Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
kadın, osmanlı, şairleri

Osmanlı Kadın Şairleri..

Eski 10-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Kadın Şairleri..



Osmanlıda kadın şairler kadar, kadın şairler üzerine yapılmış araştırmaları da gözden geçirmek isteyen bir araştırmacı hayal kırıklığına uğramayı peşinen göze almak zorundadır Sözünü ettiğim hayal kırıklığı kadın şair sayısının azlığı gibi bunlar üzerine yapılan araştırmaların sayısının da azlığından kaynaklanmaktadır

Geleneksel dönemde edebiyat tarih ve tenkidinin yerini tutan tezkirelerle sınırlı kalan edebî araştırmalarda adı geçen kadın şair sayısı iki elin parmaklarından çok az fazladır Tezkirelerin sınırlı ifade kalıplarına sıkışmış olarak birbirine benzer cümlelerle tanıtılan, bir çoğunun eserleri dahi elimize ulaşmış olmayan bu şairler hakkında doyurucu araştırmaların yapılmış olmasını zaten bekleyemeyiz

Tanzimat sonrasında sayılarında artış görülen kadın şairler üzerinde ise münferit ve ciddi birkaç çalışmanın varlığına rağmen; kadın şairlerimizi başlangıçtan itibaren ele alarak ortaya gerçek bir panorama çıkaracak sistemli bir çalışmanın henüz yapılmadığı aşikârdır

Zeynep Hatun

Mihrî Hatun

Ani Hatun

Fıtnat Hanım

Leylâ Hanım

Şeref Hanım

Âdile Sultan

Tevhîde Hanım

Feride Hanım

Hatice Nakiye Hanım

Sırrî Hanım

Münire Hanım

Fıtnat Hanım (Trabzonlu)

Habibe Hanım

Hasibe Maide Hanım

Hatice İffet Hanım

Leylâ Hanım (Saz)

Nigâr Hanım

Makbule Leman

İhsan Raif

Şükûfe Nihal

Halide Nusret Zorlutuna

ZEYNEP HATUN

Divan şiirinin bilinen ilk kadın şairi 15 Yüzyılda yaşamış bir kadı kızı ve bir kadı eşi Çağdaşı olan Mihri Hatun ile aralarında latifeler ve karşılıklı şiir söyleşmeleri var Divanı, Sultan Mehmet adına düzenlendi Zeynep Hatun, şiirlerinde, kadının isteklerini, açgözlülük olarak nitelendirir ve döneminin kadınının aşağılık konumundan sıyrılma isteğini anlatır Zeynep Hatun, bir şair olarak kabul görebilmek için, arzularının “merdane” olmasını ister Tıpkı alçakgönüllü bir erkek gibi, bilge olmak isteğini vurgular Yumuşaklık, sevecenlik gibi kadına özgü bazı değerleri, zayıflık ve ruhsal eksiklik diye nitelendirir Aşık Çelebi, “Mesairus Şuara” adlı kitapta, Zeynep Hatun’un yaşamının son döneminde şiiri bıraktığını, inzivaya çekildiğini anlatır

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

GAZEL

Keşfet nikabını yeri göğü münevver et

Bu âlem anasırı firdevs-i enver et

Depret lebini cüşe getir hacz-i kevseri

Anber saçını çöz bu cinanı muattar et

Hattın berat verdi saba yeline dedi

Tez er Hatay’a Çin’i tamam et müseehhar et

Yâra yolunda âşk ile derdinden ölenin

Kim der sana ki hecr ile cânın mükedder et

Zeynep çü dost zülfü gibi tarümarsın

Divane olma şiirini divan ü defter et

Zeyneb ko meyli zinet-i dunyaya zen gibi

Merdane var Sade-dil ol terk-i ziver it

MİHRÎ HATUN

1460 ya da 1461′de Amasya’da doğdu ve 1506′da yine burada öldü Asıl adı Mihrünnisa ya da Fahrünnisa “Mihrî” mahlasını kendisi de bir şair olan babası Mehmet Çelebi bin Yahya’dan (Belâyî) aldı Hiç evlenmedi Sultan 2 Bayezid ve oğlu Şehzade Ahmed’in Amasya Valiliği sırasında kentte toplanan bilgin ve sanatkarların meclislerine katıldı Mihrî Hatun, Zeynep Hatunla birlikte adı bilinen ilk Türk kadın şairlerinden Güzelliğiyle bölgede ün salan Mihri Hatun, sade bir dille yazdığı kaside ve gazelleriyle tanınır Diğer divan şairi kadınlardan aşkı çekinmeden kullanmasıyla ayrılır Şairi Necati Bey’i kendisine örnek aldığı, şiirlerini Necati Bey’e gönderip fikrini öğrenmeye çalıştığı iddiaları da var Söylentilere göre Necati Bey ile aralarında duygusal yakınlaşma vardı Ayrıca şiirlerinde, Müyyedzâde Abdurrahman Çelebi ve Sinan Paşazâde İskender Çelebi’ye duyduğu aşka dair ipuçlarına da rastlanır Mihri Hanım Divanı 1967′de Moskova’da basıldı

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

GAZEL

Ben umardım ki seni yâr-ı vefâ-dâr olasın

Ne bileydim ki seni böyle cefâ-kâr olasın

Hele sen kaaide-î cevrde eksik komadın

Dostluk hakkı ise ancağ ola var olasın

Reh-i âşkında neler çektüğüm ey dost benim

Bilesin bir gün ola aşka giriftâr olasın

Sözüme uymadın ey asılası dil dilerim

Ser-i zülfüne anın âhiri ber-dâr olasın

Sen ki cân gül-şeninin bi gül-i nev-restesisin

Ne revâdır bu ki her hâr ü hasa yâr olasın

Beni âzâde iken aşka giriftâr itdin

Göreyim sen de benim gibi giriftâr olasın

Bed-duâ etmezem ammâ ki Huda’dan dilerim

Bir senin gibi cefâ-kâra hevâ-dâr olasın

Şimdi bir hâldeyüz kim ilenen düşmanına

Der ki Mihrî gibi sen dahi siyeh-kâr olasın

ANİ HATUN

Doğum tarihi bilinmiyor 1710′da Yenişehir-Fener’de yaşamını yitirdi Asıl ismi Fatma Kültürlü bir ailenin kızı olarak İstanbul’da doğdu Akıllı, bilgili ve eğitimli olan Ani Hatun, “Hace-i Zenan (Kadınların Hocası)” lâkabıyla anılmıştır Arapça öğrendi, doğu ve Batı edebiyatlarıyla ilgili çalışmalar yaptı Bir divanı olduğu sanılıyor ama bulunamadı Usta bir hattat olarak da ün yaptı Bazı metinlerde hattatlığının şairliğinden bile üstün olduğu belirtilir

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

GAZEL

Feramuş itti hayli dem beni yad itmeden kaldı

Benim çok sevdigim mahzunu dilşad itmeden kaldı

Nola t’amirine kasd itmese şah-ı cihan banım

Bilür kim hatır-ı viranım abad itmeden kaldı

Kalupdur bahr-i gamda fülk-i dil yok sahil-i maksud

Hayıflar rüzgarim bana imdad itmeden kaldı

Düşelden ran-ı aşk-ı yare zar ü natüvandır dil

Ser-i kuyinde halim yare feryad itmeden kaldı

Niçün derpey olur Ani ki hal-i Kays’ı bilmez mi

O biçare yetürdi kendin irşad itmeden kaldı



Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Kadın Şairleri..

Eski 10-11-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Kadın Şairleri..



