Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
toplulukları, türk

Türk Toplulukları

Eski 10-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Toplulukları









TÜRK TOPLULUKLARI
Suriye Türkleri
Makedonya Türkleri
Kaşgay Türkleri
Irak Türkler
Bulgaristan Türkleri
Nogay Türkleri
Oryatlar (Altay Türkleri)
Moğolistan'da Türkler
Meluncanlar
Kumuk Türkleri
Sancak Türkleri
Kosova Türkleri
Kafkas Türkmenleri
İran Türkleri
İdil-Ural Bölgesinde Yaşayan Türkler
Hazarlar ve Karaylar
Batı Trakya Türklüğü
Balkanlarda Yaşayan Türkler
Ahıska Türkleri
Afganistan Türkleri



Suriye Türkleri

1 Suriye coğrafyası

Suriye yüzölçümü 185,180 km2 olan, Asya’da Müslüman bir Arap ülkesi olarak tanımlanıyorSuriye'de yaşayan insanların nüfusu 16,673,282 (1998) şimdi 20 milyona tahmin edilir, Suriye doğu yanında Iraktır, batı ak deniz ,güney urdun ve kuzey türküyedir, Suriye idaresi 14 muhafazaya bölünmüş , Şam(Damascus) Suriye başkent şehiri , başka büyük şehirleri Halep, humus, hama, ve Lazkiye Ortadoğu’da bulunan Suriye bu coğrafyada yer alan pek çok ülke gibi çok dinin (mezhebin), ırkın, dilin bulunduğu demografik bir yapıya sahiptir Bugünkü Suriye’de yaşayan Türkmenlerin durumuna geçmeden önce Suriye’deki tarihi seyri ve bu seyre bağlı olarak Türkmenlerin buraya gelişlerini gözden geçirelim

2 Suriye Türkmenlerinin Kısa Tarihçesi

SurSuriye, bulunduğu coğrafi konum itibariyle; doğu ve batıyı birleştirdiğinden Anadolu’nun tabii bir uzantısı olmasından ötürü hem doğu ve hem de batıdaki devletlerin ilgi odağı olmuştur Sümerler, Asurlular, Makedonyalılar ve Romalılar Suriye’de hakimiyet kurmuşlardır

İslamiyet’in doğuşundan sonra bölgede, Hz Ömer’le başlayan bir İslimi hareket görüyoruz Bu durum, Emevi ve Abbasi hanedanlıkları zamanında da devam etmiştir

Suriye'deki Türkmenlerin daha 7 ve 8 yüzyıldan beri Fırat ve Dicle boylarına indikleri, ayrıca, Mezopotamya'dan ve Anadolu'dan Suriye'ye göçtükleri 9 ve 11 yüzyıldan buyana bölgede yaşadıkları bilinmektedir daha önce Mısırda bir Türk komutanı Tolun oğlu Ahmed kendi hanedanını kurmuş (875) ve bu hanedan 905 yılına kadar devam etmişti Tolunoğlu Ahmed Suriye'yi (877) almıştı

Daha sonra yine başka bir Türk komutanı Toğaç oğlu Muhammed Ebu Bekir, tarihte İhşidî adıyla anılan hanedanı kurmuş ve bu hanedan (935-969) yılları arasında bölgeye hakim olmuştur Her iki Türk hanedanı, Abbasî halifeliğinin bir politikası olarak Türk komutanları ile Türk askerlerine, orduda büyük yer vermelerinin sonucunda doğmuştur İhşidîler'i (969) yılında Şiî Fatımî devletine yıktı

XYüzyılın birinci yarısında Abbasî İmparatorluğu iyice parçalanmış, Irak'ta bile kuvvetini hissettiremeyecek bir duruma düşmüştü Bizans bundan faydalanarak karşı taarruza geçti ve birçok yöreleri ülkesine katmaya muvaffak oldu Bizans' a karşı, kuzey Suriye ve Cezîre'nin (Kuzey Irak ve bazı Güney Anadolu yöreleri) hakimleri olan Hamdanî hükümdarları karşı koymaya çalıştı Bu cümle adı geçen hanedanın en büyük hükümdarı olan Seyfü'de-devle, Seyfü'de-Devle'nin en ünlü ve muktedir kumandanlarından birinin “Türk Yemek” olduğunu biliyoruz Bu Türk kumandanının Kimek elinin yemek boyundan olduğu için böyle anılmış olması muhtemeldir (ölümü:951-2)

Türklerin bölgeye gelip yerleşmeleri, Büyük Selçuklu Devleti’nin Gazneliler’le yaptığı Dandanakan Savaşı sonrası olmuştur Büy ükSelçuklu Devleti, bu savaştan sonra özellikle 1063 yılından itibaren kendi hayat tarzlarına uygun buldukları bu bölgeye yerleşmeye başladılar Özellikle Halep, Lazkiye, Trablusşam ve Asi Irmağı vadisi boyunca Hama, Humus ve Şam bölgesinde bu yerleşme yoğunluk kazanmıştır Türklerin buraya yönelik akınları Afşin ve Sandık Beyler komutasında Halep’e kadar devam etmiştir (1069-1070) yıllarında ise Kurlu ve Atsız Beyler, Güney Suriye’yi tamamen ele geçirmişlerdir

(1071) yılında Malazgirt Savaşından sonra Aşağı ve Yukarı Fırat boylarında, Saltuklar, Mengücekler, Danişmendiler, Yınaloğulları, Artuklar gibi Türk Beylikleri kurulmuştur

(1077) yılından beri Suriye Selçuklu meliki olan Tutuş, kendini sultan ilân ederek, Oğuzların Yıva Boyu ile Bayat, Avşar, Begdilli, Döğer ve Üçoklar oymakları Şam ve Halep’e yerleşmişlerdir Berkyaruk'un üzerine yürümüş, fakat yenilmişti (1095) Oğullarından Rıdvan Halep'te, ve Dokak Şam'da hâkimiyetlerini ilân ettiler Halep hakimi Rıdvan Haçlılarla mücadele etti Bir ara sınırlarını Güney Anadolu'ya kadar genişletti

(1117)'ye gelindiğinde her iki bölgede de hâkimiyet, atabeylerin eline geçmişti Suriye Selçukluları'nın Şam kolu, Atabey Tuğtekin tarafından yönetiliyordu Oğlu Tacü'l-mülk Böri babasının ölümü üzerine idareyi ele aldı Pek güçlü olmayan bu atabeylik, Zengî Atabeyi Nureddin Mahmut tarafından ortadan kaldırıldı (1154)

(1127) yılında Melikşah'ın Halep Valisi Ak-Sungur'un oğlu İmadeddin Zengi'nin Musul valiliğine getirildi Haçlılara karşı verdikleri mücadelelerle öne çıkmışlardır İmadeddin Zengî, Haçlılardan Urfa'yı alınca Avrupalılar II Haçlı Seferi'ni düzenlemişlerdir (1137) Zengî'nin ölümünden sonra atabeylik Musul ve Halep olmak üzere iki kola ayrıldı (1146) Halep'teki oğlu Nureddin Mahmut haçlı kontluklarına karşı başarılı mücadeleler verdi Şam'daki Börileri kendine bağladı Haçlılarla iş birliği yapan Mısır Fâtımî Devleti'ni ortadan kaldırdı (1171) Nureddin Mahmut ölünce atabeylik Eyyubi ailesine intikal etti (1174) Selahattin Eyyubi komutasındaki Müslümanlarla birleşerek Haçlılara karşı bölgeyi savunmuşlardır

Selahattin Eyyubi’nin ölümünden sonra bölgeye bir başka Türk devleti olan Memluklular hakim olmuştur Anadolu’ya hakim olan Türkiye Selçuklu Devleti ise, 1243 yılında Moğollarla yaptığı Kösedağ Savaş’ını kaybetmesi sonrası ağır Moğol baskısı altında kalmıştı Bu baskı sonucu özellikle Kayseri ve Sivas’ta yaşayan Türkmenler, Memluk Sultanı Baybars zamanında Suriye bölgesine yerleşmişlerdir Bu dönemde Suriye’ye gelip Şam’a yerleşen Türkmenler, İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han’ın ölümünden sonra çıkan siyasi karışıklıktan faydalanarak 1337’de Elbistan civarında Dulkadiroğulları beyliğini kurmuşlardır Yavuz Sultan Selim, 1516 yılında Mercidabık’ta Memlukluları yenerek bu günkü Suriye topraklarını Osmanlılara bağlamıştır

Suriye Türkleri, ilk yerleşimlerinde göçebe olarak kalmışlarsa da sonradan yerleşik düzene geçmişlerdir Konar-göçer ahalinin merkeziyetçi bir devlet nizamı ile bağ-laşamayan hayat tarzları yüzünden yerli halka büyük zararlar vermelerim sona erdirmek endişesi , Harab ve boş yerleri imar etmek ve yeniden ziraata açmak (1691-1699) yılları arasında konar-göçer halkın Osmanlı hükümet tarafından iskan edilmesinin bazı sebepleridi

1916 sonuna kadar da bu bölgedeki Türk hakimiyeti, kesintisiz olarak 402 yıl sürmüştür Bu sürede bölge sakinleri, derin Türk kültürü etkisi altında kalmıştır Bu etki kendisini en çok dil konusunda göstermiş; Suriye lehçesi en fazla Türkçe kelime içeren Arab lehçesi olmuştur I Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı hakimiyetinde kalan Şam, Trablus ve Halep eyaletleri şeklinde yönetilen Suriye, Türk yönetimi altında kültürel, sosyal ve ekonomik açılardan kalkınmış ve en huzurlu dönemini geçirmiştir

30 Ekim 1916 Mondoros mütarekesine kadar aşağı yukarı 500 yıl Türk hâkimiyetinde kalan Suriye, İngiliz, ve Fransız işgaline uğramış, 1936 yılında ise Fransa denetiminde cumhuriyet olmuştur

3 Suriye Türkmenleri ve yaşadığı yerler

9 yüzyılda Tolunoğulları döneminde ilk defa Türk hakimiyetine giren Suriye, 11 yüzyılda Selçuklu Türkleri'nin, 1260'a doğru Memlûk Kıpçak Türkleri'nin eline geçmiş, 1516 yılında Yavuz'un bu ülkeyi fethetmesiyle Osmanlı hakimiyetine girmiş ve 850 yıllık Türk idaresinden sonra 10 Ağustos 1920'de imzalanan Sevr Anlaşmasıyla Osmanlı Devleti'nden koparılarak Fransız kontrolüne bırakılmıştır Bugünkü Suriye 17 Nisan 1946 yılında bağımsız bir devlet haline gelmiştir

20 yüzyılın ortalarında çok sayıda Suriye Türkü Araplaşmış, böylece bu ülkede yüz yıllardır süren asimilasyon son dönemde de devam etmiştir

Oğuz Türkleri'nin ve Memlûk Kıpçakları'nın torunları olan Suriye Türkleri'ne Bayır-Bucak Türkleri de denilmektedir Türkler bu ülkede azınlık olarak kabul edilmemekte ve kayıtlarda Müslüman olarak geçmektedirler Halk arasında ise Türkmenler olarak adlandırılmaktadırlar

Suriye'de Bayat, Afşar, Karakeçili, İsabeğli, Musabeğli, Elbeyli, Akar, Hayran, Çandırlı, Sincar gibi Türk boyları yaşamaktadır Bu Türk boyları ile Anadolu'daki uzantıları olan Türk boyları arasında inançlar, gelenekler ve folklorik pratikler bakımından çok önemli benzerlikler tespit edilmiştir

Suriye'de yaşayan Türkler'in nüfusu hakkında verilen rakamlardan 100000 tahmini bu gün artık eskimiştir Yakın zamanlarda verilen tahminler ise 500000 - 1000000 daha azdır ,gerçek rakamlar 18 - 2 milyon arasında tahmin edilir, Onlarada Araplaşmış Türkleri eklenirse onların sayısına ikiye katlaşır

Suriye'de Toplam 523 Türk köyü vardır (büyük şehirler harlarından başka) Suriye hükümeti, son yıllarda Türkçe yer adlarını Arapça'ya çevirmiştir İsabeğli "İseviye", Kabamazı "Belutiye", Tırınca "Ümitüyur", Karınca "Behlüliye" olmuştur

Suriye'de Türkçe eğitim yapan okullar olmadığı gibi Türkleri bir arada tutan her hangi bir teşkilat da yoktur Köy ve kasabalarda yaşayan Türkler kendi aralarında Türkçe konuşmayı sürdürürler Yüksek eğitim yapan Türkler'in sayısı çok azdır ve tamamına yakını Türkiye'deki okullarda okumuştur

Türkçe çıkan yayın organları, 1922'den 1937'ye kadar, sürgündeki Refik Halit'in de katkılarıyla renklendirdiği, "Doğru Yol" ve "Vahdet"'tir

Suriye Türkleri, şiveleri ve edebiyatları bakımından Türkiye'nin bir uzantısı gibidirler Suriye'de konuşulan ağız da, Hatay bölgesinde konuşulan Türkmen ağızlarının bir devamı niteliğindedirhama ve humus Türkmenlerinin şivesi eski Osmanlı diline daha yakın Ve bazı ülkelerde Azerbaycan diline yakın olunmaktadır

Lazkiye Türkmenleri

Suriye'nin Akdeniz kıyılarında, başta Lazkiye şehir merkezi Cimmel Harası (Türkmen Mahallesi) olmak üzere Basit, Bayır, Behlüliye, Kesap nahiye ve köylerinde Bayır-Bucak Türkler yaşamaktadır Bu şehir ve nahiyelere bağlı Türkler'in yaşadığı köy sayısı ise yörelere göre şöyledir: Lazkiye vilayet merkezi ve Kesap Nahiyesi'ne bağlı 6; Bucak bölgesinde sahil boyunca 84; Behlüliye Nahiyesi'ne bağlı 12; Bayır Nahiyesi merkezine bağlı Kebeli'nin kuzeyinde 27, doğusunda 8, güneyinde 11; İncesu'nun batısından güneye doğru olan bölümünde 20, doğusunda 17 Suriye hükümeti, son yıllarda Türkçe yer adlarını Arapça'ya çevirmiştir İsabeğli "İseviye", Kabamazı "Belutiye", Tırınca "Ümitüyur", Karınca "Behlüliye" olmuştur Bazı Türk köyleri : (Karamustafa, Büyükpınar,Köy Çiçekliyazı mahalleleri) , hayat, sallor, al yamamah, assamra, al ğassaniyeh, kastalmaaf, ğamam, um tuyur, zınzıf, Turunç, Meydancık, Hacranlı Hasancık Saray, Camuslu, Bödirsiye, Karaca, Çamurlu, Bostancık, Fakıhasan, Karabacak, Mollomahmutlu, Ubeydiye, Karamanlı, Kara Cücük, Türkmenli, Çalkamanlı, Sağırt, Ali, Elmalı, Abanlı, Bayır nahiyesinden, Gebelli, Dervişhan, Gebere, Şeren, Karaahmet, Gökdağ, Yumuşak, Mılıklı, Kebir,Murtlu, Karakisa, Ulucak, Kara pınar, Aşağı Karamanlı, Yukarı Karamanlı, Saldıran, Karacağız, İsapınar, Kulcuk Pınar, Kulcuk, Çukurcak, Nisibin, Dağdağan, Çovkaran, Sarraf, Kapıkaya, Ablaklı, Kapaklı, Çanacık, Korali, Çınarlı, Kızıkçuracık, El Kasap, Kislecik, Mahruka, Kuruca, Kızınca, Ağcabayır, Cümeren Yamadı, Burc-İslam, Sulayıp

Halep Türkmenleri

Osmanlı Devleti döneminde Türk nüfusunun idari merkezi Halep'ti Halep, sokaklarında Türkçe konuşulan bir yerdi Türk mimari ve sanat eserleri Halep'te oldukça çoktur Suriye'de Halep şehiride daha çok yaşayan Türkler vardır şehir merkezi huyluk harası(büyük bir Türkmen Mahallesi ,Türkmen nüfusu 400,000 tahmin edilir ) , Kürtdağı, Cerablus, Mümbiç, Musabeyli, Azez nahiyeleri ve yörelerinde Türkler yaşamaktadır , Bu şehir ve nahiyelere bağlı Türkler'in yaşadığı köy sayısı ise yörelere göre şöyledir: Cebeli Sema'nın doğusunda nahiye merkezi ile 16; Kilis'in güneyinde Azez Kazası'na bağlı, Azez ile Aferin Suyu arasında 17, Azez'in doğusunda 29, güneyinde Halep'e bağlı 3; Çobanbeğ Nahiyesi'nde Mümbiç Kazası'na doğru 54, aynı kazanın güneyinde 15; Baraklı Oymağı'ndan Cerablus Nahiyesi'ne bağlı 26; Sacır Suyu'nun güneyinde 23; Urfa hudud nahiyesi Mürşid Pınarı ve Akçakale Kazası'nın güneyine isabet eden ve Belih Irmağı'na kadar uzanan sahada 59 köy olmak üzere Halep Bazı Türk köyleri : mirza, kerpiçli, arabazi, merhan, beyliz, nabğa, kanlı koy, eşekli, usbağılar, gavureli, amerne, bel veren, kantara, taflı, lilve, yusuf başa, kadılar, memeli, kurucu höyük, taş atan, buyan, dadlı, belli, sakkal veran, kara yakub, kara taş, kara kuz, balali köy, bandarlık, duraklı, anbarlı, hacı hasanlı, kara baş, bir elli, avşar, küllü, dabık, yazlı bağ, ıral, şüvirin, delha, iğde, tukmen barıh, kara köy, kara mazraa, harab mamal, azak, hava köy, telile, şidar, beş curun, sinekli, ziyarat, okuf, çoban bey, hedebet, tiral, kurt, öküz öldüren, cubban, üvilin, zülüf, kalkum, bablimun, tat hums, çeke

Hama ve Humus Türkmenleri

"Humusta kim derse ben Türkmen değilim o asılında humuslu değildir " , işte Suriye tarihçisi ( Süheyl zakkar) demiş , çünkü ona ve eski Arab tarihçisine (bin el esir )a göre, 11 yy humusu büyük bir deprem yıkmış, tamamını viran etmiş sonra humusu yeniden tamir eden Türkmenlerdir (zingilar ve Selçuklular), Nureddin Mahmut bin zingi tarafından, humusun merkezinde eski haralarından birinin adı haratul-Türkmen(Türkmenler harası) ve eski şehir kapılarından birisi babu- türkmen (Türkmen kapısı) ama bu günlerde bu haralarda yaşayan Türkmenler tamamen arablaşmış

Suriye'nin Hama-Humus şehirleri ve Lübnan sınırı arasında kalan kısımdır Türkmenler genellikle Humus'ta ve Humus köylerinde ve bazı Hama köylerinde yaşamaktadırlar Osmanlı imparatorluğun devrinde Buralara yerleştirilmeğe davet edilen ve iskana memur olan oymaklar şunlardır: Kara Avşar, înallu, Döğer oğlanı, Hama Değeri Mustafa kethüda, Hama Düğeri tabi-i Derviş kethüda, Şam Beğmişlüsü, Hüccetlü, Kapu-uşak, Eymir-i Dündvarlu, Çozlu Çerkez-oğulları, îdris Kethüdaya tabi Abalu, Tokuz han Harbendelüsü, Kara Tohtemürlü, Köse Kethüdaya bağlı Şerefli, Uşak obası, Beşîr-oğulları obası, Eymir-i Sincarlu, Bozlu, Ebu Derda'ya bağlı olan Bozlu ,Tohtemürlüsü, Salur (Sellüriyye) türkmenleri, Dindaş oğlu îsmail Bozulus'a bağlı olan Genceli Avşarı, Kızıl Ali, Danişmendlü'ye tabi Kara Halil

Humusa bağlı bazı Türkmen köyleri : baba amr harası ( bugünkü Türkmenler Mahallesi ) zara, mitras, bdada, arcun, alhusun, dar kabira, kızhıl, üm al kasab, samalil, burc kaya

Hamaya bağlı bazı Türkmen köyleri : akrab (kara halili), tulluf, hazzur, huvvır el trukman, bıt natır , hırmıl

Kunteyra Bölgesi Türkmenleri :

Burası Filistin sınırına çok yakındır Kafkasya'dan gelenler 1878'de buraya yerleştirilmişlerdir bağlı bazı Türkmen köyleri : hafr, al kadırıyye, kafr nafah, zabya, al rezzanıyye, ahmadıyye, huseynıyye, ayn kura, ayn sümsüm, ayn alak, üleyka, ayn ayşa

Şam ve draa Türkmenleri

Şehirde Türkmenlerin oturduğu büyük bir mahalle bulunmaktadır Ayrıca Havran ovasında da Türkmenler vardır Şama bağlı bazı Türkmen köyleri : kaldun, ruhaybe, adra ve bazı şam haraları ( el hecer el esvad el tadamün , cöber ) ve draaya bağlı bazı Türkmen köyleri : dara şehir merkezi , busra, maarba, burak

Şehirde Türkmenlerin oturduğu büyük bir mahalle bulunmaktadır Ayrıca Havran ovasında da Türkmenler vardır Şama bağlı bazı Türkmen köyleri : kaldun, ruhaybe, adra ve bazı şam haraları ( el hecer el esvad el tadamün , cöber ) ve draaya bağlı bazı Türkmen köyleri : dara şehir merkezi , busra, maarba, burak,


Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Toplulukları

Eski 10-11-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Toplulukları







MAKEDONYA TÜRKLERİ
XIX Yüzyılın İkinci Yarısında Türk-Makedon İlişkileri
XIX yüzyılın ikinci yansında hâlâ bir Türk Bölgesi olan Makedonya'nın ne siyasî, ne millî, ne dinsel, ne de etnografik bütünlüğü vardı Bu dönemde, adı geçen bölgede, komşu Balkan devletleri türlü baskı ve propagandalarla Makedonya Slavları'nı eritmeye çalıştılar Onlar Makedonya'da kendi üstünlüklerini sağlamak için, XIX yüzyılın ilk yarısında sık sık din ve ırk çatışmaları, şiddet olayları ve isyanlar çıkarttılar



