Felsefenin Bölümleri |
05-31-2009 | #1 |
Şengül Şirin
|
Felsefenin BölümleriBİLGİ FELSEFESİ Felsefenin, insan bilgisinin yapısını ve geçerliliğini ele alan dalına bilgi felsefesi denir O, belli bir bilgi türünü değil de, bilen özne ile bilinen obje arasındaki ilişki ile ortaya konulan bilgi sürecini genel olarak ele alır; bu sürece giren tüm öğeleri inceler İnsanın sahip olduğu akıl, sezgi gibi yetilerinin insan zihninde olup olmadığı, varsa görünüşleri ve ötesindeki varlığı bilmemize imkân verip vermeyeceği gibi problemler ve bunların çözümlerini araştırır 1 Bilgi Kuramının Temel Kavramları a Doğruluk Bir düşünceyi dile getiren yargının gerçek ile uyuşmasıdır Bilginin nesnesiyle çakışmasıdır “Ankara başkenttir” yargısı doğru, “İstanbul başkenttir” yargısı doğru değildir Bu yargılardan birincisi gerçeği dile getirir, diğeri getirmez b Gerçeklik Gerçeklik, bir varoluş tarzını belirtir Varlığın insan zihninden bağımsız olarak var oluşunu temsil eder Su, Dünya, Güneş, çiçek varolan birer gerçeklik örneğidir Kaf Dağı, devler ise gerçeklik örneği değildir Buna göre “Dünya” gerçek, “Dünya dönüyor” yargısı ise doğrudur c Temellendirme Bir iddiayı savunmaya yönelik olarak mantıksal gerekçelerin tutarlılık içinde ortaya konulmasıdır Filozofların yaptıkları, iddialarını savunmak için temel dayanaklarını ortaya koyarak görüşlerini temellendirmektir Bilginin insan zihninde doğuştan yer aldığını savunan bir filozof, bu görüşünü temellendirmek durumundadır “Benim kanaatlerim öyle olduğunu bildiriyor” şeklinde kestirme cevaplarla görüşünü savunamaz 2 Bilgi Felsefesinin Temel Soruları a Bilginin Kaynağı İnsan, genel bir düşünce ile, kendisini kuşatan evrenle ilgili bir takım bilgilere sahip olur Zihnimizde iyiliğe, kötülüğe, güzelliğe, hakikat ve hayata, matematik prensiplerine vb ait bilgiler vardır Acaba zihindeki mevcut bilgiler nasıl meydana gelmiştir, nasıl meydana geliyor? Bilgilerin meydana gelmesinde rol oynayan faktörler nelerdir? Akıl mı, deney mi; yoksa bunlardan tamamıyla farklı başka faktörler var mıdır? Bütün bu sorulara;
b Bilginin Değeri Bilginin, araştırdığı olaya ve konuya uygunluğu demektir Doğru bilgi, açıkladığı gerçekliği olduğu gibi yansıtan bir bilgidir Örneğin “Şu kalem kırmızıdır” gibi bir önermede, işaret ettiğim kalem gerçekten kırmızı ise, doğrudur Elde ettiğimiz bilgi, objesine uygun mudur, değil midir? Varlığın doğru bilgisine ulaşılabilir mi? Bilgi gerçeği verebilir mi? gibi sorular da hangi bilginin doğru olduğuna açıklık getirmeye çalışır Bilginin değeri ile ilgili sorular bizi “doğru bilginin imkânı” problemine götürmüştür Felsefe tarihinde bu soruya iki şekilde cevap verilmiştir 3 Bilgi Felsefesinin Temel Problemi (Doğru Bilginin İmkanı Problemi) a Doğru Bilginin İmkânsızlığı aa Septisizm (Şüphecilik) İnsan zihninin değişmez bir gerçeğe ulaşamayacağını, hakikat olarak kabul edilebilecek bir şey için zihnimizde bir ayraç bulunmadığını, bundan dolayı da kesin hükümler vermekten kaçınmamızın ve herşeyden “prensip olarak şüphe etmemizin” doğru olacağını kabul eden görüştür Şüphecilik, bir bilginin doğru ya da yanlışlığına ait yargıyı kabul etmediği gibi inkâr da etmez Sadece bu bilgilerden şüphe eder Süpheciliğin kurucusu olan Pyrrhon’a göre hiçbir şey ne doğrudur ne de yanlıştır Her yargı ve her yargının çelişiği için aynı nedenler bulunabilir Doğruyu yanlıştan ayıracak bir ölçüt olmadığına göre varlıklar hakkında çelişik yargılar ileri sürülebilir Bu nedenle yargıda bulunmaktan kaçınılmalıdır Süpheci filozoflardan Timon’a göre ise;
