Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ekonomi, hayat, sosyal

Ekonomi Ve Sosyal Hayat

Eski 05-19-2009   #1
Şengül Şirin
Varsayılan

Ekonomi Ve Sosyal Hayat



EKONOMİ VE SOSYAL HAYAT

TOPRAĞIN ÖNEMİ
Bir çiftçiye toprağın ne olduğunu sorarsanız, toprağiın önemini ve değerini belirten çok özlü cevaplar alısınız
Toprak insanların yaşamında çok önemlidirBesinleimizi elde edebilmemiz toprağa bağlıdır Toprak sadece insanlar için değil, tüm canlaılarb için önamlidiBitkiler ancak topraktaki su ve madensel maddeleri alarak büyüyüp gelişirlerOtçul hayvanlar ve insanlar ise bitkileri besin olarak kullanırlar
İnsanlar ve hayvanlar dolaylı olarak besinlerini topraktan sağladıkları gibi onun üzerinde gezinir, dinlenir, barınırlarYani toprak tüm canlıların hem beslendiği hem de barındığı yerdir Doğal zenginlik kaynaklarımız olan ormanların, bitkilerin, evcil ve yabani hayvanların yaşaması, ancak toprak sayesinde olurToprağın hem kendisi hem de üzerinde bulunan ormanlar, bitkiler ve hayvanlar birer doğal zenginlik kaynağıdırÖylese toprağı korumalıyız TÜRKİYEDE TARIMSAL GELİŞİM
rkiye tarımsal yapısının incelenmesinde 1923-1938 döneminin üstünde göreli olarak az durulmakta ve bu dönem, çoğunlukla 1950 sonrasına “bir giriş” kapsamı içinde özetlenip geçilmektedir 1950 sonrasında tarımın geçirdiği çok yönlü değişikliklerin hızı gerçekten 1950 öncesi ile karşılaştırıldığında olağanüstü olmuştur Ancak 1950 sonrasında gerçekleşen hızlı değişimler çoğu araştıırıcının gözünde, 1950 öncesini öylesine büyük ölçüde gölgelemiştir ki, bu dönemdeki değişikliklerin küçümsenmesi ve hatta adeta yok sayılması eğilimi ağır basmaktadır Böylece, Cumhuriyetin kuruluşundan İkinci Dünya Savaşına kadar geçen bu dönemin duraganlığı vurgulamakta, ilkel teknik temel üstüne kurulu küçük mülkiyetin ve “kapalı köy ekonomisi”nin tüm tarımsal yapıya damgasını vurduğu öne sürülmektedir TİMAR Osmanlı devletinde, belirli görev ve hizmet karşılığında kişilere tahsis edilen ve defter yazılarındaki senelik geliri 20 bin akçaya kadar olan askerî dirlikler Kendisine böyle bir imkân tanınan kişiye de timar sahibi veya sipahî denir Timar sistemi, Osmanlı devletinde toprağın işlenmesi, devletin büyük bir masrafa girmeden askerî kuvvet sağlaması ve ekonomik hayatın gelişmesinde büyük faydalar sağladı Devletin ekonomik ve askerî gücünü ortaya koyması bakımından önem taşıyan bu sistem bilinmeden bazı konularda doğru ve sağlam fikir sahibi olmak mümkün değildir Bir beylik olarak ortaya çıkışından itibaren, bünyesinde gerektirdiği değişiklikleri yapmaktan çekinmeyen Osmanlı Devleti, kendisinden önceki Müslüman devletler ile komşu diğer Müslüman devletlerin müessese ve teşkilâtlarından da istifade etmişti Nitekim, “Anadolu Selçuklu Devletinin enkazı üzerinde ve onun bir devamı olarak teşekkül ve inkişaf etmiş bulunan Osmanlı İmparatorluğunun, bu devletin ve onun vâsıtası ile daha eski diğer Türk ve İslâm devletlerinin veya İran Moğollarının çok zengin teşkilât ve müesseselerinden de geniş ölçüde faydalanmak imkânlarına sahip bulunduğu tarihî bir hakikattir Bu sebeple bazı tarihçilerin, Osmanlı tımarının ilk örneklerinin özellikle son dönem Bizans İmparatorluğunda aranması gerektiği şeklindeki görüşleri gerçeklere uygun bir temayül sayılmaz Nitekim, bilhassa vezir Nizâmü’lMülk’ün, Büyük Selçuklu İmparatorluğunda yapmış olduğu idarî ıslâhattan sonra, bu imparatorlukta askerî hizmet mukabili dağıtılmış olan “İkta”lar, Anadolu Selçuklularına ve dolayısıyla Osmanlılara, anahatları ile bir timar örneği teşkil edebilecek bazı hususiyetler taşımakta idi” (Ö Lütfi