Türkiye'nin Jeopolitik Konumu Ve Önemi |
05-19-2009 | #1 |
Şengül Şirin
|
Türkiye'nin Jeopolitik Konumu Ve ÖnemiJEOPOLİTİK VE TÜRKİYE’NİN YER ALDIĞI YENİ JEOPOLİTİK ORTAM Bu inceleme, ülke ve ittifakların politika ve strateji oluşturmalarında baş rolü oynayan jeopolitik ve jeostrateji kavramlarını açıklamak ve Türkiye’nin günümüz şartlarında yer aldığı jeopolitik ortamı belirlemeyi amaçlamaktadır Coğrafya, insanoğluna toprağı, suyu, havayı, beslenme ihtiyaçlarını kısaca her şeyi bahşetmiş bir varlıktır İnsan da onun değerlerini anlamaya çalışmış, toplumsal yaşam geliştikçe yaşadığı topraklara ve çevresine sahip olma, geliştirme, hatta onu genişletme ve artırma duygusu da gelişme göstermiştir Tarih boyunca toplumsal yaşamda ve toplumlararası mücadelelerde coğrafyanın değeri bilinerek hareket edilmişti İskender, Anibal, Sezar, Cengiz, Attila gibi kıtalararası uzun seferler yapan liderlerin harekete geçmeden önce hedef ülkelerin ve aradaki coğrafi bölgelerin özelliklerini incelemeden ve buna göre hareket istikametlerini tespit etmeden yola çıktıklarını düşünmek çok yanlış olur Ancak konunun bilimsel bir tarzda ele alınışı yakın tarihlere hemen hemen 20 yüzyıl başlarına rastlamaktadır Coğrafi muhiti politikada kullanma sanatı olan Jeopolitik, kavram olarak bu dönemde anlam kazanmaya başlamış ve özellikle iki dünya harbi arasında geliştirilmiştir Dünya hakimiyeti peşinde koşan veya güçlü kalma uğraşı veren ülkeleri, ortaya attıkları teorilerle etkileyen büyük jeopolitikçiler çoğunlukla bu dönemde yaşamışlardır Jeopolitiği tanımlama ve yönlendirmede çatışan düşüncelerin yer aldığı dönemler olmuş ve bu alanda çalışan bilim adamlarını kaygılandıran görüşler ve yönelimler olmuştur Rus Prof JW Semyenov, en sevdiği çalışma konusunun Almanlarca dejenere edilmesi üzerine görüşlerini iki kelime ile ortaya koymuştur “Faşist Jeopolitik” JDe Castro ise “bu kadar çok ihtilaf konusu olan ve nefret edilen bu kelimeye hakiki manası verilmelidir” diyerek endişesini dile getirmektedir Jeopolitik yeni ve genç bir bilim dalı sayılabilir Hatta oluşumu ve gelişimini tamamlayıp temeline oturduğu bile söylenemez Bu nedenle, Dr Erich Obest, “Jeopolitik iyice öğrenilmeden meşgul olunursa tehlikeli yolların ve polemiklerin açılmasına neden olunur Jeopolitik devletin coğrafi vicdanı olmak ister” diyerek kaygılarını dile getirme ihtiyacını duymaktadır İyi bilmemenin ötesinde, günümüzde aşırı uçlarda gezinen bazı bilim adamlarının jeopolitiği kullanarak (bilhassa sosyo-kültürel alanda) büyük çaptaki çatışmalara zemin yaratmaya çalışmakta, etnik gruplar yaratarak veya mevcutları kaşıyarak ülkelerin parçalara bölünmesine gayret etmektedirler Jeopolitik hükmetme görüşüdür, hükmetme ve iktidar olma bilimidir İnsan sosyal zirveye yakınlaştıkça jeopolitiğin anlamını, yararlarını kavramaya çalışır Jeopolitik, üst düzey siyasetçilerin bilimidir Günümüzün devlet adamları ve askerleri jeopolitiği iyi bilmek ve anlamak zorundadırlar Pierre Célérier bu zorunluluğu şöyle ifade etmektedir “Komutan ve devlet adamı birbirleriyle uyum içinde, öyle ki bazen tek bir fert halinde olmalıdırlar Bunlar, Jeopolitik ve Jeostrateji olarak adlandıracağımız kendilerini ilgilendiren sahalara tatbik edilen modern coğrafyanın kavramlarında buluşur ve anlaşırlar” 2 Jeopolitiğin Tarihi Gelişimi İnsanın fiziki çevresi ve davranışları arasındaki çevresel münasebetlerin araştırılması çok eski dönemlere kadar gitmektedir Eski Yunanlılar, toplum ile coğrafya arasındaki ilişkilerle ilgilenmişler; Herodot (MÖ 485-425), Eflatun (MÖ 427-347) devlet ile o devletin üzerinde yaşadığı arazinin ilişkilerini incelemişlerdir Aristo (MÖ 384-322), içinde yaşadığı Atina şehrinin özelliklerinden cesaret alarak bir ülkenin büyüyüp gelişmesi için, muhtemel dış saldırılardan tepeler ve dağlarla korunmuş olması ve denizaşırı ticaretten azami istifade için iyi bir limana yakın bulunması gerektiğini ileri sürmekte idi Strabo (MÖ63-MS24), devletlerin kültürel ve politik faaliyetleri ile üzerinde yaşadıkları araziler arasındaki ilişkileri belirtmeye çalışmış ve Roma İmparatorluğu’nu inceleyerek “Coğrafya” isimli kitabında, büyük bir politik yapının, sağlam bir merkezi hükümete ve mekanizmanın düzgün işlemesi için de yetkilerin bir kişide toplanması gerektiği sonucuna varmıştı Bu noktadan hareketle mükemmel coğrafi mevkii, iklimi ve kaynakları dikkate alındığında, İtalya’nın böyle güçlü bir devlet olabileceğini ileri sürmüştü Roma İmparatoru Jul Sezar (MÖ100-44)’ın coğrafi unsurların ülke fetihlerine olan etkilerini çok iyi incelediği bilinmektedir ve yaptığı muharebeleri kazanmasının en önemli