Prof. Dr. Sinsi
|
Ya Nebi!...
Yâ Nebî!
Ya Nebi!  Yürekler, Senin hasretinle kavrulan, kurak bir çöl Hem yetîm hem öksüz kalan bıraktığın emânetler, ellerimizde âdetâ bir kor  Bilekler kırık ve gönüller yıkık Renkler soldu yâ Nebî  Çiçekler açmıyor eskisi gibi  Müşrik aynı müşrik, mü’min değişti  İbâdet ama nefse, kıble değişti
Değişmiş değerler bir garîb olmuş
Sarraf çarşısında gübre pazarı
Her bağ İrem bağı, her yolcu Kârun
Kim dinler, düşünür köhne mezarı 
Biz dünyâyla doldurduk kalbimizi  Dünyânın dört bir yanında mü’minlerin yarası kanarken ve açlıktan nefesleri kokarken, biz, rahat yataklar içinde ALLAH’a uzattık onlara uzatmadığımız ellerimizi  Kalp, ALLAH’ın evidir Oysa, sâdece O’nun olan mekân, sadece O’nsuz şimdi 
Yine garîb kaldık şu dünyâda İnsanlar, insan olma gayretinde değil İnsanı hayvandan ayıran vasıflar bugün, insanı insandan ayırmakta  Zannederdim ki insan, ruh cesetten çıkınca ölür Oysa, şu gördüğüm ne hazîn manzara Toprağın üstünde de cesetler var, altında da Ruhlarını öldürüyorlar bilmeden ve gömüyorlar en derin çukurlara 
En derin çukurlar, en yüce doruklarla bir oldu Nûr ile kir, bugün aynı kaba kondu Dün Hakk’a çağırırken ecdâd, evlâd bugün bâtıla koştu İman sustu İman susunca, küfür coştukça coştu Mazlum dinledi, zâlim konuştu İnsanın içi alev alev yanarken susmak ne kadar acı  Hakk’tan uzaklaşanlar hep bâtılla doldu Muhabbet gülü sararıp soldu, gülzârın kargalara yuva oldu Bülbül, gülün sesidir, sevdâ gülün hayat suyu  Sensiz çöl oldu dünya güller sararıp soldu  
Yâ Nebî!
Biz ağlamayı unuttuk Erkekler ağlamaz dediler, inandık sustuk  Göz pınarları kurudu Öylesine kurudu ki, gönül çiçeği sararıp soldu Ve artık, açmaz oldu  Şimdi ağlayan bir çocuk görsem, “ne olur susma!” diyorum Ağla! Bir damla göz yaşı ALLAH için, bir damla göz yaşı kardeşi için, bir damla göz yaşı kendi için ağlayamayanların yerine sen ağla  Ağla ki, sen de unutmayasın 
Yâ Nebî!
Ashâb bulurdu Seni, her aradığında Seyretmeye doyamazdı gül cemâlini, erirdi bir lahzacık olsun, o sımsıcak bakışınla Ne olurdu, o nûr cemâlini bir kez de ben görseydim Abdullah İbn Revâha gibi ben de bu cânı senin yolunda fedâ etseydim Böyle mâşuku olan âşık dönmez mi şaşkına  Biz bugün hatırana bile susadık Hani Sen açlıktan taş bağlamıştın ya bağrına, biz bugün, açlığından yüreğimize taş bastık Tâkatimiz tükenmede her an Biziz, Sana susamış, çölde en susuz fidan Şaşkınız Senden çok uzaklarda Kaçmaktayız tuzaklardan tuzaklara 
Yâ Nebî!
Bizi bağışla  Bizim için Tâif’te ayakları kanlar içinde kalana dek taşlanan, sonra, O’na taş atanlara bedduâ yerine duâ eden, ALLAH’ın “Habîbîm” dediği, “Sen olmasaydın kâinâtı yaratmazdım” dediği, uğruna ashâbın seve seve cân verdiği, ey Rasûl-i Kibriyâ, Sana lâyık bir ümmet olamadığımız için bizi bağışla  Belki çölde kaynar kumlar üzerine yatırılıp, karnına kızgın kayalar konan Hz Bilâl (r a)’ın yüreğinden taşan “ALLAH birdir” feryâdını duyamadık Mus’ab bin Umeyr’in kefeni bile yoktu şehid olduğunda Ya biz  Biz onlar gibi olamadık Ama 
Yâ Nebî!
