Padişah Hikayeleri - Padişahın İşi Ne? |
10-10-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Padişah Hikayeleri - Padişahın İşi Ne?Padişahın işi ne? Sultan Murad Han o gün bir hoştur Telaşeli görünür Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil Veziriazam Siyavuş Paşa sorar: - Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var? - Akşam garip bir rüya gördüm - Hayırdır inşallah? - Hayır mı şer mi öğreneceğiz - Nasıl yani? - Hazırlan, dışarı çıkıyoruz Ve iki molla kılığında çıkarlar yola Görünen o ki, padişah hâlâ gördügü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir Seri, kararlı adımlarla Beyazıt'a çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara sallanır Unkapanı civarında soluklanır Etrafına daha bir dikkatle bakınır İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar, sorarlar; - Kimdir bu? Ahali: - Aman hocam hiç bulaşma, derlerAyyaşın meyhusun biri işte! - Nerden biliyorsunuz? - Müsaade et de bilelim yani Kırk yıllık komşumuz Bir başkası lafa girer; - Biliyor musunuz, der Aslında iyi sanatkârdır Azaplar çarşısı'nda çalışır Nalının hasını yapar Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine Hele yaşlının biri çok öfkelidir - İsterseniz komşulara sorun, der Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu? Hasılı, mahalleli döner ardını gider Bizim tedbili kıyafet mollalar kalırlar mı ortada! Tam vezir de toparlanıyordur ki, padişah keser yolunu : - Nereye? - Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım - Millet bu, çeker gider Kimseye bir şey diyemem Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır Defini tamamlamak gerek - İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden - Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha - Peki ne yapmamı emir buyurursunuz? - Mollalığa devam Naaşı kaldırmalıyız en azından - Aman efendim, nasıl kaldırırız? - Basbayağı kaldırırız işte - Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması, paklanması var Tekfini, telkini - Merak etme ben beceririm Ama önce bir gasilhane bulmalıyız - Şurada bir mahalle mescidi var ama - Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin? - Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den, en azından Fatih Camii'nden - Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur Tanınmak istemem Ama Fatih Camii'ni iyi dedin Hadi yüklenelim Ve gelirler camiye Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur Padişah bakır kazanları vurur ocağa Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki, naaş; ayan beyan güzelleşir sanki Bir nurdur, aydınlanır alnında Yüzü sâkilere benzemez Hem manâlı bir tebessüm okunur dudaklarında Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de keza Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar Ama namaz vaktine bir hayli vardır daha Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır - Sultanım, der Yanlış yapıyoruz galiba - Nasıl yani? - Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri? - Doğru, öyle ya, neyse Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar Nitekim sorar soruşturur Nalıncının evini bulur Kapıyı yaşlı bir kadın açar Hadiseyi metanetle dinler Sanki bu vefatı bekler gibidir - Hakkını helal et evladım, der Belli ki çok yorulmuşsun Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar Ağlar mı? Hayır Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından - Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir Bizim efendi bir âlemdi, vesselam Akşamlara kadar nalın yapar Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı Sonra getirip dökerdi helaya! - Niye? - Ümmeti Muhammed içmesin diye - Hayret - Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek O çeker gider, ben menkîbeler anlatırdım onlara Mızraklı ilmihal Hücceti islam okurdum - Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki - Milletin ne sandığı umrunda değildi Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi Tekbir alırken Kabe'yi görmeli - Öyle imam kaç tane kaldı şimdi? - işte bu yüzden Nişancı'ya, Sofular'a uzanırdı ya Hatta bir gün; Bakasın efendi, dedim Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek İnan cenazen kalacak ortada - Doğru, öyle ya? - Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını kendi kazdı bahçeye Ama ben üsteledim iş mezarla bitiyor mu, dedim Seni kim yıkasın, kim kaldırsın? - Peki o ne dedi? - Önce uzun uzun güldü, sonra; - Allah büyüktür hatun, dedi Hem padişahın işi ne? |