sebeplerinden birisinin de coğrafyaya değer vermesidir denilebilir "Galya Savaşları” isimli kitabında, coğrafya ile siyaset ve strateji arasında önemli ilişkiler bulunduğunu öne sürmüştür Büyük İslam düşünürü İbni Haldun (1332-1406) “Mukaddime” adlı ünlü eserinde, esas temaları olan “Toplum” ve “Uygarlık” için belirtmiş olduğu üç temel koşulu; yaşamı sürdürmek için gerekli maddelerin üretimi, toplumsal dayanışma ve dış tehditlere karşı savunma olarak özetlemektedir İbni Haldun, devletlerin doğuşunu, yükselişini ve çöküşünü dayanışma yoğunluğu açısından açıklamaktadır O’na göre devlet üç evrim aşamasından geçer Birinci safhada, kabile dayanışmasının yarattığı güçlü ve canlı bir bütünlük, dostluk duygusu ve dayanışma mevcuttur Yöneticiler ve yönetilenler arasında gaye ve fikir birliği vardır Bireyler gruba azami istekle katılırlar İkinci safhada refah yavaş yavaş yerleşir lüks yaşama yönelme başlar, dayanışma zayıflamaya başlar ve otoriter yönetim güçlenir Dayanışmanın gayesi egemenlik olur Üçüncü safhada, büyük bir lüks göze çarpar, güç ve yetkiler en üst kademede toplanır Yöneticiler ile yönetilenler birbirine yabancılaşır Vatandaşın mali yükü artar Grup dayanışması önemini kaybeder Birbirleriyle çatışan ayrı dayanışma grupları oluşur Bu safhada devlet iç ayaklanmalara ve dış saldırılara karşı hassas hale gelir Temel kanun ve kurumların zamanında düzeltilmesi devlete taze bir soluk kazandırabilir Ancak devletin sonu ertelense de süresiz olarak önlenemez Coğrafya konusundaki büyük katkısı fiziki coğrafya ile tarihin ilişkisine yönelmiş olmasıdır İbni Haldun sayesinde fiziki, sosyal ve ekonomik coğrafya, sosyoloji, ekonomi ve siyasi tarihle birleşerek “Jeopolitik” adı verilen ve senteze dayanan yeni bir bilim dalı ortaya çıkmıştır Hiç şüphesiz, dünyanın çeşitli bölgeleri daha ilk çağlardan beri, hesaplı yayılmalara sahne olmuştur ve Akdeniz havzası bunun tipik bir örneğidir Gerçekte, büyük keşifler sonucunda bütün dünyaya yayılan rekabetin sertliği 15 yüzyılda coğrafi temellere dayanan bir bütünleşmeye meydan vermiştir Politika, ancak 17 yüzyıl sonlarına doğru modern coğrafyanın kapsadığı unsurlara değer verip bunlara dayanmaya başlamıştır Keşifler, müstemlekelerdeki canlılıklar, ticari gelişmeler, ilim, teknik ve sanattaki ilerlemeler, artık bir din faktörü yerine materyalizm noktai nazarının hakim olmasını sağlamıştır Tabii Sınırlar Tezi ile Kardinal Richelieu (1585-1642), Hayat Sahası Tezi ile Friedrich List politika ile coğrafyayı birbirine bağlayan anlayışı sergilemiştir Monteskiyö (1689-1775)’nün “L’Esprit de Lois-Kanunların Ruhu” adlı eserinin bütün gelişmeler üzerindeki etkisi büyük olmuştur Monteskiyö, herhangi bir coğrafi alanın iklimine önem vermiş ve bu yerlerde oturan insanların karakterlerini oturdukları yerin iklimi ile mütalaa etmiştir Öyle ki, “Bir Moskova’lıyı his sahibi yapabilmek için derisini kazımak gerekir” diyecek kadar iklim ve insan etkileşiminin üzerinde durmuştur Asya’nın topoğrafik yapısı, büyük ve yeknesak imparatorlukların, Avrupa’nınki ise küçük topraklı devletlerin teşekkülüne imkan verdiği yorumunu yapıyor, keza ticaret ve bunun tabii neticesinin barışı sağladığına değiniyor Bu dönemde “Siyasi Coğrafya” kavramı, Turgot’ın “La Geographie Politique” başlıklı bir yazısı ile literatürde yerini almıştır Siyasi coğrafyanın ayrı bir bilim dalı olduğunu ilk olarak ortaya atan Emanuel Kant (1724-1804), “siyasi coğrafyanın babası” ünvanını bu husustaki görüşleriyle kazanmıştır Hatta Kant, modern coğrafyanın kurucusu olarak tanınır 18 yüzyıl, bilginin hızla geliştiği ve bu bilgilerin mantıki bir şekilde tasnife tabi tutulduğu dönemdir Coğrafya kendi kendini idrak ve organize eder Coğrafyanın adından sık sık bahsedilir ve en çok ilgi çeken konulardan biri olan politika hakkında büyük fikir tartışmaları yapılır Burada “Coğrafya” onurlu bir mevki işgal eder Ve nihayet tabiat kanunlarını coğrafya ile politika arasındaki münasebetlere tatbik etmeye teşvik eder |
Cevap : Türkiye'nin Jeopolitik Konumu Ve Önemi |
