Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bulunmak, dünyada, hayır, iyilikle

Dünyada Hayır Ve İyilikle Bulunmak

Eski 10-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Dünyada Hayır Ve İyilikle Bulunmak




Dünyada Hayır ve İyilikle Bulunmak
Hakkında Dünyada Hayır ve İyilikle Bulunmak




Dünyada Hayır ve İyilikle Bulunmak

Dünyada Bulunmanın Anlamı Üzerine
Dünyada Hayır ve İyilikle Bulunmak

İslâm’ın temel inanç esaslarına inanan her insan şunu kesinlikle bilir ki, Cenâb-ı Hak yaratmış olduğu hiçbir varlığı asla boş yere yaratmamıştır O’nun yarattığı her şeyin mutlaka bir yaratılış gayesi ve hikmeti vardır Yüce Allah -hâşâ- abesle iştigal etmez Bizim en anlamsız, en lüzumsuz, hatta zararlı gördüğümüz varlıklarda ve olaylarda bile, farkında olmadığımız nice fayda ve hikmetler gizlidir Bu, O’nun Hakîm ism-i şerîfinin gereğidir

Gerek Kur’an-ı Kerim’in bu konularla alâkalı ayetlerini, gerekse hadis literatürünü dikkatlice incelediğimizde, varlık âleminin niçin yaratıldığı, “insan” denen varlığın bu âlemde nasıl bir konuma sahip olduğu ve ona yüklenen misyonun ne olduğu hakkında genel hatlarıyla şunları görmekteyiz: Cenâb-ı Hakk’ın görünen ve görünmeyen bütün varlık âlemini yaratmasındaki asıl gaye, zât-ı ulûhiyetinde mündemiç olan cemâl ve celâl sıfatlarının tecellî etmesi ve bu tecellîleri idrâk edebilme kabiliyetine sahip en mütekâmil varlık olan insan tarafından, bu tecelliler vasıtasıyla Allah’ın varlığının bilinmesi ve O’na kulluk edilmesidir Kulluktan da gaye, Allah’a kurbiyet kesbederek, O’nun daha yakından, “irfânî” ve “yakînî” anlamda tanınmasıdır Bu demektir ki, tüm varlık âlemi insanın ortaya çıkması için ve ona hizmet etmek üzere; insan da Yüce Allah’ı tanımak, varlığını ve birliğini (tevhîd) kabul etmek ve O’nun emir ve yasakları çerçevesinde kulluğunu ortaya koyarak, ilâhî iradenin âlemde hükümfermâ olmasına vesile olmaktır Bu hususu, Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri Marifetnâme adlı meşhur kitabının daha başında bir cümle ile şöyle ifade etmektedir: “Cenâb-ı Mevlâ her iki âlemi benîâdem için, benîâdem’i de kendi marifeti (bilinmesi) için yaratmıştır Şu hâlde, âlemin de, benîâdem’in de yaratılmasından asıl maksat, marifet-i Mevlâ’dır
Nitekim Yüce Allah Kur’an-ı Kerîm’de, göklerde ve yerde olan her şeyin (Hac, 65; Lokmân, 20; Câsiye, 13), güneşin ve ayın (İbrahim, 33; Nahl, 12), denizin (Nahl, 14), gece ve gündüzün (İbrahim, 33), yani bütün varlıkların insanların faydasına ve hizmetine sunulduğunu açık bir şekilde beyan etmektedir İnsandan bahseden âyet-i kerîmelere bir göz attığımızda da şunları görmekteyiz: Cenâb-ı Hak, “insanoğluna kendi ruhundan üflediğini” (Sâd, 72), “onu mükerrem (şerefli) kıldığını” (İsrâ, 70) ve “onu en güzel kıvamda yarattığını” (Tîn, 4) ifade buyurmaktadır ki, bunlar insanoğlunun yaratılış bakımından diğer varlıklardan apayrı ve müstesna bir özelliğe sahip olduğunu göstermektedir Nitekim insanın sahip olduğu fıtrî özelliklere dikkatlice bir baktığımızda, onun, rûhuyla, aklıyla, idrak kabiliyetiyle, eşyaya ve olaylara müdahale edebilme gücüyle, irade ve seçme yeteneğine sahip oluşuyla, inceleme, araştırma ve bir şeyler üretebilme becerisiyle ve daha pek çok özelliğiyle, hakikaten eskilerin tabiriyle, “nev’i şahsına münhasır” müstesna bir varlık olduğunu görebiliriz İnsan bu özellikleriyle âdeta varlık ağacının meyvesi ve çekirdeği, yani amacı durumundadır Bu bakımdan İslâm düşünürleri nazarında insan, “gaye varlık”tır Onun için Şeyh Gâlib şu güzel beytini boşuna söylememiştir:

Hoşça bak zâtına kim, zübde-i âlemsin sen,
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen!

Yine bir başka şairin dediği gibi:

İnsan ne demek? Ekrem-i mahlûk-ı ilâhî
İnsan ne demek? Eşref-i mahlûk-ı ilâhî
Hakk’ın bir aceb fi‘l-i kerâmâtıdır insân!

İşte bu müstesnâ özellikleri sebebiyle, Cenâb-ı Hak insanı yeryüzünde kendisine “halîfe” kılmış (En’âm, 165; Fâtır, 39; Yûnus, 14) ve ona “göklerin, yeryüzünün ve dağların yüklenemediği bir emaneti yüklemiştir” (Ahzâb, 72) O emanet de, kendine bahşedilen maddî ve manevî bütün kabiliyetlerini Yüce Yaratıcı’nın iradesi doğrultusunda kullanarak, O’nu tanıma, emir ve yasaklarına tâbî olma ve O’nun adına insanlığı ve varlık âlemini imâr ve inşâ etme sorumluluğudur Bu husus, “Ben, cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zâriyât, 50) ayet-i kerîmesiyle açık bir şekilde beyan edilmiştir Demek ki, insanoğlunun yaratılış misyonu, “Allah’ın halîfesi” sıfatının bir gereği olarak, Cenâb-ı Hakk’ı varlık âleminde en güzel şekilde temsil etmek ve O’nun vermiş olduğu imkân, kabiliyet ve yetkileri O’nun adına en güzel şekilde kullanmaktır Bunun şuurunda olan ve gereğini yerine getirebilen insanlara, bizim kültürümüzde, “kâmil insan” veya “velî zât” adı verilir ki, bu özelliği kazanmak, samimi her Müslümanın hayatının gayesidir veya öyle olması gerekir

Ne var ki, bu müstesna özelliklere sahip olan insanoğlunun bir başka özelliği de, “nefs-i emmâre” adı verilen olumsuz bir vasfı içinde barındırması ve “şeytan” gibi azılı bir gizli düşmanla yüz yüze olmasıdır Onun için insan, üstlenmiş olduğu “emanet”i yerine getirirken, nefis ve şeytana karşı bilinçli ve amansız bir mücadele vermek durumundadır İşte, dünyada “imtihan” hâlinde olmamızın sırrı da burada gizlidir Yani bu çetin imtihanı başarıp, taşıdığımız “emanet”in hakkını verebilmek, nefis ve şeytanın tuzak ve aldatmalarına kapılmadan, Cenâb-ı Hakk’ın iradesi ve rızası istikametinde bir hayat sürebilmemiz anlamına gelmektedir Çünkü, yine Kur’an-ı Kerîm’de Yüce Rabbimiz, “nefsin sürekli kötülüğü emrettiğini” (Yûsuf, 53), şeytanın da “apaçık düşmanımız olduğu ve ondan sakınmamız gerektiğini” (Bakara, 168, 208; En’âm, 142; A’râf, 22; Yûsuf, 5; Yâsîn, 60; Zuhruf, 62; İsrâ, 53; Fâtır, 6) defâatle hatırlatmıştır İşte bu yüzden, Yüce Allah’ın emir ve yasaklarını hiçe sayıp, nefsanî arzularına ve şeytana tâbî olarak yaşama yolunu tercih edenler, hem yaratılışta kendilerine tevdî edilen “ilahî emanet”e hıyanet etmiş, hem de Yaratıcı’larına isyan ederek, o büyük “imtihan”ı kaybetmiş, bunun sonucu olarak da, ahirette azaba maruz kalmayı hak etmiş olurlar