FİTHAT HANIM

İstanbul’da doğdu, doğum tarihi bilinmiyor 1780′de yine İstanbul’da yaşamını yitirdi Asıl adı Zübeyde Şeyhülislam Ebu İshakzade Mehmet Esad Efendi’nin kızı Özel derslerle eğitildi Küçük yaştan itibaren edebiyat ve şiirle ilgilendi Rumeli Kazaskerlerinden Mehmed Efendi ile evlendi Günümüze kadar gelen kadın şairler arasında en dikkat çekicilerden biri Aydın ve şairi bol bir çevrede yetişti, döneminin sanat-edebiyat çevrelerinde bulundu Şiirleri kadar nükteleri, Koca Ragıp Paşa ve şair Haşmet ile aralarında geçen şakalaşmalarla da bilinir Ancak günümüze ulaşan bu şakaların bir kısmının uydurma olduğu sanılıyor Türkçe’yi çok güzel kullanır, şiirlerinde zaman zaman halkın konuştuğu dile de yer verir Ama şiirlerine kadın içtenliği ve inceliği yansımaz Yayınlanmış bir divanı var Kendisini anlamayan, ruhuna denk düşmeyen, şiirle uğraşmasına bir anlam veremeyen kocası Derviş Mehmet Efendi ile evliliğinde mutlu olmadığı biliniyor

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

ŞARKI

Beni derdinle yeter zâr etdin

Yok mu insâfın a zalim söyle

Çeşm-i mestin gibi bîmâr etdin

Yok mu insâfın a zalim söyle

Ruhların taze gülü handandır

Leblerin derd-i dile dermandır

Sühanın mürde-i aşka candır

Yok mu insâfın a zalim söyle

Âşık-ı zâre cefâ kârındır

Öldüren gamze-i hunharındır

Eden ihyâ yine güftarındır

Yok mu insâfın a zalim söyle

Ey Sehi-kamer ü şîrin-güftâr

Bülbül-i vird-i ruhun gerçi hezâr

Var mıdır bencileyin âşık-ı zâr

Yok mu insâfın a zalim söyle

GAZEL

Neşve-i cam-ı muhabbetle gönül cuş eyler

Çekilen der ü gamı cümle feramuş eyler

Kıl hazer alma sakın aşık-ı zarın ahın

Seni bir şuh-ı sitemkara felek dun eyler

Bir nigehle komadı derdimi takrire mecal

Çeşm-i mestin nice guyaları hamuş eyler

Hale-i mah gibi sineye çekmiş mihri

Bezm-i vuslatta o kim yari deraguş eyler

Sen hem gülşen-i hüsnünde figan et cü hezar

Fıtnata derd-i dilin belki o gül guş eyler

LEYLÂ HANIM

Sudur’dan Moralı Zâde Hâmid Efendi’nin kızı ve Keçecizâde İzzet Molla’nın yeğeni Çocuk denecek yaşta babasını kaybetti, aynı dönemde evlendirildi, bir hafta içinde ayrıldı Dönemin ünlü şairleri ve dayısı olan Keçecizade İzzet Molla’dan özel ders adı Saray kadınlarıyla yakın ilişkisi olduğu bilinen, iyi eğitimli ve çok kültürlü bir şair Hazır cevaplığı ve şakacılığı ile de tanınır Mevlevî tarikatına katıldı Mihrî Hatun kadar olmasa da kadın duygularını dile getirmesi ve döneminin koşullarında bir kadın için serbest sayılabilecek söyleyişiyle dikkat çeker Edebî bir çevrede yaşadığı için verimli bir şair Şiir dili açık ve sade Bir Divanı var 1848′de yaşamını yitirdi Galata Mevlevihanesi kabristanında toprağa verildi Pür âteşim açdırma sakın ağzımı zinhâr, mısrasıyla başlayan, Zâlim beni söyletme derûnumda neler var, nakaratlı şarkısı çok ünlü

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

GAZEL

Yârin âşıkları ile ülfeti pek güçtür güç

O peri vahşidir unsiyyeti pek güçtür güç

Sakın aldanma gönül vâ’d-i visâl-i yâre

Sonra derd ü elem ü mihneti pek güçtür güç

Beni âfv eyle eğer meclise girdiyse rakip

Çekemem doğrusu bu sıkleti pek güçtür güç

Ders-i aşkı açalım dersini vaiz kapasın

Zâhidin bârid olur sohbeti pek güçtür güç

Sohbeti yâr ile de pekçe uzatma Leylâ

O peri vahşidir ünsiyyeti pek güçtür güç

GAZEL

Her seherde Kâbei kûyında estikçe nesim

Âşıka zülfi siyahından gelir anber şemim

Naveki müjgânı gönder sinei mecruhuma

Kûşei gamda dili mahzunuma olsun nedim

Kalim bu aşk ile yanmaktan ey meh ruzüşeb

Yok bana derdü elemden başka bir yârı kadîm

Şiddeti düzahla korkutma beni gel zahida

Aşkıma nisbet benim bir şey midir narı cahim

Kûşei cennet dahi olsa safayab olmayız

Aşk ile olduk hele külhan bucağında mukim

Zulmu çok ettin bugün Leylâ’ye ey şahı cihan

Ruzi mahşerde seninle eylesin bahsi azîm

GAZEL

Hayâli ârızın bağı gönülde gülizarımdır

Açıldı dağlar kim sînede evvem beharımdır

Güli ümmidim açılmaz açıldı soldu hep güller

Bu gülşende figandan bihaber ancak nigârımdır

Hikâyettir sana şerhi derunumdan değil şevka

Senin aşkınla yanmak tabemahşer iftiharımdır

Neden küstün bilir hep cürmün inkâr eylemez âşık

Sebep bu infiale naleî bî ihtiyarımdır

Salın ey nahli nâzım gel nolur bir kerre serv âsa

Sarayındır bu gönlüm ande eşkim cuyibarımdır

Emanet eyledim bir tahfecik ol şahı hubane

Gönül derler anın adına Leylâ yadigârımdır

ŞEREF HANIM

1809′da İstanbul’da doğdu, 1861′de yaşamını yitirdi Yenikapı Mevlevihanesi kabristanına defnedildiği sanılıyor Mehmed Nebil Bey’in kızı Şairi bol ve kültürlü bir ailenin mensubu Kadirî ve Mevlevî tarikatlarına girdiği biliniyor Sıkıntılarla dolu bir yaşam sürdü Padişah II Mahmud ve Valide Sultan’a yazdığı şiirlerinde bu sıkıntıları anlatır Geleneksel kalıplar içinde kalan şiirleri sadelikleri ve düzgün anlatımlarıyla dikkat çeker İlk kez 1867′de Matbaa-i Âmirane’de basılmış bir divanı var

