Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Bilgisayar,Teknoloji & İnternet Dünyası > Bilim Teknik ve Teknoloji Merkezi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
adamları, bilim, islamda, müslüman

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları

Eski 09-08-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları



İslam'da Bilim ve Müslüman Bilim Adamları
İslam'da Bilim ve Müslüman Bilim Adamları

İslamın Yükselişi ve Düşünce/ Bilim

İslam’ın yükselişi birden bire oldu 632 yılında HzMuhammed’in ölümünden daha beş yıl geçmeden izleyicilerinin orduları hem Pers ve hem de Roma ordularını kesin bir şekilde yenilgiye uğrattılar Bundan sonra uzun yıllar, karşılarına hiçbir kuvvet çıkamayacaktı 8 yy’da İslamiyet, Orta Asya’dan İspanya'ya kadar uzanan geniş bir alanda egemenlik kurdu Afrika ve Asya’daki Roma sömürgeleri,büyük öneme sahip Küçük Asya’nın(Anadolu) dışında Arapların ellerine geçti Orta Asya’dan Hindistan içlerine uzanan Pers İmparatorluğu da aynı durumda idi O zamandan itibaren bu geniş bölgenin büyük bir kısmı ortak bir kültür,ortak bir din ve ortak bir dille,birkaç yüzyıl kadar da ortak bir hükümete ve serbest ticaret koşullarına sahip olacaktı Daha da uzun bir zaman din ve hac, Fas’tan Çin’e kadar,bilgin ve şairlere serbest geçiş sağladı

İslam Dünyasında Türklerin Egemenliği
Türkler,özellikle 9 yy'da Abbasiler zamanında "Muhafız Kuvvetleri" oluşturmakla ünlendi Savaşkan ve gözü pek bir halk olması, ticaret yollarının ve sarayların korunması ihtiyacı Türklere ilgiyi artırdıAma Türkler kimi zaman ayaklanarak kimi zaman Sultanları devirerek İslam dünyasında etkinliklerini artırmaya başladılar Türklerin İslam dinini koşa koşa benimsedikleri savı doğru değildir Bir kere İslamiyet bir kent (ticaret) dinidir Türklerin hepsi elbette göçebe değildi;ama büyük çoğunluğu göçebeydiTürklerin Müslümanlaşma süreci üç yüz yıl süren ilişki ve mücaadelelerin sonucu gerçekleşmiştirBu sürecin ayrıntılarına girmek bizi konumuzdan uzaklaştıracaktır Şunu belitmekle yetiniyorum: İslam dünyasında siyasi egemenliğin 10 yy’da yavaş yavaş Türklerin eline geçmeye başladı; ama İslam uygarlığının “gelişmesine çeşitli kavimlerin rolü ve payını “ vardır HZ Ülken şöyle devam ediyor: “ İstilalar ve göçler nedeniyle Uzak Doğu’dan Batı sınırlarına dek gelmiş olan Türk boyları(kavimleri) bu istila ve göç yolu üzerinde birçok uygarlıkla ilişki kurmuşlar ve onlardan etkilenmişlerdir Bu arada İslamdan önce kısmen dinini kabul ederek,ilim ve felsefelerinden esinlendikleri Budizmi, Maniheizmi,Hıristiyanlığı, hatta Judaizmi belirtmeliyiz Türk düşünce tarihinin bu devrine ilişkin eserlerden önemli bir kısmı kaybolmuş ve kalanlar da Türklerin İslam uygarlığını benimsemelerinden sonra etkisiz bir hale gelmişlerdir"(HZÜlken,İDüşüncesi s:13-16)

Muhammed IKBAL
(1873-1938)
Fethi Yeken
1873 de Pakistan‘in Pencap eyaletine bagli Seyalkat kentinde dogan Muhammed Ikbal mutasavvif bir anne babanin ogludur Babasi Muhammed Nur çok muttaki birisi olarak hem din, hem de dünya isleriyle mesgul olurdu Geçimini ise çalisarak elde ederdi Ikbal‘in annesi de tipki babasi gibi ehli takva birisiydi Hatta beyi rüsvet almakla ün yapmis birinin yaninda çalisirken, acaba bunda da rüsvet var mi düsüncesiyle çok defa beyinin kazancindan yemekten sakinirdi Ancak daha sonra beyinin kazancinin rüsvetle ilgisi olmadigina kanaat getirerek ondan yerdi Muhammed Ikbal‘in devamli Kur‘ani Kerim okumakta oldugunu gören babasi, bir gün ona Kur‘ani Kerim‘i anlamak istiyorsan, ‚sana indiriliyormus gibi oku‘ dedi
Ikbal çocuklugundaki ilk egitimini evinde babasindan aldi Daha sonra Kur‘ani Kerim‘i okumak için medreseye gitti ve büyük bir kismini ezberledi Bu merhaleden sonra babasinin arkadasi Mir Hüseyin‘in görev yaptigi bir okula gitti Mir Hüseyin Arapça ve Farsça hocasi olarak Ikbal‘e Islâmi edebiyatini sevdirdi Burayi bitirdikten sonra Pencap eyaletinin baskenti Lahor‘a giden Muhammed Ikbal, orada hükümete ait bir okula girdi
Zaten Lahor bir çok lisenin bulundugu bir sehirdi Burada felsefe ve Ingilizceden ögretmenlik diplomasi alan Ikbal, Lahor‘da dogu dilleri fakültesine hoca olarak tayin edildi Iste Muhammed Ikbal bu devrede siir yazmaya baslayarak yavas yavas ismini duyurdu
1905 de Londra‘daki Chambrich üniversitesine girmek için Ingiltere‘ye giden Ikbal, oradan felsefe ve iktisat bölümünü üstün bir derece ile bitirerek mezun oldu Londra‘da üç sene kadar kalan Ikbal, burada Arap dili ve edebiyâti fakültesinde hocalik yaparken bir taraftan da çesitli Islâmi konularda bir dizi konferans verdi Bu konferanslari onun Londra‘da çok taninmasina sebep olmustu
Yine Londra‘da kaldigi müddet içinde hukuk üzerine okuyan Ikbal savcilik diplomasini aldiktan sonra Almanya‘ya giderek Münih Üniversitesinde felsefe dalinda doktora yapti 1908 de Hindistan‘a döndügünde, onun yazi ve siirlerine hayranlik duyanlar tarafindan büyük bir coskuyla karsilandi
Ikbal Hindistan‘daki çalisma hayatina avukat olarak baslarken onun bu görevdeki çalismasi, dogruluk ve emanete örnek olarak gösteriliyordu
Hakliligina inanmadigi ve hakkini alamayacagi kisinin davasina bakmazdi
Daha sonra Lahor‘da hükümete ait bir okulda Arap dili ve edebiyati bölümünde hocaliga devam eden Ikbal, bu görevinde fazla kalmayarak ayrildi
Hocalik görevinden istifa edisinin sebebi kendisine soruldugunda cevaben: “Ingilizlere hizmet etmek zordur Ben istedigimi insanlara anlatamiyordum Simdi ise hürüm, diledigimi söyler ve diledigimi yaparim” diyordu
Hükümetteki bu resmi görevinden istifa etmesine ragmen hiç bir zaman egitim ve ögretim islerinden geri kalmamisti Devamli olarak Lahor‘daki Islâm akademisiyle irtibat halinde olan Ikbal orada dersler verirken, çesitli üniversitelerde de ilmi konferanslar veriyordu Bu arada Af gan hükümetinin daveti üzerine Afgan egitim komisyonuna da istirak etmisti
Muhammed Ikbal ülkesinin siyasetine de katilmis ve halkini bu konularda yönlendirmisti Onun bu konudaki düsüncesi ise: “Siyaset; çalismak, izzet ve serefe davet etmektir” seklinde idi
Müslüman Hintli mücahitler adiyla yazdigi siirleri Hindistan‘daki müslümanlarin hareketlenerek Ingiliz sömürüsüne baskaldirmalarinda büyük tesiri olmustu 1926 da Pencap eyaletinden Hukuk Komisyonuna seçilen Ikbal ayni zamanda “Rabitatül Islâmiye” adli merkezi Suudi Arabistan‘da olan bir cemiyette de çalismalar yapmisti
1930 da Pakistan devletinin kurulusu konusunda kendisine has görüsüyle insanlarin huzuruna çikan Ikbal Hindistan‘in bölünmesinin din, irk ve dil esasina göre taksimini öngörüyordu O zaman bu görüsünü daha sonra Pakistan devlet baskani olacak olan Muhammed Ali Cinnah‘a anlatirken, siir ve konusmalarinda bu düsüncesine oldukça fazla yer vermisti Daha sonra 1932 de Londra‘da anayasa hazirlamak için olusturulan ve çok uzun münakasalara sahne olan kongreye katilan Ikbal, o sirada siddetli ve uzun sürecek bir hastaliga yakalanir Doktorlarin gayretlerine ragmen bir türlü iyilesmeyen Ikbal ölümü tebessüm ve riza ile karsilayarak 1938 de Allah‘in rahmetine kavusur Iste bu siralarda Ikbal ölümle ilgili olan su siirini yazmisti:
“Ölümü ve aciyi mutluluk ile karsilamak
Müminin alametlerindendir‚
Muhammed Ikbal ehli takva bir evde dogup büyüdügü ve babasinin arkadasi olan Mir Hüseyin‘in tesirinde çok kaldigi için takvaca ve sahsiyetinin olgunlasmasi konusunda oldukça ileri bir merhaledeydi Çünkü Üstad Mir Hüseyin talebelerine özellikle akide, Islâmi sahsiyetin olusturulmasi ve Islâm edebiyati konularinda çok tesir ediyor ve onlari üstün birer sahsiyet olarak yetistiriyordu
Ikbal çok zeki ve ince duygulu birisiydi Daha çok genç yaslarindayken siir yazmaya baslamisti
Bu siirler daha sonralari çesitli dilere tercüme edilmisti Ikbal‘in siir ve edebiyat bakimindan büyük bir kabiliyete sahip olmasi onun kültürel açidan üstün bir egitim aldiginin ve Islâmi bakimdan olgunlugunun bir göstergesidir
Henüz 33 yaslarinda iken felsefe, iktisat, hukuk ve edebiyat gibi bir çok ilimlerde tahsil görmüs ve üstün derecelerle diplomalar almisti Bu konularda yazdigi eserlerden bazilari çesitli dillere çevrilerek bu üstün sahsiyetin fikirlerinden baskalarinin da istifadesi saglanmisti
Ikbal belki bir vaiz ve filozof degildi ama her seyden önce Allah‘a samimi olarak iman etmis cesaretli, kendine güvenen ve düsüncelerinde belirli özellikleri olan bir kisiydi O siirlerinde hayatin gerçeklerine bakar, fitratindaki siire olan yatkinligiyla bu konulari en tesirli bir sekilde izah ederdi Iste Ikbal bu vasiflariyla büyük ve gerçek bir mücahid olarak ortaya çikmaktadir
IKBAL‘IN ISLAH YOLUNDAKI ÇALISMALARI
Muhammed Ikbâl hayata bakis felsefesini ve görüslerini siirlerinde islemistir Onun islah yolundaki belli basli düsünceleri sunlardir:
1- Muhammed Ikbal Islâma ve müslümanlara hayranlikla dolu bir müslümandi Ona göre müslümanin topraginda sinir olamazdi Çünkü bütün müslümanlarin vatani birdir Ikbal‘in bu konuda yazmis oldugu bir çok kahramanlik destanlari vardir O dogusuyla ve batisiyla bütün müslümanlari kusatmistir
Ona göre insanligin saadetini gerçeklestirecek tek hükümet Islâmdir Siirlerinde sürekli olarak Islâmiyetin devlet olarak yasandigi ve beseriyete gönderildigi devirleri islerdi
Ikbal Islâm ümmetinin hiç bir zaman yok olmayacagini çünkü Islâm ümmetinin ebediyyen kalici deger üzerine bina edildigini söylüyordu Diger taraftan da üzülerek Islâm ümmetinin aci hallerini dile getiriyordu Bir siirinde bu konuyu söyle gündeme getirmistir:
Hak olan ezan devamli aralarinda olan
Islâm ümmeti ebedi kalacaktir
La ilahe illallah‘in askindan kalbler
tutusmaktadir
Eger geçmisinde Islâm medeniyetini yasamis herhangi bir yere gitse oranin maziye karismis halini hatirlar ve üzülürdü 1908‘de Avrupa‘dan Hindistan‘a dönerken Sekille Adasina ugramis eskiden oranin Islâm medeniyetine besik oldugunu hatirlayarak kendi kendine:
Göz yasiyla degil kan akitarak agla
Iste burasi Islâm medeniyetinin gömüldügü yerdir
diyerek aglamistir 1932 de Londra‘daki kongreden dönerken Ispanya‘ya ugramis, orada Kurtuba Mescidini ziyaret ederek mü‘min bir sair olarak Islâm medeniyetinin bir harikasi olan bu caminin önünde bir müddet duygulu duygulu durduktan sonra senelerden beri ezan okunma mis ve içinde namaz kilinmamis bu camide iki kere kat namaz kilmisti
Ikbal müslümanlarin gelecegi konusunda oldukça iyi düsünceler ve ümitler besleyen birisiydi Bir gün Kurtuba‘da "Büyük Vadi" isimli nehrin kenarinda durmus söyle diyordu:
Ey sanli nehir su anda senin kenarinda duran kisi çok güzel bir hayal içindedir
Bu adam gelecegin aynasinda yeni bir dönem görmektedir
Bu dönemin müjdeleri gözükmeye basladi Fakat henüz insanlarin gözünden sakli durumdadir · Eger Avrupa bu dönemi su anda farketse aklini kaybedip deliye dönerdi
Muhammed Ikbal‘in Avrupa‘da egitim görüp onlarin arasinda uzun bir müddet kalmasina ragmen hiç bir zaman onlarin kültürlerine aldanma misti O Avrupa medeniyetinin insanlari kardes yapacagina, insanliga saadet getirecegine inanmiyordu Çünkü Avrupa‘nin medeniyeti sadece maddi bir medeniyetti Evet bu medeniyet ilmiyle ve organizesiyle tüm dünyaya boyun egdirmisti ve kendi gayesi için tabiatla alay ediyordu Ama imandan yoksun oldugu için saskinliklar içinde aciyla kivranmak taydi Bu medeniyet islah etme ve merhamet
etme özelligine sahip degildi Iste bundan dolayi devamli olarak müslümanlara özellikle de gençlere bu medeniyetin gösterisine kanarak onun tuzagina düsmekten sakinmalarini söylerdi
Ama maalesef ümmetten bazilari bu tuzaga düserek bütün izzetlerini kaybederek zayifladilar ve varliklarini yitirdiler Ikbal yazi ve siirlerinde müslümanlari derinlemesine Islâmi ögrenmeye çagirirdi Çünkü “müslümanlarin izzeti ve hürriyeti, Islâmin asil kaynagi olan Kur‘an ve sünnettedir” diyordu Ne zaman Islâmdan ve Resulullah‘tan bahsetse, gurur ve iftiharla söyle derdi:
“Eger yildizlar ve gezegenler boyun bükerse buna hayret etmeyiniz Çünkü ben kendini yollarin rehberi, peygamberlerin sonuncusu ve insanlarla cinlerin önderi olan Hz Muhammed‘e baglayarak, onun bereketli ayak tozuna karisarak bahtiyar insanlarin gözüne sürecekleri sürme oldum"
2- Ikbal‘in görüslerinin temelini, en çok ehemmiyet verdigi nefsi terbiye konusu olusturmaktadir Çünkü insanin saadeti ve hayatin temeli, nefsi terbiyeden kaynaklanmaktadir Iste bunun için ikbal sürekli olarak kisinin kendisini bilmesine ve bu yolda ardi arkasi gelmeyecek olan devamli bir cihada çagiriyordu Bu cihad önce nefse karsi verilmeliydi

