Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Genel Bilgiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
askeri, bilgiler, hakkında, osmanlı, osmanlıda, teşkilat, teşkilâtı

Osmanlı Askeri Teşkilatı - Osmanlı'da Askeri Teşkilat Hakkında Bilgiler

Eski 09-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Askeri Teşkilatı - Osmanlı'da Askeri Teşkilat Hakkında Bilgiler



Osmanlı Askeri Teşkilatı - Osmanlı'da Askeri Teşkilat Hakkında Bilgiler
Osmanlı Askeri Teşkilatı - Osmanlı'da Askeri Teşkilat Hakkında Bilgiler

Osmanlı Devleti, İslâm'ın askeri olmaktan, İslâm adaletini dünyaya yaymaktan daha büyük şeref düşünmemiştir
Hangi şartlar olursa olsun, Osmanlı ordusu, İslâm'a karşı nerede saldırı varsa orada mutlaka yerini alırdı ve Osmanlı Allah için yaşadı, Allah için devlet idare etti Yeniçerilikte bir acemi oğlan bir mürşide bağlanmadan askere alınmazdı Yeniçerilik, acemi oğlan denilen başlangıç devresinden başlar Zamanımızda buna, askerde eğitim deniyor İlk eğitimin verildiği yer acemiliğin yetiştirildiği yer İşte böyle bir hedefe ulaşabilmek için mutlaka bir mürşide tâbî olmak gerekiyordu, tâbî olmayan asker olamazdı Allahû Tealâ'nın velayet mertebesine ulaşamamış olan, evliya olmamış olan bir subayın olması söz konusu değildi Paşalara gelince, onlar daimi zikrin sahipleriydi Kara ordusunda böyle olan bu durum deryada da aynı standartlardaydı, bütün reisler mutlaka mürşitlerine bağlı, Allah'ın yolunda olan, Allah için savaşan insanlardı
Osmanlı ordusu nereye gitse, eğer oradan bir şey alırsa mutlaka parasını oraya bırakırdı II Murat devrinde, ordu sefere çıkmadan evvel II Murat ilanlar çıkartıyor, diyor ki:
Böyle bir ordu yola çıkıyor
Osmanlı'nın bozulma devresinde, Osmanlı askerinin gittiği yerde ağaçlardan, asmalardan yenen üzümlerin bir kısmının yerine paraların konulmadığına şahit oluyoruz Osmanlıda bozulma oluyor yüzyıllar sonra ve Osmanlı bu sebeple cihan hakimiyetini kaybediyor Ve Osmanlı o güne kadar, tarihi boyunca kendisine Nizam-ı Alem diyordu Osmanlı, dünya üzerinde daha büyük bir devlet tanımıyordu Kanuni Sultan Süleyman zamanında Osmanlı harp kadırgalarının toplamı, Avrupa'daki bütün kadırgalarından fazlaydı Dikkatle bakın Osmanlı harp kadırgalarının toplamı, Avrupa'daki bütün harp kadırgalarının toplamından fazla İşte Osmanlı buydu! Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u aldığı zaman, ordusu o devrin en mütekâmil ordusuydu Bütün son icatlar ordunun içindeydi En büyük topları Fatih Sultan Mehmet döktürmüştü Öyleyse sadece Allahû Tealâ'nın yardımı değildi Osmanlıyı Osmanlı yapan; bir başka şey, bir başka husus, zamanın getirdiği bütün tekamül sistemlerini kullanabilme stratejisi

Osmanlı Ordusu
Osmanlı ordusu, kuruluşundan 20 yüzyılın başına kadar kara ve deniz kuvvetleri olmak üzere teşkilâtlanmıştı:

Kara Kuvvetleri
Osmanlıların kuruluşunda ordu, aşiret kuvvetlerinden meydana geliyordu Fetihlerin genişlemesiyle, gönüllülerin fethedilen yerlere iskânıyla, Türkmen bey ve kuvvetlerinin katılmasıyla asker miktarı artıp, teşkilâtlanmaya gidildi Beylik, akıncı ve gönüllü kuvvetlerine ilâveten 1361 yılında yaya (piyade) ve müsellem (süvari) olmak üzere muntazam ve daimî ordu teşkilâtı kuruldu
Osmanlı kara kuvvetleri; piyade, süvari eyâlet askerleri, teknik ve yardımcı sınıflardan meydana gelirdi
Piyadeler; acemi, yeniçeri , cebeci, topçu, top arabacıları, lağımcı, humbaracı ocakları olmak üzere yedi ocağa ayrılırdı Süvariler de; sipahi, silâhtar, sağ ulûfeciler, sol ulûfeciler, sağ garipler, sol garipler bölükleri olmak üzere altı bölüğe ayrılırdı
Eyâlet askerleri; tımarlı sipahiler ve yerli kulu teşkilâtı olmak üzere ikiye ayrılırdı
Timarlı sipahiler, Osmanlı ordusunun en önemli kısmı olup, tımar sahipleriyle, bunların beslemek ve yetiştirmekle yükümlü oldukları askerlerden meydana gelirdi
Yerli kulu teşkilâtı, yurtiçi, geri hizmet, kale kuvvetleri teşkilâtı olmak üzere üç bölümdü Yurtiçi teşkilâtı; belderanlar, cerahorlar, derbendciler, martalozlar, menzilciler, voynuklar gruplarından oluşurdu Geri hizmet teşkilâtında; yaya ve müsellemler ile yürükler vardı Kale kuvvetleri teşkilâtı; azaplar, gönüllü ve beşlilerden meydana gelirdi
Akıncılar, Osmanlı ordusunun öncü kuvvetleri olup, kuruluşuna, gelişmesine ve genişlemesine çok hizmetleri geçti

