Ergenekon, Türk Destanının Adıdır…
Ergenekon destanı, Göktürklerin türeyişini anlatan bir Türk destanıdır
Genel olarak, düşman tarafından hile ile yenilgiye uğratılan Türklerin, Ergenekon Ovası’nda yeniden türeyip tekrar eski yurtlarına dönerek düşmanlarıyla çarpışmalarını anlatır
Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar

Türkler, “Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar” deyip artlarına düştüler

Düşman, Türkler’i görünce birden döndü

Vuruşma başladı

Türkler yenildi

Düşman, Türkleri öldüre öldüre çadırlarına geldi

Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı

Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler
O çağda Türklerin başında İl Kağan vardı

İl Kağan’ın da birçok oğlu vardı

Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü

Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti

İl Kagan’ın bir de Tokuz Oguz (Dokuz Oğuz) adlı b
ir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı

Kayı ile Tokuz Oğuz tutsak olmuşlardı

On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar

Türk yurduna döndüler

Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular

Oturup düşündüler: “Dört bir yan düşman dolu

Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım

’” Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler”
Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar

Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu
Türklerin vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı

Böyle bir yeri görünce, ulu Allah’a şükrettiler

Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler

Derisini giydiler

Bu ülkeye Ergenekon dediler
Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oguz’un birçok çocukları oldu

Kayı’nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oguz’un daha az oldu

Kayı’dan olma çocuklara Kayat dediler

Tokuz’dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken

Yıllar yılı bu iki y
iğidin çocukları Ergenekon’da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar

Aradan dört yüz yıl geçti
Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon’a sığamaz oldular

Çare bulmak için kurultay topladılar

Dediler ki: “Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış

Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş

Dağların arasını araştırıp yol bulalım

Göçüp Ergenekon’dan çıkalım

Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım

”
Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon’dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar

O zaman bir demirci dedi ki: “Bu dağda bir demir madeni var

Yalın kat demire benzer

Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir

” Gidip demir madenini gördüler

Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler

Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular

Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular

Odun kömürü ateşleyip körüklediler

Allah’ın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi

Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu
Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen

Bozkurt geldi, Türk’ün önünde dikildi, durdu

Herkes anladı ki yolu o gösterecek

Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti

Ve Türkler, Bozkurt’un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon’dan çıktılar
Türkler o günü, o saati iyi bellediler

Bu kutsal gün, Türklerin bayramı oldu

Her yıl o gün büyük törenler yapılır

B
ir parça demir ateşte kızdırılır

Bu demiri önce Türk kaganı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver

Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar
Ergenekon’dan çıktıklarında Türklerin kağanı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi

Börteçine bütün illere elçiler gönderdi; Türklerin Ergenekon’dan çıktıklarını bildirdi

Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türklerin buyruğu altına girdi

……


Moğol ilinde Oğuz Han soyundan il Han’ın hükümdarlığı sırasında Tatarların hükümdarı Sevinç Han Moğol ülkesine savaş açtı

ilhan’ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak yendi

ilhanın ülkesindeki herkesi öldürdüler

Yalnız il Han’ınn küçük oğlu Kıyan ve eşi ile yeğeni Nüküz ile eşi kaçıp kurtulmayı başardılar

Düşmanın, onları bulamayacağı bir yere gitmeğe karar verdiler
Yabanî koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağıda dar bir geçite vardılar

Bu geçitten geçerek içinde akar sular,pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyva ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince Tanrıya şükrettiler ve burada kalmağa karar verdiler

Dağın doruğu olan bu yere dağ kemeri anlamında “Ergene” kelimesiyle “dik” anlamındaki “Kon” kelimesini birleştirerek “Ergenekon” adını verdiler

Kıyan ve Nüküz’ün oğulları çoğaldı

Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki Ergenekon’a sığamadılar

Atalarının buraya geldiği geçitin yeri unutulmuştu

Ergenekon’un çevresindeki dağlarda geçit aradılar
Bir demirci, dağın demir kısmı eritirlerse yol açılabileceğini söyledi

Demirin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdiler ve ateşi yaktılar

Yetmiş yere koydukları yetmiş körükle hep birden körüklediler

Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı

İlhan’ın soyundan gelen Türkler yeniden güçlenmiş olarak eski yurtlarına döndüler, atalarının intikamını aldılar
Egenekondan çıktıkları gün olan 21 martta her yıl bayram yaptılar

Bu bayramda bir demir parçasını kızdırırlar, demir kıpkırmızı olunca önce Hakan daha sonra beyler demiri örsün üstüne koyarak döğerler

Bugün hem yeniden özgür hem de bahar bayramı olarak hala kutlanmaktadır

Uygur Destanları Uygurlara âit Türeyiş ve Göç isimli iki destan parçası tesbit edilmiştir

