Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
olaylar, suikastlar, önemli

Önemli Suikastlar Ve Olaylar

Eski 09-10-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Önemli Suikastlar Ve Olaylar



Önemli Suikastlar

Önemli Suikastlar ve Olaylar

HZ OSMAN SUİKASTİ
Hz Muhammet bir gün evinde yatak kıyafetiyle oturmuş, az önce kendisini ziyarete gelen Hz Ebubekir ve Hz Ömer'le konuşuyordu Bir süre sonra kapı çalınmış ve kendisine Hz Osman'ın geldiği bildirilmişti,

Hz Osman'ın geldiğini öğrenen Hz Muhammet, hemen başka bir odaya geçerek, üzerindeki geceliği çıkarmış elbiselerini giymişti Hz Muhammet'in bu davranışını gören Hz Ayşe, elbiselerini neden giydiğini sormuş ve şu karşılığı atmıştı:

"Osman'dan melekler utanır, ben nasıl utanmam!)"

Ne acıdır ki, Hz Muhammet'in böylesine saygısını kazanan bu büyük adam, öldürmesini bilmediği için, kendisine baş kaldıranlar tarafından vahşice öldürülecekti

Hz Osman, Hicret'ten 47 yıl önce, bugünkü tarihle 575'te Mekke'de dünyaya gelmişti Mekke'nin soylu Kureyş ailesindendi, O tarihlerde Kureyşliler birçok kollara ayrılmışlardı Bunların en önemlileri, Hz Muhammet'in de bağlı bulunduğu Haşimiler, öbürü Hz Osman'ın soyu olan Emevilerdi Bu iki aile Mekke'yi birlikte yönetiyordu

Hz Osman Müslümanlığı kabul ettiğinde 34 yaşındaydı Müslüman olduktan sonra, Hz Muhammet'in büyük kızı Rukiye'yle evlenmişti Fakat Rukiye, amansız bir hastalık sonucu ölünce, Hz Muhammet bu sefer küçük kızı Ümmü Gülsüm'ü, aralarındaki akrabalık bozulmasın diye Hz Osman'a verdi Böylece Hz Osman iki kere peygamber damadı oldu Bundan ötürü de kendisine "İki Nur Sahibi" anlamına gelen "Zinnureyn" deniliyordu

Hz Osman, yumuşak başlı, dürüst, son derece dinine bağlı bir kimseydi İnsan sevgisi ve acıma duygusu, onun en büyük özelliklerindendi Hz Muhammet'i içtenlikle sever Onun uğrunda hiç bir fedakârlıktan kaçınmazdı Etkili bir konuşmacıydı Kur'an-ı Kerim'in kitap haline getirilmesinde olduğu kadar Müslümanlığın yayılmasında da büyük çaba göstermiş ve başarı sağlamıştı

Hz Osman'ın Halifeliği zamanında, İslâm Devleti, Orta Asya'dan Atlas Okyanusuna kadar uzanıyor; İran, Azerbaycan, Irak, Suriye, Filistin ve Mısır'ı içine alıyordu Bütün bu ülkeler, Basra, Küfe, Şam ve Mısır Valilikleri tarafından yönetilirdi

Onun amacı, Hz, Ömer'den devraldığı bu büyük İslâm devletinin sınırları içindeki değişik ırk, dil ve dindeki toplumları birbirleriyle kaynaştırmak, ileri ve uygar bir yönetim kurmaktı Bunda başarı kazanmış, Hz Ömer'in yerini tam anlamıyla doldurmuştu

On iki yıllık Halifeliğinin ilk altı yılı, tam bir güvenlik ve düzen içinde geçmişti Ülkede eksiksiz bir denetim kurulmuş, tarım ve ticaret alanlarında büyük atılımlar yapılmıştı Ne var ki, varlıkları çoğaldıkça Müslümanlar yaşadıkları gösterişsiz ve yalın hayattan uzaklaşıp dünya zevk ve nimetlerinden yararlanmak için günlerini gün etmeye bakıyorlardı

Hz Muhammet bir konuşma sırasında, rekabet ve kin duygusunun varlıkla birlikte geleceğini bildirmişti Gerçekten de öyle olmuştu; aralarına çıkar ayrılıkları girdikçe, Müslümanların birliği bozuluyor, eski içtenlik ve gerçek dostluk hiç bir yerde görülmez oluyordu Artık Müslümanlar da Bizanslılar -ve İranlılar gibi, saraylarda oturuyor, değerli kumaşlardan elbiseler giyiyorlardı Hz Muhammet'in döneminde yaşamış olanlar yaşlanmışlardı Onların yerine geçen yeni kuşak eskilerin ülkülerine bağlılığından yoksundu Madde ve çıkar onlara daha çekici geliyordu

Öte yandan Kureyş'in iki kolu olan Haşimilerle Emeviler birbirlerine düşman kesilmişlerdi Emeviler, Hz Osman'la olan yakın akrabalıklarından yararlanıp bütün yüksek memurlukları ellerine geçirmişlerdi Bu durumdan en çok Haşimiler yakınıyorlardı

Bu Sıralarda Mısır'dan birkaç kişi Medine'ye gelerek Hz Osman'a Vali Abdullah bin Sa'd'ı şikâyet ettiler Halife Hz Osman, Vali'yi azarlayan bir mektup yazdı Gelenler, mektubu Vali'ye ilettiklerinde, Abdullah bin Sa'd Halife'nin buyruklarına boyun eğeceği yerde, onları dövdürdü Dahası şikâyetçilerden biri, dayak sırasında öldü Bu olay, genel hoşnutsuzluğun su üzerine çıkmasına ve birtakım ayaklanma girişimlerine yol açtı

Ayaklananlar Basra, Küfe ve Mısır üzerinden Medine'ye doğru üç ayrı koldan yürüyüşe geçtiler Ancak, Medine'de Hz Osman'ı tutanların bir ordu topladıklarını işitince, kentin yakınlarında konakladılar Gelenler 600 kişiydiler Duydukları bu haberin doğruluğunu öğrenmek için, Medine'ye birkaç kişilik bir kurul gönderdiler Bunlar, Medine'de Hz Ali, Talha ve Zübeyr'den başka, Hz Muhammet'in eşleri ve kentin ileri gelenleriyle görüştüler Hac amacıyla geldiklerini, ayrıca halka kötü davranan memurların görevlerinden alınmaları için başvuracaklarını, arkadaşlarının da Medine'ye girmelerine izin verilmesini söylüyorlardı Talha ve Zübeyr söylenenlere inanmadılar Ayaklananlar, kötü amaçlarının ortaya çıktığını görünce Medine'nin dışında bekleyen arkadaşlarının yanına döndüler

Aralarında yeniden bir görüşme yaptıktan sonra, Mısırlıların Hz Ali'ye Basralıların Talha'ya ve Kulelilerin ise Zübeyr'e baş vurarak, kabul ederlerse Hz Osman'ın yerine kendilerini Halife seçeceklerini söyleme kararını aldılar Teklif aynı anda üçüne birden yapılacak ve onların iktidar tutkuları kamçılanarak, düşmanlarını parçalayıp güçsüz düşüreceklerdi

Hz Ali olup bitenlerden kuşkulandığı için, Medine'de asker toplamış, oğulları Hasan ve Hüseyin'i de Hz Osman'ı korumakla görevlendirmişti Kendisi de Medine dışında karargâh kurmuştu Burada Mısırlılarıntemsilcileriyle görüşen Hz Ali, teklifi öğrenince öfkelendi, hepsini kovdu Öteki asi kurulları da Talha ve Zübeyr'den aynı karşılığı alınca, gidiyormuş gibi yaptılar Bunun üzerine Hz Ali, askerleriyle Medine'ye döndü

Fakat ayaklananlar birdenbire geri dönerek saldırıya geçmişler ve güvenlik tedbirlerinin kaldırıldığı Medine'ye girmişlerdi Kendilerine karşı koyanların öldürüleceğini, halka hiç bir kötülüklerinin dokunmayacağını açıklayan isyancılar, Hz Osman'ın gönderdiği kişilerin öğütlerini dinlemediler Daha sonra Medine'nin ileri gelen kişileriyle ayaklananların yanına giden Hz Ali:

"Gitmeye karar vermişken niçin geri döndünüz?" diye sordu

İsyancılar, Hz Ali'ye amaçlarının Hz Osman'ı Halife'likten düşürmek olduğunu söylediler Hz Osman'ı tutanlar, isyancılarla çarpışmak için ondan izin istediler Fakat Hz Osman, kendisinin yüzünden Müslüman kanı akıtmasından yana olmadığından, onlara bu izni vermedi

İsyancılar Medine'ye yerleşmişlerdi Hz Osman ise sanki hiç bir şey olmamış gibi imamlık görevine devam ediyordu Ona karşı olanlar da arkasında namaz kılıyorlardı Bir cuma namazında Hz Osman minberden, isyancılara seslenerek:

"Sizler lanetlenmiş kişilersiniz Gelin asilikten vazgeçin, lanetlenmiş olmayın!" dedi Camide bulunanlardan birkaç kişi de onun bu sözlerini onayladılar Buna çok kızan asiler, halkı taşa tuttular Atılan taşlardan biri de Hz Osman'ın başına geldi ve bayılmasına yo! açtı

Vilâyetlerde, Medine'deki karışıklıklar öğrenilince, Hz Osman'ı kurtarmak için hazırlıklar başladı Şam'dan, Kûfe'den ve Basra'dan ona bağlı birlikler hızla Medine'ye doğru ilerlemeye başladılar Tehlike içinde olduklarını anlayan isyancılar, işi çabucak bitirmek için Hz Osman'ı öldürmeye karar verdiler

Hz Ali isyancıların kararını öğrenince, oğulları Hasan ve Hüseyin'i yeniden Hz Osman'ı korumakla görevlendirdi Talha, Zübeyr ve öteki seçkin kişiler de oğullarını Hz Osman'ın yanına gönderdiler, öte yandan isyancıların Hz Osman'ı öldürmeye iyice kararlı olduklarını gören Hz Ali onlara:

"Kılıçlarınızı sıyırmayın; sıyırırsanız bir daha kınına koyamazsınız! Unutmayınız ki, Medine'yi koruyan meleklerdir Eğer onu öldürürseniz, melekler Medine'yi bırakıp giderler! Bir Halife öldürülürce, 30 bin insan öldürülmüş sayılır" diye onlara öğüt verdi fakat bu sözlerinin bir etkisi olmadı

İsyancılar bir gün saldırıya geçip Hz Osman'ın evini ok yağmuruna tuttular Atılan oklardan, Hz Ali'nin oğlu Hasan'la, Talha'nın oğlu Muhammet yaralandı İsyancılar, ok atarak bir sonuç alamayacaklarını anlayınca, bitişik evin duvarını delerek Hz Osman'ın evine girdiler

Bu sıralarda Hz Osman 82 yaşındaydı Bir gece önce düşünde Hz Muhammet'i görmüş ve Peygamber ona:

"Yarın akşam iftarı bizim yanımızda yapacaksın" demişti

Delik duvardan içeri giren isyancılar, Hz Osman'ı oruçlu ağzıyla Kur'an-ı Kerim okurken buldular Muhammet bin Ebubekir, Hz Osman'ın sakalından tutarak:

"Şimdi seni elimden hiç kimse alamaz!" diye bağırdı

Hz Osman, Muhammet bin Ebubekir'in yüzüne bakarak yavaş bir sesle:

"Baban bu halini görse, ne kadar utanır, ne kadar üzülürdü" deyince, Ebubekir utancından kaçtı
Geriye kalan üç suikastçıdan biri kılıcını çekerek Hz Osman'a doğru salladı Eşinin yanında bulunan Naile Hatun, Hz Osman'ı korumak için kollarını siper etmek isteyince parmakları doğrandı Bu sefer öbür iki suikastçı Halife'ye saldırdı Biri kılıcını Hz Osman'ın göğsüne saplarken, öteki de boğazına sarıldı Az sonra, Hz Osman kanlar içinde, cansız yerde yatıyordu Hz Osman'ın kanı, okumakta olduğu Kur'an'ın üzerine sıçramıştı

Naile Hatun'un bağırışı üzerine koşan kölelerden biri, suikastçılardan ikisini öldürdü, üçüncüsü kaçmayı başarabildi Kapıda nöbet bekleyenler de içeriden gelen gürültüleri duyunca, odaya girmişler, fakat geç kaldıklarını görmüşlerdi

İsyancılar iki gün Medine'ye egemen oldular Korkusundan kimse sokağa çıkamıyordu Hz Osman'ın cesedi iki gün olduğu yerde kaldı Sonunda Hz Ali Hz Osman'ın gömülmesi için harekete geçti Ölüyü taşlamak isteyen isyancıları dağıttı Hz Osman'ın cenazesi, Medinelilerden ancak 20 kişi tarafından kaldırılarak gömüldü

Hz Osman'ın Kur'an-ı Kerim üzerine sıçrayan kanı hiç bir zaman kurumadı Müslümanlar arasındaki savaşın başlangıcı oldu Yüzyıllarca, sanki bu kanın kurumasını önlemek istercesine, mezhep kavgalarıyla Müslümanlar birbirlerinin kanını akıtıp durdular

Alıntı Yaparak Cevapla

Önemli Suikastlar Ve Olaylar

Eski 09-10-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Önemli Suikastlar Ve Olaylar



HZ ÖMER SUİKASTİ
Bizans İmparatoru Heraclius (Ermeni asıllı ve Heraclius Hanedanının kurucusu olan I Heraclius; 610-641 yıllan arasında Bizans imparatorluğu tahtında oturmuştur) yüz çizgileri gerilmiş, sinirden titriyor, karşısında süklüm püklüm duran Prens Tomas'a bağırıyordu:

"Anlamıyorum Tomas, ne oluyor? Urfa, İskenderun ve Antakya'yı verdik, fakat bu da yetmedi Şimdi de Suriye elden gidiyor! Senden en küçük bir başarı ve karşı koyma haberi yok Şam kalesi bile düştü düşecek! Şimdi de sıra Kudüs'e mi geldi? Bütün bu yenilgilerinizin gerçek nedenlerini anlayamıyorum"

Prens Tomas, üzgünlüğünü belirten bir sesle imparatora şöyle karşılık verdi:

"Haklısınız efendimiz Ama son bir kozum daha var Eğer izin verirseniz bunu da denemek istiyorum Belki de bu davranışımı iyi karşılamayacaksınız Çünkü planımın içinde Kutsal Kitapların da rolü olacak"

İmparator Heraclius:

"Söyleyin bakalım Prens Tomas Oyununuzu ben de merak ettim" dedi

Prens Tomas, savaşta uygulayacağı planını anlatmaya başladı:

"Ellerine kutsal kitapları almış rahipleri, askerlerimin önünde yürüteceğim İslâm kuvvetleriyle hiç cenge çıkmamış ve maneviyatları bozulmamış genç kumandanları da savaşa sürdüreceğim"

İmparator elini Prens Tomas'ın omzuna koydu ve bu savaş planını beğendiğini belirterek:
"Güzel güzel Sonucunda başarı elde edilebilecek bir düşünce bu Niçin bunu daha önce uygulama yoluna gitmedin? Tanrı yardımcın olsun"

Ne var ki, bu gülünç savaş oyunu gerekli sonucu sağlamamış, Hıristiyanlık dünyasının kutsal şehri Kudüs de, her an İslâm ordularının eline düşmek tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı (Tarihler, Kudüs'ü kuşatan İslâm ordularının komutanı konusunda değişik adlar ileri sürmektedirler Değişik kaynaklar, Halid bin Velid, Amr Ibnül As, Ubu Ubeyde ve Halid bin Sabit'i Kudüs'ü kuşatan birliklerin başında gösterirler Bu karışıklığın, Kudüs'ün savaş yapmadan ele geçirilmesinden doğduğu ileri sürülebilir)

Kudüs halkının tek umudu Patrik Sofronius'a bağlanmıştı Onun çevresinde toplanmış, çıkar yolun ne olduğu konusunda kendisinden bilgi istiyorlardı Sofronius'a:

"Muhterem Patrik Hazretleri, biz kutsal dinimizin başkentini vermek istemiyoruz Bunun için elimizden gelen son çarede birleştik Bu kutsal kenti teslim etmektense, düşmanla çarpışa çarpışa Kudüs'ü yerle bir eder ve İslâm ordularına bir yıkıntı halinde bırakırız Sizin bu konudaki düşüncenizi öğrenmek istiyoruz" dediler

Patrik, kendilerine şu karşılığı verdi: "Ben, sizden çok ayrı düşünmekteyim Bana bu gücü veren de, elimde Halife'nin kendi eliyle yazdığı ahitnamenin (Anlaşma şartlarını kapsayan belge ya da resmi kâğıt) bulunmasıdır Bu bana güven veriyor Halife, bu ahitnamede cana, mala ve ırza dokunmayacağına dair, Tanrı katında yemin etmektedir Hem de, dini inanışlarımıza ve kiliseye gitmemize engel olmayacağını da bildirmektedir"

Uzun görüşme ve tartışmalar sonunda, Patrik Sofronius'un da etkisiyle, Kudüs halkı şu karara vardı; Halife Hz Ömer gelirse, şehri ona teslim edeceklerdi

Halife Hz Ömer, Kudüs'ü teslim almak üzere Medine'den yola çıkmıştı Develere binmiş bedeviler de arkası sıra geliyorlardı Geçtikleri yol üzerindeki köy, kasaba ve kent halkları, Halife'ye büyük sevgi gösterilerinde bulunuyorlardı

Yol boyunca karşılamaya çıkanlar, gelecek Halife birliklerinin göz kamaştırıcı ve olağanüstü görünümlerini düşlerken, giyim ve kuşamları birbirine benzeyen iki kişinin, yanlarındaki bir deveyle önlerinden geçtiklerini gördüler Yoksul görünüşlü bu iki kişi, deveye nöbetleşe binerek yol alıyorlardı

Yol boyunca birikenler, bu yoksul kılıklı iki kişinin kimliklerini öğrendiklerinde, şaşırıp kaldılar Çünkü bunlardan biri Hazret-i Ömer bin Hattab, ötekiyse kölesiydi

Kudüs surları görününce, kumandanlarından Ebu Ubeyde, Halife Hz Ömer'in yanına gelerek:

"Ya Ömer-ül Faruk(Faruk: Arapça, "doğruyu eğriden ayıran" anlamına) Elbiseleriniz biraz eski ve yamalı Kudüs'e girmek için seçtiğiniz binek hayvanınız da cins değil Bunları değiştirip, size ve Halife'ye yaraşır elbiseler giyseniz nasıl olur?"

Hz Ömer, bu sözler üzerine kaşlarını çatıp, ağır ağır şu karşılığı verdi:

"Bilirsin ki, bizde ad, ün, onur ve mevkiden yana ne varsa, tümü de İslama aittir Kişiliğimize gelince; ona sadelik daha çok yaraşır! Elbiselerin kişiye ün ve onur kazandırdığını nerede gördün? Eğer öyle olsaydı; şu karşımızdaki süslu ve gösterişli elbiseler içindeki kumandanlar, çıplak ayaklarımızın karşısında emir kulu bulunmazlardı!"

Kale kapısı açılmış, Kudüs şehrinin içine doğru uzanan anayolda, Hıristiyan dininin ileri gelenleri, başlarında Patrik Sofronius olmak üzere, Hz Ömer'i karşılamak için sıralanmışlardı

Önde üç atlı ilerliyordu Ortadakinde sade ve yamalı elbiseler içinde Halife Hz Ömer, sağ ve solunda kumandanları Halid bin Velid'le Ebu Ubeyde vardı Onların arkasında da Amr Ibnül As, Şurabil ve Bilâl-i Habeşi geliyordu En arkada da askerler düzenli sıralar halinde yürüyorlardı

Ömer, bir ara Bilâl-i Habeşi'nin yanına giderek: "Ya Bilâl! Tanrı'mızın bize lütfuna, ihsanına ölçü yok! Bu kutsal şehre girdiğimiz şu sıra, namaz vaktidir Mübarek ezan-ı Muhammedi'yi senden dinlesek nasıl olur?"