05-19-2009 | #2 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Türkiye'nin Jeopolitik Konumu Ve Önemi19 yüzyıl sınırlı bir romantizmin yanında harika bir şekilde geliştiği kadar da kendini kabul ettiren ilmin neticeleri, hemen hemen bütün sahalara hakim olmaya başlamıştır Bu devir endüstriyel kalkınmanın hem maddi hem de insani yönden dünyayı sarsmaya başladığı devirdir Coğrafya yeni bir değer ve daha önemli bir mevki kazanırken metotları, doğrudan doğruya, yeni fikir cereyanlarının tesiri altında kalırlar Politika, ekonomi ve sosyal organizasyon, en azından başlangıçlarını ve temayüllerini coğrafyaya sorarlar ve kendi hareket doktrinlerini kurmak için diğer unsurlarla tamamlamak üzere coğrafyada yeni unsurlar ararlar Modern coğrafya bu şekilde doğdu Dallarından bir tanesi fevkalade bir önemle ortaya çıktı Çünkü etüt ettiği problemler, aynı zamanda insanlığa yön veren yolları telkin eden; muğlak, hareketli ve insanlığı ilgilendiren problemlerdir Bu “Politik Coğrafya”dır, yahut, ihtisas biraz daha genişletilirse “Jeopolitik”tir Çağdaş jeopolitiğin başlangıcı olarak Alman Coğrafyacı ve antropolog Friedrich Ratzel (1844-1904)’in 1897’de yayınlanan “Politische Geograhie-Siyasi Cografya” adlı eserindeki fikir ve yorumları gösterilir Ratzel’e göre siyasi coğrafya mükemmel haritalar yapmakta ve ülkeleri tanımak için yeni bilgiler getirmekte, havanın, nüfusun, iklimin etkilerini yeterli bir şekilde açıklamakta ise de, siyasi ilimler üzerinde tatmin edici bir duruma ulaşamadığından cansız ve sade kalmaktadır O halde coğrafya, siyasi ilimleri de yine kendi sahasında işleyerek ancak Siyasi Coğrafyayı statik olmaktan kurtaracak ve ona bir hayat ve canlılık kazandıracaktır Ratzel, kitabını 1903’de, “Siyasi Coğrafya veya Devletler, Ulaştırma ve Savaş Coğrafyası” adıyla genişleterek yayınladı Mekân fikrinin tarihte kaybolmadığına işaret ederek, “vaktiyle bir birlik ifade eden mekân, parçalanmış olsa dahi, o mekân fikri yahut mekân duygusu asırlarca yaşar ve günün birinde siyasi bir fikir olarak tekrar hayat bulabilir” diyordu Ratzel, siyasi güç olarak teşkilatlanmış bir toplumun bulunduğu fiziki ortamla münasebeti hakkında genel bir teoriye varmak istiyordu Teorisini önce coğrafyanın politikaya sunduğu iki temel unsura dayandırıyordu Genişlik, fiziki özellikler, iklim vb ile tayin edilmiş “mekan-raum”; mekânın yeryüzündeki vaziyetini tayin eden ve münasebetlerinin bir kısmını yöneten “konum” İnsanın müdahalesi, tabiata bir dinamizm vermek ve onu organize etmekteki tabii istidadı demek olan “mekân duygusu-raumsinn” tarafından yönetilir düşüncesi ve bir milletin işgal ettiği saha miktarı ve haritadaki uygun konumu, o milletin siyasetini tespite yeter olmadığını takdir ederek, felsefesine bu üçüncü unsuru ilave etmişti Topluluklar az çok istidatlıdırlar, öyleyse komuta ve organize etmeye, yani idare etmeye ve diğerleri üzerinde hakkı olmaya az veya çok tayin edilmişlerdir Bu kabiliyetler zayıflayabilirler ve hatta kaybolabilirler, fakat yetiştirilip kuvvetlendirilebilirler de Görülüyor ki Ratzel ırkçılık anlayışından uzak değildir Ratzel, devletin coğrafi ve politik yapılarını biyolojik organizmalara benzeten fikirleriyle kendisinden sonra “Hayat Alanı – Rebensraum” adıyla gelişecek Alman Jeopolitik Ekolü’nün temellerini atmıştır Ratzel, devletler arasındaki sınırlara geçici işaretler gözüyle bakıyordu Sonunda dünya hakimiyeti için muazzam bir mücadeleye girecek olan bir kaç güçlü devletin ortaya çıkmasına sebep olacak şekilde, küçük politik bölgeler, daha büyükleri tarafından eritilecektir 1930’larda Ratzel’in fikirleri Nazi Almanyası’nın “Lebensraum”u ele geçirmesini, ilerlemelerini ve tabii kanunlara uygun olarak mukavemet edilemez genişlemesinin ilham kaynağı olmuştu Rudolf Kjellen (1864-1922), 1916 yılında yazdığı “Bir Hayat Şekli Olarak Devlet” adlı eserinde, yaşayan bir organizmaya benzettiği devletin beş aktif unsurunu “Sosyopolitik, Ekonopolitik, Kratopolitik, Demopolitik ve Geopolitik” olarak adlandırmış ve böylece JEOPOLİTİK terimi doğmuştur Kjellen, Ratzel’in fikirlerini ifrat derecesine götürerek ve 19 yüzyıl Alman filozoflarına karşı aynı şekilde hareket ederek Birinci Dünya Harbi sıralarında Alman ekolüne yeni bir hareket vermiştir İlk defa “Jeopolitik” adı altında devleti bir şahısa benzeterek, her ikisinin de organlarını kıyaslamak suretiyle devletlere davranışlarında, insanlara benzer davranışlar vererek bir doktrin vazetmiştir Nihayet Alman ırkının üstünlük ve “Raumsinn”e olan kabiliyet tezini kuvvetlendirdi ve böyle bir ekolün başına geçecek Karl Haushoffer’i buldu General ve profesör, asker ve politikacı Haushoffer, milli çapta ve Nazi idareciler tarafından şevkle teyit edilen politik ve ilmi bir doktrin lanse etmek için gerekli niteliklere sahipti Ratzel ve Kjellen’den daha ileri giderek yabancı referanslarla tezini kuvvetlendirme hünerini gösterdi Mackinder’in “Kalpgâh”ını biraz daha batıya oynatarak onun fikirlerini Almanlar için kullandı Fransız Vidal de La Blanche, Alman Jeopolitik Ekolü’nün aksine, olayların sadece müşahade ve sınıflandırılmasında kalmayarak daima coğrafi olayların izahını aramıştır Devleti bir canlı organizma değil, “Kültürel ve Ulusal