Sofist Protagoras, “İnsan her şeyin ölçüsüdür” di-yerek, doğruluğun insanlara göre değiştiğini ileri sürmüştür Üşüyen insan için rüzgarın soğuk, üşümeyen için soğuk olmadığını belirterek herkes için geçerli mutlak bir bilginin olamayacağını savunmuştur Bilginin imkânsızlığını ileri süren sofist filozoflardan Gorgias bu görüşünü, “Hiçbirşey yoktur, olsa bile bunu bilemezdik, bilseydik de başkalarına bildiremezdik” sözleriyle dile getirmiştir b Doğru Bilginin İmkanı ba Dogmatizm Bilginin kesin ve değişmez nitelikte olup olamayacağını hiçbir eleştiriye tabi tutmadan, aklın mutlak ve değişmez olanı bilebileceğini, düşünme ve akıl yoluyla değişmez, kesin gerçeklere ulaşılabileceğini kabul eden öğretidir Dogmatik düşüncenin ilk temsilcileri ilkçağ doğa filozoflarıdır Bu filozoflar evrenin özünü, ana maddesini bir ilk prensibe dayandırarak, bunu kesin olarak bildiklerini ileri sürmüşlerdir İşte bu ilk nedenin ne olduğunu kesin olarak bildiklerini kabul ve iddia eden bu filozoflara dogmatik filozoflar denilir bb Rasyonalizm (Akılcılık) Rasyonalizme göre doğru bilgi olanaklıdır ve doğru bilginin ölçütü akıldır Rasyonalistlere göre matematik bilgiler, aklın ilkeleri kesin bilgilere örnek oluşturur Sokrates, Platon, Aristoteles, Descartes, Hegel rasyonalist filozoflara örnektir Sokrates: Aklın, değişmez ve gerçek varlığın bilgisine doğuştan sahip olduğunu söyler Dürüstlük, adalet, iyilik gibi erdemlerin bilgisinin tecrübe ile kazanılmadığını, bu bilgilerin insanda doğuştan olduğunu ileri sürmüştür Platon: bilgisi olduğunu ileri sürer Ona göre görünüşler dünyasında sürekli değişme olduğundan, bu varlıklar bilinemezler İdealar dünyası ise ezeli ve ebedi olan ve akılla kavranan gerçeklik alanıdır İdealar insan zihninde doğuştan yer alır 2+2=4 idealar dünyasının doğru bilgisine bir örnektir Aristoteles: Ona göre bilgi edinme yetisi akıldır Ancak akıl bilgiyi taşıyan değil, üreten bir yeti olmaktadır Aristoteles, mantığında kullandığı tümdengelim yöntemiyle, aklın bilgi yapma yetisi olduğunu göstermiştir Descartes: İnsan zihninde doğuştan düşünceler bulunduğunu, iyi yönetilen zihnin kesin, genel geçer bilgiye ulaşabileceği görüşündedir Başlangıçta, geçici olarak bütün bilgilerinin doğruluğundan kuşku duymuştur (Metodik şüpheci yöntemi) O, aklın basit ve mutlak doğrulardan hareket ettiğinde, kendisinden kuşku duyulmayan bilgilere adım adım ulaşılabileceğini göstermeye çalışmıştır “Düşünüyorum, o halde varım” yargısına, bu yöntemine dayalı akıl yürütmesiyle ulaşmıştır Hegel: O, doğru bilgiye, hiçbir deneye başvurmadan, yalnızca düşüncenin sınırları içinde kalınarak ulaşılabileceğini ileri sürer Ona göre doğru bilgiye ulaşmak için, önce varlığa yönelmek, onu düşünceye konu yapmak gerekir Düşünmek, nesnenin ardındaki ideyi kavramaktır Aklın yasaları varlığın yasaları ile aynıdır Hegel’e göre “akla uygun olan gerçek, gerçek olan akla uygundur” bc Empirizim Rasyonalizmin karşıtı olan bu akıma göre doğuştan gelen hiçbir ilke ya da bilgi yoktur, bütün bilgiler duyu ve deneyimlerden gelir Güneşin yakıcı olduğu, Tanrı’nın var olduğu bilgisini insan sonradan edinir Bu akımın savunucuları arasında John Locke ve David Hume vardır John Locke’a göre insan zihni doğuştan “boş bir levha” (tabula rasa)dır Duyu ve deney verileri bu levhayı doldurur “Zihinde bulunan