Prof. Dr. Sinsi
|
İstanbul'daki Tarihi Mekanlar
İstanbul'daki Tarihi Mekanlar
TOPKAPI SARAYI
İstanbul'da Sarayburnu sırtları üzerinde, Fatih devrinden Abdülmecid'e kadar Osmanlı padişahlarının oturduğu Topkapı Sarayı şehrin birinci tepesinde, Zeytinlik adı verilen bölgede kuruldu 1478 yılında yapılan 1400 metrelik surlarla çevrili olan Topkapı Sarayı'nın Marmara tarafındaki Otluk kapısı ve Haliç tarafındaki Demirkapı'dan başka küçük ölçüde beş koltuk kapısı olan Suru Sultani adı verilen surun ana girişi, Ayasofya arkasındaki Bab-ı Hümayundur
Topkapı sarayı 700 000 metrekarelik bir alanı kaplar, içinde kasırlar, köşkler, devlet daireleri, saray halkına ayrılan koğuşlar, camiler, kütüphaneler ve büyük bir mutfak vardır Burada yapılan son köşk, Abdülmecid'in Avrupa üslubundaki Mecidiye kasrıdır Önünde toplar durduğundan sahil sarayına Topkapı Sarayı denilmeye başlanmış daha sonra bu ad bugünkü Topkapı Sarayı'na verilmiştir
Sarayın ilk avlusunun içindeki köşklerden sadece ikisi bozulmadan bugüne kadar gelmiştir Bunlardan biri 1472'de yaptırılan Sırçasaray öteki ise sur üzerindeki Sultan İkinci Mahmud tarafından yaptırılan Alay köşküdür
3 Nisan 1924'de Bakanlar Kurulu kararı ile müze haline getirilen sarayın Alay Meydanı denilen birinci avlusunda, sağından Defterdar dairesi, solunda iç cephane arasından geçen bir yolla çifte kuleli orta kapıya ulaşılır Babüsselam adı verilen bu kapının temeli Fatih Sultan Mehmed zamanından kaldığı sanılıyor, fakat Kanuni devrinde kuleler değiştirilmiş, Sultan Üçüncü Mustafa zamanında iç tarafı geniş saçaklı bir revak yapılmıştır Bu kapıdan geçilerek girilen ikinci avlu sarayın ana sınırlarının başladığı yerdir İkinci avlunun sağ tarafında Dolap ocağı, Marmara'ya bakan sınır boyunca Mimar Sinan'ın yaptığı mutfaklar, Aşçılar koğuşu, hamamı, camii, ayrıca Vekilharç dairesi ve Yağhane vardır Avlunun sol tarafındaki revakların sonunda, sadrazamın başkanlığında vezirlerin toplandığı ve uzun süre devletin yönetildiği Kubbealtı denilen iki kubbeli daire vardır Burası da Kanuni zamanında yapılmıştır Kubbe altının arkasında yüksek bir kule yer alır İkinci avlunun sonunda bulunan ve üçüncü avlu veya Enderun'a geçişi sağlayan büyük kapıya Akağalar kapısı denir Bugünkü biçimiyle Sultan Üçüncü Selim devrinde yapılan bu kapının iki yanında Ağa dairesi ve Akağalar koğuşu vardır Bu kapının iç tarafında uzanan üçüncü avlunun içinde temeli Fatih'ten kalan, sonraları değiştirilen, iç süslemesi ve kapıları XIX yy üslubunda yenileştirilen Arz odası vardır Arz odası elçilerin ve vezirlerin kabulünde kullanılırdı
Enderun Kütüphanesi sarayın kütüphanelerinin en büyüğüdür Üçüncü avlunun sağ tarafında Enderun mektebi, meşkhanesi, Seferli koğuşu, bugün Hazine dairesi olan ve Fatih devrinden kalma köşk, Sultan İkinci Selim devrinden kalma bir hamam kalıntısı, solda Silahdar hazinesi ve Mukaddes emanetlerin saklandığı dört kubbeli Hırkai Saadet dairesi vardır Burada sol tarafta, üzeri tonozla örtülü, Ağalar camii vardır Caminin arkasında, Haremin ikinci girişinin hemen yanında bulunan ve Ağalar koğuşuna bitişik çok küçük kagir yapıda padişahın yemeğinin