Bilâl-i Habeşi, Süleyman mabedinin karşısına düşen yüksek kale burcuna çıktı ve az sonra da, Kudüs'te ilk olarak ezan sesi işitildi

Namaz çağrısı işitilince, Patrik Sofronius cemaati "Bâsübâdelmevt / ölümden sonra diriliş" adlı kiliseye götürerek, ibadetlerini burada yapabileceklerini söyledi

Kiliseye giren Halife Hz Ömer, içerisinin tapınmakta olan Hıristiyanlarla dolu olduğunu görünce, Patrik Sofronius'a dönerek:

"Görüyorsunuz ki, biz cemaat halinde namaz kılarsak bunların ibadetine engel olacağız Sonra, kumandanlarım ve askerlerim kilisenin camiye çevrildiğini sanırlar Buraya bir cami gözüyle bakarlar Bu da ahitnamemize aykırı düşer! Biz namazımızı kilise dışında da kılabiliriz İlginize teşekkür ederiz" dedi

Kudüs 637 yılında, böylece Müslümanların eline geçmiş oldu (Kudüs'ün Müslümanların eline geçtiği tarih konusunda birlik yoktur Bazı kaynaklar Kudüs'ün Fethini MS 638 olarak gösterirler Taberi'ye göre Kudüs 637'de alınmıştır

Aradan yedi yıl geçmişti 644 yılında Hz Ömer, Medine'de mescitte sabah namazını kıldırıyordu Tam bu sırada Ebu Lülüe Feyruz adında bir köle, elinde bir hançerle cemaat içine daldı ve Halife Hz Ömer'i secdedeyken altı yerinden yaralayarak yere serdi Kaçmasını önlemek isteyen altı kişiyi daha yaralayıp mescitten dışarı çıktı

Dışarıda nöbet beklemekte olan Beni Esed kabilesinden bir cenkçi, Ebu Lülüe Feyruz'un arkasından okunu fırlattı Ok, suikastçının tam başına saplandı Zehirli okun girmesiyle de Ebu Lülüe Feyruz olduğu yere yığılıp can verdi

Hz Ömer'i vuran Ebu Lülüe Feyruz'un dini ve ırkı konusu da karışıktır Bir söylentiye göre, Halid bin Velid'in Yahudiden dönme kölesiydi Başka kaynaklar da onu Hıristiyan ya da Zerdüşt dinine bağlı olarak gösterirler Suikast konusundaki söylentilerden biri şudur: Küfe Valisi Mugayre ibni Sa'be, Ebu Lülüe Feyruz'un kızını kaçırtmış ve bedevi şeyhlerinden birisine armağan etmişti Ebu Lülüe, bu durumu bildirmek ve kızını geri almak için Hz Ömer'e baş vurmuş, fakat gereken ilgiyi görmemişti Bunun üzerine bir sabah namazında onu, daha sonra ölümüne yol açacak biçimde hançerle ağır yaralamıştı

Hazreti Ömer'i hemen evine taşıdılar Aceleyle bulunan bir cerrah, karnındaki yaraları dikti Yaraların iyileşmesi için Hz Ömer'in hiç kıpırdamadan yatması gerekiyordu

Halife Ömer, oğlu Abdullah'ı yanına çağırttı ve ona vasiyetini bildirdi:

"Cenaze namazını kılındıktan sonra, Hz Ayşe'ye (Hz Muhammet'in üçüncü eşi) git, benim Revza-i Mutahhara'ya (Hz Muhammet'in Medine'deki mezarına verilen ad) gömülmem için izin al!" dedi ve sonra cerraha dönerek:

"Şimdi namaz vakti yaklaşıyor, Abdest almaya kalksam ne olur?" diye sordu Cerrah büyük bir kaygı ve telâşla karşılık verdi:

"Ya Emir-ül Müminin! Sakın böyle bir davranışta bulunmayınız, yerinizden kımıldarsanız, dikişler hemen sökülür, Tanrı korusun büyük felâket olur!"

Hz Ömer gülümseyerek:

"Namazımı bırakmaktansa, karnım yarılsın daha iyi" dedi ve yattığı yerden doğrulmak istedi

Acı bir haykırış duyuldu Hepsi o kadar

Babasının soğuyan ellerini, avuçlarında ısıtmaya çalışan Abdullah, göz yaşlarını tutamadı Bir sahabi (Hz Muhammet'in görüp konuştuğu, yakınları Çoğulu Sahabe’dir) onu kıyıya çekerek, şu ayet-i kerimeyi söyledi:

"İnna Lillâhi ve inna ileyhi raciûn "

Alıntı Yaparak Cevapla

Önemli Suikastlar Ve Olaylar

Eski 09-10-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Önemli Suikastlar Ve Olaylar



HİTLER SUİKASTİ

Alıntı Yaparak Cevapla

Önemli Suikastlar Ve Olaylar

Eski 09-10-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Önemli Suikastlar Ve Olaylar



II ABDÜLHAMİT SUİKASTI
1905 yılının 21 temmuzuydu Padişah II Abdülhamit'e Yıldız camisindeki cuma selâmlığından çıkmış, arabasına doğru ilerliyordu Her zamanki gibi, caminin merdivenlerinden inecek ve dört yüz metre ileride bekleyen arabasına binecekti Fakat bu sefer ufak bir gecikme olmuştu Şeyhülislâm Cemalettin Efendi, Abdülhamit’in yolunu kesmiş, bazı konularda bilgi istemişti

Padişah II Abdülhamit'le Şeyhülislâm Cemalettin Efendi arasındaki konuşma oldukça uzamıştı Tam bu sırada korkunç bir patlama duyulmuş, arkasından araba parçaları ve insan kol ve bacakları dört bir yana savrulmaya başlamıştı Padişahın yanında bulunanlar korkuyla kaçışıyor, canlarını kurtarmak için sığınacak yer arıyorlardı O kadar kalabalığın arasında kılını kıpırdatmayan, yüzünde en ufak bir heyecan ve korku izi görülmeyen tek bir kişi vardı: Kuruntu ve kuşkusu herkes tarafından bilinen II Abdülhamit

Ortada heykel gibi kıpırdamadan duruyordu Yaverlerinden Miralay Sadık Bey korku ve telâştan kılıcını yere düşürmüş Miralay Süleyman Şefik Bey de apoletini kaybetmişti Çevresindekilerin can kaygısına düşüp çil yavrusu gibi dağılmaları, II Abdülhamit’i çok kızdırmış ve olaydan sonra yaveri için :

"Kılıcını düşüren yaveri maiyetimde görmek istemem, Trablus'a sürgün gidecek!" emrini vermişti Tehlike savuştuktan sonra, sığındıkları yerlerden çıkanlara Padişah şunları söylemişti:

"Arabamı çekiniz, burayı kordon altına alınız, sorumluları tutuklayınız!" Bu sırada, muhafız kıtalarının tüfeklerine mermi sürdüklerini görünce, töreni yöneten subaya :

"Selâm emrini verdir, ne duruyorsun!" diye bağırmıştı Muhafız kıtası hazır ol durumuna geçince, cami kapısına getirilen arabaya binen Abdülhamit, âdeti olmadığı halde ayakta durmuş, dizginleri kendi kullanarak Çit köşküne varmıştı

Doğu Anadolu'da bağımsız bir Ermenistan kurmaya çalışan Ermeni Komitacıları karşılarında en büyük engel olarak gördükleri Padişah II Sultan Abdülhamit'i öldürmek istemişlerdi Kendileri bu işte yeteri kadar tecrübeli olmadıklarından, Avrupa ve Rusya'daki uluslararası anarşistlerle ilişki kurmuşlar, onlardan Abdülhamit'in öldürülmesi konusunda yardım ve destek sağlamışlardı

Bu iş için özel olarak İstanbul’a gelenlerden biri de Belçikalı ünlü anarşist Edvard Jorris'ti O dönemde anarşizm bütün dünyayı sarmış, suikasta uğramayan hükümdar ya da cumhurbaşkanı hemen hemen kalmamıştı Şimdi sıra II Abdülhamit'teydi Edvard Jorris, göze çarpmamak için Singer şirketine memur olarak girmiş, Padişah'ın cuma selâmlıklarını büyük bir dikkatle izlemeye başlamıştı Abdülhamit, cuma günleri Yıldız camisinden çıktıktan sonra, 1 dakika 42 saniyede arabasının yanına gidiyordu Birkaç cuma selâmlığını gözleyen Jorris, bu sürenin hiç değişmediğini Padişahın bir saat düzeni içinde bu yolu, daima 1 dakika 42 saniyede aldığını görmüştü

Suikastı hazırlayan örgüt oldukça genişti Jorris'ten başka, Rusya'dan gelen Kristofor Mikaelyan ve kızı olarak tanıttığı Robina, Hacı Nişan Minasyan, Mıgırdıç Serkis Garibyan, Karabet Ohanesyan, Vahram Sabun Kendiryan, Silviyoriçi, Sari Torkom, Trase Yuvanoviç bu örgütün belli başlı üyeleriydiler

Hazırlanan plana göre, Yıldız camisi önünde bomba çatlatılıp II Abdülhamit öldürüldükten sonra, Galata Köprüsü, Tünel, yabancı banka ve kurumlar havaya uçurulacak, yabancı devletlerin işe karışmaları sağlanacaktı Filibe şehrinde Ermeni Komitacıları büyük bir toplantı yapmışlar, bu toplantıya Slav ve Siyonist örgütleri de katılmıştı Pro Armenia gazetesi başyazarı Pirkiyar da bu toplantıda bulunanlar arasındaydı Yapılan görüşmeler sonunda plan hazırlanmış ve II Abdülhamit'in Yıldız camisinden çıkarken öldürülmesi kararlaştırılmıştı