Söz konusu dönemde, bu devletler Makedonya Slavları'nın özel ve kamusal hayatı üstüne bir korku çöktürdüler Osmanlı Devleti ise Türk olmayan unsurları eğitim, kültür, ekonomik, sosyal ve siyasî hayatta birleştirmeye çalışarak kendi adaletli idaresini sürdürüyordu Böylesine ayrı, böylesine düşman unsurları yönetip yürütmekteki güçlük çoğu kez bu Devlet'in üstünde kendi etkisini gösteriyordu

XIX yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti'nde yaşayan milletlerin, onlar arasında "egemen millet" olan Türkler'in de eğitim, kültür, ekonomik, sosyal ve siyasî hayat şartları aynı veya benzerliydi "Egemen millet" olarak sayılan Türkler'in durumu azınlıkların durumundan pek farklı değildi Türk Milleti'nin Osmanlı toplumundaki gerçek durumunu en iyi şekilde büyük fikir adamı ve sosyolog Ziya Gökalp izah etmiştir Yüzyıllarca aynı gökkubbe altında sürdürdükleri ortak hayatın neticesinde XIX yüzyılın ikinci yarısında Türkler ve Makedonya Slavları arasında iyi ilişkiler kurulmuştu Bu ilişkiler sonucunda Türkler, Makedonya Slavları'nın hayatında oldukça etkili olmuşlardı Türkler'in bu etkileri geniş çaplıydı ve Makedonya Slavları'nın hayatındaki her alanda göze çarpıyordu Türkler'in geniş çaptaki bu etkileri Makedonya Slavları'nın yaşayış tarzlarının âdeta ayrılmaz bir parçası olmuştu Söz konusu etkiler özellikle dil, edebiyat, folklor, müzik folkloru, mimari ve diğer sahalarda göze çarpıyordu

Meselâ, Makedonca'da yüzyıllarca 7-8 binden fazla Türkçe kelime kullanılmıştır Bugün ise bu sayı üç binden fazladır Söz konusu dönemde Türk Milleti'nin Makedonya Slav halkına karşı tutumu her zaman olduğu gibi oldukça olumluydu Türkler, Makedonya Slavlarının millî varlığını, bütün nitelik ve değerlerini tanımış ve hattâ çoğu kez onları takdir etmiştir Bu durumu tarihçi Angel Dinev şu sözlerle izah etmektedir: "Aynı devlette yaşayan Türkler, Makedonlar'ın sosyo-ekonomik, siyasî ve din haklarını tanıyorlardı"
Türkler ve Makedonya Slavları düzensizliğin hâkim olduğu bazı dönemlerde birbirlerine destek oluyorlardı 1787-1792 yılları arasında yürütülen Türk-Avusturya-Rus Savaşı'ndan sonra Kırcaali'de beliriveren bazı Bulgar ve başka eşkiya çetelerinin saldırılarına karşı Türkler ve Makedonya Slavları birleşerek kendilerini korumuşlardı

Türk Milleti, çoğu kez Makedonya Slavları'na yardım etmiş ve onları kötü durumlardan kurtarmıştır Bu iyi ilişkilerin bir örneği olarak Köprülü'de Molla Halil Efendi olayı gösterilebilir
Köprülü Kaymakamı'nın Hristiyanlar'a yaptığı bazı haksızlıkları, 1879 yılında Köprülü Türkleri'nin tepkisini çekmişti Onlar, aynı yıl, Hristiyanlar'la beraber karma bir delegasyon kurarak Selanik'te Doğu Rumeli ile ilgili kurulan Avrupa Komisyonu üyesi Fransız Napoleon de Ring'den yardım istemişlerdi Türkler'e başkanlık eden Molla Halil Efendi, Kaymakam'ın Hristiyan halkına yaptığı haksızlıkları saydıktan sonra Napolen de Ring'e: "Biz Hristiyanlar'la beraber idarecimizin değiştirilmesini istiyoruz Din ve ırk farkı yapmadan Hristiyan vatandaşlarımızla iyi geçinmek istiyoruz" demiştir

XIX yüzyılın ikinci yarısında Türkler, Makedonya Slavları'nın sosyo-ekonomik, eğitim, kültür, sanat vb alanlarda ilerlemesini takdir etmiş, maddî yardımlarda bulunarak onların güven ve sempatilerini kazanmışlardı Söz konusu Türkler'den biri İştipli Hacı Salih Efendi'dir Salih Efendi 1877 yılında İştip'te inşa edilen "Aya Kiril ve Metodiy" İlkokulu'na 10 altın lira bağışlarken şu sözleri de ilâve etmişti: "Ben Hristiyan vatandaşlarım için çok iyi şeyler duymuştum Fakat bugün gözlerime bile inanamıyorum Kalbim sevinçten fırlayacak nerdeyse Sizin böyle bir maneviyata ve parlak bir geleceğe sahip olmanız beni çok sevindirdi"

Üsküp Metropoliti Teodosiy'in, Bulgar Eksarh'ı I Yosife 4 Ekim 1890 yılında Koçana'dan gönderdiği mektupta Türkler'in Hristiyanlara karşı gösterdikleri olumlu davranışlardan sözetmiştir Metropolit Teodosiy aynı mektupta 23 Eylül 1890 yılında İştip'te düzenlenen dinî törende ve kendisinin Koçana'ya yaptığı ziyareti sırasında Türkler'in ona ve Hristiyanlara karşı gösterdikleri ilgiden bahsederken "İştip'te olduğu gibi Koçana'da da Türkler Hristiyanlara hoşgörüyle bakıyorlardı Karma Türk-Hristiyan köylerinden geçtiğimiz sırada, Türk köylüleri de beni karşılamaya çıkmışlardı" sözlerini ilâve etmiştir



Makedonya'da, Türk-Hristiyan ilişkilerini inceleyen ünlü Sloven etnologu K Gersin Makedonya ile ilgili hatırlarında şöyle demektedir: "Türk köy halkı Makedonya'da kendini oldukça temiz tutmuş, namusunu korumuş, Kur'an ilkelerine bağlı kalmış, içki düşkünü ve eşkiya olmamış, cinayetler işlememiştir Cinayetleri işleyenler genellikle yabancılardır"
XIX yüzyılın ikinci yarısında Makedonya Slav halkı kendi "millî" ve dinî bağımsızlığı için Fener Rum Patrikliği, 1870 yılından sonra Bulgar Eksarhlığı ve Sırp siyasî propagandasına karşı mücadele etmiştir Bu mücadele sırasında Makedonya'nın bazı yerlerinde, Makedonlar ve Türkler, Makedonlar'ın Rum ve Bulgar kilise taraftarlarıyla geçindiklerinden daha iyi geçinmişlerdir Bu gerçeği Sırp tarihçisi Yovan Hacı Vasiliyeviç: "Pirlepe'de Sırplar'la Türkler, Sırplar'ın Eksarhist ve Patriklik taraftarlarıyla geçindiklerinden daha iyi geçiniyorlardı" sözleriyle dile getirmiştir

Türk ve Makedon tarih biliminde, Yeni Osmanlılar'la Makedonya Slavları arasında 1865 yılına kadar siyasî veya başka ilişkilerin olup olmadığına dair kesin bilgiler yoktur Söz konusu dönemde Osmanlı Devleti'nde ıslâhatlar genellikle Avrupa devletlerinin veya Yeni Osmanlılar'ın baskısıyla yapılmıştır Yapılan ıslâhatların neticeleri bütün Osmanlılar'ın, onlar arasında Makedonya Slavları'nın da sosyo-ekonomik, siyasî, eğitim ve kültürel ilerlemesine yol açmıştır
18 Şubat 1856 yılında ilân edilen Hatt-ı Hümâyün'da, Gülhâne Hatt-ı Şerifi'nde üstlenilen yenilikler de vardı Karma mahkemelerin kurulması, taşradaki idarenin yeniden teşkilâtlandırılması, devlet gelir, giderlerinin kontrol edilmesi, hattâ 1839 yılında olduğu gibi sadece güvencesine değil, ırk ve din ayrılığına bakmadan hürriyet ve kanun önünde eşitlik ilkesi benimseniyordu Müslümanlarla Hristiyanlar arasındaki her türlü kanun ayrıcalığı kaldırılmış, hattâ onlar her türlü rütbede hizmet edebilmek üzere orduya da alınarak, her göreve atanabileceklerdi İl meclislerinde ve kurulacak olan Danıştay'da temsil edileceklerdi
1856 Hatt-ı Hümâyün'u Makedonya Slavları'na kendi ana dilinde okullar açma imkânını da sağlamıştı Bu imkândan faydalanan Slavlar, Makedonya'nın bazı şehirlerinde öğretmen, ticaret ve kız okulları, bazılarında ise liseler açmışlardı Tanzimat'tan sonra Makedon kilise belediye okulları da kurulmuştu Mihaylo Georgievski'ye göre Tanzimat ve Hatt-ı Hümâyün ıslâhatları "Makedonya Slav burjuvazisinin kendi kültürlerini meydana getirmesini sağlamıştı" Söz konusu ıslâhatlar XIX yüzyılın başında ilk kitapların çıkmasına ve matbaanın kurulmasına, Makedonya'nın hemen her yerinde Makedon kitaplıklarının ve okullarının açılmasına imkânlar sağlamıştı Bulgar Eksarh'ı Antim'in "Hatt-ı Hümâyün, Bulgarlar'ın hürriyetini kağıtta bile olsa oldukça genişletmiştir" ifadesi dikkate değerdir

Tanzimat ve Hatt-ı Hümâyün ıslâhatları, Makedonya Slavları'nın millî şuurunun belirivermesinde önemli rol oynamışlardı Çünkü söz konusu ıslâhatların sağladıkları imkânlarda millî şuuru uyandırılan Makedonya Slav halkı bu dönemde kendi din bağımsızlığı için Rum ve Bulgar kiliselerine karşı mücadelesine devam etmişti Bu halkı, yürüttüğü mücadelede Yeni Osmanlılar'ın ideolog ve liderleri, hattâ Bâb-ı Ali bile desteklemişti
1858-1860 yılları arasında, Avrupa devletlerinin maddî ve manevî desteğiyle, Güney Makedonya'nın bazı yerlerinde katolik okulları açılmıştı Bu okulların amacı Balkan Yarımadası'nda Rus ve Panslavizm hareketinin yayılmasını durdurmaktı Makedonya Slavlar'ı, Katolik okullarını ve propagandasını, İstanbul Rum Patrikliği'ne karşı yürüttükleri din, eğitim, kültür ve ekonomik bağımsızlığı mücadelesinde güçlü bir silâh olarak kullanmışlardı Bâb-ı Ali ise Panslavizm hareketini durdurmak için Makedonya Slavları'nın yürüttükleri mücadeleyi desteklemişti Devlet Sadrazamı'nın, Selanik Valisi'ne, Kılkışlılar'ın Katolik Mezhebi'ne geçme isteğiyle ilgili 5 Ekim 1859 yılında verdiği emrinde şöyle denilmektedir: "Devletimiz'in kanunlarına göre vatandaşlarımız kendi inanışlarında hürdürler, Devletimiz o konuda kimseye karışmıyor" Bulgar Eksarh'ı Antim'e göre ise Makedonya Slavları'nın mücadelesini hattâ ünlü Tanzimat ıslahatçıları Mehmet Ali ve Fuat Paşalar bile desteklemişlerdir"

Makedonya Slavlan'ın söz konusu mücadelede en çok destekleyen ünlü ıslahatçı ve devlet adamı Mithat Paşa olmuştu Niş ve Tuna Valisi iken Hristiyan halkına yaptığı ıslâhatlarla Avrupa'da ün kazanan Mithat Paşa'nın 15 Ekim 1873 yılında Selanik Valiliği'ne atanması, İrina Evgenievna Fadeeva'ya göre "Selanik Slavları arasında sevinç, Türk bürokrasisi arasında ise hoşnutsuzluk yaratmıştı" Mithat Paşa, valilik görevi sırasında, Selanik Slav halkının hayatı ve karşılaştığı sorunlarla yakından ilgilenmiş, hattâ çoğunun halledilmesi için katkıda bulunmuştu O, Selanik'te bulunduğu sırada "Makedonya Slav halkının millî şuurunun güçlenmesi için sunduğu yardımla" Makedonya Slavları'nın sempatisini kazanmıştı Selanik'e gelen Köprülü keşişi Damaskin'in dinî âyinini kendi ana dilinde yapması Rum din adamlarını çileden çıkarmış, fakat Mithat Paşa'nın "Herkesin kendi ana dilinde âyin yapma hakkı vardır" cevabı Rumlar'ı susturmuştu O arada fakir bir Makedon okulunu ziyaret eden Mithat Paşa, okula kendi portrelerini (üç portre) hediye etmiş ve okul yapısının inşa edilmesi için arsa sağlayacağına söz vermişti Mithat Paşa'nın bu tavrı Makedonlar'ı çok sevindirmişti O, aynı zamanda, Selanik'te Türk-Makedon karma okullarının açılması girişiminde de bulunmuştu Karma okullar, Mithat Paşa'ya göre Türkler'in ve Makedonya Slavları'nın yakınlaşması açısından önemli imiş Onun, din ve ırk farkı yapılmadan "herkes okumalı"dır sözü de dikkate değerdir

Mithat Paşa, 1873 yılının sonunda Selanik'te karşılaştığı Makedonya Slavları'nın din adamlarına "Makedonya Slavları Bulgar değil, onlar ayrı bir millettir, onların da kendi kiliseleri olmalıdır" demişti Aynı yılda, Bulgar Eksarhlığı, Mithat Paşa'yı kendine bağlamak için Selânik'e keşiş Nil İzvorski'yi göndermişti Ancak, Mithat Paşa, Nil İzvorski'ye, Makedonya Slavları'nın yabancı baskı ve propagandalarına karşı yürüttükleri din mücadelesinde haklı olduklarını öne sürerek, onu da adı geçen milletin mücadelesine katılmasını sağlamıştı Böylece çağdaş Makedon tarihinde, Makedon milletinin varlığını tanıyan ilk şahıs Mithat Paşa olmuştu Bu yüzden, Mithat Paşa'yı Makedonya Slavlar'ı desteklemiş, Rum ve Bulgar kiliseleri ise ona karşı düşman kesilmişlerdi Rus desteğini alan Rum Patrikliği ve Bulgar Eksarhlığı'nın baskısına uğrayan Bâb-ı Âli, Ocak 1874'te Mithat Paşa'yı görevinden almıştı Böylece Makedonya Slavlar'ı kendi din, eğitim, kültür ve ekonomik bağımsızlığı için Yunan, Bulgar, Sırp ve diğer baskı ve propagandalara karşı yürüttükleri mücadelede Mithat Paşa gibi dostlarının desteğinden yoksun kalmışlardı
XIX yüzyılın ikinci yarısında Yeni Osmanlılar'ın çabalarıyla yapılan en büyük ıslâhatlardan biri mutlaka 26 Aralık 1876'da ilân edilen I Meşrutiyet'ti 119 maddeli 1876 Anayasası'nın sağladığı haklardan faydalanan Makedonya Slavlar'ı, Birinci Osmanlı Millet Meclisi'ne Manastırlı Dimitar Robev'i milletvekili, Senatosu'na ise Ustrugalı Georgi Çakarov'u senatör olarak seçmişlerdi Böylece, bu dönemde, Kliment Cambazovski'nin izah ettiğine göre "Osmanlı Devleti'nin sosyal ve siyasî yaşamına ilk kez Makedonlar da katılmış ve daha sonra gelişecek siyasî olaylarda kendi yerlerini belirlemişlerdi"

1878 Berlin Kongresi'nden sonra Osmanlı Devleti'nin sınırları dahilinde kalan ve kendi toprak bütünlüğünü koruyabilen Makedonya'da, özellikle onun Manastır Vilâyeti'nde Hristiyan eşkiya çetelerinin yağmaları neticesinde, Vilâyet'te can ve mal güvenliği kalmamıştı Mahallî idare gereken tedbirleri almadığından, eşkiyayla işbirliği yaptığından ötürü durumu giderek kötüleşmişti1887'de Manastır valilik görevine atanan ünlü devlet adamı ve ıslahatçı Halil Rifat Paşa, Vilâyet'teki düzensizliğe son vermek amacıyla, Bâb-ı Âli'nin desteğini alarak, aynı yılda "Manastır Vilâyeti'nin Güvenlik Tüzüğü"nü getirmiştir

Vardar Türkleri
Mustafa Kemal Atatürk, "Türk tarihi bir bütündür Bu yüzden bir bütün olarak araştırılmalı, incelenmeli ve okutulmalıdır" diyordu Ancak bize, Makedonya'da ve Balkan yarımadasının diğer ülkelerinde yaşayan Türklere maalesef millî tarihimizi bir bütün olarak okutmadılar Bize, bilinen uzun tarihimizin sadece Osmanlı dönemini oldukça kötü bir şekilde okuttular ve halen okutmaktadırlar Bilindiği gibi Makedonya ve Balkan Türklüğü 378 yılında Hun Türklerinin bu topraklara ayak basmasıyla başladı Bu Türklüğün tam 1620 yıllık bir tarihi vardır Biz bu tarihi yeni yeni araştırmaya başladık Osmanlı öncesi ve Osmanlı dönemi Makedonya ve Sırbistan Türklüğü konusunda yaptığımız bazı kısmî araştırmaların ve incelemelerin neticeleri şimdiye kadar düzenlenen panellerde, sempozyumlarda ve kongrelerde sunduk, çeşitli gazete ve dergilerde yayınladık Bunlarla Türk biliminde duyulan ihtiyacı karşılamaya mevcut olan boşluğu doldurmaya ve açık olan bazı tezlere cevap vermeye çalıştık
Söz konusu incelemelerde, Osmanlı öncesi Makedonya ve Sırbistan Türklüğü'nün dahilinde Hun, Avar, Bulgar, Oğuz, Peçenek ve Kuman Türklerinin Makedonya'da ve Balkan yarımadasının diğer yerlerinde bıraktıkları maddî kültür izlerine ve özellikle Balkan kavimlerine yaptıkları etkilere yer vermeye çalıştık Pek tabii ki bu dönem Türklüğünün dahilinde Vardar Türkleri de bulunmaktadır Vardar Türklerinin veya Vardaryotların ayrı bir Türk boyu olmadığı bilinmektedir Vardar Türkleri, aslında IV-IX yüzyılları arasında Balkan yarımadasının en güney noktasına kadar inen Hun, Avar, Bulgar ve Oğuz Türklerinden kalan küçük grupların Bizans tarafından birleştirilmesiyle meydana getirilen daha büyük bir Türk grubu veya topluluğudur

378 yılından itibaren Karadeniz'in kuzeyinden Balkan yarımadasına inmeye başlayan Türk boyları sık sık Bizans İmparatorluğu'na saldırdılar Bu devletin topraklarını alarak İstanbul'un surları önüne kadar geldiler Bu şehri muhasara altına alarak Bizans'ı haraca bağladıktan sonra geri çekildiler Ancak söz konusu Türk kavimleri, belirli durumlarda Bizans devletiyle ittifak kurmayı da bildiler Bu devletin müttefiki olarak Karpat dağlarından Sava ve Tuna'nın güneyine inmeye çalışan Slav kabilelerine karşı savaştılar Bu kabileleri üst üste yenilgiye uğrattılar Bu yüzden Bizans, bu savaşçı ve kahraman Türk boylarını çoğu kez himayesine aldı Bazı imtiyazlar tanıyarak onlardan kalan ve dağınık halde yaşayan küçük grupları birleştirerek kendi hudutları boyunca bulunan verimli topraklara ve stratejik önem taşıyan şehir ve kasabalara yerleştirdi Fakat hileleriyle meşhur olan Bizans, Türk boylarının birleşmesini gördüğü zaman paniğe kapılıyordu Bu sırada çeşitli entrikalar çevirerek Türkleri birbirlerine düşman etmeye ve kendini kurtarmaya çalışıyordu

Amacına ulaşmak için "parçala yönet" taktiğini kullanıyordu Bu taktiğin en klasik örneği 1091 Lebunion savaşıydı Bizans bu savaştan önce büyük para karşılığında kendine bağladığı Kuman Türklerinin yardımıyla İzmirli Çaka Bey'in gelmesini bekleyen Peçenek Türklerini yenilgiye uğrattı Anna Komnena'nın izah ettiğine göre Bizans bu savaş sırasında on bin Peçenek Türkünü kılıçtan geçirdi ve 1078-1091 yılları arasında kurulan Kuman-Peçenek Türk federasyonunu ve Türk birliğini bozmaya muvaffak oldu Yoksa söz konusu yıllarda adı geçen Türk boyları Bizans oyunlarına düşmeselerdi ve aralarında savaş yapmasalardı Balkan yarımadasında Türklüğün ve İslamiyetin durumu çok daha iyi olacaktı
Çar Teofilo zamanında Kuzeyden ve Kuzeydoğudan gelen Slavlar ve Slavlaşmış Bulgarlar sık sık Bizans'a hücum ediyorlardı Bizans'ın ve Bulgarların arasında savaşın çıkmasına sebep oluyorlardı 815 yılında yürütülen Bizans-Bulgar savaşının sonunda imzalanan barış antlaşmasından sonra Bizans, Bulgar hududunu güvenceye almak için 830 yılında Anadolu'dan ve Balkan yarımadasının değişik yerlerinden getirdiği 14 bin Türkü Vardar ırmağının Ege havzası, Strymon ırmağı, Doyran gölü arasında uzanan topraklara yerleştirdi ve onlara Vardaryotlar (Vardarlılar) veya Vardar Türkleri adını verdi



