Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Sinsi Eğlence > Bir Tutam Hikaye

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
abasıyanık, faik, sait, öyküleri

Sait Faik Abasıyanık Öyküleri

Eski 10-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sait Faik Abasıyanık Öyküleri



Sait Faik Abasıyanık Öyküler

Sait Faik Abasıyanık Hikayeleri

Dülger Balığının Ölümü

Hepsinin gözleri güzeldir Hepsinin canlıyken pulları kadın elbiselerine, kadın kulaklarına, kadın göğüslerine takılmağa değer Nedir o elmaslar, yakutlar, akikler, zümrütler, şunlar bunlar?

Mümkün olsaydı da balolara canlı balık sırtlarının yanar döner renkleriyle gidebilselerdi bayanlar; balıkçılar milyon, balıklar şan ü şeref kazanırdı Ne yazık ki soluverir ölür ölmez, öyle ki, büzülmüş böceklere döner balık sırtının pırıltıları Benim, size ölümünü hikâye edeceğim balığın öyle parıltılı, yanar döner pulları yoktur Pulu da yoktur ya zavallının Hafifçe, belirsiz bir yeşil renkle esmerdir Balıkların en çirkinidir Kocaman, dişsiz, ak ve şeffaf naylondan bir ağzı vardır: Sudan çıkar çıkmaz bir karış açılır Açılır da bir daha kapanmaz

Vücudu kirlice, esmer renkte demiş miydim?

Rum balıkçıların hrisopsaros -Hristos balığı- dedikleri bu balık, vaktiyle korkunç bir deniz canavarı imiş İsa doğmadan evvel, Akdeniz'de dehşet salmış Bir Finikeli denize düşmeye görsün! Devirdiği Kartacalı çektirmesinin, Beni İsrail balıkçı kayığının sayısı sayılamamış Keser, biçer; doğrar, mahmuzlar; takar, yırtar; kopararır atar; çeker, parçalarmış Akdeniz'in en gözü pek; insandan, hayvandan, fırtınadan, yıldırımdan, belâdan, işkenceden yılmaz korsanı, dülger balığının adından bembeyaz kesilirmiş

İsa, günlerden bir gün, deniz kenarında gezinirken sandallarını büyük bir korkuyla bırakıp kaçan balıkçılar görmüş "Ne oluyorsunuz?" diye sorunca balıkçılara; "Aman" demişler balıkçılar, "elâman! Elâman bu canavardan! Sandalımızı kırdı, arkadaşlarımızı parçaladı Hepsinden kötüsü, balık tutamaz olduk, açlıktan kırılırız"

İsa, yalınayak, başı kabak, dülger balıklarının yüzlercesinin kaynaştığı denize doğru yürümüş En kocamanını, uzun parmaklı elleriyle tutup sudan çıkarmış İki elinin başparmağı arasında sımsıkı tutmuş, eğilmiş, kulağına bir şeyler söylemiş

O gün bu gündür dülger balığı, denizlerin görünüşü pek dehşetli, fakat huyu pek uysal, pek zavallı bir yaratığıdır Birçok yerlerinde çiviye, kesere, eğriye, kerpetene, destereye, eğeye benzer çıkıntıları, kemikle kılçık arası dikenleri vardır Dülger balığı adı ona bunlardan ötürü takılmış olmalı

Bütün bu alat ü edavatın dört yanını, şeffaf naylondan diyebileceğimiz işlemeli bir zar çevirmiştir Kuyruğa doğru bu incecik zar azıcık kalınlaşır, rengi koyulaşır, bir balık kuyruğunun biçimini alır

Oltaya tutuldu muydu dünyasına, sulara küsüverir Nasıl bir korku içine düşer kimbilir? Onun için dünya bomboştur artık Oltadan kurtulsa da fayda yoktur Suyun yüzüne yamyassı serilir Kocaman gözleriyle insana mahzun mahzun bakar durur Sandala aldığınız zaman dakikalarca onun sesini işitirsiniz Ya, sesini! Bir o, bir de kırlangıç balığı sandalda ölünceye kadar ikide bir feryada benzer, soluğa benzer acı bir ses çıkarır İnce zardan ağzını bir kere ağlara vurmasın, küstüğünün resmidir dülger balığının

