Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
adamları, bilim, islamda, islamiyet, müslüman, müslümanlık

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık

Eski 09-08-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık



İslam Bilim ve Teknolojiye Nasıl Yön Verdi?
Dünyanın bugünkü medeniyet seviyesinde büyük payı olan bilim ve teknolojinin tarihi gelişimi de son derece hızlı oldu Peki, bilim ve teknolojinin önderliğini üstlendiği uygarlık ve kültür alanındaki bu değişimin tarihsel başlangıcı hangi dönemlerde başlamıştır?
İslam'da Bilim ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet & MüslümanlıkYukarıda saydığımız keşiflerin tamamı, dokuzuncu yüzyıldan on dördüncü yüzyıla kadar uzanan dünya tarihinde, dönemin en ileri uygarlığı olan "İslam Uygarlığı"nın ürünüdür Tüm yaşamlarını, dolayısı ile bilime dair tüm çalışmalarının temelini Kuran ayetlerine dayandıran Müslümanlar o dönemde bile bilime sahip çıkmışlardır Akıla ve bilgiye dayanan uygarlıkları, dünyanın bugün sahip olduğu pek çok değere de kaynaklık etmiştir
Kuran'da, evrenin yaratılışı ve kainatın düzeni ile ilgili ayetlerin bildirilmesi, bilgi sahibi olmaya büyük önem verilmesi, doğada Allah'ın varlığının delillerinin görülmesi, evrendeki her nesne ve varlığın birbirine olan uyum ve bağlılığı; söz konusu dönemde bilimin ilerlemesine yol göstermiştir
Teknik ilimler, tıp, astronomi, cebir ve kimya gibi birçok alanda önemli neticeler elde eden Müslüman bilim adamları, medeniyet ve kültür sahasında kısa zamanda kendilerini tüm dünyaya kanıtlamışlardır Buluşlarıyla uygarlığın ilk adımlarının atılmasına vesile olan Müslümanlar, ilerlemenin yolunu açmışlardır İslam tarihinde, bilim dallarını tek tek incelediğimizde, hepsinin kaynağının Kuran-ı Kerim olduğunu, bilimin maddi-manevi herşeyin Allah'ın yarattığı sistemin bir parçası olduğunu defalarca ispat ettiğini görmekteyiz
Müslüman bilim adamları öncelikle, Batı'da Roma ve Doğu'da başta Çin olmak üzere, diğer devletlerde geliştirilen bilim ve teknolojiyi rehber almışlar ve önemli kaynakları tercüme etmişlerdir Bu bilgi birikiminin içinden imanî ve teknik anlamda yanlış ve tutarsız olan noktaları çıkartarak, kendilerine fayda sağlayacak duruma getirmişlerdir İlk adım niteliğindeki çalışmalarının ardından, elde ettikleri bilgileri değerlendirip yorumlayarak bilim ve teknolojiye katkıda bulunmaya başlamışlardır
Beşinci yüzyılın ikinci yarısında doğup gelişen İslamiyet, deneye ve gözleme dayalı bilimin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır
İslam dünyasında yetişen bilim adamlarından Cabir Bin Hayyan, 'Kimyasal maddeleri, uçucu maddeler, uçucu olmayan maddeler, yanmayan maddeler ve madenler' olarak dört grupta toplar Cabir Bin Hayyan'ın bu çalışması, modern kimyanın kurucusu olarak bilinen Lavoisier'e öncülük eder
El-Kindi, Einstein'dan 1100 yıl önce 800 yılında, izafiyet teorisi ile uğraşır El-Kindi, 'Zaman cismin var olma süresidir, zamanla bilinebilen ve ölçülebilen hız ve yavaşlık da hareketin sonucudur Zaman, mekan ve hareket birbirinden bağımsız değildir, göğe doğru çıkan bir insan ağacı küçük görür, inen insan ise büyük görür' der
Tıp ve eczacılıkta İbn-i Sina ve Razi gibi alimler, anatomi ve tedavi alanına pek çok yeni bilgi eklerken; tarih ve coğrafya bilimlerinde Idrisi, Hamevi ve Taberi ve adını bu satırlara sığdıramayacağımız pek çok İslam âlimi, bilimsel teorilerde önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir Özellikle optik alanında, on birinci yüzyılda İbn-i Heysem, bu bilim dalını tek başına yeniden inşa etmiştir Dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan Sabit bin Kurra, astronomi alanındaki ilk büyük yeniliği gerçekleştirmiş, Batlamyusçu sisteme dokuzuncu yıldızsız küreyi eklemiştir Onüçüncü yüzyılda, bu sistemin karşılaştığı güçlükleri fark eden yine Müslüman astronomlar olmuş ve Batlamyusçu olmayan gezegen modellerini geliştirmişlerdir Bunlar, gerçekten zamanlarının çok ilerisinde çalışmalardır Söz konusu çalışmaları ile bilim tarihine adlarını yazdıran Müslüman bilim adamları, devlet tarafından maddi-manevi destek görmüş, teşvik edilmiş, halk arasında itibar kazanmışlardır Aynı dönemin Avrupa'sında ise durum tamamen farklıdır Bilime hizmet eden Avrupalı bilim adamları, pek çok engelleme ile karşılaşıp kısıtlanmakta, hatta çalışmaları tamamen durdurulmak istenmekteydi (Harun Yahya, Kuran Bilime Yol Gösterir)

Dünyanın Eğimini Hesaplayan Fergani
Harezmi, Hint rakamlarına sıfır rakamını ekleyerek bugün kullandığımız rakamları oluşturuyor; fen bilimlerinde, deneyle sabit olmayan bilgilere itibar edilmemesi gerektiğini söyleyen Ahmet Fergani, enlemler arasındaki mesafeyi hesapladığı gibi, Dünya'nın eksenindeki eğimi en doğru şekilde hesaplıyordu
Trigonometrik bağlantıları bugünkü kullanılan şekliyle formülleştiren El-Battani, 877 yılından 929 yılına kadar sürekli astronomik gözlemler yapar; Tanjant ve Kotanjant'ın tanımını yaparak Sinüs, Tanjant ve Kotanjant'ın sıfırdan doksan dereceye kadar tablosunu hazırlar
Ebubekir er-Razi, cerrahide dikiş malzemesi olarak ilk kez hayvan bağırsağını kullanır; tıp biliminde deney ve gözlemin çok önemli olduğundan bahseder ve başhekimi olduğu hastanede görev alacak olan doktorların uzmanlaşmaları gerektiğini söyler
Ebü'l-Vefa trigonometriye Sekant ve Kosekant kavramlarını kazandırır Gözün görülebilir cisimler doğrultusunda ışınlar yaydığını söyleyen Öklid ve Batlamyus'a karşı; 'Görülecek cismin şekli, ışık vasıtasıyla gözden girer ve orada mercekler vasıtası ile nakledilir' diyerek, yaptığı sayısız denemelerle 'göze gelen uyarıların görme sinirleri ile beyne iletildiğini' söyleyen İbnü-l-Heysem ise optik biliminin öncüsüdür
Çeşitli maddelerin birbirinden ayırt edilme yollarından birinin, maddelerin özgül ağırlıkları olduğunu söyleyerek, sıcak su ile soğuk su arasındaki özgül ağırlık farkını tespit eden el-Beyruni; 973 yılında 'Bilimsel çalışmaların, deneylerle ispat edilmesi gerektiğini ve belgelere dayanmasının zorunlu olduğunu' söyler İbnu'n-Nefis, 1200'lü yıllarda, küçük kan dolaşımını keşfeder
Bütün İslam ülkelerinde matematik, tıp, uzay bilimleri ve daha birçok ilimin okutulduğu eğitim kurumları, rasathaneler; dönemin en gelişmiş teçhizatları ile donatılmış hastaneler, herkese açık kütüphaneler bulunmaktaydı Bağdat, Harran ve Endülüs başta olmak üzere Mısır, Kuzey Afrika ve Doğu Fırat çevresindeki birçok İslam şehrinde, eğitim sistemi ve ilim, söz konusu döneme örnek teşkil edecek düzeyde geliştirilmişti Müslümanlar, yaşadıkları şehirleri uygarlık merkezleri haline getirmişlerdi Bunlardan biri olan Kurtuba, hastaneleri, kütüphaneleri ve Orta Avrupa'dan öğrencilerin eğitim görmek üzere geldiği okulları ile Avrupa'nın en modern şehri olarak bilinmekteydi

Bilimin Müslüman Öncüleri Ebul İz El Cezeri
XIII yüzyılın başında, Diyarbakır Artuklu Sarayı'nda 32 yıl başmühendislik görevi yaptı El Cezeri, su saatleri, otomatik kontrol düzenleri, fıskiyeler, kan toplama kapları, şifreli anahtarlar ve robotlar gibi, pratik ve estetik birçok düzeni tasarlayan ve bunların nasıl gerçekleştirileceğini anlatan "Kitab-el Hiyal" adlı kitabın yazarıdır
Cezeri, tarihte sibernetiğin kurucusudur Sibernetik; haberleşme, denge kurma ve ayarlama bilimidir İnsanlarda ve makinelerde bilgi alışverişi, kontrolü ve denge durumunu inceler Bu bilim, zamanla gelişerek bilgisayarların ortaya çıkmasına imkan tanımıştır
Sibernetik ve otomatik sistemlerin başlangıcı konusunda; Fransızlar Descartes ve Pascal'ı; Almanlar Leibniz'i, İngilizler de R Bacon'ı öne sürseler de, aslında Cezerî bunu ortaya koyan ve i-lim dünyasına sunan ilk bilgindir

Hazini
Hazinî, ölçü ve tartı teorilerine yaptığı katkı ile tanınır Bilime yaptığı diğer bir önemli katkı da yerçekimi hakkındaki görüşleridir Hazinî, Newton'dan 500 yıl önce, "her cismi yer kürenin merkezine doğru çeken bir güç" olduğunu söylemiştir Roger Bacon'dan yüzyıl önce de, dünyanın merkezine doğru yaklaştıkça, suyun yoğunlaştığı fikrini ortaya atmıştır
Hazinî, kimyasal maddelerin yoğunluk ve özgül ağırlıklarını ölçmek amacıyla icat ettiği hassas terazilerle, kimya bilimine de önemli katkılarda bulundu Öyle ki, icat ettiği ve "Mizanü'l-Hikme" (Hikmet Terazisi) adını verdiği bu hassas terazi ile yaptığı yoğunluk ve ağırlık ölçümleri, günümüz teknolojisi kullanılarak yapılan ölçümlerden pek farklı değildir
Elementler ** ****
Altın 1905 1926
Civa 1356 1359
Bakır 866 885
Pirinç 857 840
Demir 774 779
Kalay 732 729
Kurşun 1132 1135

** Hazini'ye göre ** Modern kimyaya göre
Hazinî, Zîc-i Sanacarî (Yıldız Kataloğu) adlı eserinde, yıldızlar ve gezegenlerle ilgili bilgilere ve Selçuklu Devleti'nin enlem ve boylamlarına da yer vermiştir �Risale fi'l-Âlât' (Aletler Bilgisi) adlı kitapçığında ise gözlem aletlerini konu almıştır

Musaoğulları
Benu Musa kardeşler, Abbasi Halifesi Memun (MS 813-833) ve onu izleyen halifeler zamanında, matematiksel bilimlerin gelişmesi yönünde etkin rol oynamış kişilerdi
Topkapı Sarayı III Ahmed Kütüphanesi'nde bulunan eserlerinde (A3474), sihirli kaplar, fıskiyeler, kandiller, bir dansimetre, bir körük ve bir kaldırma düzeninden bahsedilmektedir

Hârizmi
9 Yüzyıl'da Hârizm'de dünyaya geldiği için Hârizmî adıyla tanınan ve büyük bir olasılıkla Türk olan Muhammed ibn Musa, Memun'un Bağdat'ta kurduğu Bilgelik Evi'nde bulunmuş ve bu kurumun kütüphanesinde matematik ve astronomi alanlarında araştırmalar yapmıştır Aritmetik ve cebirle ilgili iki yapıtı, matematik tarihinin gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir
Hârizmî'nin cebirle ilgili bu yapıtı, 12 Yüzyıl'da Chesterlı Robert ve Cremonalı Gerard tarafından Latinceye tercüme edilmiştir Yapıtların en ilginç yönlerinden biri, açıların, trigonometrik fonksiyonlarla ifade edildiğini gösteren bir takım tablolar ihtiva etmesidir Bunların dışında, Hârizmî'nin yön bulmada kullanılan usturlabın biri yapımını ve diğeri de kullanımını anlatan iki eseri daha mevcuttur Hârizmî, Batlamyus'un Coğrafya adlı yapıtını, �Kitâbu Sureti'l-Ard' (Yer'in Biçimi Hakkında) adıyla Arapça'ya tercüme etmiş ve böylece, Yunanlıların matematiksel coğrafyaya ilişkin bilgilerinin İslâm dünyasına girişinde önemli bir rol oynamıştır

Ali Kuşçu
Semerkant Rasathanesi'nin Müdürlüğü'nü yaptığı sırada, Akkoyunlular adına Osmanlılarla barış görüşmelerinde bulunmak için İstanbul'a geldi Fatih Sultan Mehmet'in büyük desteğini gördü ve Ayasofya Medresesi'nde görevlendirildi Burada, Mirim Çelebi, Sarı Lütfü, Sinan Paşa gibi değerli bilim adamlarını yetiştirdi
Bilhassa, astronomi ve matematik konularında çağının sınırlarını aşacak kadar önemli eğitim ve öğretim çalışmalarında bulunan Ali Kuşçu; Ayasofya Medresesi'nin çalışma programlarını da yeniden düzenlemiştir
Semerkant Rasathanesi'nde iken �Zic-i Uluğ Bey' (Uluğ Bey'in Yıldız Kataloğu) adlı eserin hazırlanması için gerekli gözlem ve hesaplamaları yaptı Söz konusu eser, çağının en ileri kurumsal matematik bilgilerini içerir
�Risaletü'l-Fethiye' adlı eseri ise 19 yüzyılda, İstanbul Mühendishanesi'nde (İstanbul Teknik Üniversitesi) ders kitabı olarak okutulmuştur Bu eserde, gök cisimlerinin yere olan uzaklığına yer vermiş; ayrıca dünya haritasını da kitabının sonuna eklemiştir Burada yer kürenin eksenindeki eğikliği 23o30'17" olarak tespit etmiştir Bu, günümüz modern astronomi verilerine oldukça yakın bir tespittir

Şerafeddin Sabuncuoğlu
Fatih Sultan Mehmet döneminin ünlü doktoru ve tıp bilginidir �Mücerrebname' adlı eserinde, kendi deney ve gözlemlerine yer vermiştir Asıl çalışma alanı cerrahlık ve deneysel fizyolojidir �Cerrahiyatü'l-Haniye' isimli eserinde, cerrahlıkla ilgili çalışmalarına yer vermiş ve yaptığı cerrahi müdahaleleri resimlerle tasvir etmiştir

Bursalı Ali Münşi
Tıp bilimine yaptığı en önemli katkılardan biri �Kınakına' hakkındaki çalışmasıdır Burada bu ağacın kabuklarının humma, sıtma gibi hastalıklara iyi gelmesi ile ilgili gözlemlerine yer vermiştir


Alıntı Yaparak Cevapla

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık

Eski 09-08-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık



İlk kağıt fabrikasını kuran alim İbni Fazıl

Kızamık ve çiçek hastalığını keşfeden; alim Razi

Mikrobu ilk tanımlayan alim Akşemseddin

Cüzzamı bulan alim İbni Cessar

Vebanın bulaşıcı olduğunu bulan alim İbni Hatip

Verem mikrobunu bulan alim Kambur Vesîm

Retina tabakasını bulan alim İbni � Rüşd

İlk göz ameliyatını yapan alim Ammar

İlk kanser ameliyatını yapan alim Ali bin Abbas

Küçük kan dolaşımını bulan alim İbnünnefis

İlk Tabipler odası başkanı Ali bin Rıdvan

Sıfırı ilk kullanan alim Harizmi

Trigonometriyi ilk bulan alim Battani

Tanjant, kotanjant ve kosekantı ilk kullanan alim Ebul Vefa

Trigonometri kitabını yazan alim Nasiruddin Tusi

İlk trigonometrik dönüşüm formülünü bulan alim İbni Yunus

Binom formülünü ilk bulan alim Ömer Hayyam

İlk difransiyel kitabını yazan alim Sabit bin Kurra

Ondalık kesiri ilk bulan alim Gıyaseddin Cemşid

İlk usturlabı yapan alim Zerkali

Dünyanın döndüğünü keşfeden ilk alim Biruni

Dünyanın çevresini ilk ölçen alim Musa kardeşler

Güneşin yüzündeki lekeleri ilk bulan alim Fergani

Yıldızların yer ve açıklıklarını ölçen ve ilk cetveli geliştiren alim Cabir bin Eflah

İlk otomatik kontrol sistemleri tasarlayan alim Ahmet bin Musa

Sibernetiği ilk kuran alim İsmail-El Gezeri

İlk optik temellerini koyan alim İbni Heysem

Sesin fiziki açıklamasını ilk yapan alim Farabi

İlk torna tezgahını yapan alim İbni Karara

Kanatlarla uçan ilk alim Hazerfen Ahmed Çelebi

İlk uçağı yapan alim Ebu Firnas

Yer çekimini ilk bulan alim Razi

Sarkaçlı saati ilk yapan alim İbni Yunus

Maddelerin özgül ağırlığını ilk hesaplayan alim Hazini

Atomun parçalanabileceğim ilk bulan alim Cabir bin Hayyan

Gök kuşağını ilk açıklayan alim Kutbettin Şirazi

İlk kimya laboratuarını kuran alim Cabir

Saf alkolü ilk elde eden alim Razi

Fosforu ilk bulan alim Beşir

Havan topunu ilk bulan alim Fatih Sultan Mehmed

İlk kıta seyahatnamesini yazan alim İbni Battuta

İlk dünya haritasını çizen alim Mürsiyeli İbrahim

İlk ecza kitabını yazan alim İbni Baytar

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık

Eski 09-08-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık



İbn-i Sina (980-1037)

Eserleri Batı dillerine Latince yoluyla çevrilerek Avicenna diye şöhrete ulaşan İbni Sinâ

Büyük Türk bilginidir Ailesi Belh'ten gelerek Buhara'ya yerleşmişti İbni Sinâ, babası Abdullah, maliyeye ait bir görevle Afşan'dayken orada doğdu Olağanüstü bir zekâ sahibi olduğu için daha 10 yaşındayken Kur�an-ı Kerim'i ezberledi 18 yaşında çağının bütün ilimlerini öğrendi 57 yaşındayken Hemedan'da öldüğü zaman 150'den fazla eser bıraktı Eserleri Latince�ye ve Almanca�ya çevrilmiş, tıp, kimya ve felsefe alanında Avrupa�ya ışık vermiştir Onu Latinler �Avicenna� adıyla anarlar ve eski Yunan bilgi ve felsefesinin aktarıcısı olarak görürler

