|
|
Konu Araçları |
balonlar, çalışır, edilebilen, hakkında, seyahat, uçar, zeplinler |
Zeplinler Nasıl Uçar? Seyahat Edilebilen Balonlar Nasıl Çalışır? Zeplinler Hakkında |
09-11-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Zeplinler Nasıl Uçar? Seyahat Edilebilen Balonlar Nasıl Çalışır? Zeplinler HakkındaZeplinler Nasıl Uçar? Seyahat Edilebilen Balonlar Nasıl Çalışır? Zeplinler Hakkında Zeplinler Nasıl Uçar? Seyahat Edilebilen Balonlar Nasıl Çalışır? Zeplinler Hakkında Zeplin, ulaşım aracı olarak kullanılan itme kuvvetiyle yol almalarını sağlayan motorları ve havada yönlenmesini sağlayan dümenleri olan puro biçiminde ve altında yolcu kabini bulunan güdümlü balonlardır Omurgalı güdümlü balonların en başarılı yapımcısı olan Kont Ferdinand von Zeppelin adlı Alman güdümlü balonların isim babasıdır Başarılı olmuş ilk uçuş Fransız mühendis Henri Giffard tarafından 24 Kasım 1852 yılında gerçekleştirilmiştir Giffard 160 kg ağırlığındaki ve 3 BG’ndeki buhar makinasını 43 metre uzunluğunda ve 12 metre çapındaki , hidrojenle dolu bir torbanın altına takarak Paris’ten havalanıp 30 km uzaklıktaki Trappes’e uçarak gerçekleştirilmiştir İlk zeplin 128 metre uzunluğunda ve 11 metre çapındaydı Alüminyumdan oluşan iskeleti, pamuklu bir bezle kaplıydı İskeletin içinde hidrojen taşıyan gaz baloncukları vardı 2 Temmuz 1900’de havalandırılan zeplin, 400 metre yükseklikten uçarak 6 kilometrelik bir yolu 17 dakika 30 saniyede aldı Bu ilk zeplinin başarısı üzerine yenileri de üretildi Özellikle Alman Savaş Bakanlığı zeplin üretimini destekledi I Dünya Savaşı sırasında Paris ve Londra zeplinlerle bombalandı Atlas aşırı uçuşlara başlayan zeplinler, 52000 kişiyi Atlas Okyanusu’nun iki kıyısı arasında taşıdıktan sonra, yeni yolcu uçaklarının geliştirilmesi ve büyük kazalar nedeniyle 1950’lere gelmeden üretimden kaldırıldı Günümüzde sadece ABD’de reklam amaçlı olarak kısıtlı sayıda üretilmektedirler BALON NASIL UÇAR? - Tüm sıvılar ve gazlar içlerine batırılan cisimlere kaldırma kuvveti uygularlar Bu kaldırma kuvveti, cisimlerin sıvı veya gaz içerisinde kalan hacmine karşılık gelen içinde bulunduğu sıvı veya gaz ortamın kütlesel büyüklüğüne eşittir Yani sıvı veya gaz ortama bir birim hacimlik cisim batırıldıysa bu cisme etkiyen kaldırma kuvveti o ortamın bir birim hacimlik ağırlığına eşittir Balon üzerine etkiyen kaldırma kuvveti herzaman için arzın merkezinden yukarıya doğrudur - Bu durum bize şunu anlatır Eğer cisim içinde bulunduğu ortamın yoğunluğundan daha az bir yoğunluğa sahipse bu cisim içinde bulunduğu ortamda yüzebilir - Balon için düşünecek olursak; Balon hava akışkanı içerisine batırılmış bir cisimdir Yani balonun hava içerisinde yüzmesini istiyorsak bir şekilde balonun toplam yoğunluğunu azaltmamız gerekmektedir Bunu yapmanın çeşitli yöntemleri vardır Örneğin balon içerisindeki havayı ısıtarak içindeki havanın yoğunluğunu azaltabiliriz Bir süre sonra balon yavaş yavaş havalanmaya başlayacaktır Diğer bir yöntemde balon içerisine havadan daha hafif olan bir başka gaz doldurulabilir Bu yöntemlerin ikisi de günümüzde kullanılmaktadır - Balon için söylememiz gereken bir başka durum ise balonun sadece irtifası kontrol edilebilir Bu kontrol işlemi balon içindeki gazın yoğunluğunun azaltılması veya artırılması ile yapılır Yani balon içerisindeki gazın yoğunluğu azaltılırsa balon irtifa kazanır, tersi işlem yapıldığında ise balon irtifa kaybeder - Yönünü kontrol etme imkanı yoktur Bu nedenle balonlar rüzgara bağlı olarak yön değiştirir Eğer bir gün balona binerseniz lütfen rüzgarla iyi anlaşın yoksa sizi hiç ummayacağınız yerlere indirebilir Rüzgarla iyi anlaşmanın ise tek bir yöntemi vardır onu iyi tanımak - İyi Uçuşlar HAVA GEMİSİ NASIL UÇAR? - Hava gemilerinin