Ancak Bizans, daha sonra Vardar Türklerini, Vardar ırmağının kaynadığı yere kadar uzanan araziye de iskân ettirdi Söz konusu yerlere yerleştirilen Türklerin görevi Bizans'ın kuzey hududunu ve Selanik'i Slavların ve Bulgarların hücumlarından korumaktı Bu hizmetin karşılığında Bizans, Türklere imtiyaz olarak mal ve mülk veriyor, vergiden muaf tutuyordu Çar Teofilo, zamanla Vardar Türklerini, Bizans topraklarına iskân etmiş olan Slav kabilelerini parçalamak için Vardar ırmağının orta havzasında ve Valandova civarında yaşayan Strimon ve Dragovit Slav kabileleri arasında da yerleştirdi

Vardar Türkleri hakkında bazı kısmî bilgilere Türk kaynaklarının dışında Makedon, Bulgar, Sırp, Hırvat, Macar, Çek, Ermeni, İngiliz ve Alman kaynaklarında rastlamak mümkündür Alman seyyahı Gustav Schumberger bu Türk grubu hakkında şöyle demektedir: "Bunlar haşin bir milletti İşgal ettikleri yerlerin gelirini Kayser'e vermezlerdi Ancak Tuna ötesinden gelen kavimlerin hücumlarına mani oldukları için Bizans İmparatorluğu'nu bir çok beladan koruyorlardı Bahşettikleri faide çok büyüktü Kuzeye doğru Bizans müdafaasının aşılmaz bir seddi gibiydiler Bunun için de İmparatorluk onlardan vergi almak şöyle dursun, onlara para veriyordu"

Aram Andoryan ise Vardar Türkleriyle ilgili şöyle demektedir: "Avrupa'ya gelen Türkler, Bizans İmparatorluğu'nda sığınma hakkı istediler ve Vardar kıyılarında yerleşmeşi başardılar Henüz İslam dinini kabul etmiş değillerdi Bir çeşit putperestlik olan dinlerini değiştirdiler Ancak savaşçı adetlerini ve göçebe yaşayışlarını bırakmadılar Yiğit ve mükemmel cengâverlerdi Rumlar onlara Vardariot (Vardarlı) derlerdi Bizans sarayı muhafız alayı onlardan kurulmuştu Devletin iç entrikalarına yabancı olduklarından güvenilir, sadık muhafızlardı" Vardar Türkleri, yerleştirildikleri topraklarda yaşayan Slavların, Rumların ve diğer kavimlerin baskılarına maruz kaldılar Bizans Çarı II Vasiliy (976-1025) zamanında Ohri, 1020'den sonra ise Bulgar Piskoposluğu Vardar Türklerinden de çok yüksek vergi almaya başladı Ancak Türklere en büyük baskıyı Slavlar yaptı Onlar Türkleri tamamen eritmeye ve imha etmeye çalıştılar Fakat amaçlarına ulaşamadılar Tarih bilimi bugün, Vardar Türklerinin bir ırklar yığışım devleti olan Samoil Çarlığı'nda önemli bir nüfusu oluşturduğunu göstermektedir Bu devlette nüfusun çoğunluğunu Makedonya, Yunanistan ve Mora Slavları, Bulgarlar, Sırplar, Hırvatlar, Rumlar, Epir, Teselya, Etolya, Akarnaya ve Trakya'da yaşayan Arnavutlar; Çar Samoil'in Pelagonya, Prespa, Ohri ve Trakya'da yerleştirdiği Ulahlar, Vardar Türkleri ve Ermeniler oluşturuyordu

Osmanlı Türklerinden önce Makedonya'ya ve Balkan yarımadasının diğer yerlerine iskân eden Türk boyları, bu toprakların tarihinde çok önemli rol oynadılar Yaptıkları işlerle Balkan yarımadasının sosyo-etnik yapısını, olayların ve tarih akışının yönünü ve adı geçen yarımadanın kaderini değiştirdiler 1096 yılında başlayan Haçlı seferleri sırasında Böemüng Tarentsi'nin emrinde Filistin'e giden Haçlılar, Arnavutluk'un Duris şehrinden Via Egnatia yolu üzerinden Makedonya'ya da girdiler Bu sırada bu bölgeyi yağmaladılar Yerli halkı katlettiler Bu durumu öğrenen Bizans Çarı I Aleksiy Komnen, Bizans ordusunun en kahraman birliklerini oluşturan Vardar ve Peçenek Türklerine, Vardar ırmağının sol kıyısında tuzak kurarak Haçlılara hücum etmelerini emretti Bu emir üzerine Vardar ve Peçenek Türkleri, Böemüng'ün haçlılarına saldırdılar Onlara büyük darbe indirdiler Böemüng, aldığı bu Türk darbesinden sonra haçlılarıyla birlikte Serez üzerinden Makedonya'yı terketmek mecburiyetinde kaldı

1097 yılında Makedonya'ya, Reymon Tuluski ve Podiya Piskoposu Ademir'in emrinde Güney Fransa'dan Filistin'e giden Haçlılar da girdiler Ancak onlar Makedonya'da Vardar, Peçenek ve Kuman Türklerinin taarruzuna uğradılar Bu yüzden onlar da Makedonya'yı alelacele terketmek zorunda kaldılar Söz konusu olaylardan sonra Vardar Türklerinin adı anılmaz oldu Herhalde onlar da Türk boylarından kalan diğer gruplar gibi önce Hristiyanlaştırıldı, daha sonra ise Slavlaştırıldı veya Rumlaştırıldılar Ancak onlar, Selçuklu ve Osmanlı Türklerinin Makedonya'ya gelmesine kadar Türkçe konuştular Din ayinlerini Türkçe yaptılar Edebiyatları, sanatları, folklorları, müzik folklorları ve benzeri nitelik ve değerleri vardı Makedonya'da bugün söz konusu Türk boylarından kalan efsanelere rastlanmaktadır Tip ve motiflerle zengin olan bu efsaneler henüz araştırılmış değildir

Görüldüğü gibi Osmanlı'dan önceki Türkler, Slavların, Rumların, Ulahların, Arnavutların ve diğer Balkan unsurlarının arasında dağınık halde yaşamalarında rağmen millî nitelik ve değerlerini yani Türklüklerini kaybetmediler Onlar 1292 yılından itibaren Makedonya'ya girmeye başlayan Selçuklu Türklerine, 1336'da 70 gemiyle Selanik üzerinden Vardar vadisine yerleşen ve özellikle 1371 Meriç zaferinden sonra Makedonya'yı ve diğer topraklarını fethetmeye başlayan Osmanlı Türklerine katılarak Sırplara, Rumlara, Bulgarlara, Romenlere, Arnavutlara ve diger Balkan unsurlarına karşı kahramanca savaştılar Böylece onlar, Selçuklu ve Osmanlı Türklerinin Balkan yarımadasına yerleşmesine, Osmanlı devletinin bu yarımadada 550 yıl kalmasına ve bu yarımadanın bir Müslüman Türk bölgesi olmasına yardımcı oldular

Osmanlı Türkleri Balkan yarımadasını ve diğer toprakları orduyla fethettiler Bu toprakları Hun, Avar, Bulgar, Oğuz, Vardar, Peçenek, Kuman ve Selçuklu Türklerinden kalan ve Anadolu'nun değişik yerlerinden getirilen binlerce Türk ailesiyle 550 yıl fevkalade iyi bir şekilde idare ettiler Onlar 1371-1912 yılları arasındaki dönemde Balkan yarımadasının etnik yapısını milletimizin lehine değiştirdiler Bu dönemde Sava ve Tuna'nın güneyinde bulunan toprakların nüfusunun % 50'sinden fazlasını Türkler oluşturuyordu

Başka bir söyleyişle Osmanlı Türkleri bu toprakları orduyla fethettiler ve oralarda nüfus çoğunluğuyla milletle kaldılar Osmanlı Türleri, Avrupa ve Balkan tarih biliminin öne sürdüğü gibi Avrupa ve Balkan topraklarına istilacı olarak gelmediler Onlar bu topraklara kurtarıcı olarak geldiler Çünkü onlar söz konusu topraklara gelmeden önce oralarda yaşayan halk kendi idarecilerinden ve din adamlarından çok büyük eziyet çekiyordu Bu eziyet altında inim inim inliyordu Bu yüzden Osmanlı idaresinden hiç bir baskı görmeden gönüllü olarak İslamı kabul etti Çok adil bir müessese olan Osmanlı devletinde huzur ve güvence içinde yaşadı Yoksa Osmanlı devleti böyle bir devlet olmasaydı, beş buçuk asır yaşayabilir miydi?

Ohri
Makedonya'nın Arnavutluk sınırında bulunan ve kendisiyle aynı ismi taşıyan gölün kıyısında kurulu bir şehirdir 26400 nüfusa sahip olan şehir, antik Liknidos şehrinin yerinde kuruldu 9'uncu yüzyılda rahip Clemens ve Naum tarafından Hristiyanlık merkezi haline getirilen şehir, 997'de 1018'e kadar Patriklik Merkezi olarak kullanıldı Bu tarihten 1767'ye kadar bağımsız başpiskoposluk olarak varlığını sürdürdü
Ohri, Sultan I Murat döneminde, 1385 yılında Çandarlı Hayrettin Paşa tarafından Osmanlı devleti topraklarına katıldı Manastır vilayetine bağlı bir sancak merkezi yapılan Ohri, Arnavutluk içlerine düzenlenen saldırılar için üs olarak kullanıldı1464'te Osmanlı devletine karşı ayaklanan Arnavut kökenli İskender Bey tarafından ele geçirilmeye çalışılan şehir, 1788'de Avusturyalıların işgal girişimine direndi Balkanların tarihsel sürecini aynen yaşayan Ohri, Birinci Balkan Savaşı sırasında Sırp ve Karadağ askerleri tarafından ele geçirildi 1913'teki Londra Andlaşmasıyla da Sırbistan'ın egemenliğine bırakıldı

Uzun süre Türk hakimiyetinde bulunan Ohri'de, Osmanlı döneminden kalan bazı eserler halen ayakta Bunlardan bazıları; Haydar Paşa Camii, Kuloğlu Camii, Hacı Hamza Camii, Halvetî Tekkesi, Ali Paşa Camii, Hacı Durgut Camii ve restore edilmiş bir hamam
Nüfus çoğunluğu Müslüman Arnavutlardan oluşmakla beraber Ohri ve çevresindeki köylerde halen çok sayıda Türk yaşıyor Kentteki Türkler son derece duru bir Türkçe konuşmakta
Şehirle aynı adı taşıyan Ohri Gölü'nün şöhreti kentinkini geçmiştir Arnavutluk ile Makedonya sınırında yer alan ve Türkler tarafından Ohri olarak isimlendirilen göl, Makedonlarca Ohrid olarak isimlendirilmektedir Deniz seviyesinden yüksekliği 698 m olan Ohri Gölünün alanı 367 kilometrekare ve en derin noktası da 286 metredir

Makedonya ve eski Yugoslavya'nın turizme açılabilen nadir su kaynaklarından olması dolayısıyla Ohri Gölü, çok sayıda turistin ilgisini çekmektedir Bu da Ohri ile birlikte hemen yakınındaki Struga'yı ciddi birer turizm kenti haline getirmektedir

Manastır
Makedonyalıların bugün "Bitola" diye isimlendirdiği kente Osmanlı İmparatorluğu döneminde, çevresindeki manastır kalıntılarından ötürü "Manastır" adı verildi Bizans İmparatorluğu döneminde şehir, Balkanların dağlık bölgelerinden gelen ve Selanik'i Adriyatik denizine bağyalan eski Roma yolu üzerinde önemli bir konaklama merkeziydi
Osmanlı devletinin topraklarına katılması, Sultan I Murat döneminde oldu 1378'de Kara Timur Paşa tarafından ele geçirilen şehir, Rumeli eyaletine bağlı bir sancak merkezi yapıldı Balkanların dağlık bölgelerine yapılan seferlerde, müstahkem bir üs olarak kullanıldı Tanzimat Fermanı'nın ilanından sonra, Makedonya'yı oluşturan üç vilayetten (Vilayet-i Selase) birisi olan Manastır, aynı zamanda Üçüncü Ordu'nun da merkezi yapıldı
Üçüncü Ordu'nun merkezinin Manastır'a alınmasıyla birlikte, şehire bir çok okul yaptırıldı 1982'de yatılı okula dönüştürülen Manastır Askerî İdadîsi de aynı dönemde açıldı Mustafa Kemal'in 1895'ten itibaren okuduğu Manastır Askerî İdadîsi Osmanlı devletinin kaderinde önemli roller üstlenecek kişileri yetiştirdi
20'inci yüzyılın başlarında dönemin en modern şehirlerinden birisi haline gelen Manastır, 33 yıl Osmanlı devletini yöneten Padişah II Abdülhamit'e karşı oluşan muhalefet hareketinin askerî kanadının toplandığı yere dönüştü İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin yayın organı Neyyir-i Hakikat Gazetesi de burada yayımlandı 1908'deki II Meşrutiyet ilanına yol açan gelişmeler de burada başladı Birinci Balkan Savaşı sırasında 18 Kasım 1912'de Sırpların eline geçen şehir, 10 Ağustos 1913'te Bükreş'te imzalanan anlaşmayla resmen Sırbistan'a bırakıldı

Manastır'da, Osmanlı'dan günümüze ulaşan eserlerin başında; saat kulesi, 16'ıncı yüzyılda yapılan Yeni Cami, İshakiye Camii, Manastır Bedesteni, tarihî Postahane ve Manastır Askerî İdadîsi binası bulunuyor Diğer taraftan bugün müze olarak kullanılan Manastır Askerî İdadîsi binasında, bir de "Atatürk Anı Odası" açılmış durumdadır Bina girişindeki tabelada; "Çağdaş Türkiye'nin yaratıcısı ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk 1898 yılında Askerî İdadî'yi bu binada bitirdi" ibaresi yer alıyor

devamı aşağıda

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Toplulukları

Eski 10-11-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Toplulukları





Üsküp
Makedonca "Skopiye" denilen Üsküp, Makedonya Cumhuriyeti'nin başkentidir Vardar nehrinin kıyısında bulunan kentin nüfusu 1990 itibarıyla 504 bindi Ancak Bosna-Hersek'ten sonra Kosova'da meydana gelen kargaşa sırasında şehir, çok büyük miktarda göç aldı
Antik Skupi şehrinin yerinde, İlliryalılar tarafından MÖ 5'inci yüzyılın sonunda kurulduğu belirtilen Üsküp, MÖ 168 yılında Romalıların eline geçti MS 395'de Bizans İmparatorluğu'nun payına düşen Üsküp, 8'inci yüzyılda yine bir Türk imparatorluğu olan Avarlarla tanıştı Onları 9'uncu yüzyılda bir başka Türk devleti olan Bulgarlar izledi 11'inci yüzyılda yeniden Bizans imparatorluğu'nun yönetimine giren Üsküp, 14'üncü yüzyıla gelindiğinde "Skopiye" adıyla Sırp krallığının başkentliği görevini yaptı

Üsküp'ün Osmanlı İmparatorluğu egemenliği altına girmesi ise 1389'da oldu Bu tarihten itibaren bir sancak merkezi yapılan Üsküp, Fatih Sultan Mehmet tarafından Rumeli Beylerbeyiliği'ne bağlı eyalet merkezi yapıldı Osmanlı İmparatorluğu döneminde önemli bir yönetim ve ticaret merkeziydi ancak, Osmanlı Devleti dönemine ilişkin izlerin bir bölümü, özellikle 1963'te 2 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan büyük depremde yok oldu ki, Üsküp'ü modern bir şehir görünümüne büründüren girişimler de bu tarihten sonra başladı Şehire demir-çelik, kimya, tekstil, gıda sanayii fabrikaları kuruldu

1683'te başarısızlıkla sonuçlanan II Viyana kuşatmasından sonra Avusturyalıların işgaline uğrayan şehir kalesi 1689'da General Piccolimini tarafından yıktırıldı1690 yılında tekrar Osmanlı topraklarına katılan Üsküp, Osmanlı İmparatorluğu Avrupa ve Balkan coğrafyasında eski etkinliğini yitirdiği için yavaş yavaş önemini kaybetti 1863'te Nişle birleştirilerek vilayet merkezi yapılan Üsküp, 1869'da İşkodra'ya bağlı bir vilayete dönüştürüldü 1881'de bir ara ayaklanan Arnavut milliyetçilerinin eline geçen Üsküp, 1888 yılında Kosova vilayetinin merkezi yapıldı Kosova Valisi Mazhar Bey'in Üsküp'ü yeniden imar etmek içi Kosova vilayeti sınırları içinde gümrük vergisi uygulamasına geçmesi, halkın isyanına neden oldu kanlı sokak çatışmaları, Padişah V Mehmed Reşad'ın 1911 yılında Kosova gezisine çıkmasıyla durdu

1912'de başlayan Birinci Balkan savaşında Sırpların eline geçen Üsküp, o tarihten itibaren Osmanlı devleti egemenliğinden çıktı 1915'te Bulgarlar tarafından Sırplardan alınan Üsküp, Birinci Dünya Savaşı sonlarında, Fransız birlikleri tarafından Bulgarlardand alındı İkinci Dünya Savaşı'nda Alman ve Bulgarlar tarafından işgal edilen şehir, 1944'de Partizanlar tarafından geri alınarak Yugoslavya bütünlüğü içindeki yerini aldı Tarih boyunca toprakları Yunanlılar, Bulgarlar, Arnavutlar ve Sırplar arasında pay edildiği için tarihsel sınırlarının bugün küçük bir parçasında kalan Makedonya'nın başkentliği görevini yürüten Üsküp, Yugoslavyşa Federasyonu döneminde tarihteki önemini koruyamadığı için varlığını mütevazi bir şehir olarak bugünlere kadar getirdi

Makedonya
Yugoslavya, Arnavutluk, Yunanistan ve Bulgaristan arasında yer alan ve denize ulaşımı olmayan bir kara devleti olan Makedonya, Orta Vardar adı verilen vadinin iki yakasında uzanır Nüfusunun % 60'ı şehirlerde yaşamaktadır 1990'a kadar Yugoslavya'ya bağlı özerk bir cumhuriyet statüsü taşıyan Makedonya, bağımsızlığını bu tarihte kazandı Ancak Yunanistan'ın karşı çıkması yüzünden adının BM tarafından tescil edilmesi 3 yıl zaman aldı Makedonya denilen coğrafya, bugün üzerinde Makedonya Cumhuriyeti'nin kurulu bulunduğu coğrafya ile sınırlı değildir Tarihî Makedonya topraklarının 34177 km2'lik parçası bugün Yunanistan sınırları içindedir Bu topraklarda 2 milyonu aşkın Makedon yaşamaktadır

Makedonyalılar ile Yunanlıların aynı kökten geldiği, genelde kabul edilen görüş olmakla birlikte; bazı tarihçiler Makedonların, Bulgarlarla irkî bağı olduğunu kaydetmektedirler Makedonya'da bilinen ilk hakimiyeti MÖ 725'de Argead Hanedanından Birinci Perdikas kurdu Böylece Makedonya Krallığı'nın temelini atan bu hanedan, Yunan asıllı değildir Bölge, Milattan önce 513'ten MÖ 479'a kadar Perslarin işgalinde kaldı Milattan önce İkinci Filip'in kral olmasıyla Makedonya güçlenmeye başladı İkinci Filip'ten sonra, 334-323 yılları arasında Makedonya Kralı olan Büyük İskender döneminde ülke sınırlarına Yunanistan, Anadolu, İran, Suriye ve Mısır katıldı İskender, Türkistan ve Hindistan'a da girdi Büyük İskender'in yerine MÖ 323'te kral olan IV İskender'i öldüren kumandan Antigonos Kiklons, Makedonya Krallığı'na geçerek yeni bir hanedanı başlattı

Roma İmparatorluğu'na MÖ 168'de yenilen Makedonya, bu imparatorluğun hakimiyetine girdi Roma egemenliğinden sonra Miladî 9'uncu yüzyılın birinci yarısında Slav istilasına uğradı Bunu Bulgar istilası takip etti 1014'de Bizans tarafından yıkılan Bulgar İmparatorluğu ile birlikte Makedonya da Bizans İmparatorluğu'nun egemenliğine girdi Bu durum, Müslüman Türkler Balkanlara gelinceye kadar devam etti Makedonlar, 867-1057 yılları arasında Bizans Devleti'ne sekiz imparator ve iki imparatoriçe verdi Dördüncü Haçlı seferi sırasında, 1204-1224 yılları arasında Makedonya'da Latin Krallığı kuruldu Fakat ülke 1230'da Bulgarların, 1280'de de Sırpların egemenliğine geçti

Başkent Üsküp dışında Manastır, Kalkandelen, Prilep, Resne, Ohri, Kumanova ve Struga gibi şehirleri olan Makedonya, tarihte önemini hiç yitirmemiş bir coğrafya üzerinde bulunmaktadır Osmanlı devleti, ilk defa Orhan Gazi döneminde Rumeli'ye ayak bastı Makedonya'ya ilk Osmanlı akını 1324'te yapıldı Şehzâde Süleyman Paşa komutasındaki akıncılar, aralıksız yaptıkları akınlarla Selanik'e kadar ilerlediler

