Prof. Dr. Sinsi
|
Peygamberler Şehri....Şanliurfa
Efsaneleri canlı tutan izleri, kutsallığı, geleneksel dokusu ve binlerce yıllık geçmişiyle uygarlık serüvenini yansıtan bir kent Urfa…
“   Üç bin yıldan fazla bir zaman önce, iyice doğuda, Mezopotamya’da, Allah, sürülerinin içinde yaşamakta olan bir adama seslenir: ‘Ülkeni, aileni ve babanın evini bırak ve sana göstereceğim ülkeye git ’” Peygamberlerin atası olarak görülen Hz İbrahim’in öyküsü Tekvin’de böyle başlar Babası Terah ile, Ur kentinden gelip Harran’a yerleşen Nuh’un soyundan gelme Hz İbrahim, kendisine ‘vaat edilen topraklara’, Kenan Ülkesi’ne buradan yola çıkar
PEYGAMBERLER ŞEHRİ
Fırat ve Dicle’nin döküldüğü Basra’nın yakınlarında, Mezopotamya uygarlığını yaratan ilk kentlerden biri yer alır: Ur Ama kökeninde aynı adı barındıran birkaç kent daha vardır Kuzey Mezopotamya’daki, Arami kavimlerince Urhay (Urhai) denilen yer, yani günümüz Şanlıurfa’sı da, kadim zamanların ‘Ur’u olarak çıkar karşımıza bazı kaynaklarda
Tekvin’deki bu Ur’un tam olarak nereyi işaret ettiği bilinmese de, Urfa, pek çok peygamberin dokunduğu, kutsadığı, efsaneleri canlı tutan izleri, yaşayan geleneksel dokusu, aynı zamanda da binlerce yıl öncesine dayanan geçmişiyle, çeşitli kültürlere kucak açmış çok eski bir kenttir Ve elbette dinlere de  Evliya Çelebi, “  Nuh Tufanı’ndan sonra kurulan en eski şehirlerden biri de Urfa’dır Semud (Sami-Arami) kavminden Rohay adında bir hükümdarın yapısıdır Hz İbrahim’i bu şehirde Nemrut ateşe attırmıştır Hz İsa, buraları Kayser’in (Roma) idaresinde iken, gelip bir kiliseye inmiş Onun için buraya Deyr-i Mesih derler”, şeklinde anlatır bu kenti 1650’lerde Çok eski çağlardan bugüne, Mekke’ye, Kudüs’e uzanan Hac yolu üzerinde, Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Museviler tarafından ziyaret edilen pek çok kutsal yeriyle, Urfa, ona atfedildiği gibi gerçekten de bir ‘Peygamberler Şehri’ gibidir
URFA’YA CAN VEREN GÖL
Balıklı Göl ve yakınındaki mağara, yüzyıllar boyunca dilden dile aktarılarak yaşatılan İbrahim efsanesinin mekânlarıdır
Aynı şekilde Tekvin’in Ur’una da gönderme yapar Söylenceye göre, İbrahim, bugün Mevlid-i Halil Camii avlusunda kalan mağarada doğar ve yedi yaşına dek orada yaşar Sonra, tek tanrı düşüncesini yaymaya başlayınca, dönemin kralı Nemrut, onu yüksek bir tepeden ateşe atar Ama o kurtulur Çünkü ateş o anda suya, odunlar da balığa dönüşür Ve Halil-ür Rahman Gölü’nü meydana getirir Bir kenarında, Osmanlıların Rakka valisince 1716’da yaptırılmış Rızvaniye Cami ile medresesi, diğer tarafında 1211 tarihli, Eyyûbiler döneminden Halil-ür Rahman Cami ve külliyesiyle bu mekân, Şanlıurfa’nın en etkileyici yerlerinden biri olarak öne çıkar Ve bu suların balıkları da, o günden bu yana, kutsal kabul edilip korunurlar Çelebi’nin ‘Seyahatname’sinde, Halil-ür Rahman, aynı zamanda Urfa’ya can verir: “  Bu ateşin yerinden çıkan hayat suyu, (öylesine) büyük bir kaynaktır ki, bütün camiler, han ve hamam gibi hanedanlarla saraçhane ve debbağhaneyi sular ” Kentin kalbinin attığı, Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait Gümrük Han (1562) ve çevresinde yoğunlaşmış kapalı çarşıların bir kısmı, Çelebi’nin de bahsettiği gibi bugün de Halil-ür Rahman suyuyla beslenir
