Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
dünya

Dünya

Eski 05-05-2009   #1
Şengül Şirin
Varsayılan

Dünya



Dünya, Güneş Sisteminde bir gezegen Çapı 12756km, kütlesi 5,97x1024 kg’dir Güneş’e uzaklığı 149597890 km’dir Güneş’in etrafında 365,25, kendi etrafında ise 1 günde döner Ortalama yüzey sıcaklığı 15 derecedir


Dünya


Dünya, Alm Erde Welt (f), Fr Terre (f), monde (m), İng Earth, world Güneş sistemindeki gezegenlerden biri Çapı 12756km, kütlesi 5,97x1024 kg’dir Güneş sistemi Alm Sonnensystem (m), Fr Systeme (m) solaire, İng Solar system Güneş ve uyduları ile birlikte gezegenler, kuyruklu yıldızlar ve meteor akımları da dâhil olmak üzere, onun etrâfında dönen gök cisimleri Güneş ve güneş çevresinde dolanan gök cisimlerinden meydana gelir Güneş sisteminde gezegen, uydu, kuyruklu yıldız ve meteor bulunur Güneş sisteminin oluşumu ile ilgili en çok bilinen teori Kant-Lapslace teorisidir
Güneş’e uzaklığı 149597890 km’dir Güneş’in etrafında 365,25, kendi etrafında ise 1 günde döner Ortalama yüzey sıcaklığı 15 derecedir Tek uydusu vardır: Güneş, Güneş Sistemi'nin merkezinde yer alan yıldızdır Orta büyüklükte olan Güneş tek başına Güneş Sistemi'nin kütlesinin % 99,8'ini oluşturur Geri kalan kütle Güneş'in çevresinde dönen gezegenler, asteroitler, göktaşları, kuyrukluyıldızlar ve kozmik tozdan oluşur Günışığı şeklinde Güneş'ten yayılan enerji, fotosentez yoluyla Dünya üzerisindeki hayatın hemen hemen tamamının varolmasını sağlar ve Dünya'nın iklimiyle hava durumunun üzerinde önemli etkilerde bulunur

Ay

Dünyanın uzaydan görünüşü mavi olduğu için uzay dilinde dünya mavi gezegen ismi ile de çağrılır Bu mavilik atmosferde bulunan oksijenin, güneş ışığının tayfı neticesidir Bu mavilik aynı zamanda kainatta yegane canlı bulunan yerin dünya olduğunu da göstermektedir Dünya'nın atmosferi esas olarak iki gazdan oluşmaktadır: Ay Alm Mond (m), Fr Lune, İng Moon Dünyanın tek doğal uydusu Dünyanın çapının dörtte birinden biraz fazla olan çapı ile güneş sistemi içinde en büyük uydulardan biridir Dünya etrafında her kameri ayda bir eliptik yörünge etrafında dönüşünü tamamlar Dünya ve güneşe kıyasla yerine bağlı olarak ayın şekli birçok zamanlarda (devrelerde) değişerek, tam bir daire veya ince uzun bir hilal şeklinde gözükür Her ayda birkaç gün, yeni ay denilen zamanda, ay dünyadan bakıldığında tamamen kara

Nitrojen (%78) ve bkz Azot

oksijen (%21) Ayrıca bileşimde az miktarda da olsa Elementler içinde çok bol bulunanı olduğu hâlde, eski kimyâcıların gözünden kaçan renksiz, kokusuz ve tatsız bir gaz İlk defâ 1774 yılında JPriestley tarafından, cıva oksidin ısıtılması ile elde edildi 1781’de Lavoisier, oksijenin, havada bulunan ve yanmayı hâsıl eden bir madde olduğunu bildirdi Bu maddeye, asit yapısı anlamına gelen oxygenıum ismini verdi Çünkü Lavoisier, bütün asitlerin oksijen ihtivâ ettiğini sanıyordu

argon ve Alm Argon, Fr Argon, İng Argon Soygazlardan bir element Sembolü Ar, erime noktası -189 derece, kaynama noktası -185,7 derecedir Üç tane izotopu vardır Atom numarası 18’dir Elektron dizilişi (Ne) 3S23P6dır Kuru havada % 0,93 (ağırlıkça) oranında bulunmaktadır Buradan anlaşılacağı üzere kuru havada azot ve oksijenden sonra çokluk bakımından üçüncü elementtir Havanın karbondioksit miktarından 30 kat fazladır

karbon dioksit gibi başka gazlar ve değişken miktarda su buharı bulunur Güneş sistemindeki başka hiçbir gezegen, dünyaya benzer bir atmosfere sahip değildir

Dünya güneşten tibaren üçüncü büyük gezegendir Güneşten 149589000 km uzakta elipsoidal bir yörünge boyunca dönmektedir Güneş etrafındaki bir dönüşü güneş yılı olarak tarif edilmiş olup 365 gün 5 saat 48 dakika ve 46 saniyedir Bu dönüşünden mevsimler hasıl olur Kutuplardan basık karpuz biçimindedir Dünyanın yuvarlak olduğunu Avrupalılardan ilk açıklayanlar Kopernik (1540) ve Galile (1640)dir Bundan çok daha önce dünyanın yuvarlak olup döndüğünü büyük İslam alimleri mesela, Brûn isbat etmişti Endülüs İslam Üniversitesinde astronomi profesörü olan Nûreddn Batrûc ise 1185 senesinde yazdığı El-Hayat kitabında bugünkü astronomiyi anlatmaktadır Pekçok Avrupalı Endülüs Üniversitesinde tahsil yapmış, fennin Avrupa’ya yayılmasına çalışmışlardır

Dünyanın ekvatordaki çapı 12756,3 km, kutuplardaki çapı ise 12713,6 km’dir Ekvator bölgesinde çapın büyük olması dünyanın ekseni etrafında hızla dönüşünün neticesi olabilir Dünyanın yoğunluğu 552 gr/cm3tür Atmosferinde % 7809 azot, % 2095 oksijen ve az miktarda da hidrojen, karbondioksit, helyum, argon, kripton, metan, neon bulunur Atmosferdeki su miktarı ise % 02-04 arası değişir

Dünya bir günde, yani 23 saat 56 dakika 4 saniyede kendi ekseni etrafında bir tur atar Bu dönmesinden gece ve gündüz hasıl olur Dünyanın ekseni yer küresi ile güneş arasındaki doğruya dik olmayıp bu doğruya dik olan aydınlanma düzlemine 23,5 derece eğik olduğu için gece ile gündüz uzunluğu yalnız ekvator üzerinde her zaman eşittir

