TiFus
|
Cevap : Dini Hikayeler
Ve Aslıma Döndüm
İnancı güçlü olmayan bir baba ile sade bir Ortodoks annenin çocuğu olarak Ukrayna’da dünyaya geldim Babam beni köy kilisesinde gizlice vaftiz etmiş Komünizmin bütün yasaklarına rağmen annemden gelen “tek tanrı” inanışı ile büyüdüm Paskalyayı seviyordum Elimden geldikçe paskalyadan evvelindeki kırk gün süren perhizi oruç tutmaya çalışıyordum Paskalyadan önceki “Temiz Perşembe”yi ailecek heyecan içinde beklerdik “Ben kimim, neciyim, nereden geldim?” bunların bir anlamı yoktu benim için o zamanlar Yalnızca iyi bir üniversite okumak suretiyle iyi bir geleceğe hazırlanmak vardı, o kadar Oldukça parlak bir öğrencilikten sonra ülkenin en iyi üniversitesinde öğrenim dili İngilizce olan işletme fakültesini okudum Yirmi yaşına gelinceye kadar hayat oldukça güzel geçmişti Artık cevapsız soruların cenderesine düşmüştüm Bir çekirge sürüsü gibi binlerce soru üşüştü beynime Tanrı, İsa, insan, dünya, hayat, ölüm, cennet cehennem sonsuzluk… Tesadüf, tabiat, yaşam, ölüm… Sonra yokluk, ebedi yokluk Bütün bu düşünceler bir sülük olup beyin zarımı emiyor; ama ben onlara bir cevap bulamıyordum Kendimi karanlık bir odada yapayalnız hissediyordum Kurtulmak için ne zaman bir hamle yapsam her seferinde dipsiz bir boşluğa yuvarlanıyordum Ve bu boşluktan helezonlar çize çize düşüyordum Ne bir ışık vardı ne de tutunacağım bir dal Hepsinden beteri ruhumun çığlıklarını hiçbir kulağa işittiremiyordum Oysa o çığlıkları duysalardı aslanların, ödleri kopardı Etrafımdaki hiç kimse beni anlamıyordu Dolayısıyla yardım edemiyorlardı Bu bir yana “gençsin başarılısın ye, iç, gez-dolaş, bırak kendini bu kadar yıpratmayı ” deyip kızıyorlardı Sanki bunları istemiyormuşum gibi Hayatı bana zehir eden düşüncelerden kurtulmak için akıl oyunlarından, deli saçmalıklarına varıncaya kadar her yolu denememişim sanki Olmuyordu ama olmuyordu işte Yaptığım her şey bir pansumandan öteye geçmiyordu O zamanlar benim için en mesut anlar, düşünmemeyi becerebildiğim anlardı Bu anlar geçtiğinde ise geriye yine boşluk yine karanlık ve yine sop soğuk bir yalnızlık kalıyordu… Bitkin gündüzleri ve uykusuz geceleriyle tam beş sene bu azabın kucağında çırpındım durdum Hastane hastane dolaşmalar psikologdan psikologa koşmalar… Ama bir netice yoktu Bütün bu girdapta tek tesellim anneciğimden aldığım inancımdı Acılar da sevinçler de Tanrı’dandı Uykusuz gecelerim boyunca beni bu durumdan kurtarması için hep O’na yalvardım durdum Sonunda çareyi başka bir ülkeye gitmekte bulacağıma inanarak evimden ayrıldım Daha doğrusu içine düştüğüm karanlıktan kaçtım Tolstoy gibi Yüksek lisans yapmak üzere girdiğim imtihanı kazandım ve Avusturya’nın yolunu tuttum Yeni bir ülke, yeni bir çevre ve yeni insanlar… Karanlık odanın Ukrayna’da kalacağını zannediyordum Ama olmadı Bu bir yana, karanlık odam bütün Avusturya’yı içine alacak kadar büyüdü Şimdi anlıyorum ki karanlık benim içimdeymiş Bu şekilde değil Avusturya’ya, güneşe bile gitseydim bir tek ışık devşiremezdim Güneşte bile karanlığa gömülü kalmak ne korkunç, ne tuhaf… Bu hal içerisinde kalabalıklar