Sultan I Murat, 1362'de Edirne'yi ele geçirip Osmanlı devletinin başkenti yaptıktan sonra Macar Kralı I Layoş komutasındaki birleşik Balkan ordusuna karşı 1364'de kazanılan Sırpsındığı savaşının ardından Türklerin Balkanlardaki varlığı tescillenmiş oldu Sırp-Bulgar güçlerine karşı 1371'de kazanılan Samaku savaşının ardından bir yıl sonra Makedonya ve Sırbistan hükümdarlarına karşı kazanılan Çirmen savaşından sonra Yanbolu, İslimye, Samaku, İhtiman, Karınova, Aydos, Burgaz, İskeçe, Drama, Kavala, Serez, Avrathisarı, Vardır Yenicesi gibi şehirlerin fethiyle 1373'te Rumeli Beylerbeyliği kuruldu 1389'da Sırp Kralı I Lazar'a karşı kazanılan Kosova Savaşı'ndan sonra Balkanlar tümüyle Türk egemenliğine girmiş oldu Bınırları Tuna nehri kıyılarına dayanan Osmanlı devleti karşısında Balkanlarda kafa tutan tek güç olarak Macaristan kaldı Türklerin Balknlardaki varlığını pekiştiren savaş ise 1396'daki Niğbolu savaşı idi Ankara savaşının ardından başlayan Fetret Devri'nde, Makedonya'nın kimi şehirleri Osmanlı'nın elinden çıkarken ülkenin birliğini yeniden sağlayan Sultan I Mehmed döneminde buralar geri alındı Balkanların tamamen Türk egemenliğine girmesi ise 1448'de Haçlı Ordusu'na karşı kazanılan II Kosova savaşı ile oldu Bundan sonra elde edilen topraklara süratle Türk nüfus göç ettirilmeye başlandı Zaman içinde o hale geldi ki, Makedon nüfusu göçmen Türklerin altına düştü

Makedonya ismi siyaset alanına 1876'da İstanbul Konferansı'nda imzalanan anlaşmayla isminden bahsedilmeden girdi Avrupa ülkelerinin Rumeli için öngördükleri reform programı Makedonya'yı da kapsıyordu Selanik, Manastır ve Kosova'ya atfen Vilayet-i Selase adı da verilen Makedonya, reform yapılması şartıyla Türk egemenliğinde bırakıldı Çözüm gibi görünen bu durum vaziyeti iyice karmaşıklaştırdı

Bir yandan Bulgarlar, bir yandan Sırplar, bir yandan da Yunanlılar Makedonya'yı parçalamak için bekliyordu Bulgarlar, Ege denizine çıkmak için, Sırplar Selanik'i işgal etmek için ve Yunanlılar sınırlarını daha da kuzeye çıkartmak için Makedonya'yı istiyordu Dolayısıyla bu ülkelerin üçü de Mekadonların kendilerine akraba olduğunu savunuyorlardı Bu yüzden bölge, 1901'e kadar tam bir komitacılar arenasına döndü Osmanlı'nın kurduğu iç örgütle Bulgar, Sırp ve Yunan komitacılar çarpışıyor, bunlar ayrıca birbirleriyle kapışıyordu Sultan II Abdülhamit tarafından Rumeli Vilayetleri Hakkında Talimat başlığıyla hazırlanan reform planı, hem Bulgaristan, hem de Avusturya-Macaristan ve Rusya İmparatorluğu'nu rahatsız etti

1903 yazında Makedonya kanlı bir ayaklanmaya sahne oldu Ayaklanma bastırıldı ama Makedonya'nın Osmanlı'dan kopartılması için de her türlü girişim başlatıldı Yürürlüğe konulan reform programının takibi, Alman, Fransız, İtalyan, İngiliz ve Rus müfettişlere bırakılırken vergi toplama işi de Osmanlı Bankası'na terkedildi II Abdülhamit'in baskılarına boyun eğmesine itiraz eden İttihat ve Terakki Cemiyeti, Sultanı vatana ihanetle suçladı Genç subaylardan Koloğası (Resneli) Niyazi ve Binbaşı Enver dağa çıkıp çetecilik faaliyetine başladı İttihat ve Terakki Cemiyeti denetimindeki Manastır Ordusu ayaklandı Karışıklıklar öylesine yaygınlaştı ki, II Abdülhamit 23 Temmuz 1908'de II Meşrutiyet'i de kabul etmek zorunda kaldı

Bir yandan Arnavutluk, diğer yandan Trablusgarp ayaklanmasıyla uğraşan Osmanlı Devleti, Birinci Balkan Savaşı sırasında Yunan, Sırp, Bulgar ve Karadağ kuvvetlerinin istilasına uğrayan Makedonya'yı tamamen elinden çıkarttıBirinci Balkan Savaşı'ndan sonra ele geçirdikleri Makedonya topraklarını paylaşma konusunda anlaşamayan Balkan devletleri birbirleriyle savaştılar 1913'teki II Balkan Savaşı'nın ardından 10 Ağustos 1913'te imzalanan Bükreş Anlaşması'yla Makedonya'nın Selanik dahil kıyı bölgesi Yunanistan'a, iç bölgesi Sırbistan'a katıldı İkinci Balkan Savaşı'ndan yenik çıkan Bulgaristan Strumica vadisini aldı 1941 yılında Almanya'nın yanında yeralan Bulgaristan, Makedonya'nın Yugoslav ve Yunan bölgelerini topraklarına kattı Savaştan sonra ise aldıklarının hepsini geri verdi İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Yugoslavya Federasyonu içinde özerk Makedonya Cumhuriyeti kuruldu

1990 yılına kadar Özerk bir cumhuriyet olarak Yugoslavya Federasyonu çatısı altında yer alan Makedonya, Tito'nun ölümünün ardından parçalanma sürecine girer Yugoslavya ile yollarını ayırdı Topraklarında yaşayan Arnavut ve Sırplara rağmen bağımsızlık kararı için 8 Eylül 1991'de referanduma giden Makedonya, % 90 halk desteği ile bu kararı onayladı Aynı yıl 16 partinin katılımıyla seçim yapıldı % 275 oyla Makedonya Milliyetçi Partisi birinci çıkarken cumhurbaşkanlığına da Kiro Gligorov seçildi

Makedonya'nın nüfusunun % 67'sini Makedonlar, % 198'ini Arnavutlar, % 45'ini Türkler, % 23'ünü Sırplar, % 23'ünü Çingeneler, % 21'ini Boşnaklar ve 2'sini diğer etnik gruplar oluşturuyor Ancak resmî rakamların Türk nüfusunu 80 bin civarında göstermesine karşılık Türk topluluğu önderleri bu rakamın 150-200 bin dolayında olduğunu belirtiyor Ülke halkının çoğunluğu Hristiyan olmakla birlikte Makedonya'da çok sayıda Müslüman ve küçük bir Yahudi cemaati bulunuyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Toplulukları

Eski 10-11-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Toplulukları







KAŞGAY TÜRKLERİ
Kaşkay İlinde Geleneksel İdari Teşkilat
Türk aşiretlerinde ailenin büyük erkek çocuğu bir zaman aşiret reisi olur diye bir kural yoktur Aşiretin şartlarını taşıyan bir çocuk, aşiret reisi olabilir Melik Mansur Han, İlhan olacak bir kişide aranan şartları şöyle sıralamaktadır

1 Çevresinin olması
2 İyi ata binmek
3 Güçlü bir yapıya (tercihen uzun boylu) sahip olması
4 Gururlu ve azametli bir sima
5 Adalet duygusuna sahip olma
6 Aşiretler arasında iyi bir şöhrete sahip olma
7 Asalet sahibi olması (Asil bir hayat sürmesi)
8 Cesur olma ve güzel el yazısına sahip olma

Bu özelliklere sahip olan kişi ihtiyaç olduğunda bu makama getirilebilir Fakat uygulamada geleneksel olarak aşiret birliğindeki değişik kabile ve aşiretlerin başçıları ile birlikte yöneten ailenin önde gelen bazı şahsiyetlerin yeni ilhanın seçiminde söz sahibidirler Umumiyetle ilhanın oğlu veya kardeşi seçilmektedir Tahta geçmede anlaşmazlıklar olduğunda aşiret başçılarının tercih ettikleri ve etrafında kenetlendirdikleri kişi ilhan olur Yani diğer adaylar haliyle dışlanmış olur Bazen bu anlaşmazlıklar bölünmelere kadar varabilir Sonunda bu mücadeleyi kaybeden kişi, kazanan tarafın çadırına gidip bağlılığını bildirir

Tahta çıkma problemi çok nadir olarak kan akıtma sonucuyla olmuştur Kaşkaylar genellikle tek kadınla evli olduklarından, diğer İran kabilelerinde olduğu gibi, üvey evlat problemi ve çatışması olmamış bu da ilhan seçiminde bir kolaylık sebebi olmuştur
Kaşkay ilinin ilhanları, uzun yıllar Fruzabad ve Farrasabad'ın bölge valisi sayılmaşlardır İlhan-yi memleket-i Fars ünvanı da taşırlardı Bu unvan onlara güney İran'ın merkezinde (Şiraz'da) büyük bir kontrol (o bölgedeki aşiretler üzerinde) sağlamış ve aynı zamanda onları (İlhanlıları) bir hükümet bürokratı durumuna getirmiştir Bu durum, onların merkezi hükümet tarafından tanınması ve onanması şartını getirmiştir

Normal şartlarda Fars'ın genel valisi, Kaşkaylar tarafından seçilen, yöneten aileden bir üyeyi aday gösterir Bu adaylık, şah tarafından onaylanır ve bunun için gerekli bir ferman gönderir Ancak, Kaşkaylar ile merkezi hükümetin arasının bozulduğu dönemlerde aşiret büyüklerinin tavsiyeleri dışında ( merkezi hükümete yakın olan) kişileri seçtirme yoluna gittiler Böylece aşiretlerce seçilen kişiler üzerinde görüş farklılıklar olunca, merkezi hükümet, ilhanı görevden alacak kadar ileri gitmiştir Fakat Kaşkaylar bu tür muhalefete rağmen, kendi gücünü korumuş, istedikleri biçimde yönetimlerini sürdürmüşlerdir



İran Sosyal ve Siyasi Hayatında Kaşkay İlinin Yeri
1 Kurulduğu İlk Devirlerde Kaşkay İli'nin İran'ın Sosyal ve Siyasi Hayatındaki Yeri :
İran'ın güney bölgesinde, özellikle Fars eyaletinde yaşayan Kaşkaylar, gösterdikleri etkinliklerle kendilerini İran halkları tarihine tanıtmaları önemli bir yer tutar Kaşkay İli, 1747 yılında NadirŞah Afşar'ın öldürülmesiyle, ülkenin her tarafında çıkan karışıklık (isyan) yıllarında teşekkül etmiştir İran'ın çeşitli bölgelerinde, merkezi hükümeti ele geçirmek için, aşiretler arasıda şiddetli çarpışmalar başladı Horasan, Azerbaycan (İran), İsfahan ve Fars eyaletleri bu çarpışmaların önemli merkezleri haline geldi Horasan ve Azerbaycan'da Afşarlar, İsfahan ve Fars'ta Bayatlar, Bahtiyarlılar ve Zendler arasında çeşitli çarpışmalar meydana geldi Muhtelif bölgeler ve şehirler, elden ele geçip, duruyordu
Fars eyaletinde yaşayan Türk aşiretleri, aralarındaki kırgınlıkları bırakıp, başka grupların saldırıları karşısında birleşme ihtiyacı duymuşlardır Nadir Şah'ın komutanlarından Kerimhan Zend ve Ali Merdanhan Bahtiyarlı birleşerek , III İsmail Safevi'yi şah ilan ettiler Şiddetli çarpışmalar sonunda Haşimhan Bayat, Şiraz'ı ve civar şehirleri Bahtiyarilerin ve Afşarların elinden alarak kendini Fars valisi ilan etti
Kaşkay İli Fars'ın en kuvvetli aşireti olarak biliniyordu İlk zamanlar bu ilde 24 tayfa birleşmiş, bazı kabile ve aileler de daha sonra bu birliğe dahil olmuştur Haşim Han bu güçlü aşiret birliğini zayıflatmak için çeşitli girişimlered bulunduysa da (1954) bunda başarılı olamadı

1795 yılında Kerimhan Zeyd'in ordusu önce Şiraz'ı sonra bütün Fars eyaletini alarak, Bahtiyarların hakimiyetine son verdi Böylece Kerimhan kendisini bütün ülkenin hükümdarı ve Şiraz'ı da başkent ilan etti Kerimhan'ın hakimiyeti döneminde (1755-1779) Kaşkaylar, Reisleri Câni Ağa'nın tedbir alması sayasinde Kerimhan'la savaşmadılar Bu da onların saraya yakınlaşmasını sağladı Kerim Han Câni Ağa'yı ataları vasıtasıyla idare olunmuştur Bu sülalenin İlbeyi Câni Ağa'ya kadar altı kişisi (Emir Gazi Şahlu, Gazu Ağa, Cani Ağa, Sefer Ali Ağa, Muhammed Ağa, Namdar Ağa) tanınmış ve bilinmektedir Aşiretin kendisi de Kaşkay adı ile tanınmış ve meşhur olmuştur Onların yedinci nesli Cani Ağa (ikinci) İlbeği olmuştur Cani Ağa'dan sonra oğlu Hasan Han, Kaşkay İlbeyi olmuştur

Böylece Kaşkaylar daha da güçlendiler Kışlık ve yaylaklarını tespit ederek bunu daimi hale getirdiler Kaşkayların bazı kabileleri (aşiretleri), Kerim Han'ın oluşturduğu ordu arasında yer aldılar Kaşkayların ileri gelenleri (Kelanterler, Kethüdalar ve ) Fars bölgesinde çeşitli kervansaraylar, mescitler, hamam ve çeşitli binalar inşa ettirdiler Firuzâbâd bir Kaşkay şehri haline geldi Bu dönemde Kaşkaylar ülke genelinde kendilerini büyük bir il irliği gibi tanıtmayı başardılar İç ve dış işlerinde Kerim Han onların görüşlerinden faydalandı 1779'da Kerim Han öldükten sonra, yeniden ülkede şiddetli çatışmalar meydana geldi

Kerim Han'ın Kardeşi oğlu Zeki Han Kerim Han'ın çocuklarından Ebulfeth Han'ı hükümdar ilan ederek, onun adı ile hakimiyeti ele geçirdi Kerim Han'ın kardeşi Sadık Han da kendisini hükümdar ilan etti Böylece Zerd ailesindeki anlaşmazlıklar ve kırgınlıkların arkası kesilmedi 1781 yılında İsfahan hükümdarı El-Murad Han Zend, Şiraz'ı aldı ve Sadık Han ile Kerim Han'ın oğullarını ortadan kaldırarak 1785 yılana kadar hükmetti (idareyi elinde bulundurdu) Bu iç çatışmalar, Kerim Han'ın ordusunun dağılmasına sebep oldu Zend hakimiyeti hayli zayıfladı Gacarlar, Muhammed Ağa Han'ın önderliğinde, İran'ın kuzey vilayeti ve Tahran'ı aldı Daha sonra El-Murad Han, Hasan Han'ı ve İsmail Han'ı Kaşkay hakimiyetini kurmakla suçlayıp Hasan Han'ın ellerini kestirip, İsmail Han'ında gözlerini oydurtmuştur (3II c52)

1785 yılında El-Murad Han'ın oğlu, sonra Sadık Han'ın oğlu Cafer Han hükümdarlığa geçti 1788 yılında Muhammed Ağa Han, Zend hakimiyetine son verilmek maksadıyla ve Kacar hakimiyetini kurmak için Fars eyaletine hücum ettiyse de bunda başarılı olamadı Bunu üzerine kendisi için tehlikeli gördüğü Kaşkay aşiret birliğini dağıtmak ve yok etmek maksadıyla Şiraz tarafından Gerduman'dan uzaklaşarak Kaşkayların önemli kabilelerinin bulunduğu Husrev Şirin yaylasına saldırdı Kaşkaylar bunu önceden haber aldıkları için sürülerini dağa çıkararak orada topyekün karşı koyup kendilerini savundular Bir aylık bir çarpışma sonunda geri çekilmek mecburiyetinde kalan Muhammed Han İsfanan'a döndü
1789 yılında Zend Cafer Han öldürülür ve Zend sülalesinin son hükümdarı Lutufali Han Zend tahta geçer 1792 yılında tekrar Şiraz'a saldıran Muhammed Han, Şirazıve Kirman'ı alır Lutufali Han ise 1795 de Bam Kalesinde ele geçirilir Onun Tahran'da öldürülmesiyle Zend ailesinin hakimiyeti sona erer(6 390-391)

Bütün bu uzun çarpışmalarda Kaşkaylar hiçbir taraf adına çarpışmalara girmemiş, bu da onların güçlenmesini sağlamıştır Bu dönemde Kaşkayların İlbeyi Hasan Han vefat ettiği için onun kardeşi İsmail Han'ın oğlu Cani Ağa (III Cani Ağa) ilbeyliğe getirilmiştir

2 19 Ve 21 Yüzyıla Kadar (199'a kadar) Kaşkay İli'nin Sosyal ve Siyasi Durumu
Kaşkay ili, II Cân-i Ağa'nın reisliğinde toplanmış ve Zend sülalesinin ilk hükümdarı Kerim Han Zend tarafından da resmi olarak tanınmıştır Câni Ağa'nın oğulları Hasın Han ve İsmail Han , Zend Sarayında büyük hürmet görerek Kerim Han'ın danışmanlığı görevine kadar yükselmişlerdir

Kaşkay İli, Fars eyaletinde, genellikle, bütün İran'da bulunan aşiretler arasında en teşkilatlı, düzenli, güçlü bir il birliğidir Kendilerinin dedikleri gibi "Kan birliği" münasebetlerine tam olarak uyulması, Kaşkayların sağlam ve güçlü bir il seviyesine yükselmesinin esasını teşkil etmektedir Bu ilin güçlü olması, Fars valilerini ve İran'ın merkezi hükümetlerini tarih boyunca endişelendirmiş ve zayıflatmak için büyük gayret göstermişlerdir Kerim Han Zend'in vefatından sonra, İl'de Kaşkayların Zen sülasesi hakimiyetini yıkmak, İran'da güya Kaşkay hakimiyetini Hasan Han'ın ellerinin kesilmesi, İsmail Han'ın gözlerinin çıkarılması bunun en belirgin örneğidir

19 asrın 50-60 yıllarında Kaşkay İli'nin güçlenmesinden endişeye düşen Nasreddin Şah güneydeki göçeriler arasında eşitlik sağlamak adı altında, daha doğrusu Kaşkarlar karşısında yeni bir göçeri kuvvet oluşturmak gayesiyle Fars eyaletindeki aşiretlerden Gavamülmük başkanlığında Baharlı, İnallı, Nefer, Baseri ve Arap tayfalarının birleştirilmesinden Hamse adlı bir ilin meydana getirilmesi için şartlar olluşturdu Ancak, bu konuda pek başarı olmamıştır

Kaşkaylar, Birinci Dünya Savaşı yıllarında İngiliz istilacıları aleyhine isyan etmiş, Deştistan ve Tengistan mücahitlerine, Fars eyaletinin demokratik teşkilatına, yerli halk kolluk kuvvetlerinin, İngiliz taraftarlarına karşı başlattıkları Şiraz İsyanı'na da yardım etmişlerdir Reislerinin komutanlığı altında, Fars eyaletinin İngiliz işgalinden kurtulması için, 1918-1920 yılları arasında büyük kahramanlıklar gösteren Kaşkaylılar, 1920 yılının sonunda İngilizlere büyük zayiat vererek onların İran topraklarını terk etmelerinde büyük rol oynamışlardır

Kaşkay ili tarihinin ikinci devri, 1920'li yıllardın 1980'li yıllara kadar yaklaşık 60 yıla yakın bir devri, Pehlevi sülalesinin hakimiyeti devrini kapsamaktadır

Kaşkay Türklerinin İngilizlerle yapılan mücadeler neticesinde edindikleri tecrübelerle 1920'li yıllarda Pehlevi idaresinin ülkede uyguladığı merkezileştirme politikasına olumlu bakmış, merkezi hükümet aleyhine güneydeki göçerlerin ayaklanmamalarında merkezi hükümete yardımcı olmuşlardır Kaşkay Reisi Tahran'da yaşayarak, Şüra meclisini 8 Dönem Fars eyaletinden temsilci seçilmiştir Ancak, İngilizler geçmişteki olayları unutmayarak, Rıza Şah vasıtasıyla onu 1932 yılında Kasr-ı Kacar zindanında öldürttüler 1930'lu yıllar Kaşkayların en ağır ve felaketli dönemi olarak bilinir Pehlevi rejimi "tahta kapı" yani, göçerlerin yerleşik hayata geçirilmesi siyaseti özellikle Kaşkayları felakete sevketmişler İl kuruluşunu bozmakve dağıtmak için Rıza Şah, İl'in tayfa reislerinin çoğunu idam, hapis ve sürgün ederek onların yerine kendine bağlı kişileri göçeri ahaliye idareci olarak tayin etmiştir

1941 yılında İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Hitler Almanyasının savaş ve siyasi planlarının önüne geçebilmek için müttefik askerlerin İran'a gelmesiyle, Rıza Şah Bütün İran haklarına ve dolayısıyla Kaşkaylara bazı serbestiyetler verdi Ülkenin çeşitli vilayetlerine sürgün edilmiş Kaşkay Türkleri kendi yurtlarına döndü Kaşkaylar konar-göçer hayata tekrar döndüler ve geçmişteki acı olayların tecrübesiyle süratle silahlanmaya başladılar Ancak, İlhan ve İlbeyleri özellikle Nasır Han'a kadar İngiliz işgalcilerine karşı çıkmadılar Haliyle halk arasnda eski güç ve saygınlığı göremediler

Kaşkaylar 1950'li yıllarda milli cephenin, Musaddık hükümetinin petrol sanayisini millileştirme politikasını desteklemiş, o zaman ilbeyi olan Hacrev Han, Şura meclisinin temsilcisi sıfatıyla Musaddık hükümetinin bu tedbirlerine destek vermiştir

