Şengül Şirin
|
Ekonomi Ve Sosyal Hayat
EKONOMİ VE SOSYAL HAYAT
TOPRAĞIN ÖNEMİ Bir çiftçiye toprağın ne olduğunu sorarsanız, toprağiın önemini ve değerini belirten çok özlü cevaplar alısınız Toprak insanların yaşamında çok önemlidir Besinleimizi elde edebilmemiz toprağa bağlıdır Toprak sadece insanlar için değil, tüm canlaılarb için önamlidi Bitkiler ancak topraktaki su ve madensel maddeleri alarak büyüyüp gelişirler Otçul hayvanlar ve insanlar ise bitkileri besin olarak kullanırlar
İnsanlar ve hayvanlar dolaylı olarak besinlerini topraktan sağladıkları gibi onun üzerinde gezinir, dinlenir, barınırlar Yani toprak tüm canlıların hem beslendiği hem de barındığı yerdir Doğal zenginlik kaynaklarımız olan ormanların, bitkilerin, evcil ve yabani hayvanların yaşaması, ancak toprak sayesinde olur Toprağın hem kendisi hem de üzerinde bulunan ormanlar, bitkiler ve hayvanlar birer doğal zenginlik kaynağıdır Öylese toprağı korumalıyız TÜRKİYEDE TARIMSAL GELİŞİM
Türkiye tarımsal yapısının incelenmesinde 1923-1938 döneminin üstünde göreli olarak az durulmakta ve bu dönem, çoğunlukla 1950 sonrasına “bir giriş” kapsamı içinde özetlenip geçilmektedir 1950 sonrasında tarımın geçirdiği çok yönlü değişikliklerin hızı gerçekten 1950 öncesi ile karşılaştırıldığında olağanüstü olmuştur Ancak 1950 sonrasında gerçekleşen hızlı değişimler çoğu araştıırıcının gözünde, 1950 öncesini öylesine büyük ölçüde gölgelemiştir ki, bu dönemdeki değişikliklerin küçümsenmesi ve hatta adeta yok sayılması eğilimi ağır basmaktadır Böylece, Cumhuriyetin kuruluşundan İkinci Dünya Savaşına kadar geçen bu dönemin duraganlığı vurgulamakta, ilkel teknik temel üstüne kurulu küçük mülkiyetin ve “kapalı köy ekonomisi”nin tüm tarımsal yapıya damgasını vurduğu öne sürülmektedir TİMAR Osmanlı devletinde, belirli görev ve hizmet karşılığında kişilere tahsis edilen ve defter yazılarındaki senelik geliri 20 bin akçaya kadar olan askerî dirlikler Kendisine böyle bir imkân tanınan kişiye de timar sahibi veya sipahî denir Timar sistemi, Osmanlı devletinde toprağın işlenmesi, devletin büyük bir masrafa girmeden askerî kuvvet sağlaması ve ekonomik hayatın gelişmesinde büyük faydalar sağladı Devletin ekonomik ve askerî gücünü ortaya koyması bakımından önem taşıyan bu sistem bilinmeden bazı konularda doğru ve sağlam fikir sahibi olmak mümkün değildir Bir beylik olarak ortaya çıkışından itibaren, bünyesinde gerektirdiği değişiklikleri yapmaktan çekinmeyen Osmanlı Devleti, kendisinden önceki Müslüman devletler ile komşu diğer Müslüman devletlerin müessese ve teşkilâtlarından da istifade etmişti Nitekim, “Anadolu Selçuklu Devletinin enkazı üzerinde ve onun bir devamı olarak teşekkül ve inkişaf etmiş bulunan Osmanlı İmparatorluğunun, bu devletin ve onun vâsıtası ile daha eski diğer Türk ve İslâm devletlerinin veya İran Moğollarının çok zengin teşkilât ve müesseselerinden de geniş ölçüde faydalanmak imkânlarına sahip bulunduğu tarihî bir hakikattir Bu sebeple bazı tarihçilerin, Osmanlı tımarının ilk örneklerinin özellikle son dönem Bizans İmparatorluğunda aranması gerektiği