Bir gün, balıkçı kahvesinin önündeki; yarısı kırmızı, yarısı beyaz çiçek açan akasyanın dalına asılmış bir dülger balığı gördüm Rengi denizden çıktığı zamandı Yalnız aletlerinin etrafını çeviren incecik, ipekten bile yumuşak zarları titreyip duruyordu Böyle bir oynama hiç görmemiştim Evet, bu bir oyundu Bir görünmez iç rüzgârının oyunuydu Vücutta, görünüşte hiçbir titreme yoktu Yalnız bu zarlar zevkli bir ürperişle tatlı tatlı titriyorlardı İlk bakışta insana zevkli, eğlenceli bir şeymiş gibi gelen bu titreme, hakikatte bir ölüm dansıydı Sanki dülger balığının ruhu, rüzgâr rüzgâr, bu incecik zarlardan çıkıp gidiyordu; bir dirhem kalmamışcasına

Hani bazı yaz günleri hiç rüzgâr yokken, deniz üstünde bir meneviş peydahlanır İşte böyle bir cazip titremeydi bu İnsanın içini zevkle, saadetle dolduruyordu Ancak, balığın ölmek üzere olduğu düşünülürse, bu titremenin anlamı hafifçe acıya yorulabilirdi Ama insan, yine de bu anlama almamağa çalışıyordu Belki de bu, harikulâde tatlı bir ölümdür Belki de balık, hâlâ suda, derinliklerde bulunduğunu sanıyordur Karnı tok, sırtı pektir Akşam olmuştur Denizin dibinin kumları gıdıklayıcıdır Altta, dişi yumurtaları, üstte erkek tohumları sallanıyor, sallanıyor, sallanıyordu Vücudunu bir şehvet anı sarmıştırBirdenbire dehşetli bir şey gördüm: Balık tuhaf bir şekilde, ağır ağır ağarmağa, rengini atmağa, hem de beyaz kesilmeğe giden bir hal almağa başlamıştı Acaba bana mı öyle geliyor? Sahiden rengini mi atıyor? Demeğe, dikkatli bakmağa lüzum kalmadan, yanılmadığımı anladım

Kenarları süsleyen zarların oyunu çabuklaşmağa, balik da, git gide, saniyeden saniyeye pek belli bir halde beyazlaşmağa başladı İçimde dülger balığının yüreğini dolduran korkuyu duydum Bu, hepimizin bildiği bir korku idi: Ölüm korkusu

Artık her seyi anlamıştı Denizlerin dibi âlemi bitmişti Ne akıntılara yassı vücudunu bırakmak, ne karanlık sulara, koyu yeşil yosunlara gömülmek Ne sabahları birdenbire, yukarılardan derinlere inen, serin aydınlıkta uyanıvermek, günün mavi ve yeşil oyunları içinde kuyruk oynatmak, habbeler çıkarmak, yüze doğru fırlamak Ne yosunlara, canlı yosunlara yatmak, ne akıntılarla âletlerini yakamozlara takarak yıkanmak, yıkanmak vardı Her şey bitmişti:

Dülger balığının ölüm hali uzun sürüyor Sanki balık su hava dediğimiz gaz suya alışmağa çalışmaktadır Hani biraz dişini sıksa, alışması mümkündür gibime geldi

Bu iki saat süren ölüm halini, dört saate, dört saati sekiz saate, sekiz saati yirmi dörde çıkardık mıydı; dülger balığını aramızda bir işle uğraşırken görüvereceğiz sanıyorum