Barkan, İslâm Ansiklopedisi, Timar maddesi) Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı gibi timar sistemi, Osmanlılardan önceki Müslüman devletlerde de bulunmakta idi Osmanlılar, bu sistemi onlardan aldılar Bu sebeple daha devletin kuruluş yıllarında timar sistemi ve bununla ilgili uygulamaları görmekteyiz Nitekim Osman Gazi (1299-1326), fethedilen yerleri dirlik (timar) olarak dağıtmış ve bunlarla ilgili bazı hükümler koymuştur Âşıkpaşazâde’nin ifâdesine göre o, “Her kime kim bir timar virem ânı sebepsiz elinden almayalar ve hem ol öldüğü vakitte oğluna ve eğer küçücük dahi olsa vireler Hizmetkârları sefer vakti olacak sefere varalar Ta ol sefere yarayınca” demiştir (Aşıkpaşazade, Tarih, İstanbul 1332, 20) Bu ifadelerden şu sonuçlar çıkmaktadır: 1 Sebepsiz yere hiç kimsenin tımarı elinden alınamaz 2 Timar sahibinin ölümü halinde timar oğluna intikal eder 3 Oğul küçükse, sefere gidecek yaşa gelinceye kadar onun yerine hizmetkârlarının sefere gitmesi gerekmektedir Bundan da anlaşıldığı gibi, Osmanlı Devletinde timar sistemi, mîrî arazi rejiminin sonucu olarak ortaya çıktı Osman Gazinin fetihleri ile başlayan bu sistem, Sultan I Murad devrinde tam teşkilâtlı bir müessese haline geldi Devlette önemli bir fonksiyonu bulunan timar sistemi, Osmanlı toprak rejiminin temelini teşkil eder Zira bu toplumda ekonomik, sosyal, askerî ve idarî teşkilâtların tamamı büyük ölçüde toprak ekonomisine dayanıyordu Toplum hayatında en küçük vazife sahibinden devlet başkanına (hükümdar) kadar hemen hemen bütün sosyal gruplar, geçimini toprak ürünleri ile temin ediyorlardı Bu sistem sayesinde devletin güçlendiği tarihçiler tarafından açıkça ortaya konmaktadır Nitekim Alman tarihçiler tarafından açıkça ortaya konmaktadır Nitekim Alman tarihçisi Leopold Von Ranke “XVII Asırda Osmanlılar ve ispanya” adlı eserinde Osmanlı devletinin kudretini teşkil eden üç unsurdan birinin timar (dirlik) sistemi olduğunu kaydeder (Halil Cin, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, Ankara 1978, 85) Toprak taksimatının en küçük bölümü olan timar, senelik geliri 3-20 bin akça arasında değişen askerî dirliklere verilen bir isimdir Devrin imkânları gözönünde bulundurularak bir kısım asker ve memurlara geçimlerini temin hususunda böyle bir kaynak sağlanıyordu Nitekim bu mânâda kanun-nâmelerde “Zeâmet ve timar ki def-i a’da için tâyin olunan mal-ı mukateledir ve asker dahi bunları tasarruf edenlerdir” denilmektedir (Kavanîn-i Âl-i Osman Der Mezâmin-i Defteri Divân, vr 15a, Süleymaniye Ktb (Fatih) nr 3497) Kanun-nâmenin bu ifadesinden hareketle Barkan, timarı şöyle tarif eder: “Osmanlı İmparatorluğunda geçimlerini veya hizmetlerine ait masrafları karşılamak üzere bir kısım asker ve memurlara, muayyn bölgelerden kendi nâm ve hesaplarına tahsil salâhiyeti ile birlikte tahsis edilmiş olan vergi kaynaklarına ve bu arada bilhassa defter yazılarındaki senelik geliri 20 bin akçaya kadar olan askerî dirliklere verilen isimdir” (Barkan, İslâm Ansiklopedisi, Timar md) Kendisine böyle bir imkân tanınan kişi (timar sahibi, sipahi), buna karşılık bazı vazifelerle mükellef tutulmaktadır O, Batı’daki toprak sahiplerinin, “serf”lerine karşı takındıkları tavır gibi bir pozisyonda bulunamaz Keza tımarı içinde meydana gelen olaylara toprak sahibi sıfatıyla müdahalede bulunamaz Sipahi, reâyadan (mirî araziyi ekip biçen, tasarruf eden) miktar ve cinsleri kanunlarla tesbit edilmiş olan vergiden fazlasını tahsil edemezdi Selahiyetini aşandan dirliği (timarı), bir daha geri verilmemek şartıyla alınırdı Kendisi de başka bir bölgeye reâyâ olarak gönderilirdi Çünkü