arasında yalnız, ampuller altında ışıksız ömrümü geçiriyordum Yeryüzünde ‘Tam anlamıyla yalnızlığı sadece biri yaşamıştır’ dense; tereddütsüz ‘o benim’ derim Aslında pek çok arkadaşım vardı Ama dar gününde yanında olmadıktan sonra sebebi ne olursa olsun bunaldığın anlarda başını yaslayacağın bir omuz olmadıktan sonra insan binlerin milyonların içinde tek başına kalıyor Bu anlamda tam anlamıyla yalnızdım Yapayalnız Günler geçiyordu, hiç kimse olmuyordu yanımda Ne bir arkadaş ne bir telefon ne de bir mektup Bir ben vardım bir de boşluk… Bir ben bir de yalnızlık… Dıştan bakıldığında okuluna giden, derslerinde başarılı geleceği parlak biri olarak görülüyordum Ama içimdeki fırtınalardan kimsenin haberi yoktu Kendimi oyalamazsam delirebilirim düşüncesiyle kitaplara sarıldım Coelho, Tolstoy, Turgenyev’i okuyor, Ahmatova’nın şiirlerini ezberliyordum Sonra, kendim bir şeyler yazıyor, dil öğreniyordum… Çok ciddi bir şekilde İncil okuyor, Tanrı’ya, O’na olan sevgimi kuvvetlendirmesi ve beni doğru yola iletmesi için yalvarıyordum Yalnızlığımı paylaşmak üzere internetteki Ortodoks sitelerine üye oldum, yazıcım durmadan İncil’den hikayeler yazıyordu Bir papazla yazışıyordum bir de dinî eserler basan bir matbaa sahibiyle Bilgilerimi güçlendirmek, beynimi kemiren sorularıma cevap bulmak ve içimi saran yalnızlıktan kurtulmak için bu sitelerin sohbet odalarına giriyor, insanlarla sohbet ediyordum Ancak bu dinî sohbet odalarında da diğer internet ortamlarındaki tiksindirici konuşmalar bu teşebbüsümden beni hemen vazgeçirdi Beynimi kemiren sorularımın cevaplarını bulmak niyetiyle kiliseye gidiyor, papazlarla konuşuyordum Fakat umumiyetle bütün sorularımı, özellikle Tanrı ile alakalı olanlarını nazikçe geri çeviriyor ve sadece, “Dua et, çocuğum!” diyorlardı Ben de dua ediyordum Ama İsa’ya değil, Tanrıya Ve anlamadığım, neden insanların İsa’ya dua ettikleriydi Dünyayı da İsa’yı da yaratan Tanrı’ydı Hal böyleyken neden yalnızca Tanrı’ya dua edilmiyordu? Ne kitaplarda ne Ortodoks sitelerinin sohbet odalarında ne de kilisede tam olarak aradığımı bulamamıştım Ve bir gün bir istasyondaydım, Tolstoy gibi O karanlık odadan nasıl kurtulacağımı bilememenin acziyle, çaresiz öyle kendi halimde bekliyordum Gözlerim anlamsız bakışlarla istasyonu tararken benim yaşlarımda bir kıza ilişti Başında beyaz bir eşarp, üzerinde de yine beyaz bir takım vardı Omzunda bir notebook “Ne kadar şık ve ne kadar da zarif!” diye geçirdim içimden O an ne olduysa birden bana döndü, göz göze geldik Simasında nasıl bir parlaklık vardı öyle… gözlerinde nasıl bir aydınlık Gencecik yaşına rağmen bütün muammaları çözmüş bir bilgenin dinginliği vardı yüzünde Telaşsız, kendinden emin, duruşu mütevazı, bakışları sevgi doluydu Ya dudağındaki tatlı tebessüm… Tarif edemem Hayran hayran öylece seyrettim Utanmasam yanına gidecek tanışacaktım Ve yalvaracaktım ona “Tanrı aşkına bu huzurlu tavrından bana da biraz ver Gözlerindeki aydınlıktan da, dudağındaki tebessümden de… ne olur! ne olur! ” diyecektim Fakat biraz sonra bir tren geldi ve onu alıp götürdü Onun gibi olmak