Ikbal cihad ve çalismada hayat; tembellik ve uyusuklukta da ölüm oldugunu söylerdi Yine ona göre insanin kendisine güvenmesi ve devamli olarak nefsini zorluklara karsi kuvvetli olabilecek sekilde hazirlamasi kisiye mutluluk vermektedir Kisinin kendisine güvenmesi,konusunda söyle diyordu:
“Baskalarinin nimetlerinden kendi rizkini arama Isterse günesin kaynagindan gelmis olsun hiç kimseden, su bile isteme Allah‘a güven ve çalis Bu serefli Islâm ümmetinin yüzünü utandirma Bir gün Hz Ömer at üstünde giderken elinden kamçisi düstü O etrafindakilerden hiç birinden onu kendisine vermelerini istemeyip, bizzat atindan inerek kendisi almisti
Iste insan nefsini sehvetlerden ve çesitli korkulardan alikoyar ona hakim olursa baskalari o insana hükmedemez Islâm bu nefsi terbiyeye çok büyük önem vermekte ve kisiyi kendisini olgunlastirmaya çagirmaktadir Nefsini güzel ahlak ve faziletlerle süslemesini istemektedir Islâm, nefsi terbiye etmeyi kendine has usullerle gerçeklestirmektedir
Örnegin inanç konusunda nefsi süphelerden, korku ve sehvetlerden men ederek gerçek tevhidi insanin kalbine yerlestirerek devamli olarak onu tembellikten alikoyar onu çalismaya ve istikbale dair hazirliklar yapmaya tesvik eder Iste Islâm inanci bu vasiflariyla her türlü zorlugu yenerek asmakta ve insanlik için gerçek hürriyeti ve esitligi saglamaktadir Ikbal bu düsünceleriyle ayni zamanda Hindistan‘da yaygin olan ve bazi usüllerinde Islâma zit hareket eden tasavvufi anlayisa da karsi oldugunu ortaya koymus oluyordu Çünkü o zamanlar Hindistan yarimadasinda hurafelerle karisik bir çok tasavvufi akim vardi ki, bunlar genel olarak “Vahdeti Vücut” inancinda olup, görünen varligi inkar esasina dayaniyorlardi Ikbal onlari Islâmi olmayan tasavvufi akim diye isimlendirmisti
3- Ikbal‘in gerçeklestirmek istedigi hedeflerden birisi de Dünya Islâm Devletinin kurulmasiydi O her ne kadar kisinin ferdi degerini idrak etmis ve görüslerinin aslini nefsi terbiye olusturmussa da bunu da yeterli olmadigini biliyordu Onun için ferdi cemaat için, cemaati da fert içinbir ayna kabul ediyordu Eger fert görevini yerine getirmese bu noksanligin cemaata da siçrayacagina inaniyordu Ona göre fert kendisini iyi yetistirirse cemaattaki görevini daha iyi yapacaktir Eger hata yapsa iyi yetismis cemaat onu ikaz edip düzeltecektir Bu konuda bir siirinde söyle diyor:
“Eger fert bir cemaata mensup olsa tipki bir damla iken nehir olur
Artik onun ruhu, bedeni, açigi ve gizlisi, her seyi bagli bulundugu toplumuna ait olur
Iste bu cemaatin elbette bir davasi ve onlari birarada tutan prensipleri olmalidir Yine bu hedeflerin gerçeklesmesi ferdin ve cemaatin saadetinin saglanmasi lazimdir Ayrica bu hedefler bütün beseriyetin saadetini de saglamalidir Ki, iste Islâm tüm insanligin mutlulugunu gerçeklestirecek tek din olarak ortadadir
Bunun için Ikbal bütün müslümanlari içine alabilecek ve insanligin saadetini saglayacak olan bir Islâm devletinin zaruri oidugunu devamli söyliyerek Islâmi devletin gerçeklesmesi yolunda çok gayretler sarfetmistir
O bu çalismalari esnasinda hiç bir zaman herhangi bir irki taassuba düsmemistir Müslümanlar için muayyen bir topragin olmayacagini esasta Islâmin tatbik edildigi yerin müslümanin vatani olduguna inanarak söyle derdi:
“Irkçilik taassubu Islâm ümmeti arasindaki irtibati ve Islâmi iliskileri kesmistir
Iste Hindistan‘da yasayan müslümanlar için müstakil bir Islâmi devletin olmasini, bu devletin inançta ve hedefte bütün müslümanlari bagrina basmasi gerektigini söyleyerek, Pakistan‘in kurulusuna temel hazirlayanlardan birisi olmustu Ikbal‘in çalismalarinin neticelerinden en önemlisi, kendisinin ölümünden yedi yil sonra 1947 de Pakistan devletinin kurulmasi olmustur Çünkü bu devletin kurulmasiyla birlikte Hindistan‘da bir taraftan hindularin zulmü altinda ezilen, diger taraftan Ingilizlerin sömürgesi altinda olan Hintli müslümanlar biraz olsun emniyete kavusmuslardi
Pakistan Islâmin hükümlerinin tatbik edilmesi için kurulmustu Elbette orada müslümanlarin sözü geçmeli ve huzur bulmaliydilar Gerçi Pakistan kurulusundan simdiye kadar bir çok olumlu asamalar geçirmistir ama henüz arzu edilen seviyeye ulasmamistir
Pakistan‘in kurulusu hakkinda bir arastirmacinin dedigi gibi, kisa sürede devlet olan ve islah yolunda ilerlemeler yapan Pakistan‘in Islâm devleti olma gayretlerini küçümseyemeyiz
Allah rahmet etsin

Seyyid Kutub (1906-1967)
Haci ibrahim Kutub'un oglu olan Seyyid Kutup, 1906'da Asyut kasabasina bagli Kalia köyünde dünyaya geldi Babasi köyde, sayilan bir kisi ve Vatan Partisinin bir üyesi olarak bilinmekteydi
O zaman bu partinin baskanliginda Mustafa Kamil vardi Haci Ibrahim Kutup ziraatla ugrasir, elde ettigi mahsulün bir kismini satar bir kismini da fakirlere infak ederdi Annesi ise çok mütedeyyin ve asil bir aileye mensup birisiydi Seyyid Kutub'a terbiyesiyle, sevgi ve sefkatiyle çok tesir etmisti
Seyyid Kutup'un Hamide ve Emine adli iki kiz kardesiyle Muhammed adinda küçük bir de erkek kardesi vardi Daha Kahire'de okurken babasini kaybedince, annesinin ve kardeslerinin bütün mesuliyetleri onun üzerine yikilmis oluyordu O cia bu durumdan oldukça sikilmisti Bu sikintidan biraz olsun kurtulmak için, annesini Kahire'ye tasinmaya razi eder ve Kahire`ye tasinirlar
1940'da annesinin ani vefati Seyid Kutup'u oldukça etkilemisti Kendisini hayatta yalniz hissetmeye baslar Bu konudaki duygularini bizzat kendisi bazi kitaplarinda anlatmaktadir

