Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Biyografiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hazretleri, imam, rabbani

İmam İ Rabbani Hazretleri

Eski 10-07-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İmam İ Rabbani Hazretleri



Geleceği Önceden Haber Verilen Yenileyici

Hicri 971 (1563) yılında, muharrem ayının onuncu günü, yani âşûre gününde Hindistan'da Delhi ile Lahor arasında bulunan ve o zamanın önemli bir yerleşim merkezi olan Serhend şehrinde doğmuştur Doğduğu yere nisbetle kendisine "Serhendi" denilmiştir

Nesebi, baba tarafından Abdullah b Ömer yoluyla Resulüllah’ın ikinci Halifesi Hz Ömer’e dayanır Yirmi sekizinci göbekten Hz Ömerü’l-Faruk’un torunudur ve Onun soyundan gelmesi hasebiyle de "Farukî" nisbesiyle anılır

Asıl ismi Ahmed bin Abdülehad el-Farûkî olan İmamı Rabbani hazretlerinin geleceğini birçok büyük veli müjdelemiştir Bunlardan Şeyh Ahmed (Molla) Camî hazretleri şöyle buyurmuştur: “Benden sonra Allah’ın veli kullarından ismi Ahmed olan on yedi tane zat gelecektir Bu zatların sonuncusu ise bin yılının başında ortaya çıkacaktır ki, Bu onların en üstünüdür

Ehl-i Keşifden büyük bir topluluk, burada kastedilen zâtın İmamı Rabbani hazretleri olduğu görüşünde ittifak etmişlerdir

Daha sonra Kendisine “Müceddid-i Elf-i Sanî" (Hicri) ikinci bin yılının müceddidi denilmiştir Bu ünvanla anılmasının sebebini kısaca izah edelim:

Eski ümmetlerde her bin senede şeriat sahibi bir Resül gelir, evvelki şeriatı değiştirirdi Her yüz senede ise bir Nebi gelirdi ki, bu Nebiler şeriat sahibi Peygamberin getirdiği ahkâmı değiştirmez, onu kuvvetlendirirdi

Fakat Peygamber Efendimizden sonra başka bir Peygamber gelmeyeceğine göre, bu görev Peygamber varisi olan âlimlere düşüyordu Nitekim Peygamber Efendimiz bir Hadisi şeriflerinde "Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinini yenileyen (bir müceddid) gönderecektir" (Ebu Davud, Mışkat, l, 82) buyurmuştur Gerçekten de Hadisi şerifin beyanı veçhile, her yüzyılın başında İslam Dinini kuvvetlendiren böyle bir müceddid gelmiştir

Efendimizden bin sene sonra ise, İslam Dinini her bakımından ihya edecek, bidatlerden temizleyip Asr-ı Saadetteki saf, duru ve temiz haline getirecek ve Efendimize gerek zahiri, gerekse batınî hususlarda tam varis olacak bir zatın gelmesi gerekirdi İşte O zatın İmam-ı Rabbani hazretleri olduğunda âlimler ittifak etmişlerdir

Gerçekten de bakıyoruz ki; İmam-ı Rabbani hazretleri, Efendimiz Aleyhissalatü Vesselamdan bin sene sonra gelmiş, hicri ikinci bin yılının başında zahiri ve batini ilimleri tamamlayıp, mutlak olarak irşad makamına oturmuş ve âlemi cihanı, Resülüllah Sallallahü Aleyhi Vesellemin nurları ile aydınlatmaya, bidat ve hurafeleri ortadan kaldırıp İslam Dinini ihya etmeye başlamıştır O sıralar Hindistan'da ve hatta bütün İslam âleminde baş gösteren sapık fikirler, bozuk inanışlar ve din düşmanlarının korkunç saldırıları Onun vasıtasıyla bertaraf edilmiş, Hak ile batıl birbirinden ayrılıp, insanlar gaflet uykusundan uyandırılmıştır