istedim o an Beyazlar içindeki o zarafet, o dinginlik beni çarpmıştı Ruhumda kıvılcımlar saçıp kaybolan o örtülü kızdan sonra onun gibi örtünen kızlardan üniversitede bir hayli arkadaş edindim Beni Ramazan ayında bir iftara çağırdılar Gittim Onlardaki Tanrı’ya olan kuvvetli iman ve O’na cc olan samimi ibadetleri çok hoşuma gitmişti Çünkü ben Tanrı’yı çok seviyordum Onların yanında kendimi yabancı hissetmiyordum Bu bir yana, onların yanındayken çok sevdiğim Tanrı’ya biraz daha yakınlaştığımı hissediyordum Bana hiç mesafe koymadılar Kendilerinden biriymişim gibi davrandılar Hıristiyanlığımdan dolayı ayıplayıcı tek bir bakışa bile maruz kalmadım Çevremdeki Müslüman kızlarda da erkeklerde de durum böyleydi Onlarla oturup konuşuyorduk Bu konuşmalarda bana ille “Müslüman ol!” telkiniyle karşılaşmadım “Bizde böyle, sizde nasıl?” ifadesi sohbetlerimizin kilit cümlesiydi çoğu zaman Yalnızca bana bir şeyler anlatmakla kalmıyorlardı Benden, tuttuğum perhizin orucun önemini, dualarımızın ve ikonalarımızın anlamını da soruyorlardı Ben de bildiğim kadarıyla anlatıyordum Onların yanında öyle huzurluydum ki anlatamam… Gerçi karanlık odama henüz ışık süzmüyordu; ama olsun, en azından artık yalnız değildim Artık dostlarım vardı yeni dostlarım… Gerçek dostlarım Yeni dostlarımla yaptığım sohbetler yepyeni ufuklar açıyordu önümde “Dünyadaki bütün güller aynıdır Bütün elmalar, arılar, insanlar aynıdır Yani aynı fabrikanın malıdırlar, aynı tezgahta dokunmuşlar Yani yaratanları bir ve tek O da Allah’tır ve Allah birdir, müteaddit olamaz ” İslam dininin Tanrı, iman ve peygamberler hakkında söylediklerinin hepsini kabul ediyordum Kur’an’ın İsa as hakkındaki ayetleri beni adeta çarpmıştı Meryem r anha adına bir surenin var olması da beni çok etkilemişti Zira İncil’de bile Meryem adına bir sure yoktu Bunun yanında Kur’an’ın Türkiye’de de Endonezya’da da aynı olduğunu, bu insanların aynı anda ibadet edebildiklerini öğrendiğimde de çok şaşırmıştım Paskalyaya kırk gün kaldığında yani biz Ortodokslar için oruç günleri başladığında bu sefer bütün ciddiyetimle onu tutmaya çalıştım Maksadım kendisini ne kadar çok sevdiğimi Tanrı’ya göstermek ve ispat etmekti Bu arada beni doğru yola iletmesi için geceler boyu O’na dua ediyordum Yeni dostlarımın bana anlattıklarını uzun uzun düşünüyor, söylediklerinin gerçek olup olamayacağına ulaşmaya çalışıyordum Beynim düşüncelerin arenasına dönmüştü Fikirler kafamda çarpışırken bir neticeye varamamanın ıstırabıyla kıvranıp duruyordum Bu minval üzere oruç tutuyor, ağlıyor ağlıyor ve bana bir ışık göstermesi için dua ediyordum Sonunda çok önemli bir şeyi anladım: Bir tek Yaradan yarattı bu kainatı Bizi de o yarattı Bu dünyayı bizim için O donattı O bizim sahibimizdir O’na ulaşacak bir yol bulmak da bizim vazifemizdir Evet bunu anlamıştım; fakat Tanrı’ya giden yol hangisidir? Bugüne kadar devam ede geldiğim inancım mı yoksa İslam mı? Ah yine sancı, yine gözyaşı, yine ıstırap… ıstırap Ardından dua… dua… Tanrım bana bir ışık ver Tanrım beni sevdiğin yola ilet İslam’ın neredeyse her şeyini kabul ediyordum ama ben