İbni Sinâ, daha çocukluğunda, çevresini hayrete düşüren bir zekâ ve hafıza örneği göstermiştir Küçük yaşta çağının bütün, ilimlerini öğrenmişti Gündüz ve gece okumakla vakit geçirir, mum ışığında saatlerce, çoğu zaman sabahlara kadar çalışırdı Pek az uyurdu Kafası öylesine doluydu ki, uyanık iken çözemediği bir takım meseleleri uykusunda çözer ve uyandığı zaman cevaplandırılmış bulurduBir keresinde, Aristo metafiziğini inceliyordu Defalarca okuduğu halde bir türlü esasını kavrayamamıştı Buhara çarşısında gezerken sergide bir kitap gördü Mezat tellâlı, bunu satın almasını, bu sayede birçok meseleyi kolayca halledebileceğini söyledi Bir mezat tellâlının bildiği kitabı bilememek, İbni Sînâ'ya çok güç geldi Onun okuma huyunu herkes öğrendiği için, bilhassa kitap satıcıları kendisini tanıyorlardı İbni Sînâ, kendisine tavsiye edilen Fârabî'nin Aristo'ya ait şerhini satın aldı Bir defa okumakla, o çözemediği noktaların büyük bir açıklığa kavuştuğunu gördü: �Şükür sana Yârabbi!� diye secdeye kapandı ve Fârabî'nin yolunda fukaralara sadaka dağıttı Oysa, İbni Sinâ doğduğu zaman Fârabî otuz yaşındaydı ve bu olay geçtiği sırada da hayattaydı

Buhara Emiri Nuh İbni Mansur�u ağır bir hastalıktan kurtardı ve bu yüzden de Samanoğulları sarayının kütüphenisinde çalışma iznini aldı Bu sayede pek çok eseri elinin altında bulduğu için vaktini kitap okumak ve yazmakla geçirdi Hükümdar öldüğü zaman o, henüz yirmi yaşındaydı ve Buhârâ'dan ayrılarak Harzem'e gitti: EI-Bîrûni gibi büyük bir şöhret ve değerin, onun çalışkanlığına, bilgisine değer vermesi, kendisini yanına kabul etmesi, beraber çalışması, hakkında kıskançlığa yol açtı Bu yüzden takibata bile uğradı Harzem'de barınamayarak yeniden yollara düştü Şehirden şehre dolaşarak nihayet Hemedan'a kadar geldi ve orada kalmaya karar verdi

İbni Sînâ, çoğu fizik, astronomi ve felsefeyle ilgili olarak 150 civarında eser yazmıştı Farsça olan birkaçı dışında bunların hepsi Arapça'dır Çünkü o devirde ilim eserlerini Arap diliyle yazmak âdetti Arapça'ya bu bakımdan değer verilirdi Bilhassa tıp ilmine dair araştırmaları son derece orijinal ve doğrudur Bu yüzden doğu ve batı hekimliğine kelimenin tam anlamıyla, 600 yıl, hükmetmiştir Kendisinden sonra yetişen Gazâli, Fârabî'yi' ondan öğrenmiştir Düşünce ve anlayış bakımından İbn-i Sina, Farabî ile İmam Gazâlî arasında bir köprü vazifesi görür Yunan felsefesini İslâm ilmi olan Kelâm ile, yâni Tanrı bilgisiyle bağdaştırmaya uğraşmıştır Eğer o gelmeseydi, Farabî'nin kurduğu temel Gazâli'nin yorumuyla gelişemeyecek, arada büyük bir boşluk hasıl olacaktı

Eserleri Batı dillerine Latince yoluyla çevrilerek Avicenna diye şöhrete ulaşan İbni Sinâ, yanlış olarak bir süre Avrupa'da İranlı hekim ve filozof olarak tanınmıştır Bunun da sebebi, eserlerini Türkçe yazmamış olmasındandır Bununla beraber, batılılar da kendisini Hâkim-i Tıb, yani hekimlerin piri ve hükümdarı olarak kabul etmişlerdir 16 yaşındayken pratik hekimliğe başlayan İbni Sinâ, resmî saray doktorluğu da yapmıştır Ama şöhreti her ne kadar tip ilmiyle ilgiliyse de asıl kişiliği, Ortaçağda uzun süre tartışma konusu olan Tanrı varlığının mutlak bir zorunluluk olduğu konusundaki Kelâm meselelerine getirdiği kesin çözüm yolundan ileri gelmektedir

Matematik, astronomi, geometri alanlarında geniş araştırmaları vardır İnsan bilgisinin Tanrıyı ve kâinatı mutlak şekilde anlamaya elverişli olmadığını söylerken, aklın varlığını kabul eder İnsandan bağımsız bir ruhun varoluşu, İbni Sînâ'ya göre Tanrıdan yansıyan bir delildir İbni Sînâ, tıp araştırmaları yaparken bazı hastalıkların bulaşmasında göze görünmeyen birtakım yaratıkların etkisi olduğunu, yani mikropların varlığını sezmiş ve bu bilinmeyen mahluklardan eserlerinde sık sık bahsetmiştir Mikroskobun henüz bilinmediği bir devirde böyle bir yargıya varmak çok ilginçtir

Şifa adlı eseri bir felsefe ansiklopedisidir Diğer eserlerine gelince bunlar arasında en tanınmış olanlarından: el-Kanun fi�t-Tıb isimli kitabı tamamen bir tıp ansiklopedisidir Necât ve İşârât adlı kitapları ve Aristo�nun felsefesini anlatan yirmi ciltlik Kitâbü�l-İnsâf�ı başta gelen eserlerindendirİbni Sina kimya alanında da çalıştı ve önemli keşiflerde bulundu Bu hususta Berthelet, kimya ilminin bugünkü hale gelmesinde İbni Sina�nın büyük yardımı olduğunu söylerBu çalışmaları ve etkileriyle İbni Sina Doğu ve Batı kültürünü geliştiren büyük bilginlerden biri oldu Bütün bunlardan başka İbni Sina çok güzel şiirler yazdı Hatta Türkçe olarak yazmış olduğu şiirler de vardır

İbni Sina, 1037 tarihinde Hemedan�da mide hastalığından öldü

İbn-i Sina�nın asıl büyüklüğü doktorluğundadır Şifâ adındaki 18 ciltlik ansiklopedisi, ismine rağmen tıptan çok matematik, fizik, metafizik, teoloji, ekonomi, siyaset ve musiki konularını içine alır Onun tıp şaheseri, kısaca Kanûn diye bilinen el-Kanûn Fi�t-Tıb adlı büyük kitabıdır Eser, fizyoloji, hıfzıssıhha, tedavi ve farmakoloji bahislerine ayrılmıştır Konular dikkatle incelendiğinde İbn-i Sina�nın bugünkü tıp için bile geçerli olan pek çok ileri görüşleri bulunduğunu; mesela mikroskop olmadığı halde, hastalıkların �mikrop� mefhumuna benzer yaratıklarca meydana getirildiğini sezebildiğini görürüz

İbn-i Sina�nın Kanûn adlı eseri XII yüzyılda Latince�ye çevrildi ve Batı tıp aleminde bir patlama tesiri yaptı Roma�nın Galen�i de, Er Razi�de ilimde eriştikleri tahtlarından indirildiler ve çağın Fransa�sının en meşhur tıp fakülteleri olan Montpellier ve Lauvain Üniversiteleri�nin temel kitabı Kanûn oldu Durum XVII yüzyılın ortalarına kadar böyle devam etti ve İbn-i Sina, 700 yıl Avrupa�nın tıp hocası oldu Altı yüzyıl önce Paris Tıp Fakültesi�nin kütüphanesinde bulunan 9 ana kitabın en başında İbn-i Sina�nın Kanûn�u yer almıştır

Bugün hala Paris Üniversitesi�nin tıp fakültesi öğrencileri St Germain Bulvarı yanındaki büyük konferans salonunda toplandıklarında iki Müslüman doktorun duvara asılı büyük boy portresiyle karşılaşırlar Bu iki portre, İbn-i Sina ve er-Razi�ye aittir

İbni-Sina ve Felsefe

İslam filozofu Aristotelesçi felsefe anlayışını İslam düşüncesine göre yorumlayarak, yaymaya çalışmış, görgücü-usçu bir yöntemin gelişmesine katkıda bulunmuştur

Buhara yakınlarında Hormisen'de doğdu, 21 Haziran 1037'de Hemedan'da öldü Gerçek adı Ebu'l-Ali el-Hüseyin b Abdullah İbn Sina'dır Babası, Belh'ten göçerek Buhara'ya yerleşmiş, Samanoğulları hükümdarlarından II Nuh döneminde sarayla ilişki kurmuş, yüksek görevler almış olan Abdullah adlı birisidir İbn Sina, önce babasından, sonra çağın önde gelen bilginlerinden Natilî ve İsmail Zahid'den mantık, matematik, gökbilim öğrenimi gördü Bir süre tıpla ilgilendi, özellikle, hastalıkların ortaya çıkış ve yayılış nedenlerini araştırdı, sağıltımla uğraştı Bu alandaki başarısı nedeniyle, II Nuh'un özel hekimi olarak görevlendirildi, onu sağlığa kavuşturunca, dönemin önde gelen tıp bilginlerinden biri olarak önem kazandı

İbn Sina'nın felsefeye karşı ilgisi deney bilimleriyle başlamış, Aristoteles ve Yeni-Platoncu görüşleri incelemekle gelişmiştir İslam ve Yunan filozoflarının görüşlerini yorumlayan ve eleştiren İbn Sina'nın ele aldığı sorunlar genellikle, Aristoteles ve Farabi'nin düşünceleriyle bağımlıdır Bunlar da, bilgi, mantık, evren (fizik), ruhbilim, metafizik, ahlak, tanrıbilim ve bilimlerin sınıflandırılmasıdır Belli bir düşünce dizgesine göre yapılan bu düzenlemede her sorun bağımsız olarak ele alınıp çözümüne çalışılır

Bilgi sezgi ile kazanılan kesin ilkelere göre sonuçlama yoluyla sağlanır Bu nedenle, bilginin gerçek kaynağı sezgidir Bilginin oluşmasında deneyin de etkisi vardır, ancak bu etki usun genel geçerlik taşıyan kurallarına uygundur Ona göre "bütün bilgi türleri usa uygun biçimlerden oluşur" Bilginin kesinliği ve doğruluğu usun genel kurallarıyla olan uygunluğuna bağlıdır Us kuralları, insanın anlığında doğuştan bulunan, değişmez ve genel geçerlik taşıyan ilkelerdir Sonradan, duyularla kazanılan bilgi için de bu kurallara uygunluk geçerlidir Deney verileri us ilkelerine göre, yeni bir işlemden geçirilerek biçimlenir, onların bundan öte bir önem ve anlamı yoktur Çelişmezlik, özdeşlik ve öteki varlık ilkeleri, usta bulunur, deneyden gelmez

İbn Sina'ya göre varlık, tasarlamakla bağlantılıdır Bütün düşünülenler vardır ve var olanlar tasarlanabilen düşünülür biçimlerdir (makuller) Bu nedenle, düşünmekle var olmak özdeştir Atomcu görüşün ileri sürdüğü nitelikte bir boşluk yoktur Uzay ise, bir nesnenin kapladığı yerin iç yüzüdür Varlık kavramı altında toplanan bütün nesnelerin değişmeyen, sınır ve niteliklerini koruyan belli bir yeri vardır Devinme, bir nesnenin uzayda eyleme geçişidir

Mantık insanı gerçeklere ulaştırmaz, yalnız birtakım yanılmalardan korur Düşünme yetisi gerçeği kavramak için mantıktan geçici bir araç olarak yararlanır Düşünme eyleminin sağlıklı olması için mantık, ilkeler ve kurallar koyabilir, anlıkta bulunan ve bilinen bilgilerden yola çıkarak, bilinmeyenleri saptama olanağı sağlar Bu özelliği nedeniyle, mantık, düşünmenin genel kurallarını bulan, düzenleyen, bu kurallar arasındaki gerekli bağlantıyı ve birliği kuran bir bilimdir Mantık kuralları, genel geçerlik taşıyan ve değişmeyen kesin kurallardır Mantığın kavramlar ve yargılar olmak üzere iki alanı vardır Her bilimsel bilgi ya kavram ya da yargılara dayanır Kavram, ilk bilgidir ve terim ya da terim yerine geçen bir nesneyle kazanılır Yargı ise, tasımla kazanılır

Mantığın konusu incelenirken, tanım temel alınmalıdır Tanımlar birbirlerine bağlandıklarında, kanıt ve çıkarıma varılır Kavram, önce tekil bir algıdır (sezgi) Yargı ise, iki tekil terim arasındaki ilişkidir Kavramlar, açık ve kapalı belirleme olarak ikiye ayrılır Varlığın, töz, nicelik, nitelik, ilişki, yer, zaman, durum, iyelik, etki, edilgi gibi on kategorisi vardır

İbn Sina mantığında en önemli yeri tanım tutar Bir kavramı tanımlamak için, bu kavramın bireylerinden biri göz önüne alınmalıdır Tikelin belirlenmesi tümelden kolaydır Eksiksiz bir tanım yakın cins ile yapılmalıdır En yetkin tanımsa, kavramın yakın cinsi ile türsel ayrımdan oluşur Tanım ikiye ayrılır; Gerçek tanım ve sözcük tanımları

Önermeler, yüklemli ve koşullu olabilirler Yüklemli önerme, bir düşünce ötekine yüklendiği zaman ya onaylanır ya da yadsınır Koşullu önermeler, bir ötekinin koşulu ya da sonucu olarak bağlanan terimlerde görülür Önermeler varsayımlı, nitelik ve nicelikleri bakımından, tekil, belirsiz ve belirli olur Tasım, bitişik ve ayrık olmak üzere ikiye ayrılır Bitişik tasımların öncüleri anlam bakımından, sonuç önermesini içerir Ayrık tasımlarda ise sonuç önermesi öncüllerde bulunabilir

Tümeller, bütün varlık türlerinin oluşumundan önce, Tanrı düşüncesinde, birer tanrısal kavram olarak vardır Varlıkların oluş nedeni ve onlara biçim kazandıran tümellerdir Tümeller Tanrı'da ussal olarak bulunan, nesnelerde ve bireylerde içkin olan, öteki de nesnelerin dışında ve anlıkla birlikte olan mantıksal tümel diye üçe ayrılır Birinci türe giren tümel, metafiziği ilgilendirir İbn Sina fiziği, metafiziğe giriş olarak düşünür

Fiziğin konusu madde ve biçimden oluşan nesnelerdir Biçim, maddeden önce yaratılmıştır Maddeye bir töz özelliği kazandıran biçimdir Maddeden sonra ilinek gelir Biçimler maddeye, ilinekler ise, töze katılır Doğal nesneler kendi öz ve nitelikleriyle bilinir Bütün nitelikler de birinci nitelikler ve ikinci nitelikler olmak üzere ikiye ayrılır Birinci nitelikler nesnelere bağlıdır, ikinciler ise, nesnelerden ayrı olarak varlığını sürdürür İbn Sina'ya göre, nesnel evrende bulunan güç ve devinimin temelini ikinci nitelikler oluşturur Nesneler, kendilerinde bulunan gizli güçle devinime geçerler Bu güç ise, doğal güç, öznel güç, tinsel güç olmak üzere üç türlüdür Doğal güç, nesnede doğal biçim ve yerlerle ilgili nitelikleri taşır Çekim ve ağırlık bu türdendir Öznel güç, nesneyi devingen ya da durağan duruma getirir Bunda da, bilinçli ya da bilinçsiz olma özelliği bulunur Tinsel güç, herhangi bir organın, aracın yardımı olmaksızın doğrudan doğruya bir istençle eylemde bulunmaktadır Buna, gökkatlarının özleri adı da verilir İbn Sina'nın geliştirdiği bu güç kuramının kaynağı Aristoteles ve Yeni-Platonculuk'tur Ancak, o bu güçlerin sonsuz olduğu kanısında değildir Ona göre, zaman ve devinim kavramları da birbirine bağlıdır, çünkü, devinimin bulunmadığı, algılanmadığı bir yerde zaman da yoktur

İbn Sina'nın felsefesinde, Aristotelesi'in geliştirdiği düşünce dizgesine uygun olarak, ruh kavramının önemli bir yer tuttuğu görülür Ona göre, biri bitkisel, öteki insanla ilgili olmak üzere, iki türlü ruh vardır İnsan ruhu, gövdeye gereksinme duymadan, doğrudan doğruya kendini bilir, bu nedenle, tinsel bir tözdür Gövdeyi devindiren, ona dirilik kazandıran bu tözün başka bir özelliği de, yetkin düşünme yeteneği anlık olmasıdır Düşünme eylemi yaratan ruhtur, o gövdeyi gerektirmez, ancak gövde var olabilmek için tini gereksinir İnsan ruhu gövde biçiminde değildir, usa uygun biçimleri kavramaya elverişli bir töz olduğundan, gövdesel yapıda yer alamaz Gövde, bölünebilen öğelerden oluşmuş bir bütündür, oysa tin, bir birliktir, bölünmeye elverişli değildir, sürekli olarak özünü ve birliğini korur Tin, bütün izlenimleri gövde aracılığıyla alır, anlık yoluyla kavramları, kavramlara dayanarak usa vurmayı oluşturur Bu yüzden, gövdeyle dolaylı bir bağlantısı vardır Ancak, bu bağlantı tin için bir oluş koşulu değildir

Canlı sorununa, gözleme dayalı bir ruhbilim anlayışıyla çözüm arayan İbn Sina'ya göre dirilik bir bileşimdir Doğal organların, göksel güçler yardımıyla bileşmesinden canlılar ortaya çıkar Bu olay da, belli aşamalara uygun olarak gerçekleşir İlk ortaya çıkan canlı bitkidir Bitkide tohumla üreme, beslenme ve büyüme güçleri vardır İkinci aşamada ortaya çıkan hayvanda ise, kendi kendine devinme ve algı güçleri bulunur Devinme gücünden isteme ve öfke doğar Algı gücü de, iç ve dış algı olmak üzere ikiye ayrılır İnsan özü doğal evrim sürecinde en üst düzeyde gerçekleşmiş bir oluşumdur, bu nedenle, öteki varlıklardan ayrılır İnsanda dış algı duyumlarla, iç algı da , beynin ön boşluğunda bulunan ortak duyu ile sağlanır Duyularla alınan izlenimler bu ortak duyu ile beyne gider Beynin, ön boşluğunda sonunda, tasarlama yetisi bulunur Bu yeti duyu izlenimlerini sağlamaya yarar İnsan için en önemli olan düşünen öz yapıcı ve bilici güçlerle donatılmıştır Yapıcı güç (us) gerekli ve özel eylemler için gövdeyi uyarır Bilici güç ise, yapıcı gücü yönlendirir Özdekten ayrılan tümel biçimlerin izlerini alır Bu biçimler soyutsa onları kavrar, değilse soyutlayarak kavrar İnsanda iyiyi kötüden, yararlıyı yararsızdan ayıran yapıcı güçtür, bu nedenle bir istenç niteliğindedir

Us konusunda İbn Sina ayrı bir düşünce ortaya atmıştır Ona göre us beş türlüdür Özdeksel us, bütün insanlarda ortak olup, kavramayı, bilmeyi sağlayan bir yetenektir Bir yeti olarak işlek us, yalın, açık ve seçik olanı bilir, eyleme yöneliktir, durağan bir güç niteliğinde değildir Eylemsel us, kazanılmış verileri kavrar ve ikinci aşamada bulunan ustan daha üstündür Kazanılmış us, kendisine verilen ve düşünebilen nesneleri bilir Aşama bakımından usun olgunluk basamağında bulunur Bu aşamada usun kavrayabileceği konular kendi özünde de vardır Kutsal us, usun en yüksek aşamasıdır Bütün varlık türlerinin özünü, kaynağını, onları oluşturan gücü, başka bir aracıya gereksinme duymadan, bir bütünlük içinde kavrar

