Şengül Şirin
|
Skolastik Felsefe
Skolastik Felsefe
Ortaçağın ilk döneminde hâkim olan felsefe, Yeniplatoncu renk taşıyan bir Hıristiyan felsefesidir Ortaçağ felsefesi İlkçağ felsefesinden özellikle bir noktada ayrılır Ortaçağa has olan felsefeye "Skolastik" denir Skolastik, “okul bilimi” anlamına gelir (latince schola=okul); çünkü bu dönemin felsefesi gerçeği aramaktan çok, okul "öğretilen" bilgilerden ibaretti
Ortaçağ yani manastır okullarında "yedi özgür sanat" denilen şu dersler okutuluyordu: Gramer, astronomi, müzik, hitabet, dialektik (mantık), aritmetik, geometri Bu öğretimin tacını da, doğal olarak ilahiyat (teoloji) oluşturuyordu Bir kez daha vurgularsak: Skolastiğin amacı araştırma değil, "eğitim ve öğretim"dir
Hemen tüm Ortaçağ felsefesinin skolastik, yani bir "okul sistemi" olduğunu söyleyebiliriz Bunun için Ortaçağ filozofları kendilerini araştırıcı değil, hoca sayar Çünkü Ortaçağ filozofları gerçeğe; "zaten", sahip olduklarına inanıyorlardı Bunun için de ayrıca gerçeği aramaya gerek görmüyorlardı
Onlara göre gerçek aslında dinin dogmalarında belirlenmiştir Yapılacak tek şey, bu dogmaları bir "sistem" halinde düzenlemek, yani aklın kavrayabileceği bir duruma getirmektir Sistemleştirilen dogmalar, daha sonra okulda gençlere "bilgi" olarak aynen aktarılır Batıda, özellikle Lâtin Avrupa'da, felsefe eğitimi medreselerde yapılırdı Hocalar da rahiplerdi Ortaçağ felsefesinin karakteristik özelliği, skolastik oluşudur
Oysa İlkçağda, birbirleriyle uğraşan "çeşitli ve değişik sayıda" akımlar vardı İlkçağ felsefesi bize düşünce sistemlerinin zengin bir çeşitlemesini sunar: Materyalizm, idealizm, septisizm, dogmatizm gibi birbirlerine karşı akımların Antik dönemde ortaya çıkarak yan yana yaşadıklarını görüyoruz
Ortaçağda bu çeşitlenme artık kaybolmuştur Skolastik, Ortaçağ felsefelerinin hemen hepsinin temel karakterini oluşturur Sonra; İlkçağ filozofları, düşünce yapıtlarının "yapıcıları" olarak anlaşılıyordu Buna karşın Ortaçağ filozofları kendilerini "aynı sistem üzerinde birlikte çalışan" düşünürler olarak algılarlar Ortaçağ filozoflarının üzerinde anlaşamadıkları "tek" bir sorun vardı: Bu da, Antik dönemden miras kalmış olan "tümeller sorunu"ydu Tümel kavramların realitesi konusu, tartışmaların kaynağını oluşturmuştur Bu sorun Eflâtun'dan bu yana süregelmiştir
John Scotur Erigena: Eriugena'ya göre doğanın, birbirinden ayrı olan, dört alam vardır Önce yaratılmamış olan, fakat kendisi yaratan doğa, yani "Tanrı" vardır Eriugena yaratmayı Yeni Eflâtunculuktaki gibi anlar Tanrıdan, Eflâtun'un idealerini içeren doğa oluşmuştur
Bu ikinci alanda tüm varlıkların başlangıçsız ve sonrası olmayan örnekleri bulunur Doğanın bu ikinci alam Tanrı tarafından yaratılmıştır Ancak, kendisi de, yaratma gücüne sahiptir Çünkü doğanın bu bölümünü oluşturan ideler eşyanın meydana gelmesine neden olur Doğanın üçüncü alanını, yaratılmış olan ve kendileri yaratmaktan yoksun bulunan "cisimler" oluşturur Son olarak, doğanın bütününde ya da çeşitli alanlarında, yaratılmamış ve artık kendisi de yaratmayan doğaya; yani Tanrıya, sonunda gerçekleşecek olan, yeniden kavuşma "eğilim"i vardır Eriugena'nın düşüncesine göre, Tanrı doğanın yalnız başında değil, sonunda da bulunur Yani evren, Tanrıdan başlayıp yine Tanrıya ulaşan bir devir hareketidir Doğanın tüm amacı, dönüp dolaşıp sonunda yeniden Tanrıya ulaşmaktır