Bütün bu anlattıklarımızla esasında şunu vurgulamak istiyoruz: İnancının bilincinde olan bir Müslüman, dünyaya niçin geldiğini, bu dünyada nasıl bir sorumluluk taşıdığını ve hayatını hangi ölçülere göre dizayn etmesi gerektiğini bilen, öbür dünyada Cenâb-ı Hakk’a vereceği hesabın endişesini taşıyan ve Efendimiz (sas)’in, “Hesaba çekilmeden önce, kendinizi hesaba çekin” tavsiyesini ciddiye alan insandır Çünkü o, Allah (cc) tarafından yapılan “İnsan başıboş bırakılıverdiğini mi zannediyor?!” (Kıyâme, 36) tarzındaki mühim îkazdan haberdardır Onun için, yaptığı her türlü işinde, insanlarla ilişkilerinde, alış-verişinde, aile efradıyla münasebetlerinde, hatta eğlencelerinde bile ilâhî rızayı elde etme amacından asla sapmamaya çalışır O, ilâhî rızaya kavuşma yolunun, doğruluk, iyilik ve güzellikten geçtiğini bilir ve bu hasletlerin ideal bir temsilcisi olmaya gayret eder İtikadında, ibadetlerinde, işlerinde ve ahlâkında Allah (cc) ve Rasûlü (sas)’nün yolunu izlemeyi hayatının biricik ölçüsü kabul eder Şuurlu Müslüman, Yüce Mevlâ’nın, hakikî müminler hakkındaki, “İşte onlar hayır işlerinde acele edip koşuşturanlardır” (Âl-i İmrân, 114; Enbiyâ, 90; Mü’minûn, 61) ayetiyle, “O (Allah), hanginizin daha güzel iş yapacağını sınamak için, ölümü ve hayatı yaratandır” (Mülk, 2) uyarısını asla görmezlikten gelemez Diğer taraftan, Rasûl-i Ekrem (sas)’in, “İnsanların en hayırlısı, insanlara en yararlı olandır” ve “Sizin en hayırlınız, insanlara en faydalı olanınızdır” ikazını göz önünde tutarak, insanlara her hususta yararlı olmayı şiar edinir

Kısacası, “insan” olma iddiasında olan, özellikle de Müslüman olan bir kimse, hangi coğrafyada ve hangi toplumda yaşadığına bakmaksızın, her şeyden önce, Cenâb-ı Hakk’ın ona bahşettiği bunca maddî ve manevî nimetler karşısında nankörlük etmeden, varlıkların en mükemmel ve en şereflisine, yani “insan”a yakışan olgunluk, vakar, haysiyet ve doğruluk vasıflarına sahip olarak, hayır ve iyiliği hayatının şiarı hâline getirmek durumundadır Yoksa, nefsanî duygularını tatminden ve dünyevî menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyen, bu yüzden de başka insanlara faydalı olmak şöyle dursun, onlara zarar vermekten herhangi bir rahatsızlık duymayan bir kimsenin, gerçekte diğer varlıklardan bir farkı olmayacağı gibi, insanlık için onlardan çok daha tehlikeli olacağında hiç şüphe yoktur Ne mutlu dünyada hayır ve iyilik yolunda, “insan”a yakışan bir hayat sürerek, taşıdığı “ilâhî emanet”in hakkını verebilenlere!

Not: Bu yazı, Diyanet Avrupa Aylık Dergi 2008 Haziran sayısında yayınlanmıştır

Prof Dr Osman Türer


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.