devletin kendisine verdiği selâhiyeti tecavüz etmiş, güveni kötüye kullanmış ve halka haksızlık etmiş oluyordu 14 Muharrem 973 (12 Ağustos 1565)’ de Sivas Beylerbeyi, Sivas ve Arapkir kadılarına yazılan bir hükümde, Divriği Beyi Kasım’ın şeriat ve kanuna aykırı olarak reâyâya haksızlık ettiğinin mahkeme tarafından tesbit edilmiş olması cihetiyle sancağının tebdiline karar verildiği bildirilmektedir (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mühimme Defteri, nr 5, 34) Aynı Şekilde 973 (1565) senesinde Avlonya kadısına yazılan bir hükümde de adı geçen kazaya bağlı Aspurokilise adındaki köyde timar sahibi olan Burhan oğlu Ahmed’in, gerek ehl-i şenaattan olması, gerekse reâyâya haksızlık etmesi sebebiyle timarı elinden alınıp hapsedilmesine karar verilmiştir Böylece, farklı din, ırk, milliyet ve mezheplere sahip insanları sınırları içinde barındıran Osmanlı Devleti, sipahînin yapabileceği haksızlığın önünü almaya gayret ediyordu Osmanlı toprak rejiminde sipahi (timar sahibi), toprağın gerçek sahibi değildi O, mirî arazinin halka dağıtılmasında devletin bir temsilcisi durumundaydı Bunun içindir ki devlet, timarların kapalı bir sistem halinde çalışmasını engellemek, onları devamlı kontrol etmek ve gerektiğinde müdahalede bulunmak için devamlı olarak buralara memurlar gönderiyordu Bu manada “Toprak Kadısı”nın varlığını zikredebiliriz Osmanlı Devletinde, Osman Gazi ile başlayan timar sistemi, Sultan I Murad zamanında Rumeli bölgesinde de uygulanmaya başladı 1402 yılında Timur’la yapılan savaştan sonra Osmanlı Devletinin teşkilatlanmasında bir duraklama görüldü Bu hal, kendisini toprak sisteminde de hissettirdi Buna karşılık Fatih Sultan Mehmed,devletin artan ihtiyaçları yanında timar sistemini geliştirmek için kanunlar çıkardı II Bâyezid (1481/1512) zamanında timar teşkilatında önemli bir değişiklik göze çarpmaz Buna karşılık Yavuz Sultan Selim (1512- 1520) devrinde timar sistemi mükemmel bir şekilde işlemiş, sipahî ve “cebelî”lerin (timar sahiplerinin yanlarında harbe götürmek zorunda olduğu kimseler, askerler) miktarı artış göstermişti 1514 yılında bunların sayısı 140 bin kişiyi bulmuştu (Cin, age, 101) Bu teşkilât, Kanunî Sultan Süleyman döneminde tekâmülünün zirvesine çıktı Kanunî’nin konu ile ilgili fermanları ve kanunnâmesi, bu hususta önemli birer delil olmaktadır Bu dönemde irili ufaklı 37521 timar vardı Bunlardan 9654′ü kale muhafız timarı, geriye kalan 27867’si ise tamamıyla “eşkinci” timarı idi Osmanlı toprak rejiminde her dirliğin çekirdeğini teşkil eden ve “kılıç” adı verilen bir kısım vardır Timarlar, kılıç tabir edilen ve hiç değişmeyen bir çekirdek kısmı ile zamanla bu kısma ilave edilen hisselerden meydana geliyordu Timarların bulunduğu bölge ve durumlarına göre farklılık arz eden her “kılıc”a bir timar sahibi tayin edilir, bir kılıç yerine iki kişi tayin edilemezdi (KavanÎn-i Âl-i Osman Der Mezâmin, vr 7 b, 8 a-b) Rumeli’de bulunan Budin, Bosna, Tımaşvar Beylerbeyliklerindeki 6000′lik “Tezkireli Timar”ların kılıçları 3′er bindi Anadolu, Karaman, Maras, Rum, Diyarbekir, Erzurum, Haleb, Şam, Bağdad ve Kıbrıs eyâletlerindeki tezkireli timarların kılıçları ise 2 bindi Buna göre kılıç hakkının dışında kalan her üçbin akça gelir için timar sahibi bir “cebelî” yetiştirmek zorundaydı (Mustafa Nuri Paşa, Netâyicü’l-Vukuât, İstanbul 1294, I, 143-144) Osmanlı toprak düzeninde timarlar bir kaç kısma ayrılıyordu a-Timar arazisinin mülk olarak verilip verilmemesi açısından 1 ) Mülk timarlar: Anadolu’nun bazı vilâyetlerinde mevcud olan bu neviden timar sahipleri sefer esnasında yerlerine “cebelî”lerini