İnsan, ayrıntıları duyularla algılar, tümelleri usla kavrar Tümelleri kavrayan yetkin us, nesneleri anlama yeteneği olan etkin usa olanak sağlar İnsan usunun algıladığı ayrıntılar, kendi varlıkları dolayısıyla değil, nedenleri yüzünden vardır Us, bu kavranabilir nesneleri kazanabilmek için ilkin duyu verilerinden yararlanır Sonra duyu verilerini usun genel kurallarına göre işlemden geçirir, yargıları ortaya koymada onları aşar

Yaratılış konusunda İbn Sina, varlığın sıralı düzeninde, "bir'den bir çıkar" ilkesine dayanır İlk "bir", zorunlu varlık, Tanrı'dır O'nun varlığı yalnız kendisini gerektirir Var olma, Tanrı'nın özünden gelen gerekimdir İlk neden ilk gerçekliktir Tanrı'dan ilk us ortaya çıkar Çokluk bu usla başlar Bundan da felek ve nefsin usları türer Her ustan da, o usun özü ve cismi oluşur Us cismi aracısız olarak devindiremeyeceği için, uslar sırasının sonunda etkin us, akıl bulunur Ondan da dünya ile ilgili nesnelerin maddesi, cisimlerin biçimleri ve insan özleri doğar Etkin us, tümünün yöneticisidir Yaratılış önsüzdür ve yeri de maddedir Madde, soyut ve tüm varlığın öncesiz olanı, nefsin eylem alanı, sınırı ve tüm parçaların kaynağıdır İlk us, kendisini ve zorunlu varlığı bilir Buradan ikilik doğar İlk us kendinde olanaklı, ilk varlık için ise zorunludur Her tikel feleğin ilk kımıldatıcısı vardır İlk kımıldatıcıları eyleme sokan tinsel varlıklardır Her feleğin de iyiliğini düşünen kımıldatıcı bir nefsi vardır Nefsin eylemi, etkin usa ulaşır

Evrenin varlığı, zorunlu olan, Tanrı'yı gerektirir Başka bir varlığın etkisiyle var olan evren sonsuz olamaz Devinme, nesnenin özünde saklı güçten doğar Her nesnenin özünde devindirici bir güç vardır Nesne kendini kendinin etkin öznesi değildir Bu güç, nesneye biçim de kazandırır

İbn Sina metafiziği genelde Aristoteles metafiziği ile Yeni-Platonculuk ve Kelam'ın bireşimidir Konusu, ilkler ilki, tüm oluşların, yaratışların, varlık bütününün kaynağı olan Tanrı'dır Tanrı, bütünlüğü nedeniyle nesnelerde, olay ve eylemlerde görünüş alanına çıkar Varlık vardır, yok olamaz

Varlık üç bölüme ayrılır:

1- Olanaklı varlık, nesnelerle ilgili değişimin, oluş ve bozulmanın egemen olduğu varlıktır Bu varlık ortamında görülen ne varsa belli bir süre içinde başlar ve biter
2- Kendiliğinden olanaklı varlık Olanaklı olmasına karşın, ilk nedenle ilişkilerinden dolayı zorunluluk kazanır Tümellerin, yasaların bulunduğu evren Gökkürelerin usları böyledir
3- Kendiliğinden zorunlu varlık, ilk neden ya da Tanrı'dır Değişmez ve çoğalmaz Çokluklar ondadır Tanrısal zorunluluk illkesi tüm yaratılanların da temel ilkesidir
İbn Sina'nın benimsediği tanrıbilim dört ana konuyu içerir; Evren, ötedünya, ahiret, peygamberlik, Tanrı

Evren yaratılmıştır Yaratıcı ve varedici Tanrı'dır O Kelamcılar'ın dediği gibi özgün yapıcı değildir, zorunludur İlk neden önsüz ve sonsuzdur Evrenin yaratılması, Tanrı'nın daha önceden varoluşunu gerektirir Evrenin bütününde yer alan gök katları tanrısal evrenin varlıklarıdır, bunların özleri meleklerdir Madde dünyasında oluş ve bozulma vardır Onların tanrısal niteliği yoktur Bu yaratma olayı da bir fışkırmadır

Ölüm, tinin gövdeden ayrılmasıdır Gövdelerden ayrılan tinlerin geldikleri kaynakta toplanmaları insanda ötedünya kavramını oluşturur Ruh, tinsel bir tözdür, ölümsüzdür Gövdeye egemendir Ruh gövdeye girmeden önce etkin usta vardı İnsana bireyselliğini kazandıran odur Gövdenin yok olması, ruhun varlığını etkilemez Dirilme tinseldir

İnsanları yaratan Tanrı, onlara verdiği özgür istençle iyi ile kötüyü seçme olanağı sağladı İstenç özgürlüğü, usla utku arasındaki çatışmadan ve ilkinin üstünlüğünden doğar İnsan elinden çıkan bütün bağımsız eylemler tanrısal kayra ile gerçekleşir Özgür istenç tüm insanlarda vardır Peygamberler de bu bakımdan birer insandır Ancak, onlarda insanların en yüceleri olan bilginlerde, bilgilerde olduğu gibi bir seziş vardır Bu üstün seziş gücü, kavrayış yeteneği peygamberlerin etkin us ile buluşmalarını, gerçekleri kavramalarını sağlar Bu üstün güç ve kavrayış vahy adını alır Üstün anlayış gücü taşıyan melekler, vahyi peygamberlere ulaştırırlar

Tanrı, özü gereği bilicidir Kendi özünü bilmesi yaratmayı gerekli kılar İbn Sina İslam dinine ve Kuran'a dayanarak bilmeyi yaratma olarak niteler Yaratma eylemi Tanrı'nın kendi özüne karşı duyduğu sevgiden dolayıdır Tanrı tümelleri bilir Tikellerle ilgili bilgisi de, tümel nedensellikleri bilmesindendir

Madde ve biçimin ilişkileri üzerinde bilimleri iç bölümde ele alırlar:

1- Maddeden ayrılmamış biçimlerin bilimi: Doğa bilimleri ya da aşağı bilimler
2- Maddesinden iyice ayrı biçimlerin bilimi: Metafizik, mantık gibi yüksek bilimler
3- Maddesinden ancak zihinde ayrılabilen, kimi yerde ayrı kimi yerde bir olan biçimlerin bilimi:
Matematik, geometri, orta bilimler Zihin bu biçimleri doğru olarak maddesinden soyutlar
Felsefe ise, kuramsal ve pratik diye ikiye ayrılır Kuramsal olan, bilmek yeteneğiyle elde edilen bilgileri kapsar Doğa felsefesi, matematik felsefesi ve metafizik gibi pratik felsefe, bilmek ve eylemde bulunmak üzere elde edilen bilgilere dayanır

İbn Sina, gerek Doğu gerekse Batı filozoflarını etkiledi Gazali, özellikle, ruh anlayışında ondan etkilendi İbn Sina'nın deneyci yanı, Gazali'yi kuşkuculuk'a götürdü Yapıtları 12yy'da Latince'ye çevrildi, ünü yayıldı Tanrıbilimci filozof Albertus Magnus, tin ve us ile güçleri konusunda İbn Sina'dan yararlandı

YAPITLAR (başlıca): el-Kanun fi't-Tıb, (ös), 1593, ("Hekimlik Yasası"); Kitabü'l-Necat, (ös), 1593, ("Kurtuluş Kitabı"); Risale fi-İlmü'l-Ahlak, (ös), 1880, ("Ahlak Konusunda Kitapçık"); İşarat ve'l-Tembihat, (ös), 1892, ("Belirtiler ve Uyarılar"); Kitabü'ş-Şifa, (ös), 1927, ("Sağlık Kitabı")

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık

Eski 09-08-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık



İstanbul devamlı bir su problemi içerisindedir Bu problemin çaresi asırlar önce Kanuni zamanında, Mimar Sinan'ın günlerinde konuşulmuş ve en büyük çare Sinan'la bulunmuştur İstanbul'un o günkü nüfusu çoğalınca Kanuni Sultan Süleyman, Sinan'ı çağırır, der ki:

"Mimarbaşı, halkımız su ihtiyacı içinde Bir at yükü suya çok miktar akçe ödüyorlar Acaba halkımızın bu su ihtiyacını karşılamak için birşeyler düşünmez misiniz?"

Mimarbaşı der ki:

"Sultanım siz müsaade buyurun, ben İstanbul'un çevresini bir dolaşayım, dışarıda mevcut sulan İstanbul'a getirmenin mümkün olup olmadığını bir inceleyeyim ve ondan sonra size bir cevap veririm"

Ve Sinan Ağa atına biner, yanına yardımcılarını da alır, Çekmece'den başlayarak kıyılan dolaşır, Beşiktaş'a kadar istanbul'un kıyılarında, dereleri, akan sulan tespit eder Bu suların önü örüldüğü, baraj yapıldığı takdirde nereye kadar yükselir, nereden nereye kemer yapılarak İstanbul'a getirilebilir, bunun günlerce hesabını yapar ve Kanuni'nin huzuruna çıkar Sultan sorar:

"Mimarbaşı, İstanbul'a su getirmek mümkün müdür?" Mimarbaşının cevabı:

"Beli sultanım, mümkündür Ancak çok ağır bir şartı var"

"Nedir o mimarbaşı?"

"Sultanım, altın dolu keseleri uç uca dizmek şartıyla ancak İstanbul'a su gelebilir"

Kanuni'nin cevabı şu olur:

"Mimarbaşı sen İstanbul'a su getirmenin mümkün olup olmadığını söyle Eğer mümkünse ben keseleri uç uca değil, yan yana dizmeye razıyım"

Bunun üzerine Mimar Sinan kolları sıvar ve İstanbul'un dışındaki sulan Kağıthane civarında belli yerlerde toplar, oradan da dere içlerine büyük geçitler yaparak İstanbul'a getirir ve şehrin belli meydanlarında umumi çeşmeler yaparak suyu akıtır Bu çeşmelerin tamamı da kırkı bulur Ve Kırk Çeşme suları akmaya başlar

O güne gelinceye kadar, musluk gibi bir adet olmadığı için sular boşa akıp gitmektedir O gün çok pahalıya mal olan suyu artık bostanlara, yollara akıtmak istemiyorlar ve ilk defa İstanbul'da lüle dedikleri musluğu çeşmelere koyuyorlar

Su böylesine pahalıya geldiği ve kıymet kazanmaya başladığı için Kanuni bir ferman çıkanr, der ki: "İstanbul meydanlarındaki umumi çeşmeler halkın malıdır Hiç kimse bu çeşmelerden gizlice yeraltından evine su alamayacaktır"

Bu umumi kaidenin bir istisnasını da koyar Kanuni O da özel olarak Sinan'a iletilir Denir ki: "Sen İstanbul'a böylesine güzel bir çalışma sonunda kırk çeşme sularını getirdin Sen evine özel olarak bir lüle su alabilirsin"

Ve Süleymaniye civarındaki meydan çeşmesinden Sinan'ın evine özel olarak yol yapılır ve su akıtılır Böylece Mimar Sinan evinde özel suyu olan tek kişi olur

Mimar Sinan Şehzadebaşı Camiini, Süleymaniye Camiini ve Edirne'deki Selimiye Camiini yaptıktan -sonra yaşlanır Devir hep öyle geçmemiştir İtibarının yüksekte olduğu devirde, kendisinin kıymetini takdir edenler bir bir bu dünyadan göçmüşlerdir Kanuni vefat etmiştir, yerine başka padişahlar geçmiştir Ve Sinan 99 yaşına gelmiştir Çevresindeki dostları göçtüğü için de kendisi istanbul'da adeta yapayalnız kalmıştır Ve yeni bir nesil yetişmiştir

Bir gün Sinan'ın kapısına birisi gelip dayanır Kapıyı çalar Sinan bastonuna dayanarak kapıyı açar, "Buyurun" der

Gelen meçhul ihsan, "Ben Topkapı Sarayı postacısıyım Sizi divana çağırıyorlar Herhalde bir soruşturmaya tabi tutulacaksınız" der

Sinan Ağa, bu ihtiyar halinde, dostlarının tümünün göçüp gittiği, kendisini eserleri inşaat halindeyken görenlerin kalmadığı bu ihtiyar dünyada, "Acaba Topkapı Sarayına niye çağırılıyorum?" diye bastonuna dayana dayana gider

Saraya girer, orada bir soruşturma heyeti kurulmuştur: Kadılar, ulemalar, müftüler, o günün vükelası Sinan'a şöyle derler: "Sinan Ağa, hakkında şikayet var Eve su almak yasak olduğu, hiç kimse evine özel olarak su almasın' diye padişah fermanı olduğu halde, sizin evinizde özel su varmış"

"Evet," der, "Cihan Padişahı bana öyle özel olarak müsaade etmişti İstanbul'a yaptığım, su hizmetinden dolayı sadece benim şahsıma su müsaade etmişti de almıştım"

"O zaman şu müsaadenizi, fermam görelim de ses çıkarmayalım Kimseye verilmemesine rağmen, sizinki devam etsin"

Sinan'ın cevabı şu: "Ben o zaman Cihan Padişahından ferman istemekten hicap etmiştim Fermanım falan yok, ama su benim evimde akıyor"

Divan müşkül durumda kalır, konuşmalar olur: "Sinan büyük hizmetler etmiştir, evinde suyu aksın" Oradan başkaları cevap verir: "Bu Âl-i Osman'a hizmet eden sadece Sinan mı? Sinan gibi daha nice hizmet edenler vardır Ya onların da evine özel su verilsin, ya da Sinan'a da bu ayrıcalık tanınmasın"

Divanda uzun münakaşalar olur, son olarak verilen karar şudur: "Sinan gibi diğer hizmet edenlerin de evine su bağlanamayacağına göre, Sinan'a verilen su kesilmeli, fakat şimdiye kadar kullandığı su fermansız kullandığı için bir cezaya mucip olmamalıdır"

Ve bu karardan sonra Sinan evine gelir Üzgün, bezgin, fakat fazla müteessir değil Çünkü Sinan hizmetini Allah için yapmıştır Kendisine bir ayrıcalık tanınsın, özel bir mükafat verilsin diye değil

Ve Sinan 100 yaşına girerken hastalanır yatağa düşer Vefat sırasında bir bezi suya batırıp da dudağına çalmak isterlerken bakarlar ki, evindeki musluktan su akmıyor İstanbul'a su getiren Sinan, susuz evde vefat eder Vefat sırasında bu olayı başında konuşanlara verdiği cevap enteresandır:

"Biz hizmetimizi dünyada bir bardak suya satacak kadar menfaat düşkünü değiliz Biz hizmetimizi Allah için yaptık ve mükafatını da ahirette bekliyoruz Dünyada evimize su verilmediği için müteessir değiliz"

Bu olayın bizlere verdiği mesajlar vardır Dünyaya, şana, şöhrete, dosta, ahbaba, arka olmalara fazla güvenmemeli Dünya öyle güvenilecek, insanlar öyle bel bağlanacak kadar vefalı değillerdir Şartlar değişir, bugün sırtımız çok sağlam yerde olur, çok itibarlı insanlarla yakınlığımız olur Ama yarın bir de bakarız ki, onların hepsi göçüp gitmiş, biz de dayanacak kimse bulamamışız

Derler ya: "Duvara dayanma yıkılır, insana güvenme ölür" Öyleyse fani şeylere dayanmamalı, fani şeyleri gaye edinmemelidir Allah'a dayanmalı, Allah'a güvenmeli ve yaptığımız hizmetleri de Allah rızası için yapmalıyız İnsan bu tecelli karşısında hayıflanmaktan kurtulamıyor:

"Hey gidi dünya hey İstanbul'u suya kavuşturan Sinan susuz evde vefat ediyor"

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık

Eski 09-08-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık



Hezarfen Ahmed Çelebi

Kendisi dünyada ilk kez uçmayı başaran Türk bilginidir

Onyedinci yüzyılda yaşadığı, 1623-1640 yılları arasında saltanat süren Sultan Dördüncü Murad zamanında, uçma tasarısını gerçekleştirdiği ve geniş bilgisinden ötürü halk arasında Hezarfen olarak anıldığı bilinmektedir

Evinde deneylerle uğraşıp, çeşitli konularda araştırmalar yapan Hazerfan Ahmed Çelebi, İsmail Cevheri adlı bir başka Türk bilginini örnek alarak, bugünkü hava taşıtlarının ilkel şeklini gerçekleştirmişti Kuşların uçuşunu inceleyerek tarihi uçuşundan önce hazırladığı kanatlarının dayanıklılık derecesini ölçmek için, Okmeydanı'nda deneyler yapmış ve bir sabah kıyılarda biriken İstanbul halkının gözleri önünde, Galata kulesinden kendisini boşluğa bırakarak, kanatlarını hareket ettirerek boğazı aşmış ve Üsküdar semtine inmiştir

Sarayburnu'ndaki Sinan Paşa köşkünden bu durumu seyreden Sultan Dördüncü Murad, Ahmed Çelebi ile önce çok yakından ilgilenmiş, ancak bu derece bilgili ve becerikli bir adamın varlığından kuşkuya düşerek onu Cezayir'e sürgün etmiştir Ahmed Çelebi orada vefat etmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık

Eski 09-08-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık



ALİ KUŞÇU

Türk-İslam dünyasının büyük astronomi ve kelam alimi olan Ali Kuşçu, XV yüzyıl başlarında Semerkant�ta doğdu

Türk-İslam dünyasının büyük astronomi ve kelam alimi olan Ali Kuşçu, XV yüzyıl başlarında Semerkant�ta doğdu Babası Muhammed, ünlü Türk Sultanı ve astronomu Uluğ Bey�in kuşçusu olduğu için, ailesi �Kuşçu� lakabıyla meşhur oldu Küçük yaştan itibaren matematik ve astronomiye ilgi duyan Ali Kuşçu, devrin en büyük alimleri olan Bursalı Kadızâde Rumî, Gıyâseddin Cemşîd ve Muînuddîn Kâşî�den matematik ve astronomi dersi aldı

Daha sonra bilgisini artırmak için Kirman�a gitti Burada Hall-ü Eşkâl-i Kamer (Ay Safhalarının Açıklanması) adlı risale ile Şerh-i Tecrîd adlı eserini yazdıAli Kuşçu, Semerkant ve Kirman'da eğitimini tamamladıktan sonra Uluğ Bey'e yardımcı ve rasathanesine müdür olmuştu 1449'da hacca gitmek istedi Tebriz'de Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan kendisine büyük saygı gösterdi ve Fatih'le barış görüşmelerinde yardımını istedi Ali Kuşçu, Uzun Hasan'ın sözcülüğünü yaptıktan sonra Fatih'in davetiyle İstanbul'a geldi XV yüzyılın ilk yarısında, Semerkant, dünyanın en önemli bilim merkeziydi
Uluğ Bey Rasathanesi, gök bilgisi araştırmaları için en doğru sonuçları alıyordu Rasathanenin genç müdürü Ali Kuşçu, gece gündüz demeden çalışıyor, bilimsel gerçeklere yenilerini katmak için uğraşıp didiniyordu

Gökyüzü bilgisi (astronomi), hem değişmez kuralların, kanunların tespit edilmesine yarıyor, hem de gözlemlerle kontrol edilebiliyordu Otuz yıla yakın bu işte çalışan Ali Kuşçu, bir gün ansızın her şeyi yüzüstü bırakarak hacca gitmeye karar vermişti Buna da sebep, en olmayacak bir zamanda, sevgili hükümdarı Uluğ Bey'in 1449 yılında öldürülmesiydi Gürgân tahtının bu bilgin ve kudretli hûkümdarı, kendi öz oğlu Abdüllâtif'in ihânetine uğramıştı

