Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
destanı, oğuzkağan

Oğuzkağan Destanı

Eski 05-19-2009   #1
Şengül Şirin
Varsayılan

Oğuzkağan Destanı



Oğuz Kağan Destan





1 OĞUZ DESTANININ ÖZELLİKLERİ

Eski Türk tarihinde hükümdarların doğuşu, efsanelere büründürülmüş ve kutsal bir olay gibi anlatılmışlardı Hükümdarlar böyle kutsallaştırılıp, gökten indirilir iken; elbetteki Oğuz-Kağan gibi, bütün Türk kaviminin atası olan kutsal bir kişinin menşeleri de, Tanrıya ve göğe bağlanacaktı Eski Türklere göre herşeyi yaratan ve her varlığın sahibi olan tek kutsal şey, gökteki biricik Tanrı idiAslında göğün kendisi olan Tanrı değildi Çünkü gök de, yer gibi, maddî birer varlık ve yüce Tanrı tarafından yaratılmış, dünyanın birer parçası idiler Gök, bir tane idi ve dünyamızın üstünü, bir kubbe şeklinde kaplıyordu Fakat bu kubbenin üstünde, daha bir çok gökler vardı Ayın güneşin ve türlü yıldızlar ile burçların dolaştıkları, ayrı ayrı gökler, uzayın sonsuzluklarını kendi aralarında paylaşıyorlardı Bütün bunların üstünde, bir gök daha vardı ki, bu gökte yaratıcı, büyük ve tek Tanrı oturuyordu Eski Türkler, ğögün katlarını üst üste koyma yolu ile saymamışlardı Fakat sonradan, biraz da dış tesirler sebebi ile gökleri, yedi veya dokuz kat olarak tarif etmeğe başladılar
"Oğuz-Kağan destanına, Uygur çağından sonra, hafif dış tesirler girmeğe başladı": Göktürk çağında, eski Türk dini ile inançları, bozulmadan devam etmekte ve gittikçe de gelişmekte idi Uygur devleti kurulup da, yeni bir çok dinler Türkler arasına girmeğe başlayınca, durum biraz daha değişti Çünkü Uygurlar, çok daha önceleri Çin'in ortalarında gezmişler, ticaret yapmışlar ve birçok insanlarla karşılaşarak, konuşmuşlardı "Bu dış ilişkiler, Uygurlara birçok yeni görüşler getirmiş ve onlarda, büyük dinlere inanmak ihtiyacını doğurmuştur" Ticaret, eski Türk savaşçılarının dini ile, pek bağdaşan bir meslek değildi Eski Türk dini, disiplin, otorite ve savaşçılığı, herşeyden üstün tutuyordu Halbuki tüccarlar, daha geniş ve rahat bir hayata sahip olmak zorunda idiler İşte bunun içindir ki, bu zamana kadar Türkler göğe ve gökten gelen kutsallıklara inanırlar iken, Uygur çağında durum birdenbire değişiyordu Uygurlar, köklerini Suriye'den alıp, İran'da gelişen Mani dinini aldıktan sonra, aya daha çok önem vermeye başladılar Aslında ise Türklerde, kutsal olan en önemli şey, gökten sonra dünyamızı ışıtan güneş idi "Uygurların, güneşten aya geçmiş olmaları, yeni bir düşüncenin başlangıcı gibi sayılabilirdi" Bu sebeple, Uygurlar çağında yazılmış Oğuz-Kağan destanlarında, eski Türklerin dedikleri gibi kutsal kişiler, artık "Göğün oğlu" değil; "Ayın