Deniz Kuvvetleri (Donanma)
Osmanlı Deniz Kuvvetleri, Karesi, Menteşe, Aydın gibi denizci beyliklerin hâkimiyet altına alınmasıyla sahip olunan gemi ve personeliyle kuruldu İlk zamanlarda Karamürsel, Edincik ve İzmit'teki gemi inşâ tezgâhları, Sultan Birinci Bâyezîd Han (1386-1402) zamanında Gelibolu, Sultan Birinci Selim Han (1512-1520) zamanında Haliç, Sultan Birinci Süleyman Han (1520-1566) zamanında Süveyş ve zamanla Rusçuk, Birecik tersaneleri kuruldu Bu tersanelerde kürekli ve yelkenli gemiler îmâl ediliyordu Buharlı gemilerin keşfiyle 1827'de donanma, Buğu denilen bu gemilerle de donatıldı Kürekli gemi çeşitleri olarak; uçurma, karamürsel, aktarma, üstü açık, çete kayığı, brolik, celiyye, çamlıca, şayka, firkate, mavna, kalite, gırab, santur, çekelve, kırlangıç, baştarde ve kadırga kullanıldı Yelkenli gemi çeşitlerinden de; ateş, ağrıpar, barca, brik, uşkuna, korvet, kalyon, firkateyn, kapak ve üç ambarlı kullanıldı
Donanma-i Hümâyûnun başı 1867 yılına kadar kaptanı derya, bu târihten sonra da bahriye nazırı unvanını taşıdı Osmanlı donanması, muazzam teşkilâtı, kuvvetli harp filosu, cesur, üstün kabiliyetli kaptan ve leventleriyle Karadeniz, Ege Denizi, Akdeniz ve Kızıldeniz'e hâkim olup, Hind ve Atlas Okyanuslarında Osmanlı sancağı ile armasını dalgalandırıp temsil ediyorlardı Osmanlı donanmasının 27 Eylül 1538 târihinde müttefik Avrupa devlet ve kavimlerinden meydana gelen Haçlı donanmasına karşı kazandığı Preveze Deniz Zaferi, bugün de Deniz Kuvvetleri günü olarak kabul edilmektedir
Osmanlı ordusunda; ateşsiz, ateşli, koruyucu silâhlar kullanılmaktaydı Ateşsiz silâhlar; kılıç, ok, sapan, bozdoğan, topuz da denilen gürz, kamçı, döğen, balta, meç, şimşir, gaddara, yatağan, hançer, kama, mızrak, cirit, kantariye, kastaniçe, süngü, zıpkın, tırpan, çatal, halbart, mancınık, müteharrik kule
Ateşli Silâhlar, şayka, zarbazen, miyane zarbazen, şahî zarbazen, şakloz, drankı, bedoluşka, marten, ejderhan, kolonborna, miyane, balyemez adlarındaki toplar şişhaneli karabina, çakmaklı, fitilli çeşitleriyle tüfek, tabanca kullanılırdı Zırh, karakal, miğfer, kalkan da düşman silâhından muhafaza için kullanılırdı
1839 Tanzimat ilânına kadar, orduyu hümâyûnda mülkî vazifeleri de olan askerî rütbeler şunlardır: Sadâret, vezir, beylerbeyi, ülâ, sancak beyi, alaybeyi, kaymakam, binbaşı, sağ kol ağası, yüzbaşı, mülâzımı evvel, mülâzımı sânî, zabit vekili, başçavuş, onbaşı, nefer
Son devir askerî rütbeler ve İkinci Abdülhamîd Han (1876-1909) zamanında, 1900'de subay maaşları şöyleydi:
Müşîr (mareşal) iki yüz elli altın, ferik (korgeneneral) yüz altın, mirliva (tümgeneral) altmış altın, miralay (albay) yirmi beş altın, kaymakam (yarbay) on sekiz altın, binbaşı on iki altın, kolağası (kıdemli yüzbaşı) on altın, yüzbaşı beş altın, mülâzımı evvel (üsteğmen) iki buçuk altın, mülâzımı sâni (teğmen) iki altın, nefer (er) bir mecidiye (bir altının beşte biri) Bu maaşlar net ve kesintisiz verilirdi Her ay da ihsânı şahane (pâdişâh hediyesi) alan pek çok subay vardı