yani başka bir ismiyle zeplinlerin uçma prensibi balonların uçma presibiyle aynıdır Farklı olarak zeplinlerin içerisindeki gazların yoğunluğunu değiştirmek balonların ki kadar kolay değildir - Ayrıca zeplinlere yön kontrolü sağlaması amacıyla kumanda yüzeyleri ilave edilmiştir Rüzgardan bağımsız olarak hareket edebilmesi için özel güç sistemleri monte edilmiştir Kendi güç sistemleri yani motorları sayesinde zeplinler havada istedikleri yöne rahatça hareket edebilmektedirler - Günümüzde bazı ülkelerde değişik amaçlarla kullanılıyorlar Bazen reklam veren firmaların isimleri üzerlerine yazılıyor bazen de reklam broşürleri havadan bütün şehir üzerine atılıyor - Havada çok fazla hız yapamamalarına rağmen uçuş adına güzel bir araç UÇURTMA NASIL UÇAR? - Uçurtma uçuş prensibi olarak çok kompleks bir yapıya sahip değildir Ancak günümüzde dizayn edilen uçurtmalar çok daha karmaşık olarak görünebilirler - Temelde uçurtma rüzgarın gücünü kullanarak havada kalabilen bir araçtır Rüzgar belirli bir yönde eserken uçurtma yüzeyi ile açı yapması sağlanır Rüzgar ile uçurtma arasındaki açı rüzgarın uçurtma yüzeyinde oluşturduğu kuvvetin iki bileşene ayrılmasına neden olur Dikey yöndeki bileşen uçurtmanın ağırlığını karşılarken, yatay yöndeki bileşen ip aracılığıyla verilen çekme kuvvetini karşılamaktadır Bu sayede uçurtma havada istenilen irtifada tutulabilir Tabi rüzgar uygun olduğu sürece - Uçurtmanın kuyruğu dengeleyici eleman görevini üstlenmektedir Kuyruğun ağırlığı sayesinde uçurtma ideal açısını koruyabilmektedir Kuyruk ağırlığı ile kontrol ipinin uçurtma yüzeyine bağlandığı noktalar arasında çok önemli bir hesaplama sözkonusudur - İp olması gerekenden daha yüksek bir noktaya sabitlenirse uçurtmanın rüzgarla yaptığı açı daima idealden daha küçük olacaktır Bu nedenle uçurtmanın uçması için çok yüksek hızlı rüzgara ihtiyaç duyulacaktır, çünkü açıyı büyütmesi için konulan kuyruk ağırlığı cok fazla olacaktır Eğer denge ipi normal konumundan daha alçak bir noktaya sabitlenirse uçurtmanın rüzgarla yaptığı açı istenenden daha fazla olacağı için kuyruk ağırlığı mumkun olduğu kadar az olmalıdır Bu durumda uçurtma rüzgar içerisinde dengesizce bir sağa bir sola yalpalamaya başlayacaktır |
Zeplinler Nasıl Uçar? Seyahat Edilebilen Balonlar Nasıl Çalışır? Zeplinler Hakkında |
09-11-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Zeplinler Nasıl Uçar? Seyahat Edilebilen Balonlar Nasıl Çalışır? Zeplinler HakkındaBuhar sorununu bilimsel yönden geliştirmesinden ötürü Watt, bu devrimlerin kaynağı sayılmalıdır Ondan önce Newcomen’in makinesi ağır ve zor ilerliyor, teknik yerinde sayıyordu Watt’ın aracılığıyla bilimin işi ele alması üzerine bu yavaş gidişte birden bir canlanma görüldü Tekniğin ilerleyişi bir devrim niteliğini aldı, olayların akışı büyük bir hız kazandı Bilim, insanlık tarihinde üçüncü defa müdahalede bulunuyordu, ama bu müdahalesi, toplumda bundan böyle büyük bir rol oynayacağını kanıtlayacak nitelikteydi Şimdilik bütün rolü, yalnızca icat edilmiş bir makinenin geliştirilmesi ve mükemmelleştirilmesiydi Ama bundan sonra tam tersine bir oluşumla karşılaşılacağı anlaşılıyordu Çünkü bilim bazı dallarda tekniğin kendisinden önce davranmasına meydan vermeyecek kadar ilerlemişti Artık mucite hangi yönün daha elverişli ve hangi bulguların daha yararlı olacağını bilim gösterecekti Söz hakkı, usta teknisyenlerin değil, bilimsel düşünce ve deneylerle ilerleyen bilim adamlarınındı Bu dönemin bilimi en çok gazlar konusunda, ilerlemiş bulunduğuna göre, en göz kamaştırıcı icadını da elbette bu alanda verecekti Bu döneme kadar “gaz teorisi”ni kuranlar fizikçiler olmuştu; yani gazların yalnız fiziksel özellikleri üzerinde durulmuştu XVII yüzyılın ortalarına doğru