Bir cisme bir sıfat yüklediğimiz zaman, aynı zamanda, bu cismin bu niteliğin karşıtı olanlarını dışında bıraktığını söylemiş oluruz Söz gelişi tebeşire beyazdır demek, aynı zamanda, tebeşir siyah değildir demektir de Ancak Tanrı konusunda böyle bir yargıda bulunamayız Çünkü Tanrının var olduğunu bile söyleyemeyiz, zira Tanrı, aynı zamanda, her şeyin içinde kaybolduğu bir uçurumdur da
Anselmus: Anselmus doğa ile hiç ilgilenmez, ruhtan çok az söz eder, onun tüm görüşleri Tanrı düşüncesi etrafında toplanmıştır Onun için Tanrı tüm varlığın ağırlık merkezidir Anselmus'un tüm çabası kutsal vahiy olan dogmaları savunmak ve temellendirmektir Oysa iki yüzyıl sonra, Skolastiğin parlak döneminde tümüyle başka bir görüntüyle karşılaşacağız
Anselmus'un tipik temsilcisi olduğu Skolastiğin ilk döneminden parlak dönemine geçiş, "Aristo "nün eserlerinin tanınması ile mümkün olmuştur Aristo'nun eserleri İslâm felsefesi aracılığı ile öğrenilmiştir Yani bu eserler Arapça çevirilerinden Lâtinceye çevrilmiştir Aristo'nun eserleri "doğa" konusundaki ilginin yeniden uyanmasına neden olmuştur Henüz Skolastiğin ilk döneminde yaşayan Anselmus, doğa konusuna hemen hemen hiç ilgi göstermemiştir Oysa Skolastiğin parlak döneminde, söz gelişi Aquino'lu Thomas da, doğaya ait geniş bir ilgiye, Aristo'ya göre ayarlanmış bir doğa felsefesinin var olduğuna tanık oluyoruz
Skolastiğin bu iki dönemi arasında başka bir farklılık daha oluşmuştur İlk dönemin temsilcisi olan Anselmus, Kilisenin tüm dogmalarını akla uygun duruma getirmek isteyen tam imanlı bir Hıristiyan'dır Skolastiğin parlak dönemi, iman ile kabul edilmesi gereken dogmalarla, akıl ile aydınlanması mümkün olan dogmalar arasında bir ayırım yapar
Peter Abelard: Roscelinus'un öğrencisi olan Abelard hocasının isimciliğini (nominalizmini) daha ılımlı ve yumuşak şekilde temsil etmiştir Abelard Ortaçağın en ünlü ve çok okunan yazarlarındandır Özellikle Heloise ile olan talihsiz aşkı, kendisini tümden imlendirmiştir
Abelard bize "skolastik metodu" en güzel biçimde anlatır ve açıklar: "Bilimsel bir konu nasıl incelenmelidir?" diye soran Abelard, bu soruya şöyle yanıt veriyor: Önce konu edilen sorun ile ilgili tüm otoritelerin, yani Kilise Babalarının, Eflâtun'un ve Aristo'nun düşüncelerini bir araya toplamak gerektir Daha sonra bu düşüncelerin birleştikleri ve ayrıldıkları noktaları belirlemek gerekir Bu da yapıldıktan sonra görülür ki, otoritelerin düşünceleri, temelde birbirlerine uygundur Abelard bu açıklaması ile skolastik metodu gerçekten çok doğru bir şekilde vurgulamıştır Skolastik, gerçeği otoritelerde ve kitaplarda aramaktadır
Gerçeğin doğrudan yapılacak gözlemlerle bulunacağını kabullenmez Ayrıca otoritelerin ana düşüncelerde uyuştukları, bir ayrılık varsa, bunun temelde değil de ayrıntılarda olduğuna inanır Abelard skolastik metodu incelediği eserine "Evet ve Hayır" gibi dikkat çekici bir isim veriyor
|