Bir Varlık” olarak kabul eder Politikaya insan unsurunun hakim olduğu görüşündedir, bu nedenle coğrafi determinizme karşıdır Coğrafi olaylar bir akışkanlığa sahip olup değişirler Bu Vidal’in getirdiği önemli bir kavramdır İngiliz Jeopolitik Ekolü’nün temsilcisi Sir Halford Mackinder (1861-1947) bir coğrafyacıdır Mackinder, dünya coğrafyasına politik ve özellikle dünya hakimiyeti açısından değerlendirme çalışmasına girmiş ve bu çalışmaları ile “Kara Hakimiyet Teorisi”ni geliştirmiştir Mackinder’in coğrafyayı devlet idaresi için bir yardımcı olarak kullanmayı ileri sürmesine karşılık, Kjellen Coğrafyaya dayalı bir devlet idaresi sistemi formüle etmiştir Mackinder, yeryüzünde bir tek büyük kara parçasının olduğunu kabul eder “Dünya Adası-World Island” adını verdiği Avrupa-Asya-Afrika kıtalarıdır Rusya’nın bulunduğu orta bölge “Heartland-Kalpgah”tır Mackinder, üç aşamada hudutlarını geliştirdiği Heartland ile meşhur formülünü ifade eder “Doğu Avrupa’yı elinde tutan Heartland’e egemen olur, Heartland’i elinde tutan Dünya Adasına egemen olur, dünyanın bu adasını elinde tutan dünyaya egemen olur” Böyle bir kara parçasına sahip tek devlet Rusya’dır ve dünya hegemanyasını elde etmesine mani olunmak isteniyorsa onun açık denizlere çıkmasına müsaade edilmemelidir Bu netice, Soğuk Savaş Dönemi boyunca aktüel kalmıştır Bugün ise, Rusya, Bağımsız Devletler Topluluğu’nda istediği ölçülerde entegrasyon sağlayabildiği takdirde formülün aktüel kalmasını devam ettirebilir Amerika’da Amiral Alfred Thayer Mahan (1841-1914), 1890’da yayımlanan “Deniz Kuvvetlerinin Tarihe Etkisi” adlı eseriyle “Deniz Hakimiyet Teorisi”nin esaslarını ortaya koymuştur 19 Yüzyılda endüstri devrimi sonucu bir yandan yeni keşifler yapılmış, diğer yandan ekonomik ilişkiler büyümüştür Ham madde arayışı ve yeni ürünlerin pazarlanması ihtiyacı, deniz yollarının önemini artırmış, gelişen teknoloji ile mesafeler kısalmıştır Tarihi ipek yolu önemini kaybederken, Mahan’ın “Denizlere hakim olan dünyaya hakim olur” tezi tesadüfen ortaya çıkmamıştır Amerikan Jeopolitik Ekolünün gelişmesi özellikle Prof Nicolas Spykman (1893-1943)’le başlar Spykman, 1942’de yayımlanan “Dünya Politikasında Amerikan Stratejisi” ve ölümünü müteakip 1944’de yayımlanan “Sulhün Coğrafyası” adlı iki önemli eseriyle jeopolitiği Amerikan milli güvenlik politika ve stratejisinin dayanacağı coğrafi esasları ve yaptığı dünya coğrafyası değerlendirmesi ile de “Kenar Kuşak Teorisi – Rimland”i ortaya koymuştur Spykman bu teori ile aslında Mackinder’in Kara Hakimiyet Teorisine cevap vermekte ve Sovyetleri Asya’nın merkezi bölgesinde tutacak ve denizlere çıkışını çok büyük ölçüde engelliyecek politika ve stratejileri ön plana çıkarmaktadır ABD’nin güvenlik stratejisinin oluşumunda benimsediği Kenar Kuşak ve Deniz Hakimiyet Teorileri günümüze kadar aktüelliğini devam ettirmişlerdir __________________ |
Cevap : Türkiye'nin Jeopolitik Konumu Ve Önemi |
05-19-2009 | #3 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Türkiye'nin Jeopolitik Konumu Ve ÖnemiGünümüze doğru yaklaştıkça jeopolitik ve jeostrateji, uluslararası ilişkiler ve güvenlik alanlarında daha fazla yer almakta ve çok kullanılan kavramlar olmaktadırlar SSCB’nin dağılmasını müteakip gerek siyaset bilimciler gerekse konu üzerinde çalışan askerler ve düşünürlerin günümüz problemlerine yaklaşımlarında daha radikal görüntüler ortaya koydukları ve geleceğe yönelik değerlendirmelerde yoğunlaştıkları görülmektedir Pascal Boniface, Jeopolitik ve Jeostrateji kavramları arasındaki farkı açıklarken, jeostratejiyi daha ziyade güvenlik ve savunma konuları ile ilgili kullanmakta, jeopolitiği ise uluslararası ilişkilerde tarafların genel yaklaşımlarını ortaya koyan, ilgili aktörlerin satranç hamlelerini analiz etmeye yarayan bir sistem yaklaşımı olarak açıklamaktadır Boniface haklı olarak fiziki coğrafyanın, devletlerin politikası üzerinde yakın etkisini jeopolitik olarak tanımlamak gerektiğini ifade etmektedir Yves Lacoste, 1993’te yayınladığı “Jeopolitik Sözlük”te insanoğlunun on yıllar boyunca ekonomiyi merkeze koyarak düşünmeye alıştırıldığını ve artık çatışmaların karmaşıklığını ve dünyayı başka türlü görmek gerektiğini ifade etmektedir Günümüzde Jeopolitik teorilerden ziyade “Jeopolitik Problemler” olduğunu ve bu problemlerin olabildiğince objektif olarak sergilenmesi gerektiğini ve bu maksatla yegane yöntemin oyunları, gelişmeleri, birbirine zıt argümanlara sahip güçleri ve liderlikleri olduğu gibi ortaya koymak olduğunu iddia etmektedir Ortaya konan bu araştırma alanı tarihçileri, coğrafyacıları ve uluslararası ilişkiler uzmanlarını