Osmanlı Askeri Teşkilatı hakkında farklı milletlere ait bazı görüşler:
ORDU-ASKER

Sayfa 324
· Mareşel Montecuccoli, bir çok Batı diline çevrilerek klasik olmuş tâbiye kitabında Türk ordusunu şöyle anlatıyor:
" Osmanlı Devleti o derecede kudretli ve kuvvetli bir imparatorluktur ki, hesapsız sayıda, mükemmel eğitim görmüş askerlerden müteşekkil ordusu, her an harbe hazırdır İstenildiği anda yürüyüşe geçebilen bu ordu, her zaman emre âmâdedir Ordunun yürüyüşe başladığını daha düşman öğrenmeden Türk ordusu, muharebe sahasına girmiştir 1660 yılında gemilere manda ve öküzleri koşup Tuna yoluyla Belgrat'a, Osiyek'e, Budapeşte'ye Türkler'in çektirdikleri gemiler ve taşıdıkları yiyecek ve ağırlıklar tarif edilemez, akıl almaz Gerek ordu yürüyüşünü, gerekse ağırlık naklini Osmanlılar, bütün hileleri kullanarak saklarlar Düşman casuslarına daima ters hedef verirler Her seferindeki hileleri de bir öncekinden farklıdır Nitekim herkesi Venedik seferi yapacaklarına inandırıp birden Transilvanya'da görünen Türk ordusu, şaşkınlık yaratmıştır Malta'ya gideceklerini yayıp Girit'e sefer etmeleri de böyledir Savaştan çok önce vaktiyle tedarik görmek, Romalılar'da usul ve kaide idi Osmanlılar, zuhurlarından bu ana kadar Romalı'ların bu usul ve kaidesini aynen tatbik etmişlerdir Osmanlılar ordusundaki her çeşit san'at erbâbı işçinin sayısı, şaşılacak kadar çoktur Kılavuzları ve casusları da çoktur Ordunun büyük ağırlıkları ve topları bulunduğu için nakliyeye ehemmiyet verilir Diğer milletlerin tahammül edemedikleri, tâkat getiremedikleri meşakkatlere Türk ordusu alışıktır Çok iyi siper ve tabya yaparlar Ordunun yürüyüşü fevkalâde sür'atlidir Bizde "Türk'e ayak kurşundan ve el demirdendir" atasözü meşhurdur Türk askeri cesurdur (krş Cevdet, I, 92-3)

Sayfa 325
· Grenard Grenard, şevket devri Türk ordusunu şöyle anlatır:
"Muharebe meydanında Türk askeri ölür teslim olmazdı İlk çağırma emrine daima hazırdı Her nefer yüzbaşısını tanırdı Her nefer kumandanının kendisinden önce yığınak yerinde bulunacağından emindi ve ona göre davranırdı Bu sûretle en kısa zaman içinde Sultan'ın emrinde çok tecrübeli, iyi silahlandırılmış, iyi atlandırılmış, iyi kumanda edilen, sayı bakımından olduğu kadar kalite bakımından da üstün bir ordu âmâde olurdu Topçuya çok hususî bir ihtimam gösterilirdi Top sayesindedir ki II Mehmet İstanbul'u almıştı Top sayesindedir ki Osmanlılar başlıca zaferlerini kazanmışlardı Top boldu, çeşitliydi, iyi imal edilmişti ve kullanılmasını fevkalâde iyi bilen ellerdeydi Bilhassa ağır Türk topları, dehşet vericilikleriyle meşhurdu XVII asırda bile dünyanın en iyi topu ve topçusu Türk ordusundaydı
Yardımcı sınıflar iyi yetiştirilmişti: Cebeciler, demirciler, nakliyeciler ve her türlü yardımcı sınıf Türk levazım teşkilatı yer yüzünün en iyisiydi Asker, ülkenin sırtından geçinmezdi; levazımın kendisine verdiğinden başka ne yemek, ne almak isterse hepsini öderdi

