Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > ForumSinsi Sözlük Ağı

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
harfiosmanlıca, kelimeler, osmanlıca, sözlüğü, sözlüğüosmanlıca, sözlük, terimler

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...

Eski 09-10-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...



Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü
Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü
Osmanlıca Sözlük (D Harfi) DA'S
Cimâ etmek * Süngü ile vurmak * Az olan nesne ve eser

DA'SA
Güneşten çok ısınan yumuşak, çukur yer

DA'SA
Yumuşak yer

DASAR
(Dâstâr) f Tellal, simsar

DASDASA
Depretmek, tahrik

DASE
f Orak

DA'SERE
Yıkmak

DÂSİTÂN
(Dâstân) f Destan, sergüzeşt Geçmiş hâdiseleri anlatan nesir veya nazım halinde yazı * Şöhret

DÂSİTÂNE-İ AŞK
Aşk hikâyesi ve destanı

DAŞ
İsimlerin sonlarına eklenerek eşlik, refakat ve ortaklık bildirir Meselâ: Arka-daş $ : Refik

DA'ŞERE
Yıkmak

DAŞTE
f Köhne, harab olmuş, eskimiş, yıpranmış * Mâlik olmuş

DAŞTEN
f Tutmak, elde etmek, mâlik olmak, zimmetine geçirmek * Zabtetmek, gasbetmek, almak * Görüp gözetlemek * Eskimek, yıpranmak, harab olmak, köhneleşmek

DAV'
Hoş kokular kokmak DepretmekDAV' : Şule, ziya, ışık

DAV'
Kaymağı alınmış sığır sütünden yapılmış ekşi yoğurt ve ayran

DA'VÂ
Takib edilen fikir, iddia * Bir kimsenin hakkını aramak üzere mahkemeye müracaat etmesi * Hakkı olanın iddia etmesi Kendini haklı görüp veya zannedip üstün fikirlilik iddia etmek * Mes'ele * İnat Ayak diremek * Cenab-ı Hak'tan hayır ve rahmet dilemek * Bir kimseyi bir şeye sevketmek * Birisinin hâkimin huzurunda başka birisinden hak istemesi

DA'VÂ-YI HALK
Yaratmak iddiasında bulunmak, halk etmeyi, yaratmayı dâva etmek (Kâinatta hiçbir kimse da'vâ-yı halk ve iddia-yı icad edemez Halk eden ancak Cenab-ı Hak'tır)(Arzı ve bütün nücum ve şümusu tesbih taneleri gibi kaldıracak ve çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmıyan kimse, kâinatta dâva-yı halk ve iddia-yı icad edemez Zira her şey, her şeyle bağlıdır H)

DA'VÂ-YI NÜBÜVVET
Peygamberlik dava etmek Peygamber olduğunu ilân etmek

DAVACI
t Dava açan

DAVAHİ
Memleket köşeleri

DAVAHİ-S SEB'
Yedi kat gök

DA'VAT
(Duâ C) Duâlar, niyazlar, çağırışlar (Bak: Ed'iye)

DAVAT
Devenin başında olan verem

DAVA VEKİLİ
Baro teşkilatının olmadığı yerlerde kanunî izin ile vekil sıfatı kazanan ve dava takibine salâhiyeti olan kişi

DAVBAN
Güçlü, büyük deve

DAVC
(C: Edvâc) İki şeyin birbirine eğilip ulaşması

DAVDA'
Meş'ale * İnsan sesleri

DÂVER
Cenab-ı Hakk'ın (CC) bir ismidir * Âdil, insaflı ve doğru olan hükümdar, vezir veya hâkim

DÂVERÂNE
f Doğruluk ve adaleti seven bir büyüğe yakışacak tarzda * Hâkim ve vezirle alâkalı olan

DÂVERÎ
f Hâkimlik, hükümdarlık * Mahkeme ve dâvâ * Kötü ile iyiyi birbirinden ayırt etme * Kavga, mücadele

DA'VET
Çağırma Ziyafet Duâ * Bir fikri kabul ettirmek için deliller söylemek

DAVİTA
Havuzun dibinde olan balçık * Çöküklük * Suyu çok olduğundan elde durmayan sıvı hamur

DAVİYE
Otsuz çöl

DAVKAA
şişman ve ahmak olan kimse

DAVLUMBAZ
Çarkları yandan olan vapurlarda çarkların döndükleri yerleri örtmek için vapurun iki tarafında bulunan iki büyük yarım daire

DAVMERAN
Fesleğen denilen iyi kokulu çiçek

DAVR
Ziyan etmek, zarara girmek

DAVTA
Fakir* Gövdeli, cesim

DÂVUD (AS)
Kur'an-ı Kerim'de ismi geçer ve Benî İsrail Peygamberlerindendir Hz Süleyman'ın (AS) babasıdır Hem Peygamber, hem Sultandı İbranice Zebur kitabı kendisine nâzil olmuştur Sesi çok güzeldi MÖ 1010 da vefat ettiği nakledilir (Bak: Yuşa)(Telyin-i hadid, en büyük bir ni'met-i İlâhiyyedir ki; büyük bir peygamberinin fazlını, onunla gösteriyor Evet, telyin-i hadid, yâni demiri hamur gibi yumuşatmak ve nühâsı eritmek ve mâdenleri bulmak, çıkarmak; bütün maddi sanâyi-i beşeriyyenin aslı ve anasıdır ve esası ve mâdenidir İşte şu âyet işaret ediyor ki: "Büyük bir Resule, büyük bir Halife-i Zemine, büyük bir mucize suretinde, büyük bir ni'met olarak; telyin-i hadiddir ve demiri hamur gibi yumuşatmak ve tel gibi inceltmek ve bakırı eritmekle ekser sanâyi-i umumiyeye medar olmaktır" Mâdem bir Resule; hem halife, yâni hem mânevi hem maddi bir hâkime, lisanına hikmet ve eline san'at vermiş Lisanındaki hikmete sarihan teşvik eder Elbette elindeki san'ata dahi tergib işareti var Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle mânen diyor:"Ey beni-Âdem! Evâmir-i teklifiyeme itâat eden bir abdimin lisanına ve kalbine öyle bir hikmet verdim ki; herşey'i kemâl-i vuzuh ile fasledip hakikatını gösteriyor ve eline de öyle bir san'at verdim ki; elinde balmumu gibi demiri her şekle çevirir Halifelik ve pâdişahlığına mühim kuvvet elde eder Mâdem bu mümkündür, veriliyor Hem ehemmiyetlidir Hem hayat-ı içtimâiyenizde ona çok muhtaçsınız Siz de evâmir-i tekviniyeme itâat etseniz o hikmet ve o san'at, size de verilebilir Mürur-u zamanla yetişir ve yanaşabilirsiniz" İşte beşerin san'at cihetinde en ileri gitmesi ve maddi kuvvet cihetinde en mühim iktidar elde etmesi; telyin-i hadid iledir ve izâbe-i nühas iledir Âyette nühas "kıtr" ile tâbir edilmiş Şu âyetler, umum nev-i beşerin nazarını şu hakikate çeviriyor ve şu hakikatın ne kadar ehemmiyetli olduğunu takdir etmeyen eski zaman insanlarına ve şimdiki tenbellerine şiddetle ihtar ediyor S)

DAVUDÎ
Hz Davud'un (AS) sesini andıran kalın gür ses

DAVVE
Ses, sadâ

DAVVÎ
Yurt tutmak

DAVY
Arıklık * Zayıflık

DAVZ
Zulmetmek, zulüm yapmak * Çiğnemek

DAYE
Çocuk hizmetçisi Çocuğa süt veren Dadı Mürebbi

DAYET
Yan, taraf, cenb

DAYF
(C: Ezyâf-Zuyuf-Zayfân) Misafir * Meyletmek, yönelmek

DAYFEN (DAYFÂN)
Misafiriyle gelen kişi

DAYGAM
Arslan, esed * Isırmak

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...

Eski 09-10-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...



RE: Osmanlıca Sözlük (D Harfi) DAYI
Tunus ve Cezayir'in, Osmanlı idaresinde bulunduğu sıralarda buraları Osmanlılara tâbi olarak idare eden kimselere verilen ünvan * Annenin erkek kardeşi

DAYİB
İtaat eden, vakarlı ve ciddi kişi

DAYİBAN
Gece ile gündüz

DAYİC
Kovayla kuyudan su çekip havuza boşaltan kimse

DAYİN
Borç veren Alacaklı Ödünç para veren (Bak: Dâin)

DAYİNE
(C: Davâyin) Dişi koyun

DAYİS
(C: Dâsse) Hırsız

DAYM
Zulüm Sıkıntı İhtiyaç

DAYYIK
Pek dar

DA'Z
Cimâ etmek

DA'Z
Noksanlaştırmak

DA'Z
Def'etmek, kovmak * Nikâh etmek

DEAİM
(Dıâme C) Destekler, payandalar, direkler

DEAVİ
(Davâ C) Dâvalar, mes'eleler

DEB'
Yumuşak yer * Kuvvetle basmak

DEB'
Vurmak, darb

DE'B
Bir işde devam ve iltizamla emek çekip çalışmak * Adet, usul, tarz, kaide * Şân * Emir * Kâr * Tardeylemek

DE'B-İ EDEB
Edebî usul, kaide Edeb kaidesi Edebiyat âdeti, şekli, tarzı

DEBABİC
(Dibâc C) Dallı, çiçekli ipek kumaşlar

DEBABİS
(Debbus C) Topuzlar

DEBABUD
İki ırgaçla dokunan bir bez cinsi

DEBAR
Mahvolmak Helâk olmak

DEBAT
(C Debâ) Uçmayan çekirge

DEBB
Hareket etmek * Ağır ağır yürümek

DEBBABE
Kale duvarlarını oymaya yarayan bir savaş aleti Tank

DEBBAĞ
Derileri sepileyip meşin, sahtiyan, kösele vesaire yapan

DEBBE
(C: Debbât) Matara dedikleri su kabı * Yağ Bal ve macun koyacak kaplar

DEBBUS
(C: Debâbis) Topuz

DEBDAB
f şan, şöhret Azamet, haşmet, cesamet

DEBDEBE
Gürültü, patırtı Gösteri için yapılan gürültü Tantana Haşmet

DEBER
Savaşırken askerin bozulması, bozguna uğraması

DEBEŞ
Evin esası

DEBH
Belini büküp eğildiğinde, başını öne doğru fazlaca eğmek

DEBİB
Yürümek * Harekete geçmek

DIHLE
Bir kişinin her işine karışan has adamı

DIHRAC
(Dahrece) Yuvarlama

DIHRIS
(C: Dehâris) Terzilerin kullandığı tiriz denen cisim

DIHVENNE
Habis kimse * Semiz kısa boylu, tıknaz kişi

DIHYE
Sahabeden bir zâtın adı (RA)

DI'ÎL
Ölüme yakın olan hasta deve * Kurbağa yumurtası

DIÎN
Asıl * Maden

DI'ÎS
Süngü ile çok vuran kimse

DIKAK
Herşeyin ufalmışı, incesi, kırıntısı * Şirden adı verilen bağırsak

DIKÎS
Akılsız kadın

DIKK
Yufka gibi ince olan şey * Bir nevi sıtma

DIKKA
(C: Dükuk) Rüzgârın savurduğu toprak * Uzaklaşmış olan şey

DIKRAR
(C: Dekârir) Koğucu, dedikoducu * Belâ Zahmet * Yalan söz * Fuhşiyât

DIL'
Karpuz veya kavun dilimi * Tıb: Kaburga kemiği * Geo: Dik kenar Kenar

DIL'-İ KÂZİB
Tıb: Göğüs kemiğine dayalı beş adet küçük kaburga kemiği

DILAMİS
Yumuşak ve berrak olan şey

DI'LİYE
Deve kuşunun dişisi

DIMAD
Yara üstüne yapılan yakı ve bağlanan bez

DIMAR
Cehalet devrinde Arabistanda bir sanem (put) ismi * Bir daha sâhibinin eline geçmesi ümid edilmeyen zâil olmuş mal * Sonraya bırakılan vâde Müddeti hudutsuz borç * Gizli

DIMIŞK
(Bak: Dimişk)

DIMN
Her nesnenin arası * Koltuk

DIMS
Duvar temeli

DINA
İzdihamlık, kalabalık, çokluk

DINN(E)
Bahillik

DINTAR
Çok yaşamış kertenkele

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...

Eski 09-10-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...



RE: Osmanlıca Sözlük (D Harfi) DIR'
(C: Dırâ'- Duru') Cevşen Cenkte, muharebede giyilen zırh

DIRAB
Erkek dişiye aşmak * Küçük dağlar

DIRAHŞAN
f Parlak Parıldayan Parlaklık Münevver, ziyâdar

DIRAHT
f Ağaç Şecer

DIRAK
(Daraka C) Deriden mâmul kalkanlar

DIRAM
Ateşin alevlenmesi * Ateşin alevi * Odun parçası, tahta parçası (tezcek ateş tutuşup alevlenir)

DIRAR
Ziyân yetiştirmek

DIRAZ
f Uzun

DIRAZ-DEST
f El uzatan El uzunluğu

DIRAZÎ
f Uzunluk

DIREFS
İpek * Katı, sağlam nesne * Büyük iri yapılı adam * Büyük deve

DIRGA
Sıvı, balçık

DIRGAM
(C: Darâgım) Arslan, esed, gazanfer, şir, leys, haydar

DIRHAMİ
Bir dirhem

DIRR
Avret üzerine avret almak, evli iken bir daha evlenmek

DIRRE
(C: Direr) Sütün çokluğu * Sütün akanı * Turra * Kırbaç

DIRRİZ
Bahil kimse * Kısa boylu, âdi kadın

DIRS
Azı dişi * Katı, muhkem yer * Az yağmur * Kötü huy

DIRS
(C: Derâsa-Edrâs) Kertenkele, fare ve kedi gibi hayvanların eniği

DIRV(E)
Av öğrenmiş olan köpek yavrusu * Dağ ağaçlarından pelit ağacına benzer bir ağaç

DI'S
Kum * Kumdan yığılmaş yumuşak tepe

DI'VE
Nesep dâvâsı etmek * Yalan dâvâ etmek

DIYA
Helak olmak, telef olmak

DIYK
(Bak: Dîk)

DI'ZABE
Kısa boylu ve eti çok olan kimse


f Dün, dünkü gün, bugünden bir evvelki gün

DİABE
Davet

DİAE
Şehadet parmağı

DİAM(ET)
Binaya vurulan destek, direk, payanda * İleri gelen, makamca yüksek olan baş başkan, reis, şef

DİBAC
(C: Debâbic) Atlas dedikleri kıymetli ipek bez

DİBACE
f Mukaddeme, başlangıç, önsöz

DİBAGAT
Tabaklama Deriyi kullanılır ve temiz hale koyma işi

DİBARE
(C: Dibâr) Bir evlek yer

DİBBÎC
Bir, ehad

DİBBÎH
Bir, ehad

DİBG
Dibâgat etmek Arınıp pâk olmak

DİBL
Belâ ve zahmet

DİBR
Çokluk

DİBRE
Çokluk

DİBS (DİBİS)
Pekmez Hurma pekmezi Bal * Çok cemaat

DİBSA' (DEBSÂ)
Dişi çekirge

DİCAC
Ummanda yetişen büyük bir dikenli ağacın suyudur ve sabun gibi kiri izâle eder

DİDA'
Devenin şiddetle yelmesi ve sıçraması * Ay sonu

DİDAKTİK
yun Mevzuu, hikmet ve nasihattan ibaret olan söz Öğretici

Dİ'DAN
Devenin çok yelmesi * Bir şeyi örtmek

DİDAR
f Mülâkat, görüş * Görünme * Yüz Çehre * Görüş kuvveti, göz * Açık, meydanda

DİDAR-I HÜRRİYET
Hürriyetin güzel yüzü

DİDAR-I PÂK
Temiz yüz

DİDE
f Göz, ayn, çeşm * Görmek * Gözcü * Göz bebeği * Göz ucu

DİDE-BÂN
Gözcü, bekçi, nöbetçi

DİDE-GİRYAN
Teessürle ağlayan göz Ağlayarak

DİF
(C: Edfâ) Çok hararet * Derin duvar * Deveden gelen fayda, menfaat

DİFAF
Hazırlandırmak

DİLDİL-KÜNÂN
İnleyenler, acı çekenler, ıztırab çekenler

DİL-DUZ
f Kalbe batan, gönül delen

DİL-DÜZD
f Gönül çalan

DİLE
f Dil, gönül, kalb yürek * Gönül sahibi

DİL-EFRUZ
(Dilfiruz) f Kalbi yakan, gönül parlatıcı

DİL-ÂRÂ
Gönül avutan, gönül süsleyen

DİL-ÂVER
Gönül alıcı

DA'
Arabçada "bırak" mânasına emirdir Meselâ:

DA' MÂ KEDER
Keder veren şeyi bırak

DÂ'
(C: Edvâ) Maraz, hastalık * Meşakkat, zahmet

DÂ-ÜL-EFRENC
Frengi hastalığı

DÂ-ÜL-KALB
Tıb: Kalb hastalığı, yürek çarpması

DÂ-ÜS-SILÂ
Sıla hasreti Vatan hasreti Kavuşma hasreti

DA'
Def'etmek, kovmak Terketmek

DAA
Telef etmek, ziyan etmek

DAAC
Gözün çok siyah ve büyük olması

DÂDHAH
f Adalet isteyen

DÂDİSTAN
f Bir işte ortak olma * Bir işe razı olma

DÂDRAD
f Allah (CC), Cenab-ı Hak

DÂD-RES
f Yardımcı, yardıma yetişen

DAELE (DUULE)
Zayıf ve ince olmak * Hor ve zayıf olmak

DAF'
Necis, pis

DAFADİ
Kurbağa

DA'FAK
Bol ve geniş olan şey Vâsi

DAFATE
Ayağa giydikleri bir cins pabuç * Kişinin aklı ve reyi zayıf olmak * Bir oyun çeşidi