yakından ilgilendirmektedir Lacoste’a göre Rusya dışında yaşayan 25 Milyon Rus’un varlığı jeopolitik bir problemdir Kanada, Avusturya, İspanya ve Fransa’da yaşanan ayrılıkçı hareketler, büyük şehirlerde oluşan gettolar ile göçler ve göçmenlerin durumları İslam ülkelerinde meydana gelen ve fundamentalizmi hedefleyen hareketler, İran ve Arap ülkelerindeki örnekleriyle jeopolitik problemlerdir Burada Lacoste, 25 milyonluk Rus nüfusunu düşünürken Türkiye ve bağımsız Türk Devletleri dışında yaşayan 50 milyonluk Türk nüfusu görmezden gelmektedir Jeopolitik problemleri mevzii, bölgesel, ulusal ve dünya düzeyinde tanımladıktan sonra doğru bir yaklaşımla jeopolitiğin ilgi alanının geçmiş değil bugün olduğunu vurgulamaktadır Jeopolitiği ulusal sorunlar ve azınlık sorunları etrafında odaklayarak da mikro milliyetçiliği körüklemektedir Jacque Attali; güç ve güç olabilmenin şartları üzerinde durmakta, 21 yüzyılın jeopolitiğinin iki şeye sık sıkıya bağlı olacağını ve bunlarında AB ve ABD arasındaki ortaklığın alacağı şekil ile Rusya ve Çin’in pozisyonları olacağını vurgulamaktadır Fransız Michel Foucher, yeni uluslararası konjonktür içinde sınırların önemini tartışmaktadır “Mekânlar, tarihin bir aktörü değil sadece dayanağıdır” diyerek mekânların önemini sorgulamaya açmaktadır Foucher’e göre bugün jeopolitik, dinamik bir dış politika coğrafyası halini almıştır Son dönemlerin ünlü stratejistlerinden Zbigniew Brzezinski’nin eserlerinde, küresel çapta jeopolitik ve jeostratejik açıdan yaptığı değerlendirmeler ilgi çekmektedir Brzezinski açıkça; “Avrasya’ya egemen olan dünyaya egemen olur” demektedir Samuel Huntington 1993’de kaleme aldığı bir incelemede, 21 yüzyıldaki büyük savaşların medeniyetler arasında meydana geleceğini ileri sürerken, karşıt medeniyetlerin de Katolik Dünyası, Ortodoks Dünyası, İslam Dünyası ve Konfüçyen devletler olduğunu belirtmektedir İleri sürdüğü tezin özeti; 19 yüzyılda devletler, 20 yüzyılda ideolojiler çarpışmıştı, 21 yüzyılda ise kültürler çarpışacaktır Huntington bu tezinde 1960’larda Fransız filozof Raymond Aron ve 1940’lı yıllarda İngiliz Arnold Toynbee ile Christophe Rufin’in benzer görüşlerinden de destek almaktadır 1990’lı yıllarda oluşan jeokültür kavramı Huntington’ın tezi ile jeopolitik tartışmalara yeni bir boyut kazandırdı Huntington’a göre dünya dini ve etnik blok teşkillerinin ve çatışmalarının eşiğinde olduğu bir çağa giriyordu Sınırlar artık ulusal devletleri değil kültür bölgelerini gösterecekti Geleceğin global politik çatışmaları uygarlıkları birbirinden ayıran çizgiler üzerinde olacaktı Rufin bir “Avrupa Kalesi” eğiliminden bahsederken, Huntington benzer şekilde; her kim batıyı bir arada tutmak istiyorsa ülke içinde batılı kültürü sadece muhafaza etmemeli, aynı zamanda batının sınırlarını da tarif etmelidir Uluslararası güç mücadelesinde kültür bilinçli olarak bir araç haline getirilmektedir Günümüzde uluslararası ilişkilerde ekonomi önemli bir yere sahiptir Edward Luttwak için Jeokonomi, çatışma mantığının ticari alana taşınmasıdır Luttwak, “devletler arasındaki eski rekabet şimdi jeokonomi diye adlandırdığım yeni bir biçim aldı” diyerek konuya açıklık kazandırmaktadır Karşılıklı ülkeler arası bir rekabetten çok ekonomik bölgelerin jeoekonomik rekabeti ve çatışması söz konusu olmaktadır AB, NAFTA, APEC jeoekonomik nedenlerle kurulmuşlardır Bu oluşumların bir amacı da karşılıklı bağımlılık yoluyla muhtemel çatışmaları önlemeye yöneliktir Gelişen pazarlar, ordular ve diplomasinin yerini almaya başlamıştır ve “ekonomik diplomasi”den söz edilmektedir Bu ve benzeri söylemler sık sık ifade edilirken, bunun tam tersinin hazırlıklarının bu gelişen pazarlardan geçme olasılığının da dikkatten uzak tutulmaması gerektiğini hatırlatan söylemler de dile getirilmektedir ABD Dışişleri Bakanı Albright’ın “Yeni ekonomik gruplaşmalar, 21 yüzyılın askeri ittifaklarıdır” sözleri unutulmamalıdır Özetle tarihi gelişimine değindiğim jeopolitiğin kronolojik sıra ile birkaç tanımına yer vererek bu bölümü sonuçlandırmak istiyorum Kelimenin evrensel olarak kabul edilmiş bir tarifi yoktur ve siyasi coğrafya faktörlerinin objektif bir çalışması ile jeopolitik çevredeki siyasal güç spekülasyonları arasında dikkatli bir analize ihtiyaç vardır Kjellen: Jeopolitik, coğrafi teşekkül veya mekân içinde ilmi olarak devletin tetkikidir Devlet varlığının tabiat kanunları ve insanların davranışları açısından tetkik ve kıymetlendirilmesidir Devlet, vasıf ve kabiliyetlerini toprağından, bölgelesinden alan bir canlı organ, sahada tezahür eden bir hayat şeklidir Siyasetin gayesi, bu canlı varlığın mahiyetini