Onu atmosferimize, suyumuza alıştırdığımız gün, bayramlar edeceğiz Elimize görünüsü dehşetli, korkunç, çirkin ama, aslında küser huylu, pek sakin, pek korkak, pek hassas, iyi yürekli, tatlı ve korkak bakışlı bir yaratık geçirdiğimizden böbürlenerek onu üzmek için elimizden geleni yapacağız Şaşıracak, önce katlanacak Onu şair, küskün, anlaşılmayan biri yapacağız Bir gün hassaslığını, ertesi gün sevgisini, üçüncü gün korkaklığını, sükûnunu kötüleyecek, canından bezdireceğiz İçinde ne kadar güzel şey varsa hepsini, birer birer söküp atacak Acı acı sırıtarak İsanın tuttuğu belinin ortasındaki parmak izi yerlerini, mahmuzları, kerpeteni, eğesi, testeresi ve baltasıyla kazıyacak İlk çağlardaki canavar halini bulacak

Bir kere suyumuza alışmağa görsün Onu canavar haline getirmek için hiç bir firsatı kaçırmayacağız

Havuz Başı

Beyazıt havuzunun kenarındaki kanepelerden birine oturmuş, sizi bekliyorum Yaşını almış bir adamın yirmi yaşındaki çocuk kederlerini, sevinçlerini yaşamış ne demektir, diye düşünüyorum: Belki bir, geç olma hadisesi Belki de bir çeşit hazları, kederleri, çocuklukları uzatma temayülü Ama bu uzayan yaz, kışın gelmeyeceğine alâmet değil Kış müthiş olacak, kar yolları kapayacak, bembeyaz ovada ölülük uzayıp gidecek Sizi bekliyorum Sizi göreceğim; içimde bir şey koşacak Siz görmeden geçeceksiniz Ben kederle sevinci duyup dalacağım istediğim âleme Dünyayı yeniden kederlerle kuracağım Sonra çarşılardan çarşılara, insan sesleri arasında, her şeyi sizinle kurulmuş bir şehirde dolaşacağım Herkes geçti, siz geçmediniz Yüzünüzü göremedim Bayramım, çocukluk bayramım salıncaksız geçmiş gibi gözüme yaş doldu Soğuktan mı titriyordum, yoksa heyecandan, üzüntüden mi, bilmem

Havuzun suyu bulanık Kapının saatleri 12´yi geçmiş Kanepelerde kimseler yokTramvay ne fena gıcırdadı! Tramvaydaki adam bir tanıdık mıydı, acaba? Ne diye öyle dönüp dönüp baktı? Yoksa kimselerin oturmadığı kanepelerde bu saatlerde yalnız pek başıboşlar mı oturur? Kimseler âşık değil mi bu şehirde? Kimseler, bir meydanın kanepesinde kimseyi beklemeyecek mi, yüzünü bir dakika görmek için kimsenin?

Önce yanımdaki kanepeye oturdular Biri kadın, öteki erkekti Erkek bana gülümsedi Halim yok gülmeye; yoksa tatlı tatlı gülümsemesine karşılık verilmeyecek adam değildi Bu selam yerine geçen gülümsemeye neden cevap vermedim? Sizi bekliyordum Hâlâ sizi bekliyordum Belki de, bugun, bu saatte buradan çıkmayacaktınız Yoksa hasta mıydınız? Bir ara bir başkasında saçlarınızı, yürüyüşünüzü seyreder gibi olmuş, siz olmadığınızı görünce yeniden merak etmiş, üzülmüş; sonra, belki de benim burada oturduğumu tahmin etmiştir de öteki kapıdan çıkmıştır şüphesine düşmüştüm Bu şüpheden çabucak caydım O kadar ehemmiyet verilmeye değer miydim?

Ya hasta iseniz! Sanki hasta idiniz Koşup yatağınızın başucuna gelmiştim Gözlerinizi açtınız Alnınız terli idi İki açık sarı tel terli alnınızın üstüne yapışmıştı "Ateşim düşmüyor" demiştiniz Şehre küsmüştüm Karaborsalardan ilaçlar getirmiştim İyileşmiştiniz Rıhtım boyunca yürümüştük Taze, kırmızı idiniz Alnınız terli idi Gülüyordunuz Alay ediyordunuz Koşuyordunuz, yakalayamıyordum Allah esirgesin! Hasta olmayın!