DAFEF
Çoluk çocuğun fazla oluşu * Şiddet * Darlık * Hâcet * Acele etmek

DAFEN
Kısa boylu, ahmak adam * İri gövdeli ahmak kimse

DAFENDED
şişman, ahmak adam

DAFF
Dar, zıyk

DAFFAT
Devesini kiraya veren deveci

DAFFATA
Metâ ve kumaş götüren deve * Çokluk, cemaat

DAFFE
Yan, taraf

DAFİ'
Def'eden, menedici Ortadan engeli kaldıran * Cenâb-ı Hak (CC)

DAFİA
Def eden, muhafaza eden

DAFİK
Atılarak dökülen Su ve emsali gibi akarak dökülen

DAFİT
Ahmak

DAFN
Ayakla tekme vurmak ve atmak

DAFR
Saçı ve ona benzer şeyleri enlice örmek ve dokumak * Vakarla yürümek * Def'etmek, kovmak

DAFUF
Sütü çok olan davar

DAFV
Tamam olmak * Malın çok olması

DÂG
f Yanık yarası * İnsan veya hayvan vücuduna kızgın demirle vurulan damga

DÂG-I DİL
Gönül yarası

DAGAL
f Hile * Geçmez akçe, kalp para * Hileci, hile yapan, dolandırıcı * Çerçöp

DAGAL-BÂZ
f Hileci

DAGAS
Çok yemekten dolayı midenin dolması

DAGB
Harislik, hırslı oluş * Ovmak

DAGBUS
(C: Dagabis) Küçük hıyar * Sirkeyle ve zeytin yağıyla yenen bir ot

DAĞDAĞA
Gürültü Iztırab Boş yere telâş ve zorluklar * Tereddüt etmek, karar verememek * Gıcıklamak

DAGDAGA
Dişi olmayan kadın * Kurdun et yemesi * Yemeği iki çene arasında geve geve yemek

DAĞDAR
f Pek acıklı, üzüntülü * Gönlü yaralı * Kızgın demirle nişan vurulu Damgalı (Milletimde ihtilâf u tefrika endişesi Kûşe-i kabrimde hattâ bi-karar eyler beni, İttihadken savlet-i a'dâyı def'a çâremiz, ittihad etmezse millet, dağdar eyler beni) Yavuz Sultan Selim Hân

DAĞDAR-I TEESSÜF
Çok acı olup, teessüf edilen

DAGF
Almak

DAGFASA
Semizlik, şişmanlık, besililik, etlilik * Bol geniş nesne

DAGISA
(C: Devâgıs) Diz üstünde hareket eden yuvarlakça kemik * Sâfi su

DAĞISTAN
f Dağlık yer * Kafkasya'nın kuzeydoğusunda ve Hazer Denizi'nin batı kıyılarında bulunan bir bölgedir ki, eskiden buraya Albanya denirdi

DAĞIT
Emin * Nâzır, bakan * Şiddet veren * Üzüm toplamada kullanılan âlet

DAGI(YYE)
Azgın, başkaldıran, isyan eden, âsi, anarşist

DAGİ
(Bak: Tâgi)

DAGİB
Tavşan sesi

DAGÎGA
Sıvı hamur

DAGİT
Yanında bir kuyu daha olduğundan suyu çekilip kokan kuyu

DAGM
Isırmak

DAGMA'
Yüzünün rengi siyaha yakın olan dişi koyun

DAGMİRE
Karıştırmak, halt

DAGN
Meyletmek, yönelmek * Kin tutmak

DAGR
şiddetle def'etmek * Bir yere girmek

DAGRE
Bir şeyi kapıp almak

DAGS
(C: Adgas) Rüyâ karışıklığı * Karışık olmak

DAGŞ
Hücum etmek

DAGT
Zahmet Meşakkat * Bir şeyi bir yere zorla sıkıştırmak Sıkışmak

DAGUL
f Dolandırıcı, hileci, hile yapan

DAGV
Kedi veya tilki çağırmak

DAĞVARİ
f Dağ gibi, dağ cesametinde Dağ büyüklüğünde Dağa benzer surette

DAGVE
(C: Degavât-Degayât) Huyu yaramaz olmak, hulku çirkin olmak

DAGZ
Yutmak * Defetmek * İğrenmek * Cimâ etmek

DAG-ZEN
f Damga vuran, nişan koyan * Kalb kıran, gönül kıran

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...

Eski 09-10-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...



RE: Osmanlıca Sözlük (D Harfi) DAH
f Hizmetçi, uşak, cariye * On (10) Aşer * Korkak Alçak, aşağılık, âdi kimse

DAHA'
Kaba kuşluk vakti

DAHAL
Aldatmak, mekretmek

DAHÂMET
İrilik, kocamanlık, kabalık, vücutça büyük olmaklık * Tıb: Hipertrophie

DAHÂMET-İ KEBED
Tıb: Karaciğer büyümesi

DAHAMİS
Bahadır, kahraman * Karayağız, iri yapılı adam

DAHAS
Kaypancak nesne

DAHAS
Davarın tırnağında olan bir verem

DAHAYA
(Dahiyye C) Kurbanlık hayvanlar

DAHB
Bir şeyi ateşte kızdırıp pişirmek

DAHC
Gizlemek, örtmek

DAHD
Kahretmek

DAHDAH
Kısa boylu adam

DAHDAH
Küçük adımlı kimse

DAHDAH
(C: Dahazıh) Arzu, istek

DAHDAHA
Yorulmak, yorultmak * Yavaşlamak * Muti etmek, emre itaat ettirmek * Hor etmek

DAHDAHA
Suyun dökülüp saçılması * Serabın uzaktan su gibi görünüp parlaması

DAHDAR
Beyaz bez

DAHH
Yer altında bir şey gizlemek

DAHH
Bevlin uzaması

DAHHAK
Çok gülen Çok gülücü * İran'da eski tarihte yaşamış çok zâlim bir hükümdarın adı

DAHHAS
(C: Dehâhis) Toprak içinde kaybolup bulunmayan küçük bir böcek

DAHIK
Gülen, gülücü

DAHIKE
(C: Davâhık) Gülme ânında çıkan dört dişin birisi

DAHIS
Tırnak yakınında olan bir verem hastalığı

DAHIYE
Nâhiye

DAHİ
Eşine ender rastlanır, hârikulâde zekâ, fatanet ve hikmet sâhibi

DAHİKE
(C: Davâhik) Azı dişlerinden her biri

DÂHİL
İçeri İç İçinde İçeri girmiş

DAHÎL
Yabancı, sığınan, sığınmış Muhacir * Birisinin içyüzü, niyet ve mezhebi Dâhil ve içerde Birisinin bütün gizli ve sırlı işlerine vâkıf olan dost ve hemdemi * Evvelâ alâkasız olup sonradan bir cemaate dâhil olan * Edb: Başka bir dilden olup, sonradan diğer bir dile geçen kelime * Tıb: Vücud âzalarında birbirine girmiş ve sokulmuş olan mafsallar

DAHİL
(Bak: Dahl-Dehal) Girmek, karışmak Dokunmak Taarruz etmek, müdâhale eylemek

DAHİL
Hayrette kalan kimse

DAHİLE
(C: Devâhil) Bir şeyin içi, içyüzü

DAHİLEK
Yalvarırım, sana sığınırım, sana güvenirim (meâlinde)

DAHİLEN
İçten, içerden, dâhilden

DAHİLİYE NAZIRI
İçişleri Bakanı

DAHİM
f Nasib ve rızık

DAHİM
(Dâhim) f Taç

DAHİM
(Dahâmet den) Yoğun ve fazla koyu olan Kalın olan

DAHİNE
(CDevâhin) Duman çıkan baca

DAHİR
(C: Dehâyir) Toplanılmış veya gömülmüş mal

DAHİR
Dere, vâdi * Dağ başı

DAHİS
Müfsid, arayı bozan * Koyun yüzerken deri ile etin arasına elini sokan * Bir meşhur atın adı

DAHİS
Hayvanların tırnak diplerindeki et parçası Dolama hastalığı

DAHİS
Kokmuş, kemiksiz et * Semiz nesne * Çok adet, fazla miktar

DÂHİYE
Hârikulâde zekâ ve fetanet sahibi * Âfet, belâ, musibet Kazâ Emr-i azîm Büyük iş ve hâdise

DÂHİYE-İ DEHYÂ
Çok büyük belâ, musibet

DÂHİYE-İ EDEB
Edebiyatta dâhi olan, eşine az rastlanan büyük edib

DÂHİYE-İ HARB
Çok becerikli büyük kumandan

DÂHİYE-İ HİLKAT
Yaradılıştan dâhi olan Hârika

DAHİYYE
Kurbanlık hayvan

DAHK
Tere yağı * Bal * Kar * Ağzı yarılmış olan çiçek tomurcuğu

DAHK
Irak, uzak, baid * Atmak

DAHL
Karışma, girme * Nüfuz, te'sir * Vâridat * İrâd İtiraz, ta'riz * Ayıp, töhmet

DAHL (DUHL)
(C: Dihâl-Edhâl-Dahlân) Pencere * Çukur yer

DAHL
Az miktar su

DAHL
Bir nesne az olmak

DAHM
İri, büyük, kocaman, cüsseli, kalın

DAHM
Şiddetle def'etmek * Cemaatın kuvvetli olması

DAHME
f Mezar, kabir türbe * Donanma geceleri atılan hava fişeği

DAHMES
Sirke tulumu * Her nesnenin karası

DAHN
Fesâd * Bulanıklık

DAHNA
Boz renkli

DAHR
Alçalma Küçülme Hor ve hakir olma

DAHR (DUHUR)
Sürmek * Irak etmek, uzaklaştırmak * Horluk

DAHR
Kaplumbağa * Dağbaşı

DAHRECE
(Dıhrâc) Yuvarlamak

DAHS
Sözünü fesâhatle açık bir şekilde söylemek

DAHS
Koyunun derisiyle eti arasına yüzmek için elini sokmak * Fesad, ifsâd

DAHS
Ön dişler ile ısırmak

DAHS
Ayağıyla tepinmek

DAHTEN
f Bilmek

DAHUK
Geniş yol

DAHUL
Geyik tuzağı * Canavar tuzağı

DAHÜL
f Bostan korkuluğu

DAHV
Atmak, ramy

DAHV
Zâhir olmak, görünmek

DAHVE
İlk kuşluk vakti Güneşin ufukta ilk yükselip yayılmaya başladığı an

DAHY
(Dahv) Yayıp döşemek * Deve kuşu yumurtası (Bak: Udhiy) (968 hicri tarihinde vefat eden Ahter-i Kebir lugatının Müellifi, Kur'an-ı Kerimdeki bu kelimeden dünyanın bir elips şeklinde, deve kuşu yumurtası biçiminde yuvarlak olduğuna âdeta inanmış Bu gün bilinen bu hakikatı bundan üç asır evvel ifşa etmiştir) (H Basri Çantay)

DAHYA'
Rûşen, parlak ve nurlu nesne

DAHYA'
(C: Duhâ) Hayız görmez kadın * Ağaç ismi

DAHYE
Kuşluk vaktinde kesilen koyun

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...

Eski 09-10-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...



RE: Osmanlıca Sözlük (D Harfi) DAİ
Dua eden, duacı * Sebep * Davet eden Muktazi (Meselâ: Yemek yemek, iştihadan gelen bir lezzet, bir iştiyaktır Onu yemeğe sevk eder Buna dai denir) Resul-ü Ekrem'in (ASM) bir ismi de daidir * Çağıran Müezzin

DÂİB
Âdet ve usulünde devam eden (Bak: De'b)

DÂİBEYN
Âdet ve usulünde devam eden iki şey

DAİL
İçen Şârib * Mahvolan * Zaif

DAİL
Arık, zayıf, küçük hacimli

DAİM
Devam eden (Daimî, daima, daimen şeklinde de söylenir)

DAİMA
(Devam dan) Her vakit, bir düziye, daimî suretde

DAİMÎ
(Devam dan) Sürekli, devamlı

DAİN
(Dâyin) Ödünç veren, borca veren * Alacaklı İkraz eden

DAİN
Asıl * Mâden * Doğruluk

DAİN
(C: Daân) Yünlü olan koyun

DAİR
Devreden Dolaşan Dönen Bir şeyin etrafını kuşatan * Belli bir şey hakkında olan Alâkalı, müteallik

DAİRE
Resmi hükümet makamlarından her biri * Yazıhane * Büyük bir idare adamının makamı * Ev veya apartman katı * Bir manevi te'sirin hükmü geçtiği mahal * Sınır içi * Büro, büyük ev, konak * Çember, düz yuvarlak şekil * Mat: Merkezden aynı uzaklıktaki noktaların çevirdiği düzlük parçası * Hezimet ve musibet Beliye-i muhita * Dönüp dolaşıp meydana gelen hâdise ve inkılâb

DAİRE-İ ÂFÂK
Ufuklar dairesi Çok geniş ve büyük dâire, kâinat

DAİRE-İ EHADİYET
Allah'ın ehadiyetle tecelli ettiği dâire (Bak: Ehadiyet)

DAİRE-İ ESBAB
Sebepler dâiresi Sebep ve kanunların bulunduğu yer olan maddi âlem

DAİRE-İ ESMÂ
Cenab-ı Hakk'ın isimlerinin sahası ve dairesi

DAİRE-İ İMKÂN
Kâinat İmkân âlemi Mükevvenat Mümkün olan, şartların müsait olduğu âlem (Daire-i mümkinat da aynı mânada kullanılır)

DAİRE-İ MÜMKİNAT
(Bak: Daire-i imkân)

DAİRE-İ RESMİYE
Hükûmet dairesi, resmi daire

DAİRE-İ VÜCUB
Tebeddül ve tagayyür etmeyen ve mümkinat âleminden olmayan âlemler Esmâ ve Sıfât-ı İlâhiyye gibi (Bak: Vücub âlemi)

DAİRE-İ VÜCUD
Vücud ve varlık dairesi ve sahası

DAİREVÎ
Daire şeklinde Daire gibi

DAİREZEN
Mehter takımında def çalan

DAİYAN
(Dâi C) Dua edenler, duacılar

DÂİYE
İnsanı bir şeye candan bağlamağa sürükleyen iç duygusu * Mücib ve sebep * Bâis olan husus, vakit ve zamanın bir hâleti * Arzu, hırs * Dava * Bahane

DÂİYE-İ TEFEVVUK
Üstünlük iddiası

DAİYY
Şu kimseye derler ki, bir kişi ona "oğlumdur" demiş olsun

DA'K
Ovmak * Bir şeyi yumuşatmak

DAKA'
Varmak Ulaşmak * Buluşmak

DAK'A
Toprak

DAKA'
Fakirlik

DAKAİK
(Dakayık) (Dakik C) İncelikler Anlaşılması çok dikkat isteyen incelikler Çok ince Anlaşılması dikkat isteyen keyfiyetler

DAKAİK-I FENNİYE
f İlmî incelikler Fennin ince ve güç anlaşılan noktaları

DAKAİK-İ UMUR
f Üzerinde gayet dikkatle durulması lâzım gelen işlerin ince ve mühim noktaları

DAKAİK-AŞİNA
f İlmî incelikleri bilen, anlaşılması ve tefhimi müşkül, yüksek ve ince ilmî mes'elelere vâkıf olan

DAKAL
Hurmanın iyi olmayan cinsi * Gemi oku * Boya

DAKDAK
(C: Dakâdık) Kısa boylu ve katı yürüyen kişi

DAKDAKA
Davarın tırnağının taşa dokunup ses çıkarması

DAKDAKE
Tez tez yürümek, hızlı yürümek

DA'KE
Deve sürüsü

DA'KESE
Mecusiler oyunundan bir oyun ("destibend" de derler)

DAKİK
(Ekseri mânevi mânalar için) Pek ince Nâzik Ufak

DAKİKA
(C: Dakaik) Zaman mikyası olarak bir saatin bölündüğü altmış parçadan beheri Altmış saniyelik zaman * İnce fikir, mülâhaza, nükte * Daire dereceleriyle başka ölçülerde her derecenin bölündüğü parçalar ki bunlar da saniyelere ayrılırlar

DAKİKA-BİN
f İncelikleri bilen, ince noktaları gören

DAKİKA-ŞİNAS
İnce işleri ve nükteleri anlayan, bir işin incelikleriyle uğraşabilen

DAKİS
Bir kimsenin aksırdığında ağzından saçılan tükrük

DAKK
Vurmak * Çekmek Çok yemekten dolayı vücudun ağırlaşması * Kapı çalma

DAKK-ÜL BÂB
Kapı çalmak

DAKM
Kırmak, kesr

DAKR
Vurmak, darb

DAKVA(N)
Sütü çok içtiğinden dolayı bedeni ağırlaşan kuzu

DAL
Ağacın ilk verdiği kol * Kur'ân hattiyle yazılan () harfinin okunuşu (Ebcedi değeri dörttür) Noktasız olduğundan "dâl-i mühmele" de denir

DAL(L)
Kur'ân ve imân yolundan sapan Dalâlete giden, azan * Azdırıcı, sapkın * Şaşkın

DAL'
Meyl Eğrilik Kuvvet * Ağır yük götürmek

DA'L
İçmek, şirb

DAL
Semiz avrat Şişman kadın

DAL
Yaban sediri denen bir ot

DALAA
Kuvvet * Eğrilik * Şiddet

DALAL
Sapıklık * Sapmak Doğrudan, imân ve İslâmiyyet yolundan sapmak

DALALET
İman ve İslâmiyetten ayrılmak Azmak Hak ve hakikatten, İslâmiyet yolundan sapmak Allah'a isyankâr olmak * Şaşkınlık( Nevâfil kısmında, emr-i istihbabî ile yine ehl-i iman mükelleftir Fakat, terkinde azab ve ikab yoktur Fiilinde ve ittibaında azîm sevaplar var; ve tağyir ve tebdili, bid'a ve dalâlettir ve büyük hatadır Sünnete ittiba etmiyen, tenbellik eder ise, hasaret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise, cinayet-i azîme; tekzibini işmam eden tenkid ise, dalâlet-i azîmedir L)