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

KASİDE

Kasîde-i Bahâriyye der Hakk-ı Müşâriin-ileyh

- Berây-ı Âlî Paşa -

Açıl ey gonce-i zîbâ açıl fasl-ı bahar oldı

Hezârın hasret-i dîdâr ile derdi hezâr oldı

Donandı her taraf üşkûfe-i elvan ile yer yer

Yine sun’-ı Cenâb-ı Kird-gârı aşikâr oldı

Takarrub edicek teşrifi sultân-ı gülin nâ-gâh

Dikildi tûğ-ı şâhî bağ u sahra kânı-kâr oldı

Bahar erdûsını sünbül-teber tebşire geldikde

Kurup çadır çiçekle muntazır her kûh-sâr oldı

Bu eyyâm-ı ferah-zâye tahassür çekmeden fulya

Sarardı sureta bir âşık-ı zar u nizâr oldı

Meğer neşv ü nema bulmuş şarâb-ı erguvan ile

Anın’çün çeşm-i dilber gibi nergis pür-humâr oldı

Görüp zülf-i arûsın ziynet ü dârâtını bî-şekk

Civan perçem başa çıktıkda gayet dil-figâr oldı

Benefşe çıkdı her-câyî deyu ifrât-ı ye’sinden

Olup sünbül perişan lâle yek-ser dâğ-dâr oldı

Eder şeb-bû ile ay-çiçeği gece safa, mehtâb

Görince fûl-ı bahrî yollar üzre hep nisâr oldı

Düzüp zerrin kadehle bezmini çark-ı felek güya

Çekildi bir kenâre cümleden sâhib-vakâr oldı

Sarıldı nahl-ı leylâk üzre güya bir çiçekli şal

Bakup serv u sünûber bîd-i reşkiyle çinâr oldı

Şakâyıkda görince revnak ü rengi kemâlinde

Hasedle zenbakın hep akl u fikri târ u mâr oldı

Bilür erbabı kadrin bak alur göz ile haşhaşa

Ki attâr-ı felekden ehl-i keyfe ber-güzâr oldı

Karanfil yâsemen aşkile sîne çak çak etdi

Ya her dem tazeye meyi etmede bî-ihtiyâr oldı

Ne kabil misk-i Rûmî ıtr-ı şâhîyle ola hem-bû

Girince araya şimşir bu da’vâ ber-karâr oldı

Bütün ezhâre hâlât-ı hazânı etmeğe ifşa

Gelüp kartopu güya tercemân-ı rûzigâr oldı

Bahâriyye temam olduysa da ey hâme güya ol

Gazel de söylemek şâirlere çünkim şiar oldı

Yine ey gül-izâr-ı işve vakt-ı âh u zar oldı

Bu da’vâya delîl ü şâhid istersen hezâr oldı

Buyur geşt ü güzâr et cümle ezhârı çemen-zârın

Kudûmın öpmeğe hep dîde dûz-ı intizâr oldı

Görince bülbülün cûş u hürüsün fart-ı gayretle

Benim de seyl-i eşkim ğıbta-bahş-ı cûy-bâr oldı

Gelüp bâd-ı sabâ dedi Şeref geç bu hevâlardan

Bu nazmın gerçi evrâk-ı sipihre yadigâr oldı

Ne sarf etdin bahara cevher-i güftârını ancak

Sebeb-i asayiş dünyâya bir âlî-tebâr oldı

Edersin medh ol zât-ı şerifi et ki âlemde

Senası mahz-ı farz u her sağar ü her kibar oldı

Bu vasfa Hazret-i Alî Emîn Paşa sezadır kim

Duây-ı devleti vird-i zeban ü her diyar oldı

Makâm-ı âliyi teşrif edel’den zât-ı ülyâsı

Umûr-ı hâriciyye nâzırıyle pür-vakâr oldı

Huzurunda şükûfe şîşesi olmak ümidiyle

Ne rütbe şimdi çeşm-i bülbüle bak i’tibâr oldı

Nesîm-i lutfı ğâlibdir bahara ehl-i hâcâtın

Nihâl-i maksad u amali hep pür berg ü bâr oldı

Nisâr olmakda gerçi cümleye nakd ü inâyâtın

Senin hakkında ise şad hezâr u bî-şümâr oldı

Düşüp ümmîd-i afv ile der-i ihsanına gönlüm

Bilür cürm ü kusûrın pây-mâl-i i’tizâr oldı

Kerem-kârâ şeref-sadrâ sipihr-i devlete bed-râ

Eğerçi bunda ıtrâ’-ı makâla ibtidâr oldı

Vesîle-cûy idim neşr etdim işte bu bahaneyle

Bütün ezhâr bûy-i midhatinden hisse-dâr oldı

Kıyâs olsa yanında bir içim su gibidir nîsân

Ki cûd u şefkatin baranı bahr-ı bî-kenâr oldı

Umûrında muvaffaksın o rütbe zanneder herkes

Ya Zât-ı Hızr yâ tevfik-i Bari müsteşar oldı

Bekây-ı ömr ü ikbâlindir elbet matlabı halkın

Vücûdın mutlaka dünyâya lutf-ı Gird-gâr oldı

Penâh eden hücûm-ı ceyş-i gamdan olur asude

Der-i Devlet-meâbın bir hısâr-ı üstüvâr oldı

Değil fahriyye yazmak gerçi haddim kendi hakkımda

Bana Zât-ı Şerifin lîk mahz-ı iftihar oldı

Ederken âh ü feryâd endelib efsâne dinlemez

Şeref, başla du’âya gayrı vakt-ı İhtisar oldı

Akîb-i cemrede her sal meymûn fal dendikce

Cihâna feyz-i nevrûzın yeter pertev-nisâr oldı

Riyâz-ı ömr ü câhı haşre-dek her dem bahar olsun

Denildikçe yine vakt-ı safay-ı gül-izâr oldı

(Mefaîlün mefaîlün mefaîlün mefâîlün)

GAZEL

Dildeki dag-i füruzanım ile eğlenirim

Geceler kendi çerağınım ile eğlenirim

Ederim züver-i aguse-i hayalim yâri

Daima hidmet-i mihmanım ile eğlenirim

Söyletip çektiğini şuh-i cefakarından

Sergüzeşt-i dil-i nalanım ile eğlenirim

Komaz avare vü tenha beni manend-i safa

Yine derd-ü gam-i cananım ile eğlenirim

Dest-i ahım dokunup saz-i derunun teline

Nağme-i nale vü efganım ile eğlenirim

Söyleyip serd-i mihmetle nice taze gazal

Şeref eş’ar-i perişanım ile eğlenirim

GAZEL

Dili şuride hayfa yâre, yâr ağyare maildir

Bilinmez hikmeti bülbül güle, gül hare maildir

Olursun pür gadab ben arzıhal etdikçe sen emma

Cefakârım, mizacın çare ne ağyare maildir

Şikâyet sanma rencü zahmi aşk eyler isem izhar

Tabibe haste elbet derdini iş’are maildir

Kaçınmaz şulei didarı yâre can atar daim

Benim mürgi dilim pervane âsa nare maildir

İder tahsin nazmı dilküşasın eylesen tanzir

Şeref tab’ı selisim böyle hoş küftare maildir

KITALAR

Bir vech ile kabil değil icrayı teşekkür

Şâdoldu şeref zar iki yüzden agâh

Eüdi beni teltif reis oldu efendim

Hem kıldı iki yüz kuruş ita bana her mah



Keramet tâ ezelden dadı Hakmış zatına bildim

Benim keşfeyledin arzetmeden hali perişanım

İkişer yüz kuruş mahiye ihsan eyledin hakka

Şeref bir akçeye şayan değilken ey keremkânım



Kemalü ömrünü lûtfundan efzun eylesün Mevlâ

Cihan durdukça dur sadrında sen ey himmeti Âli

Şeref zatın maaş tahsisi ile şimdi sayende

Değildi habbeye malik pür oldu ceybi amali



ÂDİLE SULTAN

1825′te İstanbul’da doğdu, 1898′de yaşamını yitirdi Sultan II Mahmut ile eşlerinden Zernigar Sultan’ın kızı, Sultan Abdülmecit’in kız kardeşi Sarayda özel eğitim gördü Kaptan-ı Derya ve sonradan Sadrazam olan Mehmet Ali Paşa ile evlendi Önce üç çocuğunu, sonra kocasını ve ardından da genç kızı Hayriye Sultan’ı kaybedince acıya boğuldu Nakşîbendi tarikatına girdi Şiirleri 1996′da “Adile Sultan Dîvânı” adıyla yayınlandı Şiirleri genellikle çocukları, eşi ve kızı Hayriye Sultan’ın ölümlerinden duyduğu derin üzüntüyü yansıtan manzumelerden oluşur Çağdaşı olan Leylâ ve Fıtnat Hanımlardan daha az başarılı bir şair sayılır Aruzun yanı sıra hece ölçüsüyle de şiirler yazdı Türbesi İstanbul Eyüp’te Bostan İskelesi yakınında İstanbul’da pek çok hayır eseri bıraktı, ayrıca babası onun adına birçok eser yaptırdı Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) Divanı’nın basılmasını sağladı