Sayfa 326
· XVI asırda Türk ordugahını gören Postel "dünyanın en ilâhî düzeni= le plus divin ordre du monde" ibaresini yazmaktan kendisini alamamıştır
· XV asırda Bertrandon de la Brocquiere: "Bizim 10 askerimizin yaptığı gürültüyü, 1000 Türk askeri bir araya geldiği zaman duymadım" diye yazar
· Rodos'u teslim almak üzere kaleye giren 30000 askerden bir tek gürültü, bir tek kelime, adım seslerinden sonra hiçbir şey duyulmadığını gözleriyle gören Hristiyan müşahidler hadiseyi yazmışlardır
· Paule Jove, Türk askerinin Hristiyan askerinden 3 üstünlüğü olduğunu kaydeder: Kumandanlarına körü körüne itaat, muharebe meydanında canlarını sakınmamak, yiyip içmeksizin çok uzun yol yürüyebilmek
· Thevenot: "Bir şeyleri eksik olduğu zaman sadece sabrederler Giyimleri ve teçhizatları hafif, yorgunluğa mütehammildirler, sür'atleri hayret vericidir Cengiz Han'ın askerlerine benzerler" diye kaydediyor
· Postel: "Hristiyan askerinin 3 gün 3 gecede aldığı yolu, Türk askeri bir gecede alır" diye yazmaktadır
· Busbeçg: "Teşkilatının kudreti ne olursa olsun, Türk ordusu nâmağlub bir ordu değildi Pekala mağlubiyetlere de uğradığı oldu Ona mukavemet edilemez kudretini veren başlıca iki hususiyet vardı: Daima seferberlik halinde, daima emre âmâde idi ve sefer yolu ne kadar uzun olursa olsun yürümeye hazırdı Halbuki Avrupalılar her yeni sefer için büyük masraflarla yeniden asker toplamaya mecburdular ve üstelik bu askerlerin iradesi kısa zamanda gevşiyordu Diğer taraftan Türkler bir başarısızlıkla karşılaşınca aynı teşebbüsü tekrarlamak, gene tekrarlamak karakterinde idiler Bu sebat, inatçılık ve tâkıyb fikri Osmanlı prensibi idi Cengiz'in, Timur'un, Babur'un prensibi de bu idi Bu tâkıyb fikri ve muvaffak oluncaya teşebbüse devam azmi, şüphesiz devletin malî gücü sayesinde olabiliyordu Ordu ile devlet iyice kaynaşmıştı ve maliye bu gücün emrindeydi Halbuki Batı'da ordular, sosyal yapının üzerinde ve dışında, sonradan eklenmiş müesseselerdi Bunun neticesi olarak Avrupa orduları için normal kaynaklar bulmakta müşkilat içindeydi Avrupa hükümdarları üst üste yığılan istikrazların yükü altındaydı Charles Quint bile bu durumdaydı Türkiye'de ise aksine ordu hükümetin normal imkânları içinde hayatını devam ettiriyordu

Sayfa 265
· II Murad ve Fatih Mehmed zamanında 22 yıl Türkler arasında esir olarak yaşıyan ve sonradan Almanya'ya dönerek hatıralarını yazıp bastıran Georg von Mühlenbach (s432): "100000 atın bulunduğu Türk ordugâhında bir tek atın kişnemesinin bile duyulamayacağını" yazmaktadır Sessizliğin savaş sırasında ne derecede işe yarayacağı âşikârdır
· Babinger: "Türk ordusundan hâkim olan mâneviyât, muhakkak ki herhangi bir düşman ordusununkinden çok üstündü" der
· Gene II Murad devrinde Türkiye'ye gelip Türk ordusunu gören De la Brocqiere şunları yazar:
"Ordudaki büyük emirler ve kumandanlar; öyle basit bir kıyafette idiler ki, onları, alayların içinde alelâde neferlerden ayırmak imkânsızdır Padişahı (II Murad'ı) camide namazını kılarken görmeye muvaffak olabildim Ne tahta benzer ki bir koltukta ne bir iskemlede değil, fakat yere serilmiş bir seccadede ibadet ediyordu Çevresinde, arkasında veya başı üzerinde, mevkiini işaret eden hiçbir şey yoktu"
· XVII asrın son yarısında, bu haşyet verici sessizlik hâlâ devam ediyordu Türk ordusu pek büyük bir sessizlik ve Majeste'nin (XIV Louis) askerleri arasında tasavvuru müşkül bir tevazu içindeydi

