|  | Bomba (Ömer Seyfettin) |  | 
|  05-13-2009 | #1 | 
| 
Şengül Şirin   |   Bomba (Ömer Seyfettin)   Bomba   (Ömer  Seyfettin)   Konu   Milli dil ve kültürüne yabancı yetişen kimliğini bulmasıdır    Özet  Rıhtım tenhadır  Olimpos Palas’ın, Kristal’in, Splandit Palas’ın, diğer küçük gazinoların lambaları çoktan sönmüştür  Tramvay yolunu tamir için yığılmış parke taşlarının ilersinde, denize inen küçük merdivenin başında, hareketsiz bir gölge dimdik durmaktadır  Gölgenin sahibi tahsilini Paris’te bitirip daha sonra dolgun bir maaşla İzmir’egiden ve orada aşık olduğu güzel bir İtalyan kızı olan Grazia ile evlenen genç mühendis Kenan Bey’dir  Kenan Bey Türklüğe, yani medeniyetsizliğe karşı olan garazi Avrupalılara, onların adetlerine, ananelerine, terbiyelerine, cemiyetlerine hayran olan ve bunları uygulayan kişiliği ile tanınmaktadır  Nazik ve şendir  Savaşa tamamen karşıdır  İşte bu gece Kemal Bey kırk sekiz saat boyunca işittikleri, gördükleri gazetelerde okuduklarının etkisindedir  Son derece rahatsızdır  Çünkü savaş çıkmıştır  İtalya Trablus’a saldırmıştır  Hayran olduğu, insaniyete hizmet ettiğine inandığı Avrupalıların önceden önem vermediği hatta bazen çok doğal bulduğu hareketleri aklına gelmektedir  İlk Fransa’yı hatırlar  Daima fazilete, insaniyete hizmet ettiğini haykıran bu millet, yüz senedir Afrika’yı kana boyamakta, masum, silahsız insanları öldürmekte onları esir edip hayatlarını, ruhlarını zapt etmektedir  Daha sonra İngiliz’leri düşünür ve İspanyol’ları, Almanları hatta Belçika ve Portekizlileri en sonunda da İtalyan’ları düşünür  Hepsi aynıdır  Kenan Bey yıllarca ruhunu zapt eden bu toplumun, Avrupalıların naçiz bir kulu, hizmetçisi olduğunu düşündükçe kahrolmaktadır  Düne gelinceye kadar kendisine bile Türküm demeye sıkıldığını ve bu memlekette kendisi gibi tarihinin büyüklüğünü, mazisinin şerefini, dedelerinin şanını bilmeyen, inkâr eden, milliyetinden uzak ve hatta utanan nekadar Avrupalılaşmış renksiz olduğunu düşünerek yürür  Evine gitme düşüncesinden uzaktır  Şuursuz bir şekilde Splandi Palas’ın önüne gelir  Bir odaya çıkar ve yatağa uzanır  Yaşadığı olaylar onu şaşırtmış, mevcudiyetini perişan etmiştir  Hakaretin, tecavüzün, itisafın şiddetinden ansızın uyanan millet, İtalyan mektebinin, acentasının, hastanesinin, hatta konsolosluğunun armalarını parçalamış, bayrak direklerini kırmış, sancaklarını yırtmıştır  Ne kadar İtalyan varsa şüphesiz kovulacaktır  İtalyan dostu görünecek bir Türk şüphesiz lanetler, nefretler, içinde tahkir olunacak, memleketten dışarı çıkarılacaktır  Başı ağrımakta başını arısından gözleri yaşarmaktadır  Yüzükoyun döner, gözünün önüne zevcesi, çocuğu, evi gelir  O hiç böyle bir günü düşünmemiş bu ana kadar mesut yaşamıştır  Avrupadan geldiği seneyi, gençlik ve bekarlık günlerini hatırlar  Bir İtalyan’la izdaviç etmek, hayatını birleştirmek ona doğal görünmüş, hatta iftihar edebilecek bir mümtazlık gibi gelmiştir  Gerçi Grazia ile evlenmek istediğinde Grazia’nın babası Kenen Bey’in Türk oluşından dolayı bir barbar, bir medeniyet düşmanına kızını vermesi şiddetle reddetmiştir  Daha sonra ise gerek kişisel menfaatlerini gerekse kızıyla yaptığı bir konuşma sonrasında Kenen Bey’i Rumeli ve Anadolu’da Türk namı altında yaşayan onyedi milyon Rumdan biri olarak değerlendirir  Hikaye, gençliğini Makedonya’da geçirmiş eski bir zabitin hatıralarından