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

GAZEL

Duymayın can ü gönül dostuma pinhan gideyim

Akl ü can bana nedir bidil ü bican gideyim

Cismde can gibidir gözde hayâli yârin

Nice bir gurbet ü firkatle perişan gideyim

Korı canımda da âşk odını yaktı alevi

Yanmak âşk ile beşaret bana üryan gideyim

İderim kat’ı taalluk çü bu can ü tenden

O güle bülbül-i can itmede efgan gideyim

Adile Kâ’be-i kulın ideyim şöyle tavaf

Arz ide ruyını dildarıma mihman gideyim

GAZEL

Aşktır min-evvel ilâ âhir kevn ü mekân

Aşktır gâhî dil ü cânda nihân gâhi ayân

Aşktır eden cemâl-i pâk-i cânâna nazar

Aşktır ol gonca gül rûyu için bülbül olan

Aşktır dü-âlem içre cânı yâra vasl eden

Aşktır dâim olan hem mahrem-i esrâr-ı cân

Aşktır çün dilde misbah-ı tecellîyi yakan

Aşktır bil “küntü kenz” birle miftâh-ı cinân

Aşktır bî-kayd pervâz eyleyip sîmurg-veş

Aşktır dost ellerini dâima seyrân eden

Aşktır mir’ât-ı kalbi eyleyen sâf ü celî

Aşktır dilde veren nûr-ı ziyâyı her zamân

Aşktır kalbi kılan pür-nûr mihr-i mâh-veş

Aşktır şem’-i cemâle karşı pervâne yanan

Aşktır hem saykal-ı mir’at-ı esbâb-ı derûn

Aşktır bir âteş-i cân-sûz ey dil sen de yan

Aşktır beyt-i dili meyhâne-i irfân eden

Aşktır Leylâları Mecnûn ü ser-gerdân eden

Aşktır fehm ile iş’âr eyleyen derd-i dili

Aşktır bak Âdile çarhı eden keşf ü beyân

GAZEL

Aşkta kanun imiş âşıklara cevr eylemek

Âşık oldur kim cefâ-yı yâre sabretmek gerek

Aşk nâz ü şîve evvel gösterir âşıklara

Âşık ol demde ona cânı fedâ etmek gerek

Âşıkın ancak murâdı dostunun maksûdudur

Çekse de bin derd ü mihnet hep sebât etmek gerek

Arzû-yı dü-cihândan geçmedir aşka nişân

Terk-i cân edip reh-i cânâna azm etmek gerek

Âftâb-âsâ bilip her zerresin nûr-ı safâ

Her belâ dosttan gelir kim merhabâ etmek gerek

Havf-ı a’dâ eylemez olan müsellah aşk ile

Yanmadan Hakka erilmez pertev-i tevhîd gerek

Nefsle cehd et tecellî eylesin aşk-ı Hudâ

Beyt-i kalbi Âdile ma’mûr ü pâk etmek gerek

TEVHİDE HANIM

Doğum tarihi 1847 1902′de Manisa’da öldü Babası Turgutlulu Limoncuzade Fehim Efendi Annesi, İzmirli Sinanzade Ahmet Efendi’nin kızı Tahire Hanım Manisalı Veznedar Çakmak Hüsayin Efendi ile evlendi Bir kızları oldu Kızını ve ardından kocasını kaybetti Mevlevi tarikatına girdi Şiirini annesi, kızı ve kocasını art arda kaybetmenin acısı etkledi Bir divanı var 1881′de yazıldığı tahmin edilen bu divanda kendi yaşamından ve Manisa’dan izler bulunur Tevhide Hanım’ın önemi yaşadığı çağın coğrafyasını, insanlarını, kültürü ve günlük alışkanlıklarını yansıtmasıdır Divanı Gürol Pehlivan, Bülent Bayram ve Mehmet Veysi Dörtbudak hazırladı Manisa Belediyesi’nin desteğiyle yayınlandı

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

GAZEL

Çeşmime göründü âh bir peri âlicenâb

Dün gece verdi ziyâ ‘aleme ol âfitâb

Âhir çeşmime ben de âh bin cân ile müştâk iken

Setrine sây eyleyip rûyına çekmiş nikâb

Piyâde gezmiş yorulmuş terlemiş ol meh-likâ

Seyr eyledim rûyundaki damlayan sanki gül-âb

‘Ahdinde kılmaz vefâ va’dinde hiç durmaz imiş

Teşbihi etdim meşrebin sanki bir dönme dolâb

Zihnini topla Tevhîde olma o bahrin gavsi

Pirâhenden girîbânın alıp geri çekil yab yab

GAZEL

Senin mecburunum hâlâ inanmaz mısın ey şûh

Benim yandığım nâra ‘aceb yazmaz mısın ey şûh

Dün gece ağyâr ile lâdest tutup aldanmışsın

Kuluna nevbet gelince aceb aldanmaz mısın ey şûh

Gidip gülzara da’im sen edersin zevk ‘alemle

Gelip hatıra ismim bir gün anmaz mısın ey şûh

Cevr cânına yetmiş câna yine bilmem aceb

Çekerek cefasını usanmaz mısın ey şûh

Dün gece Tevhîde-zârın rahm edip hâline sen

Verdiğin ikrârdan ‘aceb dönmez misin ey şûh

DESTÂN-I MAĞNİSA

Takrîr edem dinle nedir hâli Mağnisa’nın

Söyleyim bak nedir ahvâli Mağnisa’nın

Düğünde bayramda atlas hâre giyerler

Bozulmaz yeşili alı Mağnisa’nın

Mağnisa’nın içinde evliyâsı çok

Mescidi camisi medresesi çok

Hâfızı mütedâ müderrisi çok

Okur bülbül gibi dili Mağnisa’nın

Etraf köyden şehirlerden gelirler

Handa hânelerde misâfir olurlar

Sultân Camisi’ne sâf sâf dururlar

Altın kemerlidir beli Mağnisa’nın

Sultân Nevrûz günü Mesir saçarlar

Cem olup cümle halk avuç açarlar

Mollalar imâretden çorba içerler

Her şehre ulaşır eli Mağnisa’nın

Âşıklar pîrine eyler niyâzı

Dere Kahvesi’ne asarlar sazı

Karşısında bülbül eyler avâzı

Açılır baharda gülü Mağnisa’nın

Ulu Cami’nin vurur çanlı sa’ati

Herkes vaktini bilir bulur râhatı

Tüccarların budur dâim adeti

Elden ele gezer malı Mağnisa’nın

Bahar vakti gelir bülbül sadâsı

Vardır erenlerin anda du’âsı

Kışın kar ile dolar dağı ovası

Akar boz bulanık seli Mağnisa’nın

Çölünde Karaca Ahmed Sultân hazırken

Üstünde Saruhan Baba nâzırken

Sağda Hâki Baba solda Kırtık Sultân vezirken

Deftede kayd olmaz vebâli Mağnisa’nın

Cümle eknâf çâr köşeden gelenler

Her birisi bir işe memur olanlar

Kazanıp kârında bereket bulanlar

Gitmez gözünden hayâli Mağnisa’nın

Beldemiz üstü dağ önü mesire

Bahar gelince cümle çıkarlar seyre

Gel bunca evliyâları ziyâret eyle

Şimdi çimendiferdir yolu Mağnisa’nın

Tevhîde sözünde hilâfın yokdur

Tatlıdır kavunu karbuzu çokdur

Karına kaymağına hiç sözüm yokdur

Namdadır yağ ile balı Mağnisa’nın

ŞARKI

Sana ne diyem ne söyleyem âh sana

Bir himmetin yok imiş eyvâh sana

Ederim bir âh-ı cân-gâh sana

Gayri bundan sonra âlem bir yana

Eyledin sen beni kendine meftûn

Cevrin etdi dîdemi âb-ı Ceyhûn

Serim sevdâya saldın aklım Mecnûn

Gayri bundan sonra âlem bir yana

Hevâ-yı zülfün ile hâlim tebâh

Kalmadı âşıklığıma iştibâh

Bir onulmaz derde düşdüm vâh bana vâh

Gayri bundan sonra âlem bir yana

Tîg-i hicrin hiç vermedi arayı

Sînemde açdı nice pin yarayı

Yazık etdin Tevhîde-i bîçâreyi

Gayri bundan sonra âlem bir yana

ŞARKI

O yâr bana kaşın çatdı

Elemim var elemim

Câh-ı mihnetde bıraktı

Kederim var kederim

Çehr ile dün yâr geçdi

Kadehde kanımı içdi

Ciğerde yâreler açdı

Veremim var veremim

Dün meclisde iken dildâr

Beni geçmiş yâre ağyâr

Kendi ruhsât eylemiş yâr

Haberim var haberim

Gül koklamam gül üstüne

Kişi kıyar mı dostuna

Lâkin ağyârın üstüne

Seferim var seferim

Tahammülüm yok ne çâre

Yüz vermesin ağyâre

Arz-ı hâl yazmağa yâre

Kalemim var kalemim

Tevhîde bu meylim hele

Ben şöyle verdim dilbere

Vaz gelmem tâ be mahşere

Yeminim var yeminim

FERİDE HANIM

1837′de Kastamonu’da doğdu Kasmatonu ulemasından Bahar Zade Hammami Mehmet Reşit Efendi’nin kızı İlk eğitimini medresi öğretmeni olan babasından aldı Arapça ve Farsça öğrendi Güzel yazı’ya yani “hat”a merak saldı Bolulu İzzet Paşa’nın divan katipliğini yapan Ali Raif Efendi ile evlendi İstanbul’a taşındılar Feride Hanım 25 yaşında iken eşini kaybetti İstanbul’dan Kastamonu’ya giderek yaşamını burada tamamladı 1903′te öldü Şiirleri arasında epey yer tutan Muhammediye’leri ile tanınır