Türeyiş parçası Çin kaynaklarından Göç ise hem Çin hem İran kaynaklarında bulunmaktadır

……
Ergenekon Destanı, Büyük Türk Destanı’nın bir parçasıdır

Kök-Türkler çağını konu alır

Ergenekon Destanı’nın, Türk destanlarının içinde ayrı ve seçkin bir yeri olup, en büyük Türk destanlarından biridir

Ergenekon Destanı’nın, Türk toplum yaşamında yüzyıllarca etkisi olduğu gibi, bugün bile Anadolu’nun dağlık köylerinde, birtakım gelenek ve göreneklerde etkisi görülmektedir
Ergenekon Destanı, Bozkurt Destanı’nın ana çizgileri üzerine kurulmuş olup, bu destanın serbestçe genişletilmiş biçimidir diyebiliriz

Daha doğrusu Bozkurt Destanı ile kaynağını belirleyen Türk soyu, Ergenekon Destanı ile de gelişip güçlenmesini, yayılış ve büyüyüş dönemlerini anlatmıştır
Çin tarihlerinin de yazmış olduğu Bozkurt Destanı’nın bittiği yerde, Ergenekon Destanı başlar

Bozkurt Efsanesi’nin devamı, Ergenekon Destanı’dır

Ergenekon Destanı, Cengiz Han çağında moğollaştırılmıştır

Ancak bu efsanenin kökleri ve ana motifleri, açıkça Kök Türkler ile ilgilidir
Kök Türk Devleti, MS 6

yy

dan itibaren bir cihan imparatorluğu olmuş ve 200 yıl yaşamıştır

Böyle büyük ve güçlü bir devletin, ilkel Moğollar’dan bir efsane alıp kökenlerini ona dayandırması mümkün değildir

Ayrıca, Ergenekon Destanı’nın ana motiflerinden biri, Demirci’dir

Destanda demirci, dağda demir madeni bulur ve Türkler bu demir madenini eriterek Bozkurt’un önderliğinde Ergenekon’dan çıkarlar

Unutmamak gerekir ki, Göktürkler’in ataları da demirci idiler

Onlar en iyi çelikleri işler, başka devletlere silah olarak satarlardı

Göktürkler’in ataları, demir cevherleriyle dolu dağların eteklerinde türemişler, demirleri eriterek yeryüzüne çıkmışlardı

Sonradan kendilerinin de demirci olmaları bundan ileri gelmektedir
Göktürkler’in temel toprakları olan Altay ve Sayan dağları, zengin demir madenlerinin bulunduğu bir yerdi

Burada çıkan demirin yüksek cevherli olması ve Türkler tarafından mükemmel bir biçimde işlenmesi, çağın Türk savaş endüstrisinin en önemli özelliği idi

Göktürkler çağında Türkler’in işlettikleri demir ocakları ve dökümevleri bulunmuştur

Göktürkler demirden ürettikleri kılıç, kargı, bıçak gibi savaş araçlarının yanında yine demirden saban, kürek, orak gibi tarım araçlarını yapmakta da usta idiler

Oysa, Göktürklerden tam beş yüzyıl sonra, yine Türklerle birlikte olmak üzere bir devlet kuran Moğollar, demirciliği bilmezlerdi
Cengiz Han zamanında Moğollar’a elçi olarak gönderilen Çin’deki Sung sülalesinin generali Men Hung, yazmış olduğu ”Meng-Ta Pei-lu” adlı ünlü seyahatnamesinde, Moğollar’ın Cengiz Han’dan önce maden işlemeyi bilmediklerini, ok uçlarını bile kemikten yaptıklarını, Moğollar’a demir silahların Uygur Türkleri’nden geldiğini anlatmaktadır

Zaten Moğollar, demirciliği Uygur Türkleri’nden öğrenmişlerdir

Aslında demircilik, o çağın Moğol düşüncesine göre büyücülere özgü korkunç bir sanattı

Ayrıca Bozkurt, Türkler’in kutsal hayvanıdır

Moğollar’ın kutsal hayvanı köpektir
Ergenekon Destanı’nda Türkler, Ergenekon ovasından çıkmak istediklerinde yol bulamazlar

Çare olarak da dağların demir madeni içeren bölümlerini eritip bir geçenek açmayı düşünürler

Demir madenini eritmek için dağların çevresine odun-kömür dizilir ve yetmiş deriden yetmiş körük yapılıp yetmiş yere konulur

Yedi ve yetmiş sayıları, dokuz ve katları ile birlikte, Türkler’in mitolojik sayılarındandır