hiçbir düşünce yoktur ki, daha önce duyularda bulunmamış olsun” sözü ona aittir Hume, insan zihnindeki bütün bilgilerini duyu verilerine indirger Ona göre doğa yasaları gibi düşünce yasaları da insanın alışkanlıklarından başka birşey değildir Dolayısıyla zihinde bulunan tüm izlenim, kavram ve düşüncelerin temelinde dış dünyanın duyularla algılanması vardır bd Pozitivizm Pozitif felsefeyi geliştirip sistemleştiren A Comte’a göre, bilimin tek amacı olgular arasındaki değişmez ilişkileri ya da doğal yasaları bulmaktır Bu amaç ise yalnızca gözlem ve deney yoluyla gerçekleştirilebilir Gözlem ve deney yoluyla kazanılan bilgi pozitif bilgidir Pozitivizm, araştırma alanı olarak sadece olguları görür Olguların bilgisi, olayların özünü ve gerçek nedenini vermez; ama olayları idare eden yasaları verir Bu yasalarla gelecek hakkında öngörüde bulunuruz be Sezgicilik Bu akıma göre mutlak hakikati kavramanın yolu sezgiden geçer Sezgi, aracısız ve doğrudan bilmeyi içeren bir yeti olmaktadır Bütünü, bir bakışla doğrudan kavrama ve keşfetmedir Duyuların va aklın veremeyeceği hakikat bilgiye ancak sezgiyle ulaşılabilir Sezgiciliğin önemli temsilcisi Bergson’dur Ona göre gerçeklik hayattır, akıştır; bu da yalnızca sezgiyle kavranabilir Sezgi, varlığın özüne nüfuz ederek gerçekliği oluşturan süreyi, yaşamı içten içe duyarak kavrar bf Kritisizm İnsan zihninin güçlerine ve insanın neyi bilip neyi bilemeyeceğine ilişkin bir araştırmadan meydana gelen felsefe yaklaşımıdır Temsilcisi Kant’tır Kant’a göre insan aklı, ancak olaylar dünyasını bilebilir Bu bilginin ham maddesi duyular aracılığıyla gelir Ham madde zihnin kalıplarına girer, formunu alır ve akıl ilkeleri ile işlenerek dış alemin doğru bilgisi elde edilir Bilgi sürecinde insan pasif olmayıp, aktif bir biçimde duyular yoluyla gelen izlenimleri sınıflar, kalıplara yerleştirir ve yorumlar Ancak insan bilgisi sınırlı olduğundan, zihin, nesne ve olayları gerçekte oldukları şekliyle bilemez Nesneler insan tarafından, yalnızca zihnin olanaklarına, yapısına, formlarına göre bilinirler O halde Kant’a göre bilgi, sınırlı ve insana göredir bg Pragmatizm Doğruluğu ve gerçekliği tek yanlı olarak, yalnızca eylemlerin sonuçları ile değerlendiren ve onlara yalnızca “fayda” açısından bakan felsefe yaklaşımıdır Bu yaklaşımın savunucularından W James’e göre pragmatik yöntem, her kavramı, kendilerinden pratik sonuçlar çıkararak yorumlamaktır; hakikat ise, olacak şeye karşı bizi hazırlayan eylemdir Doğru fikirler, doğruluklarını uygulayarak ortaya koyabileceğimiz fikirlerdir Bir fikir, hayatımız için uygun olduğu sürece doğrudur ve iyidir
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|
Bilim Felsefesi |
05-31-2009 | #2 |
Şengül Şirin
|
Bilim FelsefesiBİLİM FELSEFESİ Bilimin yapısını, doğasını, bilimsel kuramlarla gerçeklik arasındaki ilişkiyi ve bilimde yöntem problemini ele alır Yani, bilim felsefesi, bilimle ilgili sorular sorarak, bilim üzerine felsefe yapar 19 ve 20 yüzyıllarda bilimin olağan üstü başarı sağlaması, ona olan ilgiyi büyük ölçüde artırmış; bu ilgi, düşünen kişileri neyin bilim olduğu, neyin bilim olmadığı konusunda bir takım ölçütler aramaya ve bilimi sorgulamaya götürmüştür Bunun sonucunda bilim, felsefenin konularından biri olmuştur [Zaman içinde doğa bilimlerinin, özellikle de matematiksel fiziğin gösterdiği gelişmeler filozofları çok etkilemiştir Felsefenin de, bu bilimlerin kullandığı yöntemi