kavramak, mukavemetli ve ebedi olması için gereken faaliyet ve icraatı sarf etmektir Haushofer: Jeopolitik, içinde yaşadığı coğrafi bölgenin ve tarihi gelişmelerin etkisi altında değişen siyasi hayat şeklinin (yani devletin) üzerinde yaşadığı yer ile münasebetidir Spykman: Jeopolitik, bir ülkenin güvenlik politikasının coğrafi unsurlara göre planlanmasıdır Kieffer: Jeopolitik, bir devletin sosyal, politik, ekonomik, stratejik ve coğrafi unsurlarının, bu devletin dış politikasının tayin ve takibine tatbikidir Bu tanımlarda başlangıçtan günümüze doğru; Kjellen, devletin tetkikini yapmakta, Haushofer, daha ileri bir tanıma ulaşmakta, Spykman, jeopolitiği tatbikat sahasına doğru yöneltmekte, Kieffer ise, jeopolitiğin kapsamını genişletmekte ve uygulamayı ön plana çıkarmaktadır Jeopolitiğin hemen yanı başındaki koltukta yer alan ve onun bir türevi olan jeostrateji’yi de tanımlamak gerekir Çünkü politika ve strateji gibi iki önemli fonksiyondan politikaya yön veren jeopolitik, stratejiye yön veren de jeostratejidir Jeostrateji, stratejik açıdan coğrafi unsurların incelenmesini ve stratejik sonuçlar çıkarılmasını kapsar Jeostrateji, coğrafya ile strateji arasındaki münasebetlerin ilmidir Jeostrateji, jeopolitik çıkarların stratejik yönetimidir _________________ |
Cevap : Türkiye'nin Jeopolitik Konumu Ve Önemi |
12-15-2010 | #4 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Türkiye'nin Jeopolitik Konumu Ve ÖnemiYüzeyindeki tüm eğimli alanlarla birlikte gerçek alanı ise 814,578 kilometrekaredir Türkiye genel görünüm olarak doğu-batı doğrultusunda uzanan ve boyu 1600km eni de 600 km olan bir dikdörtgen biçimindedirBu dikdörtgenin en kuzey ucu Sinop ilindeki İnceburun(42°06’ kuzey enlemi, 34°58’ doğu boylamı), en güneyi Hatay ilinin Yayladağ ilçesi(35°51’ kuzey enlemi, 36°06’ doğu boylamı), en doğusu Küçük Ağrı Dağının doğusundaki Türkiye-İran-Azerbaycan sınırı(39°37’ kuzey enlemi, 44°48’ doğu boylamı), en batı ucu ise Gökçeada’nın en batı noktası olan Avlaka Burnudur(40°07’ kuzey enlemi, 25°40’ doğu boylamı) Türkiye’nin kara sınıları 2753 km, deniz kıyıları ise 8333 km uzunluğundadırTürkiye’nin, Gürcistan-Ermenistan-Azerbaycan sınırının uzunluğu 610 km, İran sınırı 454 km, Irak sınırı 331 km, Suriye sınırı 877 km, Bulgaristan sınırı 269 km, Yünanistan sınırı ise 212 km uzunluğundadır Üç yandan ılık denizlerle kuşatılmış olan ülkenin başlıca özelliği, Kuzey Yarıküre’de Ekvator ile Kuzey Kutup Bölgesi arasında merkezi bir konumda olmasıdırEskidünya’nın karaları arasında yer almasına karşın denizlerle çevrilmiş ve orta kuşak iklim içinde bulunması tarih boyunca bu topraklarda yaşamış medeniyetlere önemli üstünlükler sağlamıştır Türkiye’nin başkenti Ankara ve ortalam nüfusu 65 milyondurYönetsel açıdan 76 il ve 842 ilçeye (1992) bölünmüş olan Türkiye Asya ve Avrupa arasında bir köprü konumundadır Türkiye, 185 dünya ülkesi içinde nüfus itibarıyla 16′ncı, toprak büyüklüğü itibarıyla 32′nci ve ekonomik gücü itibarıyla 16′ncı sırada olan bir dünya devletidir Türkiye, jeopolitik ve jeostratejik mevkii itibarıyla; - Dünyanın en önemli petrol rezervlerine sahip Orta Doğu ve Hazar Havzası, - Önemli deniz ulaştırma yollarının kavşağı durumunda bulunan Akdeniz Havzası, - Tarihte her zaman önemini sürdürmüş olan Karadeniz Havzası ve Türk Boğazları, - SSCB ve Yugoslavya’nın dağılması sonucu yapısal değişikliklere uğrayan Balkanlar, - Etnik çatışmalar yanında, zengin tabiî kaynaklara sahip Kafkasya ve bunun daha ötesinde Orta Asya’nın oluşturduğu coğrafyanın merkezinde etkili bir konumda bulunmaktadır Üç kıtayı birbirine bağlayan ve çok önemli bir jeostratejik konuma sahip olan Türkiye, aynı anda bir Avrupa, Asya, Balkan, Kafkas, Ortadoğu, Akdeniz ve Karadeniz ülkesidir Kısacası Türkiye bir Avrasya ülkesidir Türkiye’nin jeostratejik önemini pekiştiren diğer özellikleri ise; - Demokratik, lâik, sosyal hukuk devletine sahip ve piyasa ekonomisini kabul etmiş bir ülke olarak batı sistemlerini uygulaması ve batının tüm kurumlarıyla bütünleşmeyi benimsemiş olması, - 1990′lı yıllardan itibaren büyük değişmelere sahne olan Balkanlar, Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya ülkeleriyle tarihten gelen kültür birliğine ve gelişen olumlu ilişkilere sahip olması, - Kafkasya ve Orta Asya petrol ve doğal gazının batıya ulaştırılması için belirlenen güzergâhlardan birini ve en önemlisini ihtiva etmesi, - BM ve NATO’nun barışı koruma, bölgesel güvenlik ve istikrara yönelik girişimlerine iştirakleri ve bazılarında üstlendiği öncü rol ile Avrupa Güvenlik Mimarîsi üzerinde tartışılmaz bir ağırlığa sahip olmasıdır 20′nci yüzyılın