DALALETPİŞE
Sapıklığı tâkibeden Sapıklığa giden İslâmiyetten başka yol tâkib eden

DALDAL(E)
Taşlı sert yer

DALGAKIRAN
t Bir limandaki tekneleri dalgaların te'sirinden muhafaza etmek için denizde yapılan set

DALGIÇ
t Mercan, inci ve saire avlamak veya denizin dibine düşmüş olan şeyleri çıkarmak için denizin dibine dalmaya alışık adam

DALI'
Kavi, kuvvetli * Muhkem, sağlam, sert * Eğri

DALİF
(C: Düllef) Nişandan öteye düşen ok * Ağır yük getirip adımlarını birbirine yakın atan adam

DALİL
Sert, sağlam, muhkem yer * Yolu azmış kişi

DALİYE
(C: Devâli) Hayvanla döndürülüp su çekilen dolap (Suyun döndürdüğü dolaba "nâurâ" derler)

DALKAVUK
t Eline maddî menfaatler, para vesaire geçirmek için yaltakçılık ve soytarılık edip kendi vakar ve haysiyetini muhafaza etmeyen adam

DALL
Azan Azıcı, azdırıcı Dalalette olan

DALL
Delil olan, delâlet eden Yol gösterici * Bildiren

DÂLL-İ Bİ-L FEHVÂ
(Dâllibilfehvâ) Fık: Söylenen sözün veya ifâdelerin hülâsasından çıkan mânaya göre delil ve işaret olmak

DÂLL-İ Bİ-L İBARE
(Dâllibilibâre) Fık: Bir ifade veya sözden muayyen bir mânanın ve hükmün anlaşılması Meselâ: "Zekât, müslümanların fakirlerine verilir, hiçbir zengine verilmez" ibaresi zekâtın yalnız müslüman fakirlere verileceğine delâlet-i mutabıkıyye ile delâletidir Zengin olan belli şahıslara da verilemeyeceğine delâlet-i tazammuniye ile delâlet eder Zekât hususunda, zenginler ile fakirler arasında fark bulunduğuna da delâlet-i iltizamiye ile delâlet eder (Ist Fık K)

DÂLL-İ Bİ-L İKTİZA
(Dâllibiliktiza) İktizası ile delâlet eden * Ist: Şer'an muhtacun ileyh olan bir lâzime delâlet eden lâfızdır Başka bir tâbir ile; vaz'olunduğu mânadan mukaddem isbatına şer'an lüzum ve ihtiyaç mevcud olan bir medlule delâlet eden ibaredir Meselâ: Bir kimse bir şahsa hitaben: "Evini şu kadar liraya benim nâmıma medrese yap" deyip o şahıs da evini medrese yapsa, o ev o kadar lira mukabilinde o kimse nâmına medrese yapılmış olur Çünkü bu söz ile: "Evini şu kadar liraya bana sat" sonra "onu benim nâmıma medrese yap" denilmiş olur "Evini medrese yap" emri bir muktezîdir Evin satılması da muktezâdır Bu muktezâ olmadıkça öyle bir mânanın emri hükümsüz kalır Artık öyle bir emrin sıhhatı için evvelce bu muktezânın vücuduna lüzum ve ihtiyaç vardır Binâenaleyh, o emir bu muktezaya bi-l iktiza delâlet etmektedir

DALL-İ Bİ-L İŞARE
(Dâllibilişâre) Sözdeki mânanın işâretine göre delil olmakÜç nevi delâletten biri ile sevkedildiği mânanın gayrisine yâni; söylenince maksud-u asli olmayan bir mânaya delâlet eden lâfızdır Meselâ: "Cenab-ı Hak bey'i helâl, ribâyı haram kılmıştır" ibâresi, bey', yani alış-veriş ile ribâ (fâiz) arasında fark bulunduğunu beyan için sevk olunmuştur Bundan asıl murad budur O hâlde bu ibâre meşru alışverişle faiz arasında fark bulunduğuna "delâlet-i mutabıkıyye" ile delâlet ettiği gibi, bey'in helâl, fâizin haram olduğuna da yine "delâlet-i mutabıkıyye" ile "bi-l işâre" delâlet etmiş olur Yine bunun gibi bir malın abde verilmesini veya verilmemesini isteyen bir kimseye karşı "Bu malı hiç bir şahsa vermem" sözü bu malın abde verilmeyeceğine "delalet-i tazammuniye ile" "bi-l işare" delâlet eder)"Evlâdın nafakaları mevludün leh üzerinedir" ibâresi de çocukların neseblerinin, babalarından sâbit olacağına delâlet-i iltizâmiye ile bil-işâre delâlet eder Çünkü, babanın mevlüdün leh olması, nesebin kendisinden sübutunu müstelzimdir" (İst Fık K)

DALLE
Evini bilmeyip başka yere giden davar

DALLÎN
(Dâllûn) Sapkınlar Müslümanlıktan ayrılanlar Kur'an hakikatlerinden ayrılıp sapanlar

DALLİYET
Delil oluş İsbata vâsıta olmak

DAM'
(C: Dümu-Edmu) Helâk olmak * Göz yaşı

DÂM
f Tuzak ağ, hile

DÂM-I ANKEBUT
f Örümcek ağı Örümcek tuzağı

DÂM-I BELÂ
Bela tuzağı

DAMA
Deniz, bahr

DAMACANA
Su veya başka sıvıları taşımaya mahsus dar ağızlı, şişkin gövdeli çoğu hasırla sarılı veya sepetli büyük şişe

DAMAR
t İstidad Huy, tabiat, inat * İnsan bedeninde kanın dolaştığı yollar, şiryan * Irk * Toprağın içindeki maden filizleri ve su tabakası * Damar veya köke benzeyip bir cismin her tarafına uzanan yollar * Mermer ve ona benzer dalgalı şeylerdeki çizgiler

DAMD
Yaranın üstüne bez bağlamak, merhem sürmek

DAMECMEC
Katı, şedid * Uzun boylu bahil kimse

DAMED
Hışım etmek, öfkelenmek, hiddetlenmek, kızmak

DÂMEN
f Etek Kenar Taraf Zeyl Elbise veya dağ eteği

DÂMEN-İ MUALLÂ
Yüksek şerefli dâmen, muallâ etek * Mc: Yüksek namus sâhibi

DAMEN-BUS
f Etek öpen

DAMENE
f Dağ eteği, dağın çevresi

DAMEN-GİR
f Eteğe yapışan, etek tutan * Dâvacı, hasım, şikâyetçi

DAMENÎ
f Eteklik * Kadın başörtüsü

DAMEN-KEŞ
f Feragat eden, eteğini çeken

DAMGA
Bir şeyin üzerine işaret veya alâmet koymak * İşaret vurulan âlet Mühür

DAMGA-İ VAHDET
f Birlik damgası Cenab-ı Hakkın birliğini gösteren delil

DAMHAR
Mütekebbir, kibirli, terbiyesiz kimse

DAMIZ
Hayvan üretmeye mahsus dam Hayvan yetiştirilecek ahır

DAMİA
Yavaş olarak ve damla damla kan sızdıran yara

DÂR Ü GİR
Kavga, savaş, muharebe, harp, ceng

DARA'
Zayıf Zelil, hakir * Muti, itâat eden, boyun eğen

DARA
f Eski Fars hükümdarlarından dokuzuncusu Keykubat'ın bir ismi * Hükümdar * Cenab-ı Hakk'ın bir ismi

DAR'A'
Başı siyah, gövdesi beyaz olan davar (Müz: Edrâ)

DARA'
Düz yer * Birbirine girmiş olan sık bitmiş ağaçlar

DARAA
Tevazu etmek, alçak gönüllü olmak * Emre uymak, muti olmak * Zayıf ve zelil olmak

DARAB
Koyu beyaz bal

DARABAN
Vurma, vuruş Çarpış, çarpıntı, çarpma

DARABAN-I KALB
Kalb çarpıntısı, kalbin vuruşu

DARABÂT
(Darbe C) Vuruşlar Çarpmalar Vurmalar

DARABÂT-I ANİFE
Şiddetli vuruşlar

DARABİNE
Kapı bekçileri

DARAFE
Çokluk, kesret

DARAGIM
(Dırgam C) Arslanlar, esedler, dırgamlar

DARAĞACI
t İdama mahkûm olanların asıldıkları sehpa

DARAKA
(C: Derk- Edrâk-Dırâk) Deriden yapılmış olan kalkan * Gırtlağın hançereyi meydana getiren kıkırdaklarından kalkan şeklinde olanı

DARAME
Ucu ateşli kuru ot ve odun

DARARE
Gözsüzlük

DARAS
Ekşi yemekten dolayı dişin kamaşması

DARAT
f Debdebe, tantana, şan, gösteriş, çalım

DARAVET
Adet, alışıklık, alışkanlık

DARAYÎ
f Sahib, mâlik olma * Hüküm sürme, hâkimiyet kurma * Bir nevi kumaş

DARB
(C: Dürub) Kapı, bâb * Büyük, geniş sokak * Dâr-ı İslâmla dâr-ı harp arasında olan sınır ve hudut

DARB
(C: Durub-Edrub) Vurmak, vuruş, çarpmak * Beyan etmek * Seyretmek * Nev, cins * Benzer, nazir * Eti hafif olan

DARB-I HİYÂM
Çadır kurma

DARB-I SİKKE
Para basma

DARB-I UNK
Boyun vurma

DARBAM
f Direk, kiriş

DAR-BAZ
f Canbaz

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...

Eski 09-10-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...



RE: Osmanlıca Sözlük (D Harfi) DARBE
(C: Darabât) Vuruş, vurma, çarpma * Musibet, belâ, âfet, felâket

DARBEHA
Başını aşağı eğmek * Muti olmak, itaat etmek, söz dinlemek

DARBELE
Bir yürüme çeşidi * Davul çalmak

DARBEN
Döğerek, vurarak * Çarparak

DARBHANE
Para basılan yer

DARB-I MESEL
Misâl olarak söylenen meşhur söz Bir hâdiseye binaen söylenen hikmetli söz Ata sözü

DARBÎZ
Rutubetli tarla, sulak yer

DARBUM
Bizanslılar zamanında Eskişehir'in ismi

DARB-ZEN
f Mâdeni levhalar üzerine kabartma olarak nakışlar işleyen * Kale döven

DARC
Yarmak, şakk

DARE
f Vazife, görev, ödev

DARENDE
f Saklayan, tutan * Ulaştıran, vâsıl eden, kavuşturan, getiren

DAREYN
Her iki dünya İki yurd İki yer

DARH
Def'etmek, kovmak Reddetmek * Yer kazmak

DARIT
Yellenen, yellenici

DARİ'
Hurma dikeni Acı ve dikenli bir ağaç

DARİ'
Adımı geniş olan kişi

DARÎ
Ot ve yem satan kişi * Evinden çıkmayan kimse

DARİB
(Darb dan) Sütünü sağan kimseye vuran dişi deve * Ağaçlı yer * Karanlık gece * Vurucu, vuran Darbeden, çarpan Döven

DARİBE
Tabiat * Kılıçla vurulmuş * Eğrilmiş yün

DARİC
Katı, şedid, şiddetli

DARİCE
Ay ve güneş ağılı (Farsçada "hâle" denir)

DARİH
Kabir Mezar

DARİM
* Tavşancıl yavrusu

DARİM
Yanmış nesne * Dövülmemiş harman * Odun ufağı

DARİN
Bir yerin adı

DARİR
(C: Edirrâ) Kör, a'mâ * Nefis * Cismin bakiyyesi * İri vücutlu fakir kişi

DARİS
(Dürus dan) Yıkılmış, mahvolmuş

DARİS
Çetin huylu kimse

DARİŞ
Siyaha boyanmış kara deri

DARİYYE
f Divan şairlerinin, dünyevi makamca büyük olanların yaptırdıkları köşk ve konaklara dair yazdıkları manzume

DARM
Şiddetli açlık Oburluk * Ateşin yakması

DARR
Süt, leben * Nüzul * Hayır ve amel çokluğu

DARR
Zarar, ziyan

DARR
Zararlı, zararı olan

DARRA
Şiddet, mihnet Belâ Naks Ziyan Sıkıntı Kötürümlük

DARRAB
Akça kesici, dârp edici, para basan

DARRE
Bir miktar süt

DARS
Dişiyle tutup ısırmak

DART
Yellenmek * Tez olmak

DARU
f İlâç, deva, tiryak

DARU-BERD
f Debdebe, ihtişam

DARU-HANE
f İlâç satılan yer, eczahane

DAR-ÜL-ACEZE
Düşkünler, acizler evi Yoksullar yurdu

DAR-ÜL-FÜNUN
Üniversite (1 Ağustos 1933'de İstanbul Dâr-ul Fünunu yerine Üniversite kurulmuştur)

DARÜL HARB
(Dâr-ül harb) Harp yeri Müslümanlarla gayr-i müslimler arasında sulh akdedilmemiş memleket Kâfirlerin ve onların gayr-i islâmi hükümlerinin hâkim olduğu yer (Bak: Şeair)

DARÜL HİKMETİL İSLAMİYE
(Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye) Bu teşkilât, son devirlerde gerek imparatorluk ve gerekse İslâm Aleminde ortaya çıkan bir takım dini mes'elelerin halli ve İslâma yapılan hücumların İslâm ahkâmına göre cevaplandırılması için 12 Ağustos 1334 (25 Ağustos 1918) tarihinde 5 Mehmed Reşat ve Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi'nin zamanda kurulmuşturAyrıca halkın her türlü dini ihtiyaçlarını, ilmi bir metodla yerine getirmek için her türlü neşriyat ve beyannameleri ele almakta ve halkımızı dahilî ve haricî tehlikelere karşı tenvir etmekteydi Ecnebilerin sordukları suallere, komisyonlarda görüşülmek suretiyle resmen cevap verildiği gibi; müracaat eden her müslümana da gerekli cevap veriliyorduOsmanlı İmparatorluğu'nun karışık ve Avrupa hayranlığının devlet müesseselerinin her kademesinde revaçta olduğu bir zamada, ahlâk ve imanı elde tutmak, bu teşkilâtın en başta gelen vazifelerinden biri idiMatbuatta İslâma yapılan hücumlara ve İslâmı, hurafeler dini gibi göstermeğe çalışan yazarlara gerekli cevaplar veriliyor ve cezalandırılmaları için de Dahiliye Nezareti'ne resmen müracaat ediliyorduBu teşkilâta tâyin olunan azalar azil, tâyin, istifâ ve vefatlarla 28 kadardır Aslında, dokuz aza, bir reisten teşekkül ediyordu Bu zâtların tâyinleri gelişi güzel olmadığı gibi, bu teşkilâtın içinde mevcut bulunan üç komisyondan birine (fıkıh, kelâm ve ahlâk) girebilecek ilmî kariyere (meslek) sahip olmaları icab ediyorduBu müesseseye "İslâm Akademisi" veya "Yüksek İslâm Şurası" da diyebiliriz Kuruluşu ile son derece faydalı ve o nisbette hizmetleri olmuş bir teşkilâttır Fakat kuruluş tarihi olan 1918'den 1922'ye kadar devam etmekle, ancak dört senelik bir faaliyeti olmuştur

DARÜL İSLAM
(Dâr-ül İslâm) İslâmiyet merkezi Müslümanların hâkim olduğu yer

DAR-ÜL KÜTÜB
f Kütübhâne, kitab evi

DAR-ÜS SELAM
Cennetin ikinci katı * Cennet Selâmet yeri

DARVİNCİLİK
19 yyda yaşamış İngiliz düşünürü Darwin'in kurduğu bir nazariye, görüş "Evrim teorisi: Tekâmül nazariyesi" adıyla da anılan bu görüşe göre; insan dâhil bütün canlıların başlangıçta tek hücreli canlı olarak meydana geldiklerini, sonra tesadüfen nesilden nesile farklılaşıp başkalaştığını, bu tesadüfî değişikliklerden çevre şartlarına uygun olanlara sahip canlıların yaşadığını, diğerlerinin yok olduğunu, böylece canlıların gittikçe mükemmelleşerek bugünkü şekle girdiğini, insanın da maymun soyundan geldiğini iddia eder Bu iddianın ortaya atıldığı zamanlarda canlı hücrenin kimyasal ve genetik yapısı bilinmiyordu Hücre, canlının basit bir yapı taşı zannediliyordu Bugün elektromikroskoplar sayesinde canlının kimyasal ve genetik yapısıyla ilgili büyük ve önemli keşifler yapıldı Canlıların sahip oldukları vasıfların hücre çekirdeğinde yer alan ve genlerin yapısını meydana getiren DNA denilen protein moleküllerinde nasıl muhafaza edildiği ve bunların nasıl babadan oğula geçtiği açıklanmıştır Gerek genlerin, gerek hücrenin yapısında yer alan çeşitli protein molekülleri 20 çeşit amino asit adı verilen daha küçük parçacıkların çeşitli şekilde birleşmesinden meydana gelmiştir Amino asitlerin meydana gelişi bir yana DNA moleküllerinin ve diğer protein moleküllerinin herbirinin tesadüfen meydana gelip gelemiyeceği matematik olarak hesaplanmıştır Bir hücredeki tek bir molekülün meydana geliş ihtimali 1 sayısının önüne 240 tane sıfır koyarak elde edilen sayı kadar molekül meydana gelse bunlardan yalnız biri işe yarıyan bir molekül olabilirdi Tesadüfen bu kadar çok sayıda kimyasal birleşim olabilmesi için kâinatın ömrünün trilyonlarca defa daha fazla zamanın geçmesi gerekir Daha doğrusu imkânsızdır Canlı hücrenin bütün moleküllerinin bu şekilde tesadüfen bir araya gelip hücreyi meydana getirmelerini hayal etmek bile imkân dahilinde değildirTesadüfen bir hücrenin meydana gelişini açıklamak imkânsız olunca yer yüzündeki bunca canlının tesadüfen meydana geldiğini iddia etmek ise ilim ve akıl dışı bir vehimden başka birşey değildir İlim adamlarının laboratuvarda yaptıkları çalışmalar sonunda bir canlının değişip başka bir canlı haline gelemiyeceği de ispatlanmıştır Sirke sineği üzerinde yapılan deneyler sonunda sinekten daha mükemmel bir canlı meydana gelmemiş, aksine kesik kanatlı, hastalıklı, sakat bir yavru sinek doğmuştur Canlılar "mütasyon" denilen bir kazaya uğradıkları zaman ancak sakat bir yavru meydana geliyor Kazaya uğrıyan bir araba, jet uçağına dönüşmez, sadece kazalı bir araba meydana gelir Tek hücreyi yaratan da insanı yaratan da birdir O da atomdan yıldızlara kadar her varlığın yaratıcısı olan Allah'tır

DARZEM
Sütü az deve * Çok ısırıcı olan yılan

DARZEME
Çok ısırmak

DÂS
f Orak * Tuzak * Sedef otu

DÂS-I ZERRİN
Altın orak * Mc: Yeni ay

DA'S
Titremek * Zayıf olmak, zayıflamak

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...