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

BEYİT

Duhterine böyle ider mi mâderi söyle bana

Görmedim billâh cihanda böyle bir âzâr ana

GAZEL

Ah kim çıkdı elimden koynumun zer saati

Hasretile kalmamışdır gönlümün hiç rahatı

Yâdigar-ı yâr idi doğru gider gamhar idi

Yirmibeş yıldan beru itmiş idim ünsiyeti

Zer gibi zerd ola ruyi hem ayarı nakş ola

Mekr ile biganeler ger eyledise sirkati

Yelkavan veş ruzü şeb zevki içün çeksin taab

Soksun akrebler vücudın göre rencü mihneti

Kıldı rekkası felek çerh gibi sergerdan beni

Nice dolaplar ile virdi bana çok zahmeti

Yetdürür zinciri zülfü yâr ile bend olması

Kayd olup derdü game çekmekden ise firkati

Ben Feride veş gamü mihnetle ferdim dehrde

Geçmedi alâmsız biçarenin bir saati

(Kocasının ölümü üzerine yazdığı gazel)

GAZEL

Âşık isen salika âyine-i didare bak

Masıvanın zulmetinden kurtulub envare bak

Dürri pendin guşuna menguş idersen ey gönül

den dembedem keşf olunan esrare bak

Masıvanın kesretinden fariğ ol itme nizâ

Hazreti şeyhin tutub destin heman bu kâre bak

Na’rei sırrı …dan haberdar olmağa

Âşk yolunda terki can etmiş olan berdare bak

Talibi âşkı hakikat buldu encamı necat

Ey Feride sen heman ihlâs ile ezkâre bak

(… okunamayan sözcükler)

HATİCE NAKİYE HANIM

Müneccimbaşı Osman Saib Efendi’nin kızı 1846′da ikiz kardeşiyle birlikte dünyaya geldi Sıbyan mektebinde okudu Annesini küçük yaşta kaybetti Teyzesi tarafından büyütüldü Darülmuallimat’tan mezun oldu Yenikapı Mevlevihanesi müritleri arasına girdi Ali Fuat Bey’in Maarif Nazırlığı döneminde Darülmuallimat’ta öğretmenliğe başladı Farsça ve tarih öğretti Lügati Farısiye sözlüğünü hazırladı Bir süre Mısır’da kaldı Sultan Mehmet Reşat döneminde bazı şehzade ve sultanlara öğretmenlik yaptı II Abdülhamid tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirildi 1899da yaşamını yitirdi Yenikapı Mevlevihanesi Çınaraltı Kabristanı’nda toprağa verildi 40 kadar gazel, methiye, şarkı, müstezad, tahmis, terci-i bend ve kıt’a yazdı Döneminin kadın şairlerinden Şeref hanımın yeğeni idi Onun divanının ikinci basımını hazırladı Dergilerde dağınık halde olan şiirleri derlenemedi Bir bölümü Türkçe olan bu şiirlerden bazıları kardeşi Nebil Bey’in Divan’ının sonunda, bir kısmı da Ahmet Muhtar Bey tarafından yayımlandı Hiç evlenmedi

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

GAZEL

Bir gamze hun rize şikâr oldu bu gönlüm

Şeb ta seher aşuftevü zar odu bu gönlüm

Bir çaresi yok derde giriftar olub eyvah

Bir gonce içün âleme har oldu bu gönlüm

Gülçini visal olmak içün bağı tarabda

Bir bülbüli şurideye yâr oldu bu gönlüm

Gülşende edüb nağmei bülbül ana tesir

Feryad ile manendi hezar oldu bu gönlüm

Geçdi neyü meydan işidüb savtı hezarı

Medhuş olarak maili zar oldu bu gönlüm

Rüyet hevesile Nakiyye bir kez o şuhu

Akdamı rekibane gubar oldu bu gönlüm

ŞARKI (Hezlamiz)

Olamaz bir kimse hem halin senin

Yokdur eşşeklikde emsâlin senin

Geçmede lanet ile salin senin

Yokdur eşşeklikde emsâlin senin

Benzemez etvarü halin âleme

Gelmemiş mislin vücudi âdeme

Kendine âdemlik isnad eyleme

Yokdur eşşeklikde emsâlin senin

Namını yâdeylemez emma beşer

Rekş eder efkârına gâvanü har

Sözlerin hayvanları hayran eder

Yokdur eşşeklikde emsâlin senin

Anırırken sen o savt ile heman

Hep gelir şevka güruhi merkeban

Ursalar şayan sana al bir palan

Yokdur eşşeklikde emsâlin senin

KOŞMA

Eyvah aşkınla yandım

Sonra cevrinle kandım

Aldandım sözlerine

Seni vefalı sandım

Ver bir dolu içeyim

Gör aşkınla niceyim

O mahmur gözlerinden

Ben nasıl vaz geçeyim

Kadehler durmasun boş

İçüb olalım serhoş

Çünki ağyar sözünden

Yâr ile aram bir hoş

Şimdi dil biçaredir

Aklım pek âvaredir

Ayrılık ateşinden

Ciğerim pür yaredir

Sinemi hicri dağlar

Gözlerim irmakdır çağlar

Nakiyye’nin halini

Gören kâfirler ağlar

Nazan Bekiroğlu

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Kadın Şairleri..

Eski 10-11-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Kadın Şairleri..



Zeynep Hatun:

Fatih dönemini Mihrî Hatunla birlikte temsil eden Zeynep Hatun, adı bilinen ilk Türk kadın şairi olup, kaynaklarda Amasyalı ya da Kastamonulu olduğu ifade edilmektedir Divan edebiyatının şekillenme döneminde Fatih çevresinde hissedilen verimli sanat iklimi, sanata ve sanatçıya hasredilen teşvik bu iki kadın şairin varlık göstermesinde de etkili olmuş olmalıdır Asıl adı Zeynünnisa olan Zeynep Hatun bir kadı kızıdır Bir kadı olan ve şiir çalışmalarını anlayışla karşılayan İshak Efendi ile evlenmiştir Kültürlü bir muhitte yetişmiş, Arapça, ve şiirler söyleyecek olgunlukta Farsça öğrenmiş, Mihrî Hatun ile tanışıklık kurmuştur, Şiirin yanı sıra beste yapabilecek ölçüde musıki çalışmaları da olan Zeynep Hatun 1563’de Amasya’da ölmüştür

Fatih adına tertip edilmiş bir Divan sahibi olup, eldeki şiirlerine bakılırsa açık ve sade bir söyleyişin sahibidir Bir kıt’asının,

Senin hüsnün benim aşkım senin cevrin benim sabrım

Cihanda dem-be-dem artar tükenmez bî-nihâyettir,

beyti ünlüdür

Mihrî Hatun:

Fatih dönemi şairlerinden olan Mihrî Hatun, Zeynep Hatunla birlikte adı bilinen ilk Türk kadın şairlerindendir Amasyalıdır Asıl adı Mihrünnisa ya da Fahrünnisa olup, 1460 ya da 1461 yılında doğmuştur Mihrî mahlasını kendisi de bir şair olan babası Mehmet Çelebi bin Yahya (Belâyî)’dan almıştır

Dillere destan bir güzelliğin, hayranlık uyandırıcı bir kültür ve birikimin sahibi olmasına rağmen kendisine yöneltilen bütün evlilik tekliflerini geri çevirerek ömrü boyunca bekâr kalmıştır Dönemine göre serbest bir yaşantının sahibi olan Mihrî, tarihçi Hammer tarafından "Osmanlılar’ın Sapho’su” olarak isimlendirilmiştir Çevresinde platonik aşklarına dair fısıltılar daima mevcut bulunan Mihrî’nin, Müyyedzâde Abdurrahman Çelebi ve Sinan Paşazâde İskender Çelebi’ye duyduğu aşka dair ipuçlarına şiirlerinde de rastlamak mümkündür Evinde düzenlediği edebî meclisler gibi, samimi kadın duygularını çekinmeksizin şiirinde terennüm etmiş olması cihetiyle de, kendisinden sonra yetişenler arasında en çok XIX asır şairi Nigâr binti Osman’a benzetilebilir Ona erken bir Nigâr Hanım olarak bakmak mümkündür