sonlarında dünyadaki köklü ve hızlı gelişmeler, Türkiye’ye hem farklı sorumluluklar yüklemiş, hem de yeni fırsat ve ufuklar açmıştır Türkiye, Kuzey Atlantik İttifakı’nın bir kanat ülkesi konumundan çıkmış, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan Avrasya kuşağında merkezî bir duruma gelmiş, politik, güvenlik ve ekonomik açılardan büyük bir rol ve önem kazanmıştır Türkiye, geniş olduğu kadar, sorunlar, çatışmalar ve istikrarsızlıklar içeren bir coğrafyada yaşamaktadır Ancak Türkiye, böyle bir bölgede bir barış ve istikrar adası olma özelliğini koruma başarısını göstermiştir Türkiye, Avrupa’dan Pasifik’e ve Orta Doğu’ya uzanan geniş coğrafyada yer alan ender demokrasilerden biridir Anadolu Yarımadası’nın sunduğu zenginlikler ile tarih boyunca jeopolitik bir kavşak niteliği taşımış olan bu topraklarda yaratılan insanî değerlerin en güzel yönlerini benimseyen Türkiye Cumhuriyeti, çeşitli kültürlerin güzel bir sentezini oluşturmaktadır Demokratik, müreffeh ve istikrarlı bir Türkiye, doğu ile batının değerlerinin bütünleşip, bir arada yaşayabileceğinin çarpıcı kanıtıdır Türkiye’nin hem doğulu, hem de batılı yönleri, üyesi olduğu uluslararası örgütlerin çeşitliliği ile de kendini göstermektedir Türkiye aynı anda NATO, Avrupa Konseyi, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ), Ekonomik İşbirliği Teşkilâtı (ECO), D-20 ve İslâm Konferansı Örgütü (İKO) üyesi olan yegâne devlettir Türkiye, tarihî, coğrafî ve kültürel açılardan doğunun olduğu kadar, yine aynı kıstaslarla değerlendirildiğinde, tartışmasız biçimde batının da bir parçasıdır Türkiye’nin altı asır boyunca Avrupa ile mevcut ortak tarihi bunun en belirgin kanıtıdır Batının köklü demokrasileri ve pazar ekonomileri ile doğunun ümit vadeden genç demokrasilerini, Karadeniz ile Akdeniz’i, NATO ile İslâm dünyasını, gelişmiş ülkelerle gelişmekte olanları ve farklı kıtaları birbirine bağlayan Türkiye, İslâm ve diğer dinler arasında da bir dostluk ve iş birliği köprüsüdür Türk tarihi bu olgunun zenginlikleriyle doludur Türkiye ayrıca, gelecek yüzyılda Hazar ve Orta Asya doğal kaynaklarının batıya ulaşmasında doğal bir köprü rolü üstlenmektedir Dünya doğal enerji kaynaklarının %70′i Türkiye’nin etrafında kümelenmiştir Hazar petrollerinin batıya taşınmasını öngören ve uluslar arası camiadan büyük destek bulan Bakü-Ceyhan projesi, petrol nakil güzergâhı bakımından en istikrarlı ve güvenli ortamı sunmakta ve çevre korunması bakımından da en az riski taşımaktadır Bölgedeki zengin doğal kaynakların işletilmesini ve batıya naklini bölgesel iş birliği ve refahın artırılması için altın bir fırsat olarak gören Türkiye, söz konusu kaynakların dünya pazarlarına nakli için birden çok hattın kullanımını desteklemekte ve bu yönde siyasî iradesini ortaya koymaktadır Aynı şekilde, Hazar Havzası’nın doğal zenginliklerinin dünya pazarlarına ulaşmasıyla birlikte Kafkasya ve Orta Asya’ya yönelik insan ve mal trafiğinde meydana gelen artışın gerekli kıldığı Trans-Kafkasya Ulaşım Koridoru’nun hayata geçirilmesi bakımından da Türkiye anahtar ülke durumundadır Avrasya’nın karşısına tarihin çıkarmış olduğu yeni potansiyel ekonomik fırsat iyi değerlendirildiği takdirde, bu coğrafyada barış, istikrar, refah ve iş birliğinin kalıcı hâle getirilmesi mümkün olabilecektir Türkiye bir barış ve istikrar adası olma niteliğine ilâveten kaynaklarının zenginliği, demografik yapısı, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına saygıya dayanan demokratik, lâik rejimi, ekonomisinin dinamizmi, üretim kapasitesi, endüstrisinin rekabet gücü ile bir cazibe merkezi olarak içinde bulunduğu sancılı coğrafyanın barış, istikrar ve refah yönünde değişiminin itici gücü olabilir Türkiye, bu yapısı ile bölgede örnek bir ülkedir ve değişen dünya konjonktüründe jeopolitik, jeostratejik ve ekostratejik konumu nedeniyle önemi giderek artmaktadır Türkiye, dünya ekonomileriyle bütünleşme bakımından, bir taraftan küreselleşme hareketleri içinde yeralmış, diğer taraftan da ekonomik güç odaklarından Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaşması (NAFTA) ve Türkiye’nin Atlantik-Avrupa ve Avrasya kuşakları içinde özel bir konumu vardır Batı toplumu ile bütünleşme hedefi güden, ayrıca islâm aleminin demokratik, lâik ve çağdaş üyesi olan bir ülke durumundadır Türkiye; Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya’da Türkçe konuşan 200 milyonluk bir nüfusun da merkezinde bulunmaktadır Başta Türk dilleri konuşan toplumlar olmak üzere, yeni bağımsız devletlerin örnek aldıkları bir model teşkil etmektedir Türkiye, varlığı ve başarılarıyla, islâmiyetle demokrasinin