Şengül Şirin
|
Tarihi Gerçekler Ve İngilizce'deki Deyimlerin çıkış Noktaları
1500’lerde İngiltere’de işler şöyle yapılıyordu: Insanların çoğu Haziran’da evleniyordu Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran’da hala çok kötü kokmuyorlardı Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu
Ortaçağ İngilteresinin tarımla geçinen bölgelerinde düğünler için en popüler zaman hasat mevsiminin geçtiği ve ürün ekiminin henüz başlamadığı Ocak, Kasım ve Ekim aylarıydı (Hanawalt, Barbara, The Ties That Bound: Peasant Families in Medieval England-Oxford University Press,1986, sf 176)
Hayvanların çoğunlukla yenmek için kesildiği sonbahar sonu ve kış ayları da sıkça tercih edilirdi, böylece düğün ziyafetleri için taze et bulunurdu
Haziran ayı düğün törenleri için güzel havadan, taze mahsülden ve taze çiçeklerden yararlanmak açısından iyi bir zamandır Düğün törenlerinde çiçeklerin kullanılması antik zamandan kalmadır (“garland” Encyclopedia Britannic )Farklı kültürlerde çiçeklerin birçok değişik sembolü vardır
Ortaçağda insanların senede bir defa banyo yaptıkları doğru değildir Birçok kişi düzenli olarak yıkanıyordu Banyo yapmadan dolaşmak erken Orta çağ’da bile kefaret olarak görülüyordu Sabunun İsa’dan önce Galyalılar tarafından bulunduğu söylenir 12 yy da da kalıp halinde sabunlar kullanılıyordu Halka açık hamam benzeri yerler de vardı, fakat bunlar fahişeler tarafından gizlice kullanıldığı için esas işlevi 2 sıraya düşüyordu
(Rossiaud, Jacques,and Cochrane,Lydia G (çevirmen), Medieval Prostitution (Basil Blackwell Ltd ,1988 sf:6) Bütün bir sene yıkanmayıp düğününde elinde bir buket çiçekle ortada dolanmayı heralde ortaçağ gelinleri de düşünmezdi
Tales of the Middle Ages - Daily Life
Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak ta bebekler ayni suda yıkanıyordu Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü İngilizce’deki; “banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın!” (Don't throw the baby out with the bath water) deyimi buradan gelmektedir
Çoğu köylü bir banyo küveti alacak maddi güce sahip değildi, bunun yerine kapağı çıkarılmış fıçılar kullanırlardı (Gies, Frances& Gies, Joseph, Life In The Medieval Village-HarperPerennial, 1991 sf:93) Fıçıyı dolduracak kadar suyu kuyulardan çekip getirmek sık banyo yapmayı engelleyici bir durumdu Yine de bu insanların temizlenmesini engelleyecek bir unsur değildi Bir kova su, sabun ve bir parça bezle de yıkanabilirsiniz
Köylü ailelerin düzenli olarak aynı fıçıdaki suyla yıkandıklarına dair bir kanıt yoktur Yine de koca bir fıçı dolusu suyla uzun bir banyo yapmayı gerektirecek özel durumlar her ne ise bu aynı zamanda yıkandıkları suyun kullanılmayacak kadar pis olmasını da engellemiş olmalıdır Yaygın inanışın aksine ortaçağ insanları hijyenik konularda kaygısız değillerdi ve temzilenmek için kendilerini pis bir suya atmaları da ihtimal dışıdır
Bir banyo küveti almaya paraları yetenlerin, bu küveti doldurup, boşaltacak,suyunu yenileyecek hizmetçiler tutmaya da paraları vardı, ve ailenin tüm bireylerinin bu pis suda yıkanması için bir nedenleri yoktu Çocuklar da pis ya da temiz bir fıçı dolusu suda değil, daha küçük leğenlerde yıkanırdı Bunun için gerekli az miktardaki su da kuyudan rahatlıkla çıkarılır ve ateşte ısıtılırdı Bir bebeğin tarihte banyo suyuyla beraber atıldığı duyulmamıştır…
“Don't throw the baby out with the bath water” deyimi Alman kökenlidir Yazılı belgelerde ilk kullanımı 15 yy’da “Thomas Murner” tarafından yazılmış “Narrenbeschwörüng” kitabındadır (kitabın 81 bölümünde “das kindt mit dem bade ausschütten” Bunu deyim hakkında daha geniş bilgi için: De Proverbio - Electronic Journal of International Proverb Studies Proverbs, Quotations, Sayings, Wellerisms
Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar ( fareler, böcekler ) çatıda yaşıyordu
Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu İngilizce’deki; “Kedi-köpek yağıyor! ” (It's raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir
Çoğu köy evi ve şehirdeki yapıların çatısı dikkatle, sıkıca örülmüş saman, süpürge otuna benzer bir çalı, kamış,saz veya hasırotundan yapılıyordu (Gies,Frances & Gies, Joseph, Life In Medieval Village sf:34) Sazdan yapılmış çatılar düzgün bir şekilde tasarlandığı zaman yağmur, kar ve doluya karşı iyi bir korunma sağlar Saz çatılar, küçük kemirgenler, sinekler ve kuşlar için çekici bir yerdir Islak havalarda çürüyebilir ve kuru havalarda da yangın tehlikesi başgösterebilirdi Diğer yandan, ucuz ve yapılması kolay olduğu için , eskisi koruma vazifesini yitirdiği zaman yerine kolaylıkla yenisi yapılırdı
Bir kedinin çatıya avlanmak için atlaması mümkündür, ama sık örülmüş çatıda hayvanın yaşamak için barınacağı bir yer yoktur Aynı şekilde bir köpeğinde çatıda yaşaması düşünülemez
Buna rağmen “raining cats and dogs” deyiminin kökeni kesin olarak bilinmemekle beraber, basılı olarak bilinen ilk kullanımı 17 yy dadır, kökeninin ise bundan birkaç yüzyıl öncesine gittiği söylenir Michael Quinion “World wide words” isimli sitesinde bu konuda bazı teoriler üzerinde durur
Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir
Birçok şatoda, büyük ev ve malikanede çatılar ahşap, topraktan yapılmış kiremit, ve taş ile yapılırdı Bunlar “evin içine düşenleri engellemek” konusunda saz çatılardan daha iyiydi Fakir köylü halk ise genellikle samanların üzerinde yerde, ya da tavanarasında yatıyordu (Gies,Frances & Gies, Joseph, Life In Medieval Village sf:93) Çevresinde yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz tarzı yatakları yoktu Daha zengin insanların ise bu yatakları kullanması tavandan birşey düştüğü için değildi, asiller bu tip yatakları kullanırlardı
Ortaçağ İngilteresi ve Avrupasında kullanılan yüksek direkli, perdeli İngiliz tarzı yatakların (Canopy bed) kökleri evle ilgili farklı bir duruma dayanır Avrupa şatolarının erken zamanlarında lordlar ve aileleri büyük holde, bütün hizmetkarları ile beraber yatarlardı Soylu ailenin uyudukları yer genelde holün sonunda olurdu ve diğerlerinden basit perdelerle ayrılırdı (Gies,Frances & Gies, Joseph, Life In Medieval Castle Sf:67)Zamanla şatoları inşa edenler soylular için ayrı odalar inşa etmeye başlayınca, lordların ve leydilerin kendilerine ait yatak odaları oldu, ama evde çalışan hizmetliler de odayı güvenlik ve kolaylık için paylaşabiliyordu Isı kaybını azaltmak ve ayrıca mahremiyet sağlamak için lordun yatağı perdeliydi Hizmetliler ise yerde şiltelerin üzerinde, ya da banklarda yatardı
Bir şovalyenin ya da leydinin yatağı büyüktür, ağaç iskeleti vardır, “yayları” deri parçaları veya halatlardan yapılırdı, üzerinde ise tüy şilte bulunurdu Çarşafları, yastıkları, kürkten örtüleri vs bulunurdu ve lord diğer mülklerini ziyaret edeceği ve oralarda kalacağı zaman yatağı da beraberinde taşınırdı İlk olarak perdeler tavandan asılırdı, ama yatağın modeli geliştikçe, yatağın tepesine yatağı destekleyen bir çerçeve yapıldı, ve perdeler burdan sarkıtıldı Bu tarz yataklar şehirdeki evlerde de kullanılıyordu
Zemin topraktı Sadece zenginlerin zemini topraktan başka bir şeyden yapılmıştı “Toprak kadar fakir” (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı Bunlar kişin ıslandığı zaman kayganlaşıyordu Bunu önlemek için yere saman (thresh) seriyorlardı Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı “threshhold” (saman tutan; Türkçe’si eşik) idi