Gerçek adı Kristofor Mikaelyan olan fakat Samuel Fayn takma adiyle dolaşan Rus Ermenisi, Viyana'da Neseldorfer Wagenbefcu Fabriks Geselschaft firmasına bir fayton yaptırmış ve bunu parça parça Türkiye'ye sokmuşlardı Deniz yoluyla gelen faytonun parçalarını İstanbul’da komitenin adamı Silviyoriçi alıyor, muayenesiz geçmesi için de gümrük memurlarına para yediriyordu

İçine patlayıcı madde yerleştirilecek biçimde yaptırılan bu araba, bir araya getirildikten sonra, Şişli dışında denenmiş, amaca uygun bulunmuştu Faytona 80 kilo patlayıcı maddeyle 20 kilo demir parçası konmuş, arabaya koşulacak atlar da, o dönemin ünlü tiyatrocularından "Kel" Hasan Efendi’den satın alınmıştı "Machine İnfernale-Cehennem Makinesi" adı verilen ve bombayı istenilen zamanda patlatacak olan araç, Fransa'dan getirtilmişti Bütün bunlar tamamlandıktan sonra, 21 Temmuz 1905 cuma günü fayton, Abdülhamit'in dört at koşulu arabasının yanına bırakılmış, Padişahın camiden dışarıya çıkması beklenmeye başlanmıştı

Abdülhamit, caminin kapısında görününce Kristofor Mikaelyan ve kızı olarak tanıttığı Robina, Cehennem Makinesini çalıştırarak, bomba 1 dakika 42 saniye sonra patlayacak duruma getirilmişti Fakat Padişah, kapı önünde Şeyhülislâm Cemalettin Efendi'yle konuşmaya dalınca, süre dolmuş, Abdülhamit ölümden kurtulmuştu Suikast amacını gerçekleştirememişti ama, tam 26 kişi ölmüş, 58 kişi de yaralanmıştı Ayrıca, 17 arabayla 20 at da parçalanmıştı Cehennem Makinesi'ni çalıştırdıktan sonra kaçamayan Kristifor Mikaelyan da ölüler arasındaydı

Suikastçılardan birçoğu yabancı pasaport taşıdıklarından yurt dışına kaçmışlardı Fakat Edvard Jorris yakalanmıştı Arabanın parçaları arasında bulunan Neseldorfer kelimesiyle 11123 rakamı, olayın aydınlanmasını sağlamış, konuşmamakta direnen Edvard Jorris de her şeyin ortaya çıktığını görünce, bütün bildiklerini anlatmıştı Suikastçılardan Hacı Nişan Minasyan, sorgusu sırasında gittiği yüznumarada, teneke ibrikle bilek damarlarını ve karnını yırtarak intihar etmiş, geri kalanlar idam cezasına çarptırılmışlardı

Abdülhamit, Edvard Jorris'i bağışlamış, ayrıca kendisine 500 altın vermişti Jorris, daha sonraları Avrupa'da Abdülhamit'in bir ajanı olarak çatışmış, saraya önemli raporlar göndermiştir

Abdülhamit'in Ermeni Komitacıları tarafından öldürülememesi, nedense Tevfik Fikret'i pek üzmüş ve bu üzüntüsünü "Bir Lâhza-i Ta'ahhur - Bir anlık duraklama" adlı şiirinde şu mısralarla belirtmişti :

"Ey şanlı avcı, damını bihûde kurmadın
Attın fakat yazık ki, yazıklar ki, vurmadın"

Alıntı Yaparak Cevapla

Önemli Suikastlar Ve Olaylar

Eski 09-10-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Önemli Suikastlar Ve Olaylar



TALAT PAŞA SUİKASTI

Alıntı Yaparak Cevapla

Önemli Suikastlar Ve Olaylar

Eski 09-10-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Önemli Suikastlar Ve Olaylar



SARAY-BOSNA SUİKASTI
Avusturya-Macaristan orduları, 1914 Haziran'ında Bosna-Hersek bölgesinde manevra yapıyordu Veliaht Arşidük Franz Ferdinand’ın karısı Hohenberg Düşesiyle birlikte izlediği bu manevralar için, doğrusu zamanın ve yerin iyi seçildiği söylenemezdi

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından ilhak edilen ve Sırbistan Krallığı dışında kalan Bosna-Hersek bölgesi halkı, Habsburg Hanedanından ve onların yönetiminden nefret ediyorlardı Yetmiş bin kişilik ordu, manevraları sürdürürken, Veliaht Arşidük Franz Ferdinand, karısı Hohenberg Düşesi'yle birlikte, Bosna-Hersek'in merkezi olan Saraybosna'yı 28 Haziran 1914 günü ziyaret etmeye karar verdi Bu haber, Bosna-Hersek'te yaşayan halk, özellikle Sırplar arasında kızgınlık ve nefreti daha da artırdı

Çünkü, Bosna-Hersek'te yaşayan Sırplar için 28 Haziran gününün çok büyük bir anlamı vardı 1389 yılının 28 Haziranında yapılan Kosova Meydan Savaşı'nda, Sırplar, Osmanlı ordusuna yenilerek bağımsızlıklarını kaybetmişlerdi Bu savaşta, kendi kralları Lazar ölmüş, fakat Miloş Kabloviç adlı bir soylu da, Osmanlı Padişahı Murat Hüdâvendigâr'ı hançerleyerek şehit etmişti Sırplar 1389 yılından beri, her 28 Haziranda, Miloş Kabloviç'in Osmanlı Padişahı I Murat'ı öldürmesini "Aziz Vitus Günü" adı altında, en büyük bayramları olarak kutluyorlar

27 Haziran günü, şehrin dışında istasyona yakın temiz bir otelde geceyi geçiren Veliaht ve eşi, ertesi gün kalabalık bir otomobil kafilesiyle saat 10'da Saraybosna'ya doğru yola çıkmışlardı Aziz Vitus bayramı dolayısıyla köy ve kasabalardan gelenlerle, şehirde olağanüstü bir kalabalık vardı Bu büyük kalabalık karşısında alman güvenlik tedbirleri, hemen hemen yok denecek kadar azdı Arşidük ve karısı, Saraybosna sokaklarında üstü açık bir araba içinde ilerlerken, yedi suikastçı, ayrı ayrı noktalarda, Arşidük Franz Ferdinand'ı öldürmek için hazır bekliyorlardı

Bu, yaşları 20’yi geçmeyen suikastçılar, Bosna-Hersek'i Sırbistan Krallığına bağlamak ve Avusturya-Macaristan egemenliğine son vermek isteyen "Genç Bosna" örgütünün üyeleriydiler

Habsburg soyluları ve Veliaht Arşidük Ferdinand'ı taşıyan altı otomobillik kafile, Saraybosna sokaklarında boy gösterdiğinde, güvenliği sağlamakla görevli polisler heyecandan ne yapacaklarını şaşırmış durumdaydılar, Suikastçılardan Nedeljko Çabrinoviç, yanında duran polise, büyük bir soğukkanlılık içinde şu soruyu sormuştu:

"Arşidük hangi arabada?"

Polis, büyük bir saflık içinde, altı arabadan birini Çabrinoviç'e gösterdi Suikastçı, birkaç saniye sonra, elindeki bombayı Arşidük'ün bulunduğu otomobile fırlatıyordu Bomba, Franz Ferdinand'ın arabasının çamurluğuna çarparak sıçramış, arkadan gelen yaverlerin otomobilinin önünde patlamıştı Yol kıyısına birikmiş kalabalıktan 17, konvoydan da 3 kişinin yaralanmasına sebep olmuş, fakat Veliaht'a bir şey olmamıştı Yaralananlardan biri, Arşidük Ferdinand'ın emir subayı Üsteğmen Merizzi'ydi

Veliaht, büyük bir tedbirsizlik içinde, emir subayının yanına gitmiş, bir otomobille hastaneye kaldırılıncaya kadar başında beklemişti Arşidük Franz Ferdinand, bu sırada şehrin Askeri Valisi General Potiorek'e şöyle bağırdığı duyuldu :

"Bombalar ne olacak? Yine atılacak mı?"

General Potiorek, Veliaht’ın bu azarlamasına verdiği karşılık, tam bir şaşkınlık örneğiydi:

"Ekselans, yolunuza gönül rahatlığıyla devam edebilirsiniz Sorumluluğu ben yükleniyorum"

Bunun üzerine Arşidük otomobiline binmiş ve "Doğru Belediye Dairesine" emrini vermişti Belediye dairesinin mermer merdivenlerine yol halıları serilmiş, başındaki sarığıyla müftü efendi bile, Veliaht'ı karşılayıp "hoş geldiniz" demek için karşılayıcılar arasında yer alınıştı Daha önceden kararlaştırılan ziyafet nedeniyle zengin bir sofra hazırlanmıştı Fakat Arşidük Ferdinand kızgınlığından yeninde duramıyordu Yemeğe oturmadan General Potiorek'e, hastaneye gidip emir subayı üsteğmen Merizzi'yi ziyaret etmek istediğini söyledi

Saraybosna Askeri Valisi Potiorek şaşkınlık içindeydi Veliaht'a:

"Arşidük Hazretleri, gerçekten gitmek istiyor musunuz?" diye sordu

"Elbette, elbette Merizzi'yle konuşmalıyım!"

