|
|
Konu Araçları |
hakkında, istanbul, üniversitesi |
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi Hakkında ( İstanbul Üniversitesi) |
09-08-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi Hakkında ( İstanbul Üniversitesi)İstanbul Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi Hakkında ( İstanbul Üniversitesi) İstanbul Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi Hakkında ( İstanbul Üniversitesi) İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ KİMLİK KARTI: Kuruluşu: 1453 Rektör: Prof Dr Kemal Alemdaroğlu İletişim bilgileri: İstanbul Üniversitesi Beyazıt- İstanbul Tel: 0 212 513 41 87 Faks: 0 212 520 54 73 İnternet Adresi wwwistanbuledutr Öğrenim dili: Türkçe Türü: Vakıf AKADEMİK PROFİL: Fakülte sayısı: 1 (2 yıl), 16 (4 yıllık) Bölüm: 30 (2 yıl), 75 (4 yıllık) Enstitü: 12 YO: 7 Öğrenci sayısı: 73000 Akademik personel: 5200 Tarihçe: 1453 yılında İstanbul'un fethiyle birlikte yükseköğretim niteliğinde Fatih medreseleri kuruldu Bu medreselerde felsefe, coğrafya, tıp eğitimi de yapılıyordu Fatih medreseleri dini konuların yanısıra bu konularla ilgili de eğitim yaptıklarından ve zaman içinde gösterdikleri gelişmeden ötürü İstanbul Üniversitesi'nin temelini oluşturan nitelikler taşıyan yükseköğretim kurumları idi Fotoğraflarda, filmlerde sıkça gördüğümüz bu nedenle de pek çoğumuzun üniversite denildiğinde aklına gelen ilk isim olan İstanbul Üniversitesi, bu özelliklerinin yanında Türkiye'nin en büyük üniversitesi olma özelliğini de taşıyor İstanbul'un pek çok yerine yayılmış binaları, birkaç üniversitenin barındırabileceği kadar öğrencisiyle mega bir üniversite olan İstanbul Üniversitesi'nin ne yazık ki bu özellikleri, eğitim öğretimin istenilen düzeyde verilmesini engelliyor Evet öğrenci sayısının her yıl artması, sosyal etkinliklerden eğitim öğretime kadar pek çok alanda sorunlar çıkmasına neden oluyor Kalabalık sınıflar, öğretim üyesi öğrenci ilişkilerinin yetersizliği, kültür sanat etkinliklerinden tüm öğrencilerin faydalanamaması bu sorunlardan bir kaçı İstanbul Üniversitesi, üniversite sınavına giren hemen her öğrencinin tercihleri arasında yer alıyor Köklü bir üniversite olması, adayların üniversite tercihleri arasında bulunmasında önemli bir etken oluşturuyor Tarihi büyük kapı, içeri girdiğinizde İstanbul'un boğucu havasının tamamen zıddı, tertemiz bir hava ilk bakışta öğrencileri etkilemeye yetiyor İstanbul Üniversitesi öğrenci yönünden olduğu kadar öğretim elemanı yönünden de zengin bir üniversite Yeni açılan pek çok üniversiteye öğretim üyesi yetiştiren İstanbul Üniversitesi'nin kadrosu, büyük oranda vakıf üniversitelerinin de çekirdeğini oluşturuyor SOSYAL ETKİNLİKLER İstanbul Üniversitesi'nin daha önce de belirttiğimiz gibi öğrenci sayısının oldukça yüksek oluşu tüm öğrencilerin sosyal etkinliklerden yararlanmasını zorlaştırıyor Basketbol, voleybol, masa tenisi, yüzme gibi 250'ye yakın öğrenci kulübü bulunuyor Ne yazıkki İstanbul Üniversitesi öğrenci sayısının 80 binlere ulaşması nedeniyle sosyal aktivitelerle değil, hemen her yıl öğrenci olaylarıyla gündeme geliyor |