Yine de biz Senin ümmetiniz Senin, bağışlanması için “Ümmetî, ümmetî” diye gözyaşı döktüğün garîb ümmetin  Gözyaşların hürmetine şöyle; şu perîşan hâlimizle aşkımız varır mı Sana? Eğer varırsa; ey âlemlere rahmet olarak gönderilen yüce Peygamber! O âşıklar hürmetine bizi bırakma!
Yâ Nebî!
Ey hicrân yarasının şifâsı! Kimsesizim Ben şehirdeyim Şehirse benden uzakta
Dokunuver şefkatli ellerinle ateşli alnıma  Rahmet esintisi ol yürekten yüreğe esen  Hasret çekenlerin feri ol, sımsıcak bakışınla Ufuklar, asırlardır bulanık Sensiz 
Acı, rahmetine muhtaç olan âşıklara  Ey zulmeti nûruyla boğan ışık! Gözler, Seni görmeden de kamaşık Öyle bir zincirle bağlandım ki Sana, bin darbe vurup, bu gün zinciri kırsalar da, zincirin halkaları kalır boynumda 
Yâ Nebî!
Sorsan “Beni seviyor musunuz?” diye “Belî, belî” diyen ölülerin feryâdını duyarsın Sorma, ne olur sorma “nasıl ve neyle?” diye O zaman kaçmak isterim, kimsenin olmadığı, kimsenin bilmediği, kimsenin duymadığı bir yere Yine Sen varsın
O âşıkların aşkı Sanadır Güneş, ısısını onların yüreklerinin harâretinden alır Dünyânın ufku onlara dar gelirken, gönülleri tâ Rahmân’ın arşına uzanır Onlar Dost’tan Dost’u isterler
Yâ Nebî!
O aşıklar ki; Senin hasretinle, ruhlarına vurulan prangaları eskittiler Ey canların cânı! O âşıklar ki, aşk âteşine pervâne olmak isterler Hicrânınla yanıp, aşk derdin dermân bilirler Tabîb şöyle dursun, “biz derde müştâkız” derler Aşıkların aşkına tercümân oldu Fuzûlî;
“Aşk derdiyle hoşem, el çek ilâcımdan tabîb,
Kılma dermân kim helâkım zehr-i dermânımdadır” diye feryâd ederken 
Açılan gonca güller, hep bir aşkı resmederken, seherde öten bülbüller hep bu aşkı besteler Sorsan, “gökyüzü niçin ağlar?” diye; “bu sevdâdır onu ağlatan” derler Bu sevdâdır onu ve bizi ağlatan Hasret besteleri cömertce dökülsün dudağından, eğer sen de âşıksan Sevdâ dolu yaşlar dökülsün gözlerinden Medine’ye doğru akan  Bu yaşlar bir aşk ırmağı olsun O’na kavuşmak için dağları aşan  Öylesine büyüsün ki, bir deryâ olsun sevgin, ufuklara sığmayan, yüreklerden kaynadıkça kaynayan ve her an coştukça coşan 
Yâ Nebî!
Senin hicretinle şenlenmişti Medine Sevenler kavuşmuştu o gün sevdiğine  Arz titriyordu heyecânından, hiç şâhit olmamıştı böylesine bir güne  Ey gönüllere ışık saçan! Seni gören gözler, başkasına bakar mı? Sesini bir kez işiten, başkasını duyar mı?
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visâlinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım  
Hani, kuru bir ağaç parçası feryâd ediyordu firkatinden, eğer şefkat elin dokunmasaydı ona, kıyâmete dek ağlayacaktı hasretinden Ya biz 
Alıntı  
SELAM VE DUA İLE 
|