kimyacılar da bu konuya ilgi göstermeye başladılar, o güne kadar yalnız bir tür “hava” var sanılıyordu; o da soluk aldığımız hava; Fransa’da Lavoisier ve Berthollet; İngiltere’de Cavendish ve Priestley; İsveç’te Scheele; Rusya’da Lomonosov genel olarak kullanılan “hava” teriminin birçok gazları kapsadığını kanıtladılar; 1772′de Priesley, bu konuda yazdığı bir eserinde gazların bir dökümünü yaptı Saydığı gazlar şunlardır: “ateş havası” (oksijeni kastediyordu) “sabit hava” (karbonik gaz), “güherçileli hava” (azot bioksidi), “yanar hava” (hidrojen), “flogistikli hava” (azot) vb Ayrıca bunların yanarlığı, yoğunluğu gibi özelliklerini de açıklıyor; “sabit hava”nın deney kabının dibinde kalan ağır bir gaz, “yanar hava”nın hafif ve uçucu olduğunu anlatıyordu Briestley’in keşiflerinin yarattığı heyecana kapılanlar arasında Etienne Montgolfier (1745 1799) adlı Annonayli bir Fransız da vardı Tanınmış bir kâğıt fabrikatörünün oğlu olan Montgolfier, Soufflot ile birlikte Paris’te mimarlık öğrenimi gördükten sonra babasının fabrikasında çalışmak üzere ülkesine dönmüştü Fransa’da bilimsel zekâsını kullanmak, yeni yöntemler keşfetmek ve Fransız kâğıtçılığına yenilikler getirmek fırsatını buldu Deneylere güvenen, zeki, metotlu ve sakin bir insandı Bu kişiliğiyle de ağabeyi Joseph’in tam karşıtıydı Kardeşi kadar yaratıcı ve parlak bir zekâya sahip olan Joseph (1740-1810), hayalci, iradeli ve ateşli bir gençti Aslında bu iki zıt yaradılış birbirlerini tamamlıyordu Joseph garip bir fikir ortaya attı mı, Etienne onu hemen dengeler, yoluna koyar ve uygulardı Vivarais dağının doruğunda uçuşan bulutları kıskanmak, “suni bulut” meydana getirmeyi ve onun asılları gibi uçuştuğunu düşlemek ancak Joseph gibi birinin aklına gelebilirdi Çevresindekiler varsın kahkahayla gülsünler… Buna bir Etienne gülmemişti; çünkü Priestley’in kitabında “havadan daha hafif ve daha ağır ofan gazlar” olduğunu okumuştu Bunlardan biri, bir zarfa doldurulabilse havada yükselemez miydi? Bu zarfın atmosferde, hiç değilse kendi yoğunluğuna eşit bir gaza rastlayıncaya kadar yükselmesi mantık gereğiydi Hemen deneylere girişerek kağıttan bir kese yaptı, bunu demir parçaları üzerine sülfirik asit dökerek elde ettiği “yanar hava”yla (hidrojen) doldurdu Kesekâğıdı bir süre uçtuktan sonra düştü Gaz çok inceydi, kâğıttan geçip havaya karışmıştı Daha elverişli bir gaz bulmak gerekliydi İki kardeş, bu defa nemli samanla yün yaktılar, çıkan gazla doldurulan kese tavana kadar yükseldi Bu yükselişin nedeni, o günlerde sanıldığı gibi, saman-yün karışımının kimyasal bir özelliğinden ileri gelmiyordu Isınan havanın daha hafif olduğunu İsviçreli fizikçi Horace de Saussure (1740-1799) o yıllarda kanıtladı Bu olaylar sırasında, iki kardeş ipekten paralelyüz biçiminde iki metre küplük bir zarf imal ettiler Bunu sıcak havayla doldurunca uçtuğunu ve tavana gidip yapıştığını gördüler Bu deneyden cesaret alarak yirmi metre küplük bir zarf imal etmeye koyuldular Bu defa, deneylerini açık havada yaptılar “Balon,” kendisini ateşin üstünde tutan ipleri kopartarak havalandı ve 300 metreye yükseldi Böylece Montgolfier kardeşler kendilerini var güçleriyle çalışmalarına verdiler Hemen 1150 metre çapında, 750 metre küp hacminde yeni bir balon imal ettiler Bu balon ambalaj bezinden yapılmış ve kâğıtla astarlanmıştı 215 kilo geliyor, ayrıca 200 kilo da yük alıyordu Başarılarının daha geniş yankılar yapması ve daha çok kişi tarafından izlenebilmesi için deneylerini Vivarais Meclisinin toplanacağı 5 Haziran 1783′te uygulamaya karar verdiler O gün bütün şehir halkı alanda toplanmıştı Tam ortada içi boş şekilsiz bir balon durmaktaydı Montgolfier kardeşlerden biri, resmi kişilere doğru ilerledi “Sayın meclis üyeleri, bu büyük keseyi