Diğer yerlerde eşit olmayıp her ay değişmektedir Ekvatordan kutuplara doğru gidildikçe gece ile gündüz arasındaki fark artar Kutuplarda altı ay gündüz, altı ay gece sürer Gece de tam gece değil yarı karanlıktır Son yapılan ölçümler ayrıca göstermiştir ki, günün uzaması kısalması, ayın çekim kuvveti etkisi ile dünya dönüş hızında yaptığı yavaşlatma sebebiyle de değişmektedir Güneşin, ayın ve diğer gezegenlerin çekim kuvvetleri etkisi ile 41000 senelik bir peryotta dünyanın eğimi 23,5 derece ile 22 derece arasında değişir Her mevsim dünyanın eksenel eğimi farklıdır

Dünya güneş etrafında elips şeklindeki yörüngesinde dönerken güneşten mesafesi artar ve azalır En yakın noktada dünyanın ekseni etrafında dönüş hızı da saniyede 960 km artar Bunun neticesi olarak kuzey yarım kürede kışlar, kısa ve daha ılık geçer Buna mukabil güney yarımkürede de yazlar uzun ve serin geçer Güneşin, ayın ve diğer gezegenlerin çekim kuvveti sebebiyle yörünge elipsindeki yaklaşma ve uzaklaşma özelliği 25800 sene ara ile değişir Kuzey Yarımkürede bugünkü özellikler 12900 sene sonra tam tersine dönecektir Kıtaların Kuzey Yarımküresine kümelendiği düşünülürse dünya ileride takrar bir buz çağı yaşıyabilir

Yer kürenin oluşumu

Başlangıcına ilişkin eski bir kurama göre önce Bir atom karbonla iki oksijenin birleşmesinden meydana gelen gaz Kömürün yanmasından, üzüm suyunun mayalanmasından,

Güneş var olmuştu, daha sonra Güneş, Güneş Sistemi'nin merkezinde yer alan yıldızdır Orta büyüklükte olan Güneş tek başına Güneş Sistemi'nin kütlesinin % 99,8'ini oluşturur Geri kalan kütle Güneş'in çevresinde dönen gezegenler, asteroitler, göktaşları, kuyrukluyıldızlar ve kozmik tozdan oluşur Günışığı şeklinde Güneş'ten yayılan enerji, fotosentez yoluyla Dünya üzerisindeki hayatın hemen hemen tamamının varolmasını sağlar ve Dünya'nın iklimiyle hava durumunun üzerinde önemli etkilerde bulunur

gezegenler ondan kopmuştur Artık geçerli sayılmayan bu kurama göre Bir yıldızın etrafında dolanan ve kendisi yıldız olmayan doğal gök cisimlerine gezegen adı verilir Dar anlamıyla, Güneş Sistemi içinde, Güneş'in doğrudan uydusu olan ve Uluslararası Gökbilim Birliği (IAU) tarafından bu tanıma uygun bulunmuş 8 gök cismini belirlemede kullanılır

Güneş ilk oluştuğu zaman bugünkünün 50-60 katı büyüklükteydi ve kendi çevresinde hızla dönüyordu Bu dönme hareketinden doğan merkezkaç kuvvetin etkisiyle Güneş, Güneş Sistemi'nin merkezinde yer alan yıldızdır Orta büyüklükte olan Güneş tek başına Güneş Sistemi'nin kütlesinin % 99,8'ini oluşturur Geri kalan kütle Güneş'in çevresinde dönen gezegenler, asteroitler, göktaşları, kuyrukluyıldızlar ve kozmik tozdan oluşur Günışığı şeklinde Güneş'ten yayılan enerji, fotosentez yoluyla Dünya üzerisindeki hayatın hemen hemen tamamının varolmasını sağlar ve Dünya'nın iklimiyle hava durumunun üzerinde önemli etkilerde bulunur

Güneş'ten dışarıya bir miktar madde savruldu Önce çok uçucu olmayan Güneş, Güneş Sistemi'nin merkezinde yer alan yıldızdır Orta büyüklükte olan Güneş tek başına Güneş Sistemi'nin kütlesinin % 99,8'ini oluşturur Geri kalan kütle Güneş'in çevresinde dönen gezegenler, asteroitler, göktaşları, kuyrukluyıldızlar ve kozmik tozdan oluşur Günışığı şeklinde Güneş'ten yayılan enerji, fotosentez yoluyla Dünya üzerisindeki hayatın hemen hemen tamamının varolmasını sağlar ve Dünya'nın iklimiyle hava durumunun üzerinde önemli etkilerde bulunur

mineral ve

metallerin yoğunlaşmasıyla Yüksek elektrik ve ısı iletkenliği gösteren elementler sınıfı Metallerin yaygın bir şekilde kullanılmaları, istenilen şekle getirilebilme ve diğer metallerle karışımlarının kontrol altında tutularak, mukavemet ve diğer özelliklerinin arttırılabilmesindendir Metallerin sertlik ve mukavemet kabiliyetleri gibi mekanik özelliklerini kontrol için sâdece alaşım yapmak değil, deformasyon ve ısıl-işlem metodları da kullanılır

iç gezegenler, sonra uçucu gazların yoğunlaşmasıyla dış gezegenler oluşmuştur

Güneş'in ve bütün gezegenlerin aynı zamanda oluştuğunu ileri süren yeni bir kurama göre de Güneş, Güneş Sistemi'nin merkezinde yer alan yıldızdır Orta büyüklükte olan Güneş tek başına Güneş Sistemi'nin kütlesinin % 99,8'ini oluşturur Geri kalan kütle Güneş'in çevresinde dönen gezegenler, asteroitler, göktaşları, kuyrukluyıldızlar ve kozmik tozdan oluşur Günışığı şeklinde Güneş'ten yayılan enerji, fotosentez yoluyla Dünya üzerisindeki hayatın hemen hemen tamamının varolmasını sağlar ve Dünya'nın iklimiyle hava durumunun üzerinde önemli etkilerde bulunur

Samanyolu Götadası'ndaki dev bir gaz ve toz bulutu kendi kütleçekim kuvvetinin etkisiyle büzülmeye başladı

Bu madde parçacıklarından çok büyük bölümünün yoğunlaşmasıyla Güneş oluştu; bu kütle giderek öyle büyüdü ve madde yoğunluğu öylesine arttı ki bir süre sonra nükleer tepkimiler için elverişli bir ortama dönüştü Öte yandan buluttaki daha küçük madde yoğunlaşmalarıyla da ilk gezegenler oluşmaya başladı Bugünkü gezegenlerin öncülü olan bu ilk gezegenler başlangıçta birer gaz kütlesi halindeydi, ama hiçbiri nükleer tepkimelerin başlayabileceği kadar büyük değildi Güneş'in sıcaklığı arttıkça çevresindeki yakın gezegenleri, yani yerbenzeri gezegenler kuşatan gaz bulutları yok oldu ve geride büyük olasılıkla erimiş durumdaki minerallerden oluşan çekirdekleri kaldı Güneş'e çok uzak olan öbür gezegenler ise pek fazla değişikliğe uğramadan bugüne kadar ulaştı