özel olarak hazırlandığı Kuşanedir Üçüncü avludan yokuş iki yol ile dördüncü avluya inilir Bunlardan sağdakinin iki tarafında Kilerli koğuşu ve Hazineli koğuşu, ötekinin sol yanında Emanet hazinesi dairesi bulunur Dördüncü avlunun Marmara'ya bakan yüzünde Fatih devrinden kaldığı sanılan bir köşk bodrumunun üstünde Anadolu yakasına ve denize bakan bir noktada Çadır köşkü ve Abdülmecid tarafından yaptırılan Mecidiye kasrı vardır Bu yapının yanında, Esvap odası denilen ufak bir bina ve Sofa camii adı verilen minareli küçük bir cami yer alır Yeniköşk de denilen Mecidiye kasrının önünden aşağı kapıyı giden bir yol vardır Buradan bugün Gülhane Parkı denilen, Sarayburnu bahçesine çıkılır Harem denilen kısmın kubbealtı yanında açılan ve 1588 tarihli Araba kapısı denilen esas girişinden başka, ikinci avluya ve üçüncü avluda Akağalar dairesi yanında Kuşane kapısı ve Raht hazinesinin arkasından dışarı parka açılan bire de Şal kapısı vardır Zülüflü Baltacılar dairesi ile Hırkai Saadet dairesi arasındaki alanda bulunan Harem, eğimli bir arazi üzerinde kurularak, 400 yıl boyunca devamlı değişikliklere uğramış ve son olarak bugünkü görünümünü almıştır Harem, 250 kadar oda, hamamlar ve aralarda bulunan avlulardan kuruludur Haremin yönetimine bakan görevlilerin (Kara ağalar) Darüssaade dairesi, cariyelerin dairesi ve Hastanesi, Veliaht ve Valide Sultan dairesi, Şehzadeler dairesi ve Gözdeler dairesi gibi herbirinin bir çok bölümü olan dairelerden başka, bir de Hünkâr dairesi vardır
AYASOFYA
İstanbul'da Bizans devrinden kalan en ünlü kilisedir 1453'te Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u almasıyla camiye çevrilmiş, 1935'te müze oluncaya kadar bu amaçla kullanılmıştır Büyük Kostantinos'un İstanbul'u imparatorluk merkezi haline getirip kenti yeni baştan ele alması sırasında bugünkü Ayasofya'nın yerinde bir kilise yaptırılmış, M S 326 yıllarına rastlayan bu ilk yapıdan sonra M S 360'ta imparatorun oğlu Konstantinos küçük geldiği veya bir depremde yıkıldığı için yapıyı yeni baştan daha büyük olarak ele aldırmıştır Büyük kilise (Megale Ekklesia) adıyla anılan ve bazilikal bir plan gösterdiği sanılan yapı V yüzyıldan sonra daha çok Hagia Sophia adıyla tanınmış ve bu ad sonuna kadar yaşamıştır
404 tarihinde bir ayaklanma sırasında yanan kilisenin yerine Theodosios II devrinde 415'te yapılan yenisinin bazı kısımları bugünde görülmektedir Bu yapının batı yüzünü süslediği anlaşılan sütunlu galeri ile karteks duvarlarını bir kısmı 1935 yılında yapılan kazılarla bugünkü Ayasofya'nın batı avlusunda ortaya çıkmıştır
532 yılında çıkan yangından Ayasofya kurtulamamış, ayaklanmadan sonra Justinianos'un çağında ikinci bir örneği olmayacak büyüklükte ve özellikte bir yapı istemesi üzerine, devrin iki önemli mimarından Aydınlı Anthemios ile Miletoslu İsidoros sorumluluğu yüklenmişler, yangınların etkileyemeyeceği her türlü malzemenin en zengin şekilde kullanılacağı bir kilisenin yapımına girişmişler 537 tarihinde tamamlanan yapı, büyük bir açılış töreninden sonra imparatorun "Ey Süleyman seni geçtim" demesine sebep olacak kadar etkileyici olmuştu