gönderebiliyorlardı Bu mükellefiyetini yerine getirmeyen timar sahibinin bir yıllık geliri hazine tarafından alınıyordu Ölümü halinde timar oğluna, oğlu yoksa diğer mirasçılarına kalıyordu 2) Mülk olmayan timarlar: Bunlar hizmet karşılığı varidatın bir kısmının tahsisi suretiyle verilen timarlardı Osmanlı timarlarının çoğu bu nevidendir b- Timar sahiplerinin gördüğü işlere göre 1 ) Eşkinci timarları: Bunların sahipleri alaybeyinin sancağı altında sefere eşerler (giderler) Cebelîleri ile birlikte sefere gitmek zorunda olan bu tip timarların mutasarrıfları, sefere gitmedikleri zaman timarları ellerinden alınırdı 2) Mustahfız timarları: Bu timarların sahipleri, bağlı bulundukları kalelerin muhafızları idiler Hizmetleri devam ettiği müddetçe timarları da devam ederdi 3) Hizmet timarları: Hudud boylarında bulunan câmilerin imamet ve hitâbetinde bulunanlar ile saraya hizmet edenlere verilen timarlardır c- Veriliş şekillerine göre Timarların, Beylerbeyi tarafından veya devlet merkezinden verilmesine göre sınıflandırılması ile ilgilidir Buna göre de timarlar ikiye ayrılıyordu: 1) Tezkireli timar: Beylerbeyilerin, bir tezkire ile devlet merkezine teklif ettikleri timarlardı 2) Tezkiresiz timar: Beylerbeylerin kendi beratları ile verdikleri timarlardı Küçük timarların dağıtılmasında beylerin selahiyetleri büyüktü Muhtelif eyâletlerde değişik baremlerde olmak üzere defter yazıları belirli bir rakamın altında olan timarların sahiplerini beylerbeyleri kendi tuğralarını taşıyan beratlarla tayin edebiliyorlardı Daha büyük gelir sağlayan timarlarda ise beylerbeyi o timara hak kazanmış olan sipahinin eline bir “tezkire” vererek tayin işini devlet merkezine teklif ederdi Beylerbeyinden böyle bir tezkire alan sipahi, İstanbul’a gelip altı ay içinde beratını almak zorunda idi d- Malî durumlarına göre: 1) Serbest timarlar: Timar sahibinin, “resm-i erûs”, “resm-i tapu”, “kışlak”, “yaylak”, “cürüm, cinayet” vs gibi vergileri alma hakkına sahip bulunduğu timarlardı 2) Serbest olmayan timarlar: Böyle bir timarı tasarruf eden sipahinin serbest timar sahipleri gibi yetkileri yoktu Kanunî Sultan Süleyman döneminde tekâmülünün zirvesine erişen timar sistemi, bu hükümdarın ölümünden sonra bozulma temayülü göstermeye başladı III Sultan Murad (1574-1595) devrinde bozulma belirtileri açıkça ortaya çıktı Zira bu dönemde eski kanunlara riayet edilmeyerek çeşitli yollardan timar sahibi olan kimseler türedi Koçi Bey, bu konuda eski kanun ve şer’-i şerife uyulmadığını (Koçi Mustafa Bey, Risâle, Nşr Zuhuri Danışman, ist 1972, 32) anlatır Kuruluşundan beri, Osmanlı Devleti tarihinde büyük bir rol oynamış bulunan tımar rejimi, birkaç asırdan beri buhranlar içinde geçen hayatının son safhasında sessiz sedasız bir şekilde ve herhangi bir sarsıntıya sebep olmadan ortadan kalktı Tarihe mal olması çeşitli safhalar geçiren bu sistemin kaldırılış esnasındaki ilk tatbikatı, 1703 tarihinde Girit Adası’nda başladı Ülkenin diğer mıntıkalarındaki tımarlar ise 1812 tarihinden itibaren mahlul oldukça (boşaldıkça) başkalarına verilmemeye başlandı Nihayet Yeniçeri ocağının lağvedilerek muntazam bir askerî sınıf vücuda getirildikten sonra intizam ve disiplinlerini büsbütün kaybetmiş olan tımar sahiplerinin de eskiden olduğu gibi bırakılmaları uygun görülmeyerek H 1263 (M 1848) senesinde bütün tımar sahipleri kayd-ı hayat şartıyla ve yarım tımar bedeli ile emekliye sevk edilerek tımar sistemine son verildi DEVLETLER NASIL GELİŞİR-TARİHTEKİ TİCARET YOLLARI İPEK YOLU Çin’den başlayıp, Taklamakan Çölü bölgesinden geçerek, Afganistan, İran üzerinden Doğu Akdeniz’e ulaşır