kullanması gerektiği düşüncesi yaygınlaşmıştır 19 yüzyılda egemen olan pozitivizmin de etkisiyle, tek doğru bilginin bilimsel bilgi olduğu düşünülmeye başlanmıştır Bundan dolayı felsefenin de bilimsel kılınması gerektiği ileri sürülüyordu Bu anlayışta felsefe artık bilimlerin eleştirisiyle, bilimlerin yöntem sorunlarıyla uğraşacak bir alan olarak görülüyordu Böylece felsefenin alanı daraltılıyordu Bilgi, bilimle; felsefe de bilim felsefesiyle özdeşleştiriliyordu Felsefe yapmak; bilim üzerine düşünmek, bilim mantığı yapmak, bilimin kavramlarını aydınlatmakla bir sayılıyordu] 1 Bilime Farklı Yaklaşımlar Filozofların, bilime ilişkin farklı açıklama gayretleri başlıca iki grupta ele alınmaktadır Bunlar: “Ürün olarak bilim” ve “Etkinlik olarak bilim”dir a Ürün Olarak Bilim Bu yaklaşım, bilimi ve bilimsel kuramı, bilim adamının yaratıcı etkinliğinin ve çalışmasının sonucunda ortaya çıkan bir ürün olarak görür Ürün olarak görülen bilimin yapısını, dilini ve yöntemini açıklamaya çalışır Bilimi, olmuş bitmiş çalışmalarıyla değerlendirir ve çalışmanın ürünlerine bakarak anlayabileceğimizi öne sürer Başlıca temsilcileri Carnap ve Reichenbach’tır Bu anlayışa göre, bilime ait metinler sembolik mantığın diline çevrilir ve bu metinlerin mantığı ortaya konur Ancak bu şekilde bir önerme, olgusal olarak doğrulanabilir bir hale getirilebilir Böylece bilim adamının subjektif değerlendirmede bulunabileceği ölçütler ortadan kalkar Bu görüşe göre bilimin tüm anlamlı önermeleri aynı zamanda doğrulanabilir önermelerdir Bilim felsefesinin amacı da doğrulanabilir önermelerden yola çıkarak yeni kuramlar oluşturmaktır Böyle bir kuram ancak sembolik mantığın yardımıyla temellendirilebilir Mantık kurallarıyla öne sürülen varsayımlar, deney ve gözlemle doğrulanırsa kuram geçerli, yanlışlanırsa geçersiz olur b Etkinlik Olarak Bilim Bilimi bir süreç ve bilim adamlarından oluşan bilimsel topluluğun etkinliği olarak değerlendirir Temsilciliğini T Kuhn’un yaptığı bu yaklaşım, bilimsel araştırma sürecine giren tüm öğeleri özellikle de bilim dışı tüm öğeleri hesaba katar “Bilim bir etkinlik, bir süreç midir?” “Bilim adamlarının bilimde rolü nedir?” gibi sorulardan hareket ederek onu meydana getiren topluluğun iç yapısını, inançlarını, ilişkilerini, başkalarının bakış açılarını, kısacası bilimin meydana geldiği kültür ortamını dikkate alır Kuhn’a göre bilim, belli bir alanda bilim adamları topluluğunun gerçekleştirmekte olduğu bir etkinliktir Kuhn, bu görüşünün temeline “paradigma” öğretisini koyar Ona göre paradigma, olguları açıklamaya yönelik, kanılardan, inançlardan ve değer yargılarından oluşmuş bir çerçevedir Bilim adamının dış dünyaya bakışını belirleyen bir kuram olmaktadır Newton’un mekaniği, Kopernik’in güneş merkezli sistemi birer paradigma olmaktadır Bilim adamları bu paradigmaya göre alanlarındaki problemleri çözmeye başlarlar Ancak benimsenen paradigma, problemlere çözüm getirmede yetersiz kaldığında, olguları açıklama gücü oldukça yüksek başka paradigmalar onun yerine geçer Böylece bilimde ilerleme, bir paradigmadan diğer paradigmaya geçişle gerçekleşir Örneğin Batlamyus’un yer merkezli sistemi, evrendeki olguları açıklamada yetersiz kalınca, onun yerine Kopernik’in güneş merkezli sistemi yeni paradigma olarak ortaya çıkmıştır Ancak bir paradigmadan diğer paradigmaya geçişte, psikolojik, toplumsal pek çok bilim dışı faktörler işe karışır Bu nedenle Kuhn’a göre bilimsel etkinlikler rasyonel bir faaliyet olmamaktadır Kuhn, bir paradigmanın yerine diğerinin geçişini bilimsel devrim olarak niteler Eski paradigma içinde ortaya çıkan birtakım anomalilerin, yani alışılmışın dışındaki soruların cevaplandırılmasında giderek artan güçlüklerle karşılaşılması bilimsel devrime neden olur 2 Bilim Felsefesinde Klasik Görüş ve Eleştirisi a Bilime Klasik Görüş Açısından Bakış Bu görüş Auguste Comte’un pozitivizmiyle temsil edilir