SEYYID KUTUB'UN HAYATININ DÖNEMLERI
Seyyid Kutup'un hayatini dört ana bölümde toplamak mümkündür Bunlardan birincisi dogumundan 1919'a kadar olan bölüm Seyyid Kutup bu devrede babasinin itinali dini terbiyesi altinda yetismisti Bir tarafta köylerindeki medreseye devam ederken bir taraftan da babasinin özel terbiyesindeydi Daha on yasina gelmeden Kur'an-i Kerim'in tamamini ezberlemisti
Seyyid Kutup'un hayatindaki ikinci dönem ise 1920 ve 1939 arasindaki zamani içermektedir Bu dönemde Kahire'ye giderek liseyi bitirir ve üniversiteye "Darul Ulum"a girer Darul Ulum'a girmesindeki maksadi arap dilinde ihtisas sahibi olmakti Kardesi Muhammed Kutub'un "Küçük Çigliklar" adli kitabinin önsözünde de anlattigi gibi Darul Ulum'da dört sene okumustu Burada okutulan dersler ise Tarih, Cografya, Arap edebi-
yati, Ingilizce, Sosyaloji, Matematik, Fizik, Felsefe ve dini ilimlerdi
Seyyid Kutup'u okutan hocalarin basinda ise Mehdi Allame geliyordu Bu zat Seyyid Kutup'un "Sairin hayattaki görevi" kitabinin ön sözünde sunlari diyor: "Seyyid Kutup'un benim talebem olmasi bana çok büyük bir mutluluk veriyor Eger hayatta benim ondan baska talebem olmasa bile onun varligi mutluluk olarak kafidir"
Darul Ulum'dan mezun olduktan sonra Milli Egitim Bakanliginda müfettis olarak görev alir
Fakat bir yazar olarak görevini daha iyi yapabilmek için görevde fazla kalmayarak istifa eder Bu siralarda hemen hemen her konuda kendisini yetistirmek için okumaya daldigini görürüz Özellikle arapçaya çesitli dillerden çevrilmis eserleri incelemekte ve degerlendirmeye tabi tutmaktaydi
Çok geçmeden Seyyid Kutup da tipki Taha Hüseyin, Abbas Mahmut Akkad ve Mustafa Sadik Rafi gibi harika bir yazar,olarak ortaya çikiyordu
Onun yazilari da tipki ötekilerinki gibi ayni gazete ve dergilerde yayinlanmaya baslamisti
Seyyid Kutup'un hayatinin üçüncü merhalesini ise 1939 ile 1951 yillari olusturmaktâdir Bizim görüsümüze göre bu dönem ayni zamanda Seyyid Kutup'un Islâmi düsünceye dönüsünün de bir baslangici oluyordu 1939'da "El-Muktatif' dergisi O'nun "Kur'an da Fennî Tasvir" adli bir makalesini yayinlamisti Seyyid Kutup bu yazisinda bazi ayetlerden örnekler vererek Kur'an'daki sanatsal güzellikleri ve onun üstün icazini ortaya koyuyordu
Bu yazisiyla ayni zamanda Kur'an'da icaz olayini inkar eden Akkad'in görüslerinden de ayrilmis
oluyordu 1945 yilinda ayni konuda iki kitap yayinladi
Seyyid Kutup bu kitaplarinin, almis oldugu dini terbiyenin bir semeresi oldugunu açikça itiraf etmekte, Kur'an'in uslubu ve harikaligiyla kendisini uyandirdigini kabul etmektedir O'na göre ilmi Kelamin uslubu olan cedel, dinde pek neticeye götürmemektedir Çünkü akil Kur'an'in inceliklerini ve harikaliklarini tam olarak anlamaktan acizdir Arkasindan "Sahrada" adli bir kasidesini yayinlayan Seyyid Kutup, burada her seyin bir tertip ve ölçüye göre yaratildigini anlatmaktadir
1946'da "Iste Sahtekarlik" diye bir kitabi daha yayinlandi Bu kitabinda Abdullah Ali el-Kasimi ile iki konuda tartisiyordu Bunlardan birisi "Insanin yaratmak konusundaki gücü" ikincisi ise "Insanin dinlere inanmasiydi" Akkad ve onun gibileri makalelerinde genelde Abdullah Ali'nin kitabini, dolayisiyla fikirlerini medhederken Seyyid Kutup siddetle tenkit ediyordu Çünkü Abdullah Ali dinin hayatin gerçeklerine ters oldugunu, dine
tabi olanlarin gerilediklerini, özellikle Islâmin insani gerilettigini savunuyordu Iste bundan dolayi Seyyid Kutup Abdullah Ali'nin demogojilerine yazdigi kitapda hücum ediyor, tenkit ediyor ve onlari çürütüyordu
7 Ekimn 1946 da Seyid Kutup'un Islâmi fikre baslangiç olarak degerlendirilen "Konum Dersleri" adinda bir makalesi daha yayinlanmisti Seyyid Kutup bu makalesinde Misir'in toplum yapisinin, siyasi, ahlaki ve sosyal yönlerden tenkidini yaparak, müslümanlari çalismaya çagiriyordu Toplumun islahi için ne yapilmasi gerekiyorsa müslümanlarin yapmak zorunda olusunun Kur'an'in emri oldugunu söyleyen Kutup delil olarak Al-
lah'in su ayet-i kerimesini gösterip tefsirini yapiyordu: "Sizden iyiligi emreden, kötülükten sakindiran, bir topluluk olsun Iste asil kurtulusa erenler onlardir "

ISLAMA DOGRU YÖNELIS
21 Ekim 1946 bu günkü medeniyeti tenkit ederek onun manevi degerlerden soyutlanmis, sadece maddi bir medeniyet oldugunu delillerle açikliyordu 1948'in sonlarinda ise "Islâmda Sosyal Adalet" kitabini yayimladi Kutub bu kitabinda insanligin arzu ettigi gerçek sosyal adaletin Islâmda oldugunu ve hakiki adaletin Kur'an'in
gölgesinden baska hiç bir yerde olmadigini açik açik anlatarak hayatin her alaninda oldugu gibi edebiyatin dahi Islâmi ölçülerden kaynaklanmasi gerektigini vurguluyordu

1949'da Amerika'ya giden Kutub iki buçuk yil kaldi Amerika'da kaldigi bu müddet içersinde Misir'daki arkadasi Tevfik el-Hakim'e gönderdigi mektuplarda Amerikan toplumunu ve medeniyetini devamli olarak tenkit ediyordu Çünkü ; bu medeniyette ruhi degerlerden hiç bir sey yoktur, diyordu Ayni mektuplarinda "El Melik" adli kitabini da tenkit ediyordu Çünkü Kutup bu kitabi Islâmi fikirlerle yogrulmadan çok önce yazmisti
Iste Seyyid Kutup arkadasina yazdigi mektuplarda bu kitabinin tenkidinde, "keske kitabin konusu Yunan felsefesine göre degilde, Islâmi ruhla yazilmis olsaydi Insallah gelecekteki konular, hayata, kainata ve insana özel bir bakis açisi olan Islâmdan kaynaklanir" diyerek temennilerini de bildiriyordu
Buna göre diyebiliriz ki Seyyid Kutup'un bu tarihten sonra edebiyata bakis açisi degismistir Çünkü hayatinin önceki dönemlerine baktigimizda edebiyati din ile ilgisi olmayan bir güzellik olarak degerlendirmekteydi Fakat simdi her seyin oldugu gibi edebiyatin da tüm konularini dogrudan dogruya Islâmdan almasi gerektigini söyle-
mektedir

1951 ile 1965 yillarini kapsayan zaman parçasi ise hayatindaki dördüncü merhaleyi olusturuyordu Kutup bu dönemde edebiyattan tamamen siyrilarak Ihvan-i Müslimin teskilatina katilmisti Abdulhakim Abidin'in anlattigina göre Seyyid Kutup artik Ihvanin bir fikir elemani olmustu
Gerçi yönetici olarak Ihvanda hiç bir makami yoktu ama iyi bir müntesip olarak Ihvanin gazetelerinde ve dergilerinde halki devamli olarak Islâma davet ediyordu Bir ara, 1954'deki tutuklanmasindan önce "Ihvan-i Müslimin" adli gazetede yazi isleri müdürlügü yapmis, orada yazdigi yazilari bir araya getirerek birçok kitaplar olusturmustu
Bu kitaplardan birkaçini burada zikretmeden geçemeyecegiz:
1- Islâm ve Dünyaya bakis
2- Iste Din Budur
3- Istikbal Islâmindir

Kutup ayrica Ihvan-i Müslimin gazetesinde din ile devlet islerini birbirinden ayirarak dini siyasetten uzak tutan laik düsünceyi de siddetle tenkit eder, siyaset baskadir, din baskadir sloganinin bir hikaye oldugunu söyliyerek Islâmda böyle bir sey olmadigini haykirir Çünkü Seyyid Kutup "Islâmin kalplerde bir inanç ve hayat için
bir kanun oldugunu" vurguluyordu
Ezher üniversitesinin Kur'an-i Kerim'i tefsir etmede taklidi tutumunu da açikça tenkit eden Kutub bu konuda söyle diyordu:
"Bu gün bütün dünya sosyalizm ve kapitalizm gibi belirli sosyal fikirlerin pesinde gitmektedir Onun için Ezher üniversitesi Islâmi kültürü her yönüyle halka götürmelidir Ibadette, inanç ve hayatin her alaninda, Islâmin kendisine has, her türlü noksanliklardan uzak ölçülerinin oldugunu izah etmelidir Ister siyasette olsun, ister iktisatta ve ister cezalarda olsun Islâmin hayatin her konusu için ölçüler koydugunu anlatmali ve Islâmi günlük hayata hakim kilmak için çalismalar yapmalidir

SEYYID KUTUB'UN SEHADETI
Seyyid Kutup Islâma inanmis ve inandigi davanin gerçeklesmesi için de bir çok çalismalar yapmis büyük bir mücahitti 27 Kasim 1954'de, Ihvan-i Müslimin Misir devlet baskani Cemal Abdunnasir'a suikast girisimiyle itham edildiginde Seyyid Kutup'da Ihvan-i Müslimin saflarina katilmisti
Bundan dolayi Ihvan-i Müslimine mensup birçok müslümanla birlikte Seyyid Kutup'da tutuklandi Yapilan yargilamanin neticesinde Seyyid Kutup'a agir islerde çalistirilmakla birlikte on bes sene agir hapis cezasi verildi Artik Seyid Kutup Kahire'den bir kaç km uzakta "Limanneze" hapishanesinde yasamaya baslamisti On sene hapis yattiktan sonra o zamanin Irak devlet baskani Abdusselam'in Abdunnasir'i ziyaret ederek
Seyyid Kutup'u serbest birakmasini istemesi üzerine Kutub 1964'de serbest birakildi
Hapisten çikan Kutub 1965'de "Yoldaki Isaretler" adli kitabini yayinlayinca tekrar tutuklanir
Bu tutuklamada yine Ihvan-i Müsliminden bir çok müslüman vardi Gerekçe olarakta Ihvan-i Müsliminin devlete karsi darbe girisimini ileri sürerek Ihvani ve Seyyid Kutup'u darbecilikle itham ediyorlardi
22 Agustos 1966'da Seyyid Kutup'a idam cezasi verildiginde, Assam el Attarin kitabinda anlattgina göre Kutub bu karari tebessüm ve Allah'a kavusmanin verdigi büyük bir mutlulukla karsilamisti Muhammed Ali Eenna'nin dedigine göre Seyyid Kutup'un asilmasina asil sebep "Yoldaki Isaretler" adli kitabi idi
Seyyid Kutup'a verilen bu idam karari, Islâm alemine yayildiginda Pakîstan'da Karaçi içinde Cemaati Islâminin mepsuplari tarafindan bir yürüyüs tertiplenmis ve olay kinânarak Abdunnasir'dan karari yeniden gözden geçirmesi istenmistir
Ayrica yine Pakistan'da "Meclisi Nizami Islâm", "Cemaati Islâmi", "Cemaati Avami"de bu karari ayni sekilde kinamislardi Diger taraftan Ingiltere'de Rabitatül Islâm, Lübnan'da "Cemaati Islâm" teskilati, Ürdün'de birçok dini sahsiyetler, Sudan'da Seyyid Allal El Fasi ve Istiklal partisi baskani Ahmet el-Hatib, Irak'taki Rabitanin
baskani Seyh Emcek Eczzehavi ve bir çok Islâm alimleri Abdunnasir'i bu kararindan dolayi kinamis ve vaz geçmesi için ikaz etmislerdi
Bütün bunlara ragmen 9 Agustos 1967 sabahi Lübnandaki "Ennebar"gazetesiyle Misir'daki "El-ehram" gazetesi idam haberini su cümlelerle veriyorlardi

"Çelik migferli askerlerden bir grup hazirlanip, agir silahlar artirilarak Kahire hapishanesinin etrafinda bir hisar olusturuldu Gazetecilerin hapishaneye girisi yasaklandi Seyyid Kutup idam edildikten sonra da gazetecilerden bölgenin terk edilmesi istendi"
Seyyid Kutup bir çok kiymetli kitap yazmisti Basta Kur'an-i Kerimin bir tefsiri olan "Fizilal-i Kur'an" olmak üzere hemen hemen her konuda eseri vardir Özellikle Islâmi konularda, edebiyat ve egitim konularindaki eserleri daha çoktur
Bunlardan hemen hemen hepsi de türkçeye çevrilmistir