1953 yılında Amerika'nın desteğiyle, Musaddık hükümeti aleyhine yapılan askeri darbe ve şahın tahta geçmesiyle, Kaşkayların hayatında yine karanlık günler başlamış oldu İki asır kadar Kaşkay ilinde hüküm süren kuruluş, 1956 yılında Şah tarafından verilen fermanla kaldırıldı Kaşkaylar aleyhine bir çok askeri tedbirler alınır, il reislerinin bir kısmı aileleriyle birlikte ülkeyi terkedip, dış ülkelere gitmeye mecbur kaldılar Muhammed Rıza Şah'ın Ak Devrim adıyla başladttığı toprak reformu, göçerlerin yaylalarının ve meraların hazine arazisi sayılması, Kaşkayların zayıflamasını ve ilin dağılmasını birhayli hızlandırdı

1979 İran devrimine kadar Kaşkaylar, Rıza Şah'ın gizli güvenlik elemanları tarafından büyük bir baskı alltında tutuldular Çeşitli şehirlere ve kasabalara dağıtılarak yerleşik hayata zorlandılar İslam inkılabından önce ve sonra Kaşkaylar tekrar toparlanmaya çalıştı Dış ülkelere göçmüş Kaşkaylar dönüp, İslam Cumhuriyeti idarecileriyle görüşüp yeni hükümete yardımcı olmaya hazır olduklarını bildirdiler Ancak bu fikirbirliği uzun sürmedi 1982 yılında Şirazve Firuzâbâd yakınlarında, Kaşkaylılarla pasdarlar arasıda birçok çarpışmalar meydana geldi Kaşkayların İlhanı Hüsrev Han zindana atılarak 1982 yılında Şiraz'da idam edildi

Günümüzde Kaşkay İl Birliği sekteye uğratılmış, umumiyetle, göçeri hayat çeşitli zorluklar taşısa da Kaşkaylar zor sosyal ve iktisadi hayatlarını devam ettirmektedirler Kaşkaylar İran içerisinde milli medeni hukuktan yoksun edilmiş azınlıkta kalan diğer halklar gibi kendi hukuklarını elde etmek için mücadeleden çekinmiyorlar, maddi ve medeni taleplerini elde edene kadar mücadeleye devam edeceklerdir

Kaşkay Kelimesinin Menşei
Tarihi kaynaklarda ve araştırmalarad Kaşkay ve Kaşgay kelimesinin menşei hakkında muhtelif bilgiler mevcuttur Bu görüşlerden bazıları şunlardır: İran'ın XIX asır tarihcilerinden Sipihr, "Halaçlar Rum'dan İran'a geldikten sonra, onlardan bir kısım tayfa ayrılarak Fars'a göçtü Rum vilayetinin Halacistan bölgesinden sakin olup kalan tayfalar, göçenleri "kaçgar" diye adlandırırlar" denmektedir MH Fesaî, Mes'ud Keyhan, Rus araştırmacılardan MS İvanov, NA Kielyakov vb eserlerinde Sipihr'in görüşünü tekrar etmişlerdir Mes'ut Keyhan ise bu kelimenin (Kaşkai) "göçmek" sözünden geldiğini belirtmiştir N Field de, Sipihr'in ve M Keyhan'ın eserlerinde verilenlere yakın görüşler tekrar edilmiştir Bazı kaynaklarda, "kaşkai" ve "kaçkai" kelimeleri arasındaki benzerlikten yola çıkarak, Türk dilindeki "kaç- (firar etmek, kaçmak) " fiilinden geldiği görüşü ileri sürülmüştür Bu kelimenin (kaçmak) daha sonra telaffuz bozulmasına uğrayarak, "kaçkai" iken "kaşkai" şekline dönüştüğünü belitmektedir
Kaşkay adına "Kaşgar" şehriyle alakalandıranlar da vardır Kaşkaylar, vaktiyle Kaşgar şehri etrafında oturdukları için, zamanla "kaşkay" diye adlandırılmışlardır Kaşgar şehri ve Özbekistan'daki Kaşka Derya (Kaşka-ı Derya) ırmağı ile coğrafik bağlantı bakımından "kaşkay" kelimesini açıklayan görüşler de bulunmaktadır Balayan'a göre, "kaşkay" adının Kuzey Azerbaycan'da, Savalan'ın batısında bulunan Gaşgadağ ismiyle bağlantısı vardır Kaşkayların "kaşkaşe" diye adlandırılan Yamut boyunun oymağı olduklarından dolayı "kaşkai" diye isimlendirildiğini iddia edenler de vardır

Morisden, mahalli kaynakları dayanarak, "kaşkai" adının ilk defa Cani Ağa Kaşkai isimli, Şah Abbas'ın idaresinde makam sahibi bir şahıstan alındığını belirtmiştir Müslüman Halklar Ansiklopedisi'nde, "kaşkay" kelimesinin geçmişte politik olarak birleşmiş ve aynı kültürel özellikleri paylaşmaya devam eden değişik kökenli kişi ve gruplar için kullanıldığı yazılıdır

Kaşkay kelimesinin, muhtelif Türkçe Lehçe ve şivelerinde, "kaşka veya kaşga" (alnı beyaz at veya binek hayvanı) anlamındaki kelimeden geldiğini söyleyenler de vardır Oberlingi, "Alnı beyaz atın uğur getirdiğine inanılırdı Bu batıl inançtan dolayı zamanla bu kabile fertleri "kaşkay atlılar" (atlarının alnında beyaz benek olan atlılar) adıyla tanındılar Zamanla bu ad "kaşkaylu" (lu ekinin Farsçadaki karşılığı "î" olduğundan dolayı "kaşkaylı>kaşkaî" olmuştur) şeklinde kısaldı" denmektedir

B Behmenbegi, Kaşkay adının "kaşka" sözünden alınması fikrine işaret ederek: "Bartold veya bu fikri ile sürenleri hatırlatarak, göçeri tayfa ve kabilelerin çoğu özlerini hayvanların adı ve rengi ile de adlandırmışlardır" tespitinde bulunmuştur Başka bir rivayette de, "Kaşkayların düşman saldırısına maruz kalıp kaçmaya çalışan kardeş iki dedesi varmış Kaçış esnasında küçük kardeş büyük kardeşe, karşısında bulunan büyük taşı göstererek, "kaç kayaya" ifadesi tedricen dillere düşerek aşiretin adı olmuştur" denilmektedir

2 Kaşkayların Menşeî ve İran'ın Güney İllerine Göçü veya Göçürülmesi
Kaşkayların menşei ve onların İran'ın güney vilayetlerine nereden göçürüldükleri ve yerleştirildikleri hakkında da kesin bir bilgi yoktur Muhtelif görüşler vardır Bu konudaki görüş ve bilgilerin bir kısmı şöyledir: Arap istilalarından başlayarak XIX asrın son yıllarına kadar Fars tarihini kronolojik olarak anlatan Fesaî, Kaşkayların menşei hakkında şu görüşlere yer verir: "Kaşkayların Irak ve Kum'un çevresinde mulunan Halaçlar'dan olduğu, sonra oralardan ayrılıp, Fars'a göçen Halaçlar iki kola ayrıldılar Onların bir kısmı yerleşik hayata geçerek Halaç adını da korudular Konar göçer olan ikinci kısım Kaşkay İli bölgesinde yaşıyorlar Kaşkayları "kaşgar" ile alakalandıran yazarlar, Kaşkayları Karahıtaylar soyunda sayarak, onların kuzeydoğudan, Orta Asya'dan Fars'a gitme veya göçürülmeleri fikrini kabul ederler
Azerbeycan seyyahı Zeynelabidin Şirvani, Kaşkayların Türk tayfalarından olduğunu ve Cengiz zamanında Fars'a göçtüklerini yazmaktadır M Keyhan "Tarihçilerden bazıları, Kaşkayların Anadolu'dan İran'a göçtüklerini, bir kısmının da Cengizhan devrinde Turan'da yaşadıklarını, sonra Nadir Şah'ın emriyle İran'a göçürüldüklerini" yazmaktadır İsmail Buşehri de, "Kaşkayların" Cengiz devrinde geldiklerini ve Nadir Şah döneminde İran'a göçürüldükleri görüşündedir" Melik Mansur Han, Kaşkayların İslâm sonrası buhranlı dönemin İran'a gelen, Türkleri olduklarını, Horasan'dan Sistan'a ve Kirman yolundan Fars bölgesine geldiklerini, daha sonraları ise güneyden yavaş yavaş kuzeye doğru Bahtiyari ve mücaviri olar Acem Irakı'na yerleştiklerini belirtmektedir
Ayrıca MMansur, 1953'te MT Shooten'e verdiği bilgide de; Kaşkayların İran'a gelmelerinin, XII Asırdaki Cengiz'in akınlarıyla alakalı olduğunu , bu akınlar sırasında Kaşkaylar önce Kafkas dağları eteklerine yerleştiklerini, sonradan Erdebil bölgesinde uzun süre kaldıklarını ve XVI Asrın birinci yarısında Şah İsmail Safevi (1501-1524) tarafında Portekizlerin İran Körfezinden Fars vilayetlerine görmelerini engellemek için Farsa göçürüldüklerini" belirtmiştir Said Nefisi, Kafkasya'dan İran'a göçtürülme sebebinin de 1607-1618 yılları arasındaki Osmanlı-İran Savaşı esnasında Kaşkayların ve Kaçarların Osmanlılarla olan yakınlığı olduğunu, bu yüzden Azerbaycan'dan uzaklaştırıldığını yazmıştır Ancak, Şah Abbas (HK 996) 1587 yılında tahta geçmiş ve Osmanlı İmparatorluğuyla 1603-1612 yılları arasında savaşmıştır Bu tayfa ve kabilelerin göçürülmeleri de o tarihte olmalıdır

Dr Haşmetullah Tabibi, Bartold'dan şu görüşleri aktarmaktadır: "Kaşkay aşireti, Moğolistan'dan ve Türkistan'dan Cengiz'in ordusundan ve yağmaından kaçarak bu topraklara gelmiştir" Ahmet Caferoğlu da benzer görüşlere yer vermiştir
Franc-Jean Shor, "Kaşkaylar Cengiz Han'ın öncüleri , arasında Çin Türkistan'ından gelerek Afganistan'a ve kuzey İran'a yayıldılar İran'ın kuzeybatı sınırında, Azerbaycan'da yerleştikten sonra 1600'lü yıllarda güneye gelerek şimdiki yerlerine yerleşmişlerdir" demektedir

V Monrsky, Kaşkayların esas kütlesinin Moğol devrinden önce Selçuklular zamanında buralara yerleştirilmiş olmaları gerektiği görüşündedir Kaşkay İli ve aşiretlerinin, etnik bakımından "göçebe İranlı" olduğunu, tarihi olayların şokuyla ve diğer bazı sebeplerle kendi dillerini yitirip işgalcilerin diliyle konuşmaya başladıklarını söyleyen İranlı yazarlar da vardır Ancak bunları hiçbir ilmi temele dayanmayan, hissi ifadelerden ibarettir

Safeviler döneminde, özellikle Şah Abbas hâkimiyeti zamanında Kafkas halklarından (Azerbaycanlı, Dağıstanlı, Gürcü ve Ermeni) pek çoğunun İran'ın muhtelif vilayetlerine göçürülmesi bilinen tarihi bir gerçektir Ancak bu göçürülmeler Safevî hakimiyetinden önce de olmuştur Halaçları Kaşkayların selefi kabul eden müelliflerden Lorens Lakhart, Kaşkay tayfalarından Farsimedan ve Şeşbloki (Alubölüklü) gibi büyük tayfaların Safevi hakimiyetinden çok önce Kum vilayeti bölgesinde olan Halcistan'a ve oradan Fars eyaletine göçürüldüğünü yazmıştır

İbrahimov, Kaşkayları Azerbaycan Türkleri'nden kabul ederek, Câni Ağa Kaşkai tarafından dönemin siyasi ve sosyal şartları içerisinde bir üst kimlik olarak "Kaşkay" adı altında bütün işaretlerin büyük bir el birliğine çevrildiğini yazmıştır Bu adı almalarının da Câni Ağa'nın şahsıyla ilgili olduğunu belirtmektedir Kaşkayların menşei ve hangi Türk boyuna mensup olması gerektiği, ad, dil-edebiyat ve adet ananeleri esas alınarak tespit edilebilir

1 Bugün Kaşkay aşiret birliği içerisinde yer alan yüz doksana yakın boy, oymak ve oba'nın tamamı ilk önce Kaşkay adı taşımıyorlardı ve çoğu Kaşkay'da değildi Bazıları eski adlarını değiştirip, başka ada kabul etmişse de, kendi adlarını koruyanlar da vardırYani Fars'ta bulunan Türk aşiretleri, tarihi hadiselerin zarureti karşısında birleşmeye mecbur olmuş, tek bir boy olmuşlar ve o boy da "Kaşkay" olarak adlandırılmıştır Kaşkay adı onların hepsinin umumi ve ikinci adı, yani onların meydana getirdiği İl'in adıdır Ancak bu birleşmeden önce bu ismi taşıyan bir "Kaşkay" aşiretinin sebeplerle "Kaşkay" ismini sonradan alan (çünkü, tarihi kaynaklarda bu isimle bir Türk boyuna tarihi kaynaklarda rastlanmamakta) bir Türk aşireti mevcuttur Güçlü olan bu aşirete (Türklerin çok eski bir geleneği olarak) diğer aşiretler koşulmuştur
2 Konuşma dili, yazı dili, nesir, şiir, folklor ve bunlara bağlı olarak el sanatları, her azınlığın hangi halka mensup olduğunu kuvvetlendirici delillerdir Kaşkayların yazı dilinden, yazılı edebiyatında son yıllıra kadar (1979 inkılabına kadar) yazılı bilgi elde etmek pek mümkün olmamıştır Son yıllarda bu sahalarda kısıtlı da olsa çeşitli eserler verilmiştir

3 Bir halkın veya halka mensup olan azınlığın sahip olduğu adet ve an'aneler, kanun ve kaideler, onların milli mensubiyetlerini, mukayese yoluyla tespit etmeye yarayan bir diğer önemli sebeptir Müelliflerin, kaşkay adı ve menşei hakkında burada, kısaca vermeye çalıştığımız görüşlerini bellibaşlı şu noktalarda toplayabiliriz Kaşkay adı, "kaçmak", "kaşgar" veya "kaşken" kelimelerinden meydana gelmiştir Kaşkayların ataları da, Halacistan, Suriye, Orta Asya, Kafkasya, Anadolu ve Kuzey Azerbaycan'dan göçmüş veya göçürülmüşlerdir

Yukarıda belirtilen, bütün bu görüşler içerisinde gerçeğe uygun olan fikirler vardır Ancak bu görüşlerinden çoğu bir diğerini tekrarı mahiyetindedir Meselenin tam olarak aydınlatılmaması çeşitli zorluklardan kaynaklanmaktadır Bu zorlukları şöyle maddeleştirebiliriz
1 Kaşkayların yazılı bir tarihlerinin olmaması
2 Kaşkay İli içerisinde yer alan farklı etnik unsurların bulunması
3 Son yıllara kadar Kaşkayların kendi dilleriyle hiçbir eser vermemiş olması
4 Kaşkayların konar göçer bir topluluk olması
5 Kaşkay İli ilçesinde bulunan aşiretlerin adlarının çeşitliliği ve adların çoğunun asırlar boyu defalarca değişmeleri
6 Bazı mülliflerin meseleye siyasi olarak yaklaşmaları

Kaşkay kelimesinin Türk dilindeki "kaç" fiilinden zamanla değişerek"kaşkay" şeklinde tehaffuz edildiği fikri doğru bir tespit değildir Çeşitli tarihi devrelerde, Kaşkay İli'ne kaçıp sığınan aşiretlerin bulunması mümkündür Ancak, bu hadisenin bütün Kaşkay İli'nin için olması gerçekçi bir yaklaşım olamaz Zaten Kaşkayların da böyle bir ismi kabullenmeleri mümkün değildir İran hükümetine ve İngilizlere başkaldıracak kadar dirayetli olan bu insanların, böyle bir ismi kabullenmeleri ihtimali yoktur

Kaşkay kelimesinin çeşitli coğrafi isimlerden alındığını kaydeden müellifler de, hiç bir aşiret birliği içerisinde, yer isimleri alan bazı aşiretlerin bulunması, "Kaşkay" isminin de coğrafi bir yerden alındığı sonucunu doğurmaz Zaten bu konuda ileri sürülen görüşler de birbirine tezat teşkil etmektedir Kaşkay adının Cani Ağa Kaşkai'den aldığı fikri de hiçbir ilme temele dayanmamaktadır Bir aşiret reisi olan Cami Ağa'nın soyadını aşirete vermekten çok, bu soyadı bulunduğu aşiretten alması daha inandırıcıdırDiğer bir görüş ise, "Kaşkay" adının "Kaşka" kelimesinden alındığı görüşüdür Alnı beyaz atlara bindikleri için "Kaşka atlılar" olarak isimlendirilmişlerdir Zamanla bu kısalarak "kaşkaylar" şeklinde telaffuz edilmiştir

Sonuç olarak, "Kaşkay" isminin "Kaşka" (alnı beyaz at veya binek hayvanı) kelimesinden geldiği görüşü en gerçekçi olanıdır Kaşkayların konar göçer bir aşiret olması, son yıllara kadar çok iyi atlar yetiştirmeleri (dış ülkelere ihraç edecek kadar) ve çocuklarının çok küçük yaşlarda ata binmeleri bu ilişkiyi gisterir Kaşkaylarda, "Kaşkay" eşittir at, at eşittir "Kaşkay" görüşü de bu ilgiyi gözler önüne sermektedir Kaşkay kelimesinin "kaşka" (alnı beyaz at veya binek hayvanı) kelimesinden geldiği görüşündeyiz Ancak, yazılı bir tarihe sahip olmayan Kaşkayların, bu ismi nereden ve ne zaman ladıkları hususunun aydınlatılabilmesi için bu konunun ayrıntılarıyla incelenip değerlendirilmesine ihtiyç olduğu görüşündeyiz

Araştırmacıların üzerinde ittifak ettiği husus, Kaşkayların Türk soyundan olduğudur Görüş ayrılıklarının bulunduğu nokta, Kaşkayların hangi Türk boyuna mensup olduğu hususudur

Kaşkaylar'ı Azeri, Halaç veya Anadolu Türkleri'nin bir kolu saymak tek başına doğru değildir Dillerinin birbirine çok yakın (özellikle Azeri Türkçesi ve Türkiye Türkçe'si ile) olması onların bu halklara mensup olduğuna tek başına yeterli delil sayılamaz Kanaatimizce Kaşkaylar, tarihi hadiselerin zorlamasıyla Türkistan'dan göçüp Kafkasya'ya geldiler Uzun bir süre burada kalarak, Kafkas dillerinin (özellikle Azeri Türkçesi'nin) tesirinde kaldılar 16 yy birinci yarısında, Şah İsmail Safevi (1501-1524) tarafından Fars'a göçürüldüler Bu bölgeye geldiklerinde bazı Halaç unsurlarla teması oldu veya bir kısım Halaç aşireti Kaşkay aşiretine dahil oldu

Özellikle Selçuklular döneminde de Anadolu Türkleriyle olan yakın münasebetleri, hatta Kaşkay aşiret birliğine karışan Anadolu'daki bazı Türk unsurlar olabilir Dillerindeki karışıklık ve bazı özellikler de bunu doğrular niteliktedir Yani Kaşkay aşiretleri içerisinde az veya çok değişik boylardan gelen unsurlar mevcuttur Kaşkay İli'nin tek bir boy veya aşiret olarak kabul etmek mümkün olmadığı gibi, onları bir tek halka bağlamak da yanlıştır Bu konunun kesin olarak tespit edilmesi için Kaşkay birliği içerisinde yer alan tayfa ve tek tek ele alarak incelemek gerekir
aşağıda devamı

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Toplulukları

Eski 10-11-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Toplulukları



Kaşkayların Siyasî ve Doğal Sınırları
Daha önce de işaret ettiğimiz gibi Kaşkay İli'nin doğal sınırları dört bozkır, su, yüksek tepeler ve sık bitki örtüsü bu bölgeyi dört yantan kuşatmıştır Ayrıca bölgenin iklim şartları üzerinde de bu doğal kuşatmanın büyük tesirleri vardır Bölgenin siyasi sınırları daha çok kuzey ve kuzeybatı taraflarını çizer Bu sınırlardan itibaren ise Bahtiyari, Lor, Bayer, Ahmedi ve civar aşiretlerin sınırları başlar Kaşkaylar daha önceleri Bahtiyarilerle kanlı çarpışmalar yapmış, bu sebepten ötürü aralarında sınırları belirleyici anlaşmalar yapılmış ve bu sınırlar siyasi sınırlar olarak kalmıştır

Huzistan eyaletinde de Bahtiyarilerin kışlağı olması hasebiyle tarafların mutabakatı sonucu Ramhürmüz'den itibaren kuzeye doğru Bahtiyarilerin kışlağı olarak kalmış (Mescid-i Süleyman, Ramhürümz, Dezful ve) ve eskiden beri bu bölgeler Bahtiyarilerin iktisadi ve kültürel faaliyetlerinin devam ettiği yerler olarak tanınmıştır Buna mukabil Ramhürmüz'den itibaren güneye doğru ve buradan Fars Körfezi ile sınırlanın bölge ise Bahtiyari ve Buyer Ahmedilerin kışlakları (Ağaçari, Ramşir, Hindican, Behbehan, Serdeşt ve Genhedan) olarak kalmıştır