Bu eleştiriler, temelde Kuhn’un görüşleri olarak ortaya çıkmaktadır
4 Bilimsel Açıklama ve Öndeyinin Özellikleri Bilimsel açıklama “neden” sorusunun cevabıdır “Ay ufuktayken neden tepede olduğundan daha büyük görünür?” sorusuna verilen cevap bir açıklama olacaktır Bilimsel öndeyi, bilimsel yasalara dayanılarak, henüz meydana gelmemiş olayları önceden kestirmek, tahmin etmektir Güneş tutulmasının önceden kestirilmesi bilimsel öndeyiye bir örnektir Bilimsel öndeyiler, olaylara ve olgulara ilişkin olarak önceden haber verir 5 Bilimsel Kuramın Özellikleri Kuram, bir takım ilkelerden, kurallardan yola çıkarak gerçekliği açıklamaya çalışan kavram çerçeveleridir Darwin’in evrim kuramı gibi Kuram, belli olgu türleriyle ilgili genellemeleri mantıksal bir düzene sokar
6 Bilimin Değeri a Pratik Değeri Hayatımızdaki faydalarını ifade eder Rahatlık, konfor sağlama, acıları dindirme gibi Bilimin pratik değeri daha çok teknolojiye bağlı ortaya çıkar İnsan bu sayede doğal güçleri denetim altına almaya çalışır Örnek olarak yıldırımlara karşı paratoner yapar Bunun gibi, telefonun, uçağın icadı bilimin pratik değeriyle açıklanabilir b Entellektüel Değeri İnsanın bilme isteğini ve merakını tatmin eder İnsanı kopyalama çalışmalarının temelinde bu merak yatmaktadır Billim bu merakın tatmininde aracı olmaktadır c Ahlaksal Değeri İnsanlara kazandırdığı birtakım karakter özellikleri ve alışkanlıklar bilimin ahlaki değerini ortaya koymaktadır Nesnel olabilmeyi, sorgulayıcı tavrı kazanmayı sağlar Bu sayede insan geleneksel kanıların ve bilgilerin gerçeklerle test edilmesi gerektiğini öğrenir İnsana bu kadar faydasının yanında bilim, zararlı amaçlar için de kullanılabilir Bu durumda insanın yaşamını kolaylaştırabilen bilim, yaşamı tehlikeye de sokabilmektedir Örneğin atom bombası böyle bir tehlikeyi beraberinde getirmektedir Ancak bu durumda zararlı sonuçlardan sorumlu olan bilim değil, onu üretenler ya da zararlı amaçlar için kullananlardır
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|
Varlık Felsefesi |
05-31-2009 | #3 |
Şengül Şirin
|
Varlık FelsefesiVARLIK FELSEFESİ Varlığı konu olarak ele alan felsefe, genel bir varlık kavramı üzerinde durur Varlık, evrende varolan herşeyin ortak adıdır Buna göre varlık, insan bilincinin dışında ondan bağımsız olabileceği gibi, insan bilincinin içinde, zihne bağımlı olarak da bulunabilir Örneğin, ağaç, kalem, ev gibi nesneler insan zihninden bağımsız olarak varolan gerçek varlıklardır Bu tür (gerçek) varlıklar zamana ve mekana bağlı olarak değişir, gelişir ve yok olabilirler Sayılar, geometrik şekiller, p (pi) sayısı gibi insan bilincinde ve ona bağımlı olarak varolan düşünsel (ideal) varlıklar da vardır Bu varlıklar zaman ve mekan dışı olup zihnimizde var olarak kabul ettiğimiz varlıklardır Felsefe, düşünsel ve ideal varlığı biraraya getirip genel bir varlık kavramı üzerinde dururken, “Varlık nedir?”, “Varlık var mıdır?”, “Varlığın ilk maddesi nedir?” gibi sorular sorar