Allah ondan ve onun gibi mücahidlerden razi olsun

BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ

aid Nursi yakın geçmişimizde yetişmiş en büyük İslam alimlerinden ve fikir adamlarındandır 1873'te Bitlis'in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde dünyaya gelmiş, 1960'da Şanlıurfa'da Hakkın rahmetine kavuşmuştur Genç yaşta edindiği dini ve pozitif bilimlerdeki derin bilgisi, devrin ilim çevreleri tarafından kabul görmüş, küçük yaştan itibaren dikkati çeken keskin zekası, kuvvetli hafızası ve üstün kabiliyetleri dolayısıyla "Çağının eşsiz güzelliği" anlamına gelen "Bediüzzaman" sıfatıyla anılmaya başlanmıştır
Bediüzzaman Said Nursi, Doğu'nun en acil ihtiyacı olarak gördüğü eğitim problemini çözmek için din ve eğitim bilimlerinin birlikte okutulabileceği ve Medreset-üz Zehra ismini verdiği bir üniversite kurulmasını sağlamak için 1907'de İstanbul'a gelmiştir Derin bilgisiyle buradaki ilim çevresine de kendini çok kısa süre içinde kabul ettirmiş, çeşitli gazete ve dergilerde makaleler yayınlatmış, hürriyet ve meşrutiyet tartışmalarına katılarak hükümete destek vermiştir
Dönemin hükümeti, Said Nursi'nin üniversite ile ilgili dilekçesine ilgi göstermemiştir Hatta İstanbul'daki ilim adamlarının, talebelerin, medrese hocalarının ve siyasetçilerin ona olan ilgisinden rahatsız olmuş, Bediüzzaman'ın önce akıl hastanesine daha sonra da hapishaneye gönderilmesini sağlamıştır
Said Nursi'nin serbest bırakılmasından kısa süre sonra 23 Temmuz 1908'de II Meşrutiyet ilan edilmiş Bu dönemde Bediüzzaman meşrutiyet ve hürriyet kavramlarının İslamiyet'e aykırı olmadığını anlatmak için İstanbul'da çeşitli yerlerde konuşmalar yapmış, Doğu'daki aşiret reislerine Bediüzzaman imzasıyla telgraflar çekmiştir Yayınladığı bu makaleler ve yaptığı konuşmalarda yatıştırıcı bir rol oynamasına rağmen, 1909'da 31 Mart olayına karıştığı iddia edilerek haksız ithamlarla tutuklanıp, idam talebiyle yargılanmış, ancak beraat etmiştir
Bediüzzaman bu olaydan sonra tekrar Doğu'ya dönmüş, I Dünya Savaşında talebeleriyle milis kuvvet oluşturarak savaşa katılmıştır Gönüllü alay komutanı olarak büyük yararlılıklar gösterdiği I Dünya Savaşında Rusya'da esir düşmüş, üç yıl süren esaret hayatının sonunda Sibirya'daki esir kampından kaçarak İstanbul'a gelmiştir
İstanbul'da devlet büyükleri ve ilim çevreleri tarafından büyük bir ilgiyle karşılanan Bediüzzaman, Dar-ül Hikmet-i İslamiye (İslam Akademisi) azalığına tayin edilmiştir Buradan aldığı maaşla kendi kitaplarını bastırarak parasız olarak dağıtmaya başlamıştır Said Nursi daha sonra İstanbul'un işgali sırasında işgalcilerin gerçek niyetlerini ortaya koyan Hutuvat-ı Sitte (Şeytanın Altı Desisesi) isminde uyarıcı bir broşür hazırlamış, bu hareketi, İngiliz işgal kuvvetleri komutanının emriyle ölü veya diri ele geçirilmek üzere aranmasına sebep olmuştur Milli mücadeleyi savunmuş ve destek olmuştur Bu hareketleri Anadolu'da kurulan Millet Meclisi'nin beğenisini kazanmış ve Ankara'ya davet edilmiştir 1922'de Ankara'ya geldiğinde devlet merasimiyle karşılanan Bediüzzaman, kendisine yapılan Şark Umumi Vaizliği, milletvekilliği ve Diyanet İşleri Başkanlığı tekliflerini reddetmiştir
Said Nursi 1925 yılında Şeyh Said isyanı çıktığında, olayla hiçbir ilgisi olmadığı halde, Van'da inzivaya çekilmiş olduğu yerden alınarak Burdur'a, oradan da Isparta'nın Barla ilçesine sürgüne götürülmüştür Bediüzzaman Risale-i Nur Külliyatı'nın büyük bir kısmını burada yazmıştır
Nur Risalelerini önlerindeki en büyük engel olarak gören çevreler, 1934 yılında daha yakından kontrol edebilmek amacıyla Said Nursi'nin Isparta'nın merkezine getirilmesini istemiştir 1935 yılında ise polisler burada da çalışmalarına devam eden Said Nursi'nin oturduğu evde arama yapmış ve bütün kitaplarına el koymuştur Bediüzzaman emniyete götürülerek sorgulanmış, ancak suç unsuru bir şeye rastlanmayınca serbest bırakılmıştır Ancak birkaç gün sonra, yeni tutuklamalarla birlikte Said Nursi ve Risale-i Nurlar hakkında soruşturma başlatılmış, Bediüzzaman ve 120 Nur talebesi askeri araçlarla Eskişehir Hapishanesine gönderilmiştir
Bediüzzaman, vatana ihanet iddiasıyla yargılandığı dava süresince tutuklu kalmıştır Daha sonra ise Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği kararla, Said Nursi'ye 11 ay hapisle birlikte Kastamonu'da mecburi ikamet; on beş talebesine de altışar ay hapis cezası verilmiştir
Polis gözetimi altında mecburi ikamet için Kastamonu'ya getirilen Said Nursi, 1943'te Isparta savcısından gelen talimat üzerine yeniden tutuklanmıştır Ağır hasta olmasına rağmen Ankara'ya oradan da trenle Isparta'ya getirilmiştir Risale-i Nur ile ilgili davaların Denizli'deki davayla birleştirilmesi üzerine ise Denizli'ye sevk edilmiştir Denizli hapsi yine tecrit altında başlamış, çok zor şartlar altında geçen yeni hapishane dönemi ve yargılama safhalarında da Bediüzzaman, Risale-i Nur'un yazımına devam etmiştir Sonrasında ise 1944'te verilen beraat ve tahliye kararına rağmen, dönemin hükümeti Said Nursi'nin Afyon'un Emirdağ ilçesinde zorunlu iskana tabi tutulmasını emretmiştir
Bediüzzaman burada hükümet binasının karşısında bir odaya yerleştirilerek gözetim altına alınmıştır Camiye gitmesine bile müsaade edilmediği, devamlı takip ve gözleme tabi tutulduğu Emirdağ sürgünü, Denizli hapishanesindekinden bile çok daha ağır ve zor şartlar altında geçmiştir Bu dönemde, hukuki yollarla Bediüzzaman'ı etkisiz hale getiremeyen muhalifleri onu zehirleyerek öldürme yoluna gitmişlerdir Hayatı boyunca yirmi üç defa denenecek bu teşebbüslerin üçü Emirdağ sürgününde gerçekleşmiştir
Bu zulümler yaşanırken Bediüzzaman'ın talebeleri tarafından Risale-i Nurlar çoğaltılmış ve böylece Kuran tebliğinin geniş kitlelere yayılması sağlanmıştır Özellikle de teksir makinelerinin kullanımıyla birlikte bu çalışmalar daha da hızlanmıştır
1944'te Denizli Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararının Yargıtay tarafından onaylanmasıyla birlikte Bediüzzaman serbest bırakılmıştır Ancak Risale-i Nurlar'ın her geçen gün yaygınlaşarak insanlara ulaşması dönemin hükümetini rahatsız etmeye başlamıştır Ocak 1948'de Said Nursi ve on beş talebesi evlerinden ve işyerlerinden alınarak Afyon hapishanesine gönderilmiştir Ancak tüm bu ağır ve zor şartlara rağmen Bediüzzaman eserlerini yazmaya devam etmiştir
Aralık 1948'de Said Nursi hakkında 20 ay ağır hapis cezası kararı verilmiş, ancak karar temyiz edilmiş ve Bediüzzaman lehine bozulmuştur Ancak Yargıtay'ın bu kararına rağmen Afyon Ağır Ceza Mahkemesi yargılamayı uzatarak 20 aylık sürenin cezaevinde geçmesini sağlamıştır Hak etmediği cezanın süresini tutukluluk haliyle dolduran Said Nursi, Eylül 1949'da serbest bırakılmıştır Fakat Ankara'dan gelen bir emirle bu sefer de Afyon'da mecburi iskana tabi tutulmuş ve Emirdağ'a ancak Aralık ayında dönebilmiştir
Bediüzzaman'a 1951'de Emirdağ'da, bundan hemen bir yıl sonra da İstanbul'da, Gençlik Rehberi adlı kitabı nedeniyle birer dava daha açılmıştır İstanbul'da yapılan duruşmada mahkeme lehte karar vererek davayı sonuca bağlamıştır
Ocak 1960'ta Ankara'ya girmesi polis tarafından engellenen Bediüzzaman buradan Isparta'ya gitmiştir Bu dönemde ağır hasta olan 83 yaşındaki Said Nursi, daha sonra talebeleriyle birlikte Urfa'ya gitmiştir Burada, yürüyemeyecek kadar rahatsız olan Said Nursi'nin yerleştiği otele gelen polisler, İçişleri Bakanının emriyle Bediüzzaman'ı Isparta'ya geri götürmeye çalışmışlardır Said Nursi bu baskılar sürerken Hakkın rahmetine kavuşmuştur

12/1/2007 - ABAPÜŞ-İ VELİ

Anadolu evliyasındanİsmi Bali Mehmed Çelebi olup, Bali Sultan olarak da bilinirGermiyan şehzadelerinden Hızır Paşanın oğludurDedesi süleyman Şah,Mevlana Celaleddin Rumi'nin oğlu Sultan Veled'in kızı Mutahhara Sultan ile evli olduğundan, soyu Mevlana hazretlerine ulaşırBabası ona, saltanat elbisesi yerine tarikat abası gydiği için "Abapüş-i Veli" lakabını vermiştir

Abapüş-i Veli, küçük yaşta ilim öğrenmeye başladı Kısa zamanda ilim tahsilini tamamladıAhlak ve edep mümünesi idi Küçük yaşta Mevleviye tarikatı büyüklerinin manevi bakışlarına kavuştu İnsanlara doğru yolu göstermek üzere icazet, diploma aldı

Devrinin büyük alimleri ve devlet ileri gelenlerinin çoğu onun sohbetlerini takip ederlerdiTimur Han Afyon taraflarına geldiğinde onun bölgesine girmedi ve bazı ihsanlarda bulunmak isteyince "Bizim abamız, elbisemizi terk ve ihtiyaçsızlık elbisesidir" deyip kabul etmediTimur Han Abapüş-i hakkında; "Böyle zatlar boş değildirAllahü tealadan başkasından ne korkarlari ne bir şey beklerlerŞahların gönüllerindeonların heybeti,korkusu yer etmiştir" dedi

Abapüş-i Veli ömrünün sonlarını babasından kalan dergahında yanlız geçirdiDevamlı ibadetle meşgul olurdu Talebeleri ve sevenleri huzuruna gidip ders ve sohbetlerini dinler,ondan istifade ederlerdiÇeşitli zamanlarda insanlar arasına çıkıp, onlara Allahü tealanın emir veyasaklarını anlatır,herkesi iyiliğe teşvik ederdi

Vefatından önce kendi evine geçen Abapüş-i Veli,üç gün sonra 1485 (H890) senesinde vefat ettiAfyon/Karahisar Mevlevi Dergahının bahçesine defnedildiDefinden sonra bazı haller görüldüTalebeleri bunları hocalarının kerameti olarak kabul ettilerBu sırada sadece görünüşe bakarak konuşanlardan birisi bu hallerin,talebeler tarafından uydurulduğunu,bunların aslının olmayacağı gibi sözler söylediAyrıca kabre inkar gözü ile baktığı anda,Allahü tealanın gazabına uğrayarakgözleri görmez oldu,dili tutulduBaştan aşağıya kadar bütün vücudu titremeye başladıBu hale yakalandığının üçüncü günü kötü bir vaziyette öldüAllahü tealanın evliyası hakkında uygunsuz konuşmanın,onu inkar etmenin cezasını hemen gördü