Kaşkaylar İran'ın güney kesiminde 17 eyalete yayılmış durumdadır Dolayısıyla yayıldıkları bölge 186180 km2 gibi geniş bir alanı içine elmaktadır Bu saha İran hükümetince son yıllara kadar Vilayet-i Kaşkaî adı ile ayrı bir idari bölgeye ayrılmış ve tahminen üçyüz meskun mahalli içine alan onbeş şehre bölünmüştür

Kaşkay Türklerinin Yaşadığı Coğrafya
Kaşkay İli, Fars Körfezi kıyılarından başlayarak İsfahan ve Bahtiyari bölgelerinin güneylerine kadar varan bir alana yayılmıştır Zagros dağlarının birbirine girmiş yükseklikleri ile körfez sahilleri bu ilin sınırlarını çizmektedir Şiraz'ı orta kısım (merkez) olarak değerlendirdiğimiz taktirde, Kaşkayları yaşadıkları yerler itibarıyla üç kısıma ayırabilirz;
1- Kaşkay Yaylak bölgesi: Şiraz'ın kuzeyinden başlayarak Zagros dağlarına kadar uzanır Bu bölgedeki yerleşim yerleri şunlardır: Sipidan, Berucer, Semiron, Âbâde, ve Mordeşt'tir
2- Kaşkay Kışlak Bölgesi: Şiraz'ın güneyinden başlayarak Fars körfezine kadar uzanan bölgedir ve şu şehirleri içine almaktadır Lar, Cehrom, Fruzâbâd, Kazron, Mümesnâ, Behbehan, Keçseran, Dugonbedân, Ramhürmüz, Buşehr, Kongan ve Deştsenan'dır
3- Orta (Merkez) Kısım: Şiraz çevresi, Deşt-i Erjen ve Merudeşt şehirlerini içine alır

Kaşkay İli'nin yaşadığı bölge olan güney-kuzey ve doğu-batı sınırları, İran'da yaşayan diğer göçebe aşiretlerine nisbetle kıyaslanamayacak ölçüde geniş bir alandır Ayrıca, Kaşkaylar halihazırda İran'ın 17 bölgesinde (Fars, İsfahan, Kehgleviye, Çarmahal, Bahtiyari, Huzistan, Buşehr, Hürmüzgan sözkonusu bölgenin en önemlileridir) bulunmakta ziraat işleriyle uğraşmaktadırlar Bu 17 bölgeye gidip gelmekte ve göçer yaşantılarını devam ettirmektedirler Ayrıca 1939 yılında 1:2000000 ölçekli olarak İngiliz Field tarafından çizilen haritada Kaşkay İli'nin dağılım gösterilmiş ve bölgenin coğrafi özelliklerine işaret edilmiştir

Kuzeyden Kaşkayların yaşadığı kuzey kesimleri, birbirine girmiş yüksek (1500-2000 metre) dağlarla kaplıdır Buralarda yaz mevsimi kısa ve ılımlı kış mevsimi ise uzun ve soğuktur Bölge (kuzey) büyük ölçüde Zagros mıntıkasının su kaynağı ve ırmakların yoğun olduğu yerdir Kuzey kesimi, yeşil alanların bol olmasıyla birlikte, yazları oldukça güzel bir hava özelliğine de sahiptir Bölgenin yıllık normal sıcaklığı 10 ile 15 derece arasındadır Doğudan; Zagros dağlarının bitimi ile sınırlıdır Dağların bitiminte ise İran'ın bozkırları başlar Yezdr, Kirman ve Hürmüzgân eyaletleri doğudan bu bölgeyi kuşatmaktadır Kuzeybatı ve güneydoğudan ise çöller bu mıntıkayı çepçevre kuşatmıştır Buralarda tatlı su ve yeşil alanlar bulunmadığı için göçebe topluluklarının ilgisinden yoksun kalmış ve Kaşkaylar yoğun olarak diğer sözkonusu bölgelerde yerleşmişlerdir

Güneyden; Fars Körfezi sularına ulaşmaktadır Kaşkayların yaşadığı bölge doğal sınarlarla çevrilmiştir Genel olarak güney kesimler, Arabistan ve Fars Körfezinin sıcaklığından etkilenmektedir Hava sıcaklığı bu bölgede daima sıfırın üstünde seyreder Kış aylarında don olmaz ve kar yağışı da görülmez

Bazen bu bölgede şiddetli yağmurlar neticesinde yüksek rutubet olur ve bunun sonucu bereketli otlaklar biter Yazları ise oldukça sıcak ve kurak geçer Batıdan; Hazisten bozkırı ve Bekir Ahmed, Güney Kehgileviye ile sınırlıdır Burada da şiddetli yağmurların etkisiyle kışlak için yeşillik oldukça boldur Her ne kadar daha önce Kaşkayların yaşadıkları bölge sınırlarına değinildiyse de ayrıntılarıyla bu sınırları şöyle göstermemiz mümkündür Kuzey: Isfahan eyaleti, Burucen şehri (Çarmahal ve Bahtiyari) mıntıkası, Kuzeydoğu: Yezd eyaletinde Ebergu ve Herat u Mervest'in bazı bölgeleri Doğu: Kirman eyaletindeki Şehr-i Babek ve Sircan şehirleri Güneydoğu: Hacıâbâd bazı bölgeleri, Saadetâbâd, Fin ve Hürmüzgarı eyaletindeki Benderabbas şehrinin Benderhamir mıntıkası Güney: Fars Körfezi kıyıları, Buşehr'deki Dilom limanından Hümüzgârı'daki Lenge limanına kadar 585 km'lik alan Batı ve Kuzeybatı: Behbehan, Ağacari, Huzistan'da Ramhürmüz tarafları, Geçsaran, Deş, Duugenbedan, Kehgileviye bölgesinde Baver Ahmed ile sınırlıdır

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Toplulukları

Eski 10-11-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Toplulukları







IRAK TÜRKLERİ

Bugün Türkiye'nin güney komşusu olan Irak'ta yaşayan soydaşlarımıza, genel olarak Türk demekle beraber, son yıllarda daha da sıklaşarak kullanılmağa başlanan Türkmen deyimi de ilgi çekmeğe başlamıştır 1918'de sona eren Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'den koparılarak, Irak adı ile kurulan devletin vatandaşları olarak varlıklarını sürdüren soydaşlarımızdan, uzun yıllar Türkler diye söz edilmiştir Ne var ki 1959 yılından sonra, Irak'ta yaşayan Türk'lerin Türkiye ile olan kan ve kültür bağlarını unutturmak için, soydaşlarımıza devlet tarafından resmi olarak Türkmen denilmeğe başlanmıştı
Böylece kendilerine göre, Irak'ta yaşayan Türklerin kökenlerinin Anadolu'ya değil de, Orta Asya'ya uzandığını ispat eden Irak yönetimi, soydaşlarımızı Türklük dünyasının kalbi olan Türkiye'den koparmış ve Türkmen deyimi ile Türklerin Türklüğünü silmiş olacaktı Bu uygulama, daha önce İngilizler tarafından da ele alınmış, ancak bundan her hangi bir sonuç alınamamıştı Irak'ta 1959 yılından sonra, Bağdat yönetimi tarafından Türkmen topluluğu diye isimlendirilen Türkler, bilindiği gibi, Lozan Konferansı sıralarında İngiliz heyeti tarafından da Türkmenler olarak ifade edilmişlerdi O zaman Türk heyeti başkanı olan İsmet Paşa, Türkmen ve Türk'ün eşanlamlı olduğunu, hatta bu anlamda Türkiye Türklerinin de Türkmen olduklarını söyleyerek, sonuçta bunun bir politik manevra konusu yapılamayacağını ileri sürmüştü Böylece İngiliz tezi, daha o sıralarda çürümüştü

Irak'ta cumhuriyet dönemini başlatan Abdülkerim Kasım yönetimi de, Türklerin Türkmen olduklarını, bu bakımdan Irak'taki Türk topluluğunun Türkiye değil, Orta Asya kökenli olduklarını göstermeğe çalışmış ve güya Irak'taki Türklerin Türkiye ile olan soy ve kültür bağlarını böylece kesmiştir Tıpkı Yunan hükümetinin, Yunanistan toprakları üzerinde yaşayan Türklere Türk dememek için, müslüman deyimini kullanması gibi, Irak yönetimi de, hiç bir şekil ve surette sonucu değiştiremeyecek olan bir yola başvurmuştur Buna karşılık Irak'ta yaşayan soydaşlarımız, yönetim tarafından kendilerine verilen Türkmen adından, rahatsızlık duymamışlar, hiç yadırgamadan da bu deyimi kullanmaktan çekinmemişlerdir

Zira Türkmen deyimi, geniş ve bilindiği anlamda batıya göç eden Türkleri, yani Oğuzları, ayrıca İslamiyeti kabul eden Türkleri ifade eder ki, bu anlamda günümüzde Türkiye, Azerbaycan, Balkan, Kıbrıs, Suriye ve Irak Türklerini de içine alır Bugün Türkmenistan'da, Afganistan ve biraz da İran'da yaşayan Türkmen boyunun, gerçekte Irak Türkmenleri, daha doğrusu Türkleri ile, zannedildiği gibi bir boy akrabalığı yoktur Dediğimiz gibi, Irak'ta varlığını günümüze kadar sürdüren Türklere Türkmen denilmesi, aslında altında gizli ve politik manevra yatan bir düşüncenin başarısız bir ürünüdür Bu bakımdan Irak Türklerine, yanlış olmakla birlikte Türkmen denilmesinin de fazla bir sakıncası veya tehlikesi yoktur

BÖLGEYE TÜRK GÖÇÜNÜN BAŞLAMASI
11 yüzyılın başlarında Oğuzların yani Türkmenlerin göçleri başladığı zaman, Büyük Türkistan'dan Maveraünnehir'e gelen Türk ulusları her tarafa yayılmağa başladılar Bunların bir kısmı önce Horasan'a, sonra Irak-ı Acem'e, Azerbaycan'a gelerek, güneye doğru yöneldiler ve Musul bölgesine ulaştılar Hicri 430 (M 1039) yılında Musul meliki Kırvaş Ukeyli'yi yenerek, şehri istila ettiler Daha sonra Türk göçleri büyük bir sel halini aldı Çeşitli boylar ve oymaklar birbirini izleyerek Huzistan, Zor, Erbil ve Musul bölgelerini ele geçirmeğe, hatta Bağdat kapılarına kadar ilerlemeğe muvaffak oldular Bütün Türklerin başbuğluğunu eline alan Selçuklu hanedanı, bu büyük göç sonucunda dünya çapında bir imparatorluğun temelini oluşturmağa başladı Selçuklularla başlayan Türk göçü ve fetihlerine, hemen hemen bütün Türk boylarının katıldıkları söylenebilir

Türkmen ulusları Selçuklu prensleri arasında taksim edildiği zaman, fethedilecek ülkelerden her prensin hissesine düşecek yerler de tayin edilmişti Bu taksimde Musul, Azerbaycan ve Huzistan İbrahim Yınal'ın hissesine düştü Yınal kendi uluslarını, yönetimine terk edilen bölgeye göndermeğe başladı H 440 (M1048-49) yılına doğru ibrahim Yınal bütün bölgeyi eline geçirdi Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey Bağdat'a girdikten sonra (1055) bu ülkeyi resmen İbrahim Yınal'a verdi Sultan Melikşah geniş Selçuklu topraklarını 12 vilayete böldü ve Musul da bir vilayet sayıldı Böylece bütün Musul çevresi Türk beylerine ve Türk boylarına tımar olarak verildi ve taksim edildi Büyük şehirlere Türk boyları yerleşti Berkyaruk sultanlık tahtına oturunca, Musul'a ünlü komutan Kerboğa'yı vali olarak atadı Kerboğa'nın bütün askerlerini yerleştirdiği Musul, bu tarihten itibaren bir Türk beldesi olduğu gibi, büyük bir Türk vilayetinin de merkezi durumuna yükseldi Bu vilayet, bugünkü Süleymaniye, Erbil, Zor ve Kerkük gibi önemli yerleşim merkezlerini de kapsıyordu Kerboğa'dan sonra Sungurca, Türkmen Musa, Çökermiş (veya Çökürmüş) ve Çavlı adlı Türkmen beyleri Musul valiliğinde bulundular

1130'lu yıllarda Şehrizor ve çevresinin, Türkmen Arslantaş'ın oğlu Emir Kıfçak (Kıpçak)'ın elinde olduğunu görmüştük Bu ailenin de Yıva boyundan çıktığı bilinmektedir Arslantaş'ın oğluna, ünlü Türk kavmi Kıpçak'ların adını vermesi, birçok araştırıcıyı yanıltmış ve bunların Kıpçaklardan oldukları düşüncesini uyandırmıştır Aslında Yıvaların en ünlü beyi Şihabeddin Süleyman Şah'tı Hilafet makamına da çok bağlı olan Süleyman Şah Bağdat'ın Moğol kuşatmasında direnmiş, şehrin düşmesi üzerine şehit düşmüştü

Irak ve el-Cezire'de görülen Türkler, özellikle Musul bölgesinde yoğunluk gösteriyorlardı Sultan Mehmet Tapar ve oğlu Sultan Mahmud zamanlarında, Basra'da görev yapan ve büyük emirlerden Ak-Sungur al-Buhari'nin vekili olan Sungur al-Bayatî adlı emirin de Bayat boyundan geldiği hususunda herhangi bir tereddüt söz konusu olmamalıdır Bu emirin zamanında Basra'da İsmailiyye Türkleri ve Bulduklu Türkleri olarak bilinen toplulukların varlığı da biliniyor İsmailiyye Türkleri'nin başı Gız-Oğlu ve Bulduklu Türkleri'nin başı da Sungur-Alp adlı prensler idi Aynı dönemde Bağdat'ta Bekçiye emirleri de dikkat çekmektedir Bunların da belki şehirdeki sultanlara ve büyük emirlere ait saray, köşk ve kışlalarının korunmasına bakan "bekçi" emirleri oldukları düşünülmektedir

Yine Musul bölgesinde dirliği olan Türkmen beylerinden Kür-Yavı adlı emire de işaret etmek gerekir Horasan adlı bir emirin oğlu olan Kür-Yavı, Sultan Tapar ve oğlu Sultan Mahmud zamanında Aşağı Zap kıyısındaki Bevâzic kalesi ve yöresinin sahibiydi Aynı yöre Sultan Mesud döneminde Kür-Yavı'nın adı tesbit edilmeyen oğlunun elinde olduğu görülmektedir Zengiler devletinin Türkmen emirlerinden biri de Zeynuddin Ali Küçük'tü Uzun yıllar Musul Atabeyliği'nin işlerini başarı ile yöneten Zeynuddin Ali Küçük 1167'de Erbil'e çekilmişti Beğtiğin'in oğlu olan Zeynuddin Ali Küçük'ün büyük oğlu, tarihte büyük üne kavuşmuş, Muzaffereddin Gök-Börü'dür Selahaddin Eyyubî'nin eniştesi olan Gök-Börü, ününü haçlılara karşı gösterdiği yiğitliğe ve yaptığı hayır kurumları ile halkına mesut ve refah içinde bir dönem yaşatmış olmasına borçludur

Bölgenin Moğol istilası sırasında, yeni boylarla gelen yerleşme sonucunda, Türkleşme hareketlerine sahne olduğu görüldü 13 yüzyılın ikinci yarısında, merkezi Musul olan Diyarbakır vilayetinde bulunan büyük Moğol kuvvetinin önemli bir kısmını kalabalık Moğol Uyrat boyu oluşturuyordu Daha sonra, Moğolların zayıf düşüp, çözülmeğe başladıkları dönemde, iç çekişmelerden dolayı büyük sıkıntı çekmiş olan Uyratlar, Erbil yöresinde yurt tuttular Mehmet Saru adlı bir Türkmen beyi de Şehrizor'a hakim oldu Daha önce de gördüğümüz gibi Şehrizor bölgesi Selçuklu fethinden beri hep Türkmenlerin kalabalık halde yaşadıkları bir bölge idi 1231 yılında Moğolların gelişi esnasında da Şemseddin Sevinç adlı bir Türk emiri Erbil-Hemedan yolunu denetimi altına almıştı Şemseddin Sevinç de Kışalu adlı bir oymağa mensuptu Buyruğunda çok kalabalık bir topluluk bulunan Sevinç, Erbil Atabeyi Gök-börü'ye ait Saru adlı bir kaleyi zaptetmiş, daha sonra (1229) Merağa yakınındaki müstahkem Rüyin-dîz kalesini de eline geçirmişti Mehmed Saru'nun buyruğundaki Türkmen oymağının kendisinden sonra Sarulu (bugünkü söyleyişle Sarılı) adıyla tanındığı ve bu oymağın günümüze kadar varlığını sürdürdüğünü hatırlatmak yerinde olacaktır

Artuklu ülkesinin güney sınırları, Halep ve Musul vilayetleri, yoğun biçimde Türkmenlerin yerleşme alanı idi Hatta birçok kaynak Antakya, Ayıntâb, Telbaşer, Suruc ve Kerkük bölgelerinin, kasaba ve köyleri ile tamamen Türkleştiğini belirtir Zamanımızda Irak'ta Türklerin yaşadığı bölgelerin, tarih boyunca en yoğun Türkleşme dönemi, Celayirlilerden sonra Karakoyunluların bölgeye hakim oldukları zamana rastlar Aslında Diyarbakır ve Musul'da bulunan Türkmenler, Moğollarla girdikleri mücadeleler sonunda başarı kazanarak bağımsızlıklarını ilan ettiler Türk Karakoyunlu ulusunun beyi Bayram Hoca, 1375 yılında Musul vilayetini zaptederek, Karakoyunlu devletinin temelini atmıştır Bu dönemde Musul yöresi ve Bağdat'a kadar olan bölge, Karakoyunlu beylerinin ellerine geçmiş ve izleri günümüze kadar devam eden bir Türkleşme hareketi yaşatmıştır Bugün Karakoyunlu köyleri ve bunların izlerini taşıyan birçok oymak ve aşiretin yanısıra, pekçok yer adı da ilgi çeker

Akkoyunluların, Karakoyunlu devletini ortadan kaldırması ile bölgede yaşayan Türkmen boyları büyük sıkıntılar çektiler Karakoyunlu devletinin yıkılması ile bu devlete bağlı boylar, Akkoyunluların takibinden kurtulmak için İran'a çekilmek zorunda kaldılarBu boşaltmayı, daha sonra Uzun Hasan Bey'in hükümet merkezini Diyarbakır'dan Tebriz'e taşıması sonucunda, kendine bağlı boyları İran'a yerleştirmesiyle Irak ve Doğu Anadolu'daki Türk varlığının biraz daha zayıflamasına sebep olan göç takip etti Akkoyunlular da başlıca Pürnek ve Musullu boylarına dayanmışlardır Bu iki önemli boyu Hamza-Hacılu, Kara-Hacılu, Emîrlu, İzzeddin-Hacılu gibi ikinci derecede boylar takip etmekte idi Böylece Ustaclu, Şamlu, Rumlu, Musullu, Harbendelü, Tekeli, Bayburtlu, Çapanlu, Karadağlı, Karamanlı, Dulkadir, Varsak, Afşar, Bayat ve Kaçar gibi Karakoyunlu veya Akkoyunlu ulusunun boy ve oymakları ile Akkoyunlu şehzadeleri arasındaki rekabette karşıt duruma düşmüş bulunan boy ve oymakların halkı, Şeyh Haydar ve oğlu Ali nihayet Şah İsmail tarafından beslenen dini heyecanlarla yeniden bir hamle yaptılar Safevî devrinde, Pürnek ve Musullular Türkmen adı altında birleşerek varlıklarını bu devletin hizmetinde de devam ettirdiler Şah İsmail 1503'te Elvend Beyi Tebriz'den kaçırtarak, dini şeyhlik makamı ile saltanatı şahsında birleştirmiş ve az sonra 1508 yılında Bağdat'a girerek, Irak'ta Şii mezhebini yeniden hakim duruma getirmişti Ancak Şah İsmail'in Akkoyunlu hanedanına beslediği kin ve nefret, Akkoyunlu boylarının bir kısmının Osmanlılara iltica etmelerine yol açtı

Bölge Osmanlı yönetimine geçtikten sonra, Türkmen boylarının sistemli olarak yerleştirilmelerini de gözlemek mümkün olabilmektedir III Murad döneminde çevredeki 16 sancak ve ocaklık, hükümetin bağlandığı Şehrizor beylerbeyinin yerleştikleri yerler haline getirildi Türk-İran savaşlarında Elvend-zâde Ali Paşa ve Cağalazâde Sinan Paşa'nın maiyetinde görev yapan Kerkük kuvvetleri, Hemedan ve Nihavend savaşlarına katılmışlardır Tekeli Veli Han ile Oğlu Gazi Han'ın bütün aşiretleri ile Osmanlı İmparatorluğu'na sağınmaları üzerine, bu Türkmen boyları Kerkük'te yerleştirilmişler ve Kerkük, bu suretle, adeta Tekeli ili haline gelmiştir Bölgenin Osmanlı Devleti ile İran arasında sürekli çekişme konusu olması yüzünden, birçok Türkmen boyu, Musul ile Bağdat arasında kalan bölgeye yerleştirildi

Özellikle IV Murad'ın İran hakimiyetine son veren Bağdat seferi ile bölgeye yeniden Türk boyları sevk edildi Bu dönemde Rumeli, Afyon, Urfa, Diyarbakır ve Tokat yörelerinden getirtilen Türkmen aşiretleri sayesinde, bölgenin Türk nüfusu güçlendirildi Böylece Osmanlı devleti Bağdat gibi önemli bir eyaleti güvence altına almak için, bugünkü Irak'ın kuzeybatısında yer alan Telafer ve Musul'dan itibaren, Türklerin sahası olan ve güneydoğudaki en uç yerleşmesi sayılan Mendeli'ye kadar uzanan büyük bir güvenlik şeridi üzerinde, yeni Türk nüfusu yerleştirerek, bölgenin Türklüğünü, günümüze kadar canlı tutacak önlemler aldı