Felsefe, varlıkla ilgili çeşitli soruları problem olarak ayrı ayrı inceleyip tartışma konusu yaparken, iki yaklaşım ortaya çıkar Varlık, felsefenin konusu olduğu gibi bilimin de konusunu oluşturur Ancak felsefe ile bilimin varlığı algılayışları ve yaklaşımları arasında farklılık vardır Felsefe açısından varlık, bir yönüyle değil, genel olarak ele alınır Varlığın var olup olmadığı sorgulanır Felsefede varlık, akıl yoluyla, saf düşünce etkinliğiyle yorumlanır Buna karşılık bilime göre varlık; her durumda var olarak kabul edilir (Felsefedeki gibi var olup olmadığı sorgulanmaz) Ayrıca her bilim, varlığın bir yönünü konu alır Biyoloji canlı varlığı, psikoloji insanın psişik yönünü, coğrafya yerküreyi konu edinir 1 Metafizik Açısından Varlık İlk sebeplerin ve nesnelerin ilkelerinin bilgisidir Bu yüzden o, bilimin ele alamadığı kimi konuları inceleyen, onları açıklamaya çalışan bir bilgi dalı durumundadır Metafiziğin üç ana konusu vardır: Tanrı ve Tanrı’nın varlığının kanıtlanması, dünyanın varlığı, ruh ve ruhun ölümsüzlüğü Metafiziğin bu konularına hiçbir zaman tartışmasız kabul edilen açıklamalar getirilememiştir Çünkü, metafizik, varlığın özel alanlarını konu alan tek tek bilimler gibi kesin bir bilim olamaz Ama insan genel olarak bu konular üzerine soru sorma yeteneğini kaybetmediği ve bilimlerin çalışma alanlarında yeni sorular oluştuğu sürece metafizik, bir tür bilme etkinliği olarak varlığını ve önemini koruyacaktır Kant, “İnsan aklı, bilgisinin belli bir türünde özel bir kaderle karşı karşıyadır İnsan aklı bu bilgisinde öyle sorular tarafından rahatsız edilmektedir ki, akıl onları ne yadsıyabiliyor, ne de yanıtlayabiliyor” demektedir İşte bu alan metafiziktir 2 Ontoloji Açısından Varlık Varlığı ele alan, irdeleyen bilgi dalı ontoloji, varlığı iki temel problem açısından ele alır:
Nihilizm: Bilginin mümkün olduğu görüşünü reddeden, kendisinden şüphe edilemeyen hiçbir şeyin olmadığını öne süren ve maddi gerçekliğin varlığını yadsıyan bir öğretidir Bunun nedeni “varlığın varolup olmadığını bilmenin imkânsız görülmesinde yatar “Varlık var mıdır?” sorusunu olumsuz karşılar ve “yoktur” diye cevaplar Bu yaklaşımı, Gorgias, “Hiçbirşey yoktur, olsa bile bilinemez, bilinse bile başkasına aktarılamaz” sözüyle vurgulamıştır Realizm: Varlığı var olarak kabul eder İnsan bilincinden bağımsız olarak varlığın mevcut olduğunu iddia eder Realizme göre, biz varlığı ya doğrudan duyularımızla algılarız ve algıladığımız evren bizim kavradığımız gibidir Ya da zihnin imkânları aracılığıyla onun varlığını biliriz Ancak, varlığın varolduğu kabul edildikten sonra, zihne kaçınılmaz olarak “Varlığın ne türden bir varlık olduğu” sorusu belirir Filozoflar bu soruya farklı şekillerde cevap vermişlerdir 3 Varlığın Ne Olduğu Problemi a Varlığı “Oluş” Olarak Kabul Edenler Varlıkta sürekli bir değişme ve oluşun gerçekleştiğini savunan yaklaşımdır Bu anlayış, varlığın statik bir açıdan ele alınamayacağını, onun bir değişme ve oluş süreci olarak görülmesi gerektiğini savunur O halde evren, mekanik bir varlık değil, canlı bir oluştur Oluş görüşünü savunan Herakleitos, bu düşüncesini “Değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir” sözüyle dile getirmiştir Oluşun başlangıcı ve sonu yoktur Hayat da, bu sürekli varoluş ve yok oluşun ard arda gelişinden ibarettir b Varlığı “idea” Olarak Kabul Edenler Varlığın idea (düşünce) dan oluştuğunu savunan, varolan herşeyi düşünceye