Dünya'nın Yaşı

Dünya'nın yaşı doğrudan doğruya bkz Nükleer enerji

kayaçların yaşıyla ölçülmez Çünkü bilinen en yaşlı kayaçların bile bugün artık yeryüzünde var olmayan daha yaşlı kayaçlardan oluştuğunu biliyoruz Bugüne kadar saptanabilen en yaşlı kayaçlar Kayaç, mineral topluluklara verilen ad Çeşitli mineralleri veya taş parçacıklarının veya tek bir mineralin çok sayıda birikmesinden meydana gelir

Grönland'ın batısında bulunmuştur ve 3,8 milyar yaşındadır Demek ki Dünya'nın yaşı bundan daha fazladır

Bugün Dünya'nın yaşını hesaplamak için dünyanın gözü dünya nın gözü olur çünkü yer çubuklarnı yer değiştirmesi dönmesine elementlerin dönüşümüdür Örneğin radyoaktif Grönland (Kalaatdlit Nunaat), Atlantik Okyanusu'nun kuzeyinde yer alan Dünya'nın en büyük adasıdır (2 175 600 Km) Danimarka Krallığı'na bağlı bir özerk yönetime sahipitir Nüfusu 54 600 (1988); başkenti Nuuk (eski adı Gothab;11 209; 1986) Coğrafya

Davis Boğazı, Baffin Denizi, Smiyh, Kennedy ve Robenson boğazları ile güneydoğuda İzlanda'dan, kuzeydoğuda da Svalbard'dan ayrılan ada; kuzeyden güneye doğru uzanan bir kitle durumundadır Kuzeyde Morris Jusup, güneyde Farvel burnu

uranyum elementinin uranyum-238 ve uranyum-235 gibi iki ayrı tipte atomu ( Periyodik tablonun III B grubundaki aktinitler serisinde yer alan radyoaktif kimyâsal element Yoğun, sert ve gümüş beyazı renginde bir metal olan uranyum tabiî elementler arasında atom ağırlığı en yüksek olanıdır Kimyâda “U” sembolüyle gösterilir 1789’da M H Klaproth tarafından keşfedilen uranyum EM Péligot tarafından 1841 yılında uranyum-4-oksitten (UO2) izole edildi 1896’da Henri Bucquerel uranyumun radyoaktif bir element olduğunu keşfetti 1934’te Fermi ve çalışma arkadaşları uranyumu

izotop) vardır Bu atomların ikisi de çok yavaş bir süreçle İzotop Atom numarası aynı, fakat atom ağırlıkları farklı olan elementlere verilen ad Kimyasal özellikleri hemen hemen aynı olduğu için periyotlar cetvelinde aynı yerde bulunan, bu elementlere izotop elementler denir

Tarihçe: 1907’de HN Mc Coy ve WH Ross belirli radyoaktif bozunma ürünlerinin toryumda olduğu gibi aynı kimyevi özelliğe ve farklı atom ağırlığına sahib olduğunu keşfettiler 1913’te bu elemente izotop adı FSoddy tarafından verildi Kararlı halde bulunan izotopların v

kurşun Atom numarası: 82 Simge: Pb Kütle numarası: 20719 Kaynama Noktası (C): 1725 Erime Noktası (C): 3274 Yoğunluk: 114 Buharlaşma Isısı: 422 Kaynaşma (Füzyon) Isısı: 122 Elektriksel iletkenlik: 0046 Isıl iletkenlik: 0083 Özgül Isı Kapasitesi: 0031

atomlarına dönüşür Öbür uranyum izotopundan biraz daha ağır olan uranyum-238'in dönüşümüyle daha hafif bir kurşun izotopu olan kurşun-206, uranyum-234'in dönüşümüyle de biraz daha ağır bir izotop olan kurşun-207 atomları oluşur Uranyum-235'in kurşuna dönüşme hızı uranyum-238'in dönüşme hızından altı kat daha fazladır Bu nedenler, incelenen bir kayaçtaki kurşun-206 ve kurşun-207 atomlarının oranı kayacın yaşına bağlı olarak değişir En yaşlı olduğu düşünülen bir kurşun minerali ile bugün Antik çağda yetişen pek çok düşünürle birlikte, maddenin yapısı sorgulanmaya başlamıştır İlk kez Thales evreni anlamanın yolunun maddeyi anlamaktan geçtiğini ifade ederek, materyalist felsefeye ilk adımı atmıştır Daha sonra Anaximander, evreni oluşturan apeiron denen bitmez, değişmez, görünmez bir maddeden bahsetmiştir

okyanuslarda oluşan kurşunun izotop yapısı arasındaki fark, ancak bu iki örneğin oluşumları arasında 4,55 milyar yıllık bir zaman dilimi olmasıyla açıklanabilir Bu süre de Dünya'nın yaşı olarak kabul edilebilir En eski kayaçların yaşını hesaplamak için radyoaktif Okyanus kelimesi Yunanca "nehir" anlamına gelen "Okeanos"'dan gelmektedir, Yunanlılar Cebelitarık Boğazı'ndan gelen güçlü akıntıyı fark etmişler ve bunun bir nehir olduğunu düşünmüşlerdir

rubidyum elementinin stronsiyuma dönüşme süreci de temel zaman ölçeği olarak alınabilir Bunun sonucunda dünyamızın tahminen 55 milyar yıllık olduğu saplanıyor

Biçimi

Dünya'nın üzerindeki topografik oluşumlar ve kendi ekseni etrafındaki eksantrik hareketi nedeniyle düzgün bir geometrisi yokturGeoibs bir biçimdedir, fakat ekvatordaki yarıçapı kutuplardaki yarıçapından fazladır Bu kutuplarından basık küresel geometrik şekil "''geoid''" ( Alkali metaller sınıfından bir element Rb sembolüyle gösterilir İlk defâ 1860 yılında Bunsen ve Krichhoff tarafından spektral analizle, lepidolit minerali içerisinde varlığı tespit edildi

Latince, Latin Dili ve Edebiyatı ile Yunan Dili ve Edebiyatı iç içe iki ana bilim dalıdır ve Klasik filoloji olarak bilinmektedir Latince'nin günümüzdeki önemi bilim dalı olmasıdır; bu nedenle batı dillerinin ve yazınlarının yanı sıra Eskiçağ ve Ortaçağ Tarihi, felsefe tarihi, epigrafi, tiyatro tarihi, Roma Hukuku gibi bir çok alanda, ayrıca Osmanlı arşivlerinde bulunan Latince yazılmış belgeler üzerinde bilimsel araştırma yapmak için gereklidir

Eski Yunanca ''Geo'' "dünya") yani "''Dünya şekli''" diye adlandırılır Referans küremsinin ortalama çapı 12742 km'dir (~40000 km/π) Yer'in ekseni etrafında dönmesi ekvatorun dışarı doğru biraz fırlamasına neden olduğu için ekvatorun çapı, kutupları birleştiren çaptan 43 km daha uzundur Ortalamadan en büyük sapmalar, bkz Yunanca