Eski 09-10-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...



RE: Osmanlıca Sözlük (D Harfi) DEBİR
f Müsteşar * Kâtib, yazıcı

DEBİSTAN
f Mekteb, okul

DEBKEL
Bir araya toplanmış mal * Derisi kalın, çirkin kimse

DEBL
Küçük eşek * Toplamak, cem'etmek * Islah etmek

DEBR
(C: Dübur) Oğul kız topluluğu * Bal arısı

DEBRE
(C: Deberât-Dibâr-Edbür) Savaşırken askerin bozulması * Bir evlek yer * Vaktinden sonra gelmek

DEBRETMEK
t (Tepretmek) Kımıldatmak, harekete getirmek, oynatmak

DEBS (DİBÂS)
Dibekde buğday döğmek

DEBSA'
Çok fazla kırmızı olduğundan, siyah gibi görünen şey

DEBŞ
Çekirgenin ot yemesi

DEBUB
Semizlik ve şişmanlığından dolayı yürüyemeyen deve

DEBUR
Batı rüzgârı * Fırak, ayrılık * Halef etmek

DEBUS
f Topuz

DECAC
(C: Dücüc) Tavuk * Horoz, tavuk ve piliç cinsi

DECACE
(Dücâce, dicâce) Tavuk

DECC
Tavuğu çağırmak

DECCAL
Hakkı bâtıl, bâtılı hak olarak gösteren (Deccal'ın Cennet dediği Cehennem gibi, Cehennem dediği de Cennet gibi olacağı rivâyet edilir Sahih hadislerin ihbarı ve din büyüklerinin izah ve kabulleri ile, âhirzamanda gelecek ve Risâlet-i Ahmediyeyi inkâr edip İslâmiyeti tahribe çalışacak ve dünyayı fesâda verecek çok şerli ve küfr-ü mutlak yolunda olan dehşetli bir şahıstır Bir hadis rivâyetinde üç deccal, diğerinde yirmiyedi deccal geleceği Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm tarafından bildirilmiştir Âlem-i İslâmda muhtelif zamanlarda çıkmış olan dehşetli din düşmanlarının ve anarşiye hizmet edenlerin umumu da rivâvetleri tasdik etmektedir Bu din yıkıcılığının âhirzamanda daha dehşetli olacağı bildirilmektedir Şu son asırda görülen ve dünyayı tehdit eden ve Cenab-ı Hakk'ı inkâra kadar cür'et edip medeniyet-i beşeriyeyi tahribe çalışan dehşetli cereyanlar bu gaybi ihbârın doğruluğunu tasdik etmektedir) (Bak: Mehdi, Mesih, Mesih-üd-Deccal, Süfyan)(Deccal'ın şahs-ı surîsi insan gibidir Mağrur, fir'avunlaşmış, Allah'ı unutmuş olduğundan; surî, cebbârâne olan hâkimiyetine, uluhiyet namını vermiş bir şeytan-ı ahmaktır ve bir insan-ı dessastır Fakat şahs-ı mânevisi olan dinsizlik cereyan-ı azîmi, pek cesimdir Rivayetlerde Deccal'a ait tavsifat-ı müdhişe ona işaret eder Bir vakit Japonya'nın başkumandanının resmi, bir ayağı Bahr-i Muhit'te, diğer ayağı on günlük mesafedeki Port Artür Kal'asında tasvir edilmiş O küçük Japon Kumandanının bu surette tasviriyle, ordusunun şahs-ı mânevîsi gösterilmiş M)

DECDECE
Tavuğa "bilibili" diye seslenmek

DECECAN
Ağırca, yab yab yürümek

DECEN
Çok yağmur

DECL
Örtmek * Devenin katranlanması * Karıştırmak, yalan söylemek Hakkı bâtıl; bâtılı hak diye göstermek Anarşi çıkarmak * Bâtılı hak gösteren * Mübâlâgalı fâili; Deccaldır

DECN
Bol yağmur, rahmet * Havanın bulutlu olması * Bir yerde mukim olma Bir yerde oturma

DECRAN
Neşeli, sevinçli, bahtiyar kimse

DECUCAT
Ayakları kısacık dişi deve

DECV
Nikâh * Çok karanlık, zulmet

DECYE
(C: Dücâ) Karanlık, zulmet

DE'DA
Her ayın son günü * Şaban'ın son günü * Çok karanlık gece

DEDEKTİF
Fr Hususi araştırma yapan, tâkib ve tarassudda bulunan polis

DEEB
Âdet, usul, kaide, an'ane

DEF'
Ortadan kaldırmak, Öteye itmek * Mâni' olmak Savmak Savunmak * Himaye etmek * Fık: Bir dâvayı müdafaa için başka bir dâva açmak

DEF-İ CU'
Açlığı gidermek Birşey yemek

DEF-İ HÂCET
Abdest bozmak

DEF-İ ŞER
Kötülüğü ve şerri def'etmek(Bu günlerde, Kur'an-ı Hakîm'in nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i sâlih esaslarını düşündüm Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek ve amel-i salih emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır Her zaman def'-i şer, celb-i nef'a racih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan, def'-i mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüçhaniyet kesbetmiş KL)

DEF-İ TABİÎ
Bünyede ve içte olan şeyi, fıtrî ve normal şekilde dışarı atmakDEF' : (Defâ'-Defâe) Sıcaklık

DEF'A
Bir kerre

DEF'A-İ ULÂ
Birinci olarak, ilk defa

DEFA
Boynuz ve kanat uzunluğu * Bir şeyin eğilip ikiye bükülmesi

DEFAAT
Kerreler, def'alar Müteaddid

DEFADI'
(Dıfda C) Kurbağalar

DEFAİN
(Define C) Defineler

DEF'ATEN
Hemen, birdenbire âni olarak Beklenmedik anda Bir def'ada

DEF'ATEYN
İki kere, iki defa

DEFATİR
(Defter C) Defterler Not yazmağa mahsus kâğıttan beyaz kitablar

DEFATİR-İ RESMİYYE
Resmi defterler

DEFENNİ
Alaca renkli bir cins elbise

DEFER
Koltuk kokusu gibi olan pis koku * Yemeğe kurt düşmesi

DEFF
Yan, cenb * Kolay

DEFFE
Yan, yüz * Kitab cildinin iki tarafından herbiri

DEF'Î
Hemen, bir anda

DEFİ'
Kızgın olan nesne

DEFİF
Ağır ağır gitmek * Kuşun, ayakları yerde iken kanatlarını salıp hareket ettirmesi

DEFİN
(Defn den) Medfun, defnedilmiş, toprağa konulmuş, gömülmüş, gömülü

DEFİNE
Para veya altın gibi eskiden saklanmış şeylerin bulunduğu yer * Kıymetli eşya Kıymeti ve değeri yüksek olan şeyler veya kimse

DEFK
Atmak Dökmek

DEFLASYON
Fr Paranın piyasada azalmasıyla satın alma gücünün artması

DEFN
Gömmek, gömülmek Cenazenin mezara gömülmesi

DEFN-İ EMVAT
Ölülerin gömülmesi

DEFN-İ MEYYİT
Ölünün gömülmesi

DEFR
Kokmak

DEFTER
(C: Defâtir) (Yunanca iki kanatlı manasına gelen bir kelimeden alınmıştır) Not yazmağa, ders için veya ticari hesablara mahsus kağıttan beyaz kitab Pusula * Liste

DEFTER-İ A'MÂL
İnsanların amellerinin iyilik veya, kötülüklerinin meleklerce kaydolunduğu manevî defter( $ kelimesiyle ifade eder ki: Haşirde herkesin bütün a'mâli bir sahife içinde yazılı olarak neşrediliyor Şu mes'ele kendi kendine çok acib olduğundan akıl ona yol bulamaz Fakat, surenin işaret ettiği gibi haşr-i bahâride başka noktaların naziresi olduğu gibi, şu neşr-i suhuf naziresi pek zâhirdir Çünki her meyvedar ağaç ve çiçekli bir otun da amelleri var Fiilleri var, vazifeleri var Esmâ-i İlâhiyeyi ne şekilde göstererek tesbihat etmiş ise ubudiyetleri var İşte onun bütün bu amelleri tarih-i hayatlarıyla beraber umum çekirdeklerinde, tohumcuklarında yazılıp başka bir baharda, başka bir zeminde çıkar Gösterdiği şekil ve suret lisanıyla gayet fasih bir surette analarının ve asıllarının a'mâlini zikrettiği gibi dal, budak, yaprak, çiçek ve meyveleriyle sahife-i a'mâlini neşreder S)

DEFTERDAR
Defter tutan Devletin gelir ve masraflarını tutan vazifeli memur Eskiden Maliye Nâzırı bu nam ile anılırdı Bir vilayetin maliye işlerine bakan memur

DEFTERDARLIK
Eskiden maliye bakanlığı * Şimdi vilâyetlerin mali işlerine bakan daire

DEFVA
Boyu uzun ağaç Uzun boyunlu keçi* Boynu uzun olan kadın

DEGA
f Hile, habislik, dolandırıcılık * Hilekâr, dolandırıcı, habis * Kalp para, bozuk akçe

DEH
f İyi hoş Lâtif, güzel * Tabur * Saf

DEH
f On (10), aşer

DEHA
Yaymak, döşemek

DEHA
Çok akıllılık Zekiliğin ve anlayışlılığın son derecesi İleri görüşlülük, geniş ve çok güzel fikir sâhibi olmak

DEHA-İ FENNÎ
Fen ve dünyevi ilimlerde çok ileri görüşlülük ve harika zekâlı olmak

DEHA-İ KUDSÎ
Dinin derin hakikatlarını anlamakta yüksek mahareti olan dehâ Dinî dehâ

DEHADAR
f Uyanıklık, zeki ve çok akıllı oluş

DEHAET
Dahilik, dehâ sahibi olma Zekilikte, anlayışlılıkta çok yüksek olma

DEHAK
Kırmak, kesmek * Acı çektirmek, azap etmek

DEHAKÎN
(Dihkan C) Köy ağaları * Köylüler, çiftçiler

DEHAL
Aldatmak, mekir ve hile etmek

DEHALET
Sığınmak, aman dilemek, medet, yardım isteyiş

DEHALİZ
(Dehliz C) Dehlizler, holler, koridorlar

DEHAN
(Dıhen- Dahen) f Ağız, Fem

DEHÂN-I TENG
Ufak ağız Dar ağız

DEHANE
f Küp, testi, fırın ve bunlara benzer şeylerin ağzı

DEHANGÜŞA
f Söyliyen, açılmış ağız, konuşan ağız

DEHAR
f Mağara, dağ mağarası Kovuk Çatlak

DEHARİR
Zamânın şiddetleri

DEHARİS
Belâ Şiddet

DEHAZ
f Feryat, figan Bağırıp çağırma Yüksek sadâ ile medet isteme

DEHBEL
Yemekte lokmanın büyük olması * Bir kuş adı

DEHDAK
Kesmek Kat'

DEHDAN (DEHDEHÂN)
Develerin bir yere toplanması

DEHDEHE
Yuvarlamak, döndürmek

DEHDEHÎ
f Hâlis altun

DEHEN
f Ağız

DEHEN-ŞUY
Ağız temizleme, ağız yıkama

DEHHAŞE
Çok fazla derecede korkunç, dehşet verici

DEHİŞT
f İttifak, ittihad, birlik * Bir tarzda hareket, aynı şekilde hareket

DEHKEL
Zahmet, meşakkat * şiddetli ve meşakkatli zamanDEHKEM Â : Yaşlı adam İhtiyar adam

DEHL
Zamandan bir saat * Azca nesne

DEHLES
Kısa boylu kimse

DEHLİZ
(C: Dehâliz) Hol, koridor Ev ile kapı arası

DEHLİZ-İ CİNAN
Revak-ı uhreviye mânasında mecazî bir deyimdir (Bak: Revâk-ı uhreviye)

DEHM
(C: Dühum) Ansızdan gelmek * Çok fazla miktarda asker * Çok adet, kesret

DEHMA
Belâ Zahmet * Çömlek * Çok adet, kesret, sayı çokluğu * Kadim, eski * Halis kırmızı koyun * Koyu kızıl

DEHMAK
Kesmek, kat'

DEHME
Yumuşak yemek

DEHMECE
İhtiyar kişinin ayağında köstek var gibi yab yab yürümesi

DEHMEKA
Yumuşak ve güzel yemek * Her nesnenin yumuşağı

DEHMUS
Cömert kişi Kerim kimse

DEHN
Değnekle vurmak * Yağmurun, yeri ıslatması * Bir şeyi yağlamak * Bir kimseye münâfıkane muâmele etmek

DEHNA
Ova, sahrâ Çöl, geniş veya susuz ova * Bir yer ismi

DEHNEC
Zümrüt gibi bir kıymetli taş

DEHR
Zaman, çok uzun zaman, ebedi * Bin yıllık zaman * Dünya

DEHR-İ FÂNİ
Fâni dünya, geçici dünya

DEHR SURESİ
Kur'ân-ı Kerim'in 76 suresi olup Sure-i İnsan, Ebrar, Emşac, Hel Etâ Suresi de denir

DEHRE
f (Dahra) Testere gibi dişli ve eğri budama âleti Bağ budamak için kullanılan testere gibi dişli olan bıçak

DEHRÎ
Dehr ve zamana dair ve müteallik DEHRİYE : Devre ait Zamana dair ve müteallik * Âlemin ezelî ve ebedîliğini iddia edip âhirete inanmıyan münkir ve imansız bir fırka

DEHRİYYUN
(Dehrî C) Dehriye fırkasından olanlarDEHS (Dehâs) : İçine ayak batan yumuşak yer

DEH-SAL
f Gezegen, seyyare, yıldız

DEH-SALE
f On yaşında On yıllık

DEHŞ
f Bulanıklık, karanlık Zulümat * Bir işe başlama

DEHŞ(E)
Tenbel olmak

DEHŞET
Korkup kaçılacak şey Ürkmek, şaşmak Korku ve telâş içinde olmak

DEHŞET-EFŞAN
f Korkunç, korku ve dehşet saçan, ürkütücü

DEHŞET-ENGİZ
f Çok dehşet verici Çok korkutucu

DEHUN
f Hatırlama, ezber okuma

DEHÜM
f Onuncu

DEHVER
Cem'etmek, toplamak * Lokmayı büyük yapmak

DEHY (DEHÂ)
Kişinin fikir ve ferâsetinin isabetli ve doğru olması

DEHYA
Te'kid için "Dahiye" lâfzına sıfat yapılır "Dâhiye-i dehya" gibi

DEH-YEK
f Öşr, onda bir

DEJENERE
Fr Bozulma, soysuzlaşma

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...

Eski 09-10-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...