oğulları" oluyorlardı Oğuz-Kağan da "Ay Tanrı" nın bir oğlu idi Destan, daha başlangıçta, şöyle başlıyordu: "Aydın oldu gözleri, renklendi ışık doldu, "Ay-Kağan'ın o gündü, bir erkek oğlu oldu!" Eski Türkler de iyi ve güzel olayları, aydınlık ve ışıkla anlatırlardı Biz, nasıl yeni bir oğlu olan dostumuza, "Gözlerin aydın olsun" diyor isek, onlar da Oğuz-Kağan'ın doğuşu dolayısı ile, "Ay Kağan'ın gözleri aydın oldu, renklendi", diyorlardı "Müslüman olmuş Oğuz Türklerinin destanları da, Türk mitolojisinin en eski motifleri ile dolu idiler": Fakat Türkler, çoktan müslüman olmuş ve İslâmiyetin ana prensiplerine gönülden bağlanmışlardı Aslında ise, İslâmiyet ile eski Türk dini arasında büyük ayrılıklar da yoktu Buna rağmen, eski Oğuz-Kağan destanları, elbetteki İslâmilyetin birçok inançları ile uygunluk gösteremeyecekti Bunun içindir ki, İslâmiyetten sonra yazılan Oğuz-Kağan destanlarında, biraz daha değişiklik yapılmış ve İslâmiyete uydurulmuştu İslâmiyeti kabul eden Türkler bizce Uygurlara nazaran, eski Türk an'anesini ve töresini daha çok korumuşlardı Tabiî olarak biz Oğuz Türkleri üzerine, daha büyük bir önem veriyoruz "Çünkü Oğuzlar, bütün Ortaasya ve Türk âleminin, en soylu ve en gelişmiş zümreleri idiler" Şehir hayatına çoktan başlamış olmalarına rağmen, eski Türk devlet teşkilâtı ile disiplini, onların ruhlarından henüz daha silinmemişlerdi Bu sebeple Oğuz Türklerinin destanlarında, Uygurlarınkine nazaran, daha eski ve daha köklü motifler görüyoruz İslâmiyetten sonraki Türk destanlarına göre, "Oğuz-Han'ın babası Kara-Han" idi Oğuz Han'ın babasının, "Kara-Han" adını alması da boş değildi Eski Türklerde, "Ak ve kara soylular ile halkı birbirinden ayıran, sembolik renkler" idi "Ak-Kemik", Kağanlar ile, onların oğulları idiler "Kara-Kemik" ise, halk tabakasından başka bir şey değildi Diğer kitaplarımızda da her zaman söylediğimiz gibi, Türk halklarının "ak" ve "kara" şeklinde ayrılmış olmalarına rağmen, aralarında bir sınıf mücadelesi yoktu Müslüman Türkler, Oğuz-Han'ın babasına "Kara-Han" diyorlardı Çünkü kendisi Müslüman değildi Müslüman olmak isteyen oğlu Oğuz-Han'a da engel olmak istemişti Tabiî olarak bu fikirlerimiz tam ve kesin değildir Fakat Türk tarihi ve an'aneleri hakkındaki bilgilerimiz, bizi bu sonuca doğru sürüklemektedirler Oğuz Han Müslüman Türklere göre, babasından çok, an'anesine bağlıdır Bu sebeple Oğuz destanını anlatmağa başlarlar iken, hemen şöyle derler: Üç gün üç gece geçti, annesine gelmedi,
Annenin memesinden, bir damla süt emmedi
Bana gelmedi diye, annesi ağlıyordu,
Sütümü emmedi diye, kalbini dağlıyordu
Ağlayıp sızlıyordu, beşiğe dolanarak,
Sütümü, az em diye, çocuğa yalvararak!