Veliaht Franz Ferdinand, karısını Belediye Dairesinde bırakarak yalnız başına hastaneye gitmek istiyordu Fakat Hohenberg Düşes'i, hastaneye kocasıyla birlikte gitmek için direndi Öndeki iki arabada detektifler ve şehrin ileri gelenleri gidiyorlardı Veliaht, karısı ve general Potiorek, Çek asıllı bir şoförün kullandığı üçüncü arabadaydı Tam bir yol ayrımına geldiklerinde Veliaht'ın otomobilini kullanan şoför, direksiyonu sola kırmıştı Birden General Potiorek'in kızgınlıkla ayağa kalktığı ve şoföre:

"Ne oluyor? Dur! Yanlış yola saptın, doğru yola gir!" diye bağırdığı duyuldu

Şoför bu uyarı üzerine frene basmış ve otomobili, kalabalık kaldırımın yanında, bir dükkânın önünde durdurmuştu Suikastçıların ikincisi Gavrilo Princip de orada duruyor, iki kız arkadaşıyla konuşuyordu Otomobilin önünde durduğunu görünce, kız arkadaşlarından ayrılmış, arabanın basamağına fırlayarak tabancasıyla üç el Veliahta iki el Hohenberg düşesine, bir kurşun da Askeri Vali Potiorek'e sıkmıştı

Keskin bir nişancı olan Gavrilo Princip'in bütün kurşunları yerini bulmuştu, ilk ölen Hohenberg Düşesi oldu Korsesini delip geçen bir kurşun, sağ böğrüne saplanmıştı Arşidük Franz Ferdinand, karısından birkaç saniye daha fazla yaşadı Boynundaki toplar damarı parçalayan ve bel kemiğine saplanan kurşunlarla Veliaht da karısının yanına cansız olarak serilmişti Vali'ninyarası önemsizdi

19 yaşındaki Sırp yurtseveri Gavrilo Princip, jandarma ve polisler tarafından hemen, yakalandı Hiç kimse o anda, bu suikastın I Dünya Savaşı'na yol açacağını ve milyonlarca insanın ölümüne sebep olacağını elbette ki düşünemezdi

Veliaht'ın, 1914 yılı 28 Haziranında, saat 11,30'da bıyıkları yeni terlemeye başlayan Gavrilo Princıp adlı öğrenci tarafından öldürülmesi, Viyana'daki savaş taraftarları için bulunmaz bir fırsat oldu Bunların kışkırtmaları sonucu, 28 Temmuz 1914 sabahı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Sırbistan'a savaş açtı

Önce iki devlet arasında başlayan savaşa, az sonra, hemen hemen bütün ülkeler katılacak ve I Dünya Savaşı dört yıl boyunca kan ve ölüm saçacaktı

Mahkeme önüne çıkarılan Princip, çekinmeden şunları söyledi:

"Veliaht'ı ben vurdum Çünkü o Güney Slavlarının birleşmesini önleyen tek kişiydi!"

Ünlü tarihçi Emil Ludwig, çok sonraları bu konuda şöyle yazacaktı:

"Gavrilo Princip, prensip müjdecisi demekti Bu genç acaba dünyaya hangi prensibi müjdeliyordu? Evet, bu genç dünyaya 10 milyon kişinin hayatına, 15 milyonunun sakatlığına ve bir o kadarının da öksüz kalmasına, binlerce şehrin harap olmasına ve uygarlığımızın birkaç yüz yıl geri gitmesine sebep olan bir felâketi, korkunç bir çatışmayı müjdeliyordu Eğer bunun müjdelenecek bir yanıt var idiyse!"

Alıntı Yaparak Cevapla

Önemli Suikastlar Ve Olaylar

Eski 09-10-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Önemli Suikastlar Ve Olaylar



MALCOLM-X SUİKASTI

Alıntı Yaparak Cevapla

Önemli Suikastlar Ve Olaylar

Eski 09-10-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Önemli Suikastlar Ve Olaylar



ABRAHAM LİNCOLN SUİKASTI
Amerika Birleşik Devletlerinin 16 Cumhurbaşkanı Abraham Lincoln'ün çocukluğu yoksulluk içinde geçmiş, doğru dürüst okula bile gidememişti Küçük yaşta babasıyla birlikte ormanlarda kereste biçmiş, nehir gemilerinde çalışmış, bir kürk tüccarının kâtipliğini yapmıştı 1818 yılında, İndiana'yı kasıp kavuran bir salgın hastalık sırasında, baba-oğul bütün bir sonbahar mevsimi boyunca tabut yapıp sattılar!

Böylesine yoksulluk içinde geçen çocukluk ve gençlik günleri, Abraham Lincoln'ün kendi kendini yetiştirip 1834'te avukat, 1860'ta da ABD Cumhurbaşkanı olmasını engelleyemedi

Köleliğe karşıydı Lincoln Yetişme biçiminin onun bu düşünüşünde büyük etkisi olmuştu Beyaz Amerikalının zencilere uyguladığı insanlık dışı tutum, Abraham Lincoln'ün üzerinde çocukluğundan beri derin izler bırakmıştı Cumhurbaşkanı seçilmeden önce, köleliği kaldırmanın çok zor olduğunu biliyor, hiç olmazsa daha da yayılmasını önlemeyi düşünüyordu

Abraham Lincoln'ün cumhurbaşkanlığına seçilmesi Güney Eyaletlerinde ayaklanmanın başlaması için sanki bir işaret oldu 1861 şubatında, Güney Carolina ve onu izleyen 10 eyalet Birleşik Devletlerden ayrılarak aralarında bir Konfederasyon kurdular Başkenti Richmond olan bu devletin anayasasında şöyle bir madde yer alıyordu :

"Zenci, beyaz insanla hiç bir zaman eşit haklara sahip olamaz, kölelik, yani beyaz ırka boyun eğmek; zencinin olağan bir durumudur"

Öte yandan Abraham Lincoln, 4 mart 1861'de verdiği bir söylevle :

"Hiç bir eyaletin, öbürlerinin onayı olmadan Birlik'ten ayrılamayacağını" ileri sürüyordu

Güneylilerin buna verdikleri karşılık, 12 Eylül 1861'de Charleston limanındaki Sumter kalesini topa tutmak biçiminde oldu Bu iç savaş demekti

Dört yıl süren iç savaşın sonlarına doğru Cumhurbaşkanlığı süresi dolduğundan, yapılan seçimlerde yeniden adaylığını koydu ve kazandı Abraham Lincoln bu haberi soğukkanlılıkla karşılamış ve:

"Amerikan halkı, dereden geçerken at değiştirmenin doğru olmadığına inandığı için, seçimlere katıldım" demişti

14 mart 1865'te, ikinci defa Beyaz Saray'a giderken Başkan Lincoln halka verdiği demeçte şöyle diyordu :

"Hiç kimseye karşı kin beslemeden, Tanrı'nın bize doğru yolu göstermek için verdiği güce dayanarak, yaraları sarmaya, savaşın güçlüklerini yüklenenlerin dul eşleriyle yetimlerini düşünmeye ve giriştiğimiz bu işi tamamlamaya çalışalım ki; kendi aramızda ve dünya uluslarıyla barışı gerçekleştirebilelim"

Lincoln'ün bu konuşmasından bir ay sonra, 9 Nisan 1865'te Güney orduları komutanı General Lee, Appomotox şehrinde kılıcını Birleşik Devletler başkomutanı General Grant'a teslim ediyordu 13 Nisan perşembe günü de Washington, Güney'in teslim olmasını kutlamak için baştan aşağı donanmıştı

14 Nisan 1865 cuma gününü Beyaz Saray'da çalışmakla geçiren Abraham Lincoln, akşam biraz eğlenebilmek için, Ford Tiyatrosunda, sahnenin hemen yanındaki locada "Amerikalı Yeğenimiz" adlı oyunu seyrediyordu Locada Lincoln'-den başka Clara Harris adında bir bayan konuğu ve koruyucusu binbaşı Rathbone bulunuyordu Bu sırada tiyatronun oyuncularından John Wilkes Booth, locanın önüne gelmiş, günlerdir inceden inceye hazırlanan planı uygulamaya başlamıştı

Booth, aşırı bir Güneyliydi Dolayısıyla Abraham Lincoln'ün amansız düşmanıydı Birkaç hafta önce Cumhurbaşkanının tiyatroya geleceğini öğrenince, hazırlıklarına hız vermiş, oyunu tekrar tekrar seyretmiş, halkın özellikle hangi sahneye güldüğüne dikkat etmişti Daha sonra Lincoln'ün oturacağı locanın kapısında, içeriyi görebilmesine yardım edecek küçük bir delik açmıştı!

Suç ortaklarıyla da görüşerek, sonunda her şeyin hazır olduğunu bildirdi O gece tiyatroya giderken şöyle diyordu:

"Sahneden ayrıldığım zaman, Amerika'nın en ünlü adamı olacağım!"

Booth, locanın önüne gelince, küçük delikten içeri baktı Lincoln ve yanındakiler kendilerini oyuna kaptırmışlardı Halkın en çok güldüğü bölüme gelindiğinde, kapıyı açarak locaya girdi Seyircilerin kahkahalarını bastıran bir patlama sesi duyuldu ve Abraham Lincoln'ün başı göğsüne düştü! Binbaşı, bundan sonra kendini toplayıp suikastçının üzerine atıldıysa da, Booth bu sefer de bıçağını kullanarak onu yere serdi ve locadan sahneye atlayarak, ne olduğunu anlayamayan halkın şaşkın bakışları arasında arka kapıdan kaçtı

Aynı gece Dışişleri Bakanı Sward, evinde dev yapılı bir adamın saldırısına uğruyordu Adam, Sward'ı boğarken, karısının, oğlunun ve hizmetçisinin yetişmesi üzerine kaçmak zorunda kaldı Yine o gece, başka bir ziyaretçi, Başkan Yardımcısı Johnson'ın evi önünde dolaşıyordu Fakat içeriye girmeye cesaret edemedi

Bir gece içinde Amerika Birleşik Devletleri'ni yöneten üç kişi yok edilmek istenmiş, fakat ancak Booth suikast planını gerçekleştirebilmişti Ağır yaralanan Lincoln, ertesi gün öldü

Washington'dan kaçmayı başaran Booth, günlerce sonra izi bulunarak, bir çiftlikte sarıldı Yanında bulunan suç ortaklarından biri teslim oldu, Booth ise intihar etti Böylece katil, ancak 96 yıl sonra bir rastlantı sonucu ortaya çıkacak sırrını da mezara götürmüştü Yakalanan öteki suikastçılar da askeri mahkemede yargılandıktan sonra asıldılar Bunların bir tanesi de kadındı!