Sayfa 266
· Yabancıları her şeyden fazla şaşırtan bu sessizlik bahsine Busbecq tekrar döner ve Kânûnî'nin Amasya ordugâhını şöyle tasvir eder:
"Bu muazzam kalabalık içinde medhe değer görünen nokta, sessizlik ve disiplindir Hiç bir bağrışma ve uğultu yoktur Halbuki alelâde kalabalıklarda böyle şeyler eksik olmaz Herkes kendisine tayin edilen noktada rahatça duruyordu Paşalar, sancak ve alay beyleri, yüzbaşılar ve daha küçük Türk subayları yerlerine oturmuşlardı Alelâde neferler ayakta idi En çok göze çarpan topluluk, sayıları bir kaç bine erişen yeniçerilerdi Bunlar, diğer birliklerden ayrı bir yerde uzun bir saf halinde duruyorlardı O kadar sessizdiler ki, benden çok uzakta bulunmadıkları halde, acaba canlı insanlar mıdır, yoksa birer heykel midirler diye tereddüt ediyordum Bu mevki'den ayrıldığım zaman; hoş bir manzara göründü Sultan'ın hasa alayı atlar üzerinde, yerlerine dönüyorlardı Atlar gayet güzel ve yüksek olduktan başka, gayet bakımlı ve süslü idi
· İstanbul'a gelen Fransız rahiplerinden Canillac, Türk askerinin harp adamları değil keşiş sanılacak derecede sessiz ve mütevazı olduğunu, Dîvân-ı Hümâyûn'da vezirlerin bile yüksek sesle konuşmadıklarını kaydediyor

Sayfa 268
· Gene Iorga (I, 198-9 ) şöyle der: "Bir Avrupa ordusunun bir ülkeden geçmesi ülkenin halkı için bir felaket, bir Türk ordusunun geçişi bir saadetti Halk, Türk ordusunun kendi memleketlerinden geçmesini dört gözle beklerdi; zira zengin Türk ordusu ile geniş ölçüde alış veriş yapardı Balkanlar'da genç hristiyan kızları, tek başlarına mal satmak için endişesizce Türk ordugâhına girerlerdi Böyle bir durum Avrupa orduları için tamamen imkânsızdı
· Çağdaş büyük Fransız yazarı Montaine'in kaydettiği gibi Yavuz'un ordusu memlûklerin Şam şehrine girerken, şehri çepeçevre kuşatan hârikulâde meyve bahçelerine el bile değdirmemişti Türk ordusunda disiplin o derece idi

Sayfa 268, 269 ve 270 yarısına kadar
· Meşhur İngiliz diplomatı Ricault, Orduy-u Hümâyûn ile köprülü-zade Fâzıl Ahmed Paşa'nın Uyvar seferine katılmıştır Müşahadeleri arasında şunları anlatır:
"Gerek vezîr-i âzamın, gerek diğer büyük kumandanların otağlarına çadırdan fazla saray demek doğru olur Fevkalâde büyük olmaları, muhteşem ve hârikulâde süsleri, çeşitli dairelere ayrılmaları, otağlara saray manzarası verir En konforlu şehirlerde bile bu otağlardaki huzur yoktur Aslında bu otağlara mermer, yahut başka değerli taşlardan yapılmış saraylardan fazla masraf edilmektedir Zira otağın ömrü azdır, bir kaç yılda yenilenir Saraylarsa, asırlarca ayakta kalır Bu otağlar ve onları taşıyan kazıklar çok ağır çektikleri için nakilleri kolay değildir Fakat bütün eşyalarıyla beraber bu seyyar saraylar, menzilden menzile taşınır