buharla dolduracağız Az sonra göklere yükseldiğini göreceksiniz,” dedi Kesenin altında samanla yün yaktılar Seyirciler, kesenin kırışıklarının açılıp şiştiğini ve kusursuz bir küre biçimini aldığını gördüler Bunu sekiz kişi zor zaptediyordu; derken ansızın bıraktılar! Kalabalığın soluğu kesilmişti Balon yükselmeye başladı; 2000 metre kadar gittikten sonra birden söndü ve hareket noktasından 4 km uzakta bir bağa ağır ağır düştü Bu olay yalnız bilim dünyasında değil bütün dünyada büyük bir heyecan yarattı Ezeli düş gerçek olmuş, ağırlık yenilmiş, insan dehası göklerin egemenliğini ele alarak bulutlarla, kuşlarla boy ölçüşür duruma gelmişti Bilimler Akademisi, böyle olağanüstü bir olaya tanık olmak istedi Deneyin masraflarını yüklenerek tekrarlanması için Montgolfier kardeşleri Paris’e çağırdı; bir yandan da uzmanları deneyin ayrıntılarını hazırlamakla görevlendirdi Jeolog Faujas de Saint-Fond deneye katılma kaydı açtı; yapımcı Anne-Jean Robert (1758-1820) balonun imalini ele aldı; tanınmış Fizikçi Jacques Charles (1746-1823) de girişimin bilimsel yönetimine atandı Özellikle gazların genleşmesi konusunda incelemeler yapmış olan Jacques Charles yalnız meslektaşlarının saygıyla eğildikleri bir bilim adamıydı “Uçan bir makine” meydana getirme işiyle görevlendirildiğinde, bilimsel bir ruhla işe koyuldu ve sıcak hava yerine hidrojeni kullanmaya karar verdi Ne yazık ki, Robert’in “Mariot Kanunu”ndan haberi olmadığından kusursuz bir küre biçimi vermek için balonu iyice doldurdu 27 Ağustos 1783′te, Paris halkının yarısının toplandığı Champ-de-Mars’da toplar atılmaya başladı Bu işaretle havalanan balon, bir anda 1000 metreye yükselip bulutların arasında kayboldu İnsan zekâsının bu ‘mucize’si karşısında kalabalık bağırıyor, haykırıyor, kucaklaşıyor, ağlaşıyordu ne var ki, balon yükseğe çıkınca aşırı gerilmiş, patlamış ve Paris’ ten yirmi kilometre uzağa düşmüştü Bu sırada Etienne Montgolfier de, Paris’e gelmiş ve “Montgolfiere” imal etmeye başlamıştı Bu yine küre biçiminde, altın renkli işlemelerle süslü mavi bir balondu Altına bir kafes asarak içine bir koyun, bir horoz, bir de kaz koydukları balonu Versay sarayında kral, kraliçe ve saray mensupları önünde salıvermeye karar verdiler Kararlaştırılan zamandan üç saat önce, sarayın parkları ve civar sokaklar görülmemiş bir kalabalıkla dolmuştu Saat ikide halatlar kesildi ve balon ‘yolcularını’ alarak havalanmaya başladı On dakika sonra da Vaucresson koruluğuna indi Herkes hayvanların yolculuğu nasıl geçirdiklerini öğrenmek için oraya koşuştu Hedefe ilk varan Pilatre de Rozier, kafesi açınca hayvanlar sağ salim dışarıya fırladılar Böylece atmosferin yüksek tabakalarının canlılar için solunuma elverişsiz olmadığı da kanıtlanmış oldu Bu gözlem gözü pek bir insan olan Pilatre’i çok heyecanlandırmıştı İnsanların önlerinde açılan bu yepyeni egemenlik alanının kâşiflerinden yalnız hayvanlar olmasına gönlü razı gelmiyordu Bu yeni dünyayı insan keşfe çıkmalı ve bu kişi de kendisi olmalıydı Pilatre yalnız gözünü budaktan sakınmaz kişi değil, aynı zamanda bir bilim adamıydı da Montgolfierler onun verdiği ölçüler üzerine, 20 metre yüksekliğinde 16 metre çapında bir balon imal etmeye koyuldular Sıcak havanın girdiği alt deliğin ağzına sorgun ağacından küçük bir bölme eklediler Ocağı meydana getirecek olan saman yığınını buraya doldurdular Deney günü yaklaştıkça sorumlu kişileri bir korkudur alıyordu Bir insanın kendisini böyle çılgınca bir tehlikeye atmasına izin verilecek miydi? XVI Louis, “Kurban olarak insan verilmek isteniyorsa, ölüme mahkum kişileri koşsunlar bu işe!” diye emretti Pilatre bundan gocundu, “Göklere yükselme onurunu aşağılık canilere mi vereceğiz? Hayır, asla bu olmayacak,” diyerek dostlarından D’Arlandes