alınmıştır  Sene 1903 , yer Pirbeçik, genç zabit halinden ve içinde bulunduğu ortamdan oldukça şikayetçidir  Bu duruma rağmen kendine verilen görevleri yerine getirmeye çalışmaktadır  Genç zabit, devamlı İstanbul’u düşünmekte, o güzel İstanbul günlerinde yaptığı hovardalıkları anmaktadır  Şuan içinde bulunduğu durumu o eski günlere ne kadar zıt olduğunu, çekilmez olduğunu düşünmektedir  Oysa kendisi Hayat-ı Askeriye ye başlamadan önce hayallinde mükemmel, muntazam, şık bir ordu vardır  Taburun tüfekçisi Agah Usta da, genç zabitin bu durumu halinin farkındadır  Agah Usta bir akşam genç zabitin odasın gelerek ona bozuk İstanbul şivesiyle nasihatler vermeye başlar  Ona artık İstanbul hayellerini bir kenara bırakması gerektiğini Olayları fazla kafasına takmamasını, gerektiğinde gülüp geçmesini hatta akşamları gerektiğinde bir tek atmasını ve kendisinin de buna eşlik edebileceğini söyler  Agah Usta ayrıldıktan sonra genç zabit onun söylediklerinde doğruluk payı olduğuna kanaat getirir  Bir süre sonra genç zabitin Velmefçe taraflarındaki keşif görevine talip olur  Genç zabit kendisine verilen keşif görevi sırasında, düşmana ait boş erzak ambarları ve bir kaç köyden toplanan yüz-yüzelli kadar silahtan başka bir şey elde edememişlerdir  Civarda bir çete olabileceği ihtimaline karşı müfrezesiyle birlikte köyde kalır  İlk günler oldukça zordur  Yerleştiği kırık dökük, pislik içinde olan ev ve bulunduğu ortam adeta bütün mevcudiyetini yok etmiş, caresiz bırakmıştır  Taki bir sabah penceresinden bakarken gördüğü Bulgar kızına kadar  Genç zabit bu kızdan çok etkilenir  Ona ilk görüşte aşık olmuştur  Yaşadığı bütün olumsuzlukları ona unutturmuş sanki aklını başından almıştır  Bütün her şeyi bırakıp uzaklara kaçmayı bile düşünmeye başlamıştır  Lakin kendisinin bir Türk zabiti olması, ailesini ve ülkesini kötü bir duruma düşmemesi için , uzaktan uzağa kendi içinde bir aşk yaşamaya başlar  Bulgar kızı da bu durumun farkındadır  Genç zabitin devamlı onu izlediğini ve gözetlediğini bilmektedir  Bulgar kızıda genç zabiti her gördüğünde şu şarkıyı söylemektedir  ‘Naş, naş Çarigrad naş   Raz-va-tri’ Bu şarkının kendisi için söylenen bir aşk şarkısı olduğuna inanan ve bundan çok etkilenen zabit şarkıyı kendince tercüme eder  ‘Seni çok seviyorum Seni çok seviyorum Balkanlar’dan Şıka’dan Aşıp geldim sana Genç zabit şarkı sözlerini bu şekilde çevirdikten sonra, genç kızın söylediği şekilde mırldanmaya başlayarak, kızın her geçişinde ona doğru söyler  Ne yazık ki genç zabit için ayrılık zamanı gelmiştir  Askerler manastıra geri çağrılmaktadır  Oysa genç zabıt güzel Bulgar kızıyla bir tek kelime bile konuşamamıştır  Ona bu şekilde veda etmeden gitmek iztemez  Çantasında hiç kullanmadığı kolonyayı gideceği sabah hancının çırağı ile göndermeye karar verir  Böylece genç zabitin gönderdiği hediyeyi genç kız ne reddedebileçek ne de teşekkür edebileçekti  O sabah zabit pençereden dışarı baktığında güzel kızı göremez  Yine de çırağı yanına çağırır ve hediyeyi tarif ettiği kıza teslim etmesini söyler, çırakta ona kızın adının Rada olduğunu söyleyerek odadan ayrılır  O sırada hancı içeri girer ve zabitin toplanmasına yardımcı olmaya başlar  Artık zabıt dayanamayarak Rada’yı tanyıp tanımadığını sorar  Hancıda kendisini pek tanımam, ama babası iyi adam değildi, kilisede papaz iken kalktı bir gün komite oldu, geçen senede Velmefce’de vuruldu