Türk ordusu günde 5 veya 6 saat yürür, daha fazlası cebri yürüyüştür ve fevkalâde hallerde olur Bütün ordu ağırlıkları at, katır ve develerle taşınır Otağ kurucular, bir menzil önden giderek otağı hazırlarlar Otağı sahipleri menzile gelince, otağlarını kurulmuş ve hazır bulurlar otağ kurucu ekip, ordudan daima bir gün ileridedir Aslında her otağ çifttir, birinde otağ sahibi yatıp dinlenirken, diğer otağ bir menzil ileride kuruluş halindedir Türkler her menzili "konak" tabir ederler Bu durum Türk ordusunda çok büyük sayıda deve, katır ve diğer yük hayvanlarının bulunmasını icap ettirir Bu hayvan kervanlarına memur askerler de çok büyük sayıdadır Bu da büyük masrafı mûcip olmaktadır Fakat benim fikrime göre, bu halden daha fazla bir ihtişam gösterişi mümkün değildir ve Osmanlı İmparatorluğu bunu gerçekleştirmiştir
Ordu da düzen tek kelimeyle fevkalâdedir Fikrimce bu düzen, içki yasağı ile sağlanmaktadır İçki yasağı, Türk askerini itaatkâr, uyanık ve kanaatkâr yapmıştır Ordugâhta en küçük bir gürültü ve münakaşa duymak mümkün değildir Halk ordularının geçişi sırasında en ufak bir endişe hissetmez Ordu geçtiği yerde her şeyi peşin para ile satın alır; hanlarda geceleyin asker parasını öder Türk ordugâhına, kızlarına tecâvüz edildiği için şikayete gelen anneler görmek mümkün değildir Malının asker tarafından yağma edildiğini, hoş olmayan herhangi bir muameleye muhatap olduğunu söyleyerek şikayete gelen de yoktur Zîrâ böyle şeyler olmaz Bu düzen, Türk ordusunu muzaffer kılmış ve imparatorluklarını muntazam şekilde büyütmüştür Biz Hristiyanlar'ın ordularına ise şarap, Türk ordusunda görülenlerin tamamen aksine husule getirir Türkler bunu çok iyi bilmekte ve değerlendirmektedir Ordugâhlarına şarap girmemesi için her türlü tedbiri alırlar İki üç gün önce bir konağa vâsıl olduk, bu konakta meyhaneler vardı, ordu orada bulunduğu müddetçe meyhaneler kapatıldığı gibi , her türlü şarap alış verişi ve satışı da yasak edildi
Türk ordugâhı her zaman için son derece temizdir, en küçük bir çöp görülmez Her çadırın yanına, tabiî ihtiyaçlar için geçici çukurlar kazılır ve bu çukurlar ordu hareket ederken toprakla doldurulur Bu suretle Türk ordugâhı, en temiz şehirlerden daha temizdir
Büyük yaz sıcaklarında yürüyüş olduğu zaman, nakliye katarları, gecenin 7 saatinde harekete geçirilir Vezîr-i âzam ve maiyeti ise gece yarısından az sonra yürüyüşe başlar Bu sûretle gündüzün zahmetli yürüyüşler yerine, gece yürüyüşleri tercih edilir Her birliğin önünde öylesine bol miktarda meşale yakılır ki; gökyüzü, gündüz gibi aydınlanır Bu işi "Meşaleci" denilen ve Şam yahut Halep ayetlerinden gelen Arap Birlikleri yaparlar Bu birlikleri "Meşalecibaşı" denilen subayları düzenler
Belgrad'dan geçerken genç Sırp kızları ordugâha geldiler En iyi elbiselerini giymişlerdi Getirdikleri malları birliklerin içine girip sattıktan sonra çekilip gittiler Hangi yerden geçtiysek köylüler, orduyu sevinçle karşılıyorlardı Türk askerine bol bol mal satıp çok para kazanıyorlardı"

