Prof. Dr. Sinsi
|
İlâh; Anlam Ve Mâhiyeti
İlâh; Anlam ve Mâhiyeti
Hakkında İlâh; Anlam ve Mâhiyeti
İlâh; Anlam ve Mâhiyeti
"İlâhınız bir tek ilâhtır O'ndan başka ilâh yoktur O, rahmândır, rahîmdir " (2/Bakara, 163)
İslâm kültürünün önemli kavramlarından biri de “ilâh”tır Tevhid inancını ve onun karşıtlarını yeterince bilmek için bu kavramı iyi tanımak gerekir Tevhid Kelimesinin içinde yer alan bu kavram, iman ile şirk (ortak koşma) arasındaki farkı ortaya koyar
Sözlük anlamı; kulluk edilen, mâ'bûd haline getirilen, kendisine yönelinen, alışılan, düşkün olunan demektir Kendisinden türediği ‘elihe' fiili; yönelmek, düşkün olmak, kulluk yapmak, örtmek-gizlemek, alışmak gibi anlamlara gelmektedir
Kavram olarak ilâh; kendisine ibâdet edilen, ma'bûd sayılan şey, her şeyden çok sevilen, ta'zim edilen kutsal varlık anlamında kullanılmaktadır Tapınılan, kendisine ibâdet edilen, üstün sayılan bütün ma'budların ortak adı ‘ilâh'tır Türkçede bunu ‘tanrı' kelimesi ile karşılarız
İslâmî istılahta ilâh; tapınılan, kendisine ibâdet edilen demektir İlâh; ibâdet edilmeye yani kudret ve kuvveti önünde huşû ile boyun eğilip kulluk ve itaat edilmeye lâyık, herşeyin O'na muhtaç olduğu bir varlık demektir İlâh kelimesi gizlilik ve esrârengizlik mânâlarına da gelir ki, böylece ilâh görülmez ve ulaşılmaz bir varlıktır
İnsanoğlu, fıtratı gereği, her zaman bir ilâha inanma, sığınma ve ondan yardım istemeye muhtaçtır O bazı şeylerden korkar, bazı şeylere gücü yetmez ve başkalarından yardım ister, bazı şeylere sığınır, bazı şeyleri kendinden üstün görür Bütün ümitlerin bittiği bir yerde, görmediği, tanımadığı, hayal etmediği bir gizli ‘ilâh'tan yardım ister Çevresinde gördüğü hemen bütün olayların kendi gücünün dışında olduğunun farkındadır Bu olayları bir gücün yaptığına inanır Bunlara benzer daha bir çok sebepten dolayı insan sığınacak bir melce (bir kucak) arar
Peygamberlerin tebliğ ettiği Allah inancından uzak insanlar, yaratılışlarında ve pratik hayatlarındaki ‘bir ilâha bağlanma' ihtiyacını başka şekillerde, bâtıl yollarla giderirler Tarihte ve günümüzde dinsiz insan olmadığı gibi, ‘ilâhsız' insan da yoktur Kimileri, hiç bir tanrıya inanmadığını söylese bile; onların içerisinde, sığındığı, bağlandığı, yardım istediği, her şeyden çok sevdiği, her şeyden çok büyük saydığı bir ‘şey' mutlaka vardır
İşte o ‘şey' onun için bir tanrıdır Kur'ân-ı Kerim çok ilginç bir örnek veriyor: Birtakım insanlar kendi görüşlerini, kendi isteklerini, kendi emirlerini en üstün ve doğru görürler Bir dinin emrine uymayı bırakın, toplumda geçerli olan hiç bir kural onları bağlamaz Bu tip insanlar, bir çeşit ‘kendi keyiflerine' uyarlar Kendi arzularından (hevâlarından) başka kutsal, kendi isteklerinden ve görüşlerinden üstün güç ve doğru kabul etmezler İşte bu tür insanlar için Kur'ân-ı Kerim; “Gördün mü o kendi hevâsını (istek ve arzularını) ilâh/tanrı edinen kimseyi Şimdi onun üzerine sen mi bekçi olacaksın?” (25/Furkan, 43) demektedir
İlâh zannedilen şey, insan üzerinde var sayılan ‘güç'tür Bu kimine göre ateş, kimine göre Güneş, bazılarına göre gökler, bazılarına göre yıldızlar, bazı kimselere göre madde, bazısına göre ataların rûhu, kimilerine göre tabiat (doğa), bazılarına göre devlet erki, bazısına göre de iyilik ve kötülük tanrılarıdır