Moğollar’ın mitolojik sayıları ise altı ve altmıştır

Destanda altmış yerine yetmiş sayısına yer verilmesi, bu efsanenin Moğolca bir metinden öğrenilmemiş olduğunu, Türkler’e ait olduğunu gösterir

Mağaralar, Türk mitolojisinde ve Türk halk düşüncesinde önemli bir yer tutarlar

Bu, yalnızca Göktürk efsanelerinde, Bozkurt ve Ergenekon destanlarında değil, Anadolu’daki masallarda da böyledir

Göktürk efsanelerinin, Bozkurt ve Ergenekon destanlarındaki motiflerin ufak değişikliklere uğramış örneklerini, Anadolu efsanelerinde de bulabiliriz

Hatta islami hikayelerde bile:
Bir Anadolu efsanesinde Muhammed Hanefi (Hz

Ali’nin Hz

Fatma’dan sonra evlendiği ve bu evlilikten olan dört çocuğundan biridir

Diğer Çocukları; ise Ümmü Gülsüm, Zeynep ve Kasım’dır), önüne çıkan bir geyiği kovalar

Geyik bir mağaradan içeri girer

Muhammed Hanefi de geyiğin arkasından mağaraya girer

Mağaradan geçerek büyük bir ovaya varır ve burada Mine Hatun’la karşılaşır

Dikkat edilirse, bu Anadolu efsanesindeki mağara, Bozkurt’un hayatta kalan tek Türk gencini götürdüğü mağaranın ve mağaradan çıkılan ova da yine Bozkurt Destanı’ndaki kurdun, yaşayan tek Türk gencini mağaradan geçerek götürdüğü ovanın aynısıdır

Ayrıca yine bu ova, Ergenekon Destanı’ndaki Kayı ile Tokuz Oguz’un yurt tuttukları ovanın aynısıdır
Altay Türkleri’nin efsanelerinde de Bozkurt ve Ergenekon destanlarının izlerini görmek mümkündür

Bir Altay efsanesinde, bir bahadır avlanırken karşısına çıkan geyiği kovalamağa başlar

En sonunda bir Bakır-Dağ’ın önüne gelirler

Baştan başa bakırdan yapılmış olan dağ birden açılır ve geyik açılan delikten içeri girer

Genç bahadır da geyiği izler

Az sonra geyik kaybolur

Efsanenin devamında bahadır türlü canavarla, iyi yürekli yaşlı kişilerle, çok güzel kızlarla karşılaşır

Bu Altay efsanesinde de aynı mağara ve mağaradan geçilerek ulaşılan ova motifleri vardır ve bu Altay efsanesi, Muhammed Hanefi’nin efsanesine belirgin bir biçimde benzemektedir

Altay masal ve efsanelerinde bu tür öykülerin daha mitolojik biçimde olanları da vardır
Asya Büyük Hun Devleti’nde, bizzat Hun hakanının başkanlık ettiği törenler vardır

Bu törenlerden en önemlisinde, devletin ileri gelenleri toplanarak Ata Mağarası’na giderler ve orada, hakanın başkanlığında dini törenler yapılır, atalara saygı gösterilir

Aynı törenler, Göktürk Devleti’nde de yapılagelmiştir

Bu adı geçen Ata Mağarası, Bozkurt’un Türk gencini düşmandan kaçırıp sakladığı ve Ergenekon’a ulaştırdığı mağaradır

Ancak bugün, bu mağaranın yeri bilinmiyor

Tabgaçlar da kayaları mağara biçiminde oyarlar ve burada yere, göğe, ata ruhlarına kurban sunarlardı

Bu kurban töreninden sonra da, çevreye kayın ağaçları dikilir, o bölgede kutsal bir orman oluşturulurdu

Asıl önemli olan nokta ise, bütün milletçe bunlara inanılması ve devletin de bu efsaneye saygı
göstermesidir

Ayrıca, Aybek üd-Devâdârî’nin anlattığı, Türkler’in kökenine ilişkin ”Ay Ata Efsanesi”nde de mağara ve mağarada türeme motifi vardır

Bu efsanede de, Türkler’in ilk atası olan Ay Ata, bir mağarada meydana gelir

Ay Ata Efsanesi’ndeki mağara, ilk ataya bir ana rahmi görevi görmüştür
Ergenekon Destan’ı, Türkler’in yüzyıllarca çift sürerek, av avlayarak, maden işleyerek yaşayıp çoğaldıkları, etrafı aşılmaz dağlarla çevrili kutsal toprakların öyküsüdür

Ergenekon Destanı’nın önemli bir çizgisi, Türkler’in demircilik geleneğidir

Maden işlemek, demirden ve en iyi çelikten silahlar yapmak, Eski Türkler’in doğal sanatı ve övüncü idi