Abdurrahman es-Sufi

Abdurrahman es-Sûfi (903-986), Batlamyus'un Almagest'inden yararlanarak hazırlamış olduğu yıldız kataloğu ile tanınmıştır Bu katalogda, 48 yıldız takımında bulunan yıldızlar tanıtılmış, bunların gökyüzündeki konumları, parlaklıkları ve renkleri bildirildikten sonra, Almagest'te geçen yıldız isimlerinin Arapça karşılıkları verilerek, bu konuda Arapça'daki önemli bir boşluk doldurulmuştur

Abdurrahman es-Sûfi'nin önerdiği terimler, daha sonra Doğulu ve Batılı astronomlar tarafından kullanıldığı gibi, bunlardan 94'ü modern astronomi literatürüne de girmiştir 13 yüzyılda Castilla-Leon Kralı X Alfonso'nun hazırlattığı "Astronomi Bilgisi Kitabı" adlı 4 bölümden oluşan İspanyolca ansiklopedide, Abdurrahman es-Sûfi'nin bu eseriyle diğer Müslüman astronomlarından bazılarının eserlerinden yararlanılmıştır

Abdurrahman es-Sûfi, astronomi aletlerinin geliştirilmesinde de önemli hizmetlerde bulunmuştur Güneş'in yüksekliğini ölçmekte kullanılan usturlapların ölçme duyarlılığını arttırmış olduğu gibi, 10 kg ağırlığında gümüşten bir gök küresi yapmıştır Ayrıca 1235 cm çaplı bir halka kullanarak ekliptiğin eğimini 23° 33'45''olarak tespit ettiği bildirilmektedir


Alıntı Yaparak Cevapla

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları

Eski 09-08-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları



Takiyüddin


16 yüzyılda gökbilim çalışmaları sürdürülürken, Avrupa ve Osmanlı'da rasathane kuran iki çağdaş gökbilimci ortaya çıkar

1546- 1601 yılları arasında yaşayan Danimarkalı Tyco Brahe, kral II Frederick'i ikna ederek Hveen adasında 1576 yılında ortaçağ sonrasının ilk rasathanesini kurdu

Tyco Brahe, Copernicus'un Güneş merkezli gezegenler görüşünü destekleyenlerden bir noktada ayrılıyordu Brahe'ye göre, Dünya hareketsizdi ve Güneş'le Ay Dünya'nın etrafında, gezegenler de Güneş'in etrafında dönüyorlardı Brahe kendi gözlemevinde kullandığı, döneminin en gelişmiş aletleriyle duyarlı gözlemler yaparak gökcisimlerinin koordinatlarını saptamakla kalmadı, nova ve kuyruklu yıldızları da gözledi O'nun yaptığı gözlemler ve elde ettiği bulgular, Kepler'in ünlü kanunlarını geliştirmesine ve günümüzün Güneş Sistemi modelini kurgulamasına neden oldu Brahe, 1563 yılında Jüpiter ve Satürn kavuşum gözlemelerini içeren Tabulae Prutenicae adlı kataloğunu yayınladı 1577 yılında görülen kuyrukluyıldızı da inceledi ve Liber de Cometa adlı yapıtını yazdı

Tyco Brahe, Copernicus sistemini reddetmesine ve astrolojiye inanmasına karşın 16 yüzyılın en önemli gökbilimcilerinden biri olarak kabul edilir Brahe'nin kurduğu rasathane, rasathanesinde kullandığı ölçüm araçları ve yaptığı ölçümler bilim tarihi açısından son derece önemlidir Çünkü, Tyco Brahe Hveen adasındaki çalışmalarını sürdürürken, çağdaşı bir gökbilimci de İstanbul'da çalışmalarını sürdürmekteydi

1521 yılında Şam'da doğan Takiyyüddin, Mısır ve Şam'da döneminin tanınmış hocalarından fıkıh, hadis ve tefsir dersleri aldıktan sonra ders vermek üzere yine Mısır'a atandı Bundan sonra Takiyüddin iki kez İstanbul'a gitti ve yine Mısır'a döndü İstanbul'a ilk gidişinde Ali Kuşçu'nun torunu Kutbeddinzade Muhammed Efendi gibi bilge kişilerle dostluk kurdu ve bilgisini artırdı Müderris olarak geri döndüğü Mısır'dan ikinci kes İstanbul'a geldi Edirnekapı'daki Medreseye atanmasına karşın kabul etmeyerek tekrar Mısır'a döndü Mısır'da kadılık yapmakta olan Abdülkerim Efendi, eski gökbilimcilerden kalma risaleleri verdiği Takiyüddin'e gerekli gözlem aletlerini ve aletlerin yapımlarına ilişkin bilgileri de vererek matematik ve gökbilimle ilgilenmesini sağladı Gökbilim konusundaki deneyimini ve yetkinliğini artıran Takiyüddin 1570 yılında üçüncü kez İstanbul'a geldi

Takiyüddin'in İstanbul'a yerleştiği 1570 yılına kadar, gökbilimle ilgilenmek amacıyla rasathane kurulmamış olduğundan, gökbilimle ilgili bilgiler eskiden kalma Arapça ve Farsça kitaplardan öğrenilmekteydi Gözlemle ilgili hesaplar da eskiden hazırlanmış olan gözlem kataloglarından yararlanılarak yapılıyordu Bu gözlem kataloglarına dayanılarak yapılan hesaplar doğru sonuçlar vermekten uzaktı Yeni bir gözlem kataloğu düzenlenmesi için bir rasathane kurulması gerekiyordu Takiyüddin, matematik ve gökbilim konusundaki yeteneğine büyük önem veren Hoca Sadettin Efendi'nin yardımlarıyla Padişah III Murat'tan rasathanenin kurtulması için izin, yer ve ödenek aldı Kendiside rasathanenin müdürlüğüne atanarak inşasına da nezaret etmekle görevlendirildi Bugün, Cihangir Tophane sırtlarında kurulmuş olan İstanbul Rasathanesi'nin yapımına kesin olarak ne zaman başlandığına dair kanıt niteliğinde her hangi bir belge bulunmamasına karşın, rasathanenin aletleri ve yapımı tamamlanmamış da olsa 1575-1580 yılları arasında gözleme açık olduğu kesindir

Takiyüddin’in Ondalık Kesirleri Trigonometri ve Astronomiye Uygulaması

Remzi Demir

Bilindiği gibi, Türk bilim tarihine ilişkin araştırmaların yetersiz olması, Türklerin tarihlerinin hiçbir döneminde bilgin yetiştirmedikleri gibi yanlış bir anlayışın doğmasına ve yayılmasına neden olmuştur; "Türklerin kalem ehli değil ama kılıç ehli oldukları" biçiminde özetlenen bu anlayış, son yıllarda özellikle EI-Hârezmî, Abdülhamid ibn Türk, Fârâbî, İbn Sinâ, Uluğ Bey ve Ali Kuşçu gibi bilginlerin yapıtları üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda sarsılmışsa da yıkılmamıştır Bu yazının konusu olan ve XVI yüzyılda İstanbul Gözlemevi’ni kurarak gözlemler yapan Taküyiddin ibn Manıf (1521-1585) yukarıdaki bilginler kadar da tanınmamaktadır; ancak matematik, astronomi ve optik konularında yazmış olduğu yapıtlar incelendiğinde onlardan hiç de aşağı kalmadığı görülmektedir

Ondalık kesirleri, Uluğ Bey’in Semerkant Gözlemevi’nde müdürlük yapan Gıyâsüddin Cemşid el-Kâşî’nin Aritmetiğin Anahtarı (1427) adlı yapıtından öğrenmiş olan Takiyüddin’e göre, el- Kâşî’nin bu konudaki bilgisi, kesirli sayıların işlemleriyle sınırlı kalmıştır; oysa ondalık kesirlerin, trigonometri ve astronomi gibi bilimin diğer dallarına da uygulanarak genelleştirilmesi gerekir

Acaba Takiyüddin’in ondalık kesirleri trigonometri ve astronomiye uygulamak istemesinin gerekçesi nedir? Osmanlıların kullanmış oldukları hesaplama yöntemlerini, yani Hint Hesabı denilen onluk yöntemle Müneccim Hesabı denilen altmışlık yöntemi tanıtmak maksadıyla yazmış olduğu Aritmetikten Beklediklerimiz adlı çok değerli yapıtında Takiyüddin, ondalık kesirleri altmışlık kesirlerin bir alternatifi olarak gösterdikten sonra, dokuz başlık altında, ondalık kesirli sayıların iki katının ve yarısının alınması, toplanması, çıkarılması, çarpılması, bölünmesi, karekökünün alınması, altmışlık kesirlerin ondalık kesirlere ve ondalık kesirlerin altmışlık kesirlere dönüştürülmesi işlemlerinin nasıl yapılacağını birer örnekle açıklamıştır Ancak Takiyüddin’in tam sayı ile kesrini birbirinden ayırmak için bir simge kullanmadığı veya geliştirmediği görülmektedir; örneğin, 532876 sayısını, "5 Yüzler 3 Onlar 2 Birler 8 Ondabirler 7 Yüzdebirler 6 Bindebirler" biçiminde veya "532876 Bindebirler" biçiminde sözel olarak ifade etmekle yetinmiştir

Takiyüddin, bu yapıtında göksel konumların belirlenmesinde kullanılan altmışlık yöntemin hesaplama açısından elverişli olmadığını bildirir; çünkü altmışlık yöntemde, kesir basamakları çok olan sayılarla çarpma ve bölme işlemlerini yapmak çok vakit alan sıkıcı ve güç bir iştir; bugün kullandığımız onluk çarpım tablosuna benzeyen altmışlık kerrat cetveli bile bu güçlüğün giderilmesi için yeterli değildir Oysa onluk yöntemde, kesir basamakları ne kadar çok olursa olsun, çarpma ve bölme işlemleri kolaylıkla yapılabileceği için, Ay ve Güneş’in yanında gözle görülebilen Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn’ün gökyüzündeki devinimlerini gösterir tabloları düzenlemek ve kullanmak eskisi kadar güç olmayacaktır

Bu önerisiyle gökbilimcilerinin en önemli güçlüklerinden birini gidermeyi amaçlayan Takiyüddin, açıları veya yayları ondalık kesirlerle gösterirken, bunların trigonometrik fonksiyonlarını altmışlık kesirlerle gösteremeyeceğini anlamış ve ondalık kesirleri trigonometriye uygulamak için Gökler Bilgisinin Sınırı adlı yapıtında birim dairenin yarıçapını 60 veya 1 olarak değil de, 10 olarak aldıktan sonra kesirleri de ondalık kesirlerle göstermiştir Zâtü’l- Ceyb olarak bilinen bir gözlem aletini tanıtırken, "Bir cetvelin yüzeyini altmışlı sinüse göre, diğerini ise bilginlere ve gözlem sonuçlarının hesaplanmasına uygun düşecek şekilde kolaylaştırıp, yararlılığını ve olgunluğunu arttırdığım onlu sinüse göre taksim ettim" demesi bu anlama gelir
Takiyüddin, ondalık kesirlerin trigonometri ve astronomiye nasıl uygulanabileceğini kuramsal olarak gösterdikten sonra, 1580 yılında bitirmiş olduğu Sultanın Onluk Yönteme Göre Düzenlenen Tablolarının Yorumu adlı kataloğunda uygulamaya geçmiştir İstanbul Gözlemevi’nde yaklaşık beş sene boyunca yapılmış gözlemlere göre düzenlenen bu katalog, diğer kataloglarda olduğu gibi kuramsal bilgiler içermez; yalnızca ortaçağ İslam Dünyası’nda Batlamyus adıyla tanınan Ptolemaios’un kurmuş olduğu Yermerkezli sistemin ilkelerine uygun olarak belirlenmiş gezegen konumlarını gösterir tablolara yer verir