Hatta bazı insanlar ve toplumlar, başlarındaki yöneticileri, kralları ilâh veya yarı tanrı saymışlardır Nitekim Firavun, elinin altındakilere “Ben sizin en büyük rabbınızım/ilâhınızım” diyordu (79/Nâziât, 24) Japon kralları tanrı sayılan Güneşin oğlu, Çin kralları tanrının oğlu, bir çeşit Budist dini olan Lamaların büyüğü Dalay Lama yarı tanrı sayılıyor(du)
Birçok ülkede diktatörler, tanrı gibi algılanmış, karşı konulmaz üstün güce sahip, her dedikleri yapılması gereken, kızdığı zaman gazabıyla herkesi cezalandırabilen tanrılar gibi düşünülmüştür Hatta birçok yerde bu diktatörler adına dikilen heykellere insanlar secde edercesine saygı göstermektedirler
Tarihte, Tevhid Dininden uzaklaşmış bütün toplumlarda farklı ilâh düşünceleri gelişmiştir Kimileri inandıkları ilâhları adına putlar ve mâbetler yapıp, o putlara tapınmışlardır Bu putların taştan, tunçtan veya ahşaptan yapılmasının fazla bir önemi yoktur İnsanlar, ilâhları adına kendi elleriyle heykeller yapıp, sonra da buna, ilâhımız veya bizi ilâhımıza götürecek aracımız diyorlar ve o heykellere ilâh diye tapınıyorlardı “Beşerin böyle dalâleti var / Putunu kendi yapar kendi tapar ”
Kur'ân-ı Kerim'e göre, yer, gök ve ikisinde olan her şey bir olan Allah'ındır Yoktan var eden yalnızca O'dur Bütün nimetler O'nun elindedir Sonsuz güç ve kuvvet yalnızca O'nundur Bütün işler yani kader O'nun elindedir Yerde ve gökte olan her şey isteyerek veya istemeyerek O'na boyun eğerler Her şey O'nu tesbih eder (O'na ibâdet eder, O'nu zikreder) Yerde ve gökte yalnızca O'nun hükmü geçer O'nun bir benzeri ve eşi yoktur Hiç bir şey O'nun dengi olamaz O'nun Rabliğinin, ilâhlığının, hükmünün ve yaratıcılığının ortağı ve yardımcısı yoktur O hiç bir şeye muhtaç değildir
Mutlak anlamda yardım edici O'dur, mutlak anlamda ceza verici yine O'dur Bu anlamda O, mutlak ve tek ‘ilâh'tır; O'ndan başka ilâh yoktur İnsanların ilâh diye düşündükleri şeylerin ötesinde bir ilâhtır O İslâm, bu sıfatları taşıyan Rabbe, “Allah” der Bu isim, ilâh kavramından farklıdır Benzeri, eşi, ortağı, çoğulu, olmayan bir Allah kavramı Bu, kâinatın sahibi, mutlak yaratıcı ve azamet sahibi ‘ilâh'ın özel adıdır
İnsanlar birçok ilâhlar düşünmüşlerdir, düşünebilirler de; ama ‘Allah' bir tanedir ve O'nun hakkında başka türlü düşünmek de mümkün değildir Allah, hem ilâhlık (ulûhiyet), hem Rablik (rubûbiyet), hem hâkimlik (hâkimiyet), hem de meliklik (mülûkiyet) sıfatlarına, işlevine sahiptir
“İlâh”ın Kur'an'daki İki Mânâsı: Kur'an'da ‘ilâh' kavramı, daha çok şu iki anlamda kullanılmıştır: Birincisi, hak olsun bâtıl olsun, bütün insanların kendisine ibâdet ettikleri ma'bud; İkincisi, gerçek ibâdete lâyık olan, âlemlerin Rabbi olan Allah
İlâh Düşüncesi: Tevhid, insanlığın ilk dini; ilk insan da bir tevhid peygamberi idi Hz Âdem'den çok sonraları insanlar ilk defa Tevhid inancının dışına çıktılar ve yaptıkları heykelleri ilâh haline getirip onlara tapındılar Daha sonradan gelen birçok kavmin arasında ve günümüzde dünyanın çeşitli yerlerinde bu bâtıl inanış devam etmektedir
Kişinin inandığı ilâh, onun ihtiyaçları gören, duâlarına karşılık veren, sıkıştığı zaman imdadına koşan ve her bakımdan üstün (müteâl) olmalıdır Bu ilâh insanın sahip olmadığı birçok özelliği taşımalıdır Aynı zamanda ulaşılamayacak yüce bir makam olmalıdır ulûhiyet/ilâhlık Kimileri bu ilâhlarını hayal etmişler, kimileri de onları somut bir şekilde, put halinde cisimleştirmişlerdir Birçoğu da insana ait birtakım özellikleri onlara vermişler, tanrılarını insan gibi, veya bazı insanları tanrı gibi düşünmüşlerdir