bir Hıristiyan’dım Hatta bazen “Tanrım neden beni bir Müslüman olarak yaratmadın?” diye söylenirdim Bir gün internetten “chat”leştiğim bir kadına bunu sordum O da bana bir mesaj gönderdi Mesajı okudum Okuduklarıma inanamadım Bir daha okudum, sonra bir daha, ardından bir daha Yerimde duramaz olmuştum Her zerrem heyecandan titriyordu Avazımın çıktığı kadar haykırmak istiyordum Odanın içinde birkaç tur attıktan sonra yeniden masaya oturdum ve mesajı bir daha okudum Mesaj Hz Muhammet’in bir sözüyle başlıyordu: “Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar Sonra ebeveynleri tarafında Yahudi ve Hıristiyan yapılır ” Demek ki Tanrı’ya serzenişim boşunaymış Demek Tanrı beni Müslüman olarak yaratmış Bana bu maili atan hanımefendi “Kitab-ı Mukaddes’e göre Hz İsa’nın son on iki saatini anlatan Tutku filmini seyrettiğini söyleyerek şunu yazmıştı: “Film, Hz İsa’nın orijinal dili olan Aramca ile seslendirilmişti Ve filmde ‘İsâ Tanrı’ya Allah diye hitap ediyordu Yani Müslümanların hitabı gibi… Müslümanlıkla Hıristiyanlık arasındaki tek benzerlik bu da değil En önemlilerini senin için yolluyorum -”Müslümanların nasıl namaz kıldığını görmüşsündür Ayakta durur Kur’an okuruz, sonra rükua gider kalkarız, sonra yüzüstü kapanıp secde yaparız Kitab-ı Mukaddes’i dinle: Mezmurlar 95:6: Gelin secde kılalım ve rüku’a varalım; bizi yaratan Rabbin önünde diz çökelim! Sayılar 16:20-22: …Ve Musa ve Harun yüzleri üzerine yere kapandılar… Tekvin 17:3: Ve İbrahim as yüzüstü yere kapandı… Çıkış 34:8: Ve Musa as acele ile rükua gitti ve ibadet etti Nehemya 8:6: Ve Üzeyr as büyük Rabbi takdis etti Ve bütün kavim ellerini kaldırarak amin amin diye cevap verdiler Ve rükua gittiler, secdeye kapanarak Rabblerine ibadet ettiler Matta 26:39: İsâ as yere kapanıp… dua etti… Matta 17:6: Ve havariler yüzleri üzerine yere kapandılar… Netice: İslâm Hz Muhammed as ile başlamış bir din değildir İslâm Hz Adem as ile başlayıp Nuh as, İbrahim as, Musa as ve İsâ as gibi büyük resullerle devam eden ve Hz Muhammed as ile kendisine son nokta konulan bir dindir İslâm yeni bir din değil, bilakis bu peygamberlerin geleneğini canlı tutan Allah’ın ilk ve tek ve son dinidir Kitab-ı Mukaddes’te diğer peygamberler ve kavimler için anlatıldığı gibi bugün ibadet etmeden önce su ile temizlenen kimlerdir? Müslümanlar! Bugün hâlâ daha başını öne eğip yüzünü yere sürterek namaz kılan ve ellerini kaldırarak dua eden kimlerdir? Müslümanlar! Bugün kendisini örterek ibadet eden ve kapanarak haram nazarlardan kendisini koruyan kimdir? Müslüman kadınlar! Öyle ise bugün diğer peygamberlerin izinden giden ve hâliyle Kitab-ı Mukaddes’in de tahrif olmamış aksamını tatbik eden kimdir? Müslümanlar! Demek bir Hıristiyan Müslüman olsa dinini terk etmiş olmuyor, bilâkis kendi kitabında anlatıldığı üzere kulluk dairesine girmiş oluyor Size naklettiğim onlarca Kitab-ı Mukaddes ayetinden sonra Kur’an’dan bir ayetle yazıma son veriyorum “İlahımız ve İlahınız birdir ve biz O’na Müslümanlar olarak teslim olmuşuzdur ” Bu mesajı kaç kere okudum hatırlamıyorum Kalbim göğüs kafesini kıracak gibi