Burada ticaret malları Akdeniz üzerinden Avrupa ülkelerine taşınmıştır İpek Yolu iki kola ayrılır IKol: Güneyde İran topraklarından geçerek, Suriye ve Anadolu kıyılarına ulaşır II Kol: Kuzey’de Hazar Denizi’nin kuzeyinden, Karadeniz’in kuzey bölgelerine ulaşır BAHARAT YOLU Hindistan ve Malezya’dan başlayıp Basra Körfezi’ne ve Kızıldeniz yoluyla Doğu Akdeniz kıyılarına ulaşır Ticaret mallarından bazıları; ipek, baharat, porselen, kağıt, değerli madenler, bal, deri, kürk, canlı hayvandır KRAL YOLU Batı Anadolu’dan başlayıp, Mezopotamya’ya kadar uzanan yola “Kral Yolu” denir Lidyalılar tarafından yapılan Kral Yolu, Mezopotamya ve Anadolu uygarlıkları arasında kültürel etkileşimin yaşanmasında etkili olmuştur COĞRAFİ KEŞİFLER 15 ve 16yy’da pusulanın icadı ile birlikte insanların sıcak denizlere açılması, yeni ticareti yollarının, okyanusların ve kıtaların keşfine “Coğrafi Keşifler” denir Avrupa’da ticaretin gelişmesi ile değerli madenlere olan ihtiyaç da artmıştır Böylece değerli madenlere sahip olmak için denizaşırı yolculuklar yapılmış ve sömürgecilik anlayışı ortaya çıkmıştır
Nedenleri:
 Pusulanın ve gemicilik bilgilerinin öğrenilmesi  İpek ve Baharat yollarının Osmanlı Devleti’nin elinde olması ve yeni ticaret yolları bulma isteği  İstanbul’un fethi ile Avrupa devletlerinin, Avrupa’da sıkışması ve açık denizlere açılma isteği  Hıristiyanlığı farklı bölgelere yayma isteği  Maceraperest gemicilerin yetişmesi • Coğrafi keşifleri İspanyollar ve Portekizliler başlatmıştır • Bartemi Diaz, Ümit Burnu’nu keşfetmiştir Wasko dö Gama Ümit Burnu’nu dolaşarak Hindistan’a ulaşmıştır Dünyanın yuvarlaklığını Macellan ve Del Kano ispat etmiştir Kristoph Kolomb Amerika Kıtası’nı keşfetmiştir COĞRAFİ KEŞİFLERİN SONUÇLARI Siyasi Sonuçlar 1 Yeni ülkelerin keşfedilmesi ile sömürgecilik gelişti (Portekiz ve İspanyollarla başlayan sömürgeciliğe daha sonra İngiltere, Fransa ve Hollanda da katıldı) 2 Baharat ve İpek yolları önemini kaybetti 3 Akdeniz, ticari önemini yitirmiş, Atlas okyanusundaki limanlar önem kazanmıştır 4 Doğuda yeni keşfedilen yerlerden Avrupa’ya bol miktarda altın, gümüş gibi değerli eşyalar geldi 5 Avrupa zenginleşti Soyluların nüfuzları azaldı 6--Avrupa’da ticaretle uğraşan burjuva sınıfı önem kazanmıştır 7 Türk ve İslam dünyası ekonomik olarak olumsuz etkilendi 8 Rönesans ve Reform’a zemin hazırlamıştır Dinî Sonuçlar 1 Hıristiyanlık yeni keşfedilen yerlere yayıldı 2 Dünya’nın düz olduğunu söyleyen din adamlarına duyulan güven sarsıldı Bilimsel Sonuçlar 1 Yeni kıtalar, ırklar, hayvanlar, bitkiler tanındı 2 İnsanlarda araştırma ve yeni şeyler öğrenme merakı uyandı COĞRAFİ KEŞİFLERİN OSMANLI’YA ETKİSİ  Coğrafi keşiflerin etkileri evrensel niteliktedir Yeni yolların ve limanların keşfedilmesi ile Osmanlıların elinde bulunan İpek ve Baharat yolları önemini kaybetmiştir Keşiflerle birlikte Avrupa’da altın ve gümüş gibi madenlerin artması, Osmanlı’daki akçenin önemini yitirmesine neden olmuştur İpek ne Baharat yollarından elde edilen gümrük vergileri düşmüştür Böylece Türk-İslam dünyasının ekonomik gelirleri azalmıştır  Vakıf, kişinin mal varlığının bir bölümün hayır işleri için bağışlamasına denir  Vakıf arazi gelirleri cami, han, haman medrese gibi sosyal hizmetlere ve hayır kurumlarının masraflarına ayrılan topraklardır  Vakıf sistemi, Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu devletlerinde de görülmüştür Türk-İslam devletlerinde sosyal devlet anlayışı hakimdi Osmanlı Devleti döneminde eğitim, sağlık, kültür ve bayındırlık alanlarında vakıflar önemli bir yer tutar  Vakıflar devlet tarafından desteklenir aynı