Dört beş saniye içinde bunları düşündüğümden adamın selamına karşılık vermemiştim Dört beş saniye bir gecikmeden sonra ben de güldüm Bunun üzerine adam yerinden kalktı, yanıma geldi:

Bu caminin ismi ne?

Bir türlü bulamadım caminin ismini, dersem, inanır mısınız? Hâlâ sizinle beraberdim Hayır, hasat filân değildiniz, çok şükür! Beni görmemek için arka yollardan gidişinizi görür gibi oldum İçimi mütevekkil bir sıkıntı sardı Kızamıyorum size Dünyaya kızıyorum En iyi arkadaşıma kızıyorum

Yok a- Bu mayıstan başka her şeye benzeyen soğuk bin dokuz yüz kırk altı mayısına kızıyorum Size kızamıyorum Arka sokaklardan beni görmemek için kaçtı ise, beni düşünerek gitmiştir, diyorum Hatırladım caminin ismini:

Beyazıt camii, canım!

Kadın da yerinden kalktı Adamın mühim bir sual sorduğunu, cevabının bütün karışık meseleleri halledeceğini bağıran pek mütecessis bir yüzle yanımıza geldi Yanına oturdu adamın Bu sefer o sordu:

Ali Sofya hangisi?

Şu tarafta Bir işaretle sol tarafı gösterdim Anlayamadılar ne taraftadır Ali Sofya Elimin gösterdiği istikameti bir türlü kestiremediler Gösterdiğim yerde kocaman binalar, birbirini kesen, biçen yollar, dükkânlar vardı Oradan Ayasofya´yı nasıl bulacaklar? Ama ne yapsınlar, çaresiz kabullendiler Zahir oralardadır, diye akıllarından geçmiş gibi yüzüme baktılar Son bir defa daha:

Her halde ıraktır dediler

Yok, pek ırak değil dedim

Adam ellisini asmıştı Toprak rengi yüzünde alışılmamış çizgiler vardı

Bunu getirdim köyden dedi

Çarşaflı kadını gösterdi: Sütlaç gibi buruşuk, ufacık gözleri ile yanaklarının elmacık kemiklere rastlayan yerleri pırıl pırıl, dişleri bembeyaz, yüzüne bakınca bir süt kokusu duyar gibi oldum Bu yüz pembe mi pembe; içinde ne güzel bir kan akıyordu kimbilir

Hiç İstanbul görmedi bu Bakıyor, hoşlanıyor da gülügülüveriyor Hoşlanıyor pek Biz Lüleburgaz´lıyız Ben geldim birkaç defa İstanbul´a Bu gelmemişti Camileri gezdiriyordum

Taksim´e de bir gidin

Gideceğiz Beyoğlu´nu da görürüz ha? O da, Taksim´e ulaşmadan değil mi?

Evet

Tramvayla mı gidelim?

Tramvayla gidin, ya!

Ama biz, Tünel´den geçmek istiyoruz

Tünel işlemiyor, kapalı

Yaa, Tünel kapalı demek Tünel´in kapalı olmasına beraberce üzülüyoruz Kadın, elinde gazete kâğıdına sarılmış bir şeyi bana gösteriyor:

Bakır ucuzlamış, ucuza aldık

Kaça aldınız?

Kilosuna ne verdikti? 450 kuruştan verdiler Te, bak şuna, 310 kuruş verdik Pahalı değil, değil mi?

325 kuruş verdik 700 gram geldi

Sen beş lira verdin Ne geri verdi sana bakırcı?

Hesap ettiler Önce anlaşamadılar Sonra anlaştılar 310 kuruşa almışlardı tencereyi Ben senin gelmen ihtimali olan yola gözlerimi dikmiştim Onlar, hesaplarını yapmış, havuzu seyrediyorlar Ben geçmenizden ümidi kesmişim Sizi nerede bulabileceğimi: "Bana bakın! Beni dinleyin, nolur? Bırakın da bir gün samimî olayım Söyleyeceklerimi söyletmiyorsunuz Dinleyeceklerimi dinletmiyorsunuz Bırakın anlatayım"

Bu, dibinden mi kaynar?