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi Hakkında ( İstanbul Üniversitesi) |
09-08-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi Hakkında ( İstanbul Üniversitesi)Tarihi Bizans ve Osmanlı geleneklerinin birlikte incelenebileceği görüşünde olan Alman hukuk tarihçisi Richard Honig, İstanbul Üniversitesi tarihinin 1 Mart 1321'e kadar uzandığını ifade etmektedir Bugünkü Merkez Bina'nın bulunduğu tepede kurulan, Roma üniversiteleriyle eşdeğer olan, tıp, hukuk, felsefe ve edebiyat fakültelerinden oluşan bu üniversite, aslında İstanbul'da üniversite eğitiminin başlangıcı sayılmaktadır Türk araştırmacılar ise İstanbul Üniversitesi'nin köklerini 1453'e götürmektedir Gerçekten, fetihin ertesi günü 30 Mayıs 1453'te Ayasofya ve Zeyrek'te yapılan bilimsel toplantılar, Türk-Osmanlı bilim yaşamının ilk günü ve takiben bir külliyenin kurulmasının başlangıcı kabul edilmektedir Nitekim, Sıddık Sami Onar, "Türklerin İstanbul'da bir üniversite bulamadıklarına ve kendi uygarlıklarını yerleştirdikleri bu kentte kendi tarzlarında kurdukları" üniversite eğitimine dikkatleri çekmektedir Yine, Cemil Bilsel, tıp, hukuk, fen ve edebiyat fakültelerinin ve İstanbul Üniversitesi'nin ilk başlangıç noktasının 1470 yılında kurulan Fatih Külliyesi olduğunu vurgulamaktadır Bu arada, Sovyet tıp bilgini Danişefski, Dünya'nın en eski tıp fakültesinin İstanbul'da olduğunu belirtmektedir Beyazıt Meydanı'ndaki İstanbul Üniversitesi Binası'nın Görünüşü Yükselme ve genişleme dönemlerinde kurulan Beyazıt, Yavuz ve Kanuni Süleyman Medreseleri dönemlerinin hukuk, edebiyat, ilahiyat ve tabii bilimler okutulan birer görkemli üniversiteleri sayılırlarken; duraklama ve gerileme dönemlerinde, gözlem ve deneyi reddeden, akılcı ve bilimsel özellik ve güçlerini yitirmiş, imparatorluğun kaderini paylaşarak benzer süreci yaşamışlardır Islahat ve Tanzimat'ın batılılaşma hareketi eğitim kurumlarına da yansımış, bilgisizlik her alanda yenilmişliğin sebebi olarak ortaya konmuş ve "ilerleme ancak ilim ile gerçekleşebilir" ilkesiyle 23 Temmuz 1846'da Darülfünun kurulması fermanı "laik yüksekokulların başlangıcı" olarak kabul edilmektedir Cemil Bilsel, I Darülfünun'da 31 ilkkânun (Aralık) 1863 günü verilen ilk deneysel fizik dersini İstanbul Üniversitesi'nin yeniden kurulması olarak değerlendirmektedir Ne yazık ki, öğrencinin devamsızlığı ve ilgisizliği nedeniyle ilk denemelerden sonuç alınamamıştır 20 Şubat 1870'de, bu kez "Darülfünun-u Osmani" adıyla modern ilim anlayışına ve düzeyine ulaşmak beklentisi içinde üniversite ikinci kez açılmıştır Ancak, öğretim kadrosunun ve kitap yetersizliğinin yanı sıra verilen bir konferanstan duyulan hoşnutsuzluk, 1872'de bu girişimin sonu olmuştur Cemil Bilsel'in araştırmalarına göre kapanış sebebi "bilgisizlik ve taassuptur; batılılaşma hareketine tahammülsüzlüktür" Üçüncü evre, 1874'de Galatasaray binasında edebiyat, hukuk ve fen bölümlerinden oluşan Darülfünun-u