diye cevap verir  Zabit daha sonra o çok merak ettiği şarkı sözünün manasını sorar  Alacağı cevap onu yıkacak, kendisinden nefret etmesine neden olacak vicdanını rahatsız edecektir  Aşk şarkısı zannettiği şarkının Türkçe karşılı şudur  ‘Bizim olacak, bizim olacak İstanbul bizim olacak’ HÜRRİYET BAYRAKLARI Hikayenin kahramanı olan Türk , sıcak ve yorgun geçen bir günün akşamında Demirhisar’dan Cumayıbala’ya gelerek bir otele yerleşir  Sabahleyin zurna ve davul seslerine karışan naralar, türkülerin gürültüsü ile uyanır  Gerinirken, bu kansız ve hakikate ancak manasız alkış tufanlarından ibaret olan zavallı düzme Türk inkılabının ikinci senesi olduğunu hatırlar  Milli bir bayram olduğunu “Lakin, acaba hangi milletin bayramı? “ diye düşünerek kalkar  Pencereden bakar, dışarıda karmakarışık bir kalabalık, kaynaşarak gitmektedir  Bulgar dükkanları açıktır  Sahipleri bu diyara yeni gelmiş hakim yabancılar gibi önlerinden geçen sırma cepkenli Türk delikanlılarına gülümseyerek bakmaktadırlar  Bir süre bu geçiş törenini, On Temmuz kutlamalarını izler  Dalmıştır, Türkiye’nin, vatanının, bu mutlaka öleceğine iman edilen hasta adamın hayatını düşünür, yeise pek benzeyen acı bir hisle bütün zihniyetinin büzüldüğünü, işlemez bir hale geldiğini duymaktadır  Odanın kapısı açılır, Rum otelci atlarının hazır olduğunu söyler  Razlık’a gidecektir  Giyinir, yola çıkar  Bir saat sonra Papaz Bayırı’nı çıkan dik yokuşu tırmanmaktadır  Atından iner, tepeye çıkar  Biraz ileride bir atlı görür,kılıcının parıltısından bir zabit olduğunu anlar  Oda dinlenmektedir  yanına gider  Türkiye’de takdim ve takat dümebinced olmadığına Selam verir  Nereye gittiğini sorar  Gülümseyerek cevap verir  ‘Razlık’a efendim siz?’ ‘Ben de’ ‘O halde beraber gideriz’ Konuşmaya başlarlar  Konu politikadan açılır  Kahramanımız On Temmuz’un buralarda bile takdir olunduğunu söyler  Mülazım kahramanımızın hayretine canı sıkılmış gibi bir tavırla ‘On Temmuzu takdir etmek…’ bu da lafmı? Bu bizim en büyük en şanlı günümüz, en mukaddes milli bayramımız keşke bir gün yerine üç gün olsa der  Kahramanımız iddaaların aksini söyleyerek asabi munakaşacıları kızdırmak hoşuna gittiğinden ilave eder  ‘Hem bu nasıl milli bayram? Hangi milletin bayramı?’ ‘Osmanlı milletinin…   ’ ‘Osmanlı milleti demekle Türkleri mi kasdediyorsunuz?’ ‘Hayır, asla … Bütün Osmanlıları… ‘ ‘Bütün Osmanlılar kimlerdir?’ ‘Tuhaf sual! Araplar,Arnavutlar, Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Ulahlar, Yahudiler, Ermeniler, Türkler…Hasılı hepsi…’ ‘Bunlar demek hep bir millet?’ ‘Şüphesiz…’ ‘Fakat ben şüpheliyim’ der  Bu mümkün değildir ve bu imkansızlık nasıl riyazi ve bozulmaz bir kaide ise birbirlerinden tarihleri, ananeleri, meyilleri, müesseseleri, lisanları, mefkureleri ayrı milletleri cem edip hepsinden bir millet yapılamayacağını, bunları bir sayıp Osmanlı demesinin yanlış olacağını söyler Mülazım şaşırmıştır  Onun şüphesiz ilk defa işittiği, bu kadar basit ve adi bir hakikaten şaşalamasını sersemliğe çevirmek için sözlerine devem eder  Osmanlılık kelimesinin duveli bir tabirden başka bir şey olmadığını , Rumlar’ın, Bulgarlar’ın, Sırplar’ın, bütün o eski esirlerimiz olan bugünkü uyanık milletlerin, Türkler’den intikam almak ve kendi öz kardeşleriyle, Balkan hükümetleriyle birleşmekten daha tabi daha makul, daha haklı mefkureleri olmayacağını anlatır  Lakin mülazım