Uluğ Bey, Ali Kuşçu için bambaşka bir mânâ taşıyordu Her şeyden önce hocasıydı Ondan matematik ve astronomi dersleri almış, eserlerini uzun uzun incelemiş, sohbetlerinde bulunmuş, hâttâ Doğancıbaşısı olduğu için, adının ucundaki �Kuşçu� lâkabı bile böylece yadigâr kalmıştıUluğ Bey, kendi kurduğu rasathaneye de müdür olarak Ali Kuşçu'yu lâyık görmüş, henüz tecrübesiz bir çağdayken bu dev rasathanenin başındaki çalışmalarda, ona bizzat yardımcı olmuştu İşte Uluğ Bey'in bir ihanete kurban giderek öldürülmesi Ali Kuşçu'yu can evinden vuran bir olaydı

Ali Kuşçu bu olayla çok kırıldı Çoluk çocuğunu toparlayıp Tebriz'e geldi Uzun Hasan kendisine o kadar saygı gösterdi ki, Konstantiniye Fâtih'i, bir devri kapayıp yenisini açan genç cihangirle ihtilâfında aracılık etmesini istedi Genç Fâtih'in de bilgin olduğunu, bilginlere büyük saygı gösterdiğini biliyordu İstanbul'da olup bitenler, kuş kanadıyla Tebriz'e ulaşıyordu Şiîlerin casusları ve habercileri yalnız padişahın savaş niyetlerine ve hazırlıklarına dair haberler ulaştırmakla kalmıyorlardı

Bunun üzerine Ali Kuşçu, kendisine bunca itibar eden Uzun Hasan'ın dileğini kırmayarak yol hazırlıklarını tamamladı Semerkant'ta Kızıl Elma olarak bilinen eski Bizantium'a ulaştı Haberciler; onun geleceğini daha önceden saraya uçurmuşlardı Huzura kabul edildiği zaman Osmanlı hükümdarından beklemediği kadar iltifat gördü Çünkü, kendisinden önce, eserleri İstanbul'ca biliniyordu Uluğ Bey Rasathanesi'ndeki çalışmalarından, Semerkant'a aylarca uzak bulunan İstanbul'daki hükümdarın haberi vardı

Osmanlı tahtında oturan II Mehmet (Fatih), gayet dikkatli, bilgili, uyanık bir padişahtı Âdet olan merasimle Uzun Hasan'ın elçisini kabul etmiş, dileklerini dinlemiş, ama hemen geri dönmesine izin vermemişti Ondan, gelip artık batıya kaymış olan ilim merkezlerini aydınlatmasını, bilgisiyle İstanbul medreselerinde ilim heveslisi gençleri yetiştirmesini rica etti

Bu teklif, Ali Kuşçu için beklenmedik bir iltifattı Cefâlı olduğu kadar şefkatli olduğunu da bildiği Fatih'in isteği, onun için emir demekti Ama, ahlâkı dürüst bir ilim adamı olduğunu şu sözlerle ispat etti: �Hünkârım izin verirlerse önce Tebriz'e döneyim Çünkü burada bulunuşumun gerçek sebebi, Akkoyunlu Hükümdarı'nın elçisi olmaktır Elçiye zeval yoktur Gerektir ki, hünkârımın lütûfkâr davetini kabul etmeden önce vazifemi iyi bir sonuca ulaştırdığımı, beni gönderen, bana güvenmiş olan insana bildireyim

Ali Kuşçu'nun bu mazereti, Fatih'e son derece akla yakın göründü Padişah; iki şeye birden sevinmişti: Kuşçu, davetini kabul etmişti, gelip buradaki ilim öğrencilerini yetiştirecekti İkincisi ise, son derece mert ve ahlâklı bir insandı Her haliyle, medreselerde yetiştireceği gençlere örnek olacaktı Bu sebeple, bir müddet daha misafir ettikten sonra kendisine izin verdi

Değerli matematik ve astronomi bilgini Ali Kuşçu, sözünü tuttu İki yıl sonra, ailesini de alarak Tebriz'den hareket etti Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarından karşılanarak ihtişam içinde İstanbul'a getirildi Ölümüne kadar da gençleri yetiştirmekle uğraştı Kuşçu�nun ders vermeye başlamasıyla, İstanbul medreselerinde astronomi ve matematik alanında büyük gelişme oldu

Ali Kuşçu�nun İstanbul�a gelişi önemlidir; çünkü o zamana kadar İstanbul�da astronomi ile uğraşan güçlü bir bilgin yoktu Ali Kuşçu, Osmanlılar arasında astronomi bilimini yaydı

Ali Kuşçu 1474�te İstanbul�da vefat etti

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık

Eski 09-08-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık



El Birunî

Birunî Eserlerindeki yüksek fen bilgileri, kendinden sekiz asır sonra gelen fen bilim adamlarını dahi hayrette bırakmış, bugünkü fennin mimarlarının rehberi olmuş büyük fen ve islâm âlimidir

Arapça yazdığı kitaplarda sık sık Türkçe kelimeler kullanması , ilk astronomi gözlemlerini Türklerin oturduğu bölgelerde yapması onun Türk olduğunu göstermektedir, ve bu yüzden Türk bilgini olarak tanınmaktadır İsmi Muhammed bin Ahmed el Birunî el- Harezmi olup künyesi Ebû Reyhan�dır Birunî ya da Beyruni ismiyle ün yapmış olup, batı dünyasında Ali Boron adıyla tanınmaktadır Çok yönlü bir bilgin olan Birunî matematik, astronomi, tıp, trigonometri, fizik, doğabilim, eczacılık, jeoloji, sosyoloji, tarih, coğrafya, felsefe, etnoloji , dinler tarihi, filoloji , botanik, mineraloji gibi alanlarda 100 den fazla eser vermiştir Birunî Türkçe, Arapça, Farsça, Sanskritçe, Yunanca, İbranice bilmekteydi ve sadece İslâm aleminde değil tüm dünyada tanınmakta ve saygıyla anılmaktadır

Vasili V Bartold tarafından �en büyük İslâm bilgini� olarak nitelenen Birunî akılcı ve nesnel yöntemiyle yalnız İslam dünyasının değil, çağının en büyük bilginleri arasında yer alır Eserlerinin çoğu batı dillerine çevrilmiş ve defalarca basılmıştır 1973 yılında doğumunun 1000 yıldönümü olması nedeniyle UNESCO�nun önayak olması ile bütün dünyada anılmıştır Hayatı Birunî 973 (H 362) yılında Zilhicce ayının üçüncü günü Kas�da doğmuştur

Küçük yaşta iken babasını kaybetmiş çok zor şartlar altında yetişmiştir Daha çocuk yaşta üstün kabiliyeti ve keskin zekası ile dikkatleri üzerine çekmiş, Harezmşah hanedanından meşhur âlim ve matematikçi Ebu Nasr Mensûr bin Ali Irak onu himayesi altına almıştır Onun aracılığıyla Harizm sarayına girerek dönemin ünlü bilginlerinden matematik ve astronomi öğrenimi görmüştür Ebu Abbas memnun bin Muhammed Kas kentini alarak Batı Harizm Sülalesinin egemenliğine son verince (995), bir süre Rey�de kaldıktan sonra Cürcan�a yerleşerek Sultan Kabus Vüşmgir�in sarayına girmiş, orada el-Âsâru�l-bâkiye ani�l kuruni�l-haliye adlı tarih ve kronoloji alanındaki ünlü yapıtını sultana sunmuştur (1001) Yeniden Harizm�e dönerek (1003 ya da 1009) çalışmalarını Sultan Memnun bin el- Memnun�un sarayında sürdürmüş, sarayda başta İbni Sina olmak üzere Ebu-Nasr, İbni Miskeveyh gibi dönemin meşhur âlimleriyle tanışarak yakınlık kurmuştur

Gazneli Mahmut�un 1017�de Harezm devletine son vermesiyle Gazne�ye gelerek , 44 yaşında iken Gaznelilerin himayesine girmiştir Gazneli Mahmut�tan olduğu gibi oğlu Mesut ve torunu Mevdut�tan da yardım destek ve saygı görmüştür Gazneli Mahmut�un Hindistan seferinde, Sultan�ın baş danışmanlığını ve hazine genel müdürlüğünü yapmış, Gazneli Mahmut onun için �Sarayımızın en değerli hazinesidir� demiştir Hindistan�ın fethinin ardından Hindistan�ın Nendene şehri civarında çeşitli ilmi çalışmalar yapan Birunî, orada Sanskritçe�yi öğrenmiş, Hintlilerin örf ve adetlerini incelemiş ,sonra tekrar Gazne�ye dönmüş, ömrünün geri kalanını orada geçirmiştir ve bu, bilimsel çalışmalar yönünden en verimli dönemi olmuştur Uzun yıllar boyunca hazırladığı Tahdidu Nihayeti�l- Emâkın adlı kitabını bu dönemde tamamlamıştır (1025)

Sultan Mesud döneminde Ortaçağ asrtonomisinin en önemli kaynaklarından olan El- Kanunü�l Mesudî adlı kitabı yazmış ve sultana ithaf etmiştir Öteki çalışmalarının yanında, ünlü filozof ve bilgin Ebubekir Razi�nin kitaplarının, İslâm tarihi açısındam büyük değer taşıyan kataloğunu hazırlamıştır Gazne�de ölen Birunî�nin ölüm tarihi tam olarak bilinmemektedir Değişik kaynaklarda 1048-1061 yılları arasında değişen tarihlerde vefat ettiği belirtilmektedir Bilim Anlayışı Birunî, özgür düşünce ve sağlam bilgiye aykırı düşen boş ve temelsiz inançlara, düşüncelere önem vermemesi bakımından bir Ortaçağ bilgini olmaktan çok bir Yeniçağ bilgini kabul edilebilir Simya, sihir, büyü gibi batıl inançlara inanmayan Birunî Kitabü�lCevahir fi Marifeti�l-Cevahir adlı kitabında yağmur taşıyla yağmur yağdıralamayacağı veya zümrütün yılan üzerinde etki yaptığı yolundaki inaçları yıkmaya çalışmıştır

Birunî tükenmek bilmeyen bir gözlem ve araştırma çabasına nesnellik ilkesini ve içten bir dindarlık ruhunu da ekleyerek her yönden yetkin bir kişilik sergilemiştir Bir hipotezin deneyle doğrulanması düşüncesi yanında ölçmeye verdiği önem kendisini fizik ve matematik çağdaş kavranışına oldukça yaklaştırmıştır Çünkü o bir felsefeci olmaktan çok bir bilim adamıdır Bilim adamı olarak yapıcı ve eleştirel bir zihniyette, bilimsel konularda sığ ve yüzeysel kalmaktan sürekli kaçınmış, bu nedenle bütün ömrünü bilgi birikimlerini deney ve gözlemlerle doğrulama uğruna harcamıştır Birunî deney ,gözlem ve nesnellik ilkelerine dayanan bilimsel yönetemini doğa bilimlerinin yanında sosyal bilimlerde de uygulamıştır Birunî�ye göre ilmin hazzı, yani hakikatı araştırma zevki, en yüksek zevkler arasındadır Bu hususta kendisi şöyle demektedir: � İlim adamına yani ilim hizmetçisine lazım ve kaçınılmaz olan şey, ilmin bütün sahalarında yeterli bir seviyede olmasa bile, ilimler arasında bir ayırım yapmamak, herbirinin hakkını vermektir

Çünkü ilim güzeldir, lezzeti de kalıcıdır Araştırma boyunca bu lezzet sürer gider Çalışma bitince lezzet de son bulur İlim adamı kendinden önce gelen âlimleri hor gözle bakmamalı, tevazû ile eserlerine yaklaşıp, istifade etmelidir Böylece en doğru ve en sağlam bilgilere ulaşacak, kusurlu, hatalı bilgilerden uzak durmuş olacaktır

İlmin ilerlemesi ve gelişmesi için şunlar lüzumludur:

1 İlmi düşünceye serbestlik tanınmalı, yani ilimde söz sahibi olanlanlar fikir hürriyetine sahip olmalı
2 İlmi çalışmalar açık ve sağlam metodlara dayanmalı
3 İlim; bâtıl düşüncelerden, sihir ve hurafelerden arınmış olmalı 4 Gerçek ilim adamlarına çalışma zevk , şevk ve gayretleri arttıran teşvik tedbirleri alınmalı
5 İlmin ilerlemesi için lüzumlu her türlü maddi, sosyal, teknik şartlar ve imkanlar hazırlanmalı
6 İlme, ilmî eserlere ve ilim adamlarına hürmet edilmeli, itibarları sağlanmalı
7 İnsanların dikkat ve alâkaları ilmî konulara çekme çalışmaları yapılmalı
8 Devletin ileri gelen adamları , ilmin gelişmesi için gereken tedbirleri tespit edip , hemen bunları tatbik etmeli

Bazı Önemli Bilimsel Çalışmaları Astronomi ve Matematik İlk astronomi gözlemlerini 990�da yapmıştır Bu daha 17 yaşındayken astronomide verimli bir düzeye ulaştığını göstermektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık

Eski 09-08-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık



Akşemseddin

"Hastalıklar insandan insana bulaşmak suretiyle geçer Bu bulaşma gözle görülemeyecek kadar küçük fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur" diyerek, bundan beş yüz sene önce mikrobun tarifini yaptı

Osmanlılar zamanında yetişen büyük evliya ve İstanbul�un manevi fatihi İsmi, Muhammed bin Hamza�dır Saçının sakalının ak olması veya beyaz elbiseler giymesinden dolayı Akşeyh veya Akşemseddin lakaplarıyla meşhur olmuştur Evliyanın büyüklerinden Şihabüddin Sühreverdi�nin neslinden olup, soyu hazret-i Ebu Bekr-i Sıddik�a kadar ulaşır 1390 (H 792) senesinde Şam�da doğdu 1460 (H864)da Bolu'nun Göynük ilçesinde vefat etti

Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Akşemseddin Kur�an-ı kerimi ezberledi Yedi yaşında babası ile Anadolu�ya gelip, o tarihte Amasya�ya bağlı olan Kavak nahiyesine yerleşti Alim ve veli bir zat olan babası vefat edince, tahsiline devam etti Genç yaşta akli ve nakli ilimlerde akranlarından daha üstün derecelere ulaştı İlim tahsilini tamamladıktan sonra, Osmancık�a müderris oldu İlim öğretmekle ve nefsinin terbiyesiyle meşgulken, tasavvufa yönelip, Ankara�da bulunan zamanın büyük velisi Hacı Bayram-ı Veli�ye talebe olmak üzere gitti Fakat ona talebe olamadı Halep�te bulunan Şeyh Zeynüddin�e talebe olmak için Halep�e giderken, gördüğü bir rüya üzerine Hacı Bayram-ı Veli�ye talebe olmak üzere Ankara�ya geri döndü Hacı Bayram-ı Veli tarafından kabul edilip, onun sohbetinde tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrendi ve Hacı Bayram-ı Veli�den icazet (diploma) aldı Aynı zamanda tıp ilminde de kendini yetiştiren Akşemseddin, bulaşıcı hastalıklar üzerinde çalıştı Araştırmalar sonunda Maddet-ül-Hayat adlı eserinde:

"Hastalıkların insanlarda birer birer ortaya çıktığını sanmak yanlıştır Hastalıklar insandan insana bulaşmak suretiyle geçer Bu bulaşma gözle görülemeyecek kadar küçük fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur" diyerek, bundan beş yüz sene önce mikrobun tarifini yaptı

Pasteur�un teknik aletlerle Akşemseddin�den dört asır sonra varabildiği neticeyi dünyada ilk defa haber verdi Buna rağmen mikrop teorisi yanlış olarak Pasteur�a mal edilmiştir Aynı zamanda ilk kanser araştırmacılarından olan Akşemseddin, o devirde seratan denilen bu hastalıkla çok uğraştı Sadrazam Çandarlı Halil Paşanın oğlu Kazasker Süleyman Çelebi�yi tedavi etti Ayrıca hangi hastalıkların hangi bitkilerden hazırlanan ilaçlarla tedavi edileceğine dair bilgiler ve formüller ortaya koydu

Akşemseddin, zahiri ve batıni ilimleri bilen birçok alim yetiştirdi Oğulları Muhammed Sa�dullah, Muhammed Fazlullah, Muhammed Nurullah, Muhammed Emrullah, Muhmmed Nasrullah, Muhammed Mir-ul-Huda ve Muhammed Hamdullah ile Harizat-üş-Şami Mısırlıoğlu, Abdurrahim Karahisari, Muslihuddin İskilibi ve İbrahim Tennuri bunlardan bazılarıdır

Fatih Sultan Mehmed Han muhteşem ordusuyla İstanbul�un fethine çıktığında, Akşemseddin, Akbıyık Sultan, Molla Fenari, Molla Gürani, Şeyh Sinan gibi meşhur veliler ve alimler de talebeleriyle birlikte orduya katıldılar Akşemseddin hazretleri savaş esnasında Sultan�a gerekli tavsiyelerde bulunarak, yeni müjdeler veriyordu Kuşatmanın uzaması ve Sultan�ın ısrarı üzerine ve Allahü tealanın izni ile fethin ne gün olacağını bildiren Akşemseddin, Sultan şehre girerken yanında yer aldı Fetih ordusu İstanbul�a girdikten sonra İslamiyetin harple ilgili hukukunun gözetilmesini genç Padişah�a hatırlattı ve buna göre hareket edilmesini bildirdi Sultan�ın Eshab-ı kiramdan Ebu Eyyub el-Ensari�nin kabrinin bulunduğu yeri sorması üzerine:

"Şu karşı yakadaki tepenin eteğinde bir nur görüyorum Orada olmalıdır" cevabını verdi

Daha sonra orası kazıldı ve Eyyub Sultan�ın (radıyallahü anh) kabri ortaya çıktı Fatih Sultan Mehmed Han, Ebu Eyyub el-Ensari�nin kabr-i şerifinin üzerine bir türbe,yanına bir cami ve ilim öğrenmek için gelen talebelerin kalabileceği odalar inşa ettirdi Sultan, Akşemseddin�den İstanbul�da kalmasını istediyse de, Akşemseddin Padişah�ın bu teklifini kabul etmedi

Akşemseddin, İstanbul�un fethinden sonra, Göynük�e yerleşti ve vefatına kadar orada kaldı Göynük�e yerleştikten sonra, bir taraftan ahiret hazırlığı yapıyor, diğer taraftan da küçük oğlu Hamdullah�ın ilim ve terbiyesi ile meşgul oluyordu �Bu küçük oğlum, yetim, zelil kalır, yoksa, bu zahmeti çok dünyadan göçerdim� derdi Bir gün hanımının; �Göçerdim dersin yine göçmezsin!� demesi üzerine; �Göçeyim!� deyip mescide girdi Akrabasını ve evladını toplayıp, vasiyetini yaptı Helalleşip veda etti Yasin-i şerifi okumaya başladı Sünnet üzere yatıp temiz ruhunu teslim etti (1460) Göynük�teki tarihi Süleyman Paşa Caminin bahçesine defnedildi Daha sonra oğullarının kabri ile beraber bir türbe içine alındı