şeklindeki görüşleri gerçeklere uygun bir temayül sayılmaz Nitekim, bilhassa vezir Nizâmü’lMülk’ün, Büyük Selçuklu İmparatorluğunda yapmış olduğu idarî ıslâhattan sonra, bu imparatorlukta askerî hizmet mukabili dağıtılmış olan “İkta”lar, Anadolu Selçuklularına ve dolayısıyla Osmanlılara, anahatları ile bir timar örneği teşkil edebilecek bazı hususiyetler taşımakta idi” (Ö Lütfi Barkan, İslâm Ansiklopedisi, Timar maddesi) Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı gibi timar sistemi, Osmanlılardan önceki Müslüman devletlerde de bulunmakta idi Osmanlılar, bu sistemi onlardan aldılar Bu sebeple daha devletin kuruluş yıllarında timar sistemi ve bununla ilgili uygulamaları görmekteyiz Nitekim Osman Gazi (1299-1326), fethedilen yerleri dirlik (timar) olarak dağıtmış ve bunlarla ilgili bazı hükümler koymuştur Âşıkpaşazâde’nin ifâdesine göre o, “Her kime kim bir timar virem ânı sebepsiz elinden almayalar ve hem ol öldüğü vakitte oğluna ve eğer küçücük dahi olsa vireler Hizmetkârları sefer vakti olacak sefere varalar Ta ol sefere yarayınca” demiştir (Aşıkpaşazade, Tarih, İstanbul 1332, 20) Bu ifadelerden şu sonuçlar çıkmaktadır: 1 Sebepsiz yere hiç kimsenin tımarı elinden alınamaz 2 Timar sahibinin ölümü halinde timar oğluna intikal eder 3 Oğul küçükse, sefere gidecek yaşa gelinceye kadar onun yerine hizmetkârlarının sefere gitmesi gerekmektedir Bundan da anlaşıldığı gibi, Osmanlı Devletinde timar sistemi, mîrî arazi rejiminin sonucu olarak ortaya çıktı Osman Gazinin fetihleri ile başlayan bu sistem, Sultan I Murad devrinde tam teşkilâtlı bir müessese haline geldi Devlette önemli bir fonksiyonu bulunan timar sistemi, Osmanlı toprak rejiminin temelini teşkil eder Zira bu toplumda ekonomik, sosyal, askerî ve idarî teşkilâtların tamamı büyük ölçüde toprak ekonomisine dayanıyordu Toplum hayatında en küçük vazife sahibinden devlet başkanına (hükümdar) kadar hemen hemen bütün sosyal gruplar, geçimini toprak ürünleri ile temin ediyorlardı Bu sistem sayesinde devletin güçlendiği tarihçiler tarafından açıkça ortaya konmaktadır Nitekim Alman tarihçiler tarafından açıkça ortaya konmaktadır Nitekim Alman tarihçisi Leopold Von Ranke “XVII Asırda Osmanlılar ve ispanya” adlı eserinde Osmanlı devletinin kudretini teşkil eden üç unsurdan birinin timar (dirlik) sistemi olduğunu kaydeder (Halil Cin, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, Ankara 1978, 85) Toprak taksimatının en küçük bölümü olan timar, senelik geliri 3-20 bin akça arasında değişen askerî dirliklere verilen bir isimdir Devrin imkânları gözönünde bulundurularak bir kısım asker ve memurlara geçimlerini temin hususunda böyle bir kaynak sağlanıyordu Nitekim bu mânâda kanun-nâmelerde “Zeâmet ve timar ki def-i a’da için tâyin olunan mal-ı mukateledir ve asker dahi bunları tasarruf edenlerdir” denilmektedir (Kavanîn-i Âl-i Osman Der Mezâmin-i Defteri Divân, vr 15a, Süleymaniye Ktb (Fatih) nr 3497) Kanun-nâmenin bu ifadesinden hareketle Barkan, timarı şöyle tarif eder: “Osmanlı İmparatorluğunda geçimlerini veya hizmetlerine ait masrafları karşılamak üzere bir