anlamadığını, gözlerinden, birden coşmasından anlaşılmaktadır  Mulazım ‘sizinle münakaşa edemem’ der  Çünkü fikirlerimiz taban tabana zıt…! Ayağa kalkarlar, atlarını yedeğe alarak yüremeye başlarlar  Bir süre sonra mülazım ‘ah, bakınız azizim…’ diye haykırır, ‘bakınız işte Osmanlılığın şahidi’  Parmağıyla bin metre kadar ileride ucurumlu bir yarın kenarındaki küçük bir Bulgar köyünü gösterir  Köydeki sallanan kırmızı kırmızı hürriyet bayraklarının bugünkü Osmanlıların birbirleriyle en samimi ve hakiki kardeş olduklarını dünyaya anlaktıklarını, bu mukaddes On Temmuz gününü alkışlayan kırmızı bayrakları gösterir  Bulgar köyündeki insanların, Osmanlı vatanına düşmanlar hücum ettikleri zaman kendilerinden önce onların koşacaklarını, Osmanlılık namına kanlarını dökeceklerini savunur  Kahramanımız kendini tutamaz ve ‘Bu Bulgar’lar ha?…! der  ‘Evet bu Bulgarlar en sadık Osmanlılardır  Komitacılarla hiç münasebetleri yoktur  Fakat siz mutassıpsınız inanmazsınız  Daha sonra yollarından bir buçuk saat kaybedecek olmalarına rağmen kahramanımız mulazımın ısrarlarına dayanamaz ve köye gitmeye karar verirler  Köye geldiklerinde mulazımın en sadık dost dediği Bulgar’ların, tam aksine vurdumduymaz tavırları , hain ve kızgın bakışları ile karşılaşmışlar ve en önemliside mülazımın hürriyet bayrakları sandığı şeylerin aslında hava aldırmak üzere güneşe asılmış kırmızı biber dizeleri olduğunu şaşkınlık ve acı içinde görmüşlerdir  Ana Fikir   Türklük, Türkçülük ve milli benlik fikridir    Şahıslar  ve Olaylar KENAN BEY; Avrupa’da çalışan bir mühendistir  Sonuçta Avrupa’ya gittiği  için pişman oluyor  Vatanı seven bir kişidir  GRAZİA; güzel ve kendi kültürüne bağlı bir kadındır  Kenan bey’in  eşidir  Türklerin düşmanı olarak sayılır  PRİMO; Kenan beyin oğludur  Türk olduğunu için gurur duyardı,fakat Türkçe konuşmayı ve Türk kültürünü bilmedi  Kenan beyin etkisiyle kendi kültürünü sarılıyor    Yazar  Hakkında Bilgi  2  1884 tarihinde Gönen’de doğdu  Öğrenimine Gönen’de başlayan Ömer Seyfettin, Ayancık’ta ve annesiyle birlikte geldiği İstanbul’da Aksaray’daki Mekteb-i Osmaniye’ye devam etti, Eyüp’teki Baytar Rüşdiyesi’ni bitirip asker çocuğu olduğu için Kuleli Askeri İdadi’sine yazıldı (1893), bir müddet sonra da Edirne Askeri İdadisi’ne naklolarak öğrenimini burada tamamladı  Daha sonra İstanbul’da Mekteb-i Harbiye’ye gelen Ömer Seyfettin, piyâde mülâzımı sânisi rütbesiyle buradan mezun oldu  Teğmenlikle İzmir’de (1903-1910), sonra üsteğmen olarak Rumeli’de görev yaptı (1908-1910)  Askerlik’ten ayrılıp Selanik’e gelerek, Genç Kalemler dergisinde yazmaya başladı  Balkan Savaşında tekrar subay olarak orduya döndü, Yunanlılar’ın elinde bir yıl kadar esir kaldı  Esareti sırasında da öykü yazamaya devam ederek bunları Halka Doğru, Türk Yurdu ve Zakâ dergilerinde yayımladı  İstanbul’a dönünce ordudan ikinci kez ayrılıp, ölümüne kadar Kabataş Lisesi edebiyat öğretmenliği yapan Ömer Seyfettin, 6 Mart 1920 tarihinde İstanbul’da öldü   Öykü Kitapları Sağlığında, Tarih Ezelî Bir Tekerrürdür (1910), Harem (1918), Efruz Bey (1919) adlı hikâye kitapları yayımlandı  Bilgi Yayınevi Bütün Eserleri adıyla yazarın tüm çalışmalarını 16 kitapta topladı  Ömer Seyfettin’in bu seriden basılan öykü kitapları şunlar: Kahramanlar, Bomba, Harem, Yüksek Ökçeler, Yüzakı, Yalnız Efe, Falaka, Aşk Dalgası, Beyaz Lale, Gizli Mabet   | 
|   | 
|  | 
|  |