Sultani'nin açılmasıyla başlamıştır Derslerin Türkçe ve Fransızca okutulduğu bu kurum hakkında 1881'den sonra resmi kayıtlarda hiçbir belge ve bilgiye rastlanmamaktadır Ancak, üç dönem mezun verdikten sonra 20 yıl süreyle ortadan kalktığı bilinmektedir II Abdülhamit'in tahta çıkışının 25 yılında, 1 Eylül 1900'de din, matematik ve edebiyat bölümlerinden oluşan IV Darülfünun, Darülfünun-u Şahane (İmparatorluk Üniversitesi) adıyla açılmıştır Ancak, hiçbir konuda özerkliği olmayan, istibdat yönetiminin sıkı denetimi altında oluşturulmuş, bilimsellikten uzak bir eğitim kurumu olarak tanımlanmaktadır İstanbul Üniversitesi Merkez Binası ve Beyazıt Kulesi Zeynep Hanım Konağı ( Yandıktan sonra yerine İstanbul Üniversitesi Edebiyat ve Fen Fakültesi binaları yapılmıştır) Nihayet, Meşrutiyet'in ilanından sonra hukuk, tıp, fen, edebiyat ve ilahiyat bölümlerinden oluşan İstanbul Darülfünun'u 20 Nisan 1912 tarihli bir kararla kuruldu 1919 yılında yeni bir düzenlemeyle ilmi ve kısmen yönetimsel özerkliğe kavuştu Her ne kadar, bu dönemi araştıran Osman Nuri Ergin, V Darülfünun'un kuruluşunu bilimsel düzeyi, örgütlenme biçimi ve kadro yetersizlikleri nedeniyle tamamen şekli bulmakta ise de, Modern Türkiye'nin Doğuşu yapıtında Bernard Lewis "İstanbul Darülfünun'unu, kültür tarihi açısından tüm Doğu alemi için önemli bir aşama" saymaktadır Cumhuriyet öncesi bu dönemin ilgi çekici olaylarından biri "lise tahsilini bitirmiş olan kız çocuklarına tahsilden mahrum kalmamaları için Darülfünun dahilinde 'kızlara serbest dersler' adı altında derslerin verilmesiydi" saptamasını yapan A R Başaran, "bir müddet sonra Zeynep Hanım Konağı'nda edebiyat, matematik ve tabii ilimler tahsil etmek için müstakil sınıflar tesis edildiğini" de aktarmaktadır "Hukuk ve Tıp okullarına kız öğrencilerin kayıt olmalarına o tarihte müsaade olunmamıştır Kızların erkeklerle aynı dershanede veya aynı binada okumaları o zamana göre hoş görülmemiş; kızların sınıfları Cağaloğlu'nda bir binaya taşınmıştır Cumhuriyet ilanından sonra erkeklerle beraber Darülfünun'un derslerine devamlarına müsaade edilmiş, tıp ve hukuk fakültelerine de kızlarımız kayıt olmuştur" demektedir Yine bu dönemin önemli olaylarından biri de, 1915-18 döneminde halen medrese ruhunu taşıyan Darülfünun'un değişik bölümlerine yabancı bilim adamlarının çağrılmasıdır İttihatçıların girişimiyle gerçekleştirilen bu atılım Widmann'a göre "bir bütün olarak bakıldığında başarılı olmamış, kaybedilen savaştan sonra Üniversite, ancak Cumhuriyet devrinde kurtulabileceği bir bunalıma girmiştir" Akla ve bilime dayalı bir "kuruluşu" amaçlayan Genç Türkiye Cumhuriyeti ise "kurtuluşu" izleyen dönemde 21 Nisan 1924 tarihli ve 493 sayılı Kanun'la İstanbul Darülfünu'nun tüzel kişiliğini tanımış ve 7 Ekim 1925'de kurumun bilimsel ve yönetsel özerkliğini kabul etmiş, medreseler "fakülte" statüsüne kavuşturulmuştur Darülfünun'un ülkenin bilim merkezi olmasını ve genç kuşakları Batı üniversiteleri düzeyinde yetiştirmesini bekleyen Cumhuriyet, verdiği