Bölgede Türk nüfusu ve kültürü o derece kuvvetlenmiştir ki, Anadolu Ermenileri ve Rumları gibi, Kerkük'te yaşayan küçük bir Hıristiyan kolonisi de türkçe konuşmuş ve Süryani harfleri ile türkçe yazmıştır Kerkük'te sayıları 5 bin civarında olan, eskiden daha çok kentin kalesinde oturdukları için, kendilerine "Kale Gavurları" denilen bu topluluk katolik mezhebine mensuptur Gelenek ve görenekleri, dini ayinleri, incilleri, konuşma ve yazılarında türkçeyi kullanan bu topluluk tamamen Türk olan bir kültür yapısına sahiptir Kerkük folklorunda da önemli bir yere sahip olan bu topluluğun birçoğu, günümüzde kale dışına taşınarak, kentin daha çok Korya yakasına ve başka yerlere göç etmişlerdir

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Toplulukları

Eski 10-11-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Toplulukları







BULGARİSTAN TÜRKLERİ

Güney Rusya bozkırlarından 7 yüzyılın başlarından çeşitli nedenlerle göç eden ve Balkan Yarımadasına gelen Bulgarlar, Türk halklarındandır Ancak yeni geldikleri bu bölgede slav halkları tarafından asimile edilmişler, kiiltürel kimlik bakımından büyük çoğunluğu slavlaşmışdır

XV yüzyıldan sonra Osmanlı împaratorluğu Anadoludan Türk nüfusu getirerek bölgeye yerleştirmiştir Ne var ki bütün bunlara karşın genel nüfus içinde Türkler hep azınlıkta kalmışlardır

Balkanlarda ve Bulgaristanda Osmanlı egemenliği beş yüzyıl sürmüş olmasına karşın 1878 Osmanlı Rus Savaşından sonra imzalanan Ayastefanos ve Berlin anlaşmalarıyla Bulgarlara kısmi bağımsızlık verilmiştir Bulgarlar 1908'de ikinci Meşrutiyet'le birlikte resmi ve kesin bağımsızlıklarını elde etmişlerdir Bulgaristan 1940'ta Tıirk nüfusun yoğun olduğu Dobruca'yı yeniden elde etmiş ve o günden sonra da sınırlarında değişiklik olmamıştır Dobruca bölgesindeki Türkler'den başlıca Türk dili konuşan iki Türk azınlık daha bulunmaktadır Sayılan 7000 kadar olan Tatar ve Gagvuzlardır Bulgarlar ülkedeki azınlıklan sürekli asimile etmeye çalışmış 1984-1985 yıllarında ise Türkçe isimleri yasaklayarak göçe zorlamıştır Ancak Türkler bu olguya tepki göstermiş 1989 yılında 160000 Türk Türkiye'ye göç etmişlerdir En son 300000 Türk Türkiye'ye zorla göç vermiştir
1985 ten sonrada Bulgaristanda kalan Türkler bazı alanlarda Bulgar yurttaşların hak ve özgürlüklerine sahip olmuşlardır

Nüfus
1965 nüfus sayım verilerine göre Türkler 850000'e yakın olarak nüfusun % 10'unu oluştururlar 1985 sayımında ise Türk nüfus 1600 000 civarında olup nüfusun yüzde onbeşi kadar olduğudur
Bu nüfus yoğunluklarıyla Bulgaristan'da Türkler en kalabalık durumundadırlar Ve sürekli Türkiye'ye göç vermişlerdir 1944'e kadar 140000 kişi, 1950-1951'de 155000 kişi, l978 yılı ise 130000 kişi Türkiye'ye gelmiştir 1989 yılında en son kişi Türkiye'ye göçe zorlanmıştır Bütün bu göçlerden sonra Bulgaristan Türkleri kırsal alanlarda kalmışlardır

1993'den sonra Bulgaristan'da Türklerin "Haklar ve Özgürlükler" Partisi Bulgar Parlamentosu'nda yerini almıştır ve üçüncü siyasi güç olarak 15 milletvekili çıkarmıştır Nüfusun büyük çoğunluğu çiftçilik ve hayvancılıkla geçimini sağlamaktadır
Türk azınlığın asimile edilmesine görünürde son verilmiştir Türklerin çoğunluğu tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktadır

Dil ve Eğitim

Bulgaristan'da eğitim devlet denetiminde'dir
Ancak Bulgaristan'da konuşulan Türkçe, Türkiye Türkçesine oldukça yakındır Bulgar Kiril alfabesiyle yazılır Türkçe ilk yıllarda azınlık okullarında öğretim dili olarak Türkçe okutulurken daha sonra (1960) kkaldırılmıştır 1939 da okumak durumunda olan Türklerin yüzde 15'i okula giderken 1957 de bu oranın yüzde 97'ye çıktığı yazılmaktadır 1993'ten sonra yeniden Türkçe eğitim başlamıştır Bulgar Ulusal Radyosu'ndaa Türkçe yayınlar baslamış, "Filiz Gazetesi" yayına sokulmuş, 27 Belediye başkanı, 653 köy muhtarı, idari işlerde görev almıştır

DİN

Devlet dini kıırumları denetim altında tutmakta ve dini çalışmaları yönlendirmektedir 1949 yılında ise Müslümanların dini kuruluş ve vakıflarını Bulgar hükümeti millileştirmiştir Din adamları birer, devlet memurudur Ve Sofya'da onları temsilen bir müftü görevlidir

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Toplulukları

Eski 10-11-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Toplulukları









Nogay Türkleri
Nüfus : 1030000
Bulundukları başlıca şehirler : Rusya Federasyonuna bağlı Astarhan, Terek, Kızılyar, Açıkulak, Perekop, Çelyabinsk; Bulgaristan'ın Şumnu, Dobruca ve Türkiye'nin Ankara -Polatlı, Şereflikoçhisar, Konya-Kulu, İstanbul, Osmaniye, Adana, Çorum, Eskişehir, Bursa, Kütahya, Gaziantep, Isparta-Senirkent şehirlerinde yaşamaktadırlarSiyasi ve idari konumları : Bulundukları ülkenin idari yapısına uymaktadırlar

Tarihçe
Türk tarihinde Nogay sözüne ilk olarak Altınordu devletinde rastlanır Nogay Han , üstün kabiliyeti , büyük teşkilatçılığı sayesinde Altınordu devletinin en yüksek mevkilerine çıkmış; Nogay Han'a tabi Türk toplulukları da onun adını almışlardırNogaylar, 13 yüzyıla kadar, Deşt-i Kıpçak'ta ( Kıpçak çölünde ) göçebe hayatı yaşadılar Birleşik bir hayat süren Nogaylar çeşitli sebeplerden dolayı daha sonra dağıldılar Bir kısmı mekan değiştirirken, kalabalık bir kısmı diğer Türk boyları arasında eridiler

Bugünkü Durum
Erimeden günümüze kadar kalan Nogaylar; Hazar bozkırında, Kuzey Kafkasya'da, Kırım'da, İdil-Ural havzasında, Batı Türkistan'da ve Litvanya'da, Dobruca'da, Deliorman bölgesinde ve Türkiye'de yaşamaktadırlar

1) Hazar Bozkırı Nogayları : Aşağı İtil'in geniş deltasında Astarhan çevresindeki köy ve kasabalarda, Kalmukya'nın güney kesimine düşen Kuma Çayının kuzey yöresinde bulunurlar Kendi ağızlarını unuttukları için Kazanlı diye de adlandırılırlar Buradaki başlıca toplulukları "Karaağaçlar ( Karagaş)" ve Kundurlardır

2) Kuzey Kafkasya Nogayları : Kafkasya'da beş bölgede yer alırlar Dağıstan'ın Kuma ile Terek akarsuları arasında kendi adlarıyla anılan bozkırda, özellikle Kızılyar yöresinde, Hasavyurt ve Açıkulak kazalarında kalabalık bir topluluk halinde bulunurlar

3) Kırım Nogayları : Nogaylar Kırım yarımadasının kuzeyindeki ovalık alan ile dağlık kesimin kuzey eteklerinde, Perekop kasabası çevresinde , kuzeydoğuda Azak denizine dökülen çaylar (Tolmak, Bedri vb) boyunda yaşamaktadırlar

4) İdil-Ural Havzası Nogayları : Burada Tatarlar arasındaki "Nogaylar (Nagaybaklar)", küçük bir etnik topluluktur Günümüzde Başkurdistan'da ve Başkurdistan'ın kuzeydoğu komşusu Çelyabinsk Vilâyetinin Yukarı Ural çevresinde yaşamaktadırlar Nogaybaklar, Kuzey (Kıpçak) Türkçesinin Başkurt unsurlarının da karıştığı Tatar ağzıyla konuşurlar Hristiyanlığın Ortodoks mezhebindendirler Başkurdistan'daki Nogaylar, Kuzey Türkçesi'nin Başkurt ağzıyla konuşurlar

5) Batı Türkistan (Kazakistan) Nogayları : Bu büyük bölgenin Kazaklar arasındaki Nogaylar'ı, onların boy düzeninde , Orta ve Kiçi ( Küçük ) cüzlerde bulunurlar Orta cüzdekiler, şecereye göre , Kongırat kolunun Camanbay'ından gelirler Buradaki Nogay'dan da Satıbaldı, Tokas, Şahan uruklarının ataları çıkmıştır Kazakistan'daki Nogay obaları, şimdi Kızılorda tümeninin Canga-Korgan yöresinde yaşamaktadırlar Hepsi Kuzey Türkçesinin Kazak ağzıyla konuşurlar

6) Kırgızistan Nogayları : Kırgızlar arasındaki boy düzeninde Ön-Kol'a bağlı Çirik boyunun "Nogay" adlı bir oymağı vardır Onlar, Kuzey Türkçesi'nin Kırgız ağzıyla konuşurlar

7) Litvanya Nogayları : Polonya'nın kuzeyinde ve Baltık denizinin doğu yanında yer alan bölgede yaşarlar Burada yaşayan Nogaylar'a "Litvanya Tatarlar"ı da denir Buradaki Nogaylar sadece dinlerini (İslâm) muhafaza edebilmişlerdir

8) Romanya Nogayları : Yüzyıllarca önce, Karadeniz'in batı kıyılarına göçmüş bulunan Nogaylar,çağımızda Tuna ırmağı deltasının sağ yöresindeki Dobruca bölgesinde (Köstence ili) dağınık olarak yaşarlar

9) Bulgaristan Nogayları :Tuna'nın güneyindeki Deliorman bölgesinde, Şumnu (Kolarovgrad) çevresindeki köylerde yaşarlar



10) Türkiye Nogayları : Son yıllarda Türkiye'ye gelmiş Nogaylar'ın çoğu Orta Anadolu'ya yerleştirildiler Bugün Nogaylar, Ankara'nın Polatlı ve Şereflikoçhisar ilçelerinin bazı köylerinde, Konya'nın Kula ilçesinin bazı köylerinde, İstanbul, Osmaniye, Adana, Çorum, Eskişehir, Bursa, Kütahya, Gaziantep ve Isparta'nın Senirkent ilçesinde yaşamaktadırlar

Nogayların Nüfus Durumu

Hazar Bozkırı 135000
Dağıstan 147000
Stavropol 163000
Çeçen-İnguş 125000
Karaçay-Çerkez 35000
Azak Doğusu 170000
Litvanya 15000
Dobruca 90000
Türkiye 150000
Toplam 1030000

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Toplulukları

Eski 10-11-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Toplulukları







Oryatlar (Altay Türkleri)
Moğolistan'ın kuzey batısında, Çin'de ve Rusya'da yaşayan Oryatların birçok kolu vardır Çin'de 115 bin Targut, 40 bin de Köknur Oryatları yaşar Şamanist olan Oryatlar diğer Türk kardeşleriyle iç içe yaşarlar Tuva olarak da bilinirler
Oryatların nüfus ve oturdukları yerlerle birlikte çeşitli boyları şunlardır: Dörvödler (Derbed) 70 bin nüfuslu Derbedler Uvs aymağında ve Uvs gölünün kenarında yaşarlar
Targutlar Moğolistan'daki nüfusları 13 bin olan Targutlar Hovd aymağında yaşarlar Hovd şehrinin güneyinde ve Bürenhayran şehrinin kuzeyinde ve güneyinde otururlar

Sahcinler Targutların bir kolu olan Sahcinler, Hovd aymağının ortasında ve doğusunda yaşarlar Nüfusları 30 bin civarındadır Bayadlar (Bait) 47 bin nüfuslu Bayadlar Hovd aymağında, Har Us Nur gölünün doğusunda yaşarlar



Darhadlar 17 bin nüfuslu Darhadlar, Moğollaşmış Türklerdir

Öld (Eleut) Hovd'un kuzeyinde yaşarlar Çok azı da Arhangay aymağında yaşayan Eleutların nüfusu 15 bindir Mingatlar (Miyangatlar) 6 bin nüfuslu Mingatlar, Uvs oymağındaki Har Us Nur gölünün kuzeyinde yaşarlar

UYGURLAR Diğer Türk soylularıyla beraber yaşayan Uygurlar, 17 binden fazla nüfusa sahiptir ve aralarında Sarı Uygurlar da vardır Bayan Ölgiy ve Hovd aymaklarında yaşıyorlar

ÖZBEKLER 20 bin nüfuslu özbekler, ülkenin kuzey batısında



KIRGIZLAR Yerleri tam bilinmeyen ve nüfusları da tam tesbit edilemeyen Kırgızlar, Uranhay ve Oryatlarla birlikte yaşıyor Nüfus ve yerlerinin tam tesbit edilemeyişinin sebebi Kazak,Kırgız, Uranhay ve Oryatların hemen hemen aynı kökten gelmeleridir
TATARLAR nüfusları 5 bin civarında ve dağınık yaşıyorlar

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Toplulukları

Eski 10-11-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Toplulukları







Moğolistan'da Türkler
Moğolistan'ın nüfusu 2400000'dir

KAZAKLAR (HASAG) 150 bin civarındaki Nayman ve Kirey kökenli Kazaklar, ülkenin kuzeybatısındaki Bayan Ölgiy ve Hovd aymağlarında yaşıyorlarSovyetlerin yıkılmasıyla birlikte Kazakistan'a yapılan göçler sonucu, nüfusları tam bilinmiyorBuna rağmen, 95 bin'i Bayan Ölgiy'de, 40 bini Hovd'da olmak üzere 150 bin civarında Kazak olduğu tahmin ediliyor

Bayan Ölgiy önceleri bir Kazak aymağı idi (aymag, vilayet demektir) Şu anda Kazakların Kazak Liberal Partisi var, ayrıca radyo yayını yapıyorlarKazakların diğer oymak ve boyları ise şunlar; Tartuşlar Aşağı ve Yukarı Tartuşlar diye ikiye ayrılan bu Kazak soylular, Kirey Kazaklarının ardılıdırlar

Hotonlar 6 bin civarında bir nüfusa sahip Hotonlar, Uvs aymağında yaşıyor Kazak-Kırgız karışımı olan Hotonlar, Uvs gölünün güney batısında ve Bugat şehri ve çevresinde yaşarlar Müslüman olan Hotonlar Derbed diyalektiyle konuşurlar
Uranhaylar 50 bin nüfusa sahip Uranhaylar Moğolistan'ın yanı sıra Rusya'da ve Çin'de de yaşarlar Moğolistan'da Hörsgöl ve Uvs aymağlarında yaşarlar Uranhayların 1921'den 1944'e kadar kendilerine ait bir cumhuriyetleri vardı, ama Ruslar işgal etti



Uranhay boyları:

Altay Uranhayları Hovd ve Bayan Ölgiyde yaşayan bu Urankaylar Moğolca konuşurlar
Tannu (Tagna) Uranhayları Hovudda yaşarlar ve Uranhayların en çok nüfuslu boyudur
Çatanlar Dünyada sadece ve sadece 500 çatan vardır; 250 kadarı Moğolistan'da, diğer 250'si Buryat Cumhuriyeti'nde yaşıyor Moğolistan'ın Hövsgöl aymağında Ulan-Oll, Rincinbuye ve Han Samon'da otururlar 50 civarında aile vardır ve bunlar geyik çobanıdır Şehre pek inmezlerBuryata'da ise Kiren ve çevresindedirler



Şirtenler Arşirten ve Övörşirten olmak üzere ikiye ayrılan bu Uranhay kolu Hövsölde otururlar ve Moğolca konuşurlar Muncaklar Bayan Ölgiyde otururlar ve Türkçe konuşurlar
Kocolutanlar Muncaklarla beraber yaşarlar, ve Bayan Ölpiy aymağında yaşarlar Dilleri Türkçedir Uranhay Türkleri aslen Kazaktır Daha sonraları Uranhay olarak ayrı bir boy hâlinde anılmış ve tanınmışlardır

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Toplulukları

Eski 10-11-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Toplulukları




Meluncanlar
Son yıllarda Amerika'da Türk olduklarına inanan ve gerçek kimlikleri oldukça merak edilen bir grup ortaya çıktı Sumter County'den ülkenin değişik yerlerine dağılmış olan grup Yüzyılımızın başından beri onların Yunan, Portekiz, hatta Arap asıllı oldukları ileri sürülmüş, ancak niçin Türk isimleri taşıdıkları bir türlü izah edilememiştir Amerika iç savaşlarından itibaren sürekli olarak orduda beyazlarla birlikte savaşan bu insanların sadece renkleri esmer olduğu için zenci kökenli oldukları bile ileri sürülmüştür O yüzden uzun zaman beyazların okullarına alınmamışlar, haklarını ancak hukuk savaşı vererek mahkemelerde elde edebilmişlerdir

Bu "Türklerin atalarının iç savaşlar sırasında yardım için oraya gitmiş Osmanlı askerleri veya bir kısım maceraperestler olması muhtemeldirBilindiği gibi Amerika'da yerlilerin yanısıra, dışarıdan gelip kıtaya yerleşmiş pek çok etnik grup yaşar Ancak yerlilere ve diğer gruplara hakim güç Anglo-Saksonlar olmuşlardır Anglo Saksonlar bu hakimiyeti tesis etmek için yerlileri soykırıma maruz bırakmışlardır Ayrıca kendileri gibi Amerika'ya sonradan gelen birçok grubu da çeşitli yollardan etnik temizliğe tabi tutmuşlardır Bunlardan bir tanesi de Meluncanlar'dır

Meluncan'ın anlamı "lanetli can" veya "Tanrı tarafından terkedilen adam"dır Arapça kökleri "Melun Cin"dir Meluncanlar; beyaz, siyah, melez ve Kızılderili olarak sınıflandırılamazdı Onlar, yasal açıdan, renksiz insanlar olarak sınıflandırılıyorlardı Sahip oldukları önemli arazi parçalarına el konuldu; eğitim, oy kullanma ve adli işlem hakları reddedildi ve batı yakasına ya da Carolinas, Virginia, Tennessee, Kentucky ve Batı Virginia dağlarının yükseklerine sürüldüler

Meluncan toplumunun büyüklüğünün kesin olarak tahminlerin altında olduğu ve sonuçta soylarından gelen kimselerin sayısının önceki tahminlerin çok üzerinde olduğudur Bundan başka Meluncan soyundan gelenlerin uğradığı başlıca asimilasyonlar ilk Birleşik Devletler'in nüfus sayımından önce meydana geldiği için, bu önemli Akdeniz ve Ortadoğu mirası yazılı kayıtlara alınmadı Bu, sözlü rivayetlerle, folklörlerle, kültürel delillerle, genetik ve tıpla, antropolojiyle ve yabancı tarih arşivleriyle desteklenmiş bir hikayedir Buna rağmen birçok Amerikalı tarihçi tarafından gözardı edilmiş ve standart Amerika şecere kayıtlarına göre gerçekte varolmamış bir topluluktur



Genetik ve Tıbbi Kanıtlar

Meluncan topluluğu üzerine yapılan genetik çalışmalar (gen frekansı), Meluncanlar'la, (Lee Contry, Virginia ve Hancock Country, Tenesse'den 1969'da alınıp 1990'da tekrar analiz edilen 177 insan örneği) İspanya ve Portekiz'in Galician Dağı bölgesi, Kuzey Afrika (Fas, Libya), Levant (Yunanistan, Türkiye, Suriye) ve Ortadoğu (Kuzey Irak ve Kuzey İran)'daki topluluklar arasında önemli bir fark olmadığını ortaya koymuştur Meluncan toplumunda belirlenen hastalıklar içinde; sarkoidosis, Behçet hastalığı, Machado-Joseph rahatsızlığı (Azorean rahatsızlığı) ve Talesemya gibi Akdeniz ve Ortadoğu'da yerleşmiş hastalıkları bulunmaktadır
Genetik ve Tıbbi Kanıtlar
Meluncan topluluğu üzerine yapılan genetik çalışmalar (gen frekansı), Meluncanlar'la, (Lee Contry, Virginia ve Hancock Country, Tenesse'den 1969'da alınıp 1990'da tekrar analiz edilen 177 insan örneği) İspanya ve Portekiz'in Galician Dağı bölgesi, Kuzey Afrika (Fas, Libya), Levant (Yunanistan, Türkiye, Suriye) ve Ortadoğu (Kuzey Irak ve Kuzey İran)'daki topluluklar arasında önemli bir fark olmadığını ortaya koymuştur

Meluncan toplumunda belirlenen hastalıklar içinde; sarkoidosis, Behçet hastalığı, Machado-Joseph rahatsızlığı (Azorean rahatsızlığı) ve Talesemya gibi Akdeniz ve Ortadoğu'da yerleşmiş hastalıkları bulunmaktadır