kısım asker ve memurlara, muayyn bölgelerden kendi nâm ve hesaplarına tahsil salâhiyeti ile birlikte tahsis edilmiş olan vergi kaynaklarına ve bu arada bilhassa defter yazılarındaki senelik geliri 20 bin akçaya kadar olan askerî dirliklere verilen isimdir” (Barkan, İslâm Ansiklopedisi, Timar md ) Kendisine böyle bir imkân tanınan kişi (timar sahibi, sipahi), buna karşılık bazı vazifelerle mükellef tutulmaktadır O, Batı’daki toprak sahiplerinin, “serf”lerine karşı takındıkları tavır gibi bir pozisyonda bulunamaz Keza tımarı içinde meydana gelen olaylara toprak sahibi sıfatıyla müdahalede bulunamaz Sipahi, reâyadan (mirî araziyi ekip biçen, tasarruf eden) miktar ve cinsleri kanunlarla tesbit edilmiş olan vergiden fazlasını tahsil edemezdi Selahiyetini aşandan dirliği (timarı), bir daha geri verilmemek şartıyla alınırdı Kendisi de başka bir bölgeye reâyâ olarak gönderilirdi Çünkü devletin kendisine verdiği selâhiyeti tecavüz etmiş, güveni kötüye kullanmış ve halka haksızlık etmiş oluyordu 14 Muharrem 973 (12 Ağustos 1565)’ de Sivas Beylerbeyi, Sivas ve Arapkir kadılarına yazılan bir hükümde, Divriği Beyi Kasım’ın şeriat ve kanuna aykırı olarak reâyâya haksızlık ettiğinin mahkeme tarafından tesbit edilmiş olması cihetiyle sancağının tebdiline karar verildiği bildirilmektedir (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mühimme Defteri, nr 5, 34) Aynı Şekilde 973 (1565) senesinde Avlonya kadısına yazılan bir hükümde de adı geçen kazaya bağlı Aspurokilise adındaki köyde timar sahibi olan Burhan oğlu Ahmed’in, gerek ehl-i şenaattan olması, gerekse reâyâya haksızlık etmesi sebebiyle timarı elinden alınıp hapsedilmesine karar verilmiştir Böylece, farklı din, ırk, milliyet ve mezheplere sahip insanları sınırları içinde barındıran Osmanlı Devleti, sipahînin yapabileceği haksızlığın önünü almaya gayret ediyordu Osmanlı toprak rejiminde sipahi (timar sahibi), toprağın gerçek sahibi değildi O, mirî arazinin halka dağıtılmasında devletin bir temsilcisi durumundaydı Bunun içindir ki devlet, timarların kapalı bir sistem halinde çalışmasını engellemek, onları devamlı kontrol etmek ve gerektiğinde müdahalede bulunmak için devamlı olarak buralara memurlar gönderiyordu Bu manada “Toprak Kadısı”nın varlığını zikredebiliriz Osmanlı Devletinde, Osman Gazi ile başlayan timar sistemi, Sultan I Murad zamanında Rumeli bölgesinde de uygulanmaya başladı 1402 yılında Timur’la yapılan savaştan sonra Osmanlı Devletinin teşkilatlanmasında bir duraklama görüldü Bu hal, kendisini toprak sisteminde de hissettirdi Buna karşılık Fatih Sultan Mehmed,devletin artan ihtiyaçları yanında timar sistemini geliştirmek için kanunlar çıkardı II Bâyezid (1481/1512) zamanında timar teşkilatında önemli bir değişiklik göze çarpmaz Buna karşılık Yavuz Sultan Selim (1512- 1520) devrinde timar sistemi mükemmel bir şekilde işlemiş, sipahî ve “cebelî”lerin (timar sahiplerinin yanlarında harbe götürmek zorunda olduğu kimseler, askerler) miktarı artış göstermişti 1514 yılında bunların sayısı 140 bin kişiyi bulmuştu (Cin, a g e , 101) Bu teşkilât, Kanunî Sultan Süleyman döneminde tekâmülünün zirvesine çıktı Kanunî’nin konu ile ilgili fermanları ve kanunnâmesi, bu hususta önemli birer delil olmaktadır Bu dönemde irili ufaklı 37521 timar vardı Bunlardan 9654′ü kale muhafız timarı, geriye kalan 27867’si ise tamamıyla “eşkinci” timarı idi Osmanlı toprak rejiminde her dirliğin çekirdeğini teşkil eden ve “kılıç” adı verilen bir kısım vardır Timarlar, kılıç tabir edilen ve hiç değişmeyen bir çekirdek kısmı ile zamanla bu kısma ilave edilen hisselerden meydana geliyordu Timarların bulunduğu bölge ve durumlarına göre farklılık arz eden her “kılıc”a bir timar sahibi tayin edilir, bir kılıç yerine iki kişi tayin edilemezdi (KavanÎn-i Âl-i Osman Der Mezâmin, vr 7 b, 8 a-b) Rumeli’de bulunan Budin, Bosna, Tımaşvar Beylerbeyliklerindeki 6000′lik “Tezkireli Timar”ların kılıçları 3′er bindi Anadolu, Karaman, Maras, Rum, Diyarbekir, Erzurum, Haleb, Şam, Bağdad ve Kıbrıs eyâletlerindeki tezkireli timarların kılıçları ise 2 bindi Buna göre kılıç hakkının dışında kalan her üçbin akça gelir için timar sahibi bir “cebelî” yetiştirmek zorundaydı (Mustafa Nuri Paşa, Netâyicü’l-Vukuât, İstanbul 1294, I, 143-144) Osmanlı toprak düzeninde timarlar bir kaç kısma ayrılıyordu a-Timar arazisinin mülk olarak verilip verilmemesi açısından 1 ) Mülk timarlar: Anadolu’nun bazı vilâyetlerinde mevcud olan bu neviden timar sahipleri sefer esnasında yerlerine “cebelî”lerini gönderebiliyorlardı Bu mükellefiyetini yerine getirmeyen timar sahibinin bir yıllık geliri hazine tarafından alınıyordu Ölümü halinde timar oğluna, oğlu yoksa diğer mirasçılarına kalıyordu 2) Mülk olmayan timarlar: Bunlar hizmet karşılığı varidatın bir kısmının tahsisi suretiyle verilen timarlardı Osmanlı timarlarının çoğu bu nevidendir b- Timar sahiplerinin gördüğü işlere göre 1 ) Eşkinci timarları: Bunların sahipleri alaybeyinin sancağı altında sefere eşerler (giderler) Cebelîleri ile birlikte sefere gitmek zorunda olan bu tip timarların mutasarrıfları, sefere gitmedikleri zaman timarları ellerinden alınırdı 2) Mustahfız timarları: Bu timarların sahipleri, bağlı bulundukları kalelerin muhafızları idiler Hizmetleri devam ettiği müddetçe timarları da devam ederdi 3) Hizmet timarları: Hudud boylarında bulunan câmilerin imamet ve hitâbetinde bulunanlar ile saraya hizmet edenlere verilen timarlardır c- Veriliş şekillerine göre Timarların, Beylerbeyi tarafından veya devlet merkezinden verilmesine göre sınıflandırılması ile ilgilidir Buna göre de timarlar ikiye ayrılıyordu: 1) Tezkireli timar: Beylerbeyilerin, bir tezkire ile devlet merkezine teklif ettikleri timarlardı 2) Tezkiresiz timar: Beylerbeylerin kendi beratları ile verdikleri timarlardı Küçük timarların dağıtılmasında beylerin selahiyetleri büyüktü Muhtelif eyâletlerde değişik baremlerde olmak üzere defter yazıları belirli bir rakamın altında olan timarların sahiplerini beylerbeyleri kendi tuğralarını taşıyan beratlarla tayin edebiliyorlardı Daha büyük gelir sağlayan timarlarda ise beylerbeyi o timara hak kazanmış olan sipahinin eline bir “tezkire” vererek tayin işini devlet merkezine teklif ederdi Beylerbeyinden böyle bir tezkire alan sipahi, İstanbul’a gelip altı ay içinde beratını almak zorunda idi d- Malî durumlarına göre: 1) Serbest timarlar: Timar sahibinin, “resm-i erûs”, “resm-i tapu”, “kışlak”, “yaylak”, “cürüm, cinayet” vs gibi vergileri alma hakkına sahip bulunduğu timarlardı 2) Serbest olmayan timarlar: Böyle bir timarı tasarruf eden sipahinin serbest timar sahipleri gibi yetkileri yoktu Kanunî Sultan Süleyman döneminde tekâmülünün zirvesine erişen timar sistemi, bu hükümdarın ölümünden sonra bozulma temayülü göstermeye başladı III Sultan Murad (1574-1595) devrinde bozulma belirtileri açıkça ortaya çıktı Zira bu dönemde eski kanunlara riayet edilmeyerek çeşitli yollardan timar sahibi olan kimseler türedi Koçi Bey, bu konuda eski kanun ve şer’-i şerife uyulmadığını (Koçi Mustafa Bey, Risâle, Nşr Zuhuri Danışman, ist 1972, 32) anlatır Kuruluşundan beri, Osmanlı Devleti tarihinde büyük bir rol oynamış bulunan tımar rejimi, birkaç asırdan beri buhranlar içinde geçen hayatının son safhasında sessiz sedasız bir şekilde ve herhangi bir sarsıntıya sebep olmadan ortadan kalktı Tarihe mal olması çeşitli safhalar geçiren bu sistemin kaldırılış esnasındaki ilk tatbikatı, 1703 tarihinde Girit Adası’nda başladı Ülkenin diğer mıntıkalarındaki tımarlar ise 1812 tarihinden itibaren mahlul oldukça (boşaldıkça) başkalarına verilmemeye başlandı Nihayet Yeniçeri ocağının lağvedilerek muntazam bir askerî sınıf vücuda getirildikten sonra intizam ve disiplinlerini büsbütün kaybetmiş olan tımar sahiplerinin de eskiden olduğu gibi bırakılmaları uygun görülmeyerek H 1263 (M 1848) senesinde bütün tımar sahipleri kayd-ı hayat şartıyla ve yarım tımar bedeli ile emekliye sevk edilerek tımar sistemine son verildi DEVLETLER NASIL GELİŞİR-TARİHTEKİ TİCARET YOLLARI İPEK YOLU Çin’den başlayıp, Taklamakan Çölü bölgesinden geçerek, Afganistan, İran üzerinden Doğu Akdeniz’e ulaşır Burada ticaret malları Akdeniz üzerinden Avrupa ülkelerine taşınmıştır İpek Yolu iki kola ayrılır I Kol: Güneyde İran topraklarından geçerek, Suriye ve Anadolu kıyılarına ulaşır II Kol: Kuzey’de Hazar Denizi’nin kuzeyinden, Karadeniz’in kuzey bölgelerine ulaşır BAHARAT YOLU Hindistan ve Malezya’dan başlayıp Basra Körfezi’ne ve Kızıldeniz yoluyla Doğu Akdeniz kıyılarına ulaşır Ticaret mallarından bazıları; ipek, baharat, porselen, kağıt, değerli madenler, bal, deri, kürk, canlı hayvandır KRAL YOLU Batı Anadolu’dan başlayıp, Mezopotamya’ya kadar uzanan yola “Kral Yolu” denir Lidyalılar tarafından yapılan Kral Yolu, Mezopotamya ve Anadolu uygarlıkları arasında kültürel etkileşimin yaşanmasında etkili olmuştur COĞRAFİ KEŞİFLER 15 ve 16 yy’da pusulanın icadı ile birlikte insanların sıcak denizlere açılması, yeni ticareti yollarının, okyanusların ve kıtaların keşfine “Coğrafi Keşifler” denir Avrupa’da ticaretin gelişmesi ile değerli madenlere olan ihtiyaç da artmıştır Böylece değerli madenlere sahip olmak için denizaşırı yolculuklar yapılmış ve sömürgecilik anlayışı ortaya çıkmıştır Pusulanın ve gemicilik bilgilerinin öğrenilmesi İpek ve Baharat yollarının Osmanlı Devleti’nin elinde olması ve yeni ticaret yolları bulma isteği İstanbul’un fethi ile Avrupa devletlerinin, Avrupa’da sıkışması ve açık denizlere açılma isteği Hıristiyanlığı farklı bölgelere yayma isteği Maceraperest gemicilerin yetişmesi • Coğrafi keşifleri İspanyollar ve Portekizliler başlatmıştır • Bartemi Diaz, Ümit Burnu’nu keşfetmiştir Wasko dö Gama Ümit Burnu’nu dolaşarak Hindistan’a ulaşmıştır Dünyanın yuvarlaklığını Macellan ve Del Kano ispat etmiştir Kristoph Kolomb Amerika Kıtası’nı keşfetmiştir COĞRAFİ KEŞİFLERİN SONUÇLARI Siyasi Sonuçlar 1 Yeni ülkelerin keşfedilmesi ile sömürgecilik gelişti (Portekiz ve İspanyollarla başlayan sömürgeciliğe daha sonra İngiltere, Fransa ve Hollanda da katıldı) 2 Baharat ve İpek yolları önemini kaybetti 3 Akdeniz, ticari önemini yitirmiş, Atlas okyanusundaki limanlar önem kazanmıştır 4 Doğuda yeni keşfedilen yerlerden Avrupa’ya bol miktarda altın, gümüş gibi değerli eşyalar geldi 5 Avrupa zenginleşti Soyluların nüfuzları azaldı 6- -Avrupa’da ticaretle uğraşan burjuva sınıfı önem kazanmıştır 7 Türk ve İslam dünyası ekonomik olarak olumsuz etkilendi 8 Rönesans ve Reform’a zemin hazırlamıştır Dinî Sonuçlar 1 Hıristiyanlık yeni keşfedilen yerlere yayıldı 2 Dünya’nın düz olduğunu söyleyen din adamlarına duyulan güven sarsıldı Bilimsel Sonuçlar 1 Yeni kıtalar, ırklar, hayvanlar, bitkiler tanındı 2 İnsanlarda araştırma ve yeni şeyler öğrenme merakı uyandı COĞRAFİ KEŞİFLERİN OSMANLI’YA ETKİSİ Coğrafi keşiflerin etkileri evrensel niteliktedir Yeni yolların ve limanların keşfedilmesi ile Osmanlıların elinde bulunan İpek ve Baharat yolları önemini kaybetmiştir Keşiflerle birlikte Avrupa’da altın ve gümüş gibi madenlerin artması, Osmanlı’daki akçenin önemini yitirmesine neden olmuştur İpek ne Baharat yollarından elde edilen gümrük vergileri düşmüştür Böylece Türk-İslam dünyasının ekonomik gelirleri azalmıştır Vakıf, kişinin mal varlığının bir bölümün hayır işleri için bağışlamasına denir Vakıf arazi gelirleri cami, han, haman medrese gibi sosyal hizmetlere ve hayır kurumlarının masraflarına ayrılan topraklardır Vakıf sistemi, Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu devletlerinde de görülmüştür Türk-İslam devletlerinde sosyal devlet anlayışı hakimdi Osmanlı Devleti döneminde eğitim, sağlık, kültür ve bayındırlık alanlarında vakıflar önemli bir yer tutar Vakıflar devlet tarafından desteklenir aynı zamanda devletin gözetiminde bulunurdu Vakıflar Osmanlı topraklarında kent ve kasabaların gelişmesinde önemli bir yer tutar Ulaşım, ticaret, taşımacılık alanlarında şehirler önemli derecede gelişmiştir Halkın her türlü gereksinimini karşılayan vakıflar, eğitim-öğretim kurumları, hastane, kütüphane, imaret gibi yapıların giderlerini karşılamıştır 16 yy’dan sonra vakıflar, yönetim ve adalet alanlarındaki bozulmaların etkisiyle önemini kaybetmeye başlamıştır Kanunlara aykırı bir şekilde vakıfların kişilere dağıtılması vakıflan amaçlarından sapmasına neden olmuştur 1836 yılında II Mahmut vakıf sistemini kaldırarak Evkaf Nezaretini(bakanlığı) kurmuştur
|