Yok canım? Babacığım, bu pınar mı? Boruyla içine terkos gelir

Adam yanındakine dönüyor:

Borularla doldururlarmış Dibine boru döşemişler, senin anlayacağın

Bana:

Pekii, hani bu, suları fışkırtırmış?

Bayramlarda, sıcak havalarda Hava soğuk da ondan fışkırtmıyorlar

Adam, kadına:

Hava soğuk soğuk da ondan fışkırtmıyorlar, anladın mı? Sıcak havalarda fışkırtırlar da insanları serinletir

Bana da dönüyor:

Peki -diyor- Hani üstüne top korlar da sular lastik topu havaya fırlatır, oynatır durur; öyle de yaparlar mı?

Elli yaşında adam, ellisine yakın kadın fıskiyeler, toplar Onlar, benden de çocuk Seni görememenin sıkıntısı dağılıyor, seviniyorum Kadın eğilip beni dinliyor Taksim´den, öteki camilerden, meydanlardan, Boğaziçi´nden, Kızkulesi´nden söz açıyoruz Sonunda lakırdılarımız bitiyor Konuşmuyoruz bir zaman Ben, size bir mısra bulup söylemek istiyorum Yağmurlu havalardan, dağ yollarından, katırlardan, çıngıraklardan bahseder mısralar yok mu yeryüzünde?

Bu sırada adam, kadınına Kızkulesi´ni, Haydarpaşa´yı, Selimiye Kışlası´nı anlatıyor Bir ara üçümüz de susuyoruz Mühim şeyler düşünüyor gibiyiz Hele ben, neler düşünmüyorum: Kapıdan çıkıyorsunuz Koşa koşa yanıma geliyorsunuz Kolunuza bile giriyorum Tam bu sırada adam:

Kışın donar mı bu su?

Ne diyeyim ben şimdi? Üzüntüm yine dağılıyor:

Donar -diyorum, donar da çocuklar üstünde kayarlar

Kadına dönüyor adam:

Donarmış; çocuklar üstünde kayarlarmış -diyor Ne dersin sevgilim, Beyazıt Havuzu kışın donar mı? Murtaza çavuşla karısı Hacer anaya ben, donar, dedim

Bir Sonbahar Akşamı

Nedir bu kuş, bilmem ki? Sonbaharda bulutlar turunç renklidir Sonbaharda yapraklar konuşur Lodoslu İstanbul denizi ne baş döndürücü şeydir! Bir lodoslu günde vapura atlayıp her ipin, her madenin ıslık çaldığı bir vapurda Adalara gidip gelirim Akşamüstü bazen Köprü´nün ortasında durup Sultan Selim´in arkasındaki bulutlarda kırmızı rengin oyunlarını seyrederken, bir sahra vahasında muazzam bir şehir, bir eski Bağdat, bulutlardaki deniz muharebesini seyrederdim Tramvaylar o şehri taşır, vapurlar o bulutlar şehrinin muhariplerini götürür, biz, bu hakikî şehrin sakinleri, tiyatro seyircileri gibi sessiz, âdeta geçenler bile durmuş gibi olur, seyrederiz

Minareden minareye asılı kırmızılıklar, portakala, Trabzon hurmasına benzer yemişler sarkıtan sonbahar akşamlarında ben bıldırcını hatırlarım Hepsini, bulutlardaki eski Bağdat´ı, minarelerdeki ananasları, insanların eski elbiselerindeki şaşaayı, hamal çocuğunun çıplak ayaklarındaki renkten çizmeleri, ayyaşın etrafını saran eski şarap hâlesini, hepsini; bütün bu yalancılığı, binbir gece hikâyelerinin ancak çocukları saran rûyasını, hepsini bir tarafa bırakıp bir beli kuşaklı adamın iplere dizip meyve hevengi gibi götürdüğü bıldırcınları düşünürüm Ben, serçeleri de, atmacaları, saka, florya, isketeleri de severim, hattâ uzak memlekete kuşlarını rûyalarımda görür, bazan şiir yazacak gibi olduğum zamanlarımda, papağan, tavuslar, cennet kuşları da görür gibi olurum