Köylerdeki birçok evin zemini topraktı Bazı köylüler evlerini hayvanlarıyla da paylaşıyordu (Gies,Frances & Gies, Joseph, Life In Medieval Village sf:90-91) Hayvanlar eve alındığı zaman genelde ayrı bir odada tutuluyordu Yine de hayvanlar evsahiplerinin yaşadığı odaya da girebiliyordu, bunun için yere saman serilmesi pratik bir seçimdi Buna rağmen “Dirt poor” teriminin 20 yydan önce herhangibir metinde kullanıldığına dair bir kanıt yoktur Bir teoriye göre bu terimin kökeni 1930’ların Oklahoma’sında kuraklık yüzünden çıkan toz fırtınalarından doğan “Dust Bowl” deyiminde yatar Ama bu kanıtın doğruluğu ispatlanmamıştır
Zenginlerin şatolarında zemin katının yerleri taş, dövülmüş toprak veya alçı olabiliyordu,ama üst katlar çoğunlukla ahşap zemine sahipti Hasırotu, insanlar ıslak zeminde kaymasın diye değil, ısıyı tutmak ve yumuşak bir örtü olarak kullanılıyordu (bir nevi yalıtım malzemesi sayılabilir) Bu hasırotlarının arasına bazen lavanta gibi aromatik otlar katılıyordu, yerler düzenli olarak temizlenir ve hasırotları yenilerdi Tüm bunlar düşünüldüğünde hasırotunu içeride tutmak mantıklıydı
Fakat, “thresh” bir fiildir İngilizce-Türkçe sözlüğe baktığınızda da kelimenin karşılığı “harman dövmek” olarak geçer Hiçbir zaman yere konulan hasırotlarını adlandırmak için kullanılmamıştır, bir isim değildir “threshold” kelimesi de kökeninde eski İngilizcedir ve 12 yy öncesine tarihlidir İki eski İngilizce kelime de insanın ayağının hareketiyle ilgili gözüküyor; “thresh” (Eski İngilizce: threscan) harman dövmen, “treshhold” (eski İngilizce:therscwold) kapı eşiği, girecek yer
Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu “Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük ” (Peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin kaynağı budur
Köy evlerinde yemek pişirmek için bir mutfak yoktu En fakir ailelerin yemek pişirdikleri, yedikleri, çalıştıkları ve uyudukları sadece bir odaları vardı Bu yoksul ailelerin yemek pişirmek için sadece 1 adet kazanlarının olması da yüksek bir ihtimaldir Şehirlerde oturan yoksul kesimin ise çoğunlukla evlerinde kazan dahi yoktu Yemeklerinin çoğunu dükkanlardan hazır pişirilmiş olarak ya da sokak satıcılarından alıyorlardı (fast-food’un ortaçağdaki hali ) (Carlin, Martha, “Fast Food and Urban Living Standards in medieval England” Food and Eating in Medieval Europe (The Hambelton Press,1998 Sf:27-51)
Açlık sınırında yaşayanlar ise bulabildikleri yenilebilecek herşeyden yararlanmak zorundalardı, akşam yemeği olarak haliyle kapların içine herşey girebilirdi (Gies, Frances & Gies, Joseph- Life In the Medieval Village sf:96) Bunların arasında fasülye, tahıllar, sebzeler ve bazen et (çoğunlukla domuz sırtı-“bacon”) vardı Az miktarda da olsa et kullanmak besin çeşitliliği açısından gerekliydi Bu sulu yemeğin adı “pottage” (türlü yemeği, sebze çorbası) idi, ve köylülerin en temel besin kaynağıydı Ve evet bazen bir gün öncesinin yemeğinden artanlar ertesi günün yemeğinde de kullanılıyordu Ama yemeğin 9 gün orada kalması değil 2 ya da 3 günden bile fazla kalması sıkça raslanan birşey değildi Açlık sınırında gezen insanların yemeği tabaklarında ya da kaplarda bırakmaları olağan değildir Zorlukla elde edilmiş akşam yemeği malzemelerini 9 gün çürüterek bekletmek ve hastalıklara davetiye çıkarmak hiç olağan değildir Muhtemel olan akşam yemeğinden kalanların kahvaltıda tüketilmesiydi
bilim org
S Ediger
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|