bağdaştığının; ekonomik, sosyal ve kültürel bir kalkınmanın demokratik bir ortamda da gerçekleştirilebileceğinin somut bir kanıtıdır Dünyanın aradığı uzlaşmalar Türkiye’nin bünyesinde mevcuttur Türkiye dış politikasında etkinliğini; bu bünyeden alan bir uzlaştırma, barıştırma ve iş birliğinde buluşturma işlevini sürdürme kararlılığındadır Avrupa güvenliğinin Balkanlar, Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Kafkasya’da pekiştirilmesi, barış ve iş birliğinin güçlendirilmesi hedefleri ancak Türkiye’nin katılımıyla ve somut katkısı ile gerçekleştirilebilir Türkiye uluslar arası ilişkilerde geçerli olması gereken çağdaş norm ve davranış kurallarının savunucusudur Bunların global ve bölgesel düzeylerde yaşama geçirilmesi için her türlü çabayı göstermektedir Türkiye’nin dışarıda izlediği siyasî hedeflerin bir yandan çevresindeki mevcut ve potansiyel ihtilâfların kontrol altına alınmasına, diğer yandan bölgesel entegrasyon ve iş birliği yoluyla kalıcı barış ve istikrarın sağlanmasına yönelik olması tabiîdir Türkiye’nin bölgede oynadığı rolün temel felsefesini; ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi, siyasî istikrarın tesisi ve bölge ülkelerinin dünya ile entegrasyonunun sağlanması hedefleri oluşturmaktadır Türkiye bu anlayışla demokrasiyi, hoşgörüyü, hukuk devleti niteliklerini ve lâikliği çevresine yansıtmaktadır Zira Türkiye bunları en iyi yapabilecek durumda bulunan nadir ülkelerden biridir ve bu konuda sorumluluklarını üstlenmektedir 21′nci asırda Türkiye’nin vizyonu; bölgesel zenginliklerini, entegre olma hedefi içinde olduğu Avrupa’ya taşıyan, küreselleşme olgusunu ileri götüren ve bu hareket içinde belli başlı bir rol sahibi olarak ortaya çıkan ve nihayet kalkınma ve iş birliği hamlelerinde barıştan yana ve öncü bir ülke olmaktır Bu vizyon gerçekleşme yolundadır Balkanlardan Orta Asya’ya kadar Türkiye’nin önünde yeni ufuklar açılmış, yepyeni iş birliği ve dayanışma imkânlarına kavuşulmuştur Bu anlayışla Türkiye, dışarıya daha fazla açılmakta ve coğrafî uzaklığın önemli olmadığı günümüz dünyasında, Uzak Doğu’dan Lâtin Amerika’ya kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde dostlar, pazarlar ve yeni ilişki ağları aramakta, kısaca bir dünya devleti olma yolunda hızla ilerlemektedir Türkiye, sorumluluklarının bilincinde olarak, kendisini 21′nci yüzyılda üstleneceği role hazırlamaktadır Zira Türkiye, lâik ve demokratik rejimiyle bir model ülkedir ve bu niteliklerini 21′nci yüzyılda da korumaya devam edecektir Ayrıca Türkiye, yeni yüzyılda çok taraflı bir ekonomik ilişkiler ağının merkezi hâline gelecektir Öte yandan Türkiye, doğu ile batı arasında çeşitli açılardan başarıyla ifa ettiği köprü vazifesini, 21′nci yüzyılda daha etkin biçimde sürdürecektir Üç tarafı denizlerle çevrili bir eskidünya ülkesi olan Türkiye, dünya üzerindeki yeri ve konumu bakımından önemli ayrıcalıklar kazanan bir ülke konumundadırAsya ve Avrupa kıtaları arasında bir köprü konumuda olması ve önemli yer altı kaynaklarına sahip olduğundan dolayı tüm dünya ülkelerinin gözü Türkiye’nin verimli topraklarındadır İklim ve doğal güzellik bakımından da şanslı bir ülke olan Türkiye, ılıman iklim kuşağında olduğundan yılda dört mevsimi yaşayabilen bir ülkedirBu özelliği tarım alanında önemli bir etken olmuşturHer türlü tarıma açık olan Türkiye toprakları, verimli olup her mevsim işlenebilme özelliğine sahiptir Doğal güzellikleri ve denizlere kıyısı olması nedeniyle turizm alanında önemli ayrıcalıklar kazanan ülkemiz ne yazık ki izlenen yanlış politikalardan dolayı bu özelliğinden yeteri kadar yararlanamamaktadır Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin hemen hemen tamamının bu özelliklerinden en iyi şekilde yararlanmalarına karşın ülkemizde turizm için yapılan çalışmalar yeterli olmamaktadır Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan boğazlar gibi önemli geçiş yollarına sahip olması da Türkiye için önemli bir şanstırBu geçiş yolları gerektiği gibi kullanılırsa Türkiye’ye önemli kazanç kaynakları yaratabilir NATO gibi askeri birliklerde bulunması Türkiye’nin lehinde yer alan önemli ayrıcalıklardan biridir Tüm bu ayrıcalıklara rahmen Türkiye tehtid eden çeşitli unsurlarda mevcutturBu unsurlardan en önemlisi artık yavaş yavaş etkisini kaybeden terördürTerörle mücadele için ayrılan bütçe ülke ekonomiside önemli yaralar açmaktadırAyrıca komşu ülkelerle olan sorunlarıda Türkiye’nin önemli sorunlarından biridirBunların yanında enerji ve ekonomik sorunlarlada uğraşan Türkiye’miz bu zorlukları yenip aydınlığa çıkacak güçte bir ülkedir
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|
|