10-09-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Felsefe Sözcüğünün Anlamı, Doğuşu Ve Ortaçağda Felsefe...
Felsefe Sözcüğünün Anlamı
Felsefe sözcüğü ilk kez Antik Ege'de Samos'lu matematikçi düşünür, Pythagoras (Pisagor İ Ö 6 yy) tarafından kullanılmıştır Pythagoras; dost ve bilgi anlamlarındaki filos ve sofia sözcüklerini yan yana getirerek kendisini ifade etmiştir Çünkü ona göre eksiksiz bilgelik (sofia-sophia) ancak tanrılara yakışır İnsan ise sofia'nın yalnızca dostu olabilir Yani felsefe bilginin dostu anlamı taşımaktadır
İ Ö 4 yüzyılda Atina'lı düşünür Platon bilgiyi doxa ve sofia olarak ikiye ayırdıktan sonra; bu bilgilerin ardına düşen farklı iki anlayışta insan tanımı yapar Bu dünyanın aldatıcı bilgileri peşinde koşan filodox ve gerçek bilgiyi arayan filozof 
Platon'un bu tanımı yaygın kabul görür Ortaçağa, öğrencisi Aristoteles ile birlikte damgasını vuran Platon'un görüşleri; İslam kültüründe de en az batıdaki kadar etkilidir Hatta Platon o kadar kabul görür ki; adı Eflatun'a bile çıkar Sufi, sofu ve feylesof sözcükleri Filosofia sözcüğüne karşılık gelmektedir
Bu sözcükler, İslamiyet'in kabulünden sonra Türkçe'ye de girerek günümüzde kullandığımız biçimi almıştır Platon'un adı dilimizde çoğu zaman Eflatun olarak kullanılır
Felsefenin Doğuşu
İnsan, bugünkü biyolojik yapısına, ellibin yıl önce, iki milyon yıl süren bir evrim sürecinin sonucunda ulaşmıştır O günden bu yana yaşamış olduğumuz süreç toplumsal değişim sürecidir Bunun ilk bölümünde önemli bir değişim de yoktur Bugüne gelindikçe değişim giderek hızlanır Günümüzde ise toplumsal değişim baş döndürücü bir hal almıştır
İnsan, ilk dönemde tıpkı diğer hayvanlar gibi, doğada hazır bulduklarını toplayarak ya da avlanarak yaşamını sürdürür Ama insan, hayvanlardan farklı olarak, bunu yaparken alet yapar ve yaptığı aletleri kullanır Bu özelliği sayesinde doğaya her gün biraz daha fazla egemen olurken; kendisini de her defasında yeniden yaratmıştır
İlkel Kominal dönemde yaptığı aletlerle doğayı hızla tüketen insan, her defasında yeni bir doğal bölgeye göç ederek yaşamını sürdürmeye çalışmıştır Ancak bu süreç zaman içinde doğanın yeniden üretilmesi ile sonuçlanmıştır İnsan, artık, doğayı doğrudan tüketmenin yanı sıra, doğayı sayısal olarak üreterek yeni bir yaşam biçimi oluşturmuştur Doğanın sayısal olarak üretilmesi iki farklı alanda uzmanlaşmış farklı iki toplum yaratmıştır Bu toplumlardan ilki, bitki tarımı yapan ve bu nedenle de toprağa bağlı yaşayan köyler, yani uygar toplumlardır İkincisi, hayvanları evcilleştirip üreterek yaşamını sürdüren, topraktan belli ölçüde bağımsız göçer barbar toplumlardır
İlkel Kominal dönemde toplumların üretim ve tüketim etkinlikleri ve bunun sonucu oluşturdukları kültür de birbirine çok benzemektedir Oysa doğanın sayısal olarak üretilmesindeki iki farklı etkinlik birbirine benzemeyen iki ayrı toplum biçimi yaratmıştır
Toplumlar arasındaki; doğal kaynakların, toprakların veya ürünlerin paylaşılması konusunda çıkan anlaşmazlıkların güç kullanılarak çözümlenmesinde; barbarlar genellikle uygarlardan daha kazançlı çıkmışlardır Bu nedenledir ki barbar sözcüğü kaba kuvvetle eş anlamda kullanılagelmiştir
İki farklı kültür, günümüzden 5000 yıl önce, Mezopotamya'da ortak bir üretim süreci oluşturmuşlardır Hayvan gücü kullanılarak yapılan tarım, başka bir deyişle karasaban devrimi, insanın tükettiğinden fazla üretmesine neden olmuştur Bu durum toplumun yeniden organizasyonu ile sonuçlanmış ve devlet kurumu doğmuştur
Devletle birlikte toplumsal düzeni sağlayan yaygın yaptırım güçleri; gelenek, örf, adet ve töre, yerini, devletin koyduğu daha net ve kesin yaptırım gücü olan hukuka bırakmıştır Hukuk; devletin toplumsal düzeni belirleyerek denetlediği, yazılı kurallar sistemidir Yani artık insan yazmaktadır İnsanın ilk yazılarında yalnızca yasalar değil aynı zamanda mitolojik öyküleri de vardır Bu dönemin yazılarının en genel özelliği imzasız yani anonim olmalarıdır
Bu dönemde doğa olayları ve gök cisimleri sıkı bir gözlemle bilinebilir hale gelmiştir Ancak bu tür bilgiler rahipler sınıfının dışına hiçbir şekilde sızdırılmamıştır
İ Ö 1000 yıllarında, bu kez Ege, ulaşmış olduğu gelişmişlik düzeyi ile insanlık için yeni bir kilometre taşı oluşturmuştur Gelişen tarımsal üretim pazarı büyütürken, yeni bir değişim aracının doğmasına neden olmuştur: para Para, bir yandan değişimi kolaylaştırırken, diğer yandan da zenginliğin yaygınlaşmasını sağlamıştır Bu sayede Ege kentlerinde yeni varlıklı sınıfın doğmuştur
Bu varlıklı sınıf, ekonomik güçlerini toplumsal yönetime ortak olma doğrultusunda kullanarak, tarihte ilk kez daha yaygın bir egemenliğin yaşanmasına, yani sınıfsal özellik de taşısa ilk demokrasinin doğmasına neden olmuştur
Demokrasi yetişmiş insana gereksinim duyduğundan, bu dönemde bilgi değer kazanarak yaygınlaşmıştır Bilim ruhban sınıfın tekelinden kurtulmuş ve yaygınlaşmıştır Örgütlü olmasa da eğitim yaygınlaşarak; akıl dogmaların yerini almaya başlamıştır Çok tanrılı dinlerin de etkisi ile dini bir hoş görü yaygınlaşmıştır
İ Ö 8 yüzyıla gelindiğinde, yazı gelişerek bireyselleşmiş, hukuk ve mitlerin dışında bireysel duygular ve bilim, yazının konuları içine girmiştir Hatta ilk kez kişisel hukuk denemeleri ve krallığın dayattığının ötesinde tarih yazılmıştır
İ Ö 6 yüzyıldaysa Miletli Thales (Tales) insan aklını binlerce yıldır kurcalayan "Evren nedir?" sorusuna ilk kez dinlerin dışında bir yanıt aramıştır İşte bu felsefenin başlangıcıdır Bu başlangıçta:
|
|
|