2 TÜRK MİTOLOJİSİ VE KUTSAL ÇOCUKLAR


Oğuz Han diğer Türk destanlarında olduğu gibi doğar doğmaz, bir olgunluk ve erginlik gösteriyordu Annesi, henüz daha Müslüman olmamıştı Annesine karşı, bu kırgınlığın sebebi de, bundan başka birşey olmamalıydı Nitekim az sonra Oğuz Han annesi ile konuşmağa başlar ve ona şöyle der: Ey, benim güzel annem, öğüdümü alırsan!
Yüce Tanrı'ya tapıp, eğer hakkı tanırsan!
O zaman memen alır, ak sütünü emerim!
Bana lâyık olursan, adına anne derim!
Oğuz-Kağan'ın annesi, henüz daha üç günlük beşikte yatan çocuğunun, böyle konuşup söyleşmeye başladığını görünce, ona kalpten bağlanır ve Tanrıya inandığını oğluna söyler Müslüman Türklerin söyledikleri bu Tanrı, İslâmiyetin Allah'ından başka birşey değildi Fakat aynı zamanda destanlar, zaman zaman bir "Gök Tanrısı" ndan da söz açıyorlar ve eski Türklerin, gerçek inançlarını açığa vurmaktan geri kalmıyorlardı Eski Türklerde de "üç sayısı" ve "üç yaşında" olma önemli idi Fakat Türk mitolojisinin en önemli sayısı "yedi" ile "dokuz" sayılarıdır Müslüman Türklerin Oğuz destanlarında: "Oğuz-Kağan, üç gün içinde olgunlaşmıştı" Halbuki eski Altay destanlarında: "Çocuğun olgunlaşması için, yedi günün geçmiş olması gerekiyordu" Hatta çok güzel, şöyle bir Altay efsanesi de vardır: Altay'da olmuş idi, bir çocuk doğmuş idi,
Dünyaya gelir iken, nurlara boğmuş idi
Yedi kurtlar uçmuşlar, koku alıp koşmuşlar,
"Çocuğu ver", demişler, uluyarak coşmuşlar
Annesi çok ağlamış, yüreğini dağlamış,
Çocuk da dile gelmiş, yarasını bağlamış
Demiş: "Anne, sızlama! Oyala da, ağlama!
"Yedi gün mühlet iste, işi bağla sağlama!"
Yedi gün mühlet dolmuş, annenin benzi solmuş,
Oğlan beşiği kırmış, bir civan yiğit olmuş
Bu Altay efsanesi mitolojinin ta kendisidir Gerçi Oğuz-Kağan destanı da, bir mitolojidir Fakat büyük devletler kurup gelişen Türk toplumları, onun içindeki akla uymayan motifleri ayıklamış ve gerçekçi bir şekle sokmuşlardı Oğuz-Kağan destanında, göklerde dolaşıp, ğögün çeşitli katlarını zapteme ve türlü ruhlarla çarpışma, kutsal bir Hakandı Fakat O, daha çok, bir insandı İnsanlık özelliklerini taşımış ve insanların yaşadığı yeryüzünü zaptederek, Tanrı adına, idare etmeğe memur edilmişti Az önce özetini yaptığımız Altay efsanesi dikkatle incelenince, daha birçok mitolojik motifler de ortaya çıkacaktır Meselâ "Yedi kurt""Büyük ayı burcu" nun, yedi yıldızında başka bir şey değildi Çünkü Türklere göre: "(Büyükayı burcu'nun yedi yıldızı, kalın ve demir zincirlerle Kutup yıldızı'na bağlanmış, yedi azgın kurt idiler) Bir ara bu kurtlar, çocuğun atı ile tayını da alıp götürmek isterler Bu savaşlar sırasında çocuk sıkışınca, akıllı ve kutsal buzağısı da ona yol gösterir ve başarı sağlamasına imkân verir (Türklere göre 'Küçükayı burcu', iki at tarafından çekilen, bir arabadan başka birşey değildi) Bu burcun etrafından dönen Büyükayı burcunun yedi kurdu, bu iki atı yakalayıp yemek isterler ve bunun için de gökyüzünde, durmadan onların etrafında dönerlerdi (Altay efsanesi göre) Küçükayı burcu, çocuğun dostu ve yakını idi Boğa burcu da, herhalde yine bu kahramanın buzağısından başka birşey olmamalıydı" Görülüyor ki, Oğuz-Kağan destanı birdenbire uydurulmuş ve yazılmış bir hikâye değildi Onun kökleri, yüzyıllar önce inanılmış ve söylenmiş, Türk efsaneleri ile inançlarına dayanıyordu Süzüle, süzüle, akla mantığa uymayan bölümlerin, gerçeğe uydurulması ile, bütün Türklerin malı olan Oğuz-Kağan destanı meydana gelmişti
3 OĞUZ - KAĞAN'IN DOĞUŞU