Ama bıldırcın! Sen, bizim göklerimizin muhacir kuşu! Seni sevdiğim, sana yakın olduğum kadar, ne baharımızın müjdecisi, dostumuz, âdeta köylümüz gibi olan çamur kulubeli, çalışkan, hiç kaçmayacaklar, yanımızda gezecekler gibi oluverip de bir gün habersiz bizden kaçan kırlangıçları; ne de o kızıl gagası, muhteşem kanatları, ince uzun, sırım gibi bacaklarıyla leyleği, damlarımızda, bacalarımızda, hemen yanıbaşımızda yeri olan, hayatımıza, âdetlerimize, ocağımıza, hemen hemen bir nevi melânkolimize karışmış olan leyleği, sana tercih ederim

Bıldırcını, bir şiiri sever gibi severim Neden olduğunu bilmeden, yahut hafif hafif, içimde bir şeyler belirerek Hem en çok etini yediğim kuş bıldırcındır Küçüklüğümde onun tüylerinin kokusunu, çok zaman sevdiğimiz saçlarında koklamışımdır Onun etinin kokusunda tuhaf, şehevî bir hava buldum Onun yağlı vücudunda topraklar, esmer, genç, arzudan yanan bir insan vücudu vardı Sanki bir gün, sihirli bir ağız: "Kuş ol, güzel insan! Yuvarlak, esmer, buğday, kavrulmuş kestane; sütlü, ateşte, suda pişmiş mısır kokulu, yarı kadın, yarı erkek, yalnız şehvet, süt, nişasta, şekerden mamûl mahlûk! Senin bu topraktan yapılmış çirkinler kafilesinde yerin yok! Kuş ol!" dedi

Bıldırcın, böylece kuş oldu Onu rüzgârlar getirir; yağmurlar atar, memleketimize Etlerin en güzeliyle, kokuların en bayıltıcısıyla gelir, ışıklarımıza dökülüverir Doğduğum şehirde bir akşam, millet sokağa dökülür "Bıldırcın yağıyor! Bıldırcın yağıyor!" diye bağrışan çocukların elinde, küçük gözleri korku ile dolu, yaşlı vücutlarında canlı kıpırdanmalarla bakışırlar, oynar dururlar

Günlerce ağzımdan tadı, burnumdan kokusu, saçımdan tüyü, ellerimden sıcaklığı geçmezdi sonbaharda, her zaman senden bir şey vardır Benim güzel bıldırcınım Bıldırcın insana ne kadar uzaktır Vahşîdir, hiç bir zaman onu kafeste tutmak mümkün değildir Dost düşman tanımaz; haşin, korkaktır Yağmursuz anlarda ayakları çizmeli, kafaları kasketli, belleri fişekli, arkaları köpekli birtakım garip -ne olduklarını, ne zevk aldıklarını bir türlü anlayamadığım- insanlar, ancak onu görüp vurabilir Ancak onu köpekler sakladığı fundadan, bir tarla hendeğinden kaldırır İnsana bu kadar uzak olan bu kuşta, insanlıktan bir şey vardır Onu şehvetle yediğim için, onu aşkla kokladığım için mi severdim? O güzel insanlar gibi kokan tüylerinden çıkan, insanı merhamete, sevgiye davet eden o güzelliğin kokusu için mi severim?

Yoksa, bu korkaklığı, bir akşam üstü şehrimize düştüğü için mi? Hayır,hiç birisi için değil Onu çocukluğumda yediğim için, onu ellerimle meyve gibi topladığım için mi? Hayır, hiç birisi için değil

İnsan gibi buğdayı sevdiği için mi? Hayır! Sevgilime benzediği için mi? Hayır!

"Ne için o halde?" diye soran olursa, bilmediğim için, sebebini bilmediğim için

Sensiz sonbaharın ne tadı olabilir? Bir adamın, onları iplere dizmiş götürdüğünü gördüğüm zaman, içimde ürpertiler belirir "Milyonla geride bıraktıkları fedailere rağmen, acaba gidecekleri yere gidebilirler mi?" derim

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.