bağlayan, insan düşüncesinden bağımsız bir nesneler dünyasının ya da bir gerçekliğin varlığını yadsıyan yaklaşımdır İdealistler, maddenin gerçek olmadığını, gerçeğin zihnimizde yer alan ide’lerden oluştuğunu savunurlar Örneğin güzellik idesi, güzel diye algılanan bütün varlıklardan daha gerçektir Bunun gibi ağaç idesi de, şu ağaçtan daha fazla bir şey ifade eder Çünkü ikinciler varlıklarını birincilerden almışlardır Güzel diye algılanan bir çiçek yok olur, unutulur ama çiçek fikrinin kendisi yok olmaz Platon: Platon’a göre gerçek varlıklar idealardır Duyusal dünyadaki varlıklar idealardan pay almak suretiyle var olurlar Bunlar ideaların yalnızca görünüşleridir Aristoteles: Aristoteles, idea olarak belirttiği formu varlığın içinde görmüştür İdealar tek tek nesnelerin özüdür Madde, bu form sayesinde biçim kazanır ve gerçek olur Örneğin bir heykelin ideası, sanatçının ona verdiği form, yani biçimdir Hegel: Asıl ve gerçek varlık, insan zihninden bağımsız olarak var olan Mutlak akıl (Geist) dır Bu Mutlak akıl, evrensel ve manevi bir varlıktır Bu görüşün idealist olarak değerlendirilmesinin nedeni, Hegel’in varlığı temelde tinsel bir töz olarak belirlemesidir c Varlığı “Madde” Olarak Kabul Edenler Varlığı madde olarak ele alan görüşe materyalizm denir Materyalizm, evrendeki tek cevherin madde olduğunu, maddenin düşünceden bağımsız olarak varolduğunu ve bütün varlıkların maddeden türediğini ileri sürer Bilinç, ruh gibi tinsel varlık da dahil, bütün varlığı madde olarak anlar ve maddenin dışında başka bir varlık olduğunu kabul etmez Düşünme, hayal gibi olayları da maddenin kuvvet ve hareketleriyle açıklar Demokritos: Var olan her şeyi sonsuz sayıda atoma ayırmıştır Her şey atomların birbirlerine çarpması sonucunda, mekanik bir zorunlulukla oluşur Atomlar belli bir sıra ile birleşerek veya ayrılarak varlıkları oluşturur Hobbes: Gerçekte var olanın, cisim veya madde olduğuna inanır Ona göre dünya mekanik hareket kanunları tarafından yönetilen cisimlerin bütünüdür Bütün gerçeklikler yalnızca maddi olarak düşünülebilir Marks: Evrendeki hareket ve değişme maddeden başka bir şey değildir Ona göre madde biçim değiştirir Tüm değişmelerin temelinde karşıtlık ve çatışma vardır Düşünce, maddeden sonra gelen ve ona bağlı olan varlıktır d Varlığı Hem “Düşünce” Hem “Madde” Kabul Edenler Varlığın düşünce ve madde gibi iki cevherden meydana geldiğini savunan anlayışa dualist anlayış denir Dualizm, varlıkta daima iki prensibin varlığını kabul eder Descartes: Varlıkta iki töz vardır: Biri “ruh”, öteki de “madde” Ruh düşünen , madde de yer kaplayan bir tözdür Bunlar arasında hiç bir birleşme noktası yoktur Yalnızca insanda bir araya gelirler e Varlığı “Fenomen” Olarak Kabul Edenler İnsan zihninden tam anlamıyla bağımsız olmayan bir varlık alanı vardır; insan bu varlık alanını bilebilir İnsanın bilinci tarafından belirlenen bu varlığa “fenomen” denilmektedir Fenomen, insana görün-düğü şekliyle varlıktır Fenomene, Husserl’in “özü görme” denilen yöntemiyle ulaşılabilir Husserl: Var olanın yalnızca fenomenler olduğunu söyler Bu fenomenin insan bilinci tarafından bilinebileceğini savunur İnsan onların özünün bilgisini edinebilir Ona göre varlığın bilinçten bağımsız bir var olma durumu yoktur; varlıklar bilincimizin bilgi nesneleri olarak vardırlar Yani bizim zihnimizin olanakları çerçevesinde var olurlar
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|