Takiyüddin, 1584 yılında İstanbul’da tamamlamış olduğu İnciler Topluluğu adlı başka bir yapıtında, son adımı atmış ve birim dairenin yarıçapını 10 birim almak ve kesirleri, ondalık kesirlerle göstermek koşuluyla bir Sinüs -Kosinüs Tablosu ile bir Tanjant - Kotanjant Tablosu hesaplayarak matematikçilerin ve gökbilimcilerin kullanımına sunmuştur Eğer Takiyüddin bu tabloları hazırlarken birim uzunluğu 10 birim olarak değil de, 1 birim olarak benimsenmiş olsaydı, bugün kullanmakta olduğumuz sisteme ulaşmış olacaktı

Batı’da ondalık kesirleri kuramsal olarak tandan ilk müstakil yapıt, Hollandalı matematikçi Simon Stevin (1548-1620) tarafından Felemenkçe olarak yazılan ve 1585’de Leiden’de yayımlanan De Thiende’dir (Ondalık) 32 sayfalık bu kitapçıkta, Stevin, sayıların ondalık kesirlerini gösterirken hantal da olsa simgelerden yararlanma yoluna gitmiş ve ondalık kesirleri, uzunluk, ağırlık ve hacim gibi büyüklüklerin ölçülmesi işlemlerine uygulamıştır Ancak, De Thiende’de ondalık kesirlerin trigonometri ve astronomiye uygulandığına dair herhangi bir bulgu yoktur Bu durum, Takiyüddin’in yapmış olduğu araştırmaların matematik ve astronomi tarihi açısından çok önemli olduğunu göstermektedir

Rasathanede Kullanılan Ölçüm Araçları
Takiyüddin'in İstanbul Rasathanesi'nde ölçüm yapmak için kullandığı belli başlı dokuz alet inşa ettiği saptanmıştır Bunlardan Zâ-tül-Halâk gökcisimlerinin ekliptiğe göre enlem ve boylamlarının bulunmasında kullanılmaktaydı Bu aletin ilk tanımı usturlap adıyla Batlamyus'un Almagest'inde verilmiştir Takiyüddin'de bu aleti özgün halindeki gibi altı halkalı olarak düzenlemiştir Bunlardan ikisi eşit çaptadır ve birbirlerine dik olarak sabitlenmişlerdir Birbirine dik olan bu halkalardan biri ekliptiği diğeri kutuplar halkasını belirtir Aletin üzerine küçük boylam halkası, büyük boylam halkası, meridyen halkası ve enlem halkası olarak adlandırılan dört halka daha takılır ve enlem halkasının yüzeyine iki doğrulayıcı yerleştirilir Zât-ül-Halâk'la Güneş ve Ay ufuk çizgisi üzerinde bulunduğu zaman gözlem yapılarak Ay'ın ekliptikteki enlem ve boylamı, saptanabilir Zât-ül-Halâk kullanımında asıl güçlük, gözlem anında aleti gökyüzündeki konumuna oturtmaktır Yıldızların ekliptik enlem ve boylamlarını saptamak için zodyak üzerindeki takımyıldızlara ait bazı yıldızların ekliptikal boylamlarının bilinmesi gerekir

Takiyüddin'in rasathanede kullandığı önemli araçlardan biri de L****'dir L**** basit olarak çeyrek daire şeklindedir ve gökcisimlerinin meridyen, doğrultusunda yüksekliklerini ölçmekte kullanılır Bu aletle gökcisimlerinin ekvatoral koordinatları saptanabilir Takiyüddin ortaçağ boyunca kullanılan L****'nin bir varyasyonunu kendisi için inşa etmiştir Takiyüddin L**** yardımıyla gökcisimlerinin yüksekliğini gözleyerek, gözlem yerinin enlemi bilindiğinden gökcisminin deklinasyonunu ve Güneş'in meridyen düzleminde en büyük ve en küçük yüksekliğini gözleyerek de ekliptiğin eğimini hesaplamıştır

Takiyüddinin kullandığı üçüncü aletin adı Zâtü's-Semt ve’l-İrtifâ’dır Bu alet eski İslam gökbilimcileri tarafından Şam’da da kullanılmıştır Zâtü’s-Semt ve’l-İrtifâ, silindirik bir kule üzerine yatay bakır bir halka ve bu halkanın üzerine aynı çaplı bakırdan dikey bir yarım halka konulmasıyla elde edilir Bu bakır yarı halkanın üzerinde derece ve dakika bölümleri işaretlenmiştir Yatay halka da başlangıcı meridyende olmak üzere 360 dereceye bölünmüştür Yarım halkanın merkezindeki bir eksen etrafında dönebilen ve yatay halka üzerinde kayabilen ikişer delikli iki küçük doğrulayıcı bulunur Zâtü’s- Semt ve’l-İrtifâ’yla güneş gözleniyorsa, cetvel yarı halka, yarı halka da yatay halka üzerinde kaydırılarak alet, Güneş ışınları yarı halkanın merkezine düşecek biçimde ayarlanır Bu yöntemle gözlem zamanı için Güneş’in yüksekliği yarı halka üzerinden ve azimutu da yatay halka üzerinden okunur

Zâtü’s- Semt ve’l- İrtifâ ortaçağ gökbilimcilerinin geliştirdiği bir araçtır Bu alet günümüzde kullanılmakta olan teodolitin ilkel ve büyük boyutlu halidir Alet gökcisimlerinin her konumunda kullanılabilmektedir Takiyyüddin Zâtü’s- Semt ve’l- İrtifâ’yı Merkür ve Venüs gezegenlerinin Güneş’ten en uzakta bulunduğu zamanki konumu ile diğer gökcisimlerinin yükseklik ve azimutlarını bulmakta kullanmıştır

Zat-ü’s- şu’beteyn Takiyüddin’in kullandığı dördüncü alettir Alet oluşmaktadır İlk cetvel, bulunan eksenler etrafında dönebilecek şekilde düşeyleştirilir Cetvelin üst ucunda bir çiviye asılan çekül yardımıyla düşeyliği kontrol edilir İkinci cetvel birincinin üst ucuna takılmıştır Böylece hem düşey düzlem içinde rahatça hareket edebilir hem de birinci cetvel boyunca açılmış oyuğa girebilir Bu cetvel üzerinde gözlemi kolaylaştırıcı iki doğrulayıcı bulunur Üçüncü cetvel ikincinin aksine birinci cetvelin alt ucuna bağlanmıştır İkinci cetvel ölçüm için hareket ettirildiğinde, üçüncü cetvel de onunla birlikte ve aynı düzlemde hareket eder İkinci cetvelin hareketi sırasında alt uç, üçüncü cetvel üzerindeki bölümlü yüzeyde hareket eder ve üç cetvel bir üçgen oluşturur Üçüncü cetvel diğer iki cetvelden daha uzundur Birinci ve ikinci cetveller birbirlerine dik hale geldiklerinde, üçüncü cetvel hipotenüs konumundadır Takiyüddin Zât-ü’s- şu’beteyn’i betimlerken bazı bilim adamlarının üçüncü cetvel yerine bir daire yayı kullandıklarını ancak, cetvelin daha kullanışlı olduğunu belirtiyor

Rasathane’de kullanılan aletlerden beşincisi Rub-ı mıstar’dır Aletin şekli dörtte bir dairedir Aletin tahta olduğunu anlatabilmek için Rub-u Deffe (tahta kuadrant) adı verilmiştir rub- ı mıstar’ı yapmak için 4,5 m uzunluğunda üç tahta cetvel alınır Bunlardan ikisi aralarındaki açı 90° olacak şekilde uç kısımlarından birbirine eklenir Yarıçapı 4,5 m olan dörtte bir çember yayıyla boşta kalan iki uç birleştirilir ve üçüncü cetvel bir ucu daire yayının orta noktasında, bir ucu kuadrantın tepe noktasında olmak üzere sisteme eklenir Bu üçüncü cetvelin tam ortasından geçirilen bir eksenle sistem yer düzlemine dik bir sütuna sabitlenir Sistemin düşeyliğini sağlamak ve yükseklik açısını ölçmek için kuadrantın tam merkezine bir çekül asılır Böylece gökcisimlerinin yükseklik açıları dereceli yay üzerinde okunabilir

Rasathanede kullanılan altıncı alet Zatü’1-ceyb’dir Zat-ü’s-şu’beteyn gibi iki cetvelden yapılmıştır Aynı uzunlukta iki cetvel bir eksen etrafında hareket edebilecek şekilde uçlarından birbirine tutturulmuş ve merkezden başlayarak 60’a kadar bölümlenmişlerdir Cetvellerden birinin üzerinde, kolay gözlem yapabilmek için, iki doğrulayıcı ve bölümlemenin son çizgisine de bir çekül yerleştirilmiştir Bazen çekül yerine üçüncü bir bölümlü cetvel konur Bu durumda yıldızın yüksekliğinin sinüsü bu cetvel üzerinden okunabilir

Zatü’1-evtar Takiyüddin’in kullandığı aletlerden yedincisidir Takiyüddin kendi buluşu olduğunu söylediği bu aleti Güneş’in ekinoks noktasına geldiği anı saptamak için kullanmıştır

Takiyüddin’in buluşlarından biri de Müşebbehetü bi’1-monatık’dır Bu alet yardımıyla iki yıldız arasındaki açısal uzaklıklar ölçülebiliyordu Müşebbehetü bi’1-monatık yardımıyla Koç takımyıldızı içinde bulunan iki yıldızın açısal uzaklığı da ölçülmüştür
Rasathane’de kullanılan son alet Bengam’dır Bengam gökbilim gözlemlerinde Takiyüddin’in kullandığı astronomik bir saattir Astronomik bir saatin bulunuşu ve gözlemlerde kullanılması ölçümlerin duyarlılığını artırması açısından son derece önemli bir gelişme olmuştur

Takiyüddin’in Optiğe Katkıları

Hüseyin Topdemir

Takiyüddin başarılı çalışmalar sergilediği optik alanında, Gözbebeğinin ve Aklın Işığı adlı bir yapıt kaleme almıştır Bu kitabın dikkat çekici yönü, temel dokusunun İslam Dünyası’nda yaklaşık sekiz yüzyıl önce başlatılmış olan köklü ve başarılı optik çalışmaları sonucunda elde edilmiş temel argümanlardan ve problemlerden oluşturulmuş olmasıdır: Öyle ki, elde edilen yüksek düzey, l7 yüzyıla kadar Batı’da güncelliğini koruyan temel tartışmaların çerçevesini oluştururken, aynı şekilde, Osmanlı İmparatorluğu’nda da bütün canlılığıyla etkinliğini sürdürmüştür Bu durumu anlamak ve anlamlandırmak zor değildir Çünkü l7 yüzyıla kadar Batı’da optik konusunda egemen olan görüş, İbnü’l-Heysem’in bir tür gelenek haline dönüşmüş olan görüşleridir Bu görüşe temel olan düşüncesinin iki boyutu vardır:

1) Optiğe ilişkin sorunların, geometrik sorunlara dönüştürülerek geometrik yoldan incelenmesi,
2) Sorunların nedensel olarak açıklanması Ayrıca, bu iki temel düşünce ayrıntılı ve ustalıklı olarak düzenlenmiş deneylerle de desteklenmiştir Bu tarz bir araştırma modeli, çeviriler yoluyla Batı’ya aktarılırken, Doğu’da 14 yüzyılda Kemâlüddîn el-Fârîsî’nin araştırmalarıyla çok daha yüksek düzeyli tartışmalara olanak ve zemin hazırlamıştır Daha sonra 1579 yılında, bu kez Takiyüddin, hem İbnü’l-Heysem’in Optik ve hem de Kemâlüddin el- Fârîsî’nin Optiğin Düzeltilmesi adlı çalışmalarına dayanarak Gözbebeğinin ve Aklın Işığı adlı yapıtını yazmıştır; Takiyüddin’in amacı, bu iki kitabı yorumlamak ve gereksiz ayrıntılardan arındırarak asıl amaca yönelik bir olgunluk düzeyine ulaştırmaktır

Kitap bir giriş ve üç ana bölümden oluşmaktadır Giriş’te optiğe ilişkin bazı temel kavramlar tanımlanmış ve optik konusunda etkin olan kuramlardan kısaca söz edilmiştir