Kolay söyleniyormuş izlenimi veren sade bir şiiri vardır ve bunlar arasında en başarılı bulunanları nazireleridir Dönem şairlerinden Necati’nin etkisinde kalan Mihrî’nin, şiirlerini Necati’ye gönderdiği ve onun şiirlerine nazireler yazdığı bilinmektedir

Necati’nin ünlü Döne Döne redifli gazeline nazire olarak yazdığı ve;

Âteş-i gamda kebâb oldu ciğer döne döne

Göklere çıktı duhânımla şerer döne döne

matlalı gazeli bunlardan biridir

1506 yılında Amasya’da ölen Mihrî Hatun’dan geriye eser olarak Divan’ı kalmıştır

Hubbî Hatun:

Hubbî Hatun bir XVI asır şairi olup Divan şiirinin zirvesini teşkil eden Kanuni dönemini kadın şair olarak temsil etmektedir (Aynı asırda, Baki’nin hanımı Tutî Kadın’ın da şiir yazdığı söylenmektedir) Asıl adı Ayşe olan Hubbî Hatun da Mihrî ve Zeynep gibi Amasyalıdır Kanuni’nin süt kardeşi Şemsi Çelebi’nin Hanımıdır Bu yakınlık Hubbî Ayşe’nin saraya intisabına zemin hazırlamış, önceleri II Selim’in, sonra da III Murad’ın nedimesi olarak saray muhitinde şiiri için gerekli kültür atmosferini bulmuş, zamanın hocalarından dersler almış ve Arapça’yı çok iyi öğrenmiştir Şuara tezkirelerinde kendisinden evvelki kadın şairlerden daha kuvvetli olduğu ifade edilirse de, kadın duygularını terennümü ve lirizmi bakımından Mihrî’nin önüne geçemediği fark edilir Erkeksi bir duyuşu vardır

Gazel ve kasideler yazan, Hurşid ve Cemşid adlı üç bin beyti aşkın bir mesnevisi olan Hubbî Hatun 1590 yılında İstanbul’da ölmüştür

Sıtkî Hatun:

XVII asrın ikinci yarısında yaşayan Sıtkî Hanımın asıl adı Ümmetullah olup, bir kazasker kızıdır Kardeşi Faize Hanım da şairdir ancak Sıtkî kadar tanınmış değildir Bayramiye tarikatıne mensup olan Sıtkî Hanım gazel ve ilâhiler yazmıştır Divan’ı ile Genc-i Envâr ve Mecmuaü’l Hayal adlı basılmamış tasavvufî şiir mecmuaları bulunmaktadır 1703 yılında ölmüştür

Ani Hatun:

Ani Fatma kültürlü bir ailenin kızı olarak İstanbul’da doğmuştur Akıllı, bilgili ve eğitimli bir kadın olup, "Hace-i Zenan (Kadınların Hocası)” lâkabıyla anılmıştır Arapça bilen, doğu ve Batı edebiyatlarını öğrenmiş bulunan Ani Hatun’un bir Divan teşkil ettiği söylenmekteyse de bu eser ele geçmiş değildir Ani Hatun bir hattat olarak da ün yapmıştır Hattatlığının şairliğinden üstün olduğu bazı tezkirelerde ifade edilmektedir 1710 yılında ölmüştür

Fıtnat Hanım:

Asıl adı Zübeyde olan Fıtnat Hanım bir şeyhülislâm kızı olup adı bize kadar gelen kadın şairler arasında en dikkat çekicilerden birisidir Aydın ve şairi bol bir çevrede yetişmiş, edebî muhitlere girip çıkmıştır Şiirleri kadar nükteleri ve kendisi ile Koca Ragıp Paşa ve şair Haşmet çevresinde teşekkül eden latifelerle de tanınmıştır Ancak bunların bir kısmı kaba olup, orijinal yazılı kaynaklarda mevcut bulunmadığına bakılırsa uydurmadır Fıtnat Hanım kendisini anlamayan, ruhuna denk düşmeyen, şiirle uğraşmasına bir anlam veremeyen bir zât olan Derviş Mehmet Efendi ile yaptığı evlilikte hiç mutlu olamamıştır Bir Divan teşkil etmişse de şiirlerinde kadın kalbinin samimiyetini bulmak zordur 1780 yılında ölmüştür

Güller kızarır şerm ile ol gonce gülünce,

mısraı ile başlayan şarkısı çok ünlüdür

Leylâ Hanım:

Bir kazasker kızı olan Leylâ Hanım, Keçecizâde İzzet Molla’nın yeğenidir Çocuk denecek yaşta evlendiyse de bir hafta üzerine, daha ilk geceden kabalıklarına tanık olduğu eşinden ayrılmıştır Saray kadınlarıyla yakın ilişkisi olduğu bilinen, iyi eğitimli ve çok kültürlü bir şairdir Hazır cevaplığı ve nüktedanlığı ile de tanınmıştır Leylâ Hanım, Mevlevî tarikatine mensup olup Mihrî Hatun kadar olmasa da kadın duygularını biraz olsun terennüm etmesiyle ve zamanına göre bir kadın için serbest sayılabilecek söyleyişleriyle dikkat çeker Edebî bir çevrede yaşamış ve yazmaktan hiç uzak kalmamış olan Leylâ Hanımın şiir dili açık ve sadedir Bir Divan’ı vardır 1847 yılında ölmüştür

Pür âteşim açdırma sakın ağzımı zinhâr

mısraıyla başlayan

Zâlim beni söyletme derûnumda neler var

nakaratlı şarkısı çok ünlüdür

Şeref Hanım:

Şeref Hanım şairi bol ve kültürlü bir ailenin kızı olarak 1809 yılında İstanbul’da doğmuştur Kadirî ve Mevlevî tarikatlerine mensubiyeti bilinmekte olup, sıkıntılı bir ömür geçirdiği II Mahmud’a ve Valide Sultan’a yazdığı şiirlerden anlaşılmaktadır Geleneksel kalıplar içinde kalan şiirlerinde sade ve düzgün bir anlatım vardır Divan sahibidir 1861 yılında ölmüştür

Sırrî Hanım:

Asıl adı Rahile olup Diyarbakırlıdır 1814 yılında kültürlü bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiştir Divan kültürüyle yetişmiş, bir müddet Bağdad’da yaşadıktan sonra İstanbul’a gelmiş, Kâmil Paşa konağının şiir-edebiyat sohbetlerine katılmış daha sonra Kâmil paşa ile evlenmiştir Kızının ölümü üzerine yazdığı içli bir Mersiye ile tanınan Sırrî Hanımın bir divan oluşturacak kadar şiiri vardır Kadirî olan Sırrî Hanım 1877’de ölmüştür

Âdile Sultan:

Dönemi, kadın şairler bakımından diğer dönemlere nazaran daha zengin bir görüntü veren II Mahmud’un kızı olan Âdile Sultan, 1825 yılında doğmuştur Çağdaşı olan Leylâ ve Fıtnat Hanımlardan daha az başarılı bir şairdir Saray çevresinde iyi bir eğitim almış olmasına rağmen, dil, vezin ve kafiye bakımından çözük bir dili vardır Aruzun yanı sıra hece ölçüsüyle de şiirler yazmıştır Fuzulî, Şeyh Galib ve Muhıbbî (Kanuni Sultan Süleyman) etkisindedir Kızını ve kocasını kaybetmiş, bu acılar şiirini etkilemiştir Nakşıbendî tarikatine girmiş, hikemî şiirler de yazmıştır Kendi Divan’ı basılmamışsa da Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) Divanı’nın basılmasını sağlamıştır 1898 yılında ölmüştür

Nakıye Hanım:

Şeref Hanımın yeğeni olan Hatice Nakıye Hanım 1845 yılında doğmuştur Daha ziyade bir eğitimci olarak tanınır Eğitimli ve kültürlü bir kadın olarak döneminde bir hayli hizmet vermiş, II Abdülhamid tarafından bir Şefkat Nişanı ile ödüllendirilmiştir Türkçe ve Farsça şiirler yazmışsa da şairliği eğitimciliğinin gölgesinde kalmış, dergilerde dağınık halde kalan şiirleri bir araya getirilmemiştir Ancak bunların bir kısmı kardeşi Nebil Bey’in Divan’ının sonunda bir bölüm halinde, bir kısmı da Ahmet Muhtar Bey tarafından yayımlanmıştır Hiç evlenmemiş bulunan Nakıye Hanım 1879 yılında ölmüştür

Münire Hanım:

Bir sadrazam kızı olan Münire Hanım 1825 yılında doğmuş ve iyi bir eğitim almıştır Mevlevî tarikatine mensup olup çoğu tasavvufî şiirler yazmıştır 1903 yılında ölmüştür

Feride Hanım:

Kültürlü bir aileden gelmekte olan Feride Hanım 1837 yılında doğmuştur İlk derslerini, Arapça ve Farsça bilgisini babasından almıştır Hattatlığı da olan Feride Hanım nesih bir Kur’an yazmıştır Önce eşinin, sonra babasının ölümü üzerine içe kapanık bir hayat sürmüş, 1903 yılında ölmüştür

Saniye Hanım:

1836’da Trabzon’da doğan Saniye Hanım şiir zevkini de aldığı babası tarafından eğitilmiştir Divan tarzı kadar halk tarzında da şiirler yazmış, aruz kadar hece ölçüsünü de kullanmıştır Bir Divan teşkil edecek hacimde şiiri olduğu halde bunları tertip etmemiş olan Saniye Hanımın birçok şiiri de bir yangında yok olmuştur Evliliği sebebiyle bir süre Rize’de yaşayan Saniye Hanım 1905 yılında Trabzon’da ölmüştür

Fıtnat Hanım (Trabzonlu, Hazinedarzâde):

Tanzimat yıllarında yaşadığı halde geleneksel çizgide şiirler yazan ve kendisinden yaklaşık 1,5 asır evvel yaşamış adaşı Zübeyde Fıtnat’la karıştırılmaması için imzasını "Yeni Fıtnat” olarak atan Hazinedarzâde Fıtnat Hanım 1842 yılında Trabzon’da doğmuştur Dönemin Trabzon valisi Hazinedarzâde Abdullah Paşa’nın kızıdır

Dört yaşında iken ailesiyle birlikte İstanbul’a gelen Fıtnat Hanımın eğitimine ailesi tarafından önem verilmiş, çok iyi derecede Farsça öğrenmesi ve tahsiline evliliğinden sonra da devam etmesi sağlanmıştır Ancak şiir ve edebiyatla uğraşmasından hoşlanmayan bir adamla yaptığı ilk evliliğinde mutlu olamadığı, kaynaklarda adı geçmeyen ilk eşinin, uzun ve güzel olduğu için Fıtnat Hanımın kirpiklerini kestirmeye kaykıştığı bilinmektedir Kocasının şiir ve edebiyatı men etmesi üzerine hattatlığa yönelen Fıtnat Hanım devrinde, bir güzellik şöhretine de sahiptir Ahmed Midhat Efendi’nin kuzeni olduğu söylenen Fıtnat Hanım, Hakkı Tarık Us’un derleyerek yayımladığı mektuplara bakılırsa "Hâce-i evvel” ile bir muaşaka da yaşamıştır Tertip edilmiş fakat basılmamış bir Divan’ı vardır Divan geleneği içinde eser veren kadın şairlerin en önemlilerinden olup çağdaşı Leylâ (Saz) Hanımla birlikte Tanzimat döneminde dergilerde açık imzası görünen ilk kadın şairlerden biridir 1911 yılında İstanbul’da ölmüştür

Leylâ Hanım (Saz):

1845 yılında İstanbul’da doğan Leylâ Hanım hekimbaşı İsmail Paşa’nın kızıdır Babasının görevi münasebetiyle çocukluk çağında yedi yıl kadar sarayda bulunmuş, bunun neticesinde iyi bir eğitim almıştır Şairliğinin yanı sıra bestekârlığı ile de tanınan Leylâ Hanım, Fıtnat Hanımla birlikte dergilerde açık imzasını gördüğümüz ilk kadın şairlerdendir Ancak onun da şiirinde yenilik çeşnisi yoktur Divan geleneğinin bir izleyicisi olarak yazdığı şiirlerini Solmuş Çiçekler adı altında kitaplaştırmıştır Leylâ Hanım saray çevresini ve âdetlerini anlatan anılarıyla da ünlüdür Ancak ilki bir yangında yok olan anılarını ikici kez yazmak zorunda kalmış, bunlar 1920 yılında Vakit gazetesinde yayımlandığı zaman çok ilgi çekmiş, Fransızca olarak da kitap haline getirilmiştir Leylâ Hanım 1936 yılında ölmüştür

Mahşah Hanım:

1864 yılında Trabzon’da doğan Mahşah Hanım özel hocalardan iyi bir eğitim alarak yetişmiştir Aruz ile Divan tarzında yazdığı şiirlerin yanı sıra, mensubu bulunduğu Nakşî, Kadirî ve Mevlevî tarikatlerinin etkisi altında hece ölçüsüyle tasavvufî şiirler de kaleme almıştır Musıki ile de uğraşan Mahşah Hanımın güftesi ve bestesi kendisine ait şarkıları vardır Mün’im Şah yahut Zafer adlı bir tiyatro oyunu da bulunan Mahşah Hanım 1933’de İstanbul’da ölmüştür

Buraya kadar saydığımız isimlerin dışında, daha az tanınmakla birlikte, Hatice İffet, Hasibe Maide, Feride, Habibe, Şerife Ziba, Fatma Kâmile gibi şairler de XIX asır içinde Divan geleneğini sürdürerek şiir yazmaya devam etmektedirler

Nigâr Hanım:

Tanzimat döneminde yaşamış olmakla birlikte şiirlerinde yenileşmenin etkisini taşımayan Leylâ ve Fıtnat Hanım gibi kadın şairlerden sonra yeniliğin ilk temsilcisi olarak Nigâr Hanımdan söz etmek gerekir 1862 yılında İstanbul’da doğan Nigâr Hanım, Macar Osman Paşanın kızıdır Örtünme çağına kadar mahalle mektebinde ve bir Rum okulunda okumuş, sonra özel hocalardan ders alarak, Doğu ve Batı bilgilerini içeren kuvvetli bir eğitim görmüştür Çok iyi derecede piyano çalan, sekiz lisan bilen Nigâr Hanım bir mühtedi olan babasının ikliminde Batılı bir sanat zevki ve yaşam çeşnisine açık olarak yetişmiştir Erken yaşta evlenmiş, fakat mutlu olamayarak eşinden ayrılmıştır İlk zamanlar geleneksel çizgide değerlendirilebilirse de, önceleri Ekrem’in sonraları Servet-i Fünuncuların etkisi altında ve Fransız edebiyatını orijinalinden takip edebilmiş olmasının da avantajıyla, yenilik özelliği taşıyan şiirler vermeye başlamıştır

Nigâr Hanım, döneminde sosyal hayattaki değişimin kadın ölçeğindeki en önemli temsilcisidir Sadece şiiri değil; giyim-kuşamı, konuşması, davranışları, tesis ettiği edebî salonu ile de etik ve estetik bir mitin sahibesidir Şiirleri ve yaşantısıyla kadın şairler üzerinde etkili olmuş, onlara yazma ve yazdıklarını yayımlama cesareti vermiştir Dahası, kadınlar kadar erkek şairler üzerinde de etki yaratmış, hissî bir edebiyatın sirayetine katkıda bulunmuştur II Abdülhamid tarafından bir Şefkat Nişanı ile ödüllendirilen Nigâr Hanım bir dönem Hanımlara Mahsus Gazete’nin baş yazarıdırFerdiyetçi bir muhteva taşıyan şiirinde Balkan Harbi ve I Cihan Harbinden sonra milli duyguların ağırlık kazandığı fark edilir Dil ve vezin bakımından zaman zaman çözük, fakat hakim vasfı samimiyeti olan bir şiiri vardır