Everest Dağı (denizden 8848 m yüksekte) ve {{Dağ

Mariana Çukuru dur (deniz seviyesinin 10924 m altı) Dolayısıyla ideal bir elipsoide kıyasla Yer'in %0,17'lik toleransı vardır Ekvatorun şişkinliği yüzünden Yer'in merkezinden en yüksek nokta aslında Image:Mariana_trench_locationjpg|right|300px|thum b|Mariana Çukuru

Ekvadordadır

Dünyanın Fiziki Özellikleri

Dünyanın toplam yüzey alanı yaklaşık olarak 5102 milyon km2dir Bu yüzölçümünün yaklaşık yüzde 708’i su ile ve 292’si de kara ile örtülüdür Kıtalar daha ziyade kuzey yarım kürede toplanmıştır Coğraf kuzey kutup, okyanus ortasına; güney kutup ise, buzlarla kaplı Antarktika kıtasına rastlar

Dünya kabuğu devamlı hareket halinde olup, radyoaktif maddelerin reaksiyonu ile meydana çıkan ısı neticesi devamlı dışarı itilir Bu kuvvet yer yer kırılmalar ve yeni toprağın yüzeye çıkmasına sebep olur Yer kabuğu kalınlığı kıtalarda yaklaşık 35 km, okyanuslarda 4,8-6,4 km mesafeye ulaşır

Yer kubuğunu 2900 km kalınlıkta ergimiş metal tabaka takip eder En içeride 3200 km çapında top biçimde iç kor kütle vardır Dünyanın kütlesi 5,98X10 27 gram olarak hesaplanmıştır Dünya kabuğunun analiz neticesine göre % 46’sı oksijen, % 28’i silikon, % 11’i kalsiyum, potasyum, mağnezyum ve % 8’i alüminyumdur

Dünyanın etrafında dönüşü, metal kordan ötürü elektrik akımları doğurur Bu elektrik akımlarının doğurduğu manyetik saha ise dünya üzerinde yaşayan canlıları güneş ve diğer yıldızların yaydığı zararlı parça radyasyonlarına karşı koruma görevi yapar Manyetik saha yönü değişirse bu değişmenin dünya üzerinde yaşıyan canlıların çoğunun ölmesine sebeb olacağı, deniz dibi incelemelerinde bir zamanlar ölmüş olan hayvanlardan anlaşılmıştır Kayaların incelenmesinden dünya manyetik saha yönünün değişmesinin 750000 ile 7700000 senede bir tekrarlandığı anlaşılmıştır Bugünkü durumun 730000 sene önce yine aynı olduğu tahmin edilmektedir

Yer’in İç Yapısı

Yer, yüzeyden merkeze doğru genel olarak üç tabakadan meydana gelir:

1 Litosfer (Taşküre)+ Kabuk: Yerin üzerinde bulunduğumuz katı kısmıdır Yüzeyden içeri doğru 33 m’de 1° sıcaklık artar Yer kabuğu yaklaşık 35 km kalınlıktadır Bu tabakada alüminyumlu silikatlar esas kütleyi teşkil eder Ortalama yoğunluğu 2,5-3’tür

2 Pirosfer (Ateşküre)-Örtü (Manto): Kalınlığı 2900 km’dir Sima ve Nifesima diye iki tabakaya ayrılır Merkeze doğru sıcaklığın kısmen artması sebebiyle bu tabakanın sıvı olması ileri sürülmüş, fakat faaliyette bulunan volkanlardan lavların alınması, deprem dalgalarının hızlarından yerin içinin sıvı olmadığı anlaşılmıştır Mağnezyumlu silikatlar ve demirli elementlerin bulunduğu bu tabakanın ortalama yoğunluğu 3-5’tir

3 Barisfer (Ağırküre)-Çekirdek: Ağır madenlerden demir ve nikel bulunur Ortalama yoğunluğu 11’dir İç çekirdeğe kütle sebebiyle yapılan basınç 4 milyon atmosfere varır Çelikten daha sert durumdadır Yer’in Dış Yapısı

Yerin etrafını atmosfer adı verilen Lui gaz tabakası sarmıştır Eski Yunanca Atmos= nefes, sphere= küre, Atmosfer= nefes alınan küre, hava küre demektir % 78,09 azot, % 20,95 oksijen, % 1’de su buharı, karbondioksit, hidrojen, helyum ve soy gazlar bulunduğu daha önce bildirilmişti Atmosferin yoğunluğu yere yakın kısımlarda azalır Yerden yukarı doğru 4 tabaka vardır:

1 Troposfer: 16 km’ye kadar uzanır Atmosferdeki gazların % 75’i bu tabakada bulunur Sıcaklık 100 m’de 0,56 derece düşer Meteorolojik olaylar bu tabakada, bilhassa bu hareketlerde önemli rolü olan su buharının olduğu 3-4 km’lik bölümde cereyan eder, 9 km’den sonra solunuma, 17 km’den sonra ateş yakmaya yeterli oksijen bulunmaz

2 Stratosfer: Troposferden sonra 30-35 km’ye kadar olan tabakadır Sıcaklık ve hava hareketlerinin nisbeten sakin olduğu bir tabakadır Ultraviyole ışınlar tesiri ile oksijen gazı ozon haline döner 19-45 km arasında ozon tabakası olmasaydı, atmosferden geçen ultraviyole ışınlar şimdikinden 50 defa daha kuvvetli olup yeryüzünde sular dışında hayat olmazdı Ozon tabakası bugünkünden 2 kat daha fazla olsaydı, yere ulaşan ultraviyole ışınları bugünkünün 10’da biri kadar az olup hayat bu hale gelmeyecekti Atmosferdeki gazların % 97’si 27 km’ye kadar bulunur

3 Mezosfer: Stratosferden 80-90 km’ye kadar uzanan tabakadır

4 İyonosfer: 80-90, 250-300 km arasındadır Seyrek gaz iyonları bulunur İyonların özelliklerine göre harflerle gösterilen tabakalara ayrılır İyonların güneşten aldıkları enerji tesiriyle sıcaklıkları fazladır Ancak insan oralara çıksa, çok seyrek oldukları için bu yüksek sıcaklığı fark edemez Bu tabaka radyo dalgalarını aksettirir Kutup ışığı belirir Füzelerle incelenmektedir

5 Ekzosfer: 300 km’den yukarıdadır Yer çekimi tesiri çok azalır Hidrojen ve helyum gibi hafif gazların atom ve iyonları bu çekimden kurtulup uzaya kaçabilir Atmosferin sebep olduğu olaylar:

1 Gökyüzünün rengini verir: Güneşten gelen ışınların, % 15’i atmosfer tarafından emilir % 27’si yeri ısıtır % 8’i yere çarpıp uzaya yansır % 25’i atmosferde dağılmaya uğrar

