehlikenin işaretidir Kronik ağrıda ise durum daha farklıdır O yüzden kronik ağrıda bir ortaya çıkan sıkıntı geçmez Uykusuz geçen geceler zihnin sürekli olarak hastalıkla meşgul olması ve toplumsal aktivitenin gün geçtikçe azalması insanda kişilik değişikliklerine yol açar Neşeli, dışa vurumcu bir insan zamanla içine kapanık bir duruma gelir Hasta huysuz, sinirli, arkadaşlarına önem vermeyen agresif bir kişiliğe bürünür Hastalarda depresyon, anksiyete, nöroz gibi bozukluklarla seyreden ağrılarda çeşitli psikolojik girişimler kullanılarak hastanın bu yönden de desteklenmesi gerekir Kronik ağrılı hastada en önemli noktalardan bir tanesi hastanın ağrısının gerçek olarak kabul edilmesidir
Hastayı dinledikten sonra "sende büyük bir bozukluk yok, ağrının temel nedeni psikolojik" şeklindeki yakıştırma hastanın tedavisine değil, tam tersi tedavi edilememesine yol açmaktadır Hastadaki psikolojik bozuklukları daha da ön plana geçirmektedir Hastanın emosyonel ve psikolojik durumunun küçümsenmesi ile ağrının küçümsenmesi aynı anlamdadır Çünkü ağrı, o insanın yaşamının bir parçası haline gelmiştir ve ilgilenilmesini, düzeltilmesini istemiştir
Buna karşın, çeşitli psikiyatrik bozukluklarda da hasta bu bozuklukları nitelendirebilmektedir Bütün kronik ağrılı hastalar arasında % 10-20 oranında rast-ladığımız bu duruma somatizasyon adı verilir Üzerlerindeki toplumsal baskının çok yüksek olduğu iş adamlarında, üst düzey yöneticilerinde, evde ortamın tekdüzeliğinden sıkılan ev hanımlarında, büyük sınav yükü altında kalan, kurslara giden öğrencilerde sıklıkla karşılaşılan bir durumdur Bu hasta-lar en ufak bir organik patolojik bozuklukları olmamasına rağmen vücutlarının çeşitli bölgelerinde geçmeyen ağrılardan yakınırlar ve hekimden hekime koşar-lar
Bu hastalarda kullanılan ağrı kesiciler genellikle bir işe yaramadığı gibi, has-tanın zaten bir psikolojik, psikiyatrik bir bozukluğa bağlı olan durumunu daha da kötüleştirir Bu tip hastalarda tanının doğru konması tedavide en önemli ilk adımdır
Aksi taktirde hastanın basit bir ağrılı hasta gibi ele alınması durumu hastaya yarar sağlamaz Ağrılı hastalarda birçok yöntemin yanı sıra bu tip ağrılı durum-larda psikolojik faktörler de kullanılmakta ve psikolojik tedavi yöntemleri de uygulanmaktadır Bu uygulanan psikolojik yöntemlerin dört ortak özelliği vardır Birincisi; hastaya, diğer hastaya göre farklı bir kavram ortaya çıkar-masıdır Yani kavramlaştırma yapmasını sağlamaktadır Ağrının insanın kafasında bir kavram haline getirilmesi sağlanmaktadır Ağrı karşısında kendisini korumasını sağlamasına yönelik olarak yeni uygulamalar yapılmaktadır Yeniden kavramlaştırma dönemi hastaya ağrı deneyimi karşısında bir noktada müdahale etmesini sağlama şeklinde ele alınabilir
İkincisi, her bir yöntem hastanın umudunu arttıran moral bozukluğuna karşı savaşan ve vücudundaki kaynakları yeniden kullanmaya yönelen bir özellik taşımaktadır
Üçüncüsü, hastanın tedavi sürecine aktif olarak, etkin olarak katılımını ve sorumluluk almasını sağlamaktır
Dördüncüsü, hastanın varolan kaynakları daha iyi değerlendirmesini ve yeniden yeteneklerine kavuşmasını öğrenmeye yöneliktir Bunları sağlayabilmek için hastanın çevresel koşullarının değiştirilmesi de önemlidir Hastanın çevresinde ağrıya neden olan ya da ağrıyı anımsatan davranışlar değer-lendirilmeli ve hasta etrafındaki kısıtlamaların kaldırılmasına çalışılmalıdır Hastaya sağlıklı bir insan gibi davranılmalı ancak, korumalı olarak da hasta değerlendirilmelidir