Buyururdu ki: �Her işe besmele ile başla Temiz ol, daim iyiliği adet edin, tembel olma, namaza önem ver Nimete şükür, belaya sabret Dünyanın mutluluğuna mağrur olma Ömrüm uzun olsun dersen, kimseye kızma, eziyet etme Kimsenin nimetine haset etme Senden üstün olan kimsenin önünden yürüme Tırnağını asla dişinle kesme Çok uyumak kazancın azalmasına sebeb olur Akıllı isen yalnız yolculuğa çıkma Gece uyanık ol, seher vakti Kur�an-ı kerim oku Zikrin daima hamd-i Hüda (Allahü tealaya hamd etmek) olsun Hem Cehennem azabından endişeli ol Hasedi terk et, kendini başkalarına medh etme Namahreme (harama) bakma, harama bakmak gaflet verir Kimsenin kalbini kırma Düşen şeyi alıp (temizleyerek) yersen fakirlikten kurtulursun Edepli, mütevazı ve cömert ol Cünüp kimse ile yemek yemek gam verir Yalnız bir evde yatmaktan sakın Çıplak yatmak fakirliğe sebep olur

Eserleri:

1) Risalet-ün-Nuriyye: Tasavvufa ve tasavvuf ehline dil uzatanlara cevab mahiyetindedir Arapça olup, kardeşi Hacı Ali tarafından Türkçe�ye çevrilmiştir 2) Def�ü Metain, 3) Risale-i Zikrullah, 4) Risale-i Şerh-i Ahval-i Hacı Bayram-ı Veli, 5) Malumat-ı Evliya, 6) Maddet-ül-Hayat, 7)Nasihatname-i Akşemseddin

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık

Eski 09-08-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık



Takiyüddin

16 yüzyılda gökbilim çalışmaları sürdürülürken, Avrupa ve Osmanlı'da rasathane kuran iki çağdaş gökbilimci ortaya çıkar

1546- 1601 yılları arasında yaşayan Danimarkalı Tyco Brahe, kral II Frederick'i ikna ederek Hveen adasında 1576 yılında ortaçağ sonrasının ilk rasathanesini kurdu

Tyco Brahe, Copernicus'un Güneş merkezli gezegenler görüşünü destekleyenlerden bir noktada ayrılıyordu Brahe'ye göre, Dünya hareketsizdi ve Güneş'le Ay Dünya'nın etrafında, gezegenler de Güneş'in etrafında dönüyorlardı Brahe kendi gözlemevinde kullandığı, döneminin en gelişmiş aletleriyle duyarlı gözlemler yaparak gökcisimlerinin koordinatlarını saptamakla kalmadı, nova ve kuyruklu yıldızları da gözledi O'nun yaptığı gözlemler ve elde ettiği bulgular, Kepler'in ünlü kanunlarını geliştirmesine ve günümüzün Güneş Sistemi modelini kurgulamasına neden oldu Brahe, 1563 yılında Jüpiter ve Satürn kavuşum gözlemelerini içeren Tabulae Prutenicae adlı kataloğunu yayınladı 1577 yılında görülen kuyrukluyıldızı da inceledi ve Liber de Cometa adlı yapıtını yazdı

Tyco Brahe, Copernicus sistemini reddetmesine ve astrolojiye inanmasına karşın 16 yüzyılın en önemli gökbilimcilerinden biri olarak kabul edilir Brahe'nin kurduğu rasathane, rasathanesinde kullandığı ölçüm araçları ve yaptığı ölçümler bilim tarihi açısından son derece önemlidir Çünkü, Tyco Brahe Hveen adasındaki çalışmalarını sürdürürken, çağdaşı bir gökbilimci de İstanbul'da çalışmalarını sürdürmekteydi

1521 yılında Şam'da doğan Takiyyüddin, Mısır ve Şam'da döneminin tanınmış hocalarından fıkıh, hadis ve tefsir dersleri aldıktan sonra ders vermek üzere yine Mısır'a atandı Bundan sonra Takiyüddin iki kez İstanbul'a gitti ve yine Mısır'a döndü İstanbul'a ilk gidişinde Ali Kuşçu'nun torunu Kutbeddinzade Muhammed Efendi gibi bilge kişilerle dostluk kurdu ve bilgisini artırdı Müderris olarak geri döndüğü Mısır'dan ikinci kes İstanbul'a geldi Edirnekapı'daki Medreseye atanmasına karşın kabul etmeyerek tekrar Mısır'a döndü Mısır'da kadılık yapmakta olan Abdülkerim Efendi, eski gökbilimcilerden kalma risaleleri verdiği Takiyüddin'e gerekli gözlem aletlerini ve aletlerin yapımlarına ilişkin bilgileri de vererek matematik ve gökbilimle ilgilenmesini sağladı Gökbilim konusundaki deneyimini ve yetkinliğini artıran Takiyüddin 1570 yılında üçüncü kez İstanbul'a geldi

Takiyüddin'in İstanbul'a yerleştiği 1570 yılına kadar, gökbilimle ilgilenmek amacıyla rasathane kurulmamış olduğundan, gökbilimle ilgili bilgiler eskiden kalma Arapça ve Farsça kitaplardan öğrenilmekteydi Gözlemle ilgili hesaplar da eskiden hazırlanmış olan gözlem kataloglarından yararlanılarak yapılıyordu Bu gözlem kataloglarına dayanılarak yapılan hesaplar doğru sonuçlar vermekten uzaktı Yeni bir gözlem kataloğu düzenlenmesi için bir rasathane kurulması gerekiyordu Takiyüddin, matematik ve gökbilim konusundaki yeteneğine büyük önem veren Hoca Sadettin Efendi'nin yardımlarıyla Padişah III Murat'tan rasathanenin kurtulması için izin, yer ve ödenek aldı Kendiside rasathanenin müdürlüğüne atanarak inşasına da nezaret etmekle görevlendirildi Bugün, Cihangir Tophane sırtlarında kurulmuş olan İstanbul Rasathanesi'nin yapımına kesin olarak ne zaman başlandığına dair kanıt niteliğinde her hangi bir belge bulunmamasına karşın, rasathanenin aletleri ve yapımı tamamlanmamış da olsa 1575-1580 yılları arasında gözleme açık olduğu kesindir

Takiyüddin’in Ondalık Kesirleri Trigonometri ve Astronomiye Uygulaması

Remzi Demir

Bilindiği gibi, Türk bilim tarihine ilişkin araştırmaların yetersiz olması, Türklerin tarihlerinin hiçbir döneminde bilgin yetiştirmedikleri gibi yanlış bir anlayışın doğmasına ve yayılmasına neden olmuştur; "Türklerin kalem ehli değil ama kılıç ehli oldukları" biçiminde özetlenen bu anlayış, son yıllarda özellikle EI-Hârezmî, Abdülhamid ibn Türk, Fârâbî, İbn Sinâ, Uluğ Bey ve Ali Kuşçu gibi bilginlerin yapıtları üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda sarsılmışsa da yıkılmamıştır Bu yazının konusu olan ve XVI yüzyılda İstanbul Gözlemevi’ni kurarak gözlemler yapan Taküyiddin ibn Manıf (1521-1585) yukarıdaki bilginler kadar da tanınmamaktadır; ancak matematik, astronomi ve optik konularında yazmış olduğu yapıtlar incelendiğinde onlardan hiç de aşağı kalmadığı görülmektedir

Ondalık kesirleri, Uluğ Bey’in Semerkant Gözlemevi’nde müdürlük yapan Gıyâsüddin Cemşid el-Kâşî’nin Aritmetiğin Anahtarı (1427) adlı yapıtından öğrenmiş olan Takiyüddin’e göre, el- Kâşî’nin bu konudaki bilgisi, kesirli sayıların işlemleriyle sınırlı kalmıştır; oysa ondalık kesirlerin, trigonometri ve astronomi gibi bilimin diğer dallarına da uygulanarak genelleştirilmesi gerekir

Acaba Takiyüddin’in ondalık kesirleri trigonometri ve astronomiye uygulamak istemesinin gerekçesi nedir? Osmanlıların kullanmış oldukları hesaplama yöntemlerini, yani Hint Hesabı denilen onluk yöntemle Müneccim Hesabı denilen altmışlık yöntemi tanıtmak maksadıyla yazmış olduğu Aritmetikten Beklediklerimiz adlı çok değerli yapıtında Takiyüddin, ondalık kesirleri altmışlık kesirlerin bir alternatifi olarak gösterdikten sonra, dokuz başlık altında, ondalık kesirli sayıların iki katının ve yarısının alınması, toplanması, çıkarılması, çarpılması, bölünmesi, karekökünün alınması, altmışlık kesirlerin ondalık kesirlere ve ondalık kesirlerin altmışlık kesirlere dönüştürülmesi işlemlerinin nasıl yapılacağını birer örnekle açıklamıştır Ancak Takiyüddin’in tam sayı ile kesrini birbirinden ayırmak için bir simge kullanmadığı veya geliştirmediği görülmektedir; örneğin, 532876 sayısını, "5 Yüzler 3 Onlar 2 Birler 8 Ondabirler 7 Yüzdebirler 6 Bindebirler" biçiminde veya "532876 Bindebirler" biçiminde sözel olarak ifade etmekle yetinmiştir

Takiyüddin, bu yapıtında göksel konumların belirlenmesinde kullanılan altmışlık yöntemin hesaplama açısından elverişli olmadığını bildirir; çünkü altmışlık yöntemde, kesir basamakları çok olan sayılarla çarpma ve bölme işlemlerini yapmak çok vakit alan sıkıcı ve güç bir iştir; bugün kullandığımız onluk çarpım tablosuna benzeyen altmışlık kerrat cetveli bile bu güçlüğün giderilmesi için yeterli değildir Oysa onluk yöntemde, kesir basamakları ne kadar çok olursa olsun, çarpma ve bölme işlemleri kolaylıkla yapılabileceği için, Ay ve Güneş’in yanında gözle görülebilen Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn’ün gökyüzündeki devinimlerini gösterir tabloları düzenlemek ve kullanmak eskisi kadar güç olmayacaktır

Bu önerisiyle gökbilimcilerinin en önemli güçlüklerinden birini gidermeyi amaçlayan Takiyüddin, açıları veya yayları ondalık kesirlerle gösterirken, bunların trigonometrik fonksiyonlarını altmışlık kesirlerle gösteremeyeceğini anlamış ve ondalık kesirleri trigonometriye uygulamak için Gökler Bilgisinin Sınırı adlı yapıtında birim dairenin yarıçapını 60 veya 1 olarak değil de, 10 olarak aldıktan sonra kesirleri de ondalık kesirlerle göstermiştir Zâtü’l- Ceyb olarak bilinen bir gözlem aletini tanıtırken, "Bir cetvelin yüzeyini altmışlı sinüse göre, diğerini ise bilginlere ve gözlem sonuçlarının hesaplanmasına uygun düşecek şekilde kolaylaştırıp, yararlılığını ve olgunluğunu arttırdığım onlu sinüse göre taksim ettim" demesi bu anlama gelir
Takiyüddin, ondalık kesirlerin trigonometri ve astronomiye nasıl uygulanabileceğini kuramsal olarak gösterdikten sonra, 1580 yılında bitirmiş olduğu Sultanın Onluk Yönteme Göre Düzenlenen Tablolarının Yorumu adlı kataloğunda uygulamaya geçmiştir İstanbul Gözlemevi’nde yaklaşık beş sene boyunca yapılmış gözlemlere göre düzenlenen bu katalog, diğer kataloglarda olduğu gibi kuramsal bilgiler içermez; yalnızca ortaçağ İslam Dünyası’nda Batlamyus adıyla tanınan Ptolemaios’un kurmuş olduğu Yermerkezli sistemin ilkelerine uygun olarak belirlenmiş gezegen konumlarını gösterir tablolara yer verir

Takiyüddin, 1584 yılında İstanbul’da tamamlamış olduğu İnciler Topluluğu adlı başka bir yapıtında, son adımı atmış ve birim dairenin yarıçapını 10 birim almak ve kesirleri, ondalık kesirlerle göstermek koşuluyla bir Sinüs -Kosinüs Tablosu ile bir Tanjant - Kotanjant Tablosu hesaplayarak matematikçilerin ve gökbilimcilerin kullanımına sunmuştur Eğer Takiyüddin bu tabloları hazırlarken birim uzunluğu 10 birim olarak değil de, 1 birim olarak benimsenmiş olsaydı, bugün kullanmakta olduğumuz sisteme ulaşmış olacaktı

Batı’da ondalık kesirleri kuramsal olarak tandan ilk müstakil yapıt, Hollandalı matematikçi Simon Stevin (1548-1620) tarafından Felemenkçe olarak yazılan ve 1585’de Leiden’de yayımlanan De Thiende’dir (Ondalık) 32 sayfalık bu kitapçıkta, Stevin, sayıların ondalık kesirlerini gösterirken hantal da olsa simgelerden yararlanma yoluna gitmiş ve ondalık kesirleri, uzunluk, ağırlık ve hacim gibi büyüklüklerin ölçülmesi işlemlerine uygulamıştır Ancak, De Thiende’de ondalık kesirlerin trigonometri ve astronomiye uygulandığına dair herhangi bir bulgu yoktur Bu durum, Takiyüddin’in yapmış olduğu araştırmaların matematik ve astronomi tarihi açısından çok önemli olduğunu göstermektedir

Rasathanede Kullanılan Ölçüm Araçları
Takiyüddin'in İstanbul Rasathanesi'nde ölçüm yapmak için kullandığı belli başlı dokuz alet inşa ettiği saptanmıştır Bunlardan Zâ-tül-Halâk gökcisimlerinin ekliptiğe göre enlem ve boylamlarının bulunmasında kullanılmaktaydı Bu aletin ilk tanımı usturlap adıyla Batlamyus'un Almagest'inde verilmiştir Takiyüddin'de bu aleti özgün halindeki gibi altı halkalı olarak düzenlemiştir Bunlardan ikisi eşit çaptadır ve birbirlerine dik olarak sabitlenmişlerdir Birbirine dik olan bu halkalardan biri ekliptiği diğeri kutuplar halkasını belirtir Aletin üzerine küçük boylam halkası, büyük boylam halkası, meridyen halkası ve enlem halkası olarak adlandırılan dört halka daha takılır ve enlem halkasının yüzeyine iki doğrulayıcı yerleştirilir Zât-ül-Halâk'la Güneş ve Ay ufuk çizgisi üzerinde bulunduğu zaman gözlem yapılarak Ay'ın ekliptikteki enlem ve boylamı, saptanabilir Zât-ül-Halâk kullanımında asıl güçlük, gözlem anında aleti gökyüzündeki konumuna oturtmaktır Yıldızların ekliptik enlem ve boylamlarını saptamak için zodyak üzerindeki takımyıldızlara ait bazı yıldızların ekliptikal boylamlarının bilinmesi gerekir

Takiyüddin'in rasathanede kullandığı önemli araçlardan biri de L****'dir L**** basit olarak çeyrek daire şeklindedir ve gökcisimlerinin meridyen, doğrultusunda yüksekliklerini ölçmekte kullanılır Bu aletle gökcisimlerinin ekvatoral koordinatları saptanabilir Takiyüddin ortaçağ boyunca kullanılan L****'nin bir varyasyonunu kendisi için inşa etmiştir Takiyüddin L**** yardımıyla gökcisimlerinin yüksekliğini gözleyerek, gözlem yerinin enlemi bilindiğinden gökcisminin deklinasyonunu ve Güneş'in meridyen düzleminde en büyük ve en küçük yüksekliğini gözleyerek de ekliptiğin eğimini hesaplamıştır

Takiyüddinin kullandığı üçüncü aletin adı Zâtü's-Semt ve’l-İrtifâ’dır Bu alet eski İslam gökbilimcileri tarafından Şam’da da kullanılmıştır Zâtü’s-Semt ve’l-İrtifâ, silindirik bir kule üzerine yatay bakır bir halka ve bu halkanın üzerine aynı çaplı bakırdan dikey bir yarım halka konulmasıyla elde edilir Bu bakır yarı halkanın üzerinde derece ve dakika bölümleri işaretlenmiştir Yatay halka da başlangıcı meridyende olmak üzere 360 dereceye bölünmüştür Yarım halkanın merkezindeki bir eksen etrafında dönebilen ve yatay halka üzerinde kayabilen ikişer delikli iki küçük doğrulayıcı bulunur Zâtü’s- Semt ve’l-İrtifâ’yla güneş gözleniyorsa, cetvel yarı halka, yarı halka da yatay halka üzerinde kaydırılarak alet, Güneş ışınları yarı halkanın merkezine düşecek biçimde ayarlanır Bu yöntemle gözlem zamanı için Güneş’in yüksekliği yarı halka üzerinden ve azimutu da yatay halka üzerinden okunur

Zâtü’s- Semt ve’l- İrtifâ ortaçağ gökbilimcilerinin geliştirdiği bir araçtır Bu alet günümüzde kullanılmakta olan teodolitin ilkel ve büyük boyutlu halidir Alet gökcisimlerinin her konumunda kullanılabilmektedir Takiyyüddin Zâtü’s- Semt ve’l- İrtifâ’yı Merkür ve Venüs gezegenlerinin Güneş’ten en uzakta bulunduğu zamanki konumu ile diğer gökcisimlerinin yükseklik ve azimutlarını bulmakta kullanmıştır

Zat-ü’s- şu’beteyn Takiyüddin’in kullandığı dördüncü alettir Alet oluşmaktadır İlk cetvel, bulunan eksenler etrafında dönebilecek şekilde düşeyleştirilir Cetvelin üst ucunda bir çiviye asılan çekül yardımıyla düşeyliği kontrol edilir İkinci cetvel birincinin üst ucuna takılmıştır Böylece hem düşey düzlem içinde rahatça hareket edebilir hem de birinci cetvel boyunca açılmış oyuğa girebilir Bu cetvel üzerinde gözlemi kolaylaştırıcı iki doğrulayıcı bulunur Üçüncü cetvel ikincinin aksine birinci cetvelin alt ucuna bağlanmıştır İkinci cetvel ölçüm için hareket ettirildiğinde, üçüncü cetvel de onunla birlikte ve aynı düzlemde hareket eder İkinci cetvelin hareketi sırasında alt uç, üçüncü cetvel üzerindeki bölümlü yüzeyde hareket eder ve üç cetvel bir üçgen oluşturur Üçüncü cetvel diğer iki cetvelden daha uzundur Birinci ve ikinci cetveller birbirlerine dik hale geldiklerinde, üçüncü cetvel hipotenüs konumundadır Takiyüddin Zât-ü’s- şu’beteyn’i betimlerken bazı bilim adamlarının üçüncü cetvel yerine bir daire yayı kullandıklarını ancak, cetvelin daha kullanışlı olduğunu belirtiyor

Rasathane’de kullanılan aletlerden beşincisi Rub-ı mıstar’dır Aletin şekli dörtte bir dairedir Aletin tahta olduğunu anlatabilmek için Rub-u Deffe (tahta kuadrant) adı verilmiştir rub- ı mıstar’ı yapmak için 4,5 m uzunluğunda üç tahta cetvel alınır Bunlardan ikisi aralarındaki açı 90° olacak şekilde uç kısımlarından birbirine eklenir Yarıçapı 4,5 m olan dörtte bir çember yayıyla boşta kalan iki uç birleştirilir ve üçüncü cetvel bir ucu daire yayının orta noktasında, bir ucu kuadrantın tepe noktasında olmak üzere sisteme eklenir Bu üçüncü cetvelin tam ortasından geçirilen bir eksenle sistem yer düzlemine dik bir sütuna sabitlenir Sistemin düşeyliğini sağlamak ve yükseklik açısını ölçmek için kuadrantın tam merkezine bir çekül asılır Böylece gökcisimlerinin yükseklik açıları dereceli yay üzerinde okunabilir