Dağılmaya uğrayan ışınlar gölge yerlerin aydınlanmasını ve mavi ışınların kırmızı ışınlara nazaran daha fazla dağılması sebebiyle havanın mavi görünmesini sağlar % 25’in; 16’sı yine yere iner Havanın sıcaklığı daha ziyade alttan ısınma ile olur Atmosfer olmasaydı, gökyüzü karanlık olacak, gündüzün yıldızlar görünecekti Güneş gören yerler aydınlık ve sıcak, gölge yerler karanlık ve soğuk olacaktı

2 Yeryüzünün ısınmasına sebep olur Yere gelen güneş enerjisi atmosfer sebebiyle uzaya kaçamaz Hava cereyanları ile güneş gören yerlerin çok sıcak, gölge yerlerin çok soğuk olmasına engel olur Kış odasının, pencere camından giren güneş ışınları ile ısınması gibi atmosfer sebebiyle de yeryüzü ısınır Yani atmosferi geçip yere gelen güneş ışınları atmosferden tekrar uzaya kolayca dönemez

3 Basınç sebebiyle yerde suyun bulunmasına, buharlaşma yolu ile kaybolmasına sebep olur

4 Kırılma olayı görülür

5 Tan olayı meydana gelir (Bkz Atmosfer)

Yerkabuğu



Yerkabuğu mantoya oranla daha hafif maddelerden oluşmuştur ve bu iki katman arasındaki geçiş bölgesi nerdeyse kesin bir sınır çizer Bu geçiş bölgesi, böyle bir sınırın varlığını ilk kez saptayan Yugoslav bilim adamı Güney Amerika’nın kuzeybatı kıyısında yer alan bir devlet Kuzeyinde Kolombiya, doğu ve güneyinde Peru, batısında ise Büyük Okyanus yer alır Büyük Okyanus kıyılarına yaklaşık 1000 km mesâfedeki Galapagos adalar topluluğu da Ekvador’a âittir Ülke topraklarının genişliği kuzey-güney doğrultusunda 720 km, doğu-batı doğrultusunda ise 640 kilometredir
Detaylı bilgi için linke tıklayınız
Andrije Mohoroviçiç'in ( 1857-
Detaylı bilgi için linke tıklayınız
1936) adıyla "Mohoroviçiç süreksizliği" kısaca "
Detaylı bilgi için linke tıklayınız
M-süreksizliği" ya da "moho" olarak anılır Bu sınırın varlığını gösteren en önemli kanıt yerkabuğundaki deprem titreşimlerinin süreksizlik bölgesinden geçip mantoya ulaştığında bir denbire hızlanmasıdır

Yer kabuğu okyanusların ve denizlerin altında uzandığı zaman "okyanus kabuğu" , kıtaları oluşturduğu zaman'da "kıta kabuğu" olarak adlandırılır Okyanus kabuğunun kalınlığı 6-8 km arasındadır Oysa ortalama kalınlığı 40 kilometreyi bulan kıta kabuğu yüksek sıradağların altında 60-70 kilometreye ulaşır

Okyanus kabuğu üç katmandan oluşur En alt katman, yerin derinlerindeki erimiş maddelerin ( magmanın) katılaşmasıyla oluşan korkayaçlardır Orta katman yanardağ lavrarından, üst katman ise temel olarak kum ve çamur gibi tortullardan oluşur Okyanus kabuğu sürekli hareket halindedir Bu nedenle kabukta okyanus sırtları boyunca çatlaklar oluşur ve bu çatlakların arasından yüzeye çıkan erişmiş maddelerin sertleşmesiyle okyanus kabuğuna yeni katmanlar eklenir Bu yeni kabuk sertleşdikten sonra yılda 1 ile 10 cm kadar ilerliyerek yavaş yavaş okyanus sırtından iki yana doğru yayılır Böylece okyanus sırtları suyun altında yüksek sırdağlar oluşturur

Yerkabuğu çok sayıda eğri levhanın yan yana dizilmesiyle oluşan bir bütün olarak düşünebilir Bu levhalar mantonun oldukça yumuşak üst katmanına oturduğu için sağa sola hareket edebilir Okyanus sırtları, okyanus çukurları ve bazı uzun kırıklar yalnızca levhaların kenarlarında oluşur; bu kırıkların olduğu yerlerde de levhalar kayarak birbirinin üstüne binebilir Levhalardan çoğunun üzerinde bu levhalarla birlikte hareket eden bir ya da birkaç kıta bulunur Nitekim, bir zamanlar iki kıtaya ayıran okyanus kabuğunun çökmesiyle kıtalar bazı yerde birbirine iyice yaklaşmış, hatta üst üste binmiştir Örneğin aralarındaki okyanus kabuğu cökmesi sonucunda Hindistan ve ile Asya kıtası çarpışmış ve iki karanın kenarları yükselerek Himalaya Dağları'nı oluşturmuştur Büyük ve şiddetli depremlerin hemen hepsi bu levhaların kenarlarında, bir levhanın öbürünün altına girmesiyle olur Aynı biçimde, en etkin yanardağlar da okyanus kabuğunun ya İzlanda'da olduğu gibi yükselerek sırta dönüştüğü ya da Andlar'da olduğu gibi çökerek kıtaların altına girdiği yerlerde bulunur

Okyanus tabanının yanlara doğru yayılarak genişlemesi çok çarpıcı bir biçimde kanıtlanmıştır Bu kanıtlamanın en önemli dayanak noktası da Dünya'nın magnetik alanının yukarıda anlatıldığı gibi zaman zaman yön değiştirmesidir Yerkabuğunun derinliklerindeki erimiş magma yüzeye çıkarak kristalleşirken bazı mineral parçacıkları mıknatıslanır Böylece her biri Dünya'nın magnetik kutuplarını gösteren küçük birer mıknatısa dönüşür Jeologlar yaşları bilinen lav katmanlarının, yapılarındaki mıknatıslanmış parçacıklar bazen kuzey, bazen güney magnetik kutbuna yönelecek biçiminde yan yana yerleştiğini saptamışlardır Bunun nedeni, bir katmandaki mıknatıslanmış parçacıkların kuzey ve güney kutuplarının Dünya'nın magnetik kutuplarına uygun olarak dizilmesi, sonra magnetik kutuplar yön değiştirdiğinde üstteki yeni katmanda bulunan parçacıkların bir önceki katmandakilere ters yönde yerleşmesidir Kısacası okyanus kabuğu magnetik bantlı dev bir kayıt aleti, yani bir teyp gibi Dünya'nın magnetik alanındaki bütün değisikleri bir bir kaydetmiştir

Levha hareketleri

Levha hareket teorisi'ne (tektonik levha teorisi olarak da bilinir) göre Yer'in en dış kısmı iki tabakadan oluşur: kabuğu da kapsayan litosfer ve mantonun katılaşmış dış kısmı Litosferin altında astenosfer bulunur, bu mantonun yüksek viskoziteli olan iç kısmıdır