Marki’si François-Laurent’ı kralı ikna etmeye gönderdi Deney günü saat 13′te balon gözü pek yolcusunu ve ona katılan D’Arlandes’i de alarak Muette bahçesinden havalandı Balon ve yolcular 1000 metre yükseklikten Paris’in üstünde dolaştılar Sokaklar, balkonlar, hatta damlar insan almıyordu Balon Butte-aux-Cailles’a yumuşak bir iniş yaptı Yolcular, yer çekiminin bin yıllık zincirlerini kıran yiğit şövalyelere yaraşır bir zafer alayını artlarına takıp başkente döndüler GÜDÜMLÜ BALONLARIN KISA SALTANATI Patlamalı motorlar ve havalı lastikler, mekanik -uygarlığın iki temel icadı olmuştu Yöremize bir göz gezdirmek bu iki icada neler borçlu olduğumuzu anlamaya yeter Özel arabamızdan traktöre, motosikletten otobüs ve sanayi motorlarına kadar her şey bunlara dayanmaktadır Şimdi bunlara bir de uçağı eklemek gerekir Ikarus’un şairane hayalini gerçekleştiren işte bu patlamalı motor ve havalı tekerlek oldu Ne var ki bu, sayısız bilim adamlarının uzun ve inatçı çalışmalarına, Lalande gibi bazı bilginlerin, saçma şeylerle uğraşıyor denilip alaya alınmalarına, hatta bazılarının hayatına mal oldu Bununla birlikte, kabul etmeliyiz ki, bazı çılgınların imal ettikleri ilkel araçlarla kuşlar örneği uçacaklarını ileri sürmeleri karşısında, kuşku ve inansızlık gösterenler, bütünüyle haksız değillerdi Gerçi Lalande’ın zamanında aerodinamik bilimi mevcut değildi, ama bu girişimlerin iyi bir sonuca ulaşamayacağını anlamak için statiğin belli başlı kanunlarını bilmek yeterliydi Hareketli kanatlar takıp uçacağını öne süren cüretli mucit cahil kişi olsa gerekti; çünkü o kanatlarla üstüne dayanacağı havanın direnciyle kendi öz ağırlığını oranlamayı bile bilmiyordu, insanın kuş olmadığını, bunun sonucu olarak onlar gibi kanatları idare edecek kadar güçlü karın kaslarına sahip bulunmadığını da unutuyordu Zaten XIX yüzyılda girişilen bütün “uçan adam” deneyleri halkın kayıtsızlığıyla karşılaşmıştı Halkın aklı ancak “havadan daha hafif”e erebiliyordu Böylesi, yolcusunu kazasız belâsız taşıyabilecek tek hava aracıdır, deniyordu Gerçi balon güdümlü bir araç değildi ve ilerlemek için rüzgârın sürüklemesine uymak gerekiyordu, ama günün birinde bunun da çaresinin bulunacağına herkes inanıyordu Güdümlü balon karşılarına yine o bildik “havadan daha hafif” sorununu çıkartmaktaydı Çünkü güdüm ancak motorla olabilirdi Bu durumda motor hem çok hafif, hem de dümeni ve pervaneyi çevireceğinden aynı zamanda güçlü olmalıydı Görülüyor ki, güdümlü balon, sadece buharlı makinenin tanındığı bir dönemde gerçekleşebilecek bir tasan değildi Sözgelişi Giffard’ın, 1852′de kendi balonuna taktığı buharlı makine 450 kilo ağırlığında ve olup olacağı 3 beygirgücündeydi Üç beygir de etkili bir güdüm sağlayabilecek bir güç değildir Elektrik motorlarının icadı araştırmalara yeni bir yön kazandırdı ve mucitlerin hevesini körükledi 1883′te Gaston ve Albert Tissandier kardeşler elips biçiminde ve 28 m uzunluğunda bir balon imal ettiler Buna, pillerle beslenen bir Siemens elektrik motoruyla döndürülen bir pervane de eklediler Bütün bunların toplam ağırlığı 300 kiloyu bulmuştu ve bir buçuk beygirlik gücü vardı Öyle ki bu girişimde de gerekli güdümün elde edilmesi mümkün değildi Balonlara güdümlülük verme fikri yavaş yavaş bir efsane olarak görünmeye başlamıştı ki, 1884′te Charles Renard (1847-1905) yaptığı deneyle bunun aksini kanıtlayabildi Bu havacı 8 beygirgücünde ve 564 kilo gelen bir elektrikli motor koymayı başardı La France adını verdiği 50 metrelik balonuyla 7600 km’lik bir uzaklığı gidip döndü Deney ispatlayıcıydı ama olağanüstü bir başarı ve gelecek vaat etmeyen bir gösteri gibi görünüyordu Gerçi motorun gücünü artırabilirlerdi ama güçle birlikte ağırlık da artıyordu Patlamalı motorların yaygınlaşması