"Oğuz-Kağan, kutsal bir şekilde doğmuştu":
Az önce, büyük Türk kahramanlarının, genel olarak kutsal bir şekilde doğduklarını söylemiştik Elbette ki Oğuz-Kağan'ın da doğuşu da, kutsal ve fevkalâde bir şekilde olmalıydı Nitekim Uygurların Oğuz-Kağan destanı, O'nun doğuşunu şöyle anlatıyordu: Gök mavisiydi sanki, benzi bu oğlancığın!
Ağzı kıpkızıl ateş, rengi bu oğlancığın!
Al, al idi gözleri, saçları da kapkara,
Perilerden de güzel, kaşları var ne kara!
Oğuz-Kağan doğarken, benzinin rengi tıpkı gök mavisi gibi idi Yüz, eski Türklere göre, insanın en önemli bir yeri idi Utanç, kötülük ve hatta kutsallık bile, insanın yüzüne akseden özellikleri idiler Kötü bir insanın yüzü, elbette kara idi İyilerin de yüzleri, aktı Ama kutsal insanların yüz rengi, gök mavisinden başka birşey olamazdı Çünkü gök, Tanrı'nın oturduğu ve hatta bazan, Tanrı'nın kendisinden başka birşey değildi "Oğuz-Kağan doğarken, yüzünün gök renkten olması, onun gökten geldiğini ve Tanrı'nın rengini taşıdığını gösteren bir belirti idi" Biz yanlış olarak Türklerin, "Gök Börü", yani gök kurt dedikleri kutsal kurda, bozkurt adını veregelmişiz Aslında ise gök ile boz arasında büyük ayrılıklar vardır Türklerin kutsal kurtlarının rengi de gök idi Çünkü o Tanrı tarafından gönderilmiş bir elçiden başka bir şey değildi Belki de Tanrı'nın ta kendisi idi Tanrı, kurt şekline girerek Türklere görünüyor ve onlara başarı yolu açıyordu Onun için de, kurdun rengi gömgök idi Daha sonraları Türkler, gök rengini olgunluk, erginlik ve tecrübenin bir sembolü olarak görmüşlerdir Oğuz-Kağan'ın ağzı ateşe niçin benzetilmişti": Bugün Anadolu'da söylenen, "Gözleri Kanlı" deyimi de, bize çok şeyler ifade eder O'nun gözlerinin al oluşu, daha doğrusu kan rengine benzemesi, Oğuz-Kağan'ın büyük bahadarlığının, bir özelliğinden başka bir şey değildi Cengiz-Han da doğarken "avucunun içinde bir kan pıhtısı" tutuyordu Bunu gören annesi ile babası şaşırmış ve hemen Şamanlara koşmuşlardı Şamanlar ise, O'nun dünyayı zaptedeceğini ve büyük bir bahadır olacağını söylemişlerdi Fakat Cengiz-Han çağı ile ilgili efsaneler, en eski Türk ve Ortaasya özelliklerini göstermiyorlardı Elbetteki onları kökleri de, Türk mitolojisine dayanıyordu Fakat Çin yolu ile, Moğollara birçok yabancı tesirler girmişti Türklerde yeni doğan kahramanlar, avuçlarında bir kan pıhtısı tutmazlardı Çünkü biraz da, eski Hint mitolojisinin motiflerinden biri idi "Türklerin kahramanlarının gözleri, kırmızı ve kızıldır" Çinde de, bu vardır Fakat çin kahramanlarının gözleri yalnız kırmızı olmakla kalmazlar, aynı zamandan cam gibi de parlarlardı Çinliler, "Büyük bir Göktürk Kağanı Mohan Kağan'dan söz açarken, onun da yüzünün kıpkırmızı ve gözlerinin cam gibi parladığını" söylüyorlardı Herhalde Mohan-Kağan, acayip bir fizyonomiye sahip değildi Fakat 20 sene müddetle, bütün Çin'i korkutmuş ve diz çöktürmüş bir hükümdardı Eski Türkler, kırmızı renk için genel olarak "al" sözünü kullanırlardı Fakat bu söz sonradan, biraz da manevi bir anlam almıştı Nitekim loğusaları basan ve kötülük yapan, "Albastı" da, yine bu rengi taşıyordu Altay Türkleri, büyük kurt sürülerini idare edip, köylere korkunç zararlar veren kurtlara da, zaman, zaman, "al-börü" derlerdi Bu allık, kurdun veya albastı gibi ruhların renginden dolayı değil; daha çok, onların korkunç zararlar vermesinden ileri geliyordu Çünkü onlar güçlü ve kudretli idiler Tıpkı yeryüzünü zapteden ve kendi egemenliği altında toplayan Oğuz-Kağan gibi "Oğuz-Kağan'ın yüzünün rengi gök mavisi, gözleri de al, yani kırmızı idi" Bazıları al sözünü, "ela" şeklinde anlamak istemişlerdi Fakat tabiî olarak, bunun aslı yoktur Çünkü, "Oğuz-Kağan'ın saçları da kara" idi Sarı değil Bu sebeple gözlerinin elâ olmasına da, hiçbir sebep yoktu

