Atatürk Ve Tiyatro |
10-10-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Atatürk Ve TiyatroAtatürk ve Tiyatro Atatürk'ün Tiyatroya verdiği Önem Atatürk Dönemi Tiyatro ve Opera Çalışmalarında Türk Halk Kültüründen Nasıl Yararlanıldı? Yüce Atatürk, Cumhuriyet dönemi müzik çalışmalarında nasıl ki, halk ezgilerinin derlenerek, en son müzik kurallarına göre işlenip "yeni Türk müziğinin" yaratılmasını hedef göstermişse tiyatro ve opera alanında da Türk tarihinden, mitolojisinden, halk kültüründen yararlanılmasını istemiştir Atatürk, çok okuyan, okuduğundan milleti için yararlı sonuçlar çıkaran bir cumhurbaşkanıydı Dünya tiyatro ve opera tarihinin önemli eserlerinde, antik Yunan tiyatrosunda ve W Shakespeare'in eserlerinde mitolojinin, destan ve efsanelerin bol bol kullanıldığını, bu sayede görkemli eserler yaratıldığını çok iyi biliyordu Diğer taraftan, önünde Tanzimat, Meşrutiyet dönemi tiyatrosuyla Dârû'l Bedâyi'nin tiyatro, operet mirası duruyordu Ziya Gökalp gibi, iyi bir kültür kuramcısını tanıma fırsatını bulmuştu Avrupa'yı da kısmen gezmişti Ülkemizde tiyatroda halk kültüründen yararlanma düşüncesinin uygulamalarına bilinçsiz bir şekilde Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde başlanmıştır Şinasi, Şair Evlenmesi'nde (1859); halk diline yaklaşmaya çalışmış, bu amaçla bol bol atasözü ve deyim kullanmıştır 1868 Nisan'ında İstanbul Gedikpaşa Tiyatrosu'nda ilk düzenli temsiller verilmeye başlandığında; Güllü Agop, tiyatroya seyirci çekebilmek için Leylâ ile Mecnun hikâyesine el atmış, bu hikâyeyi, Dinibütün Mustafa Efendi'ye oyunlaştırmıştır Recaizâde Mahmut Ekrem'in 1874 yılında yazdığı Çok Bilen Çok Yanılır oyunu 1001 Gece Masalları'ndan uyarlamadır Meşrutiyet dönemi oyun yazarlarından, mitolojiye değer verip oyunlarında en çok kullananı Abdülhak Hamit Tarhan olmuştur Tar-han'ın konusunu mitolojiden, efsane ve masallardan, tarihî olaylardan alan oyunları şunlardır: Nesteren (1877), Eşber (1880), Zeynep (1908), Garam (1912), İlhan (1913), Turhan (1916), İbn-i Musa (1917), Hakan (1935) 1874'te yazdığı Sabr ü Sebat oyununda ise 73 atasözü ve 36 deyim kullanmıştır Feraizcizâde Mehmet Şakir Evhamî (1885-86) oyununda gölge ve orta oyunu tiplerinden yararlanmıştır Musahip-zâde Celâl ise oyunlarında Türk Halk Edebiyah'ndan, halk tiyatrosundan, gelenek ve göreneklerimizden bilinçli bir şekilde yararlanmasını bilmiştir İstanbul Efendisi (1913-14) ve Kaşıkçılar (1920) oyunlarında bu özelliği açıkça görülmektedir 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilân edildikten sonra, her alanda olduğu gibi güzel sanatlar alanında da çalışmalar bir disipline bağlandı Osmanlı'dan, intikal eden Darü'l Elhan, Darü'l Bedâyi, Muzıka-i Hümayun ve Sanayi-i Nefise Mekteb-i Ali'si yeniden yapılandırıldı, adları değiştirildi Halk müziği derlemelerine başlandı (1925) Ankara'da Musiki Muallim Mektebi (1924) ve Ankara Devlet Konservatu-varı (1936) açılarak Batı Müziği eğitimine ağırlık verildi Müzik, opera, bale, tiyatro dallarında ihtiyaç duyulan sanatçıların yetiştirilmesine başlandı Atatürk döneminde profesyonel tiyatro çalışmalarının merkezi Dürü'l Bedâyi idi Ayrıca özel tiyatro grupları da vardı Osmanlı'dan intikal eden bu kuruluşun başına 1927 yılında Muhsin Ertuğrul getirildi ve büyük gelişme kaydedildi Kadın oyuncuların sayısı artırıldı