Şengül Şirin
|
C) Pankreasın Hücre Adacıkları:
Pankreas içine dağılmış hormon üreten endokrin hücre adacıkları vardır; bunlara “Langerhans Adacıkları” denir Kesitlerde ve boyamalarda kendilerini çeviren dokulardan farklı özellikler gösterirler Etrafındaki “Acinar” hücrelerinden daha fazla kan damarıyla donatılmıştır ve bağlı oldukları herhangi bir kanal yoktur Bu adacıkların hücreleri sitoplazmalarındaki granüllerin boyanmasına göre iki ya da da fazla çeşide ayrılabilir (insülini salgılayan beta (β), glukagonu salgılayan alfa (α) hücreleri) Pankreas, onikiparmaktan dışa doğru büyüyen iki çıkıntıdan, özellikle omurgalıların çoğunda bu çıkıntıların birleşmesinden meydana gelir Adacık hücreleri pankreatik kanal bir kol olarak gelişir; fakat daha sonra bu kanal ile olan tüm ilişkilerini yitirir
Şeker hastalığının farkına yüzyıllarca önce varılmasına karşın, neden ve tedavisi hemen hemen hiç bilinmiyordu Fakat 1889 yılında Mering ve Minkowsi, pankreasın sindirim üzerindeki rolünü inceleyen araştırmalarında, pankreası ameliyatla dışarı almış ve aynen şeker hastalığının bulgularını görmeye başlamışlardır Daha sonra bu hastalar, pankreas ve pankreastan yapılmış özütlerle beslenmiş fakat hiçbir iyileştirici sonuç alınamamıştır Çünkü pankreas tarafından salgılanan proteolotik enzimler özütün yapımı sırasında hormonun proteinini tahrip etmektedir 1922 yılında Banting ve Best, antidiyabetik etki gösteren hormonu, fetal pankreastan, ayrıca özütleme işlemi yapılmadan önce kanalları bağlamak suretiyle sindirim enzimlerini sentezleyen hücreleri öldüren pankreastan elde ettiler Çünkü bu evrede pankreasın endokrin hücreleri eksokrin hücrelerinden önce çalışmaya başladığından proteolitik enzimler salgılanmaz ve bu şekilde endokrin salgılar yıkılmadan, özütlemeyle dışarı alınabilir İlk saflaştırılmış insülin kristalleri 1927 yılında Abol tarafından yapılmıştır Bugün ticari amaçla kullanılan insülin, sığır, koyun ve domuzun pankreasından alınan asit-alkol yöntemiyle, proteolitik enzimleri inaktive edilmek suretiyle ve son zamanlarda mikroorganizmalar aracılığıyla elde edilir
İnsülinin ticari birçok preparatı diğer bir hormon daha içerir “Glucagon” denen bu hormon insülinin aksine kandaki şeker derişimini artırır Bu hormon ilk defa Sutherland tarafından insülinden izole edilerek ayrılmış, kristalleri yapılmış ve 29 aminoasitten oluşmuş tek bir protein zinciri olduğu saptanmıştır Glukagon, langerhans adacıklarının alfa hücreleri tarafından salgılanmaktadır İnsülin ve glukagon, hipofiz, adrenal medulla ve adrenal korteksin belirli salgılarıyla beraber karbonhidrat metabolizmasını düzenler Glukagon, cAMP aracılığıya fosforilaz enzimini aktive eder ve bu enzim de karaciğerde glikojeni glikoza yıkarak , onun kana geçmesini sağlar; böylece kandaki glikoz miktarı artmış olur İnsülin, kandaki glikozun, glikoz-fosfat halinde hücre içine girmesini sağlar, karaciğerde glikojen yıkımını azaltır ve bu şekilde kandaki glikoz miktarı azalmış olur Buna karşın iskelet kaslarındaki glikojen deposu, karbonhidrat metabolizması ve bununla ilişkin olarak karbondioksit ile su üretimi artırılmış olur İnsülinin azalması glokokortikoyitlerin aksine