Sayfa 300, 301 ve 302
· Üstün nişancı olan Türk askeri, üstün süvari idi de, doğuştan atlıydı Bin yıl önce bir Hristiyan müellif, Türkler için: "Atlarıyla beraber doğmuş sanılırlar" demişti Türk ordusu da esas bakımdan atlı bir ordu idi Süvarilik meziyetleri XIX asırda bile üstün kalmıştı
· 1827'de Sir Adolphus Slade şöyle yazar:
"Türk süvarileri atlarına çok hakimler Günlerinin çoğu at üzerinde geçer Eğitimleri sert ve çok disiplinlidir Atlarını daima muharebe sahasının icaplarına göre terbiye ederler Eğitinde Türk süvarisi atını alevlere bürünmüş fıçılara, silah ateşlerine, domuz ayaklarına doğru sürer ve düz duvarlardan aşırır Onun için Türk atı, muharebe meydanına girince ürkmez Türk süvarisi atını sürmekteki mahareti kadar, dört nalla giderken nişan alması ve vurması ile de meşhurdur, çok keskin nişancıdır Cirit atmada Türk süvarisinin üzerine yoktur Hiç bir süvari, Türk süvarisi ile teke tek döğüşemez, mağlup olur
Türk atlıları 100 yarda gibi kısa bir mesafede baskın tarzında taarruz eden nâdir dünya süvarilerinden biridir Bu kabiliyetin ârızalı arazide ne derecede ehemmiyet taşıdığı âşikârdır Nitekim Kelefçe muhaberesinden sonra Rus süvari subaylarıyla konuştum Niye Türk süvarileri karşısında âciz kaldıklarını sordum Arazinin Rusya'da bile alışmadıkları derecede ârızalı olduğunu, atlarının böyle arazide hareket edemediklerini, meşhur kazak süvarilerinin bile Türk atlarına yetişemediğini söylediler
Kelefçe muharebesinde Türk süvarisinin hareket kabiliyeti inanılmaz bir şeydi "Deli" denilen Türk süvarisinin cesaretine, benimle beraber muharebe meydanında bulunan arkadaşım İngiliz süvari yüzbaşısı Chesney'de hayretler içinde kaldı Rus subayları bile Türk süvarilerinden "muhteşem cengâverlermiş" diye bahsetmeye başladılar
Bir Rus subayından dinledim
"Şumnu kalesinden bize taarruz için çıkan Türk süvarilerinin atlarını şaha kaldırarak gelmeleri, bana şövalye romanlarını hatırlattı, heyecanlandım" diyordu "Türk süvarileri, ellerindeki mızrakları havaya atıp tekrar tutarak atlarını dört nala sürüyorlar ve yürük atları üzerinde, uçan kuş sürüleri gibi, ovaya akıyorlardı Doludizgin at süren bu gözü pek insanların bazen kalpakları başlarından uçuyor, cepkenlerinin geniş yenleri yaprak gibi açılıyor, yağız atlarının kuyrukları rüzgârda dalgalanıyor ve ölüme göz kırpmadan ilerliyorlardı Derken Rus süvarileri ile mızraklaşmaya başlıyor, ölüyor veya öldürülüyorlardı Bu akım birden bir hengâme halini alıyor, dalgalanıyor, karışıyor, naralar yeri göğü inletiyordu Kanlı muharebeden arta kalan süvariler, yıldırım gibi çark ederek aynı sür'atle dönüyorlardı Fakat ric'at taktikleri şaşırtıcıydı Öylesine dağılıyorlardı ki, iki atlıyı bir arada görmenin imkânı yoktu Bu sûretle kendilerini tevcih edilmiş Rus toplarını hayal kırıklığına uğratıyorlardı Rus topçuları teker teker her Türk süvarisine bir mermi göndermeyi göze alamıyorlardı Bu sûretle geri çekilen Türk süvarilerinin çok azı şarapnel isabeti aldı
Açıkta Türk süvarisini karşılayamayacağını anlayan Ruslar, bu defa müstahkem tabyaların arkasına sinerek Türk süvarilerini beklemeye ve onları mustahkem siperlerin önünde kırmaya karar verdiler Türk süvarisi bu defa da taarruza geçmekten çekinmedi Ölümden zerrece korkuları olmadığı âşikârdır Rus siperlerine doğru yaklaştılar Siperlere az kala atlarını dizginleyip bir an siperlerin ardındaki Rus kazak süvarilerine küfrediyor, onları kızdırıp siperlerden çıkarmak istiyorlardı Siperlerin önünde bir an kalıp derhal çekildikleri için isabet almıyorlardı Âdetâ şehir meydanında cirit oynuyorlardı Bu yaptıkları artık süvariliğe bile sığar şey değildi Tam manasıyla at canbazlığı idi Rus topçusunun ateşi altında, ateşten mümkün olduğu kadar kaçınıp isabet almamaya çalışarak siperlere yaklaşıp piştovlarını Ruslar'ın üzerlerine boşaltıyorlardı Fakat bir an geldi ki Rus toplarının ateşi şiddetlendi O zaman Türk süvarisi ric'ate başladı Ama atlarının üzerlerinde görünmüyorlardı, kafalarını atlarının karnına sokup çekiliyorlardı
Fakat başları atlarının karnında çekilmeleri çok kötü netice verdi Zira çevrelerini görmüyor, yanlız istikamet tayin edebiliyorlardı Kumandanları Reşit Paşa'nın yalnız başına Rusların önünde kalakaldığını göremediler Bir kazak yüzbaşısı, Rus siperleri önünde şaşkın şaşkın bakan bir Türk süvarisini fark etti Süvarinin üzerindeki parlak üniformadan, bunun büyük bir Türk subayı olduğunu anlamıştı Reşit Paşa Serdar başkumandandı Kazak yüzbaşısı atını sürdü, paşanın kolundan tuttu Paşa şaşırmıştı Tarihte ilk defa olarak bir Türk Serdarı'nın düşmana esir düşmesine bir saniye kalmıştı Fakat o sırada ric'at eden bir Türk süvarisi durumu görmüş, atını gerisin geriye Serdar'a doğru sürmeye başlamıştı Yıldırım gibi yetişip piştovuyla kazak yüzbaşısını alnından vurdu Reşit Paşa'nın atının dizginlerini kavrayıp çekti Ve paşasıyla beraber Şumnu istikametinde gözden kayboldu Hadise yalnız bir an sürmüştü Ruslar siperlerinin arkasında sadece şaşkın şaşkın seyrediyorlardı Böyle bir vak'a olmamış gibiydi, sanki hayal görmüşlerdi
XIX asırda böyle olan bir süvarinin, XVI asırda ne olduğu kıyas yoluyla kolayca tahayyül edilebilir İngiliz amiralinin tasvir ettiği Türk süvarisinin, akıncılar askerin son fertlerinden biri olduğu aşikardır
· 1789 tarihli bir Almanya İmparatorluk askeri jurnelinde: "Avrupa'nın en âlâ süvarisi olan Osmanlı süvarisi" denmektedir Bu sûretle son zamanlara kadar Türk süvarisinin kesin şekilde Avrupa süvarisinden üstün olduğu anlaşılır Fakat XVII asırdan sonra muharebelerin mukadderâtı artık süvarinin elinde değildi, piyadenin eline geçmişti