RE: Osmanlıca Sözlük (D Harfi) DEK
t Edat olup zaman ve mekân için kullanılır "Hatta, tâ, kadar" mânalarına gelir Meselâ: Akşama dek çalıştım

DEK
f Desise, hile, dolandırıcılık * Sâil, dilenci * Dilencilik * Sağlam, metin, muhkem * Çatma, tokuşma

DEKA'
(C: Dükk-Dükük-Dekâvât) Hörgücü arkasına düşmüş dişi deve* Kaygan yer

DEKAİK
(Bak: Dakaik)

DEKAKİN
(Dükkân C) Dükkânlar

DEKAMETRE
yun On metrelik uzunluk birimi

DEKAN
Lât Üniversitelerde bir fakültenin başkanı

DEKAR
Lât Bin metrekarelik ölçü birimi

DEK-BAZ
f Hileci, hilekâr, oyuncu, aldatıcı

DEKDAK
(C: Dekâdik) Kum yığını

DEKDEKE
Yerin deprenmesi * Sancıma * Def etme, kovma

DEKELE
Sıvı balçık Kuvvetleriyle gururlanıp sultanın emrine uymayan kavim

DEKİK
Tam bir yıl

DEKK
(C: Dekeke) Vurmak * Dökmek * Parça parça etmek Delil

DEKKE
Ufalanmak Pâre pâre olmak * Vurmak, döğmek * Seki, sofa

DEKKEN
Hurdahaş olmak, yerle bir olma, ufalanmak, parça, parça olmak

DEKOR
Fr Süs Bir sahneyi mütenasib bir nizamla süslemek

DEKORATÖR
Fr Dekor ve dekorasyon yapan sanatkâr

DEKOVİL
Fr Ray aralığı 60 cm yahut daha az olan küçük demiryolu

DE'L
Aldatmak * Ahdi bozmak, sözü tutmamak

DELAB
(Dülâb) (C: Degâlib) Bâzısı su ile ve bâsızı da hayvan ile döndürülen su çekmeğe mahsus çark

DELAİL
(Delil C) Deliller Bürhanlar İsbât vasıtaları( Cay-ı hayrettir ki; Resul-ü Ekrem'in (ASM) mübalağasız binler vecihte, binler çeşit insan, herbiri bir tek mu'cizesiyle veya bir delil-i nübüvvet ile veya bir kelâmı ile veya yüzünü görmesiyle ve hâkezâ birer alâmeti ile iman getirdikleri hâlde, bütün bu binler ayrı ayrı insanları ve müdakkik ve mütefekkirleri imana getiren bütün o binler delâil-i Nübüvveti nakl-i sahih ile ve âsâr-ı kat'iyye ile şimdiki bedbaht bir kısım insanlara kâfi gelmiyor gibi dalâlete sapıyorlar M)

DELAİL-İ ÂFÂKİYE
Afaka âit deliller Kâinattaki deliller

DELAİL-İ AKLİYE
Aklı ile bulunan deliller Akla âid deliller

DELAİL-İ ENFÜSİYE
Kişinin kendi nefsinde olan deliller Yani vücudun gerek maddi ve gerek (vicdan ve hisler gibi) mânevi yapısında olan ve imana ait hükümleri isbat eden delillerdir

DELAİL-İ KALBİYE
Kalbe âid deliller Kalb ile bilinen deliller

DELAİL-İ NAKLİYE
Nakil yolu ile gelen deliller (Bak: Delil-i naklî)

DELAİL-İ NÜBÜVVET
Peygamberliğin hak olduğuna dair olan deliller(Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm iddiâ-yı Nübüvvet etmiş; Kur'an-ı Azîmüşşan gibi bir fermanı göstermiş ve ehl-i tahkikin yanında bine kadar mu'cizat-ı bâhireyi göstermiştir O mu'cizât, hey'et-i mecmuasiyle, dâvâ-yı nübüvvetin vukuu kadar vücudları kat'idir Kur'an-ı Hakîm'in çok yerlerinde en muannid kâfirlerden naklettiği sihir isnad etmeleri gösteriyor ki; o muannid kâfirler dahi mu'cizatın vücudlarını ve vukularını inkâr edemiyorlar Yalnız, kendilerini aldatmak veya etba'larını kandırmak için, hâşâ sihir demişlerEvet, mu'cizat-ı Ahmediyenin (ASM) yüz tevatür kuvvetinde bir kat'iyeti vardır Mu'cize ise; Hâlik-ı Kâinat tarafından O'nun dâvasına bir tasdiktir; $ hükmüne geçer Nasılki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: "Padişah beni filân işe me'mur etmiş" Senden o dâvaya bir delil istenilse; padişah "Evet" dese, nasıl seni tasdik eder Öyle de: Âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse; "Evet" sözünden daha kat'i, daha sağlam, senin dâvanı tasdik eder Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dâva etmiş ki: "Ben, şu kâinat Hâlik'ının meb'usuyum Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim duâ ve iltimasımla değiştirecek İşte, parmaklarıma bakınız; beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor Kamere bakınız; bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor Şu bir parça taama bakınız; iki - üç adama ancak kâfi geldiği halde; işte ikiyüz - üçyüz adamı tok ediyor" Ve hâkezâ yüzer mu'cizatı böyle göstermiştirŞimdi, şu Zâtın delâil-i sıdkı ve berâhin-i nübüvveti yalnız mu'cizatına münhasır değildir Belki, ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef'âli, ahvâl ve akvâli, ahlâk ve etvârı, siret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini isbat eder Hattâ meşhur ulemâ-i Beni İsrâiliyeden Abdullah İbn-i Selâm gibi pek çok zatlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın simasını görmekle: "Şu simâda yalan yok! Şu yüzde hile olamaz!" diyerek imana gelmişlerÇendan muhakkikîn-i ulema, delail-i nübüvveti ve mu'cizatı bin kadar demişler; fakat binler, belki yüzbinler delâil-i nübüvvet vardır Ve yüzbinler yol ile yüzbinler muhtelif fikirli adamlar, o zâtın nübüvvetini tasdik etmişler Yalnız Kur'an-ı Hakîm'de kırk vech-i i'cazdan başka, nübüvvet-i Ahmediyenin (ASM) bin bürhanını gösteriyor M)

DELAİL-İ ZÂHİRİYE
Açık olarak zâhirde görünen deliller Maddi deliller

DELAK
Sansar

DELAL
Cilve, naz, işve İnsana güzel ve sevimli görünecek hâl, durum

DELALAT
(Delâlet C) Delâletler, alâmet olmalar,yol göstermeler, kılavuzluklar

DELALET
Delil olmak Yol göstermek Kılavuzluk Doğru yolu bulmakta insanlara yardım etmek * İşaret

DELALET-İ SELÂSE
Üç çeşit delâlet Bunlar da: Delâlet-i mutabıkıye, delâlet-i tazammuniye, delâlet-i iltizamiyedir1- Delalet-i mutabıkıye: Bir kelâmın vaz'olunduğu, yani kasdedilen mânanın tamanına delâletidir Meselâ: İnsan lâfzı, insanın tam mahiyeti olan, hayvan-ı natık, (yani, konuşan hayat sahibi varlık) mânasına delâleti gibi2- Delalet-i tazammuniye: Bir lâfzın vaz'olunduğu mânanın bir cüz'üne delâletidir3- Delalet-i iltizamiye: Bir lâfzın vaz'olunduğu mânanın lâzımına yani o mâna ile beraber bulunması zaruri olan diğer bir mânaya delâletidir Mezkur delâlet-i selâseye ait şöyle bir misal dahi verilir"Zekât, müslümanların fakirlerine verilir, hiç bir zengine verilmez" İbaresi; zekâtın, yalnız Müslüman fakirlere verileceğine delâlet-i mutabıkıye ile; zengin olan Ahmet, Mehmet gibi belli şahıslara verilemiyeceğine delâlet-i tazammuniye ile; zekât hususunda zenginler ile fakirler arasında fark bulunduğuna da delâlet-i iltizamiye ile delâlet eder

DELALET-İ ZÂTİYE
Kendi zatı ile, bizzat kendisini eserleri ile göstermek suretiyle olan delâlet, şahidlik

DE'LAN
Ağır yük getirmiş hayvanın yab yab yürümesi

DELAS
Yumuşak ve berrak şey

DEL'AS (DEL'AK)
Büyük, kuvvetli deve

DELDEL
(Deldâl) Deprenmek

DELE
(C: Delâ) Kova

DELEC
Gecenin evvelinden gitmek

DELEF
Tekaddüm etmek, ileri geçmek Önde bulunmak

DELEHMES
Arslan * Bahâdır, kahraman * Çeri * Kuvvetli kişi * Çok karanlık olan gece

DELES
Karanlık * Yaz sonunda yapraklanır bir ot * Bir şeyi gizlemek

DELH
Heder olmak, boşa ve faydasız olarak gitmek

DELİ'
Âsan yol, kolay olan yol

DELİF
Yavaş yürümek

DELİK
Hurma ve yağdan yapılan bir yemek * Oğmaç aşı * Rüzgârın yerden savurup tozuttuğu toprak

DELİK
f Gül tohumu

DELİL
Kılavuz Doğru yolu gösteren Meçhûlü keşfetmekte ve malumun sıhhatını isbat etmekte vasıta ve âlet ittihaz olunan husus * Beyyine Bürhan

DELİL-İ AKLÎ
Akıl yolu ile bulunan delil Nakil yolu ile olmadan, düşünülerek bulunan delil

DELİL-İ ARŞÎ VE SÜLLEMÎ
Eski mantıkta Vahdaniyyet-i İlâhiyyeyi ve teselsülün muhaliyyetini isbat bahislerinde geçen delillerdendir

DELİL-İ İHTİRA'
Cenab-ı Hakk'ın yeniden icad ederek yarattığı şeylerden meydana gelen, kendi zâtına mahsus delil Buna misâl olarak birini zikredebiliriz:(Cenâb-ı Hak hususi eserlerine menşe ve kendisine lâyık kemâlâtına me'haz olmak üzere her ferde ve her nev'e has ve müstakil bir vücud vermiştir Ezel cihetine sonsuz olarak uzanıp giden, hiçbir nev' yoktur Çünkü bütün enva'; imkândan vücub dâiresine çıkmamışlardır Ve teselsülün de bâtıl olduğu meydandadır Ve âlemde görünen şu tegayyür ve tebeddül ile bir kısım eşyanın hudusu, yani, yeni vücuda geldiği de göz ile görünüyor Bir kısmının da hudusu zaruret-i akliye ile sabittir Demek, hiçbir şeyin ezeliyyeti cihetine gidilemezVe keza, ilm-ül hayvanat ve ilm-ün nebatatta isbat edildiği gibi, envâın sayısı iki yüz bine bâliğdir Bu nev'ler için birer âdem ve birer evvel baba lâzımdır Bu evvel babaların ve âdemlerin dâire-i vücubda olmayıp ancak mümkinattan olduklarına nazaran behemehâl, vasıtasız, kudret-i İlâhiyyeden vücuda geldikleri zaruridir Çünkü, bu nev'lerin teselsülü, yani, sonsuz uzanıp gitmeleri bâtıldır Ve bazı nev'lerin başka nev'lerden husule gelmeleri tevehhümü de bâtıldır Çünkü, iki nev'den doğan nev, alelekser ya akimdir veya nesli inkıtaa uğrar Tenâsül ile bir silsilenin başı olamazHülâsa: Beşeriyet ve sâir hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir İİ)

DELİL-İ İMKÂNİ
İmkâna âit olan delil $âyeti ile işaret edilmiştir Bu delilin hülâsası: "Kâinatın ihtiva ettiği zerrelerden her birisinin gerek zâtında, gerek sıfatında, gerek ahvâlinde ve gerek vücudunda gayr-i mütenahi imkânlar, ihtimâller, müşkülâtlar, yollar, kanunlar varken; birdenbire o zerre gayr-i mütenâhi yollardan muayyen bir yola süluk eder Ve gayr-i mahdut hâllerden bir vaziyete girer Ve gayr-i ma'dut sıfatlardan bir sıfatla vasıflanır Ve doğru bir kanun üzerine mukadder bir maksada, harekete başlar ve vazife olarak uhdesine verilen herhangi bir hikmet ve bir maslahatı derhal intac eder ki, o hikmet ve o maslahatın husule gelmesi ancak o zerrenin o çeşit hareketiyle olabilir Acaba o kadar yollar ve ihtimaller arasında o zerrenin mâcerası, lisan-ı hâliyle, Sani'in kasd ve hikmetine delâlet etmez mi?İşte her bir zerre, müstakillen kendi başıyla Sâni'in vücuduna delâlet ettiği gibi, küçük büyük herhangi bir teşekküle girerse veya herhangi bir mürekkebe cüz' olursa, girdiği ve cüz' olduğu o makamlarda kazandığı nisbete göre Sâni'ine olan delâletini muhafaza eder İİ)

DELİL-İ İNAYET
Allah'ın inâyetinin tecellisinden gelen ve kâinatta görülen hikmet ve maslahatlara uygun en mükemmel nizam ve tam esaslı san'at; ve kâinattaki eşyaların menfaat ve faydalarını bildiren âyetler, bu inâyet delilini gösteriyorlar(Sâniin vücud ve vahdetine işaret eden delillerden biri de İnayet delili'dir Bu delil; kâinatı ve kâinatın eczasını ve envâını ihtilâlden, ihtilâftan, dağılmaktan kurtarıp bütün hususâtını intizam altına almakla kâinata hayat veren nizamdan ibarettir Bütün maslahatların, hikmetlerin, faidelerin, menfaatlerin menşei, bu nizamdır Menfaatlerden, maslahatlardan bahseden bütün Ayât-ı Kur'aniye, bu nizam üzerine yürüyor ve bu nizamın tecellisine mazhardır Binaenaleyh, bütün mesalihin, fevaidin ve menafiin mercii olan ve kâinata hayat veren bir nizam; elbette ve elbette bir nâzımın vücuduna delâlet ettiği gibi, O nâzımın kasd ve hikmetine de delâlet etmekle, kör tesadüfün vehimlerini nefyederEy insan! Eğer senin fikrin, nazarın şu yüksek nizamı bulmaktan âciz ise ve istikra-i tâm ile, yani umumi bir araştırma ile de o nizamı elde etmeye kadir değilsen, insanların telâhuk-u efkâr denilen fikirlerinin birleşmesinden doğan ve nev-i beşerin havassı (duyguları) hükmünde olan fünun ile kâinata bak ve sahifelerini oku ki, akılları hayrette bırakan o yüksek nizamı göresinEvet, kâinatın herbir nev'ine dâir bir fen teşekkül etmiş veya etmektedir Fen ise kavaid-i külliyeden ibarettir Kaidenin külliyeti ise, nizamın yüksekliğine ve güzelliğine delâlet eder Zira nizamı olmayanın külliyeti olamaz Meselâ: Her âlimin başında beyaz bir imâme var Külliyetle söylenilen şu hüküm, ulema nev'inde intizamın bulunmasına bakar Öyle ise, umumi bir teftiş neticesinde fünun-u kevniyeden herbirisi, kaidelerinin külliyeti ile kâinatta yüksek bir nizamın bulunmasına bir delildir Ve herbir fen nurlu bir bürhan olup, mevcudatın silsilelerinde salkımlar gibi asılıp sallanan maslahat semerelerini ve ahvalin değişmesinde gizli olan faideleri göstermekle Sâniin kasd ve hikmetini ilân ediyorlar Adeta vehim şeytanlarını tardetmek için herbir fen, birer necm-i sâkıbdır Yani, bâtıl vehimleri delip yakan birer yıldızdırlarEy arkadaş! O nizamı bulmak için umum kâinatı araştırmaktansa, şu misale dikkat et, matlubun hasıl olurGöz ile görünmeyen bir mikrob, bir hayvancık, küçüklüğüyle beraber pek ince ve garib bir makine-i İlâhiyeyi hâvidir O makine mümkinattan olduğundan, vücud ve ademi, mütesavidir İlletsiz vücuda gelmesi muhaldir O makinenin bir illetten vücuda geldiği zaruridir O illet ise, esbab-ı tabiiyye değildir Çünki, o makinedeki ince nizam, bir ilim ve şuurun eseridir Esbab-ı tabiiyye ise; ilimsiz, şuursuz, câmid şeylerdir Akılları hayrette bırakan o ince makinenin esbab-ı tabiiyeden neş'et ettiğini iddia eden adam, esbabın herbir zerresine Eflatun'un şuurunu, Calinos'un hikmetini i'ta etmekle beraber; o zerrat arasında bir muhaberenin de mevcut olmasını itikad etmelidir Bu ise, öyle bir safsata ve öyle bir hurafedir ki, meşhur sofestaiyi bile utandırıyor Maahaza, esbab-ı maddiyede esas ittihaz edilen kuvve-i câzibe ile kuvve-i dâfianın, inkısama kabiliyeti olmıyan bir cüz'de birlikte içtimaları iltizam edilmiştir Halbuki bunlar birbirlerine zıt olduklarından, içtimaları câiz değildir Fakat, câzibe ve dâfia kanunlarından maksat âdâtullah ile tâbir edilen kavanin-i İlâhiyye ise ve tabiatla tesmiye edilen şeriat-ı fıtriyye ise, câizdir Lâkin kanunluktan tabiata, vücud-u zihnîden vücud-u haricîye, umur-u itibariyyeden umur-u hakikiyyeye, âlet olmaktan müessir olmaya çıkmamak şartiyle makbuldür Aksi takdirde câiz değildirEy arkadaş! Misâl olarak gösterdiğim o küçük hurdebini hayvancığın yani mikrobun büyük fabrikasındaki nizam ve intizamı aklın ile gördüğün takdirde başını kaldır, kâinata bak! Emin ol ki, kâinatın vuzuh ve zuhuru nisbetinde o yüksek nizamı, kâinatın sahifelerinde pek zâhir ve okunaklı bir şekilde görüp okuyacaksınEy arkadaş! Kâinatın sahifelerinde "Delil-ül-İnaye" ile anılan nizama ait âyetleri okuyamadı isen sıfat-ı kelâmdan gelen Kur'an-ı Azîmüşşan'ın âyetlerine bak ki, insanları tefekküre davet eden bütün âyetleri şu delil-ül-inaye'yi tavsiye ediyorlar Ve ni'metleri ve faideleri sayan âyetler dahi, delil-ül inaye denilen o yüksek nizamın semerelerinden bahsediyorlar Ezcümle: Bahsinde bulunduğumuz şu âyet $cümleleriyle o nizamın faidelerini ve nimetlerini koparıp insanlara veriyorlar İİ)

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...

Eski 09-10-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...