Psikiyatrik bozukluklara bağlı olan hastalarda hastanın mutlaka bir psikiyatrist tarafından görülmesi, bir psikolog tarafından sürekli olarak gözlenmesi şarttır Ağrılı hastanın değerlendirilmesinde diğer önemli noktalardan birisi kültürel faktörlerdir Ağrı ve acı çekme kişinin kültüründen bağımsız olarak ortaya çıkar Yani vücuttaki bir bozukluğun, bir darbenin insanın dini, cinsi, cinsiyeti ve kültürel özellikleri ile elbette ki fazla bir ilişkisi yoktur Ancak, her olguda olduğu gibi ifade biçimleri kültürel faktörlere bağlıdır Çünkü, daha önce de tanımlandığı gibi ağrı insanın geçmişteki tüm deneyimleri ile ilgili hoş olmayan bir duygudur İnsan, duygu ve düşüncelerini ifade ederken bu deney-imlerden, bilgi birikimlerinden yararlanır Kültür denildiği zaman, insanı başka insanlardan ayıran inanç, düşünce, gelenek, görenek, insanlar arası ilişkiler ve davranış biçimlerinin tümü ele alınmalıdır Bu kavram, insanların ortaklaşa paylaştığı bir karmaşık davranışsal biçimler yumağıdır Kişinin coğrafi, dinsel ve ırksal özelliklerine bağlı ağrı ile ilgili birçok çalışma yapılmıştır Etnik ve kültürel değişkenler birçok psikolojik ve sosyal değişkenlerle birleşerek kronik ağrıda önemli rol oynamaktadır
Ağrı sürdükçe sosyal çevre ve ağrıya bağlı davranışsal değişiklikler ortaya çıkar Akut ağrı dediğimiz ani başlayan ağrılarda acı çekme hissi refleks olarak belirli hareket biçimleriyle ortaya konur Ağrı devam edip kronik ağrı haline geldiğinde ise bu davranış değişiklikleri artık birer alışkanlık halindedir Kronik ağrı çeken insanlar bu davranışları hem şekil yapıları, hem kültürel kapsamları içinde gösterirler Kimileri hemen ilaca ya da hekime yönelir, kimileri ise daha farklı alternatif tıp olarak isimlendirilen çeşitli tedavi biçimlerinden ya da dini yöntemlerden, medet umar Ayrıntılı olarak değerlendirildiğinde hastanın hekime ya da diğer yöntemlere başvurmasında çevresel etkenlerin ya da kültürel birikiminin önemli rolü olduğu görülmektedir Kapalı bir ekonomik çevrede yetişen hastanın ilk atacağı adım imkanları elvermediği için çevresinde-ki tıp dışı insanlardan yardım istemek, komşularının deneyimlerinden çare ummaktır
Birçok hastanın bu şekilde iyileşmeye çalıştığı bilinmektedir Bu tip tıp dışı insanların hasta tedavisinde hala etkinlikleri koruduğu herkesçe bilinmektedir Ağrı ile uğraşanlar kişilerin ağrıyı ifade biçimlerinin etnokültürel miraslara bağlı olduğunu da bildirmektedir Örneğin; Yahudi ve İtalyanlar ağrıyı daha abartılı bir biçimde ifade ederken, İrlandalı ve Amerikalıların daha kaderci oldukları ortaya konmuştur Ağrının tümüyle öznel, sübjektif bir olgu olduğu düşünülürse kişinin ekonomik ve toplumsal istemleri sonucunda ortaya çıkan özlemlerinin, imgelerinin, düşünce yapısının ağrı olayında da önemli bir rol taşıması normaldir
Sanılanın aksine kadınların ağrıya karşı şikayetlerini erkeklere karşı daha abartısız olarak dile getirdikleri görülmektedir İster içinde bulunduğu toplum-sal konum, isterse kişisel özellikleri nedeniyle kadınlar ancak ağrı çok dayanıl-maz olduğunda hekime başvurmaktadır Özellikle kırsal kesimlerden gelen hastaların ağrı şikayederini dile getirmede kent insanına göre daha kapalı olduğu görülmektedir
Kent insanı, özellikle yarı eğitimli kent insanı şikayetlerini daha abartılı bir biçimde dile getirmektedir Bütün bu özellikler ağrılı hastanın değer-lendirilmesinde önemli rol oynamaktadır Çünkü sonuçta ağrı, insanın bütünü kapsayan bir duyu olarak karşımıza çıkmaktadır O yüzden de ağrının değer-lendirilmesi artık tıpta yeni bir disiplinin, Algoloji adını verdiğimiz yeni bir tıp disiplininin konusu haline gelmiştir
|