zamanda devletin gözetiminde bulunurdu  Vakıflar Osmanlı topraklarında kent ve kasabaların gelişmesinde önemli bir yer tutar  Ulaşım, ticaret, taşımacılık alanlarında şehirler önemli derecede gelişmiştir  Halkın her türlü gereksinimini karşılayan vakıflar, eğitim-öğretim kurumları, hastane, kütüphane, imaret gibi yapıların giderlerini karşılamıştır  16yy’dan sonra vakıflar, yönetim ve adalet alanlarındaki bozulmaların etkisiyle önemini kaybetmeye başlamıştır Kanunlara aykırı bir şekilde vakıfların kişilere dağıtılması vakıflan amaçlarından sapmasına neden olmuştur  1836 yılında II Mahmut vakıf sistemini kaldırarak Evkaf Nezaretini(bakanlığı) kurmuştur

Alıntı Yaparak Cevapla

hiç bitmeyen destek vakıf

Eski 05-19-2009   #2
Şengül Şirin
Varsayılan

hiç bitmeyen destek vakıf



HİÇ BİTMEYEN DESTEK-VAKIF

 Cumhuriyetin anayasa ile belirlenen niteliklerine, anayasanın temel ilkelerine, hukuka ahlaka, milli birliğe dayalı olarak, Türkiye’de çok vakıf kurulmuştur
 Sosyal adaleti pekiştirmek, sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamak vakıfların amaçları arasındadır  Türkiye’de kurulan vakıfların belirli organları olmalıdır Yönetim organı, mütevelli heyeti ve denetim birimi gibi bölümleri olmalıdır Bunun nedeni, vakfın işleyişini kolaylaştırmak, amacının kapsamına ve faaliyetlerine uygun olarak çalışmaktır vAKIFLARIN KURULMA AMAÇLARI -Toplumda çoğulcu ve özgürlükçü demokrasinin yerleştirilmesi -İsanlara, emeğe ve doğaya saygı çerçevesinde insanların düşünce anlayışını geniş alanlara yayma -Eşrtlik, dayanışma, adalet, dürüstlük gibi değerlerin tüm topluma benimsetilmesi -Sosyal devlet anlayışının ve demokrasinin gelişmesi için çalışma yapmadır Günümüzde Türkiye’de;  Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı  Türk Toplum Gönüllüleri Vakfı  Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı  Teknolojiyi Geliştirme Vakfı  Sağlık ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı  İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı  Çocuk Vakfı Bilim ve Sanat Vakfı gibi kuruluşlar vardır
NASIL EĞİTİM GÖRDÜLER Ahilik teşkilatI Ahilik teşkilatı Selçuklular döneminde ekonomik ve ticârî faaliyetlerinin yanı sıra, askerî ve siyasî faaliyetlerde de bulundukları, Osmanlı Beyliği’nin kuruluşunda ve güçlenmesinde etkin rol oynadıklarını iddia ediliyor Ahilik teşkilatı Osmanlı Devleti‘nin kuruluş yıllarında ve daha sonrasında da devam etmiş bir sosyal kurumdur Ahiliğin kurucusu Ahi Evren olarak bilinmektedir Kırşehir de kabri bulunan Ahi Evran’ın kurduğu bu teşkilatla ilgili Ahilik geleneğinin unutulmaması için Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Odaları tarafından bazı şehirlerde her yıl Ahilik haftası ve kutlamaları yapılmaktadır Ahilik teşkilatı, gençlerin iyi yetişmesini ve meslek kazanmasını sağlardı Savaş, afet vs kötü durumlarda da kuruma üyeler ve halk arasında dayanışma olurdu Padişahlar ve diğer yöneticiler de ahilik teşkilatına katkılı olup destekleyerek gelişmesini istemişlerdir Anadolu Selçuklu Devleti‘nde sanatkarlar ve zanaatkarlar tarafından yine aynı amaçla kurulan Fütüvvet Teşkilatı ile benzerlikler gösterir Fütüvvet teşkilatının Osmanlı Devleti’ndeki devamı niteliğindedir Üyelik için kişinin bir Ahi tarafından önerilmesi zorunludur Çevresinde iyi tanınmayanlar, kötü söz getirebileceği düşünülenler Ahi olamazlar Örneğin insan öldürenler, hayvan öldürenler (kasaplar), hırsızlar, zina ettiği ispatlananlar örgüte katılamaz Ahilikte sanatkarlar gündüzleri işyerlerinde 4 boyut’dan oluşan hiyerarşi içinde mesleğin inceliklerini öğrenirler, akşamları toplandıkları ahi konuk ve toplantı salonlarında aynı hiyerarşi içinde ahlaki ve felsefi eğitim görürlermiş