ve gelişmesi yeni ufuklar açtı 1897′de Alman Woelfert balona, bir Daimler motoru yükledi Deutschland adını verdiği bu balon 28 m uzunluğundaydı ve iki pervaneliydi Ama ne yazık ki havacı, bu hacimdeki bir hidrojen balonunun içinde alev saçan bir patlamalı motor oturtmanın barutla ateşi bir arada bulundurmak demek olduğunu düşünememişti Öyle ki 14 Haziranda yaptığı deneme faciayla sona erdi Balonla patlamalı motoru bağdaştırmayı ilk başaran ünlü Brezilyalı Alberto Santos-Dumont (1873-1932) oldu Ve 19 Ekim 1901′de “Deutsch” armağanını kazandı Bu armağanın, Sint-Cloud’dan hareket edip Eyfel’in çevresini dönecek ve hareket noktasına inecek ilk balona verilmesi kararlaştırılmıştı Santos-Dumont’un balona nasıl hâkim olduğunu görenler şaşmış ve hayran olmuşlardı Balonda güdüm savaşı kazanılmıştı Henüz uçak sözü edilmediği ve Ader’in ordunun anlayışsızlığını görüp kabuğuna çekildiği bu dönemde meydan güdümlü balonundu Fransa’da ve Almanya’da mucitler ve halk heyecan içindeydi Cüretli zenginler yarışırcasına mucitleri kışkırtıyorlardı Zengin Fransız sanayicisi Paul Lebaudy (1858 -1937), 1902′den başlayarak bir seri güdümlü balon yapılması için bir servet harcadı, ama bunların çoğu facialarla son buldu, içlerinde en şanslı olan, Mühendis Julliot’nun yapısı Liberte (1909), 63 m uzunluğunda 1250 m çapındaydı ve 120 beygirlik bir motor ona 40 km’lik hız vermekteydi Almanya’da bu işlerin başında Graf von Zeppelin bulunmaktaydı (1838-1917) Sarsılmaz bir inançla çalışmakta t)tan bu kişiyi halk heyecanıyla ve imparator da lütuflarıyla desteklemekteydiler Birçok acı tecrübeler geçirdiği ve facialara tanık olduğu halde, bu manevi desteklemeler sayesinde umutsuzluğa düşmedi ve gerçekten dev bir hava filosu meydana getirmeyi başardı “Zeplinler kafes şeklindeki demir iskeleti! dev iğler olup taşıdıkları hidrojen balonları sayesinde havalanmaktaydılar, ilkinin boyu 128 m ve hacmi 11000 metre küptü (1900) Ve iki tane 16 beygirlik motorla işlemekteydi Sonuncusu (1936) Avrupa ile Amerika arasında ticari bir havacılık hattında çalışıyordu: bunun hacmi 105000 metre küptü ve motoru da 2650 beygirgücündeydi Salonu, yemekhanesi konforlu ve fresklerle süslüydü; ayrıca bir sigara salonuna, duş odasına da sahip olan bu güdümlü balon 50 yolcu taşımaktaydı Zeplinler dev araçlardı; sonuncusunun boyu 200 m’yi buluyordu Fakat o oranda da tehlikeliydiler; çünkü taşıdıkları hidrojen faciaya sebep olmak için bir kıvılcım bekliyordu Eninde sonunda güdümlü balon yok olmaya mahkûmdu 1914′ten başlayarak Graf von Zeppelin, 148 m uzunluğunda ve 600 beygirgücünde bir motorla işleyecek olanı “Zeppelin IV”ün montajıyla uğraşıyorken uçak deneme safhasından çıkmış, askeri ve sivil alanda parlak bir geleceğe doğru uçmaya başlamıştı bile HAVACILIĞIN BEŞİĞİ Balon, XX yüzyılın başında en mükemmel durumuna geliyor ve bir yığın mucit güdümlüsünü de imal edebileceklerini ileri sürüyorlarken, “havadan daha ağır” olan bir şeyin ardından koşanlar bulunduğuna herkes şaşıyordu Oysa böyle düşünenler yanılıyorlardı; çünkü tabiatta balona benzeyen bir örneğin bulunmamasına karşılık kuşlar, “havadan daha ağır”ın tipik örnekleriydi Uçurtma çoktan beri biliniyordu İnsanı taşıyabilmesi için daha büyüğünü imal etmek yeterdi Bir yığın araştırmacı işte bu mantığı yürütüyor ve bu uğurda kurbanlar veriyorlardı, insan kaslarının uçmak için yeterli güçte olmadığını çabuk anladıklarından tek umutları motora kalmıştı Sorunu bilimsel olarak ilk inceleyen İngiliz George Cayley (1773-1857) oldu; hatta vatandaşı William Samuel Henson 1842′de elli metre boyunda tek kanatlı bir uçak bile imal etti Ama uçuramadı, çünkü ağırlık ve güç sorunu henüz çözümlenmemişti; buharlı makineyle çözümlenecek gibi değildi Öyle ki, yapılacak