Sağlığında Efsus (I-I; 1887, 1890), Nîran (1896), Aks-i Sedâ (1899), Safahât-ı Kalb (1901), Elhân-ı Vatan (1916) adlı eserleri yayımlanan Nigâr Hanımın ölümünden sonra Tesir-i Aşk (1978) adlı tiyatro eseri basılmış olup döneminde oynanan (1912) fakat basılmayan Gırive adlı bir oyunu da mevcuttur Yirmi cilt kadar olduğu bilinen günlüklerinin on üçü Aşiyan müzesinde muhafaza edilmektedir Bu muazzam eser bizde Batı tarzında günlük edebiyatının da ilk örneğidir Yaşantısı, eserleri, hissedişi ile ilklere imzasını atan fakat birinci sınıf bir şair olamayan Nigâr Hanım Meşrutiyet sonrasında değişen edebî beğeniye ayak uyduramayarak geri planda kalmış, 1918 yılında İstanbul’da ölmüştür

Nigâr Hanıma gelinceye kadar kadın şairlerde az veya çok ölçüde fakat daima hissedilen erkek söylemi Nigâr Hanım ile etkisini kaybetmiştir O, samimi kadın duygularını terennüm eden ilk şairimizdir Türk "kadın” şiirinin Nigâr Hanımla başladığından söz etmek abartı değildir

Makbule Leman:

Yenileşme döneminin Nigâr Hanımla birlikte burç isimlerinden biri olan Makbule Leman 1865 yılında İstanbul’da doğmuştur V Murad sarayında Kahvecibaşı İbrahim Efendinin kızıdır Bir görüşe göre Rüşdiyede okumuş, sonra özel dersler alarak yetişmiştir Bir dönem Hanımlara Mahsus Gazete’nin baş yazarı olan Makbule Leman, II Abdülhamid tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirilmiştir Ömrünün son on dört yılını tedavisi imkânsız bir hastalığın esiri olarak yatakta geçirmiştir Kısacık ömrüne şiirlerinin yanı sıra denemeler, hikâyeler de sığdıran Makbule Leman’ın sağlığında yayımlanan şiirlerinin sayısı on ikidir Bunlar tür ayrımına gidilmeksizin Makes-i Hayal (1896) adıyla bir araya getirilmiş, ölümünden (1898) sonra bu eser, eşi tarafından, Makbule Leman hakkında yazılanlarla bir arada ikinci kez bastırılmıştır

Abdülhak Mihrünnisa:

Abdülhak Hamid Tarhan’ın en küçük kardeşi olan Abdülhak Mihrünnisa 1864 yılında İstanbul’da doğmuştur Evlilik hayatında mutlu olamayarak boşanmıştır Dağınık halde çeşitli dergilerde ve mecmualarda kalan şiirlerinde kuvvetle ağabeyi Hamid etkisinde kaldığı görülmektedir 1943 yılında ölmüştür

Meşrutiyet Yılları

II Meşrutiyete takaddüm eden yıllarda şöhretinin zirvesinde bulunan Nigâr Hanım, Fatma Aliye ve Emine Semiye gibi öncü kadınlar Meşrutiyetin getirdiği yeni hayatın ve değişen edebî beğeninin gereklerine ayak uydurmakta güçlük çekerler ve unutuluşun kucağına zirveden düşerler Bununla birlikte Meşrutiyet döneminde şiir ve nesir sahasında eser verecek kadın ediplerimiz, arkalarında kısık sesli ve az sayıda da olsa hemcinsleri tarafından açılmış bir yol bulurlar Meşrutiyet dönemi aydınının üzerinde fikir birliği ettiği alanlardan birisi de "kadın” meselesidir İslâmcılık, Türkçülük, Batıcılık, Osmanlıcılık başta olmak üzere dönemin belli başlı fikir akımları programlarında mutlaka "kadın” meselesine yer verirler Çözüm önerileri ve programlar az ya da çok farklılık gösterse de ortada "kadına dair” bir problem ve "kadının durumunun iyileştirilmesi” gibi bir gereklilik olduğu Meşrutiyet aydını tarafından tartışmasız olarak kabul görmektedir İyileştirme çarelerinin eğitimle iç içe durduğunun fark edilmesi (hem kadının hem erkeğin eğitimiyle) neticesinde, Meşrutiyet döneminde kadının eğitim seviyesinde önceki yıllara göre nisbî de olsa bir iyileşme fark edilir Kadın mecmualarının sayısı gibi eli kalem tutan kadın sayısında da ani bir artış fark edilir Meşrutiyetten Cumhuriyete kadar olan dönem, kendini ifade hususunda imkânları daha elverişli, lügatini nisbeten sadeleştirmiş, hece ölçüsü ve toplumsal gerçeklerle tanışık, Divan edebiyatı etkisinden uzaklaşmış bir kadın şair tipiyle karşılaşmamıza imkân hazırlamışsa da, bu şairin olgunluk noktasını yakaladığından söz etmek henüz mümkün değildir

İhsan Raif:

1877 yılında Beyrut’ta doğan İhsan Raif bir mutasarrıf kızıdır Babasının görevi nedeniyle pek çok yer görmek imkânını bulmuş fakat aynı nedenden dolayı düzenli bir eğitim alamamış, daha ziyade özel hocalar elinde yetiştirilmiştir Meşrutiyet devrinde parlayan en önemli kadın şairlerden birisi ve hece ölçüsüyle yazan ilk kadın şairdir O da Nigâr Hanım gibi edebî salon tesis etmiş, şiiri zaman içinde toplumsal bir muhteva kazanmıştır Sade bir dili, yalın bir anlatımı vardır 1926 yılında Paris’te ölmüştür

Yaşar Nezihe:

1880 yılında İstanbul’da doğan Yaşar Nezihe yoksul bir ailenin çocuğudur Annesinin ölümünden sonra baş başa kaldığı babası okuması yazması olmayan bir müstahdem olup, kızının okumasına ortam sağlayamamıştır Yoksulluğu ve eğitimsizliği ile, sosyal statüsü ve yaşam standardı yüksek ailelere mensup diğer kadın şairlerden ayrılan Yaşar Nezihe kendi kendisini yetiştirmiştir Yoksulluk ve sıkıntılar ömrü boyunca arkasını bırakmamış, yaptığı üç evlilikte de mutlu olamamış, geçimini sağlamak için evde ve dışarıda çeşitli işlerde çalışmak zorunda kalmıştır Edebiyat, sıkıntılı hayatının yegâne saadetidir Şiirlerini Bir Deste Menekşe (1915) ve Feryatlarım (1924) adlarıyla kitaplaştıran Yaşar Nezihe’nin yaşantısına âyinedarlık eden karamsar bir şiiri vardır Batı etkisi taşıyan şiiri yer yer toplumsal ve siyasî değiniler de taşır Güçlü ve dirayetli bir mizaca sahip olan Yaşar Nezihe (Bükülmez soyadını almıştır), 1935 yılında İstanbul’da ölmüştür

Şükûfe Nihal:

1896’da İstanbul’da doğan Şükûfe Nihal, özel hocalardan eğitim almış, Edebiyat fakültesini bitirmiştir Başlangıçta Tevfik Fikret’in etkisinde aruz ölçüsüyle şiirler yazarken zaman içinde Milli edebiyat akımının ilkelerine uygun olarak hece ölçüsünü kullanmaya başlamıştır Aruzla yazdığı şiirleri Yıldızlar ve Gölgeler

(1919) adı altında kitaplaştırmıştır 1928 öncesinde heceyle yazdıkları ise Hazan Rüzgârları (1927) adlı kitabında bir araya getirilmiştir Hikâye ve roman sahasında da isim yapmış olan Şükûfe Nihal, edebî kimliğinin yanı sıra yaşantısı ve faaliyetleri ile de dikkat çeker Fatih mitinginde etkileyici bir konuşma yapmış, Türk Kadınlar Birliği’nin kurucuları arasında yer almıştır 1973’de ölmüştür

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.