Eski Yunan ilâhları/tanrıları, insanlar gibi kavga ediyorlar, birbirlerinin hanımlarına göz koyuyorlardı Eski İran dini Mazdeizm'in iki tanrısı vardı ve sürekli kavga ederlerdi Birisinin kötülükleri, diğerinin iyilikleri yarattığına inanılırdı Eski Azteklerin ilâhı zâlim bir savaşçıydı Bazıları birtakım hayvanları, kimi insanlar zamanı, bazıları da ruhları kutsal sayıp, onlara bir ilâh gibi saygı göstermişlerdir
Geçmişte bu tür acâyip ve sapık ilâh inançları çoktu İslâm bu tür bütün ilâh düşüncelerini kaldırmış ve insanlar hakkında hak olan Allah inancını getirmiştir Çünkü bu inanç, insanların kendi kafalarından ve eksik görüşlerinden değil, bizzat insanların Rabbi Allah'tan gelmiştir Böylece, Tevhid dinine inanan insanlar ‘ilâh' konusundaki düşüncelerini ve inançlarını düzeltebilmişlerdir Ancak buna rağmen tarihte olduğu gibi günümüzde de aklını kullanmayan, Kur'an'a kulak vermeyen insanlar, hâlâ yanlış ilâh inancını sürdürmektedirler
Allah'a ait bir sıfatı, veya sıfatları bir başka varlığa veren, onu ilâh gibi düşünmüş olur Dinimizde bunun adı “şirk”tir Allah'ın yaratma, öldürme, diriltme, affetme, azâb etme, yoktan var etme, kutsal olma, nimet verme, hüküm koyma gibi sıfatları, başka şeylerde, başka varlıklarda var sayılırsa, onlar “ilâh” haline getiriliyor demektir Bu bağlamda bir kimse; bir kişinin, bir kurumun veya bir başka şeyin, ‘tıpkı tanrı gibi” diye düşünmesi, onu ilâh saymasıdır İlâh diye düşünülen şey; üstündür, (müteâldir), en çok sevilendir, ondan daha büyük bir şey yoktur
Günümüzde bu tür ilâh fikrini çokça görmek mümkündür Üzülerek söylemek gerekirse, bilimin bu kadar ilerlemesine rağmen insanlar hâlâ, geçmişteki câhiller gibi sapık ilâh inancını terketmemişlerdir Bugün nice insan, atalarının ruhunu, devlet yöneticilerini, kahramanları, devlet örgütlerini, uluslararası kuruluşları tıpkı ilâh gibi görmektedir “Bu sahte tanrların gücü çok büyüktür ve bunlara asla karşı gelinemez” diye inanılmaktadır
Gazetelerin sayfalarında görülen ‘futbol ilâhı', ‘müziğin ilâhı', ‘sanat tanrısı', ‘seks tanrıçası', ‘ey falanca şarkıcı sana kul olayım', ‘ey sevgili sana tapıyorum' gibi ifadeler işte bu yanlış ilâh fikrinin görüntüleridir Yine bazı şarkılarda geçen, sevgiliyi putlaştıran sözler de bunun gibidir Bazıları bir sporcuyu, bazıları da bir müzik veya film yıldızını kendisi için en üstün örnek sayar, onun peşinden gider, onu taparcasına sever, ondan başka üstün ve kutsal bir şey düşünmez İşte bu yanlış fikir onu sapık ilâh fikrine sürükler
Rejimlerin, devlet adamlarının, diktatörlerin, tek partilerin, kahramanlaştırılan bazı ölülerin koydukları ilkeler ve kanunlar, yaptıkları işler ve uygulamaları hakkında, “karşı gelinemez, değiştirilemez, itaat edilmesi zorunlu ilkelerdir” düşüncesi, onları ilâh saymanın çağdaş görüntüleridir İnsanlar bu gibi otorite sahiplerinde olağanüstü bir güç var sanmaktalar, dolayısıyla onlarda ilâhlık sıfatları görmekteler
Bazılarının, “birtakım kişilerin veya grupların fikirleri, ilkeleri, kanunları en üstündür, onların üzerinde güç ve otorite yoktur” şeklindeki inançları, onların dinleridir Aynı konuda âlemlerin rabbi Allah'ın insanlar için indirdiği hükümlere aldırmamak, onları reddetmek, ya da onların yerine kişilerin ve kurumların hükmünü kabul etmek; onları ilâh haline getirmenin göstergesidir