Zaman içerisinde birçok yangın ve deprem atlatan Ayasofya, 29 Mayıs 1453'te İstanbul'un Türkler tarafından alınmasından sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye çevrilmiş ilk Cuma namazı burada kılınmıştı Camiye çevrilmesi sırasında yapının ana çizgileri korunmuş, figürlü mozaiklere bile dokunulmamıştır Bunlar ancak Kanuni devrinde badanayla örtülmüştür Güneydoğudaki büyük dayanak duvarların Fatih devrinde yapıldığı, ayrıca tuğla minarenin eklendiği kabul edilir Sultan İkinci Bayezid devrindeyse kuzeybatıdaki ince minare, Sultan İkinci Selim devrinde de Mimar Sinan tarafından batıdaki iki kalın minare eklenmiş ve yer dayanaklarla kuvvetlendirilmiştir Mimar Sinan'ın yaptığı dayanaklar ve onarımlar yapının bugüne kadar ulaşabilmesini sağlamıştır
Bu yapının çevresinde Bizans devrinden kalan ek yapılar vaftizhane ve hazine dairesidir Bu ek yapılardan vaftizhane Osmanlı devrinde Sultan Mustafa ve İbrahim'in türbesi olmuş, Sultan İkinci Selim türbesi Mimar Sinan, Sultan Üçüncü Murad türbesi de Davut Ağa tarafından yapılmıştır Ayrıca Sultan Üçüncü Mehmed'in kendi türbesi, bir okul binası, Sultan Birinci Mahmud döneminden özellikler taşıyan bir şadırvan ve imaret yapının çevresinde yer alır
Ayasofya, birçok özelliğiyle uzun yıllar birçok mimarı etkilemiş, çeşitli devirlerde gördüğü ek ve onarımlarla bugünkü şeklini almış bir yapıdır Mimari ve süsleme zenginliğinin yanı sıra her devirde eklenen efsaneleriyle de büyük bir geçmişi içinde saklamaktadır
YEDİKULE ZİNDANLARI
İstanbul'u güneybatı'dan çevreleyen kara surları ve kuleler topluluğudur Yedikule Hisarı, ya da Yedikule Zindanları da denilmektedir I Theodosius tarafından bir zafer takı yaptırılmış, 412 yılında bu tak, şehrin giriş kapısı olmuş, II Theodosius tarafından kapının sağ ve sol taraflarına birer kule ekletilerek kara surlarına bağlanmıştır Şehrin en büyük caddesine açılan bu kapıdan genelde zaferden dönen imparatorlar geçerlerdi Kapının kemer ve cephesi altın yaldızlarla süslüdür bu nedenle "Yaldızlı Kapı" denilmektedir IV Kantakuzenos tarafından kulelerin yanlarına birer kule daha eklettirildi XV yüzyılda orta geçidin yüksekliği 8m'den 4m'ye indirilmiş ve bu geçit kapatılmıştır Fatih, İstanbul'un fethinden sonra 1470'de farklı yüksekliklerde üç kule yaptırmış, öteki kulelere ve surlara bağlatmıştır Kulelerin sayısı yediye çıkmış ve hisar görünümü almıştır
Kulelerden biri Bizanslılar döneminde tutuklular ve idam mahkumları için kullanılırdı Burada işkence aletleri, hücreler ve kuyular bulunmaktadır
Osmanlılarda da mahkûmlar, savaşta ele geçirilen elçiler için hapishane olarak kullanılmıştır Ana kapının solunda bulunan mermer kulenin içinde "Kanlıkuyu" adı verilen derin bir kuyu bulunmaktadır Mahkûmlar bu kuyunun kenarında idam edilir ve başları kuyunun içine atılırdı Kuyunun dibinde Marmara Denizi'ne açılan bir tünel bulunmaktadır Kuyuya atılan başlar deniz sularının kuyunun dibine vurmasıyla denize sürüklenirdi Bu kulenin orta karında biri küçük ve penceresiz, diğeri büyük iki oda vardı Burada birçok siyasi tutuklu hapsedilmiş, Sultan II Osman'da Yedikule'de öldürülmüştür Bugün müze olarak kullanılmaktadır
|