İmamı Rabbani hazretleri, dine sokulmak istenen hurafe, bid'at ve batıl inançları reddedip, dinin aslını muhafazaya çalışmış ve o devir insanının ihtiyacı olan dinî meselelerde yeni bir takdim şekli ortaya koyarak herkesin kabulünü kazanmıştır Tevhid ehline gerekli olan Kur’an ve Hadis anlayışını telkin buyurmuş, tefrika ve indî tevilden bunalan ricali uyandırmıştır Böylece zamanın uleması ve şahı gedası Ona intisap etmiş ve yolundan ayrılmamışlardır

İmamı Rabbani hazretleri itikat konularında müctehid olup, hicri ikinci bin yılının müceddididir Allah-u Teala yüksek mertebelerin husûsî sırlarını Ona bildirmiş, Onu irşad Kutbu seçerek ikinci binin yenileyicisi ve nurlandırıcısı kılmıştır

Bunu da birçok ilhamla Kendilerine haber vermiş, bu manayı ve esrarı herkese yayıp ifşa etmesini emretmiştir Onun, gerek şeriat, tarikat, marifet ve hakikatteki Asr-ı Saadet anlayışı, gerekse İslam’ı anlatış ve yaşayışı, tabilerini her geçen gün çoğaltmış, bu üstün hizmetleri sadece Hindistan'la bağlı kalmayıp, dünyanın her tarafına kök budak salmıştır

İmam Rabbani hazretlerine “Müceddid-i Elf-i Sanî" (Hicri) ikinci bin yılının müceddidi denilmesinin yanı sıra, talebeleri ve sevenleri arasında "Sıla" ismiyle de anılmıştır Zamanının âlimleri de Ona "Sıla" ismiyle hitab etmişlerdir Zira, İmam-ı Suyûtî’nin “Cem’ül-Cevâmî’”isimli eserinde geçen bir Hadisi şerifte: "Ümmetimden birisi gelir, Ona ‘Sıla’ ismini verirler Onun şefaati ile çok kimseler Cennete girer" buyrulmuştur

Tasavvufun İslam’a uygun olduğunu ispatladı

İşte bu hadis-i şerifte müjdelenen "Sıla" ismini Ondan evvel kimse almamış ve Ondan evvel hiç kimseye “Sıla” denmemiştir

“Sıla” birleştirici demektir İmamı Rabbani hazretleri de, tasavvufun İslamiyet’ten ayrı olmadığını, bilakis İslam’a uygun olduğunu delillerle ispat etmiş, İslam ahkamıyla Tasavvufu vasledip birleştirmiştir

Çünkü Onun yaşadığı dönemde, sapık fikirlerin, bozuk inanışların yaygın olması yanında başka fitnelerde vardı Mesela tasavvufta bir ekol olan “Vahdet-i vücud” görüşünü anlatan sözler, Müslümanlar arasında çeşitli şekillere sokuldu Birçok cahil kimse, büyüklerin sözlerindeki manaları anlamayarak zamanla dinden çıktı İslam düşmanları da bunu fırsat bilip, Müslümanları doğru yoldan ayırmak, birbirine düşürüp parçalamak için çalıştılar Tasavvufla, İslam’ın Şer’i hükümleri arasında ayrılık ve çatışma varmış, ikisi birbirinden ayrıymış gibi gösterdiler Bu yönde propagandalar yaparak, Müslümanları çeşitli isimlerle guruplara ayırıp birbirine düşman etmek istediler