atıyordu Gözyaşlarıma mani olamıyordum Sonunda yazının son cümlesini içimden gele gele söyledim “İlahımız ve ilahınız birdir ” Evet, evet “İlahımız ve ilahınız birdir” Ve ben de artık bu dakikadan itibaren Müslüman olarak O’na teslim oluyorum “Teşekkürler Tanrım… Teşekkürler tan… Allah’ım! Allah’ım! Allah’ım! ” Müslüman olduktan sonra serin meltemler esmeye başladı yıllarca kavrulmuş yüreğimde Artık tek bir anı bile ziyan etmek istemiyordum O gün öğlen vakti ilk namazımı kıldım Yalnızca bismillah demesini biliyordum Gerçek dostlarımın yaptığı gibi ellerimi omuz hizasında kaldırdım ve “bismillah” dedim Tarifsiz bir hal sardı bir anda beni ellerimi kalbimin üstünde birleştirir birleştirmez gözlerimden yaşlar süzüldü Anlatamayacağım duygular içerisinde bildiğim tek şeyi tekrarlayıp durdum Bismillah… bismillah… bismillah ne muhteşem bir şeydi Allah’ım Bismillah dedikçe önceki düşüşlerime inat helezonlar çize çize yükseliyordum sanki Bir hayli durduktan sonra bismillah deyip rukuya vardım Bismillah… bismillah… bismillah… Doğruldum bismillah Sonunda yıllarca dolaştığım çöllerde kavrulmuş dudaklarım suya erdi Damarlarımı kurutan beyabanın içinde bir vaha gibi adeta kendimi secdeye attım bismillah Ve bismillah… bismillah  Allah, Allah… Bismillah Yıllarca aradığım senmişsin Uykusuz gecelerde andığım senmişsin Daha neler söyledim, neler hissettim anlatmam mümkün değil Dillerin dönmediği, kelimelerin iflas ettiği yerler az değil ki Bütün hissettiklerimden öte bir şey vardı ki nasıl söylesem, nasıl söylesem bilmem ki kalbimin derinliklerinde Allah’ın hoşnut olduğunu hissediyordum Aslında bu kadar cümleyi boşuna yazdım Söylenecek en güzel şey baştan başa yalnızca bismillah ile kılınan o ilk namaz, anlatılmaz Tarifler üstü bir hal ile kılınan o namazdan sonra kitaplara sarıldım Geceler boyu okudum, okudum İslamiyet’i öğrendikçe bütün sorularıma cevap buluyor, Hz Muhammed’i tanıdıkça da Allah’a yaklaştığımı hissediyordum Hayat, dünya, ahiret ve insanla alakalı ne varsa kafamda yerli yerine oturmuştu Hayatıma bir mana gelirken içimin dağlarına güneş doğmuştu Duvarları yıkılmıştı karanlık odamın Artık ne beni hapseden duvarları vardı ne de bunaltan karanlığı Güneş… Işık İslamiyet’le gelen ışık beni öyle etkiledi ki kendime ikinci bir isim verdim: “solnyeçnıy luç”, yani güneş ışığı Şimdi keşke güneş ışığı olsaydım diye düşünüyorum İslam güneşinin ışıkları olarak karanlığın kuytularında vaktiyle benim gibi kıvranıp duran insanların âlemine aksaydım Aileme henüz kararımı açıklamadım Bunun için uygun zamanı bekliyorum Ve onlar için sürekli dua ediyorum Halen uluslararası işletmecilik ve yönetim üzerine master yapmaya devam ediyorum Bir yandan da bir Amerikan şirketinde proje müdürü olarak çalışıyorum Ama hayalimi bütün ailemle aynı anda secdeye varmak süslüyor Ben, annem, kardeşim ve babam… Başımızı secdeye mıhlamış yalnızca bismillah, bismillah deyişlerimizi hayal ediyorum Ve ilk namazımda kalbimin derinliklerinde hissettiğim duyguları bir kere daha yaşamayı umuyorum Rabbimin bana tebessüm ettiğini bir daha hissetmek istiyorum
|