Litosfer, astenosferin üzerinde, tektonik levhalara ayrılmış bir halde yüzmektedir Bu plakalar belli temas noktalarında üç tür hareketten birini gösterirler: yaklaşma, uzaklaşma veya yanyana kayma Bu temas noktalarında depremler, volkanik faaliyetler, dağ oluşumları ve okyanus dibi hendekler oluşur

Ana plakalar şunlardır: Afrika plakası, Afrika'yı kapsar
Antarktik plakası, Antarktika'yı kapsar
Avustralya plakası, Avustralya'yı kapsar (Hint plakası ile 50-555 milyon yıl önce birleşmiştir)
Avrasya plakası, Asya ve Avrupa'yı kapsar
Kuzey Amerika plakası, Kuzey Amerika ve kuzey-doğu Sibirya'yı kapsar
Güney Amerika plakası, Güney Amerika'yı kapsar
Büyük Okyanus plakası, Büyük Okyanus'unu kapsar

Önemli küçük plakalar arasinda Hint plakası, Arabistan plakası, Karaip plakası, Nazka plakası, Skotia plakası ve Anadolu plakası sayılabilir

Aşınma

Kıtaları oluşturan güç, levha hareketlerinin motoru olan Yer'in iç enerji kaynağıysa, çok daha büyük bir dış enerji kaynağı, kıtaları aşındırarak yok etme sürecinde etkili olur: Güneş enerjisi Atmosfer hareketlerini ve su döngüsünü sürdürmek için gerekli enerjiyi sağlayan güneş ışınları, su ve rüzgar aşındırması ile kıta yüzeylerinden koparılan minerallerin yine bu iki araç yardımıyla okyanus tabanlarına taşınarak çökmesine yardımcı olur Bu mekanizma ile okyanus kabuğu üzerinde gittikçe kalınlaşarak biriken tortul kaya katmanı, dalma-batma mekanizması sırasında yerküre içlerine taşınarak yeniden erir

Aşınma mekanizması, suyun yerçekimi etkisi altındaki hareketlerini izler, yüksek dağların aşınarak alçalmasına, okyanus derinliklerinin dolarak yükselmesine yol açar, sonuçta yer yuvarlağının girinti ve çıkıntılarının törpülenerek çekim etkisi ile belirlenmiş ideal jeoit biçimine yaklaşması yönünde çalışır

Güneş Sistemi’nin Oluşumu Güneş Sistemi’nin oluşumu ile ilgili farklı teoriler ortaya atılmıştır En geçerli teori sayılan Kant-Laplace teorisine Nebula teorisi de denir Bu teoriye göre, Nebula adı verilen kızgın gaz kütlesi ekseni çevresinde sarmal bir hareketle dönerken, zamanla soğuyarak küçülmüştür Bu dönüş etkisiyle oluşan çekim merkezinde Güneş oluşmuştur Gazlardan hafif olanları Güneş tarafından çekilmiş, çekim etkisi dışındakiler uzay boşluğuna dağılmış ağır olanlar da Güneş’ten farklı uzaklıklarda soğuyarak gezegenleri oluşturmuşlardır

Dünya’nın Oluşumu

Dünya, Güneş Sistemi oluştuğunda kızgın bir gaz kütlesi halindeydi Zamanla ekseni çevresindeki dönüşünün etkisiyle, dıştan içe doğru soğumuş, böylece iç içe geçmiş farklı sıcaklıktaki katmanlar oluşmuştur Günümüzde iç kısımlarda yüksek sıcaklık korunmaktadır Dünya’nın oluşumundan bugüne kadar geçen zaman ve Dünya’nın yapısı jeolojik zamanlar yardımıyla belirlenir

Jeolojik Zamanlar

Yaklaşık 4,5 milyar yaşında olan Dünya, günümüze kadar çeşitli evrelerden geçmiştir Jeolojik zamanlar adı verilen bu evrelerin her birinde , değişik canlı türleri ve iklim koşulları görülmüştür Dünya’nın yapısını inceleyen jeoloji bilimi, jeolojik zamanlar belirlenirken fosillerden ve tortul tabakaların özelliklerinden yararlanılır Jeolojik zamanlar günümüze en yakın zaman en üstte olacak şekilde sıralanır

Dördüncü Zaman Üçüncü Zaman İkinci Zaman Birinci Zaman İlkel Zaman

İlkel Zaman Günümüzden yaklaşık 600 milyon yıl önce sona erdiği varsayılan jeolojik zamandır İlkel zamanın yaklaşık 4 milyar yıl sürdüğü tahmin edilmektedir

Zamanın önemli olayları : Sularda tek hücreli canlıların ortaya çıkışı En eski kıta çekirdeklerinin oluşumu

İlkel zamanı karakterize eden canlılar alg ve radiolariadır

Birinci Zaman (Paleozoik)

Günümüzden yaklaşık 225 milyon yıl önce sona erdiği varsayılan jeolojik zamandır Birinci zamanın yaklaşık 375 milyon yıl sürdüğü tahmin edilmektedir

Zamanın önemli olayları : Kaledonya ve Hersinya kıvrımlarının oluşumu Özellikle karbon devrinde kömür yataklarının oluşumu İlk kara bitkilerinin ortaya çıkışı Balığa benzer ilk organizmaların ortaya çıkışı Birinci zamanı karakterize eden canlılar graptolith ve trilobittir

İkinci Zaman (Mezozoik) Günümüzden yaklaşık 65 milyon yıl önce sona erdiği varsayılan jeolojik zamandır İkinci zamanın yaklaşık 160 milyon yıl sürdüğü tahmin edilmektedir İkinci zamanı karakterize eden dinazor ve ammonitler bu zamanın sonunda yok olmuşlardır

Zamanın önemli olayları : Ekvatoral ve soğuk iklimlerin belirmesi Kimmeridge ve Avustrien kıvrımlarının oluşumu İkinci zamanı karakterize eden canlılar ammonit ve dinazordur

Üçüncü Zaman (Neozoik) Günümüzden yaklaşık 2 milyon yıl önce sona erdiği varsayılan jeolojik zamandır Üçüncü zamanın yaklaşık 63 milyon yıl sürdüğü tahmin edilmektedir

Zamanın önemli olayları : § Kıtaların bugünkü görünümünü kazanmaya başlaması § Linyit havzalarının oluşumu § Bugünkü iklim bölgelerinin ve bitki topluluklarının belirmeye başlaması § Alp kıvrım sisteminin gelişmesi § Nümmilitler ve memelilerin ortaya çıkışı Üçüncü zamanı karakterize eden canlılar nummilit, hipparion, elephas ve mastadondur