İşte ortalık bu fitnelerle kaynıyorken, İmam-ı Rabbani hazretleri ortaya çıktı ve başta vahdet-i vücud bilgileri olmak üzere, yanlış anlaşılan daha birçok meseleyi açıkça izah ederek, insanların zihinlerini ve kalplerini, bozuk inanışlardan temizledi Tasavvuf hakkında erbabınca sorulan bütün sorulara ikna edici cevaplar vererek anlaşılmayan yer bırakmadı Ne kadar Tasavvufî terim varsa, hepsini ayrı ayrı ve mükemmel bir şekilde açıkladı Böylece, bu konularda yanlış anlamaya müsait olan ifadelerin arkasına sığınarak Müslümanlara saldıran, onları kandırıp şaşırtan şarlatanların ve tarikatı istismar eden sahtekârların maskelerini düşürdü Tarikatla-Şeriat arasındaki rabıtayı iyice güçlendirdi ve iki sistemi vasledip, yani birleştirip tek bir vücut haline getirdi İşte Ahkam-ı İslami’ye ile tasavvufu birleştirmesi sebebiyle de kendisine "Sıla" denildi

Nitekim İmam-ı Rabbani hazretleri bir mektubunda; "Beni iki derya arasında ‘Sıla’ yapan Allah’ü teâlâya hamd olsun" diye dua etmiştir

Son olarak, köşemize ismini verdiğimiz, “Mektubat” isimli eser hakkında da kısaca malumat verecek olursak; İmam-ı Rabbani hazretleri gençlik yıllarında bir takım eserler ve risaleler kaleme almışsa da, şeyhlik makamına çıktıktan sonraki irşad yıllarında, gönül sohbetleriyle ve mektupla irşad usulünü benimseyerek eser telifini bırakmıştır Malum mektup'la irşad, Peygamber Efendimizle başlayan bir tebliğ yöntemidir Asr-ı saadetten sonra pek çok ilim ve gönül adamı, bunu benimsemiştir İmam-ı Rabbanî hazretlerinin gerek talebe ve halifelerine, gerekse devrin sultan ve devlet adamlarına yazdığı mektuplar bir eser haline getirilmiş, muhtelif dillere tercüme edilerek bir kaynak eser niteliği kazanmıştır Üç Ciltte Toplanan 536 Mektup

“Mektûbât” isimli eser üç cilt olup, beş yüz yirmi altı mektubun toplanmasıyla meydana gelmiştir Bu kitap, kelâm ve fıkıh bilgilerini, tasavvufun marifetlerini, manevi dereceleri ve makamları açıklayan uçsuz bucaksız bir deryadır Tabi bu deryadan inci mercan çıkarmak da, ancak usta dalgıçlara nasip olur Bu asrın Kutbu, üstadımız Mahmud Ustaosmanoğlu Efendi hazretlerimiz de: “İmam-ı Rabbani hazretleri olmasaydı neredeyse Allah’ı bulamayacaktık” buyurarak, Mektubat’daki yüksek ilimlere işaret etmişlerdir Bu eserin birinci cildinde üç yüz on üç mektup vardır Bu cildin son mektubu, Muhammed Hâşim-i Kışmî'ye yazılmıştır İmâm-ı Rabbânî hazretleri bu mektubunu yazınca; "Resûllerin, Din sâhibi Peygamberlerin ve Ashâb-ı Bedr'in sayısına uygun olduğundan, üç yüz on üç mektupla birinci cildi burada bitirelim" buyurmuştur

İkinci ciltte ise, Esmâ-ü’l-Hüsnâ sayısınca, yâni Allahü Teâlânın Kur'ân-ı Kerîmde geçen doksan dokuz ismi sayısınca, doksan dokuz mektup vardır

Üçüncü ciltte ise, Kur'ân-ı kerîmdeki sûrelerin sayısınca yüz on dört mektup vardır Böylece her üç ciltte toplam beş yüz yirmi altı mektup vardır

İmâm-ı Rabbânî hazretleri vefât ettikten sonra, on mektubu daha üçüncü cilde ilâve edilmiş, böylece toplam mektup adedi, Beş yüz otuz altı olmuştur Mektûbât'daki mektupların birkaçı Arapça, geri kalanların hepsi Fârsça’dır Mevla Teala bu eserden hakkıyla istifade etmeyi ve orada anlatılan manevi makamlara ulaşmayı cümlemize nasip eylesin Amin!

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.