Sayfa 263 ve 264
· Charles-Quint'in Kânûnî nezdindeki büyükelçisi Baron ve Busbecq:
"Türk sistemini kendi sistemimizle mukayese ettiğim zaman, istikbalin başımıza getireceği şeyleri düşünerek titriyorum Bir ordu galip gelecek ve Pâyidâr olacak, diğeri de mahv olacaktır Çünkü şüphesiz, ikisi de sağlam sûrette devam edemezler Türkler'in tarafında, kuvvetli bir imparatorluğun bütün kaynakları mevcut; hiç sarsılmamış bir kuvvet var; sefer görmüş askerler, zafer îtiyadları, meşakkatleri tahammül kabiliyeti, birlik, düzen, disiplin, kanaatkârlık ve uyanıklık var Bizim tarafta ise, umûmi fakirlik, hususî israf, sarsılmış kuvvet, bozulmuş mâneviyât, tahammülsüzlük ve idmansızlık var Askerlerimiz serkeştir, subaylarımız tamâkârdır Disiplini istihkar ediyoruz Sebatsizlik, serkeşlik, sarhoşluk, sefâhat, bizde bol bol mevcuttur Bütün bunların en kötüsü düşmanın (Türkler'in) zafere, bizim de hezimete alışkın bulunmamamızdır Neticenin ne olacağını tahminde tereddüt, artık caiz midir? Yalnız İran, bizim lehimize işe müdahale ediyor Çünkü düşman, hücûma teşebbüs ettiği zaman arkalarını tehtid eden tehlikeyi (İran-ı) hesaba katmak mecburiyetindedir Fakat İran bizim mukadderâtımızı geciktirmekten başka bir iş görmüyor İran bizi kurtaramaz Türkler, İranlılar ile işlerini neticelendirdikleri zaman, bütün Doğu'nun kuvvetlerinden yardım görerek, bizim boğazımıza atılacaklardır Bu tehlikeye karşı ne kadar hazırlıksız bulunduğumuzu düşünmekten korkuyorum (1 Haziran 1560'da Almanya'ya gönderdiği mektup) (Türk mektupları, HC Yalcın tercümesi 141-2)
"İlk dikkat ettiğim husus, muhtelif teşkilatı mensup Türk askerlerinin, kendi karargâhları içinden hârice çıkmamaları idi Bizim karargâhlarda cereyân eden işleri bilenler, buna inanmakta zorluk çekerler Fakat gerçek şu ki, her tarafta tam bir sükûnet ve sessizlik hüküm sürüyordu Kat'iyen kavga ve münakaşaya tesadüf edilmiyordu Hiç bir türlü zorlama ve şiddet harekâtı görülmüyordu Sarhoşluktan yahut kafa kızgınlığından ileri gelmiş yüksek sesler bile yoktu Bundan başka, her taraf tertemizdi Gübre yığınları, süprüntüler görülmüyordu Göze, yahut buruna fena gelecek hiç bir şeye tesadüf etmedim Bu gibi şeyleri Türkler yakıyorlar, yahut uzağa götürüyorlar Neferler de büyük bir çukur açarak, pislikleri oraya gömüyorlar ve karargâhı tertemiz tutuyorlar Bizim askerimiz arasında olduğu gibi hiç bir tarafta bir sarhoşluk, cünbüş yahut kumar gibi şeylere tesadüf edemezsiniz Türkler kâğıt ve zar oyununu bilmezler (s 201)
Bundan başka, düşman memleketinde bulundukları ve muharebe yakın olduğu zaman, Türk askeri, ordularını başka bir zaman için geri bırakabilirler Açlık yüzünden zayıf düşmüş oldukları bir sırada muharebeye girmemeleri için böyle yapılır Bu emre itaat hususunda tereddüt gösterirlerse padişah, bizzat öğle üzeri, ordunun göreceği bir yerde yemek yer Bu sûretle herkes, aynı vechile hareket etmeye cesaretlendirilmiş olur (s 204-5)
Türk ordugâhında (Amasya yakınlarında) bir bayram namazı seyrettim Sarıklı başlardan mürekkep büyük bir topluluğun toplanmış olduğunu gördüm Derin bir sessizlik içinde namazı idare eden dîn adamının sözlerini dinliyorlardı Her saffın belirli bir durumu vardı Ayrı saflar, dizildikleri açık sahrâda, tıpkı bir duvar gibi uzanıyordu

Yılmaz Öztuna'nın Büyük Türkiye Tarihi kitabının 9 cildinden alınmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.