1961 yılında Philadelphia'da eski kitap satan dükkânlardan birinde bulunan askerlikle ilgili kitabın içindeki şifreli mesaj, Lincoln'a yapılan suikastın karanlıkta kalmış noktalarını aydınlığa kavuşturdu Doksan altı yıl bir kıyıda unutulup kalan kitap, uzmanlarca incelenince, mesajın uydurma olmadığı ve 1868'de sayfalar arasına yazıldığı kabul edildi

Aceleyle yazıldığı anlaşılan cümleler, Abraham Lincoln'ün hükümetinde Savunma Bakanı olan Edwin M Stanton’ın gizli güvenlik şefi Tuğgeneral C Baker'a aitti Baker da 1868 yılında esrarlı bir biçimde, bazılarına göre arsenikle öldürülmüş, bu satırları da ölümünden beş ay önce kitabın içine yazmıştı

General yazısında, üç kere öldürülmek istendiğini, sürekli olarak izlendiğini belirtiyor ve şu cümleyi kullanıyordu:

"Yeni Roma'da üç adam yürüyordu; biri Yahuda (Hz İsa'yı ele verip onun çarmıha gerilmesine sebep olan on iki Havari'den biri) ikincisi Brütüs ve bir de casus Casus bendim; C Baker Yahuda, vurulan adam ölmek üzereyken, onun yanına giderek aslında nefret ettiği adama saygı gösterisinde bulundu Adam ölünce de şöyle dedi: "Şimdi tarih ona, ulus bana sahip"

Bu şifreli yazı, Lincoln'ü öldürten adamın Savunma Bakanı Edwin M Stanton olduğunu ortaya çıkarıyordu Yazıda sözü edilen Yeni Roma: Washington, Yahuda: Stanton, Brütüs: oyuncu Brooth ve casus da kendisinin belirttiği gibi General Baker'dı Gerçekten de Savunma Bakanı Stanton, Lincoln ölmek üzereyken, yatağının başucundaydı Ve öldüğünde :

"O artık tarihin malı oldu" demişti

Şifre, bu cümleyi tamamlıyor ve Bakan’ın amacını açıklıyordu Aynı gece içinde Lincoln'la birlikte yardımcısı Johnson ve Dışişleri Bakanı Sward'ın öldürülmesi, Stanton'un Birleşik Devletlerin bir numaralı adamı olmasını sağlayacaktı

Lincoln’ün oğlu Todd, 1926 yılında ölmeden az önce bir dostuna, babasının evrakı arasında bulunan bazı belgeleri kimseye göstermeden yaktığını söylemiş ve nedeni sorulduğunda:

"Belgelerden, babamın yardımcılarından birinin ona ihanet ettiği anlaşılıyordu Bu yüzden bu belgelerin ortadan kaldırılmasının doğru olacağını düşündüm" karşılığını vermişti

Alıntı Yaparak Cevapla

Önemli Suikastlar Ve Olaylar

Eski 09-10-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Önemli Suikastlar Ve Olaylar



KENNEDY SUİKASTI
O, suikast yapılmasaydı, 22 Kasım 1963 günü, Dallas halkı için ABD Başkanı Kennedy'nin şehri ziyaret ettiği tarih olarak bir süre hatırlanacak, sonunda unutulup gidecekti Ama öyle olmadı Sonucu bugün bile tartışılan suikast nedeniyle, 22 Kasım 1963 günü, Dallas şehri ve Kennedy adiyle birlikte tarihe geçti

O gün Başkan Kennedy, beş ay önce tasarlanan bir gezi için, yanında kurulla birlikte Teksas'ın Dallas şehrine gelmişti Gezinin amacı, 1960 seçimlerinde karşı parti olan Cumhuriyetçilere oy veren bu şehirde, havayı Demokrat Parti lehine değiştirmekti

Gökyüzü açık ve güneşliydi Saat 11,50 sularında uzun bir araba dizisi, Dallas caddelerinde ilerlemeye başlamıştı Başkan Kennedy, açık bir otomobilin içindeydi Yanında eşi Jagueline Kennedy, önünde Vali Connaly oturuyordu

Otomobil, Houston ve Elm caddelerinin kesiştiği yere vardığında, saatler 12,30'u göstermekteydi Az sonra, bir demiryolu geçidinin altından geçeceklerdi Yolun iki yanında sıralananları selâmlayan Başkan'ın sağında, Teksas Okul Kitapları Deposu görülüyordu Suikastçının bu yapıdan ateş ettiği ileri sürülmeseydi, bu yapının Başkan Kennedy'nin sağında olmasının hiç bir önemi kalmayacak, öteki yapılar gibi, ondan da söz edilmeyecekti

O sırada bir amatör sinemacı, 8 milimetrelik makinesiyle, Başkan Kennedy'nin Dallas sokaklarındaki gezisini filme alıyordu Daha sonraları bu renkli filmin kendisine milyonlarca dolar kazandıracağını düşünmeden düğmeye basıyordu Film birkaç kere eşe dosta gösterildikten sonra bir kıyıya atılacak, belki de bir daha el sürülmeyecekti Filmi çekerken, makinenin vizöründen, Kennedy'nin otomobilinde olağanüstü şeyler olduğunu şaşkınlık içinde gördü O da, kalabalığın çoğunluğu gibi, silah seslerini duymamıştı ama, film makinesinin penceresinden gördükleri gerçekten heyecan vericiydi; Kennedy birden ellerini ensesine götürmüş ve öne doğru eğilmişti Sonradan yapılacak otopside, bu kurşunun Kennedy'nin ensesinden girip omurgasının sağına kadar ilerlediği, kravatının düğümünde bir delik açarak boğazından çıktığı anlaşılmıştı

Bu sırada gürültüyü duyan Vali Connaly de geriye dönmüş, fakat aynı anda yediği bir kurşunla sırtından yaralanarak, yanında bulunan eşinin kucağına yığılmıştı, üçüncü kurşun da hedefini bulmuş, Kennedy'nin başının arkasından girip büyük bir yara açmıştı Şimdi, Başkan da, karısı Jacqueline Kennedy'nin kucağında yarı cansız olarak yatıyordu

İlk şaşkınlık geçip Başkan Kennedy'nin bir suikasta uğradığı anlaşılınca, FBI ajanlarından Hill, Başkan'ın üstü açık arabasına arkadan atlayarak kendisini kurşunlara siper etmiş, Jacqueline Kennedy'yi de yere yatırmıştı Otomobil bütün hızıyla Parkland Memorial hastanesine kadar böylece gitti Ama artık her şey için çok geçti

Hastanede, Kennedy'yi kurtarmak için elden gelen bütün çabalar gösterildi Fakat Başkan'ın nabzı duyulmayacak ölçüde az atıyordu Nefes almasını sağlamak için, boğazının yarılıp bir boru yerleştirilmesi de işe yaramadı Saat 13’te kurtarma çabalarına son verilmiş, bir papazın yaptığı son dini görevden sonra ABD Başkanı Kennedy'nin öldüğü resmen açıklanmıştı Vali Connaly ise, aldığı ağır yaraya rağmen kurtulacaktı

Bundan sonra Başkan yardımcısı Johnson, kendisini Washington'a götüren uçakta, Yargıç Bayan Saran Hughes’in önünde ant içerek 36 Cumhurbaşkanı oluyordu Bayan Jacqueline Kennedy de, uçakta yapılan bu ant içme töreninde hazır bulundu Üzerindeki elbisede, kocası John Fitzgerald Kennedy'nin henüz kurumamış kanları, iri lekeler halinde görünüyordu

Bütün bunlar olup biterken, polisin verdiği bilgilere ve daha sonraları hazırlanan rapora göre, Lee Harvey Oswald adlı biri, saat 12,37'de Teksas Okul Kitapları Deposundan çıkmış, Elm sokağındaki duraktan otobüse binmişti, üç ya da dört dakika sonra, suikast yüzünden meydana gelen trafik tıkanıklığı nedeniyle, iki blok ötede otobüsten inmek zorunda kalmıştı

Oswald, bir taksiye atlayarak, şoföre evine pek yakın olan North Barkley'e gideceğini söyledi Saat 13'e doğru, Başkan Kennedy'nin can verdiği dakikalarda evindeydi Evde pek az kalmış, aceleyle yeniden dışarı çıkmıştı

Suikasttan aşağı yukarı 45 dakika sonra Oswald, evinden on mil uzaktaki 10 caddeyle Patton Bulvarının kesiştikleri noktada, devriye polisi Tippit'i dört tabanca kurşunuyla öldürüyordu Daha sonraları düzenlenen rapora göre Tippit bu sırada, telsizle kendisine tarif edilen şüpheli birisini aramaktaydı

Suikast sanığıyla polisi vuranın aynı kişi olduğu akla ilk gelen düşünce oldu Aramalar da bu değerlendirme açısından yapılıyordu İhbar üzerine, polis Tippit'i vuranın, Teksas sinemasına girdiği öğrenilince, yapı kuşatıldı Salonda ışıklar yakılıp Oswald silahıyla birlikte sinemada yakalandığında, saatler 14'ü gösteriyordu

Sanık hakkındaki soruşturma derinleştirilince, bir ara Rusya'ya gittiği ve orada bir Rus kadınıyla evlendiği, komünist eğilimli olduğu ortaya çıkmıştı Aynı gün polis, sanığın evinde karısı Marina'ya Oswald’ın tüfeği olup olmadığını soruyor, olumlu karşılık alınca da, bütün aramalara rağmen tüfeği bulamıyordu