Câhiliye döneminde cömertliğiyle meşhur Hâtem Tâî'nin oğlu Adiyy bir gün boynunda altından bir haç asılı olduğu halde Peygamberimizi ziyarete geldi Kendisine Adiyy b Hatem'in geldiği haber verildi Rasûlullah (s a s ) o sırada 9/Tevbe sûresi 31 âyeti okuyordu Adiy b Hâtem, orada söylenenleri duyunca şöyle dedi: “Ben yahûdileri ve hıristiyanları tanırım, onlar hahamlarına ve papazlarına ibâdet etmiyorlar ki  ” Bunun üzerine Ekrem Rasûl şöyle buyurdu: “Evet, onlar (onların önünde secde ederek) ibâdet etmiyorlar, fakat onlar halka bir şeyi helâl veya haram kılıyorlar, halk da din adamlarının bu hükümlerini kabul edip uyuyorlar İşte onları ilâhlaştırıp rab haline getirmenin mânâsı budur ” Sonra Peygamberimiz onu İslâm'a dâvet etti, o da müslüman oldu (Tirmizî, Tefsîr, 10, hadis no: 3292)
“Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, mü'min bir erkek veya kadına, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur Kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir dalâlete/sapıklığa düşmüş olur ” (33/Ahzâb, 36) Diyelim ki, herhangi bir konuda Allah'ın koyduğu bir ölçü veya bir hüküm var Buna karşın aynı konuda bir kişinin, siyasî bir otoritenin, devletin veya başka bir gücün tam aykırı bir görüşü veya ölçüsü bulunmaktadır Bir insan Allah'ın hükmüne rağmen onları benimser, inanır veya peşinden giderse; işte o kabul ettiği hükmü veya ölçüyü koyan kaynağı ilâh haline getirmiş demektir
Örneğin, Allah (c c ), Kur'an'da içki içmeyi yasaklıyor, fâiz alıp vermeyi haram sayıyor, kadınlara örtünmeyi emrediyor, ama birtakım yöneticiler veya yetki sahipleri, içki içmeyi normal görüyor, “fâizsiz ekonomi olmaz” diyor, ya da birileri kadınların örtünmesini çağdaş kıyafet değil diye yasaklıyor Bazıları, “Allah'ın ölçülerinin bir hükmü yoktur, bu zamanda uygulamak zordur, ama yöneticilerin koyduğu hüküm daha doğrudur, zamana daha uygundur, biz onlara inanırız”, derse, işte bu inanç başkalarını ilâh haline getirmedir
Kim herhangi bir şeyi Allah sevgisinden fazla severse, bir şeye Allah'tan fazla saygı gösterir veya ondan bu denli korkarsa, veya Allah'ın dışında herhangi bir şeye veya insana tapınırsa, ya da Allah'ın hükmüne aykırı olarak başkalarının ilkelerini daha üstün sayarsa, işte o insan, bütün bunları ilâh haline getiriyor demektir
Farklı ilâhlara inananlar bu inançlarını zaman zaman ortaya koyuyorlar ‘Falanca devletin, falanca uluslararası kuruluşun veya falanca adamın ilkeleri her şeyin üstündedir' diyen kimse, Allah'ı değil onları ilâh tanıyor demektir
İslâm'ın ezelî, ebedî, değişmeyen ve evrensel ilkesi şudur: “Lâ ilâhe illâllah Muhammedü'r Rasûlüllah (Allah'tan başka tanrı yoktur Hz Muhammed Allah'ın elçisidir) ” (3)
“Allah ile birlikte başka bir ilâh edinip tapınma O'ndan başka hiç bir ilâh yoktur ” (28/Kasas, 88) “İnsanlar içinde Allah'tan başkasını O'na denk sayanlar var Ki onları Allah'ı sever gibi severler İman edenlerin Allah'a olan sevgileri daha büyüktür Allah'a eş koşarak kendi kendilerine zulmedenler, azabı görecekleri zaman bütün kudretin ve gücün gerçekten Allah'ta olduğunu gözleri ile görür gibi bir bilselerdi ” (2/Bakara, 165)