Rasathanede kullanılan altıncı alet Zatü’1-ceyb’dir Zat-ü’s-şu’beteyn gibi iki cetvelden yapılmıştır Aynı uzunlukta iki cetvel bir eksen etrafında hareket edebilecek şekilde uçlarından birbirine tutturulmuş ve merkezden başlayarak 60’a kadar bölümlenmişlerdir Cetvellerden birinin üzerinde, kolay gözlem yapabilmek için, iki doğrulayıcı ve bölümlemenin son çizgisine de bir çekül yerleştirilmiştir Bazen çekül yerine üçüncü bir bölümlü cetvel konur Bu durumda yıldızın yüksekliğinin sinüsü bu cetvel üzerinden okunabilir

Zatü’1-evtar Takiyüddin’in kullandığı aletlerden yedincisidir Takiyüddin kendi buluşu olduğunu söylediği bu aleti Güneş’in ekinoks noktasına geldiği anı saptamak için kullanmıştır

Takiyüddin’in buluşlarından biri de Müşebbehetü bi’1-monatık’dır Bu alet yardımıyla iki yıldız arasındaki açısal uzaklıklar ölçülebiliyordu Müşebbehetü bi’1-monatık yardımıyla Koç takımyıldızı içinde bulunan iki yıldızın açısal uzaklığı da ölçülmüştür
Rasathane’de kullanılan son alet Bengam’dır Bengam gökbilim gözlemlerinde Takiyüddin’in kullandığı astronomik bir saattir Astronomik bir saatin bulunuşu ve gözlemlerde kullanılması ölçümlerin duyarlılığını artırması açısından son derece önemli bir gelişme olmuştur

Takiyüddin’in Optiğe Katkıları

Hüseyin Topdemir

Takiyüddin başarılı çalışmalar sergilediği optik alanında, Gözbebeğinin ve Aklın Işığı adlı bir yapıt kaleme almıştır Bu kitabın dikkat çekici yönü, temel dokusunun İslam Dünyası’nda yaklaşık sekiz yüzyıl önce başlatılmış olan köklü ve başarılı optik çalışmaları sonucunda elde edilmiş temel argümanlardan ve problemlerden oluşturulmuş olmasıdır: Öyle ki, elde edilen yüksek düzey, l7 yüzyıla kadar Batı’da güncelliğini koruyan temel tartışmaların çerçevesini oluştururken, aynı şekilde, Osmanlı İmparatorluğu’nda da bütün canlılığıyla etkinliğini sürdürmüştür Bu durumu anlamak ve anlamlandırmak zor değildir Çünkü l7 yüzyıla kadar Batı’da optik konusunda egemen olan görüş, İbnü’l-Heysem’in bir tür gelenek haline dönüşmüş olan görüşleridir Bu görüşe temel olan düşüncesinin iki boyutu vardır:

1) Optiğe ilişkin sorunların, geometrik sorunlara dönüştürülerek geometrik yoldan incelenmesi,
2) Sorunların nedensel olarak açıklanması Ayrıca, bu iki temel düşünce ayrıntılı ve ustalıklı olarak düzenlenmiş deneylerle de desteklenmiştir Bu tarz bir araştırma modeli, çeviriler yoluyla Batı’ya aktarılırken, Doğu’da 14 yüzyılda Kemâlüddîn el-Fârîsî’nin araştırmalarıyla çok daha yüksek düzeyli tartışmalara olanak ve zemin hazırlamıştır Daha sonra 1579 yılında, bu kez Takiyüddin, hem İbnü’l-Heysem’in Optik ve hem de Kemâlüddin el- Fârîsî’nin Optiğin Düzeltilmesi adlı çalışmalarına dayanarak Gözbebeğinin ve Aklın Işığı adlı yapıtını yazmıştır; Takiyüddin’in amacı, bu iki kitabı yorumlamak ve gereksiz ayrıntılardan arındırarak asıl amaca yönelik bir olgunluk düzeyine ulaştırmaktır

Kitap bir giriş ve üç ana bölümden oluşmaktadır Giriş’te optiğe ilişkin bazı temel kavramlar tanımlanmış ve optik konusunda etkin olan kuramlardan kısaca söz edilmiştir

Birinci bölüm aracısız görme konusuna ayrılmıştır Burada ışık, görme, ışığın göze ve görmeye olan etkisi ve ışıkla renk arasındaki ilişki ayrıntılı olarak tartışılmıştır Bunun yanında tartışmaya esas olan bazı temel ilkeler benimsenmiştir Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

1 Işığın kaynağı nesne, hedefi ise gözdür
2 Işıkla birlikte göze gelen biçimler, aynı zamanda o nesnenin rengini de taşırlar
3 Göz yalnızca ışıklı ya da ışıklandırılmış nesneleri algılar
4 Görme geometrik bir olgudur Çünkü yayılan ışık, tepesi kaynakta ve tabanı da gözde bulunan bir koni oluşturmaktadır
5 Işık maddesel bir şeydir; ancak optik incelemeler sırasında geometrik bir nesne olarak kabul edilebilir
6 Işık ışınları küresel olarak yayılırlar ve bu yayılım da doğrusal çizgiler boyunca olur
7 Renk ışığa bağlıdır ve ışığın kırılması ve yansıması sonucunda oluşur

Burada öncelikle ışığın doğrusal çizgiler boyunca, ancak küresel olarak yayıldığı savının öne çıktığını hemen belirtelim Takiyüddin’in bu savı, daha sonra Hollandalı fizikçi Huygens (1629-1695) tarafından ortaya konulacak küresel yayılım kuramının ilk anlatımı olarak görülebilir

Takiyüddin’e göre ışık, ışıklı bir nesneden ve o nesnedeki her bir noktadan küresel olarak yayılır ve yayılım sırasında, ister istemez bazı ışın çizgileri paralel, bazıları birbirine yakınlaşan ve bazıları ise birbirlerinden uzaklaşan doğrular boyunca yol alır Buna bir de bu doğrusal çizgilerde yol alan ışınların küresel olarak yayıldığı düşüncesi eklendiğinde, o zaman, ışığın dalga niteliği taşıdığı ve tıpkı durgun bir suya taş atıldığında, suda oluşan dalganın etrafa doğru büyüyen daireler şeklinde yayılması gibi yayılıyor olduğunun kabul edildiği anlaşılmaktadır ki, bu da küresel yayılımın yalın bir anlatımından başka bir şey değildir

Bunun dışında aracısız görme konusunda Takiyüddin’in üzerinde durmamızı gerektiren bir açıklaması daha bulunmaktadır 0 da ışık ve renk arasındaki nedensel ilişkiyi irdelerken, rengin ışığa bağlı olduğunu ve ışığın kırılması ve yansıması sonucu oluştuğunu belirtmiş olmasıdır Bu belirlemenin önemi de yine optik tarihinde gizlidir Çünkü rengin gerçek doğasının anlaşılması ilk kez Newton’un ayrıntılı renk incelemeleri sonucu gerçekleşmiştir

Newton öncesi dönemde ise renk konusunda egemen olan kuram, değişim kuramı adı verilen ve rengin ışığın zayıflamasıyla ya da aydınlık ve karanlığın karışımıyla oluştuğunu belirten Aristotelesçi kuramdır Nitekim ünlü astronom Kepler optik üzerine kalem almış olduğu Ad Vitellionem Paralipomena (Vitelo’nun Paralipomena’sına Ek) ve Dioptric (Kırılma Üzerine) adlı kitaplarında rengin oluşumunu Aristotelesçi bir yaklaşımla açıklamıştır Oysa Takiyüddin, bu iki bilim adamından önce rengin oluşumunda kırılmayı söz konusu etmiş, Newton’un prizması yerine cam bir küre kullanmıştır

Kitabın ikinci bölümü yansıma aracılığıyla oluşan görme konusuna ayrılmıştır Burada ışığın aynalarda uğradığı değişimler ve çeşitli aynalarda görüntünün nasıl oluştuğu deneysel olarak tartışılmıştır Yansıma optiği, optik biliminin gelişimini en erken tamamlayan ve bu anlamda nisbeten daha kolay olan bir dalıdır Bu nedenle yansıma kanunu da dahil olmak üzere bütün ilkeleri Antikçağ’da tespit edilmiştir Bu anlamda Takiyüddin’in konuya katkısı, yansıma kanununu her tür aynada kanıtlamaya çalışmasıdır

Üçüncü bölüm de kırılma konusu ele alınmış ve yoğunluğu farklı olan ortamlarda ışığın yol alırken uğradığı değişimler incelenmiştir Ancak yaptığı bütün deneysel ve matematiksel irdelemeler sonucunda Takiyüddin, kırılma kanununu bulamamıştır Fakat konuya değişik bir yaklaşımda bulunmuştur Anlaşılan odur ki, Takiyüddin sinüs kanunuyla uğraşmamıştır Çünkü çalışmalarını tamamen geometrik olarak ele almış ve trigonometriyi işin içine sokmayarak açılar arasında oranlar ya da eşitsizlikler kurmak yoluna gitmiştir Oysa sinüs kanununa giden yol kirişler veya sinüslerden geçmektedir Böyle bir girişimde bulunmadığı için, onun kırılma kanunu dediği şeyi, bir aritmetiksel eşitsizlik olarak nitelendirebiliriz

Takiyüddin’in Elyazmaları
Takiyüddin’in günümüze ulaşan elyazmaları incelendiğinde, içerdikleri bilgilerin o dönem gökbilimi hakkında sağladığı veriler yanında farklı bir önemi olduğu da görülür

Takiyüddin el yazmalarında belirli bir biçim kullanmamıştır Eserlerin hemen hepsi birbirlerinden farklı boyutlardadır Kitaplarda kullanılan süsler de birbirlerinden farklıdırlar Ancak yazmalara önemli yerleri, başlıkları, tablo ve şekilleri belirginleştirmek için farklı renklerden yararlanıldığı gözlenir Başlangıç sayfalarında yazmaların Takiyüddin’e ait olduğunu kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanıtlayan açıklamalar, kayıtlar ve imza yer alır Günümüz araştırmacılarını en çok sevindiren de Takiyüddin’in eserlerinin orijinallerinin bir kısmının bugüne ulaşmış olmasıdır

O dönemlerde bilim adamlarının yazdıkları eserlerin kopyaları elle çıkarılmaktaydı Birçok elyazmasının ancak kopyaları günümüze ulaşabilmiştir Orijinal örneklerin kopyalama sırasında meydana gelebilecek hataları içermediği düşünülürse araştırmacılar için ne denli önemli oldukları anlaşılabilir

Takiyüddin’e ait el yazmalarının bir bölümü Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nde bulunmaktadır Enstitü’nün UNESCO’yla (Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Organizasyonu) birlikte yürüttüğü "Memory of the World" projesi çerçevesinde, Takiyüddin’e ait el yazmalarının da içinde bulunduğu 821 Türkçe, 414 Arapça ve 102 Farsça, toplam 1337 eser mikrofilmleri çekilerek CD- Rom üzerinde kataloglanmaktadır Takiyüddin’in diğer eserleri başka kütüphanelerin raflarındadır

Rasathanenin Hazin Sonu
İstanbul Rasathanesi ilginç bir yıkım yaşamasına rağmen, yıkımın nedenine ilişkin fazlaca veri elde edilememiş Ancak, rasathanenin yıkılışında 1577 yılında gözlenen kuyrukluyıldızın ve 1578’de baş gösteren veba salgınının nedeni olarak gösterilmesinin, daha da ileri giden çevrelerce Takiyüddin ve rasathane personelinin meleklerin bacaklarını gözlediği yolundaki söylentilerin, şüpheleri artırdığı söyleniyor Şeyhülislam Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi’nin de bu görüşleri desteklemesi üzerine, padişahın verdiği emirle, Rasathane 1580 yılında Kılıç Ali Paşa’ya yıktırılıyor

Rasathanenin padişah emriyle yıktırıldığı kesin olmakla birlikte, konuyla ilgili aydınlanmamış birçok nokta vardır Yaygın bir görüş Rasathane’nin, verilen hatt-ı hümayuna dayanarak Kılıç Ali Paşa emrindeki donanma tarafından denizden topa tutularak yıkıldığı biçimindedir Ancak, topa tutma konusunda kişisel anı yazıları dışında günümüze ulaşabilmiş hiçbir yazılı resmi belge yoktur Rasathanenin betimlenen yerinin çok yakınlarında yerleşim bölgeleri olduğu da gözönünde tutulursa bu olasılığın tartışmaya açık olduğu söylenebilir

Bunca söylentiye karşın, kesin olarak bilinen İstanbul Rasathanesi’nde nitelikli gözlemler yapıldığı ve bu gözlemlere dayanılarak son derece hassas gözlem katalogları hazırlandığıdır Asıl şanssızlık, Takiyüddin’in arkasından Kepler gibi bir bilim adamının gelmemesi ve yapılmış çalışmaları değerlendirecek bir bilim geleneğinin yerleşmemiş olmasıdır Bunca söylentinin arkasında, rasathanenin yıkılmasının gerçek nedeninin, rasathanenin kurulmasına önayak olan Hoca Sadettin Efendi ile Şeyhülislam’ın yer aldıkları farklı grupların siyasi çekişmesi olduğu sanılıyor

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık

Eski 09-08-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık



Ömer Hayyam (1048-1131)

Asıl adı Giyaseddin Ebu'l Feth Bin İbrahim El Hayyam' dır Binom teoerimini ve bu açılımdaki katsayıları bulan ilk kişi olduğu düşünülmektedir

18 Mayıs 1048'de İran'ın Nişapur kentinde doğan Ömer Hayyam bir çadırcının oğluydu Çadırcı anlamına gelen soyadını babasının mesleğinden almıstır Fakat o soyisminin çok ötesinde işlere imza atmıştır İlgilendiği ilimler: matematik, fizik, astronomi, şiir, tıp, müzik Horasan'ın yıldızı; İran'ın; Irak'ı Acemi ve Irak'ı Arabi olmak üzere her iki Irak'ın dahisi, feylesofların prensi Ömer!

Daha yaşadığı dönemde İbn-i Sina'dan sonra Doğu'nun yetiştirdiği en büyük bilgin olarak kabul ediliyordu Tıp, fizik, astronomi, cebir, geometri ve yüksek matematik alanlarında önemli çalışmaları olan Ömer Hayyam için “zamanın bütün bilgilerini bildiği” söylenirdi O herkesten farklı olarak yaptığı çalışmaların cogunu kaleme almadı, oysa O ismini çokça duyduğumuz teoremlerin isimsiz kahramanıdır Elde bulunan ender kayıtlara dayanılarak Ömer Hayyam'ın çalışmaları şöyle sıralanabilir:

Yazdığı bilimsel içerikli kitaplar arasında Cebir ve Geometri Üzerine, Fiziksel Bilimler Alanında Bir Özet, Varlıkla İlgili Bilgi Özeti, Oluş ve Görüşler, Bilgelikler Ölçüsü, Akıllar Bahçesi yer alır En büyük eseri Cebir Risalesi'dir On bölümden oluşan bu kitabın dört bölümünde kübik denklemleri incelemiş ve bu denklemleri sınıflandırmıştır Matematik tarihinde ilk kez bu sınıflandırmayı yapan kişidir Cebiri, “ sayısal ve geometrik bilinmeyenlerin belirlenmesini amaçlayan bilim” olarak tanımlardı Matematik bilgisi ve yeteneği zamanın çok ötesinde olan Ömer Hayyam denklemlerle ilgili başarılı çalışmalar yapmıştır Nitekim, Hayyam 13 farklı 3 dereceden denklem tanımlamıştır Denklemleri çoğunlukla geometrik metod kullanarak çözmüştür ve bu çözümler zekice seçilmiş konikler üzerine dayandırılmıştır Bu kitabında iki koniğin arakesitini kullanarak 3 dereceden her denklem tipi için köklerin bir geometrik çizimi bulunduğunu belirtir ve bu köklerin varlık koşullarını tartışır Bunun yanısıra Hayyam, binom açılımını da bulmuştur Binom teoerimini ve bu açılımdaki katsayıları bulan ilk kişi olduğu düşünülmektedir (Pascal üçgeni diye bildiğimiz şey aslında bir Hayyam üçgenidir )

Bir kitabında da Öklit'in aksiyomlarıyla ilgili çalışmaları toplayan Hayyam, Öklit'in paralellik aksiyomunu başka bir önerme kümesiyle değiştirdi Bunun sonucunda bugün öklit-dışı geometride kullanılan “geniş, dar ve dik açı hipotezleri” ile ilgili biçimlere ulaştı Yani öklitdışı geometrinin temellerini atan Hayyam olmuştur Öklit'in yapıtı üzerine yorumlarında, irrasyonel sayıların da tıpkı rasyonel sayılar gibi kullanılabileceğini kanıtlaması matematik tarihinde bir dönüm noktası oluşturdu İsfahan'da üç yıl çalışarak kurduğu rasathanede gökyüzünü inceler, bilimsel çalışmalar yapar, hükümdarın özel müneccimi olur, yıldız falına bakardı Ömer Hayyam kendi doğum tarihini bu kadar net şekilde bir gökbilimci hassasiyetiyle kendisi bulmuştur 21 Mart 1079 yılında tamamladığı, halk arasında “Ömer Hayyam Takvimi” bugün ise “Celali Takvimi” olarak bilinen takvim için büyük çaba sarf etmiştir Güneş yılına göre düzenlenen bu takvim 5000 yılda bir gün hata verirken, bugün kullandığımız Gregoryen Takvimi 3330 yılda bir gün hata vermektedir Eserleri arasında İbn-i Sina'nın Temcid (Yücelme) adlı eserinin yorum ve tercümesi de yer alır

Öğrenimi tamamlayan Ömer Hayyam kendisine bugünlere kadar uzanacak bir ün kazandıran Cebir Risaliyesi'ni ve Rubaiyat'ı Semerkant'ta kaleme almıştır Dönemin üç ünlü ismi Nizamülmülk, Hasan Sabbah ve Ömer Hayyam bu şehirde bir araya gelmiştir Dönemin hakanı Melikşah, adı devlet düzeni anlamına gelen ve bu ada yakışır yaşayan veziri Nizamülmülk'e çok güvenirdi Ömer Hayyam ile ilk kez Semerkant'ta tanışan Nizam onu İsfahan'a davet eder Orada buluştuklarında O'na devlet hülyasından bahseder ve bu büyük hayalinin gerçekleşmesi için Hayyam'dan yardım ister Fakat Hayyam devlet işlerine karışmak istemez ve teklifini geri çevirir Saray entrikalarından hayatının sonuna kadar uzak kalmayı yeğler

İlmini genişletmek için zamanın ilim merkezleri olan Semerkand, Buhara, İsfahan'a yolculuklar yapmıştır 4 Aralık 1131'de doğduğu yer olan Nişabur'da dünyaya veda eder

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık

Eski 09-08-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık



İbn Heysem (965-1040)

Işık konusuna ilişkin olan Kitab-ül-menazır ’ı yalnız Doğu’da değil, daha sonra birçok Latince çevirileriyle Batı’da Roger Bacon ve Witello’nun fizik araştırmaları üzerinde etki yapmıştır

Ortaçağın yetiştirdiği en büyük İslam fizikçisi İbn Heysem’dir (965-1040) Batılıların Alhazen adıyla tanıdıkları Ebu Ali el-Hasen ibn-Heysem’dir965'te Basra’da doğdu;asıl büyük araştırmalarını Fatimilerden El-Hakim zamanında Mısır’da yaptı Kahire’de 1040'da öldü İbn Heysem, büyük bir fizikçi olduğu kadar matematikçi ve filozoftu, ışık konusu idrak ruhiyatındaki araştırmaları onu şüpheciliğe götürdü