RE: Osmanlıca Sözlük (D Harfi) DELİL-İ İNNÎ
(Bak: Bürhan-ı innî)

DELİL-İ NAKLÎ
Kur'an, Hadis-i Şerif veya diğer mukaddes kitaplardaki verilen haberler ile olan delil

DELİL-İ SÜLLEMÎ
(Bak: Delil-i arşî, Arş ve süllem)

DELK
Oğuşturmak El sürtmek Oğmak

DELK
f Eski ve yamalı elbise Dervişlerin giydikleri eski aba * Kılıcı kınından çıkarmak

DELL (DİLÂL)
Naz * Hey'et * Güzel ahlâk

DELLAK
(Delk den) Hamamlarda müşterileri keseleyip yıkayan kimse, tellâk

DELLAL
İlân edici Yüksek sesle bildiren * Müşterileri çeken Davet eden * Hakka davet eden

DELS
Karanlık, zulmet * Bir şeyi saklamak, gizlemek * Sonbaharda yapraklanan bir ot çeşiti

DELTA
yun Nehirlerin taşıdığı toprakların (alüvyonları) akarsuyun, denize veya göle döküldüğü yerde yığılmasıyla meydana gelen kısım

DELUK
Dişleri kırılmış ve kütelmiş olan yaşlı deve * Kınından çıkması kolay olan kılıç

DELV
(Delve) Kova Su koyulan ve kuyudan su çekilen bakraç * Oniki burçtan birinin adı

DELZ
Vurmak, darb

DEM'
Göz yaşı Sürurdan veya keder sebebiyle ağlama neticesi gelen göz yaşı

DEM
Kan

DEM
f Nefes Soluk * Ağız * Nazar * An, vakit, saat * Koku * Kibir, gurur * Âli, yüksek * Körük

DEM-İ CİVÂNÎ
Gençlik çağı

DEMA
f Her zaman Vaktâki * Soluk Nefes Hastalık sebebiyle tez tez solumak * Ürpermek * Dem An

DEM'A
Bir damla göz yaşı

DEMADEM
f Zaman zaman An be an Sık sık Her vakit

DEMAGOG
yun Demagoji yapan kimse

DEMAGOJİ
yun Halkı kendi menfaati için okşama siyâseti Halkın hoşuna gidecek sözlerle insanların sevgisini kazanarak kendi maksadını elde etmeğe çalışmak Halk avcılığı Cerbeze

DEMAK
Tipi (Kış gününde rüzgârın karı her tarafa savurmasıdır)

DEMAL
Ters * Ekşimiş hurma

DEMAME
Çirkinlik

DEMAN
f Heyecanlı Hiddetli, hiddete kapılmış * Vakit, zaman An * Bağırıp çağırma, feryat, figân * Heybetli, güçlü, kuvvetli, azametli, cesim * Kükremiş

DEM'AN
İçi iyice dolmuş olan Ağız ağıza dolu kap

DEMAN(İ)
Ters, terslik

DEMANKEŞ
f Zaman, müddet, vakit, an

DEMAR
f Helâk, mahv, telef, ölüm, mevt

DEMAR-ÂVER
f İntikam alan, müntakim Helâk eden

DEM'A-RİZ
f Ağlıyan, gözyaşı döken

DEMBEDEM
f Bazan Vakit vakit Arasıra

DEM-BESTE
f Sesi soluğu kesilmiş, susmuş

DEMC
Dühul etmek, girmek * Mestur olmak, örtünmek

DEMCELE
(C: Demâcil) Şişman kadın * Huyu, hilkati güzel, iyi kadın

DEMDEM
Yüce, yüksek yer

DEMDEME
f Hiddetli söz Avâz Hoşa gitmeyen sesler * Sinek vızıltısı * Öğütmek Sürte sürte ezmek * Azab vermek, eziyet etmek * Hile * Davul * şöhret, nam, ün

DEME
f Ateş körüğü

DEMEKMEK
Katı, şedid * Çok kuvvetli kimse

DEMENDAN
f Cehennem * Ateş, nar

DEMENDE
f Saldırıp kükreyen * Üfleyen

DEMES
(C: Dimâs) Yumuşak kumlu yer

DEMEŞK (DİMEŞK)
Şam şehri * Yürüğen kuvvetli, seri deve

DEMEVÎ
Kana dâir, kana mensub ve müteallik * Mc: Asabi, sinirli Kanın çokluğu sebebi ile hâsıl olan mizaç

DEMG
Başı, dimağa erişinceye kadar yarmak Dimağa vurmak * Güneşin sıcaklığı dimağa tesir etmek

DEM-GÜZAR
f Yaşayan, vakit geçiren

DEMİM(E)
Çirkin ve kısa boylu kimse

DEMK
Hız Sür'at

DEM-KEŞ
f Nefes çeken, soluk çeken * Devamlı öten bir güvercin cinsi * Kaval, ney gibi çalgıları devamlı üfürenler * Bazı kuşların, kübbül gibi uzun uzun ötenleri * Şarap içen

DEM-KEŞİDE
f Kafadar, arkadaş

DEML
Yeri terslemek * Yara, cerh

DEMLES
Kaba, galiz nesne

DEMMA'
Mütekebbir gönüllü, gururlu kimse

DEMNE
f Fırın ve ocak bacası

DEMODE
Fr Modası geçmiş, kimse kullanmaz hâle gelmiş olan

DEMOKRASİ
yun (Demos: Halk; Kratia: İdare, iktidar) Halk iktidarına dayanan hükümet şekli Devlet iktidarını elinde bulunduranların, halkın çoğunluğunun iradesiyle seçildiği hükümet şeklidir Tatbikatı üç şekildir:1- Vasıtasız hükümet şekli: Halk, devlet iktidar ve hâkimiyetini vasıtasız olarak kullanır Kanunları kendisi yapar, suçluları kendisi muhakeme eder, idareyi kendisi yürütür Bu usül ancak küçük cemiyetlerde tatbik imkânına sahiptir 2- Yarı vasıtasız hükümet şekli: Halk re'yi ile temsilciler meclisi seçilir Meclisin çıkardığı kanunların tatbik edilebilmesi için halkın re'yine baş vurulması (referandum) şarttır3- Temsil hükümet şekli: Cumhuriyet Halk seçim yolu ile hakimiyet ve iktidarı, belli bir zaman için seçtiği temsilciler meclisine devreder İktidarı halk adına meclisler kullanırDemokrasinin temsil şekli olan cumhuriyetin de üç ayrı tatbik şekli vardır 1- Meclis hükümeti sistemi: Hükümet, meclis iradesiyle teşekkül eder Eğer hükümet meclisin itimadını kaybederse meclis tarafından düşürülür 2- Parlementer hükümet sistemi: Hükümetle, meclis, belli ölçüler içinde birbirine karşı müstakildir 3- Başkanlık hükümeti sistemi: Hükümet başkanını halk seçer Başkan, hükümet üyelerini kendisi tâyin eder ve kendisi azlederDemokrasi, hukuk devletine ve millet ekseriyetinin hakimiyetine dayalı olup kişi veya azınlık hâkimiyetini reddederDemokrasinin temellerine aykırı olmayan herhangi bir inanış ve fikir sahibi olanlar, kendi inanış ve fikrini halka kabul ettirmek için zor kullanmak veya idareyi ele geçirmek için zorlama ve isyana teşebbüs veya açıkça teşvik etmemek şartıyla her türlü inanış ve fikri; neşir, tebliğ ve telkin etmek serbestliğini kabul eden devlet şeklidir

DEMOKRAT
Demokrasi taraftarı

DEMOKRATİK
Fr Demokrasiye uygun

DEMRAG
Çok kırmızı olan

DEMS
Örtmek Defnetmek, gömmek

DEM-SAZ
f Arkadaş, refik, hem-dem, dost Sırdaş

DEM-SAZÎ
f Dostluk, arkadaşlık Sırdaşlık

DEMŞİNAS
f Hikmetli davranan, akıllı

DEMUK
Sür'atli, seri, hızlı

DEM VURMAK
t Bir şeyden gelişigüzel bahsetmek

DEMY
Kan, dem

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...

Eski 09-10-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...



RE: Osmanlıca Sözlük (D Harfi) DEN'
Horluk, zelillik

DENA'
Arkanın yumru olması, kamburluk

DENAET
Alçaklık, çok fena hareket Zillet, kötü mizac * Asılsızlık, aslı olmamak

DENAET-KÂRÂNE
f Alçakçasına, alçakça

DENANİR
(Dinar C) Dinarlar

DENASET
Kirlilik, paslılık, temiz olmayışlılık

DENASET-İ AHLÂK
Ahlâk kirliliği, ahlâksızlık

DENAVET
Yakın olmak, yakınlık

DENAYA
(Bak: Deniyyât)

DENDANE
f Diş tanesi * Çark vesaire dişi

DENDENE
f Mırıltı, homurdanma Ağır ağır, dudak kıpırtısıyla, yavaş yavaş söylenen söz

DENEF
İyileşmeyen hastalık

DENEN
Bir kişinin belinin bükülüp eğri olması * Kolları çok kısa olmak * Hayvanların ayakları kısa ve göğüsleri yere yakın olması

DENES
(C: Ednâs) Kir, pas, pislik, murdarlık, necaset

DENEY
(Bak: Tecrübe)

DENEYCİLİK
(Ampirizm) Fels: İnsan zihninde mevcut her bilginin ve her düşüncenin kaynağı tecrübe (deney) olduğunu iddia eden felsefi görüş Bu görüş, tecrübenin ehemmiyetini belirtirken aklın ve dinin rolünü inkâr ediyor Tecrübe maddi dünyayı anlamak için gerekli ama, yeterli değildir Tecrübe görüneni ve müşahhası bize verir Akıl ise, mücerredi, umumiyi, kaide ve prensipleri verir Din ise tecrübe ve akıl ile beraber bunların alanını aşan hakikatleri verir Hakikat, tecrübe ve akılla sınırlı değildir İslâm akla ve tecrübeye yer verir fakat bunların sınırları içinde hapsolmaz Müslüman geniş görüşlüdür, dar görüşlü teorilere bağlı düşünmez

DENG
f Hayran, şaşkın, şaşmış olan, ahmak, ebleh, bön, sersem * İki katı maddenin tokuşmasından hasıl olan ses * Pergel noktası

DENİ
(C: Deniyyât) Soysuz, alçak, ahlâksız * Dünyaya âit, fâni ve geçici * Yakın, karib

DENİ'
Hor, zelil

DENİE
Eksik, noksan, nakise

DENİS
Kirli, paslı

DENİYYAT
(Denâya) (Denî C) Ahlâksızlıklar, aşağılık şeyler

DENİYYE
Kaftan düğmesi, elbise düğmesi

DENN
(C: Denân) Küp

DEPRESYON
Fr Maddi veya manevi çöküntü İç sıkıntısı

DERA
f Çan, çıngırak

DERAHİM
(Dirhem C) Dirhemler Okkanın dörtyüzde birleri * Akçeler, paralar

DERAHİS
Şiddetler

DER-AKAB
f Hemen, derhâl, çabuk, arkasından, akabinde

DER-AMED
f Gelir

DER-AN
f Derhâl, o anda, hemen

DERARE
Deyyus Karısının kötü hâllerini görmemezlikten gelen kişi

DERARİ
f (Dürrî C) Parlak yıldızlar * Renkli şeyler

DERAZ
f Uzun, tavil

DERB
(Dürb) Bir şeyi âdet edinmek * Dadanmak, alışmak * Haslet, cür'et * Tecrübe etmek * Denemek

DER-BAN
f Kapıcı, kapıya bakan

DER-BAR
f Ev kapısı

DERBAR-I SAADET-KARAR
İstanbul (Osmanlılar devrinde İstanbul hilâfet merkezi olduğu için saadet kapısı diye tavsif edilirdi)

DER-BEDER
f Serseri, kapı kapı dolaşan * Dağınık, perişan

DER-BEND
f Dağda ve tepede zahmetlerle geçilen yer, dar geçit, boğaz Hudut Kale * Anahtarsız kapı

DER-BENDÇİ
Kale veya hudut muhafızı

DER-BEST(E)
f Kapalı kapı * Kapanmış susmuş

DERC
İçine almak Katmak * Kitaba koymak * Nakışlı kâğıt üzerine yazılan yazı * Hattatın yazılmış kâğıt tomarı

DERCAN
f Can içinde

DERCAN ETMEK
Can içine almak, hayatını ona vermek

DERÇİN RESMİ
Kesilen hayvanlardan alınan bir cins vergi

DERD
f Tasa, keder, kaygı * Hastalık, illet

DERD-İ DİL
Gönül tasası, gönül gamı

DERD-İ MAİŞET
Geçinmek derdi ve zorluğu Maişet derdi

DERD-İ SER
Sıkıntı, baş derdi, başağrısı

DERDA
f Yazık! Vah vah!

DERDAB
Sadâ, ses

DERDAK
(C: Derâdik) Küçük çocuklar * Her şeyin küçüğü

DERDAR
Servi ağacından bir sınıf

DERD-AŞİNA
f Dert görmüş, mihnet görmüş kişi

DERDEBİS
Belâ * Zahmet * Boncuk * Yaşlı kişi

DERD-DEST
Elde Elde etmek, yakalamak, tutmak Ahz * Yapılmakta ve rüyet edilmekte olan

DERDMEND
f Tasalı, kaygılı, dertli

DERDNAK
f Dertli, kederli, kaygılı, tasalı

DERDUR
Su çevriği, girdab * Derin çukur yer

DEREBEYİ
Ortaçağda kendi arazisi içindeki insanlara istedikleri gibi hükmeden, devamlı olarak birbirleriyle savaşan geniş toprak sahiplerinden her biri * Mc: Asi, zorba

DERECAT
(Derece C) Dereceler, basamaklar, kademeler, yükseklikler, mertebeler

DERECAT-I KURBİYE
Yakınlık dereceleri Allah'a manevi yakınlık mertebeleri

DERECAT-I ŞEMSİYE
Eski Kozmoğrafyaya göre; güneşi döndüğü farzedilen dâirenin on iki burca tekabül eden kısımları

DERECE
(C: Derecât) Yukarıya çıkacak basamak * Dairenin bölündüğü dilim 360 kısmın beheri ki, açıları ölçmeye yarar * Termometrenin bölündüğü kısımların beheri Mertebe, paye * Miktar, rütbe

DERECE-İ HARARET
Isı derecesi

DERECE-İ SÜLLEM
Merdiven basamağı

DERECE-İ ŞUHUD
İmanı ve mânevi hakikatları, mânevi terakki yoluyla görmek seviyesinde olan iman mertebesi

DERED
Ağızda diş olmamak

DEREK
Urgan ucuna eklenip, kovanın kulpuna bağlanan ip parçası (urgan suya değmesin diye) * Kiriş uçlarında olan halka (yayın başlarına geçirirler)

DEREKA
(C: Deruk) Sığır derisinden yapılan kalkan

DEREKÂT
Aşağılık dereceleri En aşağı mertebeler

DEREKE
Aşağı inen basamak Aşağı mertebe * Sıfırın altındaki derece Düşüklük

DEREKE-İ MİRKAT
Merdivenin en alt basamağı

DEREKÎ
Gerileme

DEREM
f Akçe, para

DEREM
Baldır etli olduğundan dolayı topuğun görünmeyip belirsiz olması ve sâir kemiklerin etlilikten belirmeyip örtülmesi * Ağızdan dişlerin dökülüp yerini et bürüyüp belirsiz olması * Davarın yavaş yürüyüp adımlarını birbirine yakın atması

DEREMAN
Kişinin adımlarının birbirine yakın olması (O kimseye "dârim" derler)

DEREM-GÜZİN
f Sarraf

DEREM-SERA
f Para basılan yer

DEREN
Kir, vesah

DERENDE
f Yırtan, yırtıcı

DERER
Kasdetmek

DERES
Nişanın belirsiz olması * Kaftanın eskimesi * Evin köhne olması

DERGÂH
(Der-geh) f Cenab-ı Hakk'a ibadet edilen yer * Büyük bir huzura girilecek kapı Kapı Padişahların kapısı * Şeyhlerin tekkesi

DERGÂH-I ÂLÎ
Padişah kapısı Yüksek dergâh

DERGÂH-I MUALLÂ
Büyük kapı * Mc: Saray

DERGİŞ
f İzdiham, çok kalabalık * Bir zerdali cinsi

DERH
Men etmek, engel olmak

DERHAL
f şimdi, hemen, bu anda, vakit kaybetmeden

DER-HAST
f Arzu, taleb, istek, dilek * Dilekçe, istida

DER-HATIR
Hatırda

DERHEM
f Karışık, karmakarışık * Muztarib, sıkıntılı, ıztırab çeken * İncinme

DERHİŞTE
f Cömertlik, sehavet

DERHOR
f Lâyık, münasib, uygun, yakışır, derhuş, sezâ, şâyeste (Derhurd da denir)

DERHUŞ
f Derhor, lâyık, münasip, muvafık, uygun, yakışır, şayeste

DERİ
f Farsçanın sahihi, fasih olanı (Kapı demek olan "der" ismi Farsça olduğu halde Arapça sayılarak müennesi "deriyye" yapılmıştır) * Havası hoş ve lâtif Yeşilliği bol olan dağ eteği

DERİÇE
f Küçük kapı, oyma kapı Pencere

DERİDE
f Yırtık, yırtılmış

DERİR
Yürügen davar

DERİS
(C: Dirsân) Eski kaftan, eski elbise

DERİYYE
Avcıların gizlenip av gözledikleri yer

DERK
En aşağı kat, her şeyin dibi Aşağı inen basamak * Anlamak

DERK-İ DEKAİK
İnce ve dakik şeyleri iyice kavrama, anlama

DERKAA
Kaçmak, firar

DER-KÂR
f Mâlum, âşikâre olan * İçinde olan İçte bulunan

DER-KEMİN
f Pusu bekleyen, pusuda olan

DER-KENAR
Kenarda bulunan, hâşiye Bir sahifenin kenarına çıkarılan yazı

DERKETMEK
Bir şeyin en esasını, dibini öğrenmek, iyice anlamak

DERMA'
Topuğu belli olmayan, şişman kadın * Tavşan * Kırmızı yapraklı bir acı ot

DERMAN
f İlâç, tiryak * Çare-i necat, kurtuluş sebebi * Tâkat, güç, kuvvet

DERMANDE
(c: Dermândegân) f Âciz, beceriksiz, biçare, zavallı

DERMEK
Çok beyaz olan un * Beyaz ekmek

DERMEYAN
(Der-miyân) f Ortada olan şey, arada

DERMEYAN ETMEK
Anlatmak, söylemek, iddia ve defi'de bulunmak Beyân İleri sürmek

DERNEK
Eğlence için yapılan toplanma * Düğün * Cemiyetler kanununa göre kurulmuş cemiyet

DER-NİYAM
f Kınına sokulmuş, kınında, kılıfta

DERPEY
f Hemen, ardı sıra

DERPİŞ
f Önde olan, göz önünde bulunan

DERR
İyi iş İyilik Mahz-ı hayır * Zat, kimse Hod Nefs Bir kimsenin zâtı * Yüzün tazeliğinin, teravetinin hastalıktan dolayı gitmesinden sonra, iyi olup düzelmesi

DERRACE
Eskiden kullanılan bir çeşit harb âletidir ki, üstü sığır derisi ile örtülü olup, tekerlekleri içinde dönerdi * Bisiklet

DERRAK
(Derk den) Çok dikkatli olan, çabuk anlayan, anlayışlı, müdrik

DERRAR
Yün eğerdikleri iğ

DERS
Tenbih, tâlimat, vazife Bir şeyi öğrenmek için muallim veya o işi iyi bilen birisinden azar azar alınan vazife * Akıl

DERS-İ İBRET
İbret dersi Göz ve fikir açacak hâdise

DER-SAADET
f Saadet kapısı İstanbul'un eski ismi

DERSEC
Mercimek

DERS-HAN
f Ders okuyan, talebe, öğrenci

DERSHANE
f Sınıf, ders verilen yer, ders yeri

DERS-İ AMM
Bir medreseyi bitirdikten sonra, tâbi tutulan imtihan sonunda medrese talebelerine ders vermek salâhiyetini kazanan * Asistan * Herkese ders vermeğe salâhiyetli âlim

DER-TESBİH
Tesbihde, duâda, zikirde

DERUC
Hızlı esen rüzgâr, fırtına

DERUHDE
f Üstüne almak Kendini vazifeli bilmek * Üzerine alınan iş

DERUN
f İç taraf Dâhil * Kalb

DERUNÎ
f Gönülden, içten

DERVA(H)
f Şaşkın, şaşırmış olan, hayran * Başaşağı asılmış * Lâzım, zaruri, lüzumu olan, gerekli

DERVAH
f Hastalıktan yeni kurtulan, iyice kendisine gelemeyen kimse * Sağlam, metin, muhkem * Doğru, asıl, gerçek * Yiğitlik, cesaret, cesur olmak, şecaat * Ayıp, utanma * Sertlik, kabalık

DERVAZE
f Kapı Şehir Şehir kapısı, kale kapısı

DERVÂZE-İ NUŞ $
Mc: Ağız

DERVİŞ
f Gayet mütevazi ve kanaatkâr olan * Kimsesiz, fakir * Mâneviyâtla gönlü zengin olan fakir * Mürid veya şeyh

DERVİŞÂN
(Derviş C) f Dervişler

DERVİŞÂNE
f Dervişe yakışır halde, saflık ve kalenderlikle Müstağni ve fakir bir surette

DERY
Bilmek

DERYA
f Deniz, bahr

DERYA-YI AHDAR
Yeşil deniz * Mc: Sema, gök

DERYA-YI EBYAZ
Akdeniz

DERYA-YI ESVED
Karadeniz

DERYA-YI UMMAN
Açık deniz Umman Denizi Okyanus

DERYAB
f Akıllı, anlayışlı, müdrik

DERYA-BEND
f Liman * Tersane

DERYAÇE
f Göl, küçük deniz

DERYA-MİSAL
Deniz gibi çok olan, denizi andıran

DERYAN
Bilmek, ilim

DERYA-NEVERD
f Denizde dolaşan, denizde gezen

DERYANİYE
Hörgücü ikiden fazla olan sığır nevi

DERYA-NUŞ
f Çok fazla içki içen

DERYUZ
f Dilencilik

DERZEN
f İğne

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...