bütün denemelerin boşa gitmesi kaçınılmaz bir sonuçtu Gerçekten de 1895′te İngiliz mühendisi Hiram Maxim (1840-1916) ve büyük Amerikalı fizikçi Samuel Langley’in (1834-1906) 1903′teki denemeleri başarısızlıkla sona erdi Buharlı uçan makineyi uçurmayı başaran tek mucit Fransız Clement Ader (1890 ve 1897) oldu Balonun aracılığı olmaksızın göğe yükselebilen ilk insanın Ader (1841-1925), PTT’de mühendisken mucitlik hevesiyle işinden çıkmıştı Başarılı oldu ve epey de para kazandı O zaman kendini rahatça, “havadan daha ağır” sorununu incelemeye verdi Yaklaşık bir milyon frank harcadı, ama amacına da ulaştı 9 Ekim 1890′da, pervanesi 20 beygirgücündeki bir makineyle dönen ve ağırlığı beygir başına 15 kg olan aracı yerden kalktı Yedi yıl sonraki başarısı yerden kalkmakla da kalmadı; bir hamle yaparak 300 m uçtu Bu başarıyı gerçekleştirdiği aracı; birer ufak buhar makinesiyle dönen, iki pervaneli ve 16 metre boyunda koca bir yarasaydı Ader makinenin kendisini alıp götürdüğünü, aşağıda yerin hızla gömüldüğünü ve rüzgârın gücüyle, hazırlanan pistin dışına sürüklendiğini görünce soğukkanlılığını kaybetti Motoru durdurarak kendini inişe koyuverdi Anlayışla karşılanması gereken böyle bir telâş, buna rağmen aleyhine oldu; çünkü deneyde hazır bulunan Savunma Bakanlığı delegeleri denemeyi yeterli bir başarı saymadılar ve bakanlığın desteğini reddettiler Çaresiz ve umutsuz kalan Ader havacılığın dikenli yollarından usulca uzaklaştı Ader’in başarısızlığı, “havadan daha ağır”ın başarılı sonuca varabilmesi için hafif makinenin yeterlj olmadığını, bu aracı kullanmayı bilmek de gerektiğini ispatlamıştır Aracın itici bölümünde kusur yoktu; beygir başına 3 kilo gelmekteydi ki, bu gerçekten büyük bir başarıydı Ancak, resmi deney için sınırlanan alanı geçmiş olsaydı bile pratik bir makine haline gelemeyecekti; aracın itici bölümünü başarıyla meydana getirmişti, ama aerodinamik bölümün sırrını keşfedememişti Ader’in pilotluğu bilmediği kadar aracı da uçmayı bilmiyordu Bütün öncüler gibi Ader de bir makinenin uçabilmesi için kuşa benzemesi gerektiğini düşünmüştü Buna inanıldığı için de leyleğin, akbabanın uçuşu inceleniyor, kanatları ve bunları nasıl kullandıkları gözlemleniyordu Ama araştırmacılar tabiatı kılı kılına taklit etmenin söz konusu olamayacağını tahmin edebilmeliydiler Hayvanların imkânları ayrıdır, insanınki ayrı Onları inceleme, kopya etmeye varacaksa yararsızdı; tersine bunların işleme mekanizması anlaşıldıktan sonra insanın imkânlarıyla oranlanarak bir sonuca varmak gerekirdi Bunu böyle anlayıp araştırmalarını bu açıdan yapan ilk bilim adamı Alman Otto Lilienthal (1848-1896) oldu Kendini bütün kalbiyle ve ruhuyla uçma sorununa verdi; bu sorunun bilgini, yapımcısı, akrobatı, fizyolojisti oldu Kırk üç yaşında olduğu halde kanatlar takıp her seferinde biraz daha uzun uçuşlar yapmaktaydı Aracı 4 m kapsamlı ve 14 metrekare havayı kaplayan bir planördü Yelkensi aracının ortasında durur, kendini bir tepeden aşağıya atar, havada mümkün olduğu kadar uzağa gidecek şekilde süzülmek için ne manevralar yapılacağını ve yükselen hava akımlarından yararlanma yöntemlerini araştırırdı Yaptığı iş ölüme kafa tutmak değil, onu yudum yudum yenmekti Ama hışmına gelmedi de değil; aracı 1896 yılında bir gün havada kırıldı ve Lilienthal hayatını bu serüvende kaybetti Ama gelecek kuşaklara hazine değerinde bilgiler ve havacılığın doğmasına imkân hazırlayan gözlemler bıraktı Bu hazineyi Fransız Ferber ve Amerikalı Chanute ve Langley buldular, değerlendirdiler ve yararlandılar Amerikalı mühendis Octave Chanute’ün (1832-1910) özelikle kayda değer katkıları oldu Mouillard’ı tanımış ve Lilienthal’m deneylerini dikkatle izlemişti Birinin teorik çalışmalarından yararlanıp ötekinin