Ergenekon Destanı’nda Türkler, demirden bir dağı eritmiş ve bunu yapan kahramanlarını da ölümsüzleştirmişlerdir
Ergenekon Destanı ilk kez, Cengiz Han’ın kurmuş olduğu Türk-Moğol Devleti’nin tarihçisi Reşideddin tarafından saptanmıştır

Reşideddin, ”Câmi üt-Tevârih” adlı eserinde Ergenekon Destanı ile ilgili geniş bilgiler vermektedir

Fakat Reşideddin, -yukarıda da değinildiği gibi- bir Türk destanı olan Ergenekon Destanı’nı moğollaştırmıştır (Ergenekon Destanı’nın nasıl moğollaştırıldığı hakkında Prof

Dr

Bahaeddin Ögel’in, Türk Mitolojisi [1

cilt, 59-71

sayfalar] adlı yapıtında geniş bilgiler vardır)
Ergenekon Destanı, Hıve hanı Ebulgazi Bahadır Han’ın 17

yy

da yazmış bulunduğu ”Şecere-Türk” (Türkler’in Soy Kütüğü) adlı esere de kaydedilmiştir

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kurtuluş Savaşında’ki Anadolu’yu, Ergenekon’a benzeterek aynı adı taşıyan bir kitap yazmıştır
Ergenekon Destanı’nda Bozkurt, öteki Türk destanlarında da olduğu gibi, ön planda ve baş roldedir

Bu kez Türkler’e yol göstericilik, kılavuzluk yapmaktadır

Bir rivayete göre Türkler, Ergenekon’dan 9 Martta çıkmışlardır

Başka bir rivayet ise bu tarihi 21 Mart (Nevruz Bayramı) olarak verir

Öyle anlaşılıyor ki, Ergenekon’dan çıkış işlemleri 9 Martta başlamış, 21 Martta da tamamlanmıştır

Destan aşağıda özetlenmiştir:
Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk’e boyun eğmeyen bir yer yoktu

Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu

Yabancı kavimler birleştiler, Türkler’in üzerine yürüdüler

Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler

Düşman gelince vuruşma da başladı

On gün savaştılar

Sonuçta Türkler üstün geldi
Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular

Dediler ki:
“Türkler’e hile yapmazsak halimiz yaman olur !”
Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar

Türkler,
”Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar” deyip artlarına düştüler

Düşman, Türkler’i görünce birden döndü

Vuruşma başladı

Türkler yenildi

Düşman, Türkler’i öldüre öldüre çadırlarına geldi

Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı

Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler
O çağda Türkler’in başında İl Kağan vardı

İl Kağan’ın da birçok oğlu vardı

Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü

Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti

İl Kagan’ın bir de Tokuz Oguz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı

Kayı ile Tokuz Oguz tutsak olmuşlardı

On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar

Türk yurduna döndüler

Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular

Oturup düşündüler: “Dörtbir yan düşman dolu

Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım

” Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler
Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar

Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu
Türkler’in vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı

Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı’ya şükrettiler

Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler

Derisini giydiler

Bu ülkeye “ERGENEKON” dediler
Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oguz’un birçok çocukları oldu

Kayı’nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oguz’un daha az oldu

Kayı’dan olma çocuklara Kayat dediler

Tokuz’dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken

Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon’da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar

Aradan dört yüz yıl geçti

Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon’a sığamaz oldular

Çare bulmak için kurultay topladılar

Dediler ki:
“Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış

Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş

Dağların arasını araştırıp yol bulalım

Göçüp Ergenekon’dan çıkalım

Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım

”
Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon’dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar

O zaman bir demirci dedi ki:
“Bu dağda bir demir madeni var

Yalın kat demire benzer

Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir

”
Gidip demir madenini gördüler

Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler

Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular

Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular

Odun kömürü ateşleyip körüklediler

Tanrı’nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi

Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu

Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen

Bozkurt geldi, Türk’ün önünde dikildi, durdu

Herkes anladı ki yolu o gösterecek

Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti

Ve Türkler, Bozkurt’un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon’dan çıktılar
Türkler o günü, o saati iyi bellediler

Bu kutsal gün, Türkler’in bayramı oldu

Her yıl o gün büyük törenler yapılır

Bir parça demir ateşte kızdırılır

Bu demiri önce Türk kaganı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver

Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar
Ergenekon’dan çıktıklarında Türkler’in kaganı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi

Börteçine bütün illere elçiler göderdi; Türkler’in Ergenekon’dan çıktıklarını bildirdi

Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türkler’in buyruğu altına gire

Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine’yi kagan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı

Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler

Türk Devleti’ni dört bir yana egemen kıldılar

Türk Beğleri, Ergenekon’dan Çıkış Gününü Kızgın Demir Döğerek Kutluyorlar