İlâhlık ve otorite birbirini gerektirir İlâh denildiğinde, aklımıza, hayatımız için kanun koyan, nizam ve hukuk belirleyen ve kayıtsız şartsız hâkimiyet sahibi Allah (c c ) gelmelidir İnsanın fıtratında kendinden üstün bir varlığa yalvarma ve tapınma ihtiyacı yatar Her insan bir şeye tapar İnsanlar fıtrattan gelen ilâh edinme ihtiyacını sadece Allah'a yöneltmezse, başka ilâhlara tapmış olurlar ki, bu da insanı küfre sokar Kur'ân-ı Kerim'de öncelikle ve her şeyden önemli ve yoğun olarak Allah'ın ilâhlığı üzerinde durulur Tek ilâh Allah'tır, yani kendinden başka kulluk edilecek, tapınılacak, yönelinecek başka bir ilâh yoktur Cahiliye döneminde, gerek Mekke müşrikleri gerek yahudi ve hristiyanlar Allah'a inanıyorlardı; fakat Allah'ın ilâhlık vasıflarını başkalarına da vererek, Allah'a karşı en büyük yalan olan şirke düşmüşlerdi
İlâh tektir ve O da Allah'tır Allah; her şeyi yaratan, insanları bir gün bir araya toplayacak olan, öldüren ve dirilten, kendisine güvenilen, yalvarılan, sığınılan, kendisi için zaman ve mekan sınırı olmayan ve varlıkların eksikliklerinden bütünüyle uzak olandır O halde bütün bunlara gücü yeten “ilah” tır ve O da bir tanedir Birden fazla ilah olması mümkün değildir Allah bu konuda şöyle buyuruyor: “Allah hiç evlât edinmemiştir O'na ortak hiç bir ilâh da yoktur (Öyle olsaydı) bu takdirde her ilâh kendi yarattığıyla gider ve elbette kimi kimine üstün çıkıp büyüklenirdi Allah Onların ( müşriklerin ) bütün isnatlarından münezzehtir ” (23/Mü'minûn, 95) Yani, her ilâh başka bir şey dilerdi Her ilâh diğerinden farklı bir şey yapmak, bağımsız olduğunu ve egemenliğini göstermek isterdi Bunun sonucunda da bütün kâinat yerle bir olurdu Halbuki kâinatta muazzam bir düzen vardır Öyleyse kâinata hükmeden ilâh tekdir ki, O da Allah'tır Bütün evren, içindeki varlıklarla birlikte, gücü her şeye yeten, bilgisi her şeye ulaşan bir İlâh'ın kontrolündedir Müslümanlar, bu İlâh'a yönelirler, O'na duâ ederler Korkuları bu İlâh'tandır, güvenleri de bu İlâh'adır Bu İlâh'a her şeyiyle bağlıdırlar, O'nu her şeyden çok severler Elbette bu ilâh âlemlerin Rabbi olan Allah'tır Lâ ilâhe illâllah kelimesinde belirtildiği gibi Allah'tan başka ilah yoktur
İlâhlık vasıflarının en önemlisi, Allah'ın hayatımız için kanun koyan, nizam ve hukuk belirleyen olmasıdır Eğer kanun koyma, insanlar için hukuk belirleme Allah'tan başkalarına verilirse, bu onlara ilâhlık vasıflarını da vermek olur ki, bu da şirktir Bu mânâda kanun koyucu olarak ilâhlık taslayan tâğutlar tarih boyunca çıkmıştır ve çıkacaktır Günümüzde ve tarihte en çok görülen şirk çeşidi bunlara kulluk şeklinde olandır “Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Zira tâğûta küfredip inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde tâğûtun önünde muhâkemeleşmek, onların hükümlerini uygulamak istiyorlar Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor ” (4/Nisâ, 60) “Kim tâğûtu reddedip Allah'a iman ederse, muhakkak ki, kopması mümkün olmayan sapasağlam kulpa yapışmış olur ” (2/Bakara, 256)
Kur'ân-ı Kerim bize bütün Peygamberlerin tevhid akîdesiyle gönderildiğini bildirir: “(Ey Muhammed!) Senden önce gönderdiğimiz her Peygambere; Benden başka ilâh yoktur, Bana ibâdet/kulluk edin' diye vahyetmişizdir ” (21/Enbiyâ, 25) “Andolsun ki Biz, ‘Allah'a kulluk/ibâdet edin ve tâğuttan sakının' diye (emretmeleri için) her ümmete/topluma, bir peygamber gönderdik ” (16/Nahl, 36)
akidemiz orgdan alınmıştır
|