izinden gitmeye karar verdi Kişisel deneyleri onu, Almanın planöründe değişiklikler yapmaya götürdü: Onun tek katlı kanadının yerine iki katlısını koydu ve bir de stabilizatör, yani doğrultuyu düzeltmeye yarayan bir kuyruk ekledi Bu aracı sırtına alır ve hava kendisini kaldırsın diye bayır aşağı koşardı 1897′de bu şekilde 109 m uçmayı başardı Göğün fethi konusunun en ateşli aktüalite olduğu bu dönemde Chanute’ün kendisinin ve Lilienthal’in deneylerini anlatan kitabının yayımlanması kuşkusuz yankılar yaratmıştı ve bir yığın heyecanlı genç, Ader’in deyimiyle “uçucu” olma hevesine kapılmıştı Bunlardan ikisi, Dayton’da (Ohio) bisiklet satıcılığı yapan otuz iki ve otuz sekiz yaşındaki Wilbur (1867-1912) ve Orville Wright (1871-1948) kardeşler oldu Wright kardeşler Chanute’ün deneylerinin izinden gitmek kararında olmakla birlikte apayrı bir yol izlediler Acele işi bir yana bırakıp ağır ama emin adımlarla gitmeyi bildiler Önce işi ayrıştırdılar ve güçlükleri tek tek bulup bunları gidermenin yollarını bulmaya çalıştılar Araştırmalarına, çift kanatlı Chanute planörüyle başladılar (1889) Sonunda havaya daha iyi hâkim olabilmek için arka planda karın üstü yatmanın, stabilizatör kuyruğun yerine bir derinlik dümeni kullanmanın ve dümenin, gözlerinin önünde olması için öne yerleştirmenin daha iyi olacağını gördüler Bundan başka geriye bir direksiyon dümeni eklediler, taşıma yüzeyini de genişlettiler Kısacası Wrightlar ilkel uçurtmayı 1902′de, binden fazla deney ve uçmanın verdiği tecrübelerin sonucunda Lilienthal ve Chanute’ünküne kat kat üstün bir planör durumuna getirdiler 1903′te Wrightlar yerden kesilmek için dıştan yardım almaya son vermeyi düşündüler ve bu amaçla araca bir motor takmaya karar verdiler Bunun için de 20 beygirlik bir Fransız motoru aldılar Yeni ‘uçak’ 17 Aralık 1903′te havalandı En çok 260 metrelik uçuşlar yapabiliyor ve bu, o zamanlar binlerce kilometre aşan Conste Hation’un yanında hiçten öteye gideceğe benzemiyordu Ama bu gibi olumsuz düşünceler şu gerçeğin yanında saçmaydı: Havacılık doğmuştu Gerekli iki önemli unsurun, hafif motor ve aerodinamik tekniğin, zamanla deneyler ve bilimsel çalışmalar ilerledikçe gelişeceği kesindi Wright kardeşler böyle sessiz sessiz çalışırlarken Avrupa da boş durmuyordu Onun da mucitleri Lilienthal, Ader ve Chanute’un deneylerini, kendilerine özgü dehalarıyla devam ettiriyorlardı, izledikleri yöntem Amerikalılarınkinden bambaşkaydı Onların ağır ve emin adımlarla gitmelerine karşı, Avrupalılar çılgın bir cüretle ve “ya batar ya da çıkar” zihniyetiyle ilerlemekteydiler Yüce olmasına yüce bir yöntemdi bu, ama hem insanca, hem paraca pahalıya mal oluyordu Yüzbaşı Fernand Ferber (1862-1909), Mühendis Robert Esnault-Pelteri, Gabriel Voisin, ve Louis Breguet gibi teknisyenlerden başka bir yığın spor meraklısı ve çılgın amatör de işin peşindeydiler Teknisyen, sanatçı, salon adamı olsun hepside Cyrano’nun ülkesine yaraşır zarif bir gözü peklik gösteriyordu ve halkın kulağı onlardaydı Santos-Dumont, Henri Ferman, Louis Bleriot halkın heyecanını uyandırıyorlardı Peki ya bilim? Bilim bu ampirik ve tehlikeli denemeler safhasını izleyecekti Bilindiği gibi, Wright kardeşler buluşlarını 1908′de Fransa’da açığa vurdular, ama o zaman Fransız uzmanlar onlara ulaşmış hatta geçmiş bulunuyorlardı İlk uçak motorları hizmete girmişti bile; bunlar Leon Levavasseur’un (1863 -1922) V motorlu Antoinette ve Laurent Seguin’in ünlü rotatif Gnöme’uydu Birkaç ay önce de teknisyen Paul Cornu’nün yaptığı ilk helikopter ve Breguet ile Fizyolojisi Charles Richet’nin ortak yapımları Gyroplane’ı (jiroplan) havalanmış bulunuyordu Bunları da çok geçmeden 1910′da Marsilyalı mühendis Henri Fabre’ın hydravion’u (deniz uçağı) izleyecekti Alıntı |
|