Dördüncü Zaman (Kuaterner) Günümüzden 2 milyon yıl önce başladığı ve hala sürdüğü varsayılan jeolojik zamandır Zamanın önemli olayları : İklimde büyük değişikliklerin ve dört buzul döneminin (Günz, Mindel, Riss, Würm) yaşanması İnsanın ortaya çıkışı Dördüncü zamanı karakterize eden canlılar mamut ve insandır

Dünya’nın İç Yapısı

Dünya, kalınlık, yoğunluk ve sıcaklıkları farklı, iç içe geçmiş çeşitli katmanlardan oluşmuştur Bu katmanların özellikleri hakkında bilgi edinilirken deprem dalgalarından yararlanılır

Çekirdek Manto Taşküre (Litosfer)

Deprem Dalgaları Deprem dalgaları farklı dalga boylarını göstermektedir Deprem dalgaları yoğun tabakalardan geçerken dalga boyları küçülür, titreşim sayısı artar Yoğunluğu az olan tabakalarda ise dalga boyu uzar, titreşim sayısı azalır

Çekirdek

Yoğunluk ve ağırlık bakımından en ağır elementlerin bulunduğu bölümdür Dünya’nın en iç bölümünü oluşturan çekirdeğin, 5120-2890 km’ler arasındaki kısmına dış çekirdek, 6371-5150 km’ler arasındaki kısmına iç çekirdek denir İç çekirdekte bulunan demir-nikel karışımı çok yüksek basınç ve sıcaklık etkisiyle kristal haldedir Dış çekirdekte ise bu karışım ergimiş haldedir

Manto

Litosfer ile çekirdek arasındaki katmandır 100-2890 km’ler arasında bulunan mantonun yoğunluğu 3,3-5,5 g/cm3 sıcaklığı 1900-3700 °C arasında değişir Manto, yer hacminin en büyük bölümünü oluşturur Yapısında silisyum, magnezyum , nikel ve demir bulunmaktadır Mantonun üst kesimi yüksek sıcaklık ve basınçtan dolayı plastiki özellik gösterir Alt kesimleri ise sıvı halde bulunur Bu nedenle mantoda sürekli olarak alçalıcı-yükselici hareketler görülür

Mantodaki Alçalıcı-Yükselici Hareketler Mantonun alt ve üst kısımlarındaki yoğunluk farkı nedeniyle magma adı verilen kızgın akıcı madde yerkabuğuna doğru yükselir Yoğunluğun arttığı bölümlerde ise magma yerin içine doğru sokulur

Taşküre (Litosfer)

Mantonun üstünde yer alan ve yeryüzüne kadar uzanan katmandır Kalınlığı ortalama 100 km’dir Taşküre’nin ortalama 35 km’lik üst bölümüne yerkabuğu denir Daha çok silisyum ve alüminyum bileşimindeki taşlardan oluşması nedeniyle sial de denir Yerkabuğunun altındaki bölüme ise silisyum ve magnezyumdan oluştuğu için sima denir Sial, okyanus tabanlarında incelir yer yer kaybolur Örneğin Büyük Okyanus tabanının bazı bölümlerinde sial görülmez Yeryüzünden yerin derinliklerine inildikçe 33 m’de bir sıcaklık 1 °C artar Buna jeoterm basamağı denir

Kıtalar ve Okyanuslar Yeryüzünün üst bölümü kara parçalarından ve su kütlelerinden oluşmuştur Denizlerin ortasında çok büyük birer ada gibi duran kara kütlelerine kıta denir Kuzey Yarım Küre’de karalar, Güney Yarım Küre’den daha geniş yer kaplar Asya, Avrupa, Kuzey Amerika’nın tamamı ve Afrika’nın büyük bir bölümü Kuzey Yarım Küre’de yer alır Güney Amerika’nın ve Afrika’nın büyük bir bölümü, Avustralya ve çevresindeki adalarla Antartika kıtası Güney Yarım Küre’de bulunur Yeryüzünün yaklaşık ¾’ü sularla kaplıdır Kıtaların birbirinden ayıran büyük su kütlelerine okyanus denir

Kara ve Denizlerin Farklı Dağılışının Sonuçları Karaların Kuzey Yarım Küre’de daha fazla yer kaplaması nedeniyle, Kuzey Yarım Küre’de; Yıllık sıcaklık ortalaması daha yüksektir Sıcaklık farkları daha belirgindir Eş sıcaklık eğrileri enlemlerden daha fazla sapma gösterir Kıtalar arası ulaşım daha kolaydır Nüfus daha kalabalıktır Kültürlerin gelişmesi ve yayılması daha kolaydır Ekonomi daha hızlı ve daha çok gelişmiştir

Hipsografik Eğri Yeryüzünün yükseklik ve derinlik basamaklarını gösteren eğridir Kıta Platformu: Derin deniz platformundan sonra yüksek dağlar ile kıyı ovaları arasındaki en geniş bölümdür Karaların Ortalama Yüksekliği: Karaların ortalama yüksekliği 1000 m dir Dünya’nın en yüksek yeri deniz seviyesinden 8840 m yükseklikteki Everest Tepesi’dir Kıta Sahanlığı: Deniz seviyesinin altında, kıyı çizgisinden -200 m derine kadar inen bölüme kıta sahanlığı (şelf) denir Şelf kıtaların su altında kalmış bölümleri sayılır Kıta Yamacı: Şelf ile derin deniz platformunu birbirine bağlayan bölümdür Denizlerin Ortalama Derinliği: Denizlerin ortalama derinliği 4000 m dir Dünya’nın en derin yeri olan Mariana Çukuru denzi seviyesinden 11035 m derinliktedir Derin Deniz Platformu: Kıta yamaçları ile çevrelenmiş, ortalama derinliği 6000 m olan yeryüzünün en geniş bölümüdür Derin Deniz Çukurları: Sima üzerinde hareket eden kıtaların, birbirine çarptıkları yerlerde bulunur Yeryüzünün en dar bölümüdür

Dünyanın Hareketleri

Dünya kendi çevresinde (23 saat, 56 dakika, 4091 saniye) ve güneş çevresinde (365 gün, 6 saat, 48 dakika) hareket eder Günlük ve yıllık hareketlerine bağlı olarak gece, gündüz, mevsimler, kayaçların oluşması ve diğer canlılık ve biyolojik olaylar gerçekleşir Mevsimlerin oluşmasında etken ise 23 derecelik eksen eğikliğidir