Birinci bölüm aracısız görme konusuna ayrılmıştır Burada ışık, görme, ışığın göze ve görmeye olan etkisi ve ışıkla renk arasındaki ilişki ayrıntılı olarak tartışılmıştır Bunun yanında tartışmaya esas olan bazı temel ilkeler benimsenmiştir Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

1 Işığın kaynağı nesne, hedefi ise gözdür
2 Işıkla birlikte göze gelen biçimler, aynı zamanda o nesnenin rengini de taşırlar
3 Göz yalnızca ışıklı ya da ışıklandırılmış nesneleri algılar
4 Görme geometrik bir olgudur Çünkü yayılan ışık, tepesi kaynakta ve tabanı da gözde bulunan bir koni oluşturmaktadır
5 Işık maddesel bir şeydir; ancak optik incelemeler sırasında geometrik bir nesne olarak kabul edilebilir
6 Işık ışınları küresel olarak yayılırlar ve bu yayılım da doğrusal çizgiler boyunca olur
7 Renk ışığa bağlıdır ve ışığın kırılması ve yansıması sonucunda oluşur

Burada öncelikle ışığın doğrusal çizgiler boyunca, ancak küresel olarak yayıldığı savının öne çıktığını hemen belirtelim Takiyüddin’in bu savı, daha sonra Hollandalı fizikçi Huygens (1629-1695) tarafından ortaya konulacak küresel yayılım kuramının ilk anlatımı olarak görülebilir

Takiyüddin’e göre ışık, ışıklı bir nesneden ve o nesnedeki her bir noktadan küresel olarak yayılır ve yayılım sırasında, ister istemez bazı ışın çizgileri paralel, bazıları birbirine yakınlaşan ve bazıları ise birbirlerinden uzaklaşan doğrular boyunca yol alır Buna bir de bu doğrusal çizgilerde yol alan ışınların küresel olarak yayıldığı düşüncesi eklendiğinde, o zaman, ışığın dalga niteliği taşıdığı ve tıpkı durgun bir suya taş atıldığında, suda oluşan dalganın etrafa doğru büyüyen daireler şeklinde yayılması gibi yayılıyor olduğunun kabul edildiği anlaşılmaktadır ki, bu da küresel yayılımın yalın bir anlatımından başka bir şey değildir

Bunun dışında aracısız görme konusunda Takiyüddin’in üzerinde durmamızı gerektiren bir açıklaması daha bulunmaktadır 0 da ışık ve renk arasındaki nedensel ilişkiyi irdelerken, rengin ışığa bağlı olduğunu ve ışığın kırılması ve yansıması sonucu oluştuğunu belirtmiş olmasıdır Bu belirlemenin önemi de yine optik tarihinde gizlidir Çünkü rengin gerçek doğasının anlaşılması ilk kez Newton’un ayrıntılı renk incelemeleri sonucu gerçekleşmiştir

Newton öncesi dönemde ise renk konusunda egemen olan kuram, değişim kuramı adı verilen ve rengin ışığın zayıflamasıyla ya da aydınlık ve karanlığın karışımıyla oluştuğunu belirten Aristotelesçi kuramdır Nitekim ünlü astronom Kepler optik üzerine kalem almış olduğu Ad Vitellionem Paralipomena (Vitelo’nun Paralipomena’sına Ek) ve Dioptric (Kırılma Üzerine) adlı kitaplarında rengin oluşumunu Aristotelesçi bir yaklaşımla açıklamıştır Oysa Takiyüddin, bu iki bilim adamından önce rengin oluşumunda kırılmayı söz konusu etmiş, Newton’un prizması yerine cam bir küre kullanmıştır

Kitabın ikinci bölümü yansıma aracılığıyla oluşan görme konusuna ayrılmıştır Burada ışığın aynalarda uğradığı değişimler ve çeşitli aynalarda görüntünün nasıl oluştuğu deneysel olarak tartışılmıştır Yansıma optiği, optik biliminin gelişimini en erken tamamlayan ve bu anlamda nisbeten daha kolay olan bir dalıdır Bu nedenle yansıma kanunu da dahil olmak üzere bütün ilkeleri Antikçağ’da tespit edilmiştir Bu anlamda Takiyüddin’in konuya katkısı, yansıma kanununu her tür aynada kanıtlamaya çalışmasıdır

Üçüncü bölüm de kırılma konusu ele alınmış ve yoğunluğu farklı olan ortamlarda ışığın yol alırken uğradığı değişimler incelenmiştir Ancak yaptığı bütün deneysel ve matematiksel irdelemeler sonucunda Takiyüddin, kırılma kanununu bulamamıştır Fakat konuya değişik bir yaklaşımda bulunmuştur Anlaşılan odur ki, Takiyüddin sinüs kanunuyla uğraşmamıştır Çünkü çalışmalarını tamamen geometrik olarak ele almış ve trigonometriyi işin içine sokmayarak açılar arasında oranlar ya da eşitsizlikler kurmak yoluna gitmiştir Oysa sinüs kanununa giden yol kirişler veya sinüslerden geçmektedir Böyle bir girişimde bulunmadığı için, onun kırılma kanunu dediği şeyi, bir aritmetiksel eşitsizlik olarak nitelendirebiliriz

Takiyüddin’in Elyazmaları
Takiyüddin’in günümüze ulaşan elyazmaları incelendiğinde, içerdikleri bilgilerin o dönem gökbilimi hakkında sağladığı veriler yanında farklı bir önemi olduğu da görülür

Takiyüddin el yazmalarında belirli bir biçim kullanmamıştır Eserlerin hemen hepsi birbirlerinden farklı boyutlardadır Kitaplarda kullanılan süsler de birbirlerinden farklıdırlar Ancak yazmalara önemli yerleri, başlıkları, tablo ve şekilleri belirginleştirmek için farklı renklerden yararlanıldığı gözlenir Başlangıç sayfalarında yazmaların Takiyüddin’e ait olduğunu kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanıtlayan açıklamalar, kayıtlar ve imza yer alır Günümüz araştırmacılarını en çok sevindiren de Takiyüddin’in eserlerinin orijinallerinin bir kısmının bugüne ulaşmış olmasıdır

O dönemlerde bilim adamlarının yazdıkları eserlerin kopyaları elle çıkarılmaktaydı Birçok elyazmasının ancak kopyaları günümüze ulaşabilmiştir Orijinal örneklerin kopyalama sırasında meydana gelebilecek hataları içermediği düşünülürse araştırmacılar için ne denli önemli oldukları anlaşılabilir

Takiyüddin’e ait el yazmalarının bir bölümü Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nde bulunmaktadır Enstitü’nün UNESCO’yla (Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Organizasyonu) birlikte yürüttüğü "Memory of the World" projesi çerçevesinde, Takiyüddin’e ait el yazmalarının da içinde bulunduğu 821 Türkçe, 414 Arapça ve 102 Farsça, toplam 1337 eser mikrofilmleri çekilerek CD- Rom üzerinde kataloglanmaktadır Takiyüddin’in diğer eserleri başka kütüphanelerin raflarındadır

Rasathanenin Hazin Sonu
İstanbul Rasathanesi ilginç bir yıkım yaşamasına rağmen, yıkımın nedenine ilişkin fazlaca veri elde edilememiş Ancak, rasathanenin yıkılışında 1577 yılında gözlenen kuyrukluyıldızın ve 1578’de baş gösteren veba salgınının nedeni olarak gösterilmesinin, daha da ileri giden çevrelerce Takiyüddin ve rasathane personelinin meleklerin bacaklarını gözlediği yolundaki söylentilerin, şüpheleri artırdığı söyleniyor Şeyhülislam Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi’nin de bu görüşleri desteklemesi üzerine, padişahın verdiği emirle, Rasathane 1580 yılında Kılıç Ali Paşa’ya yıktırılıyor

Rasathanenin padişah emriyle yıktırıldığı kesin olmakla birlikte, konuyla ilgili aydınlanmamış birçok nokta vardır Yaygın bir görüş Rasathane’nin, verilen hatt-ı hümayuna dayanarak Kılıç Ali Paşa emrindeki donanma tarafından denizden topa tutularak yıkıldığı biçimindedir Ancak, topa tutma konusunda kişisel anı yazıları dışında günümüze ulaşabilmiş hiçbir yazılı resmi belge yoktur Rasathanenin betimlenen yerinin çok yakınlarında yerleşim bölgeleri olduğu da gözönünde tutulursa bu olasılığın tartışmaya açık olduğu söylenebilir

Bunca söylentiye karşın, kesin olarak bilinen İstanbul Rasathanesi’nde nitelikli gözlemler yapıldığı ve bu gözlemlere dayanılarak son derece hassas gözlem katalogları hazırlandığıdır Asıl şanssızlık, Takiyüddin’in arkasından Kepler gibi bir bilim adamının gelmemesi ve yapılmış çalışmaları değerlendirecek bir bilim geleneğinin yerleşmemiş olmasıdır Bunca söylentinin arkasında, rasathanenin yıkılmasının gerçek nedeninin, rasathanenin kurulmasına önayak olan Hoca Sadettin Efendi ile Şeyhülislam’ın yer aldıkları farklı grupların siyasi çekişmesi olduğu sanılıyor

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları

Eski 09-08-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları



Türk-İslam Bilginleri (Alfabetik sıraya göre)

Türk-İslam Bilginleri

Abdüsselam : ( 1926 - 19 ) Pakistanlı Fizik Bilgini İlk nobel ödülü alan müslüman bilim adamı

Ahmed Bin Musa : ( 10 yüzyıl ) Sistem mühendisliğinin Öncüsü Astronom ve Mekanikçi

Akşemseddin : ( 1389 - 1459 ) Pasteur önce Mikrobu bulan ilk bilim adamı İstanbulun fethinin manevi babasıdır Fatih sultan Mehmet' in Hocasıdır

Ali Bin Abbas : ( ? - 994 ) 1000 sene önce ilk kanser ameliyatını yapan bilim adamı Kılcal damar sitemini ilk defa ortaya atan bilim adamıdır Eski çağın en büyük hekimlerinden olan hipokratesin (Hipokrat) Doğum olayı görüşünü kökünden yıktı

Ali Bin İsa : ( 11 yüzyıl ) İlk defa göz hastalıkları hakkında eser veren müslüman bilim adamı

Ali Bin Rıdvan : ( ? - 1067 ) Batıya tedavi metodlarını öğreten islam alimi

Ali Kuşçu : ( ? - 1474 ) Ünlü Bir türk astronomi ve matematik bilginidir

Ammar : ( 11 yüzyıl ) İlk katarak ameliyatını kendine has biçimde yapan müslüman bilim adamı

Battani : ( 858 - 929 ) Dünyanın en meşhur 20 astrononumdan biri trigonometrinin mucidi, sinus ve kosinüs tabirlerini kullanan ilk bilgin

Beyruni : ( 973 - 1051 ) Dünyanın döndüğünü ilk bulan bilim adamı ümit burnu, amerika ve japonyanın varlığından bahseden ilk bilim adamı Beyruni amerika kıtasının varlığını kristof colomb'un Keşfinden 500 sene önce bildirmiştir Matematik, Jeoloji, Coğrafya, Tıp, Felsefe, Fizik, Astronomi gibi dallarda eserler yazmıştır Çağın En Büyük Alimidir

Bitruci : ( 13 yüzyıl ) Kopernik'e yol açan öncülük eden astronom bilim adamı

Cabir Bin Eflah : ( 12 yüzyıl ) Ortaçağın büyük matematik ve astronom bilginidir Çubuklu güneş saatini bulan ilk bilim adamıdır

Cabir Bin Hayyan : ( 721 - 805 ) Atom bombası fikrinin ilk mucidi ve kimyanın babası sayılır Maddenin en Küçük parçası atomun parçalana bileciğini bundan 1200 sene önce söylemiştir

Cahiz : ( 776 - 869 ) Zooloji İlminin öncülerindendir Hayvan gübresinden amonyak elde etmiştir

Cezeri : ( 1136 - 1206 ) İlk sistem mühendisi ve ilk sibernetikçi ve elektronikçi Bilgisayarın babası; oysa bilgisayarın babası yanlış olarak ingiliz matematikçisi Charles Babbage olarak bilinir