24 Kasım pazar günü Oswald, Dallas Emniyet Müdürlüğünden hapishaneye götürülecekti Sanığın öldürüleceği yolunda polise birçok ihbar yapıldığı halde, Oswald'ı büyük bir tedbirsizlik içinde, meraklılardan ve gazetecilerden oluşan bir kalabalığın arasından geçirdiler Televizyon da bu sahneyi yayınlıyordu Tam bu sırada, gazetecilerin bulunduğu yerden fırlayan bir adam, elindeki tabancayla Oswald'ı yaylım ateşine tuttu Yedi dakika sonra Parkland Hastanesine kaldırılan Oswald da Kennedy gibi kurtarılamayarak ölüyordu

Başkan Kennedy'yi öldürmekten sanık Oswald'ı herkesin gözü önünde vuran Jack Ruby geçmişi oldukça karanlık ve kirli işlere girip çıkmış bir kişiydi Fakat o, Oswald'ı, Başkan Kennedy'ye yapılan suikast kendisini çok etkilediği için öldürdüğünü ileri sürüyordu Yapılan yargılama sonunda da, 14 Mart 1964 yılında ölüme mahkûm edildi

Kennedy'ye yapılan suikastı incelemek ve karanlık noktaları aydınlatmak için kurulan Warren Komisyonu şu sonuçlara varıyordu: Kennedy'yi vuran Lee Harvey Oswald’tı Katil bu cinayeti herhangi bir devlet ya da kuruluş adına işlememiş, kimseden de yardım görmemişti Oswald'ı yetişme biçimi ve yaradılışındaki olumsuz yönler bu suikasta itmişti Raporda, polisin ve güvenliği sağlamakla görevli kişilerin tedbirsizliği sorumsuzca davranışları da eleştirilmekteydi

Warren Raporu, Amerika'da olduğu kadar bütün dünyada da yeterli bulunmamıştı Bu rapor dışında da, Kennedy olayı üzerine eğilenler oldu Özellikle gazeteci Buchanan'ın hazırladığı ve kendi adıyla anılan rapor, bunların arasında en önemlisidir Bu rapor, büyük gürültülere yol açmış, kafalarda zaten var olan kuşkuları daha da arttırmıştır

Akla ilk gelen soru şu oluyordu; Kennedy'yi gerçekten Oswald mı öldürmüştü?

Çünkü bazı kimseler tarafından Başkan'a kurşunların kitap deposundan değil, yeraltı geçidinin üzerindeki demiryolundan sıkıldığı ileri sürülüyordu Kurşunların arkadan atıldığı da kesin değildi Çünkü doktorlar, kurşunların giriş yönünü tespit için hiç bir çaba harcamamışlardı

Dallas Polis Radyosu, suikasttan tam altı dakika sonra, yani 12,36'da Oswald’ın çok ayrıntılı bir tarifini vermişti Oysa, o sırada kimse katilin kim olduğunu bilmiyordu Polis, radyo aracılığıyla bu ayrıntılı tarifi nasıl ve neye dayanarak vermişti? Öte yandan, Oswald’ın bindiği ileri sürülen taksinin şoförü, müşterisinin biniş saati olarak defterine 1230 yazılı olduğunu söylemişti Oswald’ın suikastın işlendiği 12,30'da hem kitap deposunda hem de takside olması imkânsızdı Fakat şoför, bu kayıtları seferden sonra yazdığını söylediği için, Warren Komisyonu Oswald’ın, 12,30'dan sonra taksiye bindiği kanısına varmıştır

Aradan geçen yıllara rağmen bugün bile gerçek katilin Oswald olduğu kesinlikle söylenememektedir

Warren Raporu’nun, Oswald’ın Başkan Kennedy'yi hiç bir devlet ya da kuruluşun parmağı olmadan, tek başına öldürdüğü yargısı da, bu konuyla ilgili kişilerin arka arkaya öldürülmeleri nedeniyle dayanıksız kalıyordu Dünya kamuoyu da, bu kişilerin eceliyle ölmedikleri kanısındadır Suikastla uzaktan ya da yakından ilgili kişilerin birer birer ölmeleri, Başkan Kennedy'nin ölümünün altında başka nedenlerin yattığı kanısını doğrular niteliktedir

Şimdi, Kennedy'nin suikasta kurban gittiği dakikadan sonra meydana gelen zincirleme ölüm olaylarını inceleyelim;

Suikast sanığı olarak Lee Harvey Oswald adında bir genç yakalandı Kendisini daha savunma olanağı bulamadan, bar sahibi Jack Ruby tarafından iki polisin arasında tabancayla vurularak öldürüldü

Suikast olayında görgü tanığı durumunda bulunan ve çok şey bildiği sanılan polis memuru JP Tippit, Kennedy'den 45 dakika sonra cadde ortasında öldürüldü Bu cinayet, Oswald’ın sırtına yüklendi

Polis Tippit'in öldürüldüğünü gören ve katilin kaçtığı arabayı bir süre izleyen Reynold, iki gün sonra dükkânının önünde tabancayla vurularak can verdi Eski araba alım satımıyla uğraşan Reynold, polisi öldüreni gördüğünü, yeniden karşılaşacak olursa tanıyabileceğini komşularına söylemişti Reynold'un katili bulunamadı

ReynoldOswald'ı öldürmesinden bir gece önce Ruby’nin evinde yapılan önemli bir toplantıya Savcı Tom Howard da katılmıştı Jack Ruby'nin iki polis arasında hapishaneye götürülen Oswald'ı vurmasından sonra Savcı Howard, kalp durmasından öldü Otopsi bile yapmadan, savcıyı çabucak gömdüler

Oswald'ın kaldığı pansiyonun sahibi Bayan Earline Roberts de birden bire kalp durmasından ölüverdi! Pansiyoncu kadın, Kennedy'nin ölümünden az sonra, Oswald'ı otobüse binerken görmüştü Ve bu otobüs, polis memuru Tippit'in bulunduğu yöne doğru gitmemişti Bayan Roberts bu iddiasında direnince ölüm onun da yakasına yapıştı

Boyacı Hank Killam, Kennedy suikastıyla ilgili bazı şeyler biliyordu Çünkü Killam'ın bir arkadaşı, Oswald'la aynı pansiyonda kalıyor ve karısı Wanda, Jack Ruby'nin yanında çalışıyordu Birçok kişiyle birlikte Killam da polis tarafından sorguya çekilmişti Bilinmeyen bir nedenle Killam, Dallas'tan ayrılmak zorunda kaldı Gittiği Pensacola kentinde, boynundan kesilmiş olarak bir kaldırım üzerinde bulundu Polis raporlarında, zavallı Killam'ın bir pencere camı üzerine kaza sonucu düşerek öldüğü yazılıyordu

Suikastten sonra, Ruby'yle hücresinde baş başa konuşmak olanağını bulan tek gazeteci, Dorothy Kigallen’di Fakat o da bir gün ölüverdi Polise göre Bayan Kigallen çok sayıda uyku hapı yutarak intihar etmişti!

Otobüs şoförü William Whaley, suikast günü otobüs durağından Oswald'ı alarak Barkley'e götürmüştü Hareket saati 12,30'la 12,45'ti Şoför bunu hareket defterine yazmıştı Oysa o sırada Oswald’ın Kennedy'ye ateş etmesi gerekiyordu Şoför, bu iddiasında direndi Bir gün William Whaley’in kullandığı otobüsle direğe çarparak öldü Otuz beş yıllık şoförlük hayatında, bir gün bile kaza yapmayan Whaley'in, böyle basit bir kazada can vermesine kimse akıl erdiremedi

Union Terminal Şirketi'nin işletme şefi olan tanıklardan Lee Bowers, Kennedy'ye kitap deposundan değil de, yolun karşı yakasından iki kişinin ateş ettiğini söylemişti Tanıklığından kısa bir süre sonra, Bowers de öldü Ölüm nedeniyse bir türlü anlaşılamadı

Polis Tippit'in öldürüldüğünü gören başka bir tanık da, Edward Benarides’di O da öldü Hasta filan da değildi Neden öldüğü de bilinemedi

Ve sonunda Jack Ruby Ruby 9 Aralıkta hapishaneden hastaneye "zafiyet" teşhisiyle götürüldü Bir ay sonra da, hastalığının adı kanser oldu ve Ruby hemen öldü Kanser konusunda büyük araştırma ve çalışmaların yapıldığı Amerika gibi bir ülkede, Ruby'yi bir ay içinde öldürecek kadar ilerlemiş hastalığın anlaşılamaması olacak şey değildi Ruby ölümünden önce, yanındaki hastalara şöyle diyordu:

"Vücuduma kanser aşıladılar!"

Gizli bir el, Kennedy'yi yok ettikten sonra, bu olayı aydınlığa kavuşturacak kişileri de sanki birer birer ortadan kaldırmıştı

Aradan yıllar geçtikten sonra bir gün, John Fitzgerald Kennedy'nin kardeşi Robert Kennedy de, 5 Haziran 1968'de Los Angeles'ın Ambassador Hotel'inde düzenlenen bir baloda vurularak öldürülüyordu Katil, Sirhan adlı bir Filistinli Arap göçmeniydi

Robert Kennedy, ABD Başkanlığına Demokrat Parti’den adaylığını koymuş ve başkan adayı seçimlerinin altısından beşini kazanınca, bunu kutlamak İçin Los Angeles'te bir balo düzenlemişti Arap göçmeni tarafından vurulmasaydı, belki de ABD Başkanlığına ikinci bir Kennedy geçmiş olacaktı

Arap göçmeni Sirhan'a, Ambassador Hotel salonlarında bu cinayeti işleten, Kennedyleri ABD Başkanı olarak görmek istemeyen yine o gizli el miydi acaba?