Işık konusuna ilişkin olan Kitab-ül-menazır ’ı yalnız Doğu’da değil, daha sonra birçok Latince çevirileriyle Batı’da Roger Bacon ve Witello’nun fizik araştırmaları üzerinde etki yapmıştır Eskilerin sandığı gibi ışığın gözden çıkıp eşyaya gitmek suretiyle görme fiilinin olmadığını, tam tersine eşyadan bize ışğın gelmesiyle gördüğümüz (s: 270) öngörüsünü yerleştirdiGözün ilk ilmi tavsifini yapan odur Seleflerinden çok daha ilme ve gerçeğe yakın olan bir görme telakkisi vardı Hava içerisinde kırılma olayına ilişkin dahice araştırmalar yaptı Tek ve çift gözle görmeyi tefsir eden bilimsel açıklamalar verdi Karanlık bir odayı ışığın davranışlarını inceleme araştırmalarında ilk kez kullandı İbn Heysem’in Kitab-ül menazır’ı sonradan Kemaleddin Ebu’l Hasan Farisi (öl: 1320) tarafından şerh edilmiş ve tamamlanmıştır Onun çalışmaları özellikle üstadı tarafından temelleri atılmış olan küresel bir yüzeyde kırılma ve yansıma, karanlık oda vb deneyleridir

İbn Heysem’in Orta Çağ’da Latinceye çevrilmiş birçok eseri vardır Enrico Narducci’nin eseri (1871'de İtalyanca yayımlanmış) bu çeviriler hakkında zengin bilgi verir Büyük Batı fizikçilerinin yetişmesinde bu çevirilerin doğrudan doğruya etkisi olmuştur Roger Bacon, onu üstad diye tanımakla birlikte bazı noktalarda aşmaya çalışır Fakat John Pecckam’ın (1813-1874; H1228-1291) Perspectiva communis’i İbn Heysem’in yetersiz bir özetinden başka bir şey değildir

Witello da üstadını asla aşmış değildir Bütün araştırmaları İslam aliminin uğraştığı olayların sınırını geçmediği gibi yöntemine de hiçbir yenilik getirmemiştir Bununla birlikte onlar Batıda modern fizik araştırmalarına başlangıç sayılabilir Alimin bir de Menazil-ül-hikme adlı eseri vardır ki burada çekimden, sukut hadiselerinden, yoğunlaşma ve havanın yoğunluğundan söz ederNew York Üniversitesinden Draper’e göre İbn Heysem’de evrim fikirinin ilk tohumları sezilmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık

Eski 09-08-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık



Türk – İslam alimlerinin buluşları

ikin
İbni Sina’nın “Kitab-ül Şifa” adlı eserinin yüzlerce yıl Aristo’nun eseri olarak Avrupa’da okutulduğunu, Biruni’nin Yerçekimi Yasası’nı Newton’dan önce bulduğunu, Cabir Hayyan’ın 8 yüzyılda akıl yoluyla insanın kopyalanabileceğini ortaya attığını, Harezmi’nin 9 yüzyılda “0” rakamını bularak matematik biliminin bugünkü düzeyine ulaşmasını sağladığını kaçımız biliyor? Bilim tarihinin, bizi yakından ilgilendiren ama bilinmediğimiz bu yüzünü, “Dünyaya Doğan Güneş” adlı yapımla her salı 2130’da TRT-2’de izleyin
Batılı bilim adamlarını icat ettiğini sandığımız bazı buluşların Türk ve İslam bilginleri tarafından ortaya konduğunu, bugün hayretle ve hayranlıkla öğreniyoruz Türk ve İslam bilginleri, yüzyıllar önce çok sayıda buluş ile günlük hayatta kullanılan alet ve cihazları icat ettiler Dünya bilim tarihine adını altın harflerle yazdıran Türk – İslam bilim adamları ve onların icat ve keşifleri, “Dünyaya Doğan Güneş – İslam Bilim Tarihi” adlı 10 bölümlük belgeselle ele alınıyor Astronomi, coğrafya, harita, matematik, fizik, kimya, tıp alanlarında adından söz ettiren tarihi simaların evrensel olana hizmetleri çarpıcı görüntülerle veriliyor
Ankara Televizyonu Belgesel Programlar Müdürlüğü tarafından hazırlanan “Dünyaya Doğan Güneş” adlı belgesel, kamuoyu tarafından az bilinen bu konulara ışık tutuyor Aslında iki bölüm yapmak üzere yola çıkılan ama 10 bölüm olarak tamamlanan programda yüzyıllar öncesinden dünyaya ışık olan Türk-İslam alimlerinin insanlığa bıraktıkları değerli miras anlatılıyor Bu alandaki buluş ve icatları ele alarak Türk ve dünya kamuoyuna sunmak ve özellikle gençlerimizi bilimsel araştırmalara teşvik etmek amacıyla hazırlanan programın çekimleri başta Türkiye olmak üzere Almanya, İran, Mısır ve Özbekistan’da gerçekleştirildi
İslam bilim tarihinin konu edildiği “Dünyaya Doğan Güneş”, bilim tarihçisi Prof Dr Fuat Sezgin’in anlatımıyla renkleniyor Sezgin’in Türk ve İslam bilginlerinin icat ve buluşları onların yazdığı, kitap risale ve belgelerden yola çıkarak yapmış olduğu modeller, bugün Almanya’da Goethe Üniversitesi’ne bağlı İslam Bilim Tarihi Enstitüsü Müzesi’nde sergileniyor Bilginlerimizin icat ve buluşları, yazdıkları eserler astronomi, coğrafya, matematik, fizik, kimya, müzik, mimari gibi bölümlerde müzenin salonlarını süslüyor Biruni, El Cezeri, Takuyiddin, İbni Sina, Ali Kuşçu, Ömer Hayyam, Harezmi, İbnül Heysem, Cabir el Hayyan, Ebu Bekir Razi, Uluğbey ve onlar gibi pek çok bilim adamının şimdiye kadar birçoğumuzun bilmediği icat ve keşifleri, belgelerin ışığında TRT ekranlarına yansıyor
On asırlık yanlış
Örneğin Türk bilgini İbni Sina’nın “Kitab-ül Şifa” adlı eseri, yüzlerce yıl Aristo’nun eseri olarak Avrupa’da okutuldu Bu yanlışlık İngiliz bilim adamı Eric Holmyard tarafından ancak 1928 yılında düzeltildi İbni Sina’nın 10 yüzyılda yaşayan bir bilgin olduğu göz önüne alınınca bu hatanın 10 asır boyunca devam ettiği ortaya çıkıyor
Dünya bilim tarihine “Altın çağ” olarak damgasını vuran Türk İslam bilginleri, 8 yüzyıldan itibaren bilim dünyasının ebedi aydınlığı oldular Cabir el Hayyan, Fergani, Biruni, Harezmi, Razi, İbni Sina, Sabit Bin Kusra, Heysem, Ebul Vefa, Battani ve nice Türk İslam bilginleri matematik, fizik, kimya ve tıp ilminin temellerini oluşturdular
Batılı bilim adamlarından Bergson’un “Daha 14 asırda İslam ülkeleri birer ilim ve irfan fuarı Hükümdar saraylarının her taşı inci gibi işlenmiş birer sanat abidesi, birer ilim ve marifet merkezi olarak gözleri kamaştırırken Avrupa yoğun bir cehalet ve karanlık içindeydi” sözleriyle özetlediği tespitleri ne kadar dikkat çekici değil mi?
Medeniyet bütün milletlerin ortak malı Bugünkü medeniyet çizgisinde her milletin az çok payı var Tarihi süreç içinde Mısırlı, Yunanlı, Çinli, Hindu, İranlı, Arap ve Türk bilginler medeniyet yarışında ilmin bayrağını yükseltmeye çalıştılar Ortaçağ’da ise Türk - İslam bilginleri hep öncü rolü oynadı Akla ve bilgiye dayalı bugünkü uygarlığın sahip olduğu bir çok değere kaynaklık ettiler
Ortaçağ’da Avrupa hurafelerle uğraşırken İslam dünyası “Aydınlanma Çağını” yaşıyordu Ünlü Türk bilgini Harezmi 9 yüzyılda “0” rakamını bularak matematik biliminin bugünkü düzeyine ulaşmasını sağladı Logaritmayı ortaya koyan ilk kişi oldu “El Cebir” adlı kitabı Chesterli Robert ve Cremonalı Gerard tarafından 12 yüzyılda Latince’ye çevrildi Bu kitapta HarezmiHarezmi açıların trigonometrik fonksiyonlarla ifade edildiğini gösteren tablolar ve kitaplarıyla matematikte çığır açan bir bilgin oldu
Cabir Hayyan kimyasal maddeleri uçucu, uçucu olmayan, yanan ve yanmayan maddeler olarak dört grupta topladı Akıl yoluyla insanın kopyalanabileceğini 8 yüzyılda ortaya attı Bu çalışmalarıyla modern kimyanın kurucusu Lavosier’e öncülük etti
Biruni “Yerçekimi Nazariyesini” Newton’dan önce buldu “Rasati İnhitat-il Ufuk” adlı kitabında yer kürenin yarı çapını 6 bin 32466 km olarak bugünkü geçeğe en yakın şekilde verdi ci dereceden bir polinomu katsayılarının işaretine göre 6 sınıfa ayırarak sistematik olarak köklerin nasıl bulunacağını gösterdi “Hesap” adlı kitabında ise dört işlemin nasıl yapıldığını anlattı

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık

Eski 09-08-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık



Dış Ülkelerde Yaşayan Bilim Adamlarımız

Prof Dr Muzaffer Şerif: Sosyal Psikoloji alanında dünyada otorite Psikoloji kürsüsü Öğretim Üyesi Dr Muzaffer Şerif Güneydoğu Anadolu’da köylüler arasında yaptığı bilimsel araştırmaları esnasında zamanın yönetimi tarafından gözaltına alınır Emniyette sorgu-sual, mahkeme derken derdini kimseye anlatamaz Bu yetenekli beyini ABD görür ve derhal sahip çıkar Adına Enstitü kurar Ölümü üzerinden yıllar geçmesine rağmen Muzaffer Şerif Sosyal Psikoloji bilim dalının dünyadaki en etkili tek ismi olarak kalır Günümüzde kullanılan psikoloji kavramlarının isim babası olur Fakat bu büyük beyin artık bizim değildir Çünkü bu gerçek bilim adamımız ABD vatandaşıdır ve soyadı da SHERIFF olarak değiştirilmiştir

Prof Dr Gazi Yaşargil: Beyin Cerrahı Alanı nöroşirürjide rakipsiz kabul edilen Yaşargil, halen Amerika’da yaşıyor

Prof Dr Mehmet Öz: Kalp hastalıkları uzmanı New York Colombia Üniversitesi’nde görev yapan kalp cerrahı Öz, Batı tıbbı ile alternatif tıbbı birleştiren çalışmalarıyla tanınıyor

Çapa Tıp Fakültesi’nden mezun olan Ankaralı Murat Günel de beyin gurbetçilerinden “Yeni Gazi Yaşargil” denen Günel, Yale-Çapa arasında kurulan beyin göçü köprüsünden geçenlerden sadece biri Murat Günel, beyin cerrahı Gazi Yaşargil'den sonra beyin ve damar cerrahisinde dünyada isim yapan ikinci Türk doktoru olarak biliniyor Günel, başında olduğu laboratuvarında beyin ve damar hastalıkları, moleküler biyoloji ve genetiği üzerine araştırmalar yapıyor, Yale Üniversitesi’nde bölüm başkanlığı yapıyor Yılda yaklaşık 300 ameliyat yapan Murat Günel, ABD'de mesleğindeki sayısız ödülün sahibi ve pek çok organizasyonun da yönetim kurulunda bulunuyor “Dahi Türk” olarak adlandırılan bilim adamı, beyin kanamalarının önemli nedenlerinden biri olan damar balonlaşması, tıp dilindeki adıyla “anevrizmalar” konusunda çalışmalarıyla tanınıyor

DrGökhan Hotamışlıgil: Harvard Üniversitesi’nde Genetik ve Kompleks Hastalıklar Bölüm Başkanı Obezite, şeker hastalığı ve kalp hastalıklarıyla ilgili kendisine patent kazandırmış çalışmaları var

Emrah Yücel: Oscarlı afişlerin sahibi Özellikle ödül aldığı "Frida" afişi ve "Rüyamdaki Amerika", "28 Gün", "Panama Terzisi", "Kadınlar Ne İster" ve daha birçok Hollywood filminin afişleriyle tanıdığımız Yücel şu anda Amerika’da yaşıyor

Feryal Özel: NASA'nın en başarılı astrofizikçilerinden Bilimadamı Einstein’ın aralarında bulunduğu 20 dehadan oluşan Büyük Fikirler Listesi'nde yer alıyor

Prof Dr Atilla Ertan: AÜ Tıp Fakültesi mezunu Gastroenterolog, ABD'nin en seçkin 10 klinik hekimi arasına girdi Ertan, dünyaca ünlü ünlü Methodist Hastanesi'nde sindirim hastalıkları konusunda tıbbi direktörlük görevinde bulunuyor

Prof Dr Deniz Keçecioğlu: Almanya Freiburg Tıp Fakültesi Dekanı

Prof Dr Ali Erdemir: Nano teknoloji kullanarak geliştirdiği yapay elmas özelliği taşıyan buluşuyla, uygulamalı bilimin Nobeli R&D ödülünü 3 kez kazandı 1987 yılından beri ABD'nin Chicago kenti yakınlarında bulunan Argon laboratuvarlarında araştırmalarını sürdürüyor

ProfDrAslıhan Yener: Chicago Üniversitesi'nde görevli Arkeolog

Esen Ercan Alp: ABD Enerji Bakanlığı Laboratuarları'nda araştırmalar yapan fizikçi 5 bin yıllık metal heykeli, röntgen cihazında analiz ederek, 1949 yılında icad edilmiş olan radyokarbon tekniğine son vererek arkeolojik araştırmalarda yeni bir dönemin başlamasına ışık tuttu

Ayşem Sunal: Belçika Kraliyet Başdansçısı Ankara Devlet Balesiyle gittiği Japonya’daki bir yarışmada Anvers Kraliyet Balesi Müdürü Robert Denvers’ın Belçika’ya davet etmesi üzerine Belçika’ya yerleşti ve kariyerine hala burada devam ediyor

Haldun Direskeneli: Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi NASA’da görev yapan ancak bir süre önce yaş***** yitiren Direskeneli, ODTÜ’yü bitirdikten sonra yaşanan beyin göçü ile ABD’ye gitmişti

Neva Çiftçioğlu: Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi NASA’da çalışan Türk kadın araştırmacı Teksas’taki Johnson uzay merkezinde görev yapan Çiftçioğlu, kireçlenmenin neden olduğu kalp ve böbrek hastalıklarının tedavisinde kullanılabilecek yeni bir antibiyotik üzerinde çalışıyor

Vamık Volkan: ABD’de yaşayan ünlü Psikoanalist Yaptığı çalışmalarla psikiyatri alanında dünyanın en prestijli ödülü sayılan “Sigmund Freud” ve “En iyi eğitmen ödülü”nü aldı

Prof Dr Hasan Garan: New York Presbytarian Hastanesi Elektrofizyoloji Bölümü Başkanı olan Garan ABD’de en çok tercih edilen doktorlar listesinde yer alıyorGaran kalp ritmi bozukluğunu kateter yöntemi ile yakarak tedavi ediyor

ProfDrAhmet Çakmak: Ulusal Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Mareşal Fevzi Çakmak’ın torunu Princeton Üniversitesi İnşMüh Bölümünde deprem konusunda çalışmalar yapıyor

ProfDrReşat Kasaba: Washington Üniversitesi Jackson Uluslararası ilişkiler Yüksek Okulu’nun Başkanlığını yaptı

ProfDrOlcay Çığtay: 30 yıl Georgetown Üniversitesi Hastanesi Lombardi Kanser Merkezi Mamografi Bölümünü yönetti

Fatih Çulha: Bilgisayar Mühendisi Maryland Eyaleti’ndeki Amerikan Deniz Kuvvetleri Hastanesinde geliştirdiği veri tabanı projesiyle çalıştığı şirketin binlerce elemanı arasından birinci seçildi

ProfDrAydın Arıcı: Yale Üniversitesi’nde hormon hastalıkları ve kısırlık konusunda başarılı çalışmalar yürüten araştırma merkezini yönetiyor

Süleyman Gökoğlu: NASA’nın Glenn Uzay Merkezinde çalışıyor

ProfDrAli Erdemir: Triboloji’nin Türk dehası Nono teknoloji kullanarak geliştirdiği yapay elmas özelliği taşıyan buluşuyla uygulamalı bilimin Nobel’I R&D ödülünü üçüncü kez kazandı

DrRahmi Öklü: ABD’nin en iyi hastanelerinden Cornell’de çalışan Öklü beyindeki tıkanan damarların tedavisinde mucizeler yaratıyor

ProfDrMünci Kalayoğlu: Binin üzerinde karaciğer nakli yaptıKaraciğer nakline getirdiği yenilikler ile alanında dünyanın en önde gelen bilim adamaları arasında yer alıyor

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık

Eski 09-08-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık



Türk ve İslam Uygarlığının, Bilim ve Teknolojiye Olan Katkıları

Müslüman bilim adamları öncelikle, bilim evrensel olduğu için – İlim Çin’de dahi olsa gidip alınız(Hadis) - Batı'da Roma ve Doğu'da başta Çin olmak üzere, diğer devletlerde geliştirilen bilim ve teknolojiyi rehber almışlar ve önemli kaynakları tercüme etmişlerdir Bu bilgi birikiminin içinden imanî ve teknik anlamda yanlış ve tutarsız olan noktaları çıkartarak, kendilerine fayda sağlayacak duruma getirmişlerdir İlk adım niteliğindeki çalışmalarının ardından, elde ettikleri bilgileri değerlendirip yorumlayarak bilim ve teknolojiye özgün olarak katkıda bulunmaya başlamışlardır Beşinci yüzyılın ikinci yarısında doğup gelişen İslamiyet, deneye ve gözleme dayalı bilimin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır
İslam Tarihi'ne baktığımızda, Kuran'la birlikte Ortadoğu coğrafyasına bilimin de girdiğini görürüz İslam öncesindeki Araplar, türlü batıl inanışa ve hurafeye inanan, evren ve doğa hakkında hiçbir gözlem yapmayan bir toplumdur Ancak İslam'la birlikte bu toplum medenileşmiş, bilgiye önem verir hale gelmiş ve Kuran'ın emirlerine uyarak evreni ve doğayı gözlemlemeye başlamıştır Sadece Araplar değil, Türkler, Kuzey Afrikalılar gibi pek çok toplum, İslamiyet'i kabullerinin ardından aydınlanmıştır Kur’an'da insanlara öğretilen akılcılık ve gözlemcilik, özellikle 9 ve 10 yüzyıllarda büyük bir medeniyetin doğmasına yol açmıştır Bu dönemde yetişen çok sayıda Müslüman bilim adamı, astronomi, matematik, geometri, tıp gibi bilim dallarında çok önemli keşifler gerçekleştirmiştir Tıp ve eczacılıkta İbn-i Sina ve Razi gibi alimler, anatomi ve tedavi alanına pek çok yeni bilgi eklerken ; tarih ve coğrafya bilimlerinde İbn-i Haldun, İdrisi ve Taberi gibi pek çok İslam âlimi, bilimsel teorilerde önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir Özellikle optik alanında, on birinci yüzyılda İbn-i Heysem, bu bilim dalını tek başına yeniden inşa etmiştir