Halen tüm canlılığı ile yaşayan bu eski ticaret merkezinde, tarihi özelliği olduğu gibi taşınagelmiş Sipahi Pazarı, halı, kilim, keçe türünden dokumalarla; öte yanda, günümüzde bir iki ustası kalsa da, ipek ipliğin elle bükülerek işlendiği, Anadolu’nun otantik değeri korunabilmiş ender çarşılarından Kazzaz Pazarı (Bedesten), yöresel giysi ve şallarla renklendirmeye devam eder dükkânları Ve her şeye rağmen içinde geleneksel zanaatların sürdürülmeye çalışıldığı, Çulcu, Keçeci, Sarraç gibi daha pek çok çarşı da  Osmanlı döneminin en güzel örneklerini sergileyen Hacı Kamil, Mençek, Topçu ve Millet gibi hanlarla birlikte, Urfa’nın tarihi çarşıları öylesine zengin ve hareketlidir ki, bu özelliğiyle Anadolu’nun en önde gelen illeri arasında saydırır kendini
SARAYI ANDIRAN TAŞ KONAKLAR
Eski taş evler ise, Şanlıurfa’nın yüzyıllar öncesine dayanan geleneksel dokusunda ayrıcalıklı yer tutarlar Haremlik ve ‘oda’ denilen selamlık olmak üzere iki bölümden oluşan bu evler, yazlık ve kışlık eyvanlarıyla aynı düzeneğe sahip olmalarına karşın, çok farklı ve zengin varyasyonlar sunarlar
Her ev kendine özgü bir karakter çizerken; motiflerle bezeli kapı ve pencere kanatları, duvar kaplamaları, göz göz raflar ya da nişler gibi birçok ayrıntı, ağaç oyma sanatındaki ustalığı ve inceliği yansıtır Bugün, farklı ailelerce bölünmüş olsa da bu taş konutlar, genelde öylesine büyüktürler ki, adeta birer sarayı andırırlar Elbette küçük ölçekte  Ama adına ‘hayat’ denilen avlularında her zaman bir havuzları ve çeşitli ağaçların gölgelendirdiği çiçeklikleri vardır Bir de süslü küçük nişleri, yani kuş takaları (evleri)  Avluya bakan odaların üstünde yer alan bu takalar, Şanlıurfa geleneksel ev mimarisinin ayrılmaz parçalarıdır İçlerinde, ayaklarında ‘halhalları’ (çıngıraklı zil), kemik ya da kehribardan yapılma ‘gerdanlıkları’ ve işlemeli küpeleriyle ev sahibinin gurur kaynağı olan güvercinler, bu özel pencerelerde kendilerine biçilen mutlu yaşamı sürdürür giderler
TARİHİ VE KUTSAL
Yüksek duvarlarıyla dışarıya tamamen kapalı olan evler, aynı zamanda daracık sokakların kimliğini de belirler Ve bir ortaçağ havasını yansıtan bu dokuda efsaneler yol göstermeye devam ederler bir yandan
Eyyüp Peygamber’in yedi yıl boyunca hastalık çektiği mağara ve sonunda şifa bulduğu kuyu gibi Tarihi kaynaklara geçen söylencelerin en ilgi çekici mekânlarından birisi de Zengiler dönemine, 1170’lere ait olduğu düşünülen Ulu Cami’dir
17 yüzyılın tanınmış evliyalarından Şeyh Ebubekir’in türbesinin de bulunduğu cami, kırmızı renkli mermer sütunlarından dolayı ‘Kızıl Kilise’ olarak anılan Aziz Stephan Kilisesi’nin yerine yapılmıştır Bugün minareye dönüşen çan kulesi ve bu sütunlarıyla kendini belli eden kilise, Hz İsa’nın mendili ve Hıristiyanlığı kabul eden ilk kral ‘Kara Abgar’ efsanesiyle bütünleşir Hıristiyanlık dünyasında oldukça ünlü olan bu öyküye göre, MÖ 132-MS 244 yılları arasında Urfa’da kurulan Osrhoene adlı Arami krallığın hanedanlarından V Abgar (saltanat dön MS 13-50), Hz İsa’ya bir mektup yazarak onu Urfa’ya davet eder Hz İsa ise kral ve Urfa’yı kutsayarak ona yüzünü sildiği bir mendil gönderir Hz İsa’nın yüz şeklinin çıktığı bu kutsal dokuma parçasının Kızıl Kilise’de saklanıldığı ve yüzyıllar sonra da, MS 944’te, Bizans İmparatorluğu’nun bir komutanı tarafından törenle İstanbul’a getirildiği söylenir Şıh Maksut, Bediüzzaman el-Hemedani gibi İslam alimlerinin, şeyhlerin türbeleri, Akkoyunlu Sultanı tarafından yaptırılan Hasan Padişah Camii (15 yüzyıl), Aziz John Kilisesi (18 yüzyıl) gibi birçok dini yapı, medrese, hamam, köprü, çeşme  Ve Osmanlılardan Bizans ve Memlûklara, Selçuklulardan Arami-Süryani ve Büyük İskender’in mirası Selevkos krallığının Edessa’sına, tüm zamanları barındıran kale  Daha ötesinde, Perslerden Asurlulara, Hititlerden ilk çiftçilerin höyüklerine, avcı-toplayıcıların 11 bin yıllık ‘tapınaklar dağından’ (Göbekli Tepe) paleolitik zamanlara, Urfa, aynı zamanda insanoğlunun uygarlık serüvenini yansıtır
|