Hareketleri: Sürekli olarak hareket eden dünyanın iki çeşit hareketi vardır Bu hareketlerden birisi kendi ekseni etrafında olur ve batıdan doğuya doğrudur Bu dönmesini 24 saatte tamamlar Dünyanın kendi ekseni etrafındaki bu dönmesi ile birlikte olan ikinci hareketi ,güneş etrafındadır Güneş etrafında dünya, elips şeklinde çok geniş bir yörünge üzerindeki hareketini de 365 1/4 günde, yani bir yılda tamamlar Dünyanın kendi ekseni etrafındaki ve güneş etrafındaki bu iki hareketi, iki önemli olaya sebep verir Kendi ekseni etrafında dönmesi ile gece ve gündüz, güneşin etrafında dönmesi ile mevsimler meydana gelir Dünyanın yüzeyi : Dünyanın yüzölçümü 509200000 kilometrekaredir Bunun % 70 denizler 360600000 kilometrekare, % 39,u karalar ,148600000 kilometrekare dir Kuzey kutup çevresinde karalarla çevrilmiş bir deniz, Güney Kutup çevresinde denizlerle kuşatılmış bir kara parçası vardır

Dünya İle İlgili Yeni Buluşlar

Dünya ile ilgili incelemeler atmosferin bileşimi, hareketleri, dünya güneş münasebetleri, atmosfer dışındaki atomik parçacıklar, dünyanın manyetik sahası üzerinde devam etmektedir

Dünyanın manyetik sahasının, merkezindeki metal kütleden meydana geldiği anlaşılmıştır Uzaya gönderilen inceleme uzmanları bu manyetik sahanın uzaydan gelen atomik parçaları, elektronları tuttuğunu tesbit etmiştir Tutulan bu elektronların bir şerit içinde helezonlar çizerek dünyanın manyetik bir kutbundan diğerine doğru yol aldığı anlaşılmıştır Daha sonraki incelemeler elektron tutan şeridin iç içe iki kuşaktan oluştuğunu göstermiştir Bütün bu incelemeler 1957 senesinde Sputnik 1’in uzaya fırlatılması ile başlamış Explorer 1, Explorer 3, Explorer 4 gibi birçok inceleme uyduları ve devamlı gönderilen insanlı, insansız uydularla devam etmektedir

Güneş Radyasyon Parçacıkları

Güneşten gelen parçacık akımları (Plazma) ilk olarak 1919 yılında İngiliz bilim adamı FA Lindemann tarafından anlaşıldı Alman fizikçisi Ludwing F Biermann kuyruklu yıldızların kuyruklarının neden güneşten uzaklaşacak yönde uzandığını, yine güneşten yayılan bu parçacıklara bağlamıştır 27 Ağustos 1962’de Venüs’e gönderilen Mariner 2 uzayda akan parçacıkların güneşten geldiğini kesin olarak tesbit etti 16 Aralık 1965’te Dünya ile Venüs arasında güneş yörüngesine oturtulan Pioneer 6 ise güneşten yayılan parçacıkların muntazam olarak saniyede 307,5 km hızla hareket ettiğini tesbit etmiştir Güneşten ayrılan radyasyon parçacıkları dünya ve gezegenlerin civarından geçerken bu gezegenlerin manyetik sahaları ile dışarıya doğru itilirler Manyetik sahayı delip geçebilen parçacıklar ise gezegen kutuplarına doğru helezonlar çizerek ilerler

Uyduların Dünya Hakkında Verdiği Bilgiler

15-25 Mayıs 1958 tarihlerinde dünya etrafında yörüngeye oturtulan Sputnik 3500 km yükseklikte atmosferin moleküler yapıyı atomik yapıya terk ettiğini gösterdi Dünya etrafında yörüngeye oturtulan Amerikan ve Rus uydularından alınan bilgilerle, atmosferin bileşimi, iyonosferdeki elektron yoğunlukları, iyonosferdeki elektromanyetik radyasyon ve radyo yayın karakteristikleri, dünyayı kuşatan küresel manyetik şeritler ve güneş radyasyon parçacıklarının bu manyetik şeritlerden nasıl uzaklaşarak yayıldığı devamlı incelenmektedir İyonosferin günün muhtelif saatlerinde geometrik yapısının değiştiği anlaşılmıştır Öğlen vakti 200 km kalınlıkta olan iyonosfer sabah ve akşamları 300-400 km’ye kadar şişer

Meteoroloji Uyduları

1960’tan tibaren uzaydan global incelemelerle hava tahminleri yapılmaya başlandı Uydudaki bir eleman dünya yüzeyinden yansıyan veya yayınlanan enerjiyi almakta, böylece bulutların değişimleri takip edilmekte, ayrıca hararet ve basınç değişimleri de alınmaktadır Bu metod dünya yüzeyindeki kimyasal madde ve madenler hakkında da bilgi verir Uydulardan alınan muhtelif bilgiler bilgisayarlarda analiz edildikten sonra meteorolojik, jeolojik tahminler yapılmaktadır

Uydulardan çekilen resimler hem normal fotoğraf hem de enfraruj ışıkla çekilebilir Enfraruj ışık gece de fotoğraf çekmeye yarar Bu şekilde fotoğraf çeken, bulut, hava ve okyanuslardan yayılan enerjileri voltaj veya akım olarak hisseden birçok uydular (Tiros-Television-İnfrared Orbital Satellites) dünya etrafında yörüngelerinde dönmektedir

Uyduların yörüngeleri ve dönüş hızları farklı olabilir Mesela her öğle vakti kutuplardan ekvatoru geçen (ESSA) uyduları her zaman normal fotoğraf çekebilirler Çünkü devamlı gün ışığı bulunan bölge üzerinde dolaşırlar Dünya dönüş hızıyla aynı hızda yörüngesinde dönen GOES uyduları ise dünya dönüşüne göre sabit oldukları için bulutların ve yüzeyin gece gündüz devamlı normal ve enfraruj resimlerini çekerler

Eski Dünya

Uzaydan radar dalgaları ile görüntülenen yerlerin jeolojik yapıları daha ayrıntılı olarak görülebilmektedir 14 Kasım 1981 günü uzayda yörüngesinden radar dalgaları ile tesbitler yapan Columbia uzay mekiğinin çektiği resimlerin analizi çok hayret vericiydi Sahra kumlarının altında milyonlarca sene önce mevcut olan geniş nehir yatakları bulunmaktaydı Colombia bu tesbitlerini radar fotoğraf makinası (SIR-A) ile yapmıştı 1,3 sigahertz frekanslı 23 cm dalga boyu olan mikro dalga, gevşek sahra toprağının 5-6 metre derinliklerine ulaşabildiği için bu nehir yataklarını tesbit edebilmiştir Nehir yataklarının bulunduğu yerlerde sonradan araştırmacıların yaptığı kazılarda gerçekten nehir yatakları ortaya çıkarılmıştır Eylül 1982’de Mısır Çölünde böyle bir bölgede bir metre derinliğine inildiğinde nehir yatağı ortaya çıkarılmış ve bu yatak içinde ise, eski devirlere ait alet ve silahları andıran araçlar bulunmuştur Arkeolojistlerin yaptığı tahminlere göre 200000 sene önce bu bölgeler, sahra yeşillik ve akarsularla dolu olup insanların yerleştiği yerlerdendi

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.