4 OĞUZ - KAĞAN'IN ÇOCUKLUĞU

"Türk mitolojisinde kahramanlar, 'üç' veya 'yedi' günde konuşurlardı":
Az önce, Müslüman olmuş Türklerin Oğuz-Kağan destanlarından söz açarken, Oğuz-Kağan'ın üç günde konuşmağa başladığını belirtmiştik İslâmiyetin tesirleri görülmeyen, Uygurca Oğuz Kağan destanında da, aynı şeyleri görüyoruz Ama, yukarıda da dediğimiz gibi, eski Türk efsanelerinde büyük kahramanlar çoğu zaman "Yedi günde kendilerine gelir ve kırk gün sonra da bir delikanlı gibi hayata başlarlardı" Nitekim Uygurların Oğuz Destanı, Oğuz'un küçüklüğünü şöyle anlatıyordu: Geldi ana göğsünü, aldı emdi sütünü,
İstemedi bir daha, içmek kendi sütünü
Pişmemiş etler ister, aş yemek ister oldu,
Etraftan şarap ister, eğlenmek ister oldu
Ansızın dile geldi, şiirler düzer oldu,
Aradan kırk gün geçti, oynaşır, gezer oldu
Geldi ana göğsünü, aldı emdi sütünü,
İstemedi bir daha, içmek kendi sütünü
Pişmemiş etler ister, aş yemek ister oldu,
Etraftan şarap ister, eğlenmek ister oldu
Ansızın dile geldi, şiirler düzer oldu,
Aradan kırk gün geçti, oynaşır, gezer oldu
"Türkler yemeklerini, ilk çağlardan beri pişirerek yerlerdi": Türkler herhalde, tarihten çok önceki çağlarda bile, yemeklerini pişirerek yemeğe başlamışlardı Nitekim, Göktürklerin Çin kaynaklarında bulunan ilk efsaneleri de, "İlk Türk Atasının, ateşi icât ettiğini ve yemekleri pişirmeği öğrettiğini," söylüyordu Sibirya'nın tundralarında yaşayan geri halklar, Türklere nazaran çok daha sonraki çağlarda yemeklerini pişirip, yemeği öğrendiler Nitekim, Fin'lerle Macar'ların ataları olan Batı Sibiryalılar, kendi atalarının çiğ et yediklerini söylerler ve bununla öğünürlerdi Onlar, daha güneylerindeki Ortaasya Türk halklarına, "yemeklerini pişirenler" derler ve kendilerini, onlardan ayırırlardı Gerçi bu Sibirya halkların da, sonradan yemeklerini pişirmeğe başlamışlardı Ama, zaman zaman bu eski hatıraları yadetmek için "çiğ et yeme törenleri" yapmağı da, ihmal etmezlerdi Türk mitolojisinde, Türk çiğ et yediğine dair, elimizde hiçbir delil yoktur Ama büyük kahramanlar, o kadar korkunç idiler ki, zaman zaman çiğ et bile yerlerdi Onun için Oğuz-Kağan'ın, çiğ et istemesinin sebebi de, bundan ileri geliyordu "Oğuz-Han'ın vücudu, güçlü ve korkunç hayvanlara benzetilirdi": Dede Korkut masallarında da büyük kahramanların yürüyüşü, arslanlara benzetilmiş ve vücut yapıları da, korkunç hayvanlar gibi anlatılmışlardı Oğuz-Kağan destanında da, az da olsa bunları görmüyor değiliz Uygurların Oğuz destanı, Oğuz-Kağan'ın şeklini, şöyle anlatıyordu: Öküz ayağı gibi, idi sanki ayağı,
Kurdun bileği gibi, idi sanki bileği
Benzer idi omuzu, ala samurunkine,
Göğsü de yakın idi, koca ayınınkine!
Destana göre, Oğuz'un elleri ve pençesi, ayının büyük ve güçlü pençesini andırıyordu Ama kurdun bileği başka idi Kurt, yeryüzündeki hayvanlar içinde, koşma bakımından, en dayanıklı hayvandı Bir türlü yorulma bilmezdi Bileği ince idi Fakat o ince bilekli kurdun pençesi korkunçtu Bir samur büyüklüğündeki, kıllı omuzlar ve ayının göğsü gibi, gergin ve şişkin ğögüsler, Oğuz-Kağan'ın bir insan olarak ne derece güçlü olduğunu anlatmağa yarayan sözlerdi "Oğuz-Kağan'ın vücudu niçin "tüylü" idi": Eski Türkler, "ilk insanın, tüylü olduğuna inanırlardı" Altaylarda yaşayan birçok efsanelerde, bu konu ile ilgili, sayısız örneklere rastlıyoruz: "Tüylere kaplı olan ilk insan, Tanrı'ya karşı günah işlemiş ve bundan dolayı da tüyleri dökülmüştü Tüyleri dökülünce de insanoğlu, bir türlü hastalıktan kurtulamamış ve ölümsüzlüğü elinden kaçırmıştı (Bir söylenişe göre) Tanrı, insanı yaratırken şeytan gelmiş ve insanın üzerine tükürerek, her tarafına pislik içinde bırakmıştı Tanrı da, insanın dışını içine, içini de dışına çevirmek zorunda kalmıştı Bu suretle insanın içinde kalan şeytanın pisliği ve tüyler, insanoğlunun ruhunu ve ahlâkını kötü yapmıştı İnsanın gerçi dışı, Tanrı yapısı idi ve güzeldi ama; içi şeytan tarafından kirletilmiş ve şeytana benzer, bir özelliğe bürünmüştü" Bu sebeple Oğus destanında, bu çok eski Türk inançlarının izlerini de buluyoruz Çünkü Oğuz-Kağan, bizim gibi tüysüz değil; her tarafı kıllarla dolu ve fevkalâde bir yaratıktı: Bir insan idi fakat, tüyleri dolu idi,
Vücudu kıllı idi, çok uzun boylu idi
Güder at sürüleri, tutar, atlara biner,
Daha bu yaşta iken, çıkar, avlara gider
Geceler günler geçti, nice seneler doldu
Oğuz da büyüyerek, bir yahşi yiğit oldu!