İslam dünyasında yetişen bilim adamlarından *Cabir Bin Hayyan, “'Kimyasal maddeleri, uçucu maddeler, uçucu olmayan maddeler, yanmayan maddeler ve madenler'” olarak dört grupta toplar Cabir Bin Hayyan'ın bu çalışması, modern kimyanın kurucusu olarak bilinen Lavoisier'e öncülük eder

* El-Kindi, Einstein'dan 1100 yıl önce 800 yılında, izafiyet teorisi ile uğraşır El-Kindi, “'Zaman cismin var olma süresidir, zamanla bilinebilen ve ölçülebilen hız ve yavaşlık da hareketin sonucudur Zaman, mekan ve hareket birbirinden bağımsız değildir, göğe doğru çıkan bir insan ağacı küçük görür, inen insan ise büyük görür' der

9 yüzyılda yaşamış olan * Sabit bin Kurra, astronomi alanındaki ilk büyük yeniliği gerçekleştirmiş Diferansiyel hesabı, Newton’dan önce belirlemiş, Geometriyi aritmetiğe ilk uygulayan kişi olmuştur Bunlar, gerçekten zamanlarının çok ilerisinde çalışmalardır Söz konusu çalışmaları ile bilim tarihine adlarını yazdıran Müslüman bilim adamları, çoğunlukla devlet tarafından maddi-manevi destek görmüş, teşvik edilmiş, halk arasında itibar kazanmışlardır

* Ahmet Fergani,fen bilimlerinde, deneyle sabit olmayan bilgilere itibar edilmemesi gerektiğini söylemiş, enlemler arasındaki mesafeyi hesapladığı gibi, Dünya'nın eksenindeki ekliptik eğimi 23° 27' ilk defa en doğru şekilde hesapladı

* El-Battani, Trigonometrik bağlantıları bugünkü kullanılan şekliyle formülleştirmiş, 877 yılından 929 yılına kadar sürekli astronomik gözlemler yapar; Tanjant ve Kotanjant'ın tanımını yaparak Sinüs, Tanjant ve Kotanjant'ın sıfırdan doksan dereceye kadar tablosunu hazırlar JRisler: “Trigonometrinin gerçek manada mucidi Battani’dir

* Ebubekir er-Razi, cerrahide dikiş malzemesi olarak ilk kez hayvan bağırsağını kullanır; tıp biliminde deney ve gözlemin çok önemli olduğundan bahseder

* Ebü'l-Vefa trigonometriye "Sekant –Kosekant- tanjant-cotanjant" kavramlarını kazandırır Gözün görülebilir cisimler doğrultusunda ışınlar yaydığını söyleyen Öklid ve Batlamyus'a karşı; “'Görülecek cismin şekli, ışık vasıtasıyla gözden girer ve orada mercekler vasıtası ile nakledilir' diyerek, yaptığı sayısız denemelerle 'göze gelen uyarıların görme sinirleri ile beyne iletildiğini' belirtmiştir
* İbnü-l-Heysem ise optik biliminin öncüsüdürRoger Bacon ve Kepler onun eserlerinden faydalanmışlar, Galileo onun eserlerinden faydalanarak teleskopu bulmuştur
* el-Beyruni; Çeşitli maddelerin birbirinden ayırt edilme yollarından birinin, maddelerin özgül ağırlıkları olduğunu söyleyerek, sıcak su ile soğuk su arasındaki özgül ağırlık farkını tespit etmiştir Galilei'den 600 yıl önce dünyanın döndüğünü kanıtlamış, Newton'dan 700 sene önce dünyanın çapını hesaplamıştır Bu konuda ortaya attığı kanun, Avrupa’da “Beyruni Kuralı” diye bilinir El-Beyruni, 973 yılında 'Bilimsel çalışmaların, deneylerle ispat edilmesi gerektiğini ve belgelere dayanmasının zorunlu olduğunu' söylemiştir

* İbnu'n-Nefis, 1200'lü yıllarda, Avrupalılardan 300 sene önceden küçük kan dolaşımını keşfeder

Bütün İslam ülkelerinde matematik, tıp, uzay bilimleri ve daha birçok ilimin okutulduğu eğitim kurumları, rasathaneler; dönemin en gelişmiş teçhizatları ile donatılmış hastaneler, herkese açık kütüphaneler bulunmaktaydı 794 yılında Bağdat’ta ilk kağıt fabrikası kuruldu Bağdat, Harran,İstanbul ve Endülüs başta olmak üzere Mısır, Kuzey Afrika ve Doğu Fırat çevresindeki birçok İslam şehrinde, eğitim sistemi ve ilim, söz konusu döneme örnek teşkil edecek düzeyde geliştirilmişti Müslümanlar, yaşadıkları şehirleri uygarlık merkezleri haline getirmişlerdi Bunlardan biri olan Kurtuba, hastaneleri, kütüphaneleri ve Orta Avrupa'dan öğrencilerin eğitim görmek üzere geldiği okulları ile Avrupa'nın en modern şehri olarak bilinmekteydi
*El Cezeri XIII yüzyılın başında, Diyarbakır Artuklu Sarayı'nda 32 yıl başmühendislik görevi yaptı El Cezeri, su saatleri, otomatik kontrol düzenleri, fıskiyeler, kan toplama kapları, şifreli anahtarlar ve robotlar gibi, pratik birçok düzeni tasarlayan ve bunların nasıl gerçekleştirileceğini anlatan "Kitab-el Hiyal" adlı kitabın yazarıdır
Cezeri, tarihte sibernetiğin kurucusudur Sibernetik; haberleşme, denge kurma ve ayarlama bilimidir İnsanlarda ve makinelerde bilgi alışverişi, kontrolü ve denge durumunu inceler Bu bilim zamanla gelişerek bilgisayarların ortaya çıkmasına imkan tanımıştır Sibernetik ve otomatik sistemlerin başlangıcı konusunda Fransızlar Descartes ve Pascal'ı; Almanlar Leibniz'i, İngilizler de R Bacon'ı öne sürseler de, aslında Cezerî bunu ortaya koyan ve ilim dünyasına sunan ilk bilgindir

* Hazinî[size="3">, ölçü ve tartı teorilerine yaptığı katkı ile tanınır Bilime yaptığı diğer bir önemli katkı da yerçekimi hakkındaki görüşleridir Hazinî, Newton'dan 500 yıl önce, "][/size]
Demir 774 779 Kalay 732 729 Kurşun 1132 1135 Hazini , Zîc-i Sanacarî (Yıldız Kataloğu) adlı eserinde, yıldızlar ve gezegenlerle ilgili bilgilere ve Selçuklu Devleti'nin enlem ve boylamlarına da yer vermiştir ‘Risale fi'l-Âlât' (Aletler Bilgisi) adlı kitapçığında ise gözlem aletlerini konu almıştır

* Benu Musa kardeşler, Abbasi Halifesi Memun (MS 813-833) ve onu izleyen halifeler zamanında, matematiksel bilimlerin gelişmesi yönünde etkin rol oynamış kişilerdi Topkapı Sarayı III Ahmed Kütüphanesi'nde bulunan eserlerinde (A3474), sihirli kaplar, fıskiyeler, kandiller, bir dansimetre, bir körük ve bir kaldırma düzeninden bahsedilmektedir
* Hârizmi 9 Yüzyıl'da Hârizm'de dünyaya geldiği için Hârizmî adıyla tanınan (Batı’da Al Gharasmus olarak anılan) ve büyük bir olasılıkla Türk olan Muhammed ibn Musa, Memun'un Bağdat'ta kurduğu Bilgelik Evi'nde bulunmuş ve bu kurumun kütüphanesinde matematik ve astronomi alanlarında araştırmalar yapmıştır Aritmetik ve cebirle ilgili iki yapıtı, matematik tarihinin gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir
Harizmi,(780-850) Hint rakamlarına sıfır’ı bularak bu rakam sayesinde bugün kullandığımız rakamları oluşturuyor; ve bu sayede matematikte önemli bir çığır açılmış oluyordu Logaritmayı ortaya koyan ilk kişidir Hârizmî'nin cebirle ilgili yapıtı,(El-Cebir) 12 Yüzyıl'da Chesterlı Robert ve Cremonalı Gerard tarafından Latinceye (Al Gebra) tercüme edilmiştir Yapıtların en ilginç yönlerinden biri, açıların, trigonometrik fonksiyonlarla ifade edildiğini gösteren bir takım tablolar ihtiva etmesidir Bunların dışında, Hârizmî'nin yön bulmada kullanılan usturlabın biri yapımını ve diğeri de kullanımını anlatan iki eseri daha mevcuttur Hârizmî, Batlamyus'un Coğrafya adlı yapıtını, ‘Kitâbu Sureti'l-Ard' (Yer'in Biçimi Hakkında) adıyla Arapça'ya tercüme etmiş ve böylece, Yunanlıların matematiksel coğrafyaya ilişkin bilgilerinin İslâm dünyasına girişinde önemli bir rol oynamıştır

* Ali Kuşçu Semerkant Rasathanesi'nin Müdürlüğü'nü yaptığı sırada, Akkoyunlular adına Osmanlılarla barış görüşmelerinde bulunmak için İstanbul'a geldi Fatih Sultan Mehmet'in büyük desteğini gördü ve Ayasofya Medresesi'nde görevlendirildi Burada, Mirim Çelebi, Sarı Lütfü, Sinan Paşa gibi değerli bilim adamlarını yetiştirdi
Bilhassa, astronomi ve matematik konularında çağının sınırlarını aşacak kadar önemli eğitim ve öğretim çalışmalarında bulunan Ali Kuşçu; Ayasofya Medresesi'nin çalışma programlarını da yeniden düzenlemiştir
Semerkant Rasathanesi'nde iken bir Türk hükümdar ve bilim adamı olan Uluğ Bey’in ‘Zic-i Uluğ Bey' (Uluğ Bey'in Yıldız Kataloğu) adlı eserin hazırlanması için gerekli gözlem ve hesaplamaları yaptı Söz konusu eser, çağının en ileri kurumsal matematik bilgilerini içerir
‘Risaletü'l-Fethiye' adlı eseri ise 19 yüzyılda, İstanbul Mühendishanesi'nde (İstanbul Teknik Üniversitesi) ders kitabı olarak okutulmuştur Bu eserde, gök cisimlerinin yere olan uzaklığına yer vermiş; ayrıca dünya haritasını da kitabının sonuna eklemiştir Burada yer kürenin eksenindeki eğikliği 23°30'17" olarak tespit etmiştir Bu, günümüz modern astronomi verilerine oldukça yakın bir tespittir 15 yüzyılda yaşayan Ali Kuşçu Ay'ın ilk haritasını çıkarmıştır ve bugün NASA tarafından Ay'da bir bölgeye onun ismi verilmiştir

* Şerafeddin Sabuncuoğlu Fatih Sultan Mehmet döneminin ünlü doktoru ve tıp bilginidir ‘Mücerrebname' adlı eserinde, kendi deney ve gözlemlerine yer vermiştir Asıl çalışma alanı cerrahlık ve deneysel fizyolojidir ‘Cerrahiyatü'l-Haniye' eserinde, cerrahlıkla ilgili çalışmalarına yer vermiş ve yaptığı cerrahi müdahaleleri resimlerle tasvir etmiştir
*Bursalı Ali Münşi Tıp bilimine yaptığı en önemli katkılardan biri ‘Kınakına' hakkındaki çalışmasıdır Burada bu ağacın kabuklarının humma, sıtma gibi hastalıklara iyi gelmesi ile ilgili gözlemlerine yer vermiştir
Fatih Sultan Mehmet’in Hocası *Akşemseddin , Pasteur'den yaklaşık 400 sene önce yaşayan ve ilk olarak mikropların varlığını keşfeden kişidir
*Gıyaseddin Cemşid,(1429)Ondalık kesir sistemini bulan, Virgülü, aritmetik işlemlerde ilk defa kullanan kişidir
*Ömer Hayyam, (12yy) Newton’a dayandırılan binom formülünü cebire kazandıran kişidir
* Ali Bin Abbas, 10 yüzyılda yaşamıştır ve ilk kanser ameliyatını gerçekleştirmiştir
* Mağribi, bugün Paskal üçgeni olarak bilinen denklemi Paskal'dan 600 yıl önce bulmuştur
* Sabit Bin Kurra , 9 yüzyılda yaşamış ve Newton'dan asırlar önce diferansiyel hesabını keşfetmiştir
* İbn-i Sina (980-1037), Anatomik çalışmalar yapan Müslüman,Türk bilim adamlarının başında gelir Daha çok küçük yaşta edebiyat, matematik, geometri,müzik, fizik, doğa bilimleri, felsefe ve mantık öğrenen İbn-i Sina sadece Doğu'da değil Batı'da da ünlenmiştir En ünlü eseri olan El-Kanun fi't-Tıb, 12 yüzyılda Latince'ye çevrilerek Avrupa üniversitelerinde 19 yüzyıla kadar temel ders kitabı olarak kabul edilmiş,okutulmuş ve Avrupa’da bu kitap “Tıbbın İncil”i olarak ün yapmıştır Bundan başka felsefe ve doğa bilimleri üzerine yüzden fazla eser vermiştir El-Kanun'da söz edilen tıbbi bilgilerin büyük bir bölümü bugün dahi geçerliliğini korumaktadır
*Ali bin İsa (?-1038)'nın üç ciltlik göz hastalıkları üzerine yazdığı “Tezkiretü'l-Kehhalin fi'l-Ayn ve Emraziha” isimli eserinin birinci cildi tamamen göz anatomisine ayrılmış olup çok değerli bilgiler mevcuttur Bu eser daha sonraları Latince'ye ve Almanca'ya çevrilmiştir
*el-Kazvini (1281-1350) ve *İbnü'n-Nefis'in anatomi üzerine olan çalışmaları modern tıp biliminin temelini atmıştır Bu bilim adamları daha 13 ve 14 yüzyılda kalp ve akciğerler arasındaki bağlantıları ve atar
damarların temiz kan, toplar damarların kirli kan taşıdığını, kanın akciğerlerde temizlendiğini, kalbe dönen temiz kanın beyne ve vücudun diğer organlarına aort tarafından taşındığını göstermiştir
*Piri Reis, O güne kadar çizilen haritalarda yanılma payları çok olmasına rağmen bugün uydudan çekilen dünyanın haritasını %99’u doğru %1 yanılma payı ile Coğrafya alanında bir baş yapıt olan dünya haritasını çizmiştir
*İbn-i Haldun, Tarih ve sosyal alanda yaptığı çalışmalar ile ve özellikle “Mukaddime “ adlı esri ile Sosyoloji’nin kurucusu olmuştur Modern Sosyoloji’nin kurucusu olan AComte’a öncüllük etmiştir
MK ATATÜRK’ÜN ;“Bizim dinimiz en makul ve en tabii dindirVe ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur Bir dinin tabii olabilmesi için akla, fenne, ilme, mantığa uygun düşmesi gereklidir Bizim dinimiz bunlara tamamen uygun düşer” İfadesindeki gibi İslam’da"din-bilim çatışması" yoktur Özellikle İslam Dini akla ve bilime önem veren bir dindirDinin tarih boyunca bilime karşı olduğu, bilimin ancak din terk edildiğinde gelişebileceği gibi iddialar vardırOysa bilimin tarihine biraz göz atmak bile, bu iddiaların yanlışlığını görmek için yeterli olacaktırOrta Çağda Allah’a inanan Müslüman bilim adamları sayesinde İslam medeniyeti bilimsel alanda ileri gitmiştir Tarihe baktığımızda medeniyet adına eserler ortaya koyanların ister tek Tanrılı olsun ister çok tanrılı olsun, Tanrı’nın (Allah’ın) var olduğuna inanan ,Ateist (Tanrı’ya inanamayan) olmayan ve bir dine inanan toplumlardırBütün Arkeolojik kazılarda ve Tarih biliminin ortaya koyduğu sonuçlarda Tanrı’yı inkar eden, bir dine inanmayan topluma rastlanmamıştırToplumsal olarak değil sadece bireysel çıkışlarla ateist olanlar mevcuttur Çin,Hint,Yunan,Mısır,Arap, Türk vb Medeniyetlerin hepsi bir dine,Tanrı’ya inanmışlar ve ortaya muhteşem medeniyetler, eserler (Efes,Ayasofya,Selimiye,Piramitler, Katedraller vb……) bırakmışlardır Yani özetle din, toplumları geri bırakmaz,medeniyete,bilime katkı sağlar ve sevgi,yardımlaşma,doğruluk,adalet vb noktalarda da toplumları bir arada tutar


Alıntı Yaparak Cevapla

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık

Eski 09-08-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık



KURAN BİLİME YOL GÖSTERİR

Allah Kuran'da insanları, göklerin, yerin, dağların, yıldızların, bitkilerin, tohumların, hayvanların, gece ile gündüzün meydana gelişinin, insanın kendi doğumunun, yağmurun ve yaratılmış daha birçok varlığın üzerinde düşünmeye ve bu varlıkları incelemeye çağırmaktadır Bunları inceleyen insan ise tüm varlıklarda Allah'ın yaratış sanatını görecek, böylece kendisini ve tüm evreni yoktan yaratan Rabbini tanıyabilecektir

Evreni ve içindeki tüm varlıkları incelemenin ve Allah'ın yaratış sanatını keşfederek insanlığa açıklamanın yolu ise "bilim"dir Dolayısıyla din, bilimi Allah'ın yaratışındaki detaylara ulaşmada bir yol olarak benimser ve bu nedenle bilimi teşvik eder
Din, bilimsel araştırmaları teşvik ettiği gibi, dinin bildirdiği gerçeklere göre yönlendirilen bilimsel araştırmalar da çok hızlı ve kesin sonuçlar getirir Çünkü din, evrenin ve canlılığın nasıl var oldukları sorusuna en doğru ve en kesin cevabı veren tek kaynaktır Dolayısıyla doğru bir noktadan başlanarak yapılan araştırmalar, evrenin ve canlılığın var oluşuna ait sırları en kısa sürede, en az emek ve enerji harcayarak açığa çıkaracaktır 20 yüzyılın en büyük bilim adamlarından biri olarak kabul edilen Albert Einstein'ın da söylediği gibi "dinsiz bilim topaldır", yani dinin yol göstermediği bilim ilerleme gösteremez, kesin sonuçlara ulaşması çok zaman alır ve hatta çoğu zaman sonuç alınması mümkün olmaz

Bu gerçeği göremeyen materyalist ideolojiye sahip bilim adamları tarafından yönlendirilen bilimin ise, özellikle son iki yüzyıldır, ne kadar vakit kaybettiği, bu yolda yapılan çalışmaların büyük bir kısmının heba olduğu ve harcanan trilyonlarca liranın nasıl boşa gittiği gözler önündedir

İşte bu nedenle, insanların kesin olarak bilmeleri gereken bir gerçek vardır: Bilim ancak Allah'ın sonsuz kudretini, evrendeki yaratılış delillerini araştırma amacını benimser ve bu amaç doğrultusunda çalışırsa doğru sonuçlara ulaşabilir Rotası doğru çizilirse, yani doğru yönlendirilirse bilimin gerçek amacına en kısa sürede ulaşması sağlanabilir


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.