özerkliğin yanı sıra Darülfünun'un bütçesini de ayırıp arttırmıştır Çağdaş bilimselliğe ulaşma arayışları çerçevesinde 1924-26 döneminde yabancı hocaların bir kez daha İstanbul'a çağrılmaları da bu anlayışın bir ifadesi olmaktadır Ancak, 4 Mart 1924 tarihli yasayla öğretimi birleştiren, sivilleştiren Cumhuriyet hükümeti, Cemil Bilsel'in açıklamalarına göre, daha önce bağnazlık ve bilimsel eksiklik nedeniyle birkaç kez kapanan Darülfünun'u bu kez "politik endişelerle değil, bilime verdiği üstün önem nedeniyle;" Ernest Hirsch'in yorumuna göre ise " ülkenin geçirmekte olduğu köktenci politik ve toplumsal değişiklik ve dalgalanmalara karşı duyarsızlığı, suskunluğu ve hatta bir Ortaçağ izolasyonuyla dış dünyaya tamamen kapanmış olması" endişesiyle köklü bir değişim kararlılığını açıklayarak kapatmıştır Kuşkusuz, bunca yıllık hayatının sonunda Darülfünun, içinde bu değişimi yüreklilikle destekleyen "Türk profesörlerinin intihar kulübü" (PSchwartz'ın yayınlanmış anılarından zikreden Widmann) olarak varlığını gösteriyordu 1924-26 döneminde yabancı hocalar bir kez daha İstanbul'a çağrıldılar Politik otoritenin, toplumun ve her şeye rağmen Darülfünun'un köklü değişim arayışı, İsviçreli pedagoji profesörü Albert Malche'ın 1932 yılı başında bir reform önerisi hazırlamak üzere çağrılmasıyla sonuçlandı 29 Mayıs 1932'de hükümete sunulan rapor esas alınarak 1933'de çıkarılan 2252 sayılı yasayla TBMM, Darülfünun'u ve ona bağlı bütün kurumları kadro ve örgütüyle lağvedip Milli Eğitim Bakanlığı'nın İstanbul'da yeni bir üniversite kurmasını kabul etti İstanbul Üniversitesi, 1 Ağustos 1933'de yeni bir kadro ve yapıyla açıldı Cumhuriyet 10 yılını kutlarken 1 Kasım 1933'de İstanbul Üniversitesi "ilk ve tek" üniversite olarak eğitime başladı Medreset'ül Kuzzat Binası'nda İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Aykut Kazancıgil'e göre 1933 Reformu, "1924'te başlayan 'Atatürk Kültür Hareketi'nin önemli bir parçası ve devamlılığının simgesidir" Widmann'ın yorumuna göre daha önce kendisine 19 Eylül 1926'de fahri müderrislik payesini veren Darülfünun'u ilk kez 1930'da, ve ikinci kez 1933'te ziyaret eden Atatürk için İstanbul Üniversitesi projesi büyük önem taşımakta ve bu batılılaşma arayışının etkin bir aracı olarak görülmektedir Bugünkü anlamıyla kurulan İstanbul Üniversitesi'nin açılış konuşmasında Reşit Galip "artık üniversitenin tarafsız bir seyirci gibi kalan, yalnız ders okutan, bilimsel araştırmalara yer vermeyen, " bir kurum olmak yerine "en esaslı vasfı milliliği ve inkılapçılığıdır" diyerek bilimin ve üniversitenin toplum hayatındaki yaşamsal işlevini öne çıkarıyordu İlginç bir kader, Dünya'nın savaş konjonktürü, özellikle Alman ve Avusturyalı, Fransız, İtalyan ve Macar bilim adamlarının entelektüel göç ve ilticasını başlattı Yabancı hocaların Türk akademik çevreleriyle bir kez daha oluşturduğu renklilik, Batı alemiyle beraberliğin verdiği fikri ve bilimsel ivme, ürünlerini eğitim sistemi, genç akademik kadroların oluşup yetişmesi, kurumlaşma, bilimsel