Kültürel ve Dilsel Kanıtlar

Kültür ve dilsel kanıtlar da Osmanlı ve İberyalılar'ın menşelerini desteklemektedir Birkaç örnek: Güneydoğudaki Yerli Amerikalılar'ın giyim tarzlarında, türban (Cherokeeler) ve fes (Creekler ve Seminoller) vardır

Ayrıca kat kat giyilen levent giyim tarzı her iki kabilede de kullanılmıştır (16'ıncı yüzyıl Türk Leventleri'nin giydiği üniformalara eşdeğer bir giyim tarzı) Asıl ilginç olan, Cherokee ve Creekler'in tek bir kuştüyü ile türban ya da fes giyme alışkanlıkları (Osmanlılar'ın tipik süslü şapkaları) Meluncan'un bir bölümü olan Cherokee'nin şefi Sequoya'nın çizimleri, giyim tarzının 16'ıncı yüzyıl Türk Leventleri'ninkine eşdeğer olduğunu gösteriyor

En az Apalaşyan yorgan motifleri kadar, Güneydoğu Yerlisi'nin battaniye ve çömlek dizaynları da 16'ıncı yüzyıl Türk ve Arabesk halı ve kilim dizaynlarından (lale, geometrik şekiller hemen hemen sürekli tekrarlanan kareler) farksızdır Türk (Anadolu) dansları, Apalaşlar'ın dans şekillerine oldukça benzer görünmekte ve dağ santuru ile vurmalı santurdan hemen hemen farksız olan enstrümanlar mükemmel bir Orta Doğu havası yaratmaktadır



Aralarında Abraham Lincoln ve Elvis Presley gibi ünlülerin de yetiştiği Meluncanların kökenleri hakkında açıklanan teorilerin hiçbiri tatmin edici bir cevap vermediği için şüphesiz yeni araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır Ancak Amerikan tarihçilerinin bu konuda yeni bir görüş ortaya koymamakta adeta fikir birliği ettikleri anlaşılmaktadır Şüphesiz bunda konunun güçlüğü ve kaynakların kifayetsizliği birinci derecede rol oynamaktadır Fakat başka bir anlayışın da izleri ve etkileri bulunmaktadır O da mutlak bir Anglo Sakson hakimiyeti altında bulunan Amerika'da diğer ırklara karşı duyulan antipati ve buna paralel olarak belirlenmiş olan siyasettir Nitekim bu siyasetin sonucu diğer birçok ırk gibi Meluncanlara da kendi kimlikleri unutturulmuş, unutmayanlar ise daima psikolojik baskı altında tutulmuşlardır O yüzden Amerika'da aslen Meluncan olduğu halde bundan habersiz yüzbinlerce insan bulunduğu tahmin edilmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Toplulukları

Eski 10-11-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Toplulukları









Kumuk Türkleri
Kumuk Türkleri, bugün büyük çoğunluğu (1992 tahminine göre 250 bin kişi) Rusya Federesyonu'na bağlı Dağıstan Özerk Cumhuriyeti'nde, geriye kalan kısmı (yaklaşık 50 bin kişi) Çeçen ve Osetya özerk cumhuriyetlerinde yaşayan, Azerbaycan Türklerinden sonra Kafkaslar'daki en kalabalık Türk kavmidir Kumuklar'ın bir kısmı, Çarlık Rusyası'nın Kuzey Kafkasya'yı istilâsı yıllarında ve bilhassa Şeyh Şamil'in esir düşmesinden sonra Osmanlı Devleti'ne sığınmışlardır Bunlar hâlen belli başlı olarak Tokat'ın Üçgözen ve Kuşoturağı, Sivas'ın Yavu köyünde yaşamaktadırlar

Kumuk Türkleri Kuzey Kafkasya'daki Kumuk ovasının ve Dağıstan'ın dağlık kesiminin yerli halklarındandır Etnik bakımından Kıpçak ve Oğuz boylarının bu sahada kaynaşmasından meydana geldikleri ileri sürülen Kumuk Türkleri'nin dillerindeki Kıpçak ve Oğuz grubu özellikleri bu görüşü desteklemektedir

Kumuklar'ın ülkesi VII Yüzyıldan itibaren Hazar Devleti'nin sınırları içine alınmıştır Bugün Kumuk bilim adamları da Kumukları, Hazar Devleti'nin kurucuları olarak göstermektedirler Hazar Devleti'nin son başkenti Semender, Kumuk ülkesi sınırları içindeydi Kumuklar arasında ayılmış olan "Anci-name", "Derbent-name", "Karabudahkentname" adlı tarihi âbideler, Hazar Devleti devrinden bahseder Hattâ, Hazarlar arasında yaşamış olan Ebu Hamid el-Garnati'nin tespit ettiği ve Hazar sözü dediği bütün kelimeler bugün Kumuk Türkleri'nce kullanılmaktadır

Zeki Velidi Doğan'ın verdiği bilgilere göre Kumuklar, Oğuz destanının Müneccimbaşı tarafından istifade olunan bir rivayetinde, Oğuz Han zamanında Derbent'in muhafazasıyla memur edilen Kıpçaklar'ın bir boyu olarak zikredilmiştir Toğan'a göre, Azerbaycan ile Derbent Araplar'ın idaresinde iken de Kumuklar'ın burada bulundukları, Tarih al-Babva'l-Abvab'dan anlaşılmaktadır

Dağıstanlı Kumuk âlimlerinden SM Aliyev, M R Mahammadov'den; Dağıstan'ı Araplar'ın işgal etmesiyle Hazarlar'ın İdil Boyuna çekilmelerinden sonra Hazar denizi kıyısında ve Temirkazık Dağıstan'da liderlik rolünün Kumuklar'a geçtiğini naklediyor ve bu bilginin birinci kısmına katıldığını belirtiyor; fakat onun Kumukları, Hazarlar'dan ayrı göstermesine karşı çıkıyor Aliyev'in fikrince Hazarlar ile Kumuklar, tarihi bakımdan da, kültürel bakımdan da aynı kavimdir

Tarihi durumları ve menşe'leri hakkında pek çok faraziye ileri sürülen ve hattâ ekseriya Sovyet antropologları tarafından olmak üzere bazı Kafkas kavimlerinin Türkleşmesi sonucu meydana geldikleri dahi söylenen Kumuklar'ın; dil, edebiyat, din, yaşayış tarzı, örf ve âdetler ve diğer kültür unsurları bakımından ele alındıklarında ve yukarıda özetlenen tarihi verilerin ışığında bakıldığında, gerçek bir Türk kavmi olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır

Hazar Devleti'nin yıkılmasından sonra Kumuk Türleri'nin kurdukları ilk müstakil teşkilat, 1578'de Sultan But'un kurduğu ve tamamıyla millî bir Kumuk beyliği hüviyetinde olan emarettir Bu beyliğin Dağıstan'ın en kuzeyinde yer alması sebebiyle,Kazan ile Astarhan hanlıklarının yıkılmasından sonra daha güneye inme imkânı bulan Ruslar'la Kumuklar karşı karşıya gelmiş olduKumuk Türkleri, 1594 yılından itibaren başlayan Rus saldırılarına ve işgal hareketlerine karşı, diğer Müslüman Kafkas kavimleriyle birlikta XIXyüzyılın ikinci yarısına kadar kahramanca mukavemet ettiler

Ancak Ruslar'a karşı sürdürülen mücadelenin son bayraktarı Şeyh Şamil'in 1859'da esir edilmesiyle Dağıstan ve diğer Kafkas bölgeleri hızla Ruslar'ın eline geçmeye başladı Zaten yüzyıllar süren savaşlar Kumukları ve diğer Kafkas kavimlerini bîtab düşürmüştü Böylece Ruslar 1867'ye kadar bütün Kafkasya'yı istilâ ettiler
Rus Çarlığı'nın 1917'de yıkılması sırasında Rusya'da meydana gelen iç karışıklıkta hürriyet ve istiklâlleri için ayaklanan Kuzey Kafkasya Türk ve Müslüman camiası içinde Kumuklar yine ön safta yer alırlar Osmanlı devletinin de desteğiyle Dağıstan, 11 Mayıs 1918'de Dağıstan ve Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti adı altında bağımsızlığını ilân etti Kuzey Kafkasya kabielerinin bu sırada yapılan milli kurultaylaında Kumuk Türkçesi'nin, yalnız Dağıstan için değil, bütün Kuzey Kafkasya için birleştirici, müşterek bir dil olarak kabul edildiğini de bu arada vurgulamak isteriz
Dağıstan ve Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti henüz toparlanamadan Mondros Mütarekesi'nin imzalanması sonucu Osmanlı Ordusu Kafkasya'yı tahliye edince, Dağıstan Kızılordu'nun istilâsına uğradı 20 Ocak 1921'de Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri'ne tâbi Dağıstan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu 1936 Sovyet Anayasası, Kafkasya'nın etnik çeşitliliğini yansıtmayan bir siyasî ve idarî bölümlenmeyi belirledi Bu bölümleme sonucunda Kumuk Türkleri'nin büyük bir kısmı Dağıstan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nde, bir kısmı da Çeçen ve Osetya bölgelerinde kalmış oldu Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Dağıstan, Rusya Federasyonu'na bağlı bir özerk cumhuriyet hâline geldi

Din
Bugünkü Dağıstan'da Kumuk Türkleri'yle birlikte büyük bir çoğunluğu Sünnî Müslüman olan otuz civarında etnik grup yaşamaktadır Bölgede özellikle XVIIIyüzyıldan itibaren Nakşibendî tarikatı büyük bir nüfuz kazanmış ve Ruslar'a karşı yürütülen cihad hareketlerini organize ederek prestij sağlamıştır Dağıstan halkı dinine bağlı olup ilme önem vermiş ve hemen her köyde bir medrese yaptırmıştır 1913'te Dağıstın'da 360'ı ulucami olmak üzere 2060 cami vardıGünümüzde Kumuklar, dinlerini yeniden öğrenme seferberliği başlatmışlardır Bu yolda gerçekleştirilen faaliyetlere örnek olarak Kuran'ın Kumuk Türkçesi'ne yapılan tercümesinin Tangçolpan dergisinin 1992 yılı 3 sayısından itibaren tefrika edilmekte oluşunu gösterebiliriz Ayrıca yine aynı dergide Hazreti Peygamber'in hadisleri de Kumuk Türkçesi'yle yayınlanmaktadır

Dil ve Edebiyat
Kumuk edebiyat tarihçileri, Kumuk edebiyatının XVyüzyılda yaşamış olan şair Ummu Kamal (Ümmî Kemâl) ile başladığını, o devre kadar ise Kumuklar'ın edebiyatının Umumî TürkEdebiyatı ile birlikte mütalâa edilmesi gerektiğini söylerler Osmanlı Türk ülkesine de gelen Ummu Kamal, eserlerini Kumuk Türkçesi'yle değil, Osmanlı Türkçesi'yle yazmıştır Osmanlı Türkçesi, ünlü Kumak şairi Yırçı Kazak'a kadar Kumuklar'ın yazı dili olmuştur

Bu devirde yetişen Kumuk şairleri arasında Amanhor (1670-1706), Miskin Halimat (XVIIIyüzyıl) ve Kakaşuralı Abdurahman (XVIIIyüzyılın sonu- 1870) sayılabilir Yırçı Kazak (1830-1879), Yeni Kumuk Edebiyatı'nın temelini atmıştır Kumuk Türkleri arasında geniş bir şöhrete sahip olan Yarçı Kazak, şiirlerinde hak, doğruluk, yiğitlik, aşk gibi temaları işlemiş, bu arada halkı ezen beyleri de hicvetmekten geri kalmamıştır

Başka kayda değer bir Kumuk şairi ve din âlimi Abusupiyan Akayev (1870-1931)'dir Akayev, şiirler yanında dinî eserler de yazmıştır Kumuk bilim adamlarından Hasan Orazayev, onun Payxamarnı Yolu bulan (Peygamberin yoluyla) adlı eserini Mahaçkala'da, 1993 yılında yayımlamış bulunuyor Orazayev, bu kitapta Akayev'in sosyal, politik konulardaki makalelerini; kitaplarına yazdığı önsözlerini, mektuplarını, çeşitli şiirlerini, dinî konulu yazılarını bir araya getirmiştir

Kumuk edebiyatı son zamanlarda çeşitli nevilerde ilerleme göstermeye başlamış olup pek çok şair, edip, hikâyeci ve romancı yetişmiştir

Bir edebiyat ve sanat dergisi olan Tangcolpan, 1917 yılından beri yayımlanmaktadır Dergide yayımlanan şiirler, hikâyeler ve çeşitli sanat yazıları, Kumuk edebiyatının gelişmesine önemli katkılar sağlamıştır Yine 1917 yılında çıkarılmaya başlanan Yoldaş gazetesi de, normal gazete işlevinin yanında edebi gelişmeye hizmette bulunmaya devam ediyor

Kumuk halk edebiyatı zengin mahsulleriyle nesilden nesile geçerek halk hafızasında canlı bir şekilde yaşamaktadır Bu mahsuller arasında yır adı verilen destanî mahiyetteki şiirler önemli bir yer tutar Yırlar, hem edebî zevke hitap eden hem de öğretici nitelikli şiirlerdir En tanınmış yır şairi, yukarıda sözü edilen Yırçı Kazak'tır İkinci önemli nazım şekli sarın denilen dörtlüklerdir Sarınlar, bizdeki mani türünün karşılığı olup düğün ve eğlencelerde veya münasip bulunan her fırsatta irticalen veya ezberden söylenir
Kumuklar'ın zengin bir atalar sözü ve deyimler hazinesi vardır

Çeşitli kaynaklarda bunlardan binlercesi tespit edilmiş bulunmaktadır Kumuk halk edebiyatı mahsullerini derlemeğe ilk teşebbüs eden kişinin, kendisi de Kumuk Türkü olan şair ve mütercim Mehmed Efendi Osman (doğumu: 1843) olduğu kabul edilmektedir Meşhur Altayist G J Ramsted de Kumukça üzerinde çalışmış ve 1904 yılının son aylarında bizzat geldiği o zamanki Xasavyurt'a bağlı Yaxay köyünde Kumuklar'ın dili, edebiyatı ve şifahî halk edebiyatı mahsullerinin zenginliğini incelemiş, bir çok metinler derlemiştir

Ramsted'in asıl maksadı, Kumuk Türçesi'nin Kuzey Kafkasya'da geniş bir yayılma alanı bulmasının ve başka yerli halkların da bu şiveyi kullanmasının sebebini araştırmak olmuştur Bazı sebeplerle uzun yıllar yayımlanmamış olan bu materyalleri, Emine Gürsoy Naskali İngilizce tercümeleriyle birlikte bir kitap hâlinde 1991 yılında Helsinki'de yayımlamıştır
Kumuk Türkçesi'nin Türk lehçelerinin hangi grubuna dahil olduğu konusunda Türkologlar çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir

Görüşlerdeki ayrılık, bu lehçenin alt gruplardan hangisine girdiği noktasında toplanmaktadır; yoksa hepsinin ittifak ettikleri gibi Kumuk Türkçesi, temel olarak Kuzey-Batı (Kıpçak) grubuna mı dahildir? Ancak coğrafi konum ve sıkı münasebetlerin bir neticesi olara Güney grubundaki Azerbaycan Türkçesi'ne doğru yakınlık ve benzerlik gösteren bazı özellikleri de vardır Ses bilgisi bakımından en önemli benzerlik olarak kelime başında Kuzey-Batı grubundaki (k) ünsüzüne karşılık Kumuk Türkçesi'nde, Güney grubunda olduğu gibi (g) bulunması (meselâ: gişi "kişi", gel-"gelmek", gör-"görmek" vb gibi) ve şekil bilgisi bakımından ise gelecek zaman eki olarak -(a) caq/ (e) cek (ancak bu çekimde de olduğu gibi teklik ve çokluk 1 Şahıs ve çokluk 2 Şahıs ekleri Azerbaycan Türkçesi'ndekinden farklıdır; Kum Gelecekmen "geleceğim"= Az Geleceyem; Kum Gelecekhiz "geleceğiz"= Az Geleceyik, Kum Geleceksiz"geleceksiniz"= Az Geleceksiniz gibi) eklerinin kullanılması gösterilebilir

1929 yılına kadar Arap alfabesini kullanan KumukTürkleri, bu tarihte Latin harfleri esas alınarak hazırlanan yeni bir alfabe kabul ettiler 1939'da ise onlara diğer Sovyet cumhuriyetlerinde olduğu gibi Kiril esaslı bir alfabe kabul ettirildi Halen kullanılmakta olan bu alfabe, Kiril esaslı alfabeler içerisinde en kullanışsız ve karmaşık olanlardandır Bu kanuda bir fikir vermek gerekirse Q harfi, kelime ve hece başında hem yu, hem de yü ses grubunu temsil edebiliyor İçerisinde kalın k veya g ünsüzleri bulunmayan Q= yüz"yüz" gibi kelimelerde bu yüzden okuma güçlükleri baş österiyor Üstelik aynı Q harfi, ince sıradan kelimelerde "ü" ünlüsünü karşılamak için de kullanılıyor Benzer durum e harfi için de geçerlidir

Kumuk Türkleri'nin Halk Hareketi:

Tenglik
Kumuk Türkleri 1989 yılında siyasî mahiyette, millî bir teşkilat olan Tenglik hareketini kurdular Teşkilatın maksatları; Kumuklar'ın kültürel, siyasî, ekonomik ve temel insanî haklarını savunmak, bu ve benzeri alanlardaki meselelerinin halledilmesi için teşebbüslerde bulunmak olarak özetlenebilir Tenglik hareketinin 1990 yılında çıkan 1 numaralı bülteninin 1 sayfasında yer alan ve Kumuk Şairi Z Batırmurzayev'e ait dörtlükler, Kumuk Türkleri'ni millî uyanışta geç kalmamaları hususunda uyarıcı mahiyette olması bakımından tenglik hareketinin ana fikrini seslendirmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Toplulukları

Eski 10-11-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Toplulukları









Sancak Türkleri
Eski Yugoslavya sınırları içerisinde, bugün kuzeyinde Bosna-Hersek, doğusunda Sırbistan, güneyinde Kosova, batısında Karadağ ile çevrili olan 8687 km2 büyüklüğünde bir vilayet olan Sancak, XVnci yüzyılda Osmanlı hakimiyetine girerek Türkler'in yerleşmesine sahne olmuştu

Daha sonra 1877-78 savaşı ile Avusturya- Macaristan imparatorluğuna geçici olarak verilen Sancak vilayetinde Türkler, XIX ncu yüzyılda Rusya 'nın teşvikleri ile Sırbistan ve Karadağ'ın soykırımına uğramışlardır İşkence, etnik ayrımcılık ve göçe zorlama sonucu Sancak Türkleri Türkiye'ye göçe başlamıştır

1980 yıllarında TİTO'nun ölümüyle dağılma sürecine giren Yugoslavya, 1991 yılında parçalanınca Sancak vilayetinde Sırp ve Karadağ zulmü ile Türk kıyımı tekrar başlamıştır
Bugün 350000 müslümanın yaşadığı ve Türk-Osmanlı karakterini yansıtmakta olan vilayette Sırp-Karadağ ve Bosna-Hersek arasındaki mücadeleye karşı Türk ve müslümanlar "Sancak Milli Müslüman Meclisi"ni kurarak haklarını korumaya çalışmaktadırlar

Ancak Sırp ve Karadağ vahşeti Sancak'ta bir türlü son bulmamaktadır Bunların tek ve öncelikli gayesi Türk ve müslümanları korkutmak, yıldırmak, öldürmek ve göçe zorlamaktır Bütün bunlara rağmen Sancak Türkleri vatan topraklarında yaşamak, üzere mücadeleye devam etmeye karar vermişlerdir Atalarının kanıyla sulanmış topraklarım Sırp süngüsü korkusu ile terk etmeye niyeti olmadığını da devamlı açıklamaktadırlar

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Toplulukları

Eski 10-11-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Toplulukları







Kosova Türkleri
1375 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nca feth edilen Kosova'ya Osmanlı geleneklerine uygun olarak Türkler yerleştirilmeye başlanmıştır 1877-78 harbinden sonra Osmanlı'nın bölgedeki etkinliğinin azalması ile birlikte Türkler azınlık durumuna düşmeye başladılar
Balkas savaşları sonucu elden çıkan bölgedeki Türkler, krallık ve komünist Yugoslavya döneminde üç büyük göç ve katliama uğradı 1930 yıllarında toprağı kamulaştırma reformu altında Türkler'in ellerinden arazileri zorla alınarak Sırplar'a verildi ve göçe itildi İkincisi ise 1956-60 yılları arasında gerçekleştirilerek Türkler'den silah toplama kampanyası adı altında büyük eziyetlere başladı ve bunun sonucu ikinci göç meydana geldi

Sırplar tarafından yapılan bu iki baskı ve zulümden sonra, 1968-1990 yıllan arasında Türkler, Arnavutlar tarafından asimile politikasını uygulamalarına maruz kaldılar Yugoslavya 'nın parçalanması ile bölgede başlayan Arnavut-Sırp çekişmesi sonucu yıllardır özerk bölge statüsüne sahip olan Kosova'nın Sırplar tarafından kendilerine bağlanması sonucunu açtı
Bütün bunlara rağmen Kosova'da kalan resmi istatistiklere göre 12 bin, gerçekte 20-25 bin Türk, oradaki Türk kültürünü yaşatmayı başardılar Özellikle Priştine ve Dragasta çoğunluk olan Türkler bugün kültür demekleri ve siyasî partileri ile Türk varlığım Sırp ve Arnavutlar'a karşı yaşatma savaşına devam etmektedirler

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.