Cevap : Felsefenin Bölümleri |
05-31-2009 | #4 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Felsefenin BölümleriAHLÂK FELSEFESİ (ETİK) Ahlâk felsefesi, felsefenin insan eylemlerini ve bu eylemlerin dayandığı ilkeleri konu alan dalıdır Buna göre ahlâk felsefesi, ahlâk alanında hakim olan ilkeleri, “iyi” ve “kötü” nün ne olduğunu, ahlâklılığın ne anlama geldiğini ele alır Ahlâklılığın ne olduğu üzerinde durur; özünü ve temellerini araştırır İnsanın davranışlarında özgür olup olmadığını sorgular Hangi eylemlerin ahlâklı olabileceğini irdeler Bunlar için bir takım ölçütler koyar Kısacası ahlâk felsefesi, ahlâk hayatı üzerinde sistemli bir biçimde düşünme ve soruşturmadır Her bilgi dalının kendine özgü kavramları ve özel terimleri vardır Ahlâk felsefesinin de “iyi”, “kötü”, “özgürlük”, “erdem”, “sorumluluk”, “vicdan”, “ahlâk yasası”, “ahlâki karar”, “ahlâki eylem” olarak belirlenen kavramları vardır Şimdi bu kavramların neyi anlattığını kısaca belirtelim 1 Ahlak Felsefesinin Temel Kavramları İyi: Ahlâk açısından yapılması uygun olan, iradenin yapılmasına özgürce karar verdiği eylemlerdir Kötü: Ahlâk yasası açısından yapılması uygun olmayan eylemlerdir Özgürlük: İradeyi kullanarak istediğini yapabilme halidir Erdem: İradenin cesaret, cömertlik, bilgelik gibi iyiyi yapmaya yönelmesidir Sorumluluk: İnsanın bilerek ve iradeli olarak yaptığı bir işin, bir davranışın sonuçlarını kabullenmesidir Vicdan: İyi ile kötüyü birbirinden ayırabilme gücüdür (Bireyin, kendi tutum ve eylemlerini değerlendirme yetisi) Ahlâk yasası: Uyulması ahlâk açısından gerekli ve geçerli olan kurallardır Bu kurallar kişinin ne yapması, ne yapmaması, davranışlarının nasıl olması gerektiğini gösterirler Ahlâki karar: Kişinin, ahlâk yasalarına kendi hür iradesi ile uymasıdır Bu uyma dışardan herhangi bir zorlama ile değil, bireyin kendi isteğiyle olmalıdır Ahlâki eylem: Ahlâk kurallarına uygun ve iradeli olarak bir şeyi yapmaktır 2 Ahlâk Felsefesinin Temel Soruları a Ahlaki eylemin bir amacı var mıdır? Bu soruya filozoflar farklı cevaplar vermişlerdir Ahlâkın amacını mutluluk - haz olarak açıklayan filozoflardan Epiküros’a göre mutluluk; yaşamdan “haz” alabilmektir Haz, en yüksek iyidir Ancak bu haz duyusal bir haz olmayıp, bedenin acılardan uzak olması, ruhun huzura kavuşmasıdır “Fayda”yı ileri süren filozoflara göre mutluluk, insanın tutkularına engel olması, toplumun çıkarının kişisel çıkarlardan üstün tutulmasıdır Kant’a göre ise ahlâki eylemin amacı mutluluk değil “ödev” olmalıdır Ödev, iyiyi istemedir Bunun gerçekleşmesi ya da gerçekleşmemesi önemli değildir b İnsan ahlâki eylemde bulunurken özgür müdür? Bu soruya filozoflar birbirine karşıt iki cevap vermişlerdir İnsanın eylemlerinde özgür olduğunu ya da olmadığını savunanlar kendilerine göre psikolojik, sosyal, ahlâki ve hukuki kanıtlar ileri sürmektedirler Eylemlerin özgür olduğunu savunan filozoflar, kişinin kararlarında tamamen özgür olduğunu ileri sü-rerler ve özgürlük için sınır tanımazlar Eylemlerin özgür olmadığını savunanlar ise herşeyin önceden belirlenmiş olduğuna, insanın önceden belirlenmiş olanları hiçbir şekilde değiştiremeyeceğine inanırlar Bunlara göre insan, rüzgarın önündeki yaprak gibidir İrade içten ve dıştan gelen etkenler tarafından belirlenir İnsan karar alırken içinde bulunduğu koşulların etkisindedir Bu koşullar serbest karar vermeyi önler
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|
|