Eski 09-10-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...



RE: Osmanlıca Sözlük (D Harfi) DE'S
Yemek

DES'
Def'etmek kovmak * Ağız dolusu kusmak

DES
f Eş, eşit, müsâvi, benzer, denk

DE'SA
Câriye

DESAİS
(Desise C) Vesveseler, desiseler Gizli hileler

DESAİS-İ ŞEYTANİYYE
şeytanca desiseler, hileler

DESAK
Bir kabın dolduktan sonra taşıp dökülmesi

DESATİR
(Düstur C) Düsturlar, kaideler (Desatir-i hikmet, nevamis-i hükümetle; kavanin-i hak, revabıt-ı kuvvetle imtizac etmezse cumhur-u avamda müsmir olamaz M)

DESATİR-İ ÂLİYE
Yüksek ve ulvi düsturlar ve kaideler

DESATİR-İ HİKMET
Hikmet düsturları Hikmet ve maslahatın iktiza ettirdiği kaideler

DESÂTİR-İ İLMİYE
İlmin düsturları İlmin icab ettirdiği kaideler

DESÂTİR-İ İSLÂMİYE
İslâma ait kaide ve düsturlar

DESEM
(C: Düsum) Yağ * Uyuz

DESEN
Fr Eşyanın, rengini göstermeden, yalnız şeklinin bir satıh üzerine çizilmişi * Bir kumaşı süsleyen şekiller

DESFAN
(C: Desâfi) Bir şeye tâlip olan kişi

DESİ'
İki omuz arasında boyun battığı yer

DESİA
Atâ, bahşiş, hediye * Huy, hulk, tabiat

DESİK
Dolu nesne

DESİMETRE
Fr Metrenin onda birine eşit uzunluk birimi

DESİS
(C: Desâyis) Gizlenmiş, gizli

DESİSE
Gizli hile, oyun

DESİSEKÂR
f Hileci, hile yapan

DESİSEKÂRÂNE
f Hilekârcasına Desise ve hile edene yakışır surette

DESKERE
(C: Desâkir) Dağ başında olan harab kale * Küçük köy

DESKERE
f Şehir ve kasaba, il ve ilçe * Hasta insan, eşya vs taşımaya yarayan tahta

DESMA
Siyah olan nesne

DESMERE
(C: Desâmire) Dağ başında olan harap yıkık kale

DESPOT
yun Rum piskoposu * Eskiden Bizanslı ve Balkanlı derebeyi

DESR
(C: Dusur) Bürünmek, örtünmek * Çok olan mal

DESR
Def'etmek, kovmak

DESS
Yavaş yağan yağmur * Acıtıcı derecede dövmek * Def'etmek

DESS
Gizlenmek * Örtmek

DESSAS
Çok aldatıcı, çok desiseci

DESSE
Toprak içinde gömülüp yatan bir nevi yılan

DEST
(C: Düsut) Dört bucaklı yastık ve elbise * Hile

DEST
f El, yed * Mc: Kudret, fayda, nusret, galebe * Düstur * Tasallut * İkmâl * Âlî makam Meclisin şerefli yeri

DEST-İ GAYBÎ
f Görünmez el, inâyet-i İlâhi * Mc: Allah'ın yardımı

DEST-İ İSTİBDAD
İstibdadın verdiği azap, istibdadın eli

DEST-İ RAST
Sağ el, sağ taraf

DEST Ü PÂ(Y)
El ve ayak

DESTAK
Şarabın beyazlığı ve dökülmesi

DEST-ALAY
f Bulaşık el, bulaşmış el

DESTAN
f (Dest C) Eller * Hikâyeler, masallar * Hile, tezvir, mekir * Meşhur Zâloğlu Rüstem'in babasının nâmı

DESTAR
f Sarık, imâme, başa sarılan tülbent

DESTAR-I HÜMAYUN
Pâdişah sarığı

DESTARBEND
f Sarık saran, sarıklı

DESTAR-ÇE
f Mendil

DEST-BE-DEST
f Elden ele, el ele * Peşin satış * Birbirine bitişik olan

DEST-BUS
f El öpme

DEST-BESTE
f El bağlamış, eli bağlı

DEST-BÜRD
f Kuvvet, kudret * Üstünlük, zafer, muvaffakiyet

DEST-DİRAZ
f El uzatan, zulmeden * Sarkıntılık etme, el uzatma

DESTE
f Tutam, bağ, demet, kabza * Muin, mededkâr * Süpürge * Küstah

DESTEC
Desti * Kola takılan bilezik

DESTE-ÇUB
f Sopa, değnek

DESTE-DAD
f El veren, yardım eden

DESTE-DAD-I TESLİM
f Teslim elini veren, itaat eden, uyan

DESTEK
f Bir şeyin yıkılıp devrilmemesi için, o şeye vurulan payanda, dayanak * Küçük el * Yün ve pamuk gibi şeyleri eğirmeye yarıyan âlet

DEST-ERRE
El bıçkısı Testere

DEST-GÂH
f İş yeri, tezgâh * İktidar, servet, kuvvet

DEST-GİR
f Muavenet Arka olmak Tutucu, yardımcı, muin Zahir

DEST-GÜŞA
f Avuç açan el açan

DEST-GÜZAR
f İmdada yetişen, yardım eden, yardımcı

DEST-HUŞ
f Oyuncak

DESTİ
f Testi

DESTİNE
f Bilezik, el bileziği

DEST-KEŞ
f Gözleri görmeyen bir kimseyi ellerinden tutup dolaştıran * Kazanç Kâr * Yay gibi elde kolaylıkla idare olunabilen şey * Dilenci * Bir işten vazgeçen

DEVKE (DEVEKE)
Karışmak, ihtilât

DEVKES
Arslan * Çok adet, çok miktar

DEVLE (DÜVLE)
Devlet kelimesinin Arapça tabirlerde geçen bir şekli * İki asker muharebe ettiklerinde birinin diğerine galip olması (Düvlet malda; devlet harpte ve mertebede kullanılır)

DEVLET
Sınırları belli olan bir memleketin sahibi olan insanların kurduğu siyasî, hukukî, idarî mahiyetteki merkezî teşkilât Devlet, teşekkül tarzı, takip ettiği esas siyaset, temsil ettiği hâkimiyet ve iktidarın mahiyeti bakımından çeşitlere ayrılır:1- Kapitalist Devlet: İktisadî siyasete, şahsî mülkiyet, şahsî teşebbüs ve serbest rekabete dayanan, iktidar ve hâkimiyetin kapitalist sınıfın elinde bulunduğu devlet şeklidir2- Sosyalist ve Komünist Devlet : Şahsî mülkiyeti ortadan kaldıran, yerine işçi sınıfı adına devlet mülkiyetini ikame eden, işçi sınıfı hâkimiyeti namı ile komünist partisi diktatörlüğünü getiren devlet şeklidirBu iki devlet şeklinin iktisad siyasetleri ile siyasî iktidar ve hâkimiyet anlayışları farklı olmakla beraber devlet idaresinde dine yer vermemekte birleşirler3- Faşist Devlet: Menfî milliyet ve unsuriyet fikrini siyasette hâkim kılan, şahsî teşebbüse müsaade eden; fakat devletin vesayeti ve hâkimiyeti altına alan, meslek zümreleri adına iktidar ve hâkimiyeti tek parti ve şefinin eline veren devlet şeklidir4- Teokratik Devlet: Hâkimiyet ve iktidarın, ruhban sınıfının elinde bulunduğu bir devlet şeklidir Daha çok Hristiyan âleminde asırlar boyunca bu devlet şekli cemiyet ve milletlere hükmetmiş, fakat tahrif edilmiş İncil'e sâhib oldukları ve İlâhî iktidar ve hâkimiyet yerine ruhban sınıfının hâkimiyet ve iktidarını ikame ettikleri için, insanın fıtratındaki hakikatı taharri ve hürriyet fikri galebe çalarak bu devlet ve idare şekli Fransız ihtilâliyle yıkılmış, fakat ihtilâlciler ve muakibleri beşeriyeti yeniden ıztırablara dûçar eden kapitalist, sosyalist ve faşist sistemlerden başka birşey getirememişlerdir Çünki hareket ve istinad noktaları beşerî fikir ve ölçüler olup materyalist (maddeci) dünya görüşlerinin zarurî neticesi olarak teavün yerine cidal; hak yerine kuvvet; iktisat yerine ihtiyaçları tezyid ve tahrik ettiklerinden beşeriyetin huzur ve saadetlerini bozdular5- İslâm Devleti: İktidar ve hâkimiyeti milliyet ve unsuriyet, yahut içtimaî sınıflarda veya ruhban sınıfında değil; yalnız Allah'ta kabul eder Halkı veya siyasî temsilcisi olan kişiyi yahut meclisleri, İlâhî iktidar ve hâkimiyetin tatbikçi memurları olarak kabul eder(Zaman-ı sâbıkta revabıt-ı içtima ve levazım-ı taayyüş ve fevaid-i medeniyet o kadar tekessür ve teşa'ub etmediğinden, bazı kalil adamların fikri, devletin idaresine yarı kâfi gibi idi Amma bu zamanda revabıt-ı içtima o kadar tekessür etmiş ve levazım-ı taayyüş o derece taaddüt etmiş ve semerat-ı medeniyet o kadar tefennün etmiş ki, ancak yalnız kalb-i millet hükmünde olan meclis-i meb'usan ve fikr-i ümmet makamında olan meşveret-i Şer'î ve seyf ve kuvvet-i medeniyet menzilinde bulunan hürriyet-i efkâr o devleti taşıyabilir ve idare ve terbiye edebilir RN)

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...

Eski 09-10-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...



RE: Osmanlıca Sözlük (D Harfi) DEVLET-İ ÂLİYE
Osmanlı İmparatorluğu

DEVLET-ABADÎ
f Hindistan'ın Devlet-âbâd şehrinde imal edilen ve güzel san'atlarda kullanılan bir çeşit kâğıt

DEVLETÇİLİK
Halk işlerinin, hususan büyük sanayi ve ziraatin devlet vasıtası ile işletmesi usulü Cemiyetin umuma âid olan işleri ve bu işler için lâzım gelen teşkilât, müessese ve sâirelerini devlet eliyle yapılmasını kabul eden idâre sistemi * Halkın hususi teşebbüslerini veya büyük müesseselerini devlete devretmek fikri (Bunun ifratı fertlere ve millete zulümdür ve dinsizlik rejimi olan komünizme giden bir usuldür)

DEVLETHANE
f Ev, köşk, konak

DEVLETLİ (DEVLETLÜ)
f Eskiden vezir ve müşir gibi büyük rütbeli kimselere verilen bir ünvan

DEVLETLÜ NECÂBETLÜ
Osmanlılar zamanında şehzâdeler için kullanılan bir tabirdir

DEVLETLÜ RE'FETLÜ
Eskiden seraskerler için kullanılan ünvan

DEVLETLÜ SEMÂHATLÜ
Zamanında Şeyh-ül İslâmlara verilen bir ünvan

DEVLETLÜ UTUFETLÜ
Vezirlere, müşirlere, padişah damatlarına verilen ünvan

DEVLET-MEAB
Devletin saadet ve ihtişamının sığınacağı yer, hükümdar

DEVLET-MEDAR
Büyüklük merkezi olan (hükümdar)

DEVLET Ü İKBAL
Ulviyet ve iyi tâlih

DEVR
(Bak: Devir)

DEVR-İ DİL-ÂRÂ
En hoş devir Gönlü hoş eden zaman

DEVR
f Casus, hafiye

DEVRAK
Şarap ölçeği

DEVRAN
Devir, felek, zaman, deveran, dünya

DEVRANÎ
Deverana âit ve müteallik

DEVRE
(C: Devrât) Dönüş dönme, dönem * Birkaç yıldan meydana gelen zaman süresi * Elektrik devresi Üzerinden elektrik akımı geçmekte olan bir iletken yolun tamamı

DEVR-HAN
f Kur'an-ı Kerim'i devamlı okuyup devreden kişi

DEVRİY
(Devriyye) Geceleri gezen kol takımı, gezici karakol * Bülbül, karatavuk, sığırcık ve bu gibi kuşların dahil olduğu sınıf

DEVRİYYE
Osmanlı İmparatorluğu devrinde ilmiye sınıfına mahsus bir pâye

DEVS
Ziynet etmek, süslemek * Bir şeyi ayağı ile basıp çiğnemek

DEVSERE
Büyük, semiz, kuvvetli deve

DEVŞ
Fâsid olmak

DEVV
Otsuz çöl

DEVVAR
Durmayıp dönen, devreden Devredip gezen * Gerdân * Kâbe-i Muazzama'nın bir adı * Haremden alıp beraber tavaf edilen taş

DEVVARE
Geo: Daireler çizmeye yarayan bir âlet, pergel

DEYABÜZ
İki ırgaçla dokunan bez

DEYACİR
(Deycür C) Karanlıklar, zulümatlar

DEYBUB
Koğucu, dedikoducu

DEYCUC
(C: Deyâcic) Karanlık, zulmet

DEYCUR
(C: Deyâcir) Karanlık

DEYDAN
Edep * Âdet

DEYDEN
Edep * Âdet

DEYDENET
Âdet, usul

DEYDENUN
Toplamak * Haslet, huy, âdet * Oyun

DEYH
(C: Diyeha) Hor ve rezil olmak

DEYKU'
Katı, şedid

DEYLEM
Karıncaların ve kenelerin toplandığı yer * Belâ * Zahmet * Düşman * Türaç kuşunun erkeği * Cemaat * Bir kabile adıdır ve ehline "Deylemî" derler

DEYMAS
(C: Deyâmis) Hamam * Alçak zemin

DEYMUM
Devamlı, berkarar, zevalsiz

DEYMUMET
Daimlik, devam, dâimiyet

DEYMUMÎ
Devamlılık, devam, dâimiyet

DEYN
Borç Verilmesi lâzım gelen şey * Fık: Zimmetinde sâbit olan şey

DEYN-İ HÂL
Huk: Herhangi bir vakte bağlı ve te'hir edilmeyen borç

DEYR
(C: Edyâr) Kilise, manastır * Âlem-i insaniyet, insanlık âlemi

DEYRANÎ
Manastır adamı

DEYRHANE
f Kilise, manastır

DEYSAK
(C: Deyâsik) Uzun yol * Beyaz olan şey

DEYSAN
Cömertlik

DEYSEM
Köpekten olmuş kurt eniği * Sultan böreği denilen kırmızı çiçekli bir ot

DEYSEME
İnci

DEYYAN
Herkesin hesabını ve hakkını en iyi bilen ve veren Hâk Teâla Kahhar Hâsib Hâkim Kadir Râi Cenâb-ı Hak

DEYYAR
Bir kimse Ehad * Yurt sahibi birisi * Manastır sahibi

DEYYAS
Kaba, galiz olan kimse

DEYYUS
Derare Karısının kötü hâllerine göz yuman ve ses çıkarmayan adam

DE'Z
Boğmak * Bir şeyi doldurmak

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...

Eski 09-10-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...