antikatabolik etki yapar Ve karbonhidrat kullanımını azaltır; bunun sonucu olarak protein, yağ ve diğer maddelerin yıkımı ve yapımında birtakım değişiklikler ortaya çıkar Aynı zamanda mevcut somatotrop hormon hücre zarı geçirgenliğini ve keza pinositozu arttırır Pankreasın, ameliyatla alınması ya da özellikle yaşlılarda ortaya çıkan diabetes mellitus ( şeker hastalığı )’da yeterince insülin salgılanmaması sonucu glikoz kullanımında bir takım bozukluklar meydana gelir Kandaki glikoz derişimi büyük ölçüde artar (Hiperglisemi), dolayısıyla böbrekteki eşik glikoz derişimini aşar ve idrar ile bol miktarda glikoz atılmaya başlanır Bu fazla şekerin böbrekle dışarı atılması içinde bol miktarda suya gereksinme vardır; dolayısıyla hasta sürekli susuzluk duyar ve devamlı su içmek ister Hücre içine yeterli miktarda glikoz girmediğinden dolayı protein molekülleri yıkılarak, aminoasidin karbon zincirleri glikoza çevrilmeye başlanır Tıkılan proteinlerin çoğu üre şeklinde atıldığından, hastada sürekli olarak kilo kaybı görülür Yağ depoları harekete geçirilerek yavaş yavaş yıkılmaya başlanır; fakat kandaki yağ derişimi kritik noktanın üzerine çıkacağından, kan sütlümsü bir görünüş alır Yağ asitleri tamamen metabolize edilemez; asetoasetik ve aseton gibi kısmen oksitlenmiş ketonlu bileşiklere dönüşerek yağılma eğilimi vardır Bu ketonlu bileşikler uçucu olduğu için şeker hastalarının nefesine tipik bir koku verir Bu asidik maddeler kanın bazik deposunu tümüyle kullandıktan sonra kanda birikir ve üreyle beraber dışarıya atılır; buna “Asidozis” denir; sonuçta komaya girilir Glokoneogenezisin yükselmesi ile idrarla atılan azot miktarı çoğalır ve vücuttaki protein azalır Sonuçta gangliyon hücreleri dönüşsüz olarak zarar görür ve daha sonra ölüm meydana gelir İnsülin enjeksiyonu ile tüm bu arazlar giderilebilir; glikoz metabolizması, dolayısıyla diğer tüm metabolik işlevler normal durumunu almaya başlar Ancak insülin enjeksiyonu ile oraya çıkan iyileşme en fazla bir gün sürer; çünkü bu hormon dokularda yavaş yavaş parçalanır
Büyük miktarlardaki insülin normal ve hasta insanlarda kan şekeri düzeynin düşmesine, kan basıncının yükselmesine, yağa karşı isteğin artmasına neden olur Sinir hücrelerinin normal işlev görebilmesi için kandaki şeker miktarının normalden aşağı olmaması gerekir Eğer kandaki şeker normalden aşağı düşerse sinirler aşarı duyarlı olur
İnsülin üretimi kandaki glikoz derişimi ile denetlenir Örneğin, yemekten sonra kandaki glikoz düzeyi yükselince, normal düzeyine indirebilmek için insülin salgılanmaya başlanır Karbondihratlı besinler fazla alındığında ya da spor vs gibi enerjiye gereksinme dösteren olaylarda ya da sinirlenmelerde kan şekeri hızla yükselir ve buna bağımlı olarakta idrardan şeker atılımı artabilir Kan içerisindeki derişimi deneysel olarak yükseltilen glikozun bir iki dakika sonra farkına varılarak insülin salgılanması başlatılır Glikoz, iskelet kaslarına ve adipoz dokulara nakledilince, kandaki glikoz miktarı azalır ve buna paralel olarak insülin salgılanması da durur
D) Adrenal Bezler:
Memelilerin adrenal bezleri her iki böbreğin ön uç tarafında bulunur Bu iki bezin her biri aşağı yukarı 12 mg Ağırlığındadır Fakat vücudun diğer organlarına göre çok daha zengin kan damarlarıyla donatılmıştır Her adrenal bez iki bölgeden veya kısımdan oluşmuştur Dıştaki açık renkli, sarımsı kısma “Adrenal Korteks”, içteki koyu, kırmızımsı kahverengi kısmına ise “Adrenal Medulla” denir Kortikal doku, mezonefrik böbreklerin yanındaki sölomik mezodermden meydana gelmesine karşın; medullar doku ektodermildir ve sempatik gangliyonları oluşturacak sinirsel çıkıntılardan türemiştir
Adrenal Medulla: Medulla hücreleri, kan damaları etrafında düzensiz kordonlar ve yığınlar halinde dizilmişt r Adrenal medulla, birbirine yakın iki hormon salgılar; bunlardan biri “Epinephrin” diğer adıyla Adrenalin (% 10-30) öbürsü “Norepinephrin” diğer adıyla Noradrenalin (%70-90)’dir Bunlar, tiozin denen aminoasitten, oksidasyonla ve dekarboksilasyonla türemiş basit kimyasal bileşiklerdir Her iki hormonda kısa ömürlüdür; salgınlandıktan kısa bir süre sonra oksitlenirler Kromaffin denen hücrelerde sentezlenir ve depolanırlar Sempatik sinir hücrelerinin uyarılması ile bu hücrelerden serbest bırakılırlar Norepinefrin aynı zamanda adrenerjik sinirlerin akson ucunda üretilerek impulsların komşu nörona geçmesini sağlar (nörotransmitter madde olarak) Epinefrin, kalbin atışını hızlandırı, kan basıncını yükseltir, karaciğer ve kaslardaki glikojen miktarını azaltır, kandaki glikoz miktarını çoğaltır ve kanın pıhtılaşma hızını yükseltir Ayrıca göz bebeğinin büyümesine, yüylerin diken diken olmasına, kan damarlarının genişlemesine; fakat derideki kılcal damarların daralmasına neden olur Korkudan rengimizin sararması derideki kan damalarının büzülmesiyle ortaya çıkar Keza sindirimi de durdurur Norepinefrin, kan şekeri ve kalp çarpması üzerinde çok zayıf; fakat kan damarlarının daralması üzerinde çok kuvvetli etkiye sahiptir
Adrenal medullanın salgısı ani hareketlerde ve tehlikelerde sempatik sistemin işlevinin desteklenmesinde ve etkisinin devam etmesinde rol oynar Epinefrin salgısı, sinirsel bozukluklarda, soğukta, acıda, sinirlenmelerde ve birçok ilaç çeşidi alındığında artar Sempatik sinirin ve epinefrinin ortak işlevi ile birey avına saldırmak için, atılmaya, düşmanından korunmaya ve kaçmaya hazırlanır Bu hazırlanış vücuttaki bazı değişliklere neden olur Bunlar:
1 Kan basıncının yükselmesi, büyük damalarına genişlemesi ve kalp atışının artmasıyla etkin bir kan dolaşımının ortaya çıkması
2 Kan pıhtılaşma hızının yükselmesi ve derideki damalarına büzülmesiyle, meydana gelecek yaralanmalarda kan kaybının en düzeye indirilmeye çalışılması
3 Solunum yollarının genişlenmesiyle ve nefes alma sayısının artmasıyla oksijen sağlanmasının güçlendirilmesi
4 Karaciğer ve kaslardaki glikojen depolarının harekete geçirilmesiyle enerji elde edilmesinin kolaylaştırılması
5 Hipofiz bezinden çıkan ACTH hormonunun meydana gelişinin hızlandırılması ve dolayısıyla adrenal korteksten çıkan, protein yıkımını ve karbonhidrat yapımını hızlandıran “Glikokortikoid” hormonların meydana gelişinin hızlandırılması
Epinefrin, kliniklerde, solunum yollarını genişlettiğinden astım hastalığında, kan basıncının yükseltilmesinde ve duran kalbin tekrar aktive edilmesinde kullanılır
__________________
|