Bu soruya verilecek karşılık, hiç olmazsa şimdilik yok

Alıntı Yaparak Cevapla

Önemli Suikastlar Ve Olaylar

Eski 09-10-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Önemli Suikastlar Ve Olaylar



İZMİR SUİKASTI
Haziran 1926, İzmir

Giritli Motorcu Şevki'nin 15 Haziran 1926 günü İzmir Valiliğine yaptığı bir ihbarla ortaya çıkarılan Mustafa Kemal'e suikast olayının yeni kurulan cumhuriyette bir iktidar savaşı olduğu bellidir İktidarı elinde bulunduran kadro kendisine rakip olarak gördüğü bir diğer kadroyu tasfiye etmek için bu olayı kullanmıştır Dolayısıyla bu tuhaf davanın sanıkları durumuna sokulan ünlü şahsiyetlerin, milli mücadelenin önde gelen paşalarının başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir!

Sonuçta çoğu İttihatçı olan 18 kişi idam edilirken Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü dışında milli mücadeleyi yürüten askeri liderlerin hemen tümü şaibeli hale getirilmiştir Hukuksal olarak nasıl bir skandal veya fiyaskonun cereyan ettiği ise olayın üzerinden sekiz ay geçtikten sonra bizzat Mustafa Kemal tarafından itiraf edilecektir

Şevki'nin ihbarı sonucunda 15 Haziran akşamı İzmir'de ve İstanbul'da yapılan tutuklamalarla yakalanan Ziya Hurşit, Çopur Hilmi, Gürcü Yusuf, Laz İsmail gibi kişilerin verdiği ifadelerin yanı sıra yakalanan silahlar ve bazı diğer kanıtlardan Mustafa Kemal'in İzmir'i ziyareti sırasında Kemeraltı'nda bir suikast teşebbüsü olacağı söylenebilir

Ama Enver Paşa'nın adamı olarak bilinen Hacı Sami ve İttihat ve Terakki'nin Teşkilat-ı Mahsusası'nın kurucularından Kuşçubaşı Eşref'den yurtdışında bulunan Çerkez Ethem'e kadar birçok kişiyle bağlantısı olduğu ileri sürülen olayın karanlıkta kalan yanları açığa çıkarılan yanlarından daha fazladır

Tabii bütün bu kargaşa içinde asıl önemli olan tam bir yıl önce, Haziran 1925'te kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nda yer alan paşaların olaya dahil edilmeleri ve tutuklanarak idam talebiyle İstiklal Mahkemesi'nde yargılanmalarıdır Çok değil, daha birkaç yıl önce gerçekleştirilen milli mücadelenin kahramanları birdenbire cumhurbaşkanına suikast düzenlemeye kalkışacak kadar iktidar hırsından gözleri bir şeyi görmeyen caniler haline gelivereceklerdir!

Kasım 1924'de Kazım Karabekir'in başkanlığında kurulan ve Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Cafer Tayyar Eğilmez, Mersinli Cemal Paşa gibi ünlü komutanların da yer aldığı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Haziran 1925'te hükümetin aldığı bir kararla kapatılmıştı Ama İttihat ve Terakki'nin nasıl bir örgüt olduğunu iyi bilen Mustafa Kemal Paşa açısından bu defter tam anlamıyla kapanmamıştı

İktidar savaşı şu veya bu şekilde devam edecekti Bu duruma hazırlıklı olmak ve gerektiğinde hiç tereddütsüz ve acımasız bir şekilde hareket etmek zorunluydu İşte İzmir suikastı davası bu bağlamda bir anlam taşımaktadır

Mustafa Kemal'e yönelik bir suikast hazırlığından haberi olan hükümetin olayı denetimi altında tuttuğu ve suikastçıların içine de kendi adamı olan emekli jandarma yüzbaşısı Sarı Efe Edip'i soktuğu mahkeme sırasında paşalar tarafından ileri sürüldü Ama üzerine gidilemediği için kanıtlanamadı Ancak olayın bu çerçevede geliştiğini gösteren çeşitli işaretler vardır

İzmir'de yakalanan tetikçilerin ardından İstanbul'da Bristol Oteli'nde yakalanan Sarı Efe Edip İstanbul Polis Müdürü Ekrem Bey'e verdiği ifadede suikastın, "Terakkiperver Fırkası Umumi Heyeti tarafından kararlaştırıldığını" söyleyince, İzmir'de bulunan Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Ankara'daki Başbakan İsmet Paşa'ya bütün Terakkiperver paşalarının, yani Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Cafer Tayyar Eğilmez, Rüştü Paşa, Mersinli Cemal Paşa'nın tutuklanmasını ve yargılanmak üzere İzmir İstiklal Mahkemesine gönderilmesini isteyecektir (Rauf Orbay o sırada yurtdışında olduğu için daha sonra gıyabında Ankara'da yargılanacak ve 10 yıl hapis cezasına çarptırılacaktır)

Ancak İsmet Paşa durumdan çok emin değildir ve ortada ciddi bir kanıt olmadan, hepsi de mebus olan ve milli mücadelenin önderliğini yapmış bu şahsiyetlerin tutuklanmasının bir skandal olacağını düşünmektedir Nitekim Kazım Karabekir 18 Haziranda tutuklanmış ama Başbakan İsmet Paşa'nın müdahalesiyle hemen serbest bırakılmıştır İçişleri Bakanı Recep Peker bu durumu bir telgrafla Mustafa Kemal'e ihbar edecek ve bunun üzerine İzmir İstiklal Mahkemesinin Başbakan İsmet Paşa için de tutuklama kararı çıkardığı söylenecektir ama bu da kanıtlanmış değildir

İzmir ve Ankara arasında karşılıklı telgraflarla durum açıklığa kavuşamayıp İsmet Paşa yeterince ikna olmayınca kalkar İzmir'e gider Orada Mustafa Kemal ve mahkeme heyetiyle yüz yüze yaptığı görüşmeler sonucunda ikna edilecek ve böylece paşaların hepsi tutuklanarak İzmir'e gönderileceklerdir

Elbette bütün ülke ve dünya şaşkın bir şekilde olayı izlemektedir ve sadece bir kişinin, sanık paşaların "hükümet ajanı" olduğunu, örtülü ödenekten para aldığını söyledikleri birinin verdiği saçma bir ifade nedeniyle tutuklanmışlardır Saçma, çünkü cumhurbaşkanına suikast düzenlenmesi gibi bir eylemin kapatılmış bir partinin "umumi heyeti" tarafından kararlaştırılması aklın alacağı bir iş değildir

Sonuçta İzmir'de Elhamra Sineması salonunda yapılan İstiklal Mahkemesi duruşmalarında celladın ipini boyunlarında hisseden paşalar mümkün olduğunca durumu açıklığa kavuşturmaya çalışırlar İp boyunlarındadır, çünkü İstiklal Mahkemeleri neredeyse önüne gelene idam cezası vermekle ünlüdür Bu kadar uydurma bir gerekçeyle tutuklanıp mahkemeye çıkarıldıklarına göre aynı şekilde idam cezasına çarptırılmaları ve hemen infaz edilmeleri işten bile değildir

Mahkeme çok hızlı bir şekilde çalışarak davayı en kısa sürede sonuçlandırmak istemektedir Gerek Kazım Karabekir, gerekse Ali Fuat Cebesoy, Sarı Efe Edip'in Meclis Başkanı Kazım Paşa'nın yakını olduğunu, hatta Ankara'ya geldiğinde onun evinde kaldığını, bu tertibin içine hükümet tarafından ajan olarak sokulduğunu anlatırlar ve kendilerinin olayla bir ilgilerinin olmadığını belirtirler

13 Temmuzda Kel Ali başkanlığındaki mahkeme kararını açıkladığında verdiği 13 idam cezası arasında tetikçilerin yanı sıra suikastın örgütleyicileri olarak adı geçen İzmit mebusu Şükrü, Rüştü Paşa, Eskişehir mebusu ve Mustafa Kemal'in çocukluk arkadaşı Miralay Arif, Saruhan mebusu Abidin, Sivas mebusu Halis Turgut gibi isimler de vardır, ancak Terakkiperver paşalar beraat etmişlerdir

Mahkeme Terakkiperver Fırka içinde gizli bir örgütün Cumhurbaşkanım öldürerek yönetime el koymak istediği kararına varmıştır, ancak paşaların bununla ilişkisi kurulamamıştır

Sarı Efe Edip de beklemediği idam cezası karşısında şaşıracak ve "Bu kararda benim hizmetim nazara alınmadı" diyecektir ama mahkeme başkanı Kel Ali tarafından "Hizmetiniz elbette nazara alınacaktır" diye susturulacaktır Ali Fuat Paşa hatıralarında, Sarı Efe Edip'in hükümet ajanı olmasına rağmen idam edilişini "Bu hizmet esnasında yanlış bir hareketine yahut başka bir sebebe bağlıdır" diye yazacaktır

Sonuçta paşalar boyunlarını cellatın ipinden kurtaracaklar ama siyasi hayatları da bitmiş olacaktır Hukuki olarak ortada ciddi hiçbir şey yoktur, ama beraat etmiş de olsalar Mustafa Kemal'e suikast davasından yargılanmış olmaları siyasette artık bir rol üstlenememeleri için yeterlidir Nitekim bazıları ancak Mustafa Kemal'in ölümünden sonra tekrar siyasetle ilgilenecekler ve mebus olabileceklerdir

Bu davadan sekiz ay kadar sonra, Mart 1927'de bir akşam Çankaya'daki sofrasında ağırladığı çocukluk arkadaşı Ali Fuat Cebesoy'a Mustafa Kemal itirafta bulunup, şöyle diyecektir: "Paşaları senin hatırın için affettirdim" Harbiye'den atılmaktan Ali Fuat'ın babası İsmail Paşa sayesinde kurtulan Mustafa Kemal bu sözlerinde herhalde samimidir ama aslında bu sözler aynı zamanda büyük bir fiyaskonun da itirafı değil midir?

Mustafa Kemal milli mücadelede omuz omuza savaştığı paşaları affettirmiştir ama onlar Mustafa Kemal'i affetmemiş, hatta Mustafa Kemal'in çağrısına ve çabalarına rağmen bazıları bir daha ölünceye kadar kendisiyle görüşmemiştir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.