Oyun dağarcığı geliştirildi Bilindiği gibi, Afife Jale'den sonra Atatürk'ün isteğiyle Bedia Muvahhit de ilk kez İzmir'de sahneye çıkmış (Temmuz 1923), filmlerde rol almıştı 25 Haziran 1927 gün ve 1167 sayılı kanun çıkarılarak eğitim amaçlı temsillerden ve konserlerden tüketim vergisi alınmaması sağlandı 19 Kasım 1930 tarihinde Darü'l Be-dâyi'ye bağlı bir Tiyatro Meslek okulu açılarak yeni sanatçılar yetiştirilmeye başlandı 1931 yılında Darü'l Bedâyi'nin adı İstanbul Şehir Tiyatroları olarak değiştirildi" Atatürk döneminde amatör tiyatro çalışmalarının merkezi ise önceleri Türk Ocakları, 1932 yazından itibaren de Halkevleri'ydi Halkevleri'ndeki dokuz şubeden biri "Temsil Şubesi"ydi Temsil-tiyatro şubesinde birden fazla tiyatro grubu bulunabiliyordu Halkevleri Çalışma Talimatnamesi'ne göre", şubelerde oynanacak temsillerin CHP yönetimince seçilmiş olması, kadın rollerinin erkeklerce oynanmaması şart koşulmuştu, Talimatnamenin 48 maddesinde, Karagöz ve kukla sanatlarımıza da çalışmalarda yer verileceği belirtilmişti İstanbul Şehir Tiyatrolarının 1930 yılında açtığı Tiyatro Meslek Okulu başarılı olamadı 1936 yılında Ankara'da Paul Hindemith'in yönetiminde bir Devlet Konservatuvarı kuruldu Tiyatro bölümünün başına Prof Carl Ebert getirildi Üç kız (Melek Ökte-Gün, Muazzez Lutas-Kurdaoğlu, Nermin Sarova) ve beş erkek öğrenciyle (Ertuğrul İlgin, Esat Tolga, Mahir Canova, Nüzhet Şenbay, Salih Canar) öğretime başladı" Konservatuvarın şan ve bale bölümlerinden opera ve bale, müzik bölümlerinden de orkestra sanatçıları yetişmeye başladı Konservatuvar sanatçıları yetişinceye kadar, Ankara'da temsillerde Müzik Öğretmen Okulu, Gazi Eğitim Enstitüsü, Kız Lisesi, İsmet Paşa Kız Enstitüsü öğretmen ve öğrencilerinden yararlanıldı Tiyatro, opera, bale sanatlarının alt yapısı oluşturulurken, yeni oyun ve operalar yazılması, bestelenmesi konusu gündeme geldi Atatürk, Cumhuriyet dönemi güzel sanatlar çalışmalarının kaynağını Türk tarihinin, Türk halk kültürünün ve Cumhuriyet'in getirdiği yeni değerlerin oluşturmasını istiyordu Bu amaçla, bazı oyunların konularını bizzat kendisi vermiş, bu oyunların metinlerini bir dramaturg gibi inceleyip düzeltmiş, ilk temsillerinde de hazır bulunmuştur Atatürk, tarih konusuna eğildiği zaman Faruk Nafiz Çamlıbel'e Akın-Öz-yurt-Kahraman üçlemesini yazdırmış, Akın oyununun yazılışını denetlemiş, sonunu değiştirmiştir" Behçet Kemal'in Çoban oyununun temsilinden (3 Nisan 1932) sonra da; "Tiyatro bir memleketin kültür seviyesinin aynasıdır" demiştir Atatürk, Münir Hayri Egeli'nin 1932 yılında yazdığı Bayönder, Bir Ülkü Yolu ve Taş Bebek oyunlarının metinlerini de bir damaturg gibi incelemiş, üzerinde önemli düzeltmeler yapmıştır" Ata, Abdülhak Hamit Tarhan'ın Hakan (1935) oyununu da okumuş bazı satırların altını çizmiştir Bu oyunlardan Bayönder'i Necil Kâzım Akses'e, Taş Bebek'i Ahmet Adnan Saygun'a vererek opera olarak bestelemelerini istemiştir Atatürk, ayrıca Öz Soy operasının librettosu İçin Münir Hayri Egeli'yi görevlendirmiş ve operanın konusunu bizzat kendisi vermiştir Türk ve İran mitolojilerini birleştiren, Türk-İran dostluğunu, kardeşliğini vurgulayan bu opera, Ahmet Adnan Saygun tarafından bestelenmiş ve İran Şahı Rıza Pehlevi'nin Ankara'yı ziyareti sırasında Haziran 1934 tarihinde Ankara Halkevi'nde sahneye konulmuştur |
|