RE: Osmanlıca Sözlük (D Harfi) DIA
Rahat

DIAME
(C: Diam-Deâyim) Evin direği * Ulu, şerif kişi, seyyid

DIAYET
Dâvet

DIBABE
Yumuşak nesne

DIB'AN
(C: Dabâin-Dıbâ) Erkek sırtlan

DIBATR
Katı nesne

DI'BİL
Belâ * Meşakkat, güçlük

DIBK
Bürc dedikleri nesne ki ağaçta biter; yazda ve kışta bitmez * Ağaç posası

DIBNE
Gülmek * Maymun sesi

DIDD
(C: Ezdad) Mugâyir, aykırı * Düşman * Nazir, misil, benzer

DI'F
(C: Ez'âf) Her nesnenin bir misli miktarı

DIFDA'
(C: Defâdı') Kurbağa

DIFDI' (DIFDA')
(C: Dafâdi) Kurbağa

DIFFE
Irmak ve kuyu kenarı

DIGS
(C: Edgas) Yaş ve kuru karışık bir tutam ot * Te'vili sahih olmayan karışık rüya

DIHAM
(Dahm C) Kalın ve iri olan şeyler

DIHAS
Çok, kesir * Eskimeye yakın olan

DIHH
Güneş, şems

DIHK
Gülme

DIHK-ÂVER
f Güldüren, güldürücü

DIHL
Kısa boylu, tıknaz kimse

DİLEKÇE
(Bak: İstida)

DİL-FERAH
f Sevinçli, gönlü rahat

DİL-FİGAR
f Gönlü yaralı, âşık

DİL-FİRİB
f Gönlü aldatan, câzibeli

DİL-GERM
f Öfkelenmiş hiddetlenmiş, gönlü kızmış

DİL-GİR
f Kalbe sıkıntı veren gönül tutan * Gücenmiş olan, kırgın

DİL-GÜŞA
f İç açan, gönül açan, kalbe ferah veren * Türk musikisinde bir mürekkeb makam

DİL-HAH
f Gönül talebi, gönül arzusu

DİL-HARAB
f Gönlü yıkılmış, gönlü kırılmış

DİLHAS (DÜLÂHİS)
Arslan Çeri kimse

DİL-HIRAŞ
f Yürek parçalıyan, tırmalıyan

DİL-HUN
f Kalbi yaralı, yüreği kanlı Mükedder, mağmum

DİL-HURREM
f Neş'eli, gönlü sevinçli

DİL-HUŞ
f Yüreği rahat, gönlü hoş

DİLİR
(C: Dilirân ) Bahadır, cesur, cesaretli, yiğit, yürekli

DİLİRÂN
(Dilir C) Bahadırlar, cesurlar, cesaretliler, yiğitler, yürekliler

DİLİRÂNE
f Mertçesine, yiğitçesine, bahadırcasına

DİLİRÎ
f Mertlik, yiğitlik, yüreklilik

DİL-KEŞ
f Gönlü çeken, kalbi cezbedici

DİL-KUB
f Gönül zedeliyen, vuran

DİL-MÜRDE
f Duygusuz, kalbi ölmüş

DİL-NİŞİN
fGönlüde yer tutan Lâtif, hoş

DİL-NÜVAZ
Gönül okşayan

DİL-RİŞ
f Dertli, kalbi yaralı, gönlü yaralı

DİL-RÜBA
f Gönül alan, gönül kapan

DİL-SAZ
f Gönül yapan

DİL-SİR
f Gözü gönlü tok

DİL-SİTAN
f Gönül alan

DİL-SUZ
Gönül yakan

DİL-ŞAD
f Sevinmiş Kalbi hoş olmuş

DİL-ŞİKAF
f Yürekleri delen, çok acıklı, dokunaklı

DİL-ŞİKEN
f Can sıkıcı, kalb kırıcı

DİL-ŞİKESTE
f Kalbi kırık, gönlü kırılmış olan

DİL-ŞÜDE
f Gönlü gitmiş Âşık

DİL-ŞÜKÜFTE
f Gönlü açılmış, ferahlamış

DİL-TENG
f Sıkıntılı, kederli, gönlü darda olan

DİL-TENGÎ
f Gönlü darlığı, iç sıkıntısı

DİL-TEŞNE
f Kalbi susamış Gönlü çok istekli, çok özlemiş

DİLÜVİYUM
Jeo: Nehirlerin en eski alüvyonlarına verilen isim

DİM
f Yüz, yanak, çehre, surat

DİMA'
Göz yaşı akan yerlerin izi

DİMA'
(Dem C) Kanlar

DİMA
f (Bak: Demâ)

DİMAĞ
Beyin Kafanın içi (Bak: Kalb)(Dimağda merâtib var birbiriyle mültebis ahkâmları muhtelif Evvel tahayyül olur sonra tasavvur gelirSonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor sonra iz'an oluyor, sonra gelir iltizam sonra itikad gelirİtikadın başkadır, iltizamın başkadır Herbirinden çıkar bir hâlet; salâbet itikaddanTaassub iltizamdan, imtisal iz'andan, tasdikten iltizam, taakkulde bitaraf, bibehre tasavvurdaTahayyülde safsata hasıl olur, mezcine eğer olmaz muktedirBâtıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde, sâfi olan zihinleri cerhdir, hem idlâliS)

DİMAM
Çocukların yüzlerine sürülen ilâç * Sevap

DİMAR
Helâk, mahv

DİMASE
Yumuşak * Asanlık, kolaylık

DİME
(C: Diyem) Gündüz veya gecenin üçte biri miktarı ile tam gün kadar sürebilen, gürleme ve yıldırımı, olmayan yağmur

DİMEN
Süprüntülükler Mezbele Gübre Fışkı

DİMİŞK
Şam şehri Suriye'nin başkenti

DİMİŞKÎ
Şam şehriyle alâkalı Şam'a ait ve müteallik * Şam'da yapılan ve güzel san'atlarda kullanılan bir nevi kâğıt

DİMKİS
İbrişim

DİMMET
Deve ve koyun tersi

DİMN
Deve ve koyun tersi* Selin getirdiği çörçöp

DİMNE
f Tilki

DİMNE
(C: Dimen) Ters * Duvar temeli * Kin, düşmanlık * Süprüntülük

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...

Eski 09-10-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...



RE: Osmanlıca Sözlük (D Harfi) DİN
Ceza, ivaz * İman ve amel mevzuu olarak insanlara Cenab-ı Hak tarafından teklif olunan Hak ve hakikat kanunlarının hey'et-i mecmuasıdır Din, kâinatın, dünyanın hayatın ve insanın yaratılış gayeleri ve var oluş şekillerini açıklıgirsin bir tarafına !!!, onları mânasızlıktan ve abesiyetten kurtarır İnsanların cemiyet hayatında barış içinde ve kardeşçe yaşamalarını sağlar, hakiki saadete ulaştırır Dinin zayıfladığı cemiyetlerde ırkçılık ve ihtilâlci ideolojiler yayılır Milletin birlik ve dirliği bozulur * Cenab-ı Hakk'ın Dergâh-ı Uluhiyyetine kulluk edasına vesile ve medar olan ibadet, İslâm, şeriat * Millet * Âdet, hâl, siyaset * Hesab * Kahr, galebe, istilâ * Mâlik olmak Aziz olmak * İtaat etme Verâ, takvâ Mâsiyet ve ikrah ve hizmet * Hüküm, kazâ ve ihsân * Bir şeyi âdet eylemek, de'b * Siret ve tarikat * Tedbir ve tevhid * Melik, mülk * Birisini hoşlanmadığı şeye sevketmek *Ist: Allah ile kul ve kullar arasındaki münasebetleri tanzim eden nizam

DİN-İ FERİD
Tek ve benzersiz olan hak din İslâm dini(Bernard Shaw demiş: "Din-i Muhammedî'nin (ASM) en yüksek makam-ı takdire çıkmasının sebebi: Gayet acib ve sağlam bir hayatı te'min etmesidir Bana açılan budur ki: O din; tek, yektâ, emsalsiz bir din-i ferid olup, bütün muhtelif ayrı ayrı hayatın etvarlarını ve çeşitlerini hazmettiriyor Yâni: Islah ve istihale tarzında tasfiye ve terakki ettiriyor Hem Muhammed'in (ASM) dini öyle bir dindir ki, insanın ayrı ayrı bütün milletlerini kendine celbedebilir Ben görüyorum ve itikad ediyorum ki: Beşere vâcibdir ki desin: "Muhammed (ASM) insaniyetin halâskârıdır Ve halâskârlık namı, O'na verilmek lâzımdır" M)

DİN
(Dyne) Fr Fiz: Bir gramlık bir kütlenin hızını, saniyede bir santimetre artıran kuvvet ölçüsü

DİNAK
İri gövdeli, şişman kadın

DİNAMİK
yun Cisimlerin hareketleriyle bunları meydana getiren sebebler arasındaki alâkayı araştıran mekanik ilminin bir kolu * Hareket eden, durup dinlenmek bilmeyen, hareketli * Fls: Sâbitin zıddı olarak bir kuvvet tesiriyle dâim hareket halinde bulunan ve bulunduran, bir değişmesi, bir oluşu olan Hareketle birlikte te'sirli kuvveti de olan

DİNAMO
yun Hareketi elektrik akımına çevirmeye mahsus âlet

DİNAN
Küpler

DİNAR
Lât Eskiden kullanılan altın ve sikkeli para

DİNDAR
f Dinî kaidelere hakkıyla riayet eden, dininin emirlerini yerine getiren, mütedeyyin

DİNDARANE
Dindar bir kimseye yakışacak tarzda

DİNEN
Din bakımından, diyanet noktasından, dince

DİNKAS
İfsad etmek, bozmak

DİNNABE
Kısa boylu kimse

DİNNAME
Kısa boylu

DİNNEME
Kısa boylu

DİNPERVER
f Sağlam dindar, dine hizmet eden Salabet-i diniye sâhibi

DİNYA
Emmi oğlu, amca oğlu

DİPLOMAT
yun Memleket hakkında siyasi söz sâhibi Dış meseleler hakkında milletlerarası işlerle uğraşan siyaset adamı * Becerikli, söz söyliyebilen

DİR'
Zırh, demirden gömlek * Kadın gömleği

DİRAHŞ
f Nur, ziya, parıltı, parlama, ışık

DİRAHŞAN
f Parlıyan, parlak

DİRAHŞENDE
f Işıklı, nurlu, ışıldayan, parıldayan

DİRAHT
f Ağaç Şecer

DİRAHT-I MEYVEDÂR
Meyve veren, yemişli ağaç

DİRAK
Tâbi olmaklık, itaat etmeklik

DİRAN
(Dâr C) Evler, hâneler

DİRASE
Kitab okumak * Elbiseyi eskitmek * Gizli yol * Harmanda buğday döğmek * Uyuz olan deveyi katranlamak

DİRAYET
Zekâ, bilgi Kuvvetli tecrübe sahibi olmak * Fetanet Temkin ve tecrübeye dayanan akıl

DİRAYETKÂR
f Bilgili, dirâyetli, kavrayışlı

DİRAYETLİ
Kavrayışlı, zeki, bilgili, anlayışlı

DİR-BAZ
f Uzun zaman, uzun müddet, uzun

DİRDİH
Yaşlı, pir, ihtiyar kişi

DİRDİM
Ağzında dişleri kırılmış ve kütelmiş yaşlı deve

DİREFŞ
f Alem, bayrak, sancak

DİREKTİF
Fr Üst makamlardan, tutulacak yol üzerine verilen emirlerin tümü, hepsi Talimat, emir Nasıl, ne şekil olacağına çalışacağına dair emir

DİREKTUVAR
Fr Fransız ihtilâlinin üçüncü yılında Konvansiyon'un yerine geçen idare şekli

DİREM
(Dirhem) f Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü Şimdiki üç gram ağırlık Okka denen eski ağırlık ölçüsünün (1/400) kadarıdır Şer'an, orta büyüklükte yetmiş tane arpa ağırlığı * Eskiden kullanılan ve beş kuruş değerindeki gümüş para Akça

DİREM-SERA
f Darbhâne, para basılan yer

DİRENG
f Gecikme, yavaşlık, teenni, teahhur * Dinlenme, karar, istirahat, aram

DİREV
f Ekin biçme, hasat

DİREV-GER
f Ekin biçen, orakçı

DİRHA
Süngü ile oynadıkları halka

DİRHAM
(C: Derâhim) Kuruş

DİRHEM
(Bak: Direm)

DİRHEVS
Katı, şiddetli nesne, şedid

DİRİĞ
f Men'etmek, korumak, esirgemek * Eyvâh, yazık

DİRİGA
f Yazık, eyvahlar olsun!

DİRİN(E)
f Eski, kadim

DİRİTNOT
(Diritnavt) ing Büyük harp gemisi

DİRKİTE
Acem diyarında bir oyun adıdır (Bir yere gelip raks ederler)

DİRVAS
Büyük deve * Boynu kalın olan adam * Arslan * Köpek ve devenin sütü

DİRYAK
Tiryâk, ilâç

DİRZ
(C: Duruz) Dünya nimetleri * Lezzet

DİSAM
Şişe ağzına konulan tıpa * Yaraya bağlanan bez * Kulak içine sokulan şey * Yarık ve delik tıkamada kullanılan tıkaç

DİSAR
(C: Düsür) Üste giyilen kaftan, elbise * Yatak çarşafı * Arapçada elbise demek olduğu hâlde Osmanlıcada yalnız Farsça kaidesi ile yapılan sıfat terkiblerinde ziyadelik, çokluk, bolluk mânasında kullanılmıştır

DİSAR
(C: Düsür) Kenet, urgan, halat, perçin, mismar

DİSE
f Kişi, şahıs, zât, fert

DİSİPLİN
Fr Uyulması lâzım gelen kaide ve yasaklar * Nizam ve intizam te'mini için zihnî, ahlâkî, ruhî, cismanî tâlim ve terbiye

DİSKALİFİYE
Fr Müsabaka dışı bırakılmış

Dİ-ŞEB
Dün gece

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...

Eski 09-10-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük (D Harfi)-Osmanlıca Terimler Sözlüğü-Osmanlıca Kelimeler Sözlüğü...



RE: Osmanlıca Sözlük (D Harfi) DİV
f Dev * İblis, şeytan * Cinn, ifrit

DİVAN
Eskiden yaşamış şâirlerin şiirlerinin toplandığı kitap * Büyük meclis Büyük ve idâre işlerine bakan bilgili, nüfuzlu kimselerin toplandıkları yer

DİVAN-I AHKÂM-I ADLİYE
Huk: Kanunlara göre, bakılacak dâvalarla ilgilenmek üzere 1284 yılında kurulan ilk nizâmiye mahkemesi

DİVAN-I ÂLÎ
Yüce divân

DİVAN-I DEÂVÎ NEZARETİ
Çavuşbaşılığın kaldırıldığı 1836 (Hi: 1252) tarihinde bunun yerine kurulan daire Fakat 1870 (Hi: 1287) tarihinde Adliye Nezareti'nin teşekkülü üzerine kaldırılmıştır

DİVAN-I EŞ'ÂR
Şiirler divanı, şiirler kitabı

DİVAN-I HARP
Harp divanı Yüksek rütbeli askerlerin harp mes'eleleri veya harp suçluları hakkında işler için toplandıkları meclis

DİVAN-I HÜMÂYUN
f Halkın dâva ve şikâyetlerinin dinlenip halledildiği, devlet meselelerinin görüldüğü padişah huzuru Bu mecliste; sadrazam, şeyh-ül İslâm, kazaskerler, defterdarlar ve sair büyük devlet ricali bulunurdu

DİVAN-I İLÂHÎ
Âhiretteki hesap günü Haşirde muhasebe günü

DİVAN-I NÜBÜVVET
Peygamberler cemaati, peygamberler meclisi

DİVANÇE
f Kafiye itibariyle harf sırası tertibiyle yapılan küçük şiir mecmuası

DİVAN DURMAK
Huzurda hazır olarak beklemek

DİVANE
f Deli Aklı başında olmayan

DİVANE-GÎ
f Delilik, divânelik

DİVANE-REV
f Çılgın, delicesine davranan

DİVANHANE
f Odalar arasındaki büyük salon Büyük ev Divan kurulacak büyük oda Saraylarda odalar hâricinde olan büyük salon

DİVAR
f Duvar

DİVÂR-GER
f Duvarcı

DİV-BAD
f Şiddetli rüzgâr, kasırga, fırtına * Divanelik, delilik, cinnet

DİV-BEÇE
f Deve yavrusu

DİV-CAME
f Eskiden savaşlarda giyilen kaplan veya arslan postekisi

DİV-ÇE
f Sülük * Kadın tuzluğu adı verilen bir bitki çeşiti * Ağaç kurdu, güve * Arka kaşağısı

DİVE
f İpek böceği

DİVEK
f Ağaç kurdu, güve

DİVER
f Ev sahibi

DİVİT
Yazı yazmak için kullanılan hokka ve kalemi bir arada ihtiva eden mahfaza

DİYAF
Bir mevzi

DİYANET
Dindarlık Dinin hükümlerine riâyet ve muktezasınca amel etmek Din emirlerinin hüsn-ü ihtiyar ile tatbiki Din işleri

DİYAR
(Dâr C) Memleket

DİYAR-I ÂHAR
Başka, diğer memleket

DİYAR-I GURBET
f Gurbet diyarı Yabancı memleket

DİYAR-I KÜFR
İslâm ülkelerinden hariç olan memleketler

DİYAR-I RUM
f Eskiden Osmanlı ülkesindeki Anadolu

DİYAS(E)
Ekini davar ayağı ile bastırıp çiğnetmek * Kılıcı ruşen etmek, kılıcı parlatmak

DİYAT
(Diyet C) Diyetler (Bak: Diyet)

DİYEKE
(Dîk C) Dîkler, horozlar

DİYER
(Dâr C) Dârlar, hâneler, evler

DİYET
Kan bedeli Yaralanan veya öldürülen bir kimse için en yakın vârisine ödenmesi şer'an hükmolunan para veya mal Can pahası * Para, değer Kıymet

DİYET-İ KÂMİLE
Huk: Öldürülen şahsın nefsine bedel olarak, câniden veya ailesinden alınan tam diyet olup, miktarı öldürülen kişiye göre değişir

DİYET
Tar: Almanya'yı meydana getiren devletlerin özel parlamentolarına verilen isim

DİZ
f Kal'a, sur

DİZ(E)
f Levn, renk

DİZA
Noksanlaştırmak * Eziyet vermek * Ezâ etmek * Hor ve hakir etmek

DİZÇEK
Dizleri muhafaza etmek için muharebelerde kullanılan bir nevi zırh

DİZDAR
f Kale muhafızı, kale ağası

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.