yöntem ve araştırmanın yerleşmesi gibi gayet olumlu bir geniş yelpazede ortaya koydu Kuruluşun mimarları olan öğretim kadrosu 29 Mayıs 1934 tarihli 2467 sayılı Teşkilat Yasası ile üç kaynaktan gelmişti: İlki, lağvedilen Darülfünun'dan gelenler; ikincisi, Cumhuriyet döneminde Batı'da eğitim görmüş, bilimsel yeterliliğe sahip olanlar ve üçüncüsü, yabancı hocalar Batılı araştırmacılar için "fikir ve bilim, kısaca beyin kaybı" olarak nitelendirilen bu göç ve iltica genç Cumhuriyet'in bilimsel kurumlarının doğup serpilmesinde, sadece İstanbul Üniversitesi'nin değil kurulmakta olan yeni üniversite ve eğitim kurumları için de maliyeti çok düşük ama etkisi çok büyük, kalıcı ve tarihi bir fırsat olmuştur Sıddık Sami Onar'a göre "akademik mesleğin tabanını hazırlamayı" amaçlayan 1933 Reformu yönetimsel özerklik ilkesine karşın "hala rektörü Milli Eğitim Bakanlığınca tayin edilen, gönderdiği dekanlar yine Milli Eğitim Bakanı tarafından atanan, fakat üniversite işlerinde bir dereceye kadar yetki genişliğine sahip yöneticiler" sistemine dayanıyordu Döneme ilişkin belgeler daha önce Darülfünun ve Zeynep Hanım Konağı'nın 28 Şubat 1942'de ve daha sonra Ankara'da Milli Eğitim Bakanlığı binasının 1946'da yanmasıyla kaybolmuş, yok olmuştur İstanbul Üniversitesi'nin bu yasal sistemi 1946'ya kadar sürerken akademik mesleğin tabanı ortaya çıkmıştı 13 Haziran 1946'da 4936 sayılı yasayla artık Türk üniversitelerine ve onları oluşturan fakültelere bilimsel ve yönetimsel özerklik tanınmış ve bu kurumlara "hizmet yerinden yönetim" yapısı kazandırılmıştır Bu önemli değişikliğin gerekçesi "fakülte ve üniversitelerin diğer devlet kuruluşlarına benzemeyen bir yapıda olmaları ve bu sebeple yöneticilerin ayrı bir görgü ve uzmanlığa ihtiyaç göstermesi, bu fakülte ve üniversitelerin diğer yönetim teşkilatı dışında özerklikleri ve yasal kişilikleri olan ve Milli Eğitim Bakanı'na doğrudan bağlı bulunan, ayrı bir bütçeye sahip olmaları" şeklinde gösterilmiştir Bu yasa, Onar'a göre, "Türk Üniversiteleri'nin kuruluşu ve işleyişini, akademik kariyer mensuplarının ilim, görev ve fikir istiklalini, özgürlüğünü sağlam esaslara bağlamakla beraber daha ilk senelerde ihlallere uğradı ve kariyer mensupları fikir hürriyetleri tahdit edilerek keyfi takdiri Bakanlık emrine alınmaya başlandı" Bu tür ihlaller ve Kemal Oğuzman'a göre "Üniversitelerin özerklik çerçevesinde iyi bir oto-kontrol sistemini işletememeleri ve üst derece kadroların yetersizliği 27 Mayıs 1960'ın her alanda reform arzuları ile birleşince" bir yandan 1961 Anayasası'nın 120maddesinde üniversiteler özerk kuruluşlar olarak yer alırken, 27101960 tarihli 115 sayılı yasa, 1946 tarihli 4936 sayılı yasanın bazı maddelerini değiştirip yeni maddeler eklemiştir Bu yasayla Milli Eğitim Bakanlığı'nın Üniversite üzerindeki yetkileri azalmış, fakülte kurullarına daha geniş katılım sağlanmış ve kadro tıkanıklıklarını aşmak üzere yeni düzenlemeler getirilmiştir Kısaca yönetim, teşkilat, öğretim üyeliği ve yardımcılığı konularında