5 OĞUZ - KAĞAN'IN GENÇLİĞİ


Türk mitolojisinde büyük kahramanların, çocukluk ile gençliğini birbirinden ayıran, bazı önemli, çağlar vardı Altay efsanelerinde bu çağ, daha çok "Ad koyma" töreni ile başlardı Adı olmayan bir çocuk, henüz daha yetişkin bir genç ve kahraman sayılmazdı Bir gencin ad alabilmesi de, kolay bir iş değildi Elbette adsız bir insan olamazdı Her çocuğa Türkler, doğuşundan itibaren bir ad verirlerdi Fakat bu ad, onun gerçek adı ve ünvanı sayılmazdı Hatta Türkler kahramanlarına, her yeni bir başarı üzerine, yeni bir ad daha verirlerdi Daha yüksek bir rütbeye terfi eden kimseler bile, yeni memuriyet unvanı ile beraber, ayrıca bir ad da alırlardı Bu sebeple Çin kaynakları, bu bakımdan bize bir çok güçlükler çıkarmışlardır Meselâ, büyük bir komutan veya Kağan'ın, bir gençlik adı vardır Geçliğinde büyük şöhret elde eden bu komutanlar, Çin kaynaklarında çoğu zaman, gençlik adları ile adlandırılırlardı Zaman-zaman bunlar, bazı savaşlar dolayısı ile yeni ünvanlar alırlardı Fakat Çin kaynaklarında bu Türkler, gençlik ve olgunluk adları ile geçince, tarihçeler için, kimin kim olduğunu anlamak, adetâ çok güç bir hale girer Bu sebeple Oğuz Han'ında, gerçek bir ad ve unvan alabilmesi için, büyük bir kahramanlık ve başarı göstermesi lâzımdı Eski Türk tarihinde de, "Baş kesmeyen ve kan dökmeyen" şehzadelere, gerçek adları verilmezdi

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Oğuzkağan Destanı

Eski 05-19-2009   #2
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Oğuzkağan Destanı



6 OĞUZ'UN BİR GERGEDAN ÖLDÜRMESİ


"Oğuz korkunç bir gergedan öldürerek, erginliğini ispat etmişti":
Bunun içindir ki, Oğuz-Kağan, insanları ve sürüleri yiyen bir gergedanı öldürür ve milletini, büyük bir belâdan kurtarır Eski Türkler, karanlık ve sık ormanlara da saygı gösterir ve hatta onlara tapınırlardı Türk tarihinde, yeni tahta çıkan hükümdarların, bir orman dikerek, kendi adlarına yetiştirdikleri de görülmemiş değildir Nitekim Oğuz Kağan destanında da, Oğuz'un yurdunun yanında büyük bir orman ve içinde de bir "gergedan" yaşardı Destan bu olayı şöyle anlatıyordu:
Bir büyük orman vardı, Oğuz yurdundan içre,
Ne nehir ırmaklar, akardı bu orman içre
Ne çok av hayvanları, ormanda yaşar idi,
Ne çok av kuşları da, üstünde uçar idi
Ormanda yaşar idi, çok büyük bir gergedan,
Yer idi yaşatmazdı, ne hayvan ne de insan!
Başardı sürüleri, yer idi hep atları,
Yokluk verir insana, alırdı hayatları!
Vermedi hiçbir zaman, insanoğluna aman!

Hepimiz biliyoruz ki, Ortaasya'da "gergedan" yoktu Türklerin gergedan görmüş olmaları da, pek ihtimal dahilinde değildi Ama gergedanın, çok korkunç bir hayvan olduğu kulaktan kulağa, Ortaasya'ya kadar gelmiş ve Türk mitolojisinde de gerekli yerini almıştı Gergedanın yaşadığı bölgeler, Çin'e yakın olan bölgelerdi Fakat Çinliler de gergedanın esas şeklini bilmiyorlardı Çinlilere göre, "Gergedan, burnunun ucunda sivri boynuzu bulunan, bir geyikten başka birşey değildi" Ama gergedan, Çin'de büyük bir öneme sahipti Çünkü Çin İmparatorları ile büyük komutanlar, zırhlarını gergedan derisinden yaparlardı Bu bakımdan onlar gergedanın derisini ve dolayısı ile, bu hayvanın büyüklüğünü de tasavvur edebiliyorlardı Gergedan motifi bakımından Türk mitolojisine, Çin tesirleri de olabilirdi Fakat gergedanla ilgili bilgiler Türklere daha çok Batı Türkistan ve Hindistan yolu ile gelmişti Türkler gergedana "kıyant" derlerdi Bu söz de, Hindistan ile Batı Türkistan'da yayılmış bir deyimdi Oğuz-Kağan, kendi milletine bu kadar zarar veren gergedanı duyunca, onu avlamak ister ve yola çıkar Destan Oğuz'un yıla çıkışını şöyle anlatıyordu:
Oğuz-Kağan derlerdi, çok alp bir kişi vardı,
Avlarım gergedan: diye o yere vardı
Kargı, kılıç aldı, kalkan ile ok ile,
Dedi: "Gergedan artık, kendisini yok bile!
Ormanda avlanarak bir geyiği avladı,
Bir söğüt dalı alıp, bir ağaca bağladı
Döndü gitti evine, sabah olmadan önce,
Tam tan ağarıyordu, geyiğine dönünce,
Anladı ki gergedan, geyiği çoktan yuttu,
Geyiğin yerine de, büyük bir ayı tuttu
Belinden çıkararak, altın bakma kuşağı,
Ayıyı astı yine, o ağaçtan aşağı,

Tabiî olarak efsaneye göre, gergedan ayıyı da yutmuştu Çok iyi biliyoruz ki gergedan, otla geçinen bir hayvandır Halbuki gergedanı yakından tanımayan Türkler, onun et yediğini zannediyorlardı Çünkü onlara göre, bütün korkunç hayvanlar et yerler ve etle beslenirlerdi Oğuz'un belindeki kuşağı altındı "Kuşak, Türkler için çok önemli bir hükümdar sembolüdür" Çünkü her hükümdarın belindeki kemerin altın olması, onun hükümdarlığını gösteren bir sembol ve belirti idi Oğuz-Kağan, daha gençliğinde bu kuşağı kuşanmış ve hükümdarlığa hazırlanmıştı Öyle öyle anlaşılıyor ki Oğuz-Kağan gergedana büyük bir tuzak kurmuş ve onu, bu yolla avlamak istemişti Fakat gergedan, her defasında bu tuzağa düşmeden, gelip, avını almasını bilmişti Bunun için Oğuz, başka yol görmemiş ve bizzat kendisi, gergedanın karşısına çıkarak, onu öldürmek zorunda kalmıştı Destan bu korkunç vuruşmayı da, şöyle anlatıyordu:
Yine sabah olmuştu, ağarmıştı çoktan tan,
Oğuz baktı ki almış ayısını gergedan
Artık bu durum onu, can evinden vurmuştu,
Ağaca kendi gidip, tam altında durmuştu!
Gergedan geldiğinde, Oğuz'u görüp durdu,
Oğuz'un kalkanına, gerilip bir baş vurdu!
Kargıyla gergedanın, başına vurdu Oğuz!
Öldürüp gergedanı, kurtardı yurdu Oğuz!
Keserek kılıcıyla, hemen başını aldı,
Döndü gitti evine, iline haber saldı!

"Altay Türk efsanelerindeki kahramanlar da, boynuzlu" canavarlar öldürürlerdi":
Oğuz-Kağan'ın korkunç bir canavar öldürerek, kendi yurdunu kurtarması, Türk mitolojisinin ilk ve son motifi değildir Bu motif, dışarıdan gelmiş bir tesire de bağlanamaz Gerçi Türkler gelişip yayıldıktan sonra, "gergedan" gibi korkunç hayvanların bulunduğunu da duymuşlar ve efsanelerini bu yeni bilgilere göre anlata gelmişlerdi Fakat bu olayın kökleri, çok eski Türk inançlarından ve efsanelerinden geliyordu Nitekim, Altay efsanelerinde de, buna benzer olaylar görüyoruz Bu efsanelerdeki kahramanların, öldürdükleri canavarlar da, "boynuzlu" idiler Bu efsanelerden birini, çok kısa olarak özetleyip, aşağıda verelim:
Yedi gün geçmişti ki, oğlan başladı işe,
Demir beşiği kırdı, kendini attı dışa
Yedi dağı dolaştı, yedi geyik avladı,
Boynuzlarını yonttu, birbirine bağladı
Öyle bir yay yaptı ki, kirişsiz olmaz idi,
Böyle büyük yaya da, her kiriş uymaz idi
Duydu bir hayvan varmış, çok büyük bir canavar!
"Bari gideyim", dedi, "Belki derisi uyar!"
Oğlan göklere gider, devlerle de savaşır,
Büyük bir dağa çıkar, canavara ulaşır,
Bu ne müthiş hayvandı, bir dağa yaslanmıştı,
Bir dağa da yatmıştı, upuzun uzanmıştı
Oğlana bakaraktan, sanki göz kırpıyordu,
Uzun boynuzlarıyla, gökleri yırtıyordu!

Bu Altay efsanesi, tam bir mitolojidir Çünkü efsanenin kahramanı, atı ile göklerde uçar ve göğün katlarını gezerek, canavarı aramağa koyulur Oğuz-Kağan destanındaki canavar, Oğuz yurdunun hemen yanındaki bir ormanda yaşamaktadır Altay efsanesindeki canavar ise, göklerin derinliğindeki, efsanevî dağların ve göllerin içinde yaşar
"Müslüman Türkler, Oğuz-Kağan'ın gençliğini mitolojiden kurtarmak istemişlerdi":
Müslüman Türkler, Oğuz-Han'ın ad alması için, böyle bir kahramanlık yapmasını gerekli görmemişlerdi Oğuz-Han, kendi adını kendi vermiş ve bütün Oğuz milleti de, onun bu arzusuna uymuşlardı Efsaneler, onun ad alışını şöyle anlatıyorlardı:
Büyük toy yapılırdı, eski Türk âdetince,
Böyle ad seçilirdi, çocuğun kudretince,
Kara-Han atlar kesti, Oğuz ad bulsun diye,
Çağırdı hep Türkleri, yurdu şen olsun diye
Oğuz-Han birden bire, adım Oğuz'dur dedi,
Beklemedi kimseyi kendi adını verdi,
Ne kadar Türk var ise, hepsi şaşa kaldılar,
Bu Tanrı sözü deyip, buyruğa katıldılar

Bundan da anlaşılıyor ki Oğuz-Han'ın daha çok küçük yaşta iken kendi adını koyması, milletince bir Tanrı buyruğu gibi kabul edilmişti Daha sonraki Türk efsanelerinde olduğu gibi burada, gök sakallı bir ihtiyar görülmüyordu Oğuz-Han, Tanrının gönderdiği gök sakallı elçilerin yerine bizzat geçmiş ve kendi adını, kendisi vermişti Daha sonraki Oğuz destanının parçaları sayılan "Dede Korkut" hikâyelerinde, çocukların adları, genel olarak "Dede Korkut" un kendisi tarafından verilirdi Anadolu Masallarında ise gök sakallı ihtiyarlar ile "Hızır" ın ve hatta "Dede Korkut" yerine, ihtiyar dervişler geçmişlerdi







7 OĞUZ KAĞAN'IN EVLENMESİ


Müslüman Türkler Oğuz Kağan'ı, normal bir insan gibi kabul etmişler ve onu, öylece evlendirerek, bir yuva kurdurmuşlardı Halbuki İslâmiyetin tesirleri görülmeyen Oğuz destanlarında, durum daha başkadır Uygurların Oğuz destanına göre Oğuz Kağan, "Gökten inen göğün kızı ve yerdeki bir ağaç koğuğundan çıkan, yerin kızları ile evlenmiş" ve bu yolla soyunu meydana getirmişti Burada artık Oğuz-Kağan destanı, bir destan değil; daha çok, gerçek bir mitoloji halinde idi Öyle bir mitoloji ki, Türklerin dünya görüşlerini, uzay anlayışlarını ve dolayısı ile, Cihân hakimiyeti hakkındaki düşünce ve isteklerini, hep kendisinde topluyordu Oğuz-Kağan, mitolojik bir Türk hükümdarı idi Yeryüzünü zaptetmiş ve büyük bir devlet kurmuştu Bu olay, tıpkı bir tarih gibi anlatılıyordu Aynı zamanda destanda, bir hikâye çeşnisi de vardı Ama Oğuz destanı, Binbir Gece Masalları gibi, hayal mahsülü ve uydurulmuş, bir masal değildi Oğuz-Kağan destanı, Türklerin düşünüş, inanış ve binlerce seneden beri gelişerek, olgunluğa erişmiş fikirlerinin, bir özeti gibi idi Fikirler, düşünceler ve semboller, tarih olayları ile anlatılmışlardı Oğuz-Kağan da, hatunları da, çocukları ve akınları da, hepsi birer sembolden başka şeyler değil idiler Oğuz-Kağan'ın gökten inen kızla evlenişini, Uygurların destanı şöyle anlatıyordu:




Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.