Padişah Hikayeleri - Padişahın İşi Ne? |
10-10-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Padişah Hikayeleri - Padişahın İşi Ne?BRE DOĞAN Kosova Meydan Savaşı'nda büyük bir bozguna uğrayan Haçlı orduları Macar Kralı Sigismund'un lideliğinde büyük bir birlik oluşturdular Bu birliğe Avrupa devletlerinin hemen hepsi katılmıştı 130 bin kişilik bir ordu ile Bulgaristan'a girdiler ve Doğan Bey tarafından korunan Niğbolu Kalesi'ni kuşattılar Durumu haber alan Yıldırım Bayezıd harekete geçerek yardıma koştu Kalenin çevresi tamamen kuşatıldığı için herkes merak içindeydi Her ne olursa içerden bir haber alınmalı ve ona göre hareket edilmeliydi Bunun için kafa yoran Yıldırım Bayezıd, hiç kimseye haber vermeden bu görevi kendisi yapmaya karar verdi Gecenin karanlığından faydalanarak atını sürdü ve gitti Niğbolu Kalesi'nin çevresi karanlıklar içindeydi Kaleyi kuşatan Haçlı askerlerinin yer yer yaktıkları ateşler havadaki esrarengizliği bir kar daha arttırıyordu Yıldırım Bayezıd, içki içe içe sarhoş olan devriyeler arasından geçerek kale duvarının yanına kadar geldi ve gecenin sessizliğinden yankılanan bir sesle haykırdı: "- Bre Doğan! Bre Doğan!" Haçlılara teslim olmayı reddeden Doğan Bey her an tetikteydi ve meraklı bir bekleyiş içindeydi Duyduğu bu ses merakını büsbütün arttırdı Evet, yanılmıyordu; bu ses Sultan'ın sesiydi ama nasıl olabilirdi ki? O ses kale duvarlarında bir defa daha yankılanınca heyecan ve sevinç içinde karşılık verdi: "- Buyur saadetlü hünkârım!" "- Bre Doğan, halin nicedir?" "- Halimiz gördüğün gibi Sultanım Elimizden geleni yapar, kaleyi düşmana vermeyiz!" "- Hele dayanın! İşte biz dahi geldik!" Yıldırım Bayezıd geldiği gibi geri dönerken kale içinde adeta bayram vardı Artık moraller yerine gelmiş, düşmana karşı olan dayanma güçleri artabileceği kadar artmıştı Ya düşman? İçlerinde Yıldırım Bayezıd'ın kale duvarlarında yankılanan sesini duyanlar olmuş ama ne olduğunu anlayamamışlardı Onlar o sırada, "Osmanlı Padişahı'nın kaçtığını" iddia ediyorlardı İşi daha da ileri götürerek, "Mısır'daki Memluk Sultanı'na sığındığını" söyleyenler bile vardı Durumu anladıklarında ise iş işten geçmişti Ertesi gün Türk Ordusu, Niğbolu önlerinde dünyanın en büyük zaferlerinden birini daha kazandı |
Padişah Hikayeleri - Padişahın İşi Ne? |
10-10-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Padişah Hikayeleri - Padişahın İşi Ne?İLK OSMANLI KANUNU Oğlu Orhan'a, "Gönül kerestesiyle bir Yenişehir ve pazar yap" diye vasiyet eden Osman Gazi, Yenişehir'in alınmasından sonra orada kurulan Pazar yerini dolaşıyordu ki, Germiyan taraflarından gelen bir adam yanına gelerek şöyle seslendi: "- Beyim, beyim! Yenişehir'in pazar bac'ını bana satın!" Osman Bey şaşırmıştı; sordu: "- Bac nedir be adam?" "- Yani ki beyim, pazara her kim mal getirirse ondan akçe alayım!" "- Pazara gelenlerden alacağın mı vardır ki onlardan akçe alacaksın?" "- Beyim! Bu töredir ki, ezelden beri bütün ülkelerde böyledir Ben alır size veririm, siz de emeğimin karşılığını bana verirsiniz!" "- Bir kişinin kazandığı başkasının olur mu be adam? Ben onun malına ne koydum ki akçesini alayım? Var git yanımdan da zararım dokunmasın!" Adam yardım uman bakışlarla etrafındakileri süzerken onlar durumu Osman Bey'e anlattılar Günümüzde belediyelerin pazarcılardan "işgaliye bedeli" adıyla aldıkları vergi o zamanlarda da alınıyordu ve Osman Bey'in başına gelen bu olay konuyla ilgili bir kanunun çıkmasına sebep oldu: "Pazara bir yük getirip satan herkes iki akçe versin Satamazsa, bir şey vermesin!" Osmanlılarda, atlı askerlere mülk olarak arazi veriliyordu ve bu araziye "Tımar" deniyordu Tımar sahipleri belli sayıda asker beslemek ve savaş zamanlarında askerleriyle birlikte orduya katılmak zorundaydılar Daha sonra, yukarıda sözünü ettiğimiz kanun maddesine, tımarla ilgili olarak şöyle bir hüküm eklendi: "Ve dahi her kimse tımar versem, elinden sebepsiz yere alınmaya O kişi ölürse, tımarı oğluna sefere gidecek yaşa gelene kadar Ve her kim bu kanuna uyarsa, Allah ondan razı olsun? |
|