Demiri : ( 1349 - 1405 )Avrupalılardan 400 yıl önce ilk zooloji ansiklopedisini yazan alimdir Hayatül hayavan isimli kitabı yazmıştır

Dinaveri : ( 815 - 895 ) Botanikçi Ve astronom bir alim olarak bilinir

Ebu Kamil Şuca : ( ? - 951 ) Avrupaya matematiği öğreten islam bilgini

Ebu'l Fida : ( 1271 - 1331 ) Büyük Bir bilgin tarihçi ve coğrafyacıdır

Ebu'l Vefa : ( 940 - 998 ) Matematik ve Astronomi bilginidir trigonometriye tanjant, kotanjant, sekant ve kosekantı kazandıran matematik bilginidir

Ebu Maşer : ( 785 - 886 ) Med-cezir olayını (gel-git) ilk keşfeden bilgindir

Evliya Çelebi : ( 1611 - 1682 ) Büyük Türk seyyahı ve meşhur seyahatnamenin yazarıdır

Farabi : ( 870 - 950 ) Ses olayını ilk defa fiziki yönden ele alıp açıklayıp izah getiren ilk bilgindir

Fatih Sultan Mehmet : ( 1432 - 1481 ) İstanbulu feth eden ve Havan topunu icad eden yivli topları döktüren padişahtır fatihin kendi icadı olan ve adı "şahi" olan topların ağırlığı 17 ton ve bakırdan dökülmüş olup 15 ton ağırlığındaki mermileri 1 km ileriye atabiliyordu bu topları 100 öküz ve 700 asker ancak çekebiliyordu

Fergani : ( 9 yüzyıl ) Ekliptik meyli ilk defa tesbit eden astronomi alimi

Gıyasüddin Cemşid : ( ? - 1429 ) Matematik alimi Ondalık kesir sistemini bulan çemşid cebir ve astronomi alimi

Harizmi : ( 780 - 850 ) İlk cebir kitabını yazan ve batıya cebiri öğreten bilgin Adı algoritmaya isim oldu rakamları Avrupa' ya öğreten bilgin Cebiri sistemleştiren Bilgin

Hasan Bin Musa : ( - ) Dünyanın çevresini ölçen, üç kardeşler olarak bilinen üç kardeşten biri

Hazini : ( 6 - 7 yüzyıl ) Yerçekimi ve terazilerle ilgili izahlarda bulunan bilgin

Hazerfen Ahmed Çelebi : ( 17 yüzyıl ) Havada uçan ilk Türk Planörcülüğün öncüsü

Huneyn Bin İshak : ( 809 - 873 ) Göz doktorlarına öncülük yapan bilgin

İbni Avvam : ( 8 yüzyıl ) Tarım alanında ortaçağ boyunca kendini kabul ettiren bilgin

İbni Battuta : ( 1304 - 1369 ) Ülke ülke , kıta kıta dolaşan büyük bir seyyah

İbni Baytar : ( 1190 - 1248 ) Ortaçağın en büyük botanikçisi ve eczacısıdır

İbni Cessar : ( ? - 1009 ) Cüzzam hastalığının sebeb ve tedavilerini 900 sene önce açıklayan müslüman doktor

İbni Ebi Useybia : ( 1203 - 1270 ) Tıp Tarihi hakkında eşsiz bir eser veren doktor

İbni Fazıl : ( 739 - 805 ) 12 asır önce ilk kağıt fabrikasını kuran vezir

İbni Firnas : ( ? - 888 ) Wright kardeşlerden önce 1000 sene önce ilk uçağı yapıp uçmayı gerçekleştiren alim

İbni Haldun : ( 1332 - 1406 ) Tarihi ilim haline getiren sosyolojiyi kuran mütefekkir Psikolojiyi tarihe uygulamış, ilk defa tarih felsefesi yapan büyük bir islam tarihçisidir Sosyolog ve şehircilik uzmanı

İbni Hatip : ( 1313 - 1374 ) Vebanın bulaşıcı hastalık olduğunu ilmi yoldan açıklayan doktor

İbni Havkal : ( 10 yüzyıl ) 10 asır önce ilmi değeri yüksek bir coğrafya kitabı yazan alim

İbni Heysem : ( 965 - 1051 ) Optik ilminin kurucusu büyük fizikçi İslam dünyasının en büyük fizikçisi, batılı bilginlerin öncüsü, göz ve görme sistemlerine açıklık kazandıran alim Galile teleskopunun arkasındaki isim

İbni Karaka : ( ? - 1100 ) Dokuzyüz yıl önce torna tezgahı yapan bilgin

İbni Macit : ( 15 yüzyıl ) Ünlü bir denizci ve coğrafyacı Vasco da Gama onun bilgilerinden ve rehberliğinden istifade ederek hindistana ulaştı

İbni Rüşd : ( 1126 - 1198 ) Büyük bir doktor, astronom ve matematikçidir

İbni Sina : ( 980 - 1037 ) Doktorların sultanı Eserleri Avrupa üniversitelerinde 600 sene temel kitap olarak okutulan dahi doktor Hastalık yayan küçük organizmalar, civa ile tedavi, pastör' e ışık tutması, ilaç bilim ustası, dış belirtilere dayanarak teşhis koyma, botanik ve zooloji ile ilgilendi, Fizikle ilgilendi, jeoloji ilminin babası

İbni Türk : ( 9 yüzyıl ) Cebirin temelini atan islam bilgini

İbni Yunus : ( ? - 1009 ) Galile'den önce sarkacı bulan astronom

İbni Zuhr : ( 1091 - 1162 ) Endülüsün en büyük müslüman doktorlarından asırlarca Avrupa'da eserleri ders kitabı olarak okutuldu

İbnünnefis : ( 1210 - 1288 ) Küçük kan dolaşımını bulan ünlü islam alimi

İbrahim Efendi : ( 18 yüzyıl )Osmanlılarda ilk denizaltıyı gerçekleştiren mühendis

İbrahim Hakkı : ( 1703 - 1780 ) Büyük bir sosyolog, psikolog, astronom ve fen adamı En ünlü eseri marifetnâme, Burçlardan, insan fizyoloji ve anatomisinden bahsetmiştir

İdrisi : ( 1100 - 1166 ) Yedi asır önce bügünküne çok benzeyen dünya haritasını çizen coğrafyacı

İhvanü-s Safa : ( 10 yüzyıl ) çeşitli ilim dallarını içine alan 52 kitaptan meydana gelen bir ansiklopedi yazan ilim adamı Astronomi , Coğrafya, Musiki, Ahlâk, Felfese kitapları yazmıştır

İsmail Gelenbevi : ( 1730 - 1791 ) 18 yüzyılda osmanlıların en güçlü matematikçilerinden

İstahri : ( 10 yüzyıl ) Minyatürlü coğrafya kitabı yazan bilgin

Kadızade Rumi : ( 1337 - 1430 ) Çağını aşan büyük bir matematikçi ve astronomi bilgini Osmanlının ve Türklerin ilk astronomudur

Kambur Vesim : ( ? - 1761 ) Verem mikrobunu Robert Koch'dan 150 sene önce keşfeden ünlü doktor

Katip Çelebi : ( 1609 - 1657 ) Osmalılarda rönesansın müjdecisi coğrafyacı ve fikir adamı

Kazvini : ( 1203 - 1283 ) Ortaçağın Herodot'u müslümanların Plinius'u , astronom ve coğrafyacı bilgin

Kemaleddin Farisi : ( ? - 1320 ) İbni Heysem ayarında büyük islam matematikçisi, fizikçi ve astronom

Kerhi : ( ? - 1029 ) İslam Matematikçilerinden

Kindi : ( 803 - 872 ) İbni Heysem'e kadar optikle ilgili eserleri kaynak olan bilgin Fizik, felsefe ve matematik alanında yaptığı hizmetleri ile tanınmıştır

Kurşunoğlu Behram : ( 1922 - ? ) Genelleştirilmiş izafiyet teorisini ortaya atan beyin güçlerimizden Halen prof Behram Kurşunoğlu Amerika da florida üniversitesinde teorik fizik merkezinde başkanlık yapmaktadır

Lagarî Hasan Çelebi : ( 17 yüzyıl ) Füzeciliğin atası, osmanlılarda ilk defa füze ile uçan bilgin

Macriti : ( ? - 1007 ) Matematikte başkan kabul edilen Endülüslü Matematikçi ve astronom

Mağribi : ( 16 yüzyıl ) Çağının en büyük matematikçilerinden Mağribinin eseri olan Tuhfetü'l Ada isimli kitabında üçgen, dörtgen, daire ve diğer geometrik şekillerinin yüz ölçümlerini bulmak için metodlar gösterilmiştir

Maaşallah : ( 72? - 815 ) Meşhur islam astronomlarındandır Usturlabla İlgili ilk eseri veren bilgindir

Mes'ûdi : ( ? - 956 ) Kıymeti ancak 18 19 Yüzyıllarda anlaşılan büyük tarihçi ve coğrafyacı Mesudi günümüzden 1000 sene önce depremlerin oluş sebebini açıklamıştır Mesûdinin eserlerinden yel değirmenlerinin de müslümanların icadı olduğu anlaşılmıştır

Mimar Sinan : ( 1489 - 1588 ) Seviyesine bugün dahi ulaşılamayan dahi mimar Mimar Sinan tam manası ile bir sanat dahisidir

Muhammed Bin Musa : ( 9 yüzyıl ) Dünyanın Çevresini ölçen 3 kardeşten biri Matematikçi ve astronom

Mürsiyeli İbrahim : ( 15 yüzyıl ) Piri reisten 52 sene önce bugünkü uygun Akdeniz haritasını çizen haritacı Günümüzden 500 sene önce kadar önce yaşamıştır

Nasirüddin Tusi : ( 1201 - 1274 ) Trigonometri sahasında ilk defa eser veren, Merağa rasathanesini kuran, matematikçi ve astronom

Necmeddinü-l Mısri : ( 13 yüzyıl ) Çağının ünlü astronomlarından

Ömer Hayyam : ( ? - 1123 ) Cebirdeki binom formülünü bulan bilgin Newton veya binom formülünün keşfi ömer hayyama aittir

Piri Reis : ( 1465 - 1554 ) 400 sene önce bu günküne çok yakın dünya haritasını çizen büyük coğrafyacı Amerika kıtasının varlığını kristof kolomb 'dan önce bilen ünlü denizci

Razi : ( 864 - 925 ) Keşifleri ile ün salan asırlar boyunca Avrupa'ya ders veren kimyager doktor ünlü klinikçi Devrinin En büyük bilgini İbni Sina ile aynı ayarda bir bilgin

Sabit Bin Kurra : ( ? - 901 ) Newton' dan çok önce diferansiyel hesabını keşfeden bilgin Dünyanın çapını doğru olarak hesaplayan ilk islam bilgini Matemetik ve astronomi alimi

Sabuncu Oğlu Şerefeddin : ( 1386 - 1470 ) Fatih devrinin ünlü doktor ve cerrahlarındandır Deneysel fizyolojinin öncülerindendir

Seydi Ali Reis : ( ?-1562 ) Ünlü bir denizci, matematik ve astronomi alimidir

Şemsettin Halili : ( ?-1397 ) Büyük bir astronomi bilginidir

Şihabettin Karafi : ( ? - 1285 ) orta çağın en büyük fizikçi ve hukukçularından

Takiyyüddin Er Rasit : ( 1521 - 1585 ) İstanbul rasathanesi ilk kuran çağından çok ileride asrın önde gelen astronomi alimidir

Uluğ Bey : ( 1394 -1449 ) Çağının en büyük astronomu ve trigonometride yeni çığır açan ünlü bir alim ve hükümdar

Zehravi : ( 936 -1013 ) 1000 sene önce ilk çağdaş ameliyatı yapan böbrek taşlarının nasıl çıkarılacağını ve ilk böbrek ameliyatını gerçekleştiren bilim adamı

Zerkali : ( 1029 - 1087 ) Keşif ve hizmetleri ile ün salmış astronomi alimidir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.