daha geniş özerklik koşullarında yeni esaslar konmuştur Yapılan değişikliklerin bir kısmı İstanbul Üniversitesi'nde bazı aksaklıkları düzeltip, daha uygun bir çalışma ortamı sağlamış ise de toplumsal ve politik gelişmelerin gerek ülkede gerek üniversitelerin idari özerkliğinin Anayasa güvencesinden yoksun bırakılması tehlikesi ile karşı karşıya bırakmış; ancak, 2091971 tarihli 1488 sayılı yasayla Anayasa'da yapılan değişiklikte üniversite özerkliğine dokunulmamasında İstanbul Üniversitesi'nin görüş ve tutumunun ciddi, tarihsel bir etkisi olmuştur İstanbul Üniversitesi, 2061973 tarihli 1750 sayılı Yeni Üniversiteler Kanunu ile Cumhuriyetin 50 yıldönümünde yeni bir düzene girmiştir 4936 sayılı yasayı tümden değiştiren bu yasayla iki yeni üst kuruluş, Yüksek Öğretim Kurulu ve üniversite üyesi gereksinimini karşılama görevi bu kez eski ve köklü üniversitelere getirilmiştir Yasanın öngördüğü gelişmekte olan üniversitelere öğretim üyesi yardımını İstanbul Üniversitesi büyük ölçüde yerine getirmektedir Bugün İstanbul Üniversitesi 6111981 tarihli 2547 sayılı yasa hükümlerine tabi olarak çalışmakta; çağdaş, ilerici ve laik bir eğitim kurumu olarak tarihsel, toplumsal ve bilimsel bir işlev sürdürmektedir İstanbul Üniversitesi'nin simgesi olan "yılanlı amblem" 1243 tarihli Selçuklu Şifa Yurdu motiflerinden esinlenilerek ProfSüheyl Ünver tarafından yaratılmıştır |
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi Hakkında ( İstanbul Üniversitesi) |
09-08-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi Hakkında ( İstanbul Üniversitesi)Yerleşim İstanbul Üniversitesi, İstanbul'un çeşitli semtlerinde bulunan dokuz kampüsünde 17 fakültesi ve 12 yüksekokulu ile çok çeşitli alanlarda eğitim-öğretim vermektedir Kuruluşunun ilk yıllarında Beyazıt ve çevresinde tarihi bir doku içindeki binalarda eğitim-öğretim yapan İstanbul Üniversitesi zamanla İstanbul'un çeşitli yerleşim yerlerine yayılmıştır Bugün Rektörlük ile Rektörlüğe bağlı idari birimler ve üniversitenin çeşitli fakülte ve yüksekokulları Beyazıt, Laleli, Saraçhane ve Vezneciler'de yer almaktadır Cerrahpaşa ve Çapa semtlerinde iki büyük tıp fakültesi bulunan İstanbul Üniversitesi'nin Bakırköy, Şişli ve Kadıköy gibi kentin çeşitli yerleşim merkezlerinde de kampüsleri vardır İki büyük kampüsü ise kente yaklaşık 25 km uzaklıktaki Avcılar ve Bahçeköy'dedir Ayrıca Silivri, Sapanca, Gökçeada, Van, Antalya gibi Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde eğitim ve araştırma destek birimleri vardır Böyle büyük bir kent içinde yaygın bir yerleşim alanına sahip İstanbul Üniversitesi'nde öğrenim gören öğrenciler, tarihi zenginlikler arasında yaşama ve bu büyük kentin sunduğu çok sayıdaki kültürel etkinlikleri izleme olanağına sahiptir KAMPÜSLER Beyazıt ve Vezneciler Kampüsü Yerleşim Haritası Avcılar Kampüsü Yerleşim Haritası Çapa Kampüsü Yerleşim Haritası Cerrahpaşa Kampüsü Yerleşim Haritası Bahçeköy Kampüsü Yerleşim Haritası Kadıköy Kampüsü Yerleşim Haritası Şişli Kampüsü Yerleşim Haritası |
|