Ahilik teşkilatı 9 dereceli bir düzene dayanır 1-Yiğit 2-Yamak 3-Çırak 4-Kalfa 5-Usta 6-Ahi 7-Halife 8-Şeyh 9-Şeyh ül Meşayıh
Ahilik teşkilatın ve Ahiliğin önde gelen yedi ilkeleri Elini açık tut, Sofranı açık tut, Kapını açık tut, Ağzını kapalı tut, Gözünü bağlı tut, Beline sahip ol, Diline sahip ol Ahilik teşkilatı 9 dereceli bir düzene dayanır Her kapı üç dereceyi içerir Bu dereceler şöyle sıralanır: Yiğit Yamak Çırak Kalfa Usta Ahi Halife Şeyh Şeyh ül Meşayıh MEDRESE Medrese, Müslüman ülkelerde orta ve yüksek öğretimin yapıldığı eğitim kurumlarının genel adı Medrese kelimesi Arapça ders (درس) kökünden gelir Medreselerde ders verenlere müderris denir Türk İslam devletlerinde medrese geleneği Karahan’lılarla başlar Ayrıca Karahan’lılar medrese geleneği ile birlikte burslu öğrencilik sistemini başlatmışlardır Medreseler Selçuklular’la zirve yapar En kapsamlı çok yönlü medreseleri Büyük Selçuklular açmıştır Selçuklu veziri Nizamülmülk tarafından Bağdat’kurulmuştur Budizm’deki dinsel eğitim kurumu Vihara’lardan etkilenilerek medreseler açılmıştır İlk medreselerde ağırlıklı olarak Kuran, kıyas icma fıkıh kelam gibi dini dersler okutulurken, Nizamiye medreselerinde hem pozitif bilimler hem de dini bilimler birlikte okutulmuştur Bu eğitim sisteminde batinilik ve şiilik arasında fikri mücadele amaçlanmıştır Selçuklular Anadolu’ya geldikten sonra çeşitli şehirlerde çok sayıda medreseler inşa etmişlerdir Anadolu’da açılan ilk medrese Danişment’liler döneminde Tokat Niksar’da açılan Yağbasan medresesi’dir Osmanlı Devleti’nin devrinde ilk medrese Orhan Bey zamanında 1330 yılında Orhan Gazi Medresesi olarak İznik’te kurulmuştur Daha sonra Osmalı Devleti’nin sınırları genişlemesiyle beraber Bursa ve Edirne başta olmak üzere pek çok şehirde medreseler açıldı İstanbul’un fethinden sonra üst seviyedeki eğitim kurumları başkentte yoğunlaştı Değişim evreleri 1331-1451 yılları arasında 82 adet medrese kurulmuştur 1463-1471 yılları arasında kurulanlarsa Fatih medreseleri ya da Sahn-ı seman medreseleri denir (Bu medreselere birlikte süreye dayalı eğitim, ders geçme sistemine dayalı eğitime dönüştürülmüştür) 1550-1557 yılları arasında kurulanlarsa Süleymaniye medreseleri denir Osmanlı Devleti’nin ilk tıp okulu Darüttıp Süleymaniye medreselerinde yer almıştır Tıbbi bilgilerin uygulamalarının yapıldığı Darüşşifa ve diğer bazı bölümler: Darülakakir (Eczane), Darüzziyafe, Tabhane ve İmarethane ilk kez Süleymaniye medreselerinde yer almıştır Başlangıçta bütün eğitim faaliyetlerinin yapıldığı kurum olan medreseler, Tanzimat Döneminde yeni mesleki okulların açılması ile sadece din eğitimi verilen okullar haline geltrildi Osmanlı devletinin son döneminde medreselerin ders programında ve teşkilat yapısında yeni düzenlemeler yapıldı 1914 yılında Darü-l hilafeti-l Aliyye adı altında birleştirilen medreseler, Türkiye‘de Tevhid-i Tedrisat Kanunu‘nun kabulünden sonra 3 Mart1924‘te medreseler tamamen kapatıldı Medreselerde verilen dersler [değiştir] Sarf (Morfoloji, cümle bilgisi) Mantık Hadis Tefsir (Kuran yorumu) Adab-ı bahis (Konuşma adabı) Vaaz Belagat (Güzel konuşma, retorik) Kelam Hikmet Fıkıh Faraiz (Miras hukuku) Akaid (İnanç esasları) Usul-ü fıkıh İlm-i heyet (Astronomi ve astroloji ENDERUN MEKTEBİ II Murad zamanında kurulup, zamanla çeşitli değişikliklere uğramakla beraber Osmanlı Devleti‘nin son zamanlarına kadar (1908) varlığını sürdüren bir saray okuludur Hristiyan ailelerden devşirilen çocukların zekî ve gösterişlileri saraya alınarak özel bir şekilde yetiştirilirlerdiFatih Sultan Mehmed döneminde geliştirilmiştir Enderûn mektebine alınan çocuklara, Kur’an-ı Kerim, tefsir, hadis, kelâm gibi dini dersler, edebiyat, inşa (şiir), dil bilgisi, Arapça, Farsça gibi dil ve edebiyat dersleri ve matematik, coğrafya, mantık gibi müsbet ilimler dersleri okutulurdu Bir taraftan da Osmanlı saray geleneği ve görgüsüyle, protokol kaideleri ve bürokratik işler öğretilirdi Bunların yanında çeşitli sanat kollarında beceriler kazandırıldığı gibi sportif faaliyetlere de yer verilirdi İç oğlanı denilen Enderûn talebesi ortak bir kültürü özümseyerek, saray ve padişah hizmetlerinin yürütülmesini sağlarlar, böylece Osmanlı Devleti’nin sarayda, yönetimde, ordu ve bürokraside ihtiyaç duyulan kadrolarının bir kısmı bu şekilde yetiştirilmiş olurdu Sarayda kademe kademe yükselerek sancakbeyi rütbesiyle taşrada görev alırlardı Osmanlı Devleti, kendinden önceki Türk devletlerine göre daha merkeziyetçi bir yapıya sahiptir Bu sebepten dolayı kendi kurumlarından yetişmeyen kimselere görev vermemiştir Bu durum, bazı çevreler tarafından Türkleri dışlamak şeklinde yorumlanmıştır Osmanlı Bürokrasisi sadece devşirmelerden ibaret değildir Divan ve taşra teşkilatında da yükselme olup buralar genelde Türklerin hakim oldukları kurumlardır Esasen Kanunî Devrinden itibaren Türk çocukları da Enderûn Mektebine alınmıştır Osmanlı devrinde Türkçenin devlet dili olarak hâkim olmasının bir başka sebebi de Enderûn Mektebi’dir Enderûn, saray içinde bir okuldur Sarayda, orduda ve hükûmet işlerinde çalışacak memurları ve hizmetlileri yetiştirmek bu okulun görevi idi Fatih tarafından açıldığı bilinen bu okula, acemi oğlanlar arasından öğrenci seçilirdi
Enderun eğitim , dört konu üzerinde toplanmıştı: -Beden eğitimi -Uygulamalı saray işleri eğitimi -Yeteneklerine uygun bir sanat eğitimi -Teorik olarak islamlar bilgiler eğitimi

Enderûndan sadrazamlar, kaptan paşalar, yeniçeri ağaları, eyalet valileri, sancak beyleri, daha başka hizmetler için ünlü kişiler, ayrıca şairler, edipler, ressamlar, mimarlar, müzikçiler, tarihçiler ve daha bunlar gibi medresenin yetiştirmediği bilginler de yetişmiştir
Askerlik, siyaset ve teknik konuların ağırlıklı olarak okutulduğu Enderûn okulunun temel özelliği, saray içinde bulunması ve bütün derslerin Türkçe okutulmasıdırFatih kanunnameleri ve Enderûn mektebinin durumu da gösteriyor ki, Osmanlı devrinde Türkçeye devlet dili olarak gereken önem verilmiştir Enderûn mektebinden eğitim ve öğretim sultan IIAbdülhamid devrine kadar sistemli bir şekilde devam etti 18 yüzyılın sonlarında devşirme sisteminin bozulmasıyla darbe yiyen okul, 1826‘da Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra Asâkîr-i Mansûre-i Muhammediyye ordusu için yetiştirilmesi gereken küçük ve büyük rütbeli subayların büyük bir kısmının Enderûn mektebinden seçilmesi ile sarsıldı Daha sonra batı metodları ile harp okullarının açılması ve bunların gitgide çoğalmasıyla mektebin önemi iyice azaldı Modern eğitimin gittikçe yerleşip yayılması karşısında, Enderûn mektebi de modern eğitimin ilkelerini uygulamaya başladı Ancak şehirde Türk ve ecnebi olmak üzere çeşitli genel kültür kurumlarının ve meslek okullarının açılması, özellikle Enderûn mektebinden çıkanların, Tanzimât‘tan önceki devirde olduğu gibi, devlet görevlerine tâyinlerdeki üstün durumlarını kaybetmeleri, halk arasında özellikle devlet ileri gelenleri katındaki değerini sarstığından